kader ve kazaya inanmak / Kaza Ve Kader Nedir? İslam'da Örnekleri İle Kaza Ve Kader Kavramları

Kader Ve Kazaya Inanmak

kader ve kazaya inanmak

Kaza ve Kadere İman

Kaza ve Kadere Îman Nedir? Şerlerin Yaratılması Nasıl Olur?

İnsanın İşlediği Hayrı da, Şerri de Allah Yarattığına Göre, İnsan Nasıl Yaptığı Şerden Mes'ûl Tutulabilir?

Allah Ezel de Olacak Her Şey'i Bilmekle, Bizi O Şey'i Yapmaya Zorlamış Olmaz mı?

Kaza ve Kader İnancının, âmentü İçinde Yer Almasının Hikmeti Nedir?

Kaza ve Kadere İnancın İnsan Hayatı Üzerindeki Te'sirleri Nelerdir?

Kaza ve Kadere Îman Nedir? Şerlerin Yaratılması Nasıl Olur?

Kader, Cenâb-ı Hakk'ın ezelden ebede kadar olmuş ve olacak, iyi-kötü her şey'in oluş zamanını, yerini ve her türlü özelliklerini ezelden bilmesi, öylece takdir ve tesbit etmesidir.

Kazâ ise, zamanı gelince ezelî ilmine ve takdîrine uygun olarak eşya ve olayları yaratmasıdır.

 Bu tariften anlaşıldığına göre, kader yüce Allah'ın ilim ve irâde sıfatının bir tecellisi, kaza da tekvîn sıfatının eseridir.

 Allah bütün kâinatı ve kâinat içinde bulunan canlı - cansız bütün varlıkları bir programa göre yaratmıştır. Allah kainatta meydana gelecek bütün hâdiseleri bildiği gibi,

Kâinatta görünen eşsiz nizam ve hârika düzen, onu, Allah'ın bilerek plânladığını, programladığını ve her şey'i o plân ve programa göre, zamanı gelince yaratmakta olduğunu gösterir.

 İşte Allah'ın kâinatı yaratmadan evvel ezelde çizdiği bu programa kader denir. Zamanı gelince bu programı tatbika koyması da kazâ'dır.

 Şu halde kazâ ve kadere îman; Allah'ın her şey'i bildiğine, ezelde programladığına, sonra da zamanı gelince eşya ve olayları o bilgi ve programa göre yaratmakta olduğuna tereddütsüz olarak îman etmektir.

 Alemde Hayrın Yanında Şerler de Yaratılmaktadır..

 Hayrı da, şerri de yaratan Allah'tır. Bu inanış, Kadere îmanın bir cüz'üdür.

 Ancak âlemde yaratılan hayırlar asıl, şerler ise fer'îdir. Hayırlar küllî, şerler cüz'îdir.

 Şerrin yaratılması, "her şey zıddıyla bilinir" kaidesiyle, hayrın hakikatı ve güzelliği ortaya çıkması içindir. Meselâ hastalık olmasa, sıhhatın nasıl kıymetli bir nimet, büyük bir ganimet olduğu bilinemezdi. Karanlık olmasa, ışığın değeri anlaşılamazdı. Kötülük olmasa, iyiliğin fazîlet ve üstünlüğü idrâk edilemezdi.

 Alemde hayrın yanında cüz'î kalan şerler hiç yaratılmasa idi, hayrın mâhiyeti ve güzelliği tam görülemediği gibi; hayrın nevîleri, dereceleri, çeşitleri de anlaşılamazdı. Böylelikle cüz'î bir şerrin yaratılmaması neticesinde pek çok hayırlar vücuda gelemezdi, dolayısıyla büyük bir şer ve zarar ortaya çıkardı.

 Ayrıca şer ve hayır telâkkisi, çoğu zaman insanın anlayışına ve bakış açısına göre de değişmektedir. İnsan bâzı şeyleri kendisi için şer ve çirkin bulurken, aslında o şey onun hakkında tamamiyle hayırdır.

 Fakat insan hodgâm (bencil) ve zâhir-perest olduğu için, ilk bakışta kendi menfaatine aykırı bulduğu her hâdiseye şer hükmünü verebilmektedir. Bunu bir misalle açıklayalım: Mühim bir iş için uçağa binecek bir adam, bineceği uçağı kaçırsa, bu ona büyük bir şer olarak gözükür. Çünkü menfaati zedelenmiş, dünyevî bir işi aksamıştır. Ancak daha sonra havada uçağın kaza yapıp düştüğünü farz edelim.

 Bu durum karşısında da, aynı insan, daha önce şer telâkki ettiği şey'in, aslında kendisi için ne kadar hayırlı olduğunu düşünmeye başlıyacaktır.

 Demek ki ilk bakışta insana şer gibi görünen pek çok hâdise, netice itibariyle iyi ve hayırlı olabilmektedir...

 Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri bu hakikatı ne güzel dile getirmiştir:

"Hak şerleri hayreyler

Zannetme ki gayreyler

Ârif anı seyreyler

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler..."

 Şerrin Allah'ın ilmi ve iradesi dışında meydana geldiğini ve Allah'ın şerleri yaratmadığını söylemek; Allah'ın İlim, İrâde ve Kudret sıfatlarının bir hududu ve sınırı olduğunu iddia etmek demektir. Bu ise, ulûhiyetin şânına bir noksanlık isnâdı olduğu gibi, kâinatın bir plân ve programa göre yaratıldığı gerçeğine de zıddır.

 Bunun içindir ki Hayır ve şerrin de Allah'tan olduğu, Allah tarafından yaratıldığı hususu, Kaza ve Kadere îmanın içinde yer almış ve bu inanç üzerinde ayrıca durulup te'yid edilmek lüzumu

İnsanın İşlediği Hayrı da, Şerri de Allah Yarattığına Göre, İnsan Nasıl Yaptığı Şerden Mes'ûl Tutulabilir?

Allah Teâlâ bizim yapacağımız iyi-kötü bütün hareketlerimizi, hayır ve şer bütün davranışlarımızı bilir ve zamanı gelince de yaratır. O'nun bu bilmesi ve yaratması, bizim mes'ûliyetten kurtulmamızı gerektirmez. Zira Allah, biz insanlara, iyi ile kötüyü, hayır ile şerri birbirinden ayırdedip bunlardan birini tercih etme irâde ve ihtiyarını, kabiliyet ve hürriyetini de vermiştir. İnsandaki bu ihtiyar ve irâdeye, "cüz'-i ihtiyar" veya "cüz'-i irâde" denir. İnsan bu kabiliyetini kullanarak iyiyi veya kötüyü, hayrı veya şerri seçebilir. Allah da onun bu tercihine göre, fi'lini yaratır.

 Demek ki, Allah kulun iyi veya kötü fiillerini, onu iyilik ve kötülük yapmaya zorlayarak değil, bil'akis irâde ve ihtiyarını kullanması sonucu yaptığı tercihe göre yaratmaktadır. Kul iyiyi tercih ettiyse iyiyi yaratır, kötüyü tercih ettiğinde de kötüyü... Bu durumda mes'ûliyet de, seçim ve tercihi yapan insana ait olur.

 Özet olarak denebilir ki, kulun fiillerinde şerri ve kötüyü yaratan Allah'tır; fakat onu isteyen, kazanan, kesbeden insandır. Bu sebeble mes'uliyet de insana aittir.

Allah Ezel de Olacak Her Şey'i Bilmekle, Bizi O Şey'i Yapmaya Zorlamış Olmaz mı?

Hayır. Çünkü kulun bir şey'i yapacağını Allah'ın bilmesinin, kulun fi'li üzerinde zorlayıcı bir te'siri yoktur. Bunu bir misalle izah edelim:

 Astronomik incelemeler neticesi 1 sene sonra ay'ın tutulacağını bildiğimizi farzedelim. Günü gelince ay tutulsa, bu, ay'ın biz bildiğimiz için tutulduğu mânasına gelebilir mi? Hayır. Çünkü ay, biz bildiğimiz için değil, tutulma sebeblerinin varlığından dolayı tutulmuştur. Biz o sebebleri daha bir sene önceden ilmî incelemelerle keşfederek ay'ın tutulacağı hususunda bilgi sahibi olduk. Hiçbir zaman biz ay'ın tutulacağını söylediğimiz için ay tutulmadı.

 Aynen bu misal gibi, Allah da kulun irâdesini hayır veya şerden hangi istikamette kullanarak nasıl bir davranış yapmak istediğini önceden bilir, onu tesbit ve takdîr eder. Zamanı gelince de kulun istediği istikamette yaratır. Allah'ın bu bilmesi, kulun o fi'li işlemeyi istiyeceği içindir.

 Yoksa, Allah bildiği için kulun o işi yapmayı istemesi ve işlemesi söz konusu değildir.

Şu halde, kulun irâdesini kullanarak işlediği fiillerini Allah'ın ezelde

bllip takdîr etmesi, kulu mes'uliyetten kurtarmaz. Çünkü, bu bilişte kulu bir zorlama, irâde ve ihtiyarını ortadan kaldırma durumu kesinlikle yoktur.

Kaza ve Kader İnancının, âmentü İçinde Yer Almasının Hikmeti Nedir?

Kaza ve Kadere îman, aslında imanın son hududunu gösteren, hal ve vicdanla ilgili çok ince bir mes'eledir. Mü'min kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna îman ile, her şey'i, hatta nefsini ve fiillerini bile Cenâb-ı Hakk'a verir. Bu durumda, mes'uliyetten kaçmaması için karşısına cüz'-i ihtiyârî çıkar. "İstek ve iradenle yapıyorsun, o halde mes'ulsün" der. İnsan cüz'-i ihtiyârîsine dayanıp yaptığı iyilik ve kemâlâtı nefsine mâl edip mağrur olacakken, bu sefer de karşısına kadere iman çıkar. "Haddini bil, yapan sen değilsin. Yapan ve yaratan, takdîr ve irâde eden Allah'tır" der.

Görüldüğü gibi, kader nefsi gururdan, kibirden kurtarmak; cüz'-i ihtiyarî de mes'uliyet ve mükellefiyetten kaçmasına fırsat vermemek için îmanın esasları arasına dahil olmuşlardır.

Bunun aksi, yani, insanın mes'uliyetten kurtulmak için kadere yapışması; yaptığı iyilik ve hasenelerle gururlanması için de cüz'-i ihtiyarîye sarılması, kadere îmanın sır ve hikmetine aykırıdır.

Kaza ve Kadere İnancın İnsan Hayatı Üzerindeki Te'sirleri Nelerdir?

Kaza ve Kader inancı, insanda ye'sin ve ümidsizliğin ve kederin en büyük ilâcıdır. İnsan, başına gelen felâket ve musîbetlere, kadere olan inancı sebebiyle, Allah'ın takdîri gözüyle bakıp kendini teselli eder. Onun takdîrine rıza gösterir. Kudreti sonsuz bir Rabbın murâkabesi altında olduğunu hisseder. O belâ ve musibetin Allah'tan geldiğini bildiğinden, kurtulmak için yalnızca O'na iltica eder, O'na yalvarır. Gelen musibetin kendisi için keffâret ve afv sebebi olduğunu düşünür, sabır ve metanet gösterir.

Bu sırdandır ki, "Kadere îman eden, kederden emîn olur" denilmiştir.

Kadere îman, insan rûhunu dünya kadar ağır yüklerden de kurtarır. Çünkü insan, bütün kâinatla alâkadardır. Maksadları ve arzuları, ideal ve hedefleri sonsuzdur. Kudret, irâde ve hürriyeti ise, sınırlı ve mahduddur. Arzu ve maksadlarının, düşünce ve fikirlerinin bâzan binde birini bile gerçekleştirmeye gücü yetmez. Bu durumda insanın gerçekleşmeyen arzu, ideal ve düşünceleri, onu mânen baskı altında tutar, ruhunu ezer, kalb ve vicdanını sızlatır. Ümidsizliğe düşürür. İşte kadere îman, bu durumdaki bir insanın en büyük teselli kaynağı, şevk ve gayret menba'ı, ümid ışığı, üzerindeki ağırlıkları yükleyebileceği metin bir istinad noktasıdır.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, kader, insanı gurur ve kibirden kurtarır. Nefsin ve benliğin insanı havalandırarak yoldan çıkarmasına, bir nevi fir'avunlaştırmasına mâni olur. Tevazu' ve mahviyet sâhibi kılar.

Kaza Ve Kader Nedir? İslam'da Örnekleri İle Kaza Ve Kader Kavramları

Güncelleme Tarihi:

Oluşturulma Tarihi: Ağustos 05, 2021 13:44

LinkedinFlipboardE-postaLinki KopyalaYazı Tipi

Kaderin sözlük anlamı, "miktar, ölçü, bir şeyi belirli bir ölçüye göre yapmak ve belirlemek" gibi anlamlara gelir. Kaza ve kader İslamiyet’te çok sık kullanılan terimler arasında yer alıyor. Kader ile kazanın insan hayatında çok önemli bir yeri vardır. Kaza ve Kader nedir? İşte, merak edilen tüm detaylar.

Haberin Devamı

Allah'ın irade ve ilim sıfatları ile ilgili bir kavram olan kader, evreni, evrende meydana gelen tüm varlık ve olayları belli bir ölçü ve nizama göre düzenleyen ilahi kanunu ifade eder.

Kaza ve Kader Nedir?

 Kaza sözlük anlamına göre, "hüküm, emir, bitirme ve yaratma" anlamlarına gelir. Kaza, Cenab-ı Hakk'ın ezelde takdir ve irade ettiği buyurduğu şeylerin zamanı gelince, hepsini irade, ezeli ilim ve takdirine uygun bir şekilde yaratması ve meydana getirmesidir. Kaza Allah'ın tekvin sıfatı ile alakalı olan bir kavramdır. Kader ise, ölçü, miktar, bir şeyi belirli bir ölçüye göre yapmak anlamlarına gelir. Terim olarak ise kader, “yüce Allah'ın, ezelden ebediyete kadar olacak tüm şeylerin yeri ve zamanı, nitelik ve özellikleri, takdir edilmesi ve ezelî ilmiyle bilip sınırlaması” anlamına gelir. Kader, Allah'ın ilim ve iradeleri ile ilgili bir kavramdır. Aynı zamanda kader, evreni ve evreni ortaya çıkaran olayları belli bir nizama ve ölçüye göre düzenleyen ilahi bir kanun olarak da ifade edilir.

Haberin Devamı

İslam'da Örnekleri ile Kaza ve Kader Kavramları

 Kader ve kazaya iman, her şeyin Allah'ın takdirine bağlı olarak gerçekleştiğine işaret eden ayetlerle birlikte ilahi ilmin, şimdiye kadar olmuş ve olacak olan tüm olayları ve varlıkları kuşattığını belirten ayetlerde sıkça vurgulanıyor. Hz. Peygamber de meşhur hadislerinde kadere imanı bir iman şartı olarak açıklar. Kader konusundaki bazı ayetlerin meali şu şekildedir:

"... O'nun katında her şey bir ölçü (miktar) iledir." (er-Ra‘d 13/8).

"... Her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mukadderatını tayin eden Allah, yüceler yücesidir." (el-Furkan 25/2).

"De ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez..." (etTevbe 9/51).

Hz. Peygamber de Cibrîl hadisi olarak bilinen hadiste anlatıldığı gibi, kadere imanı iman esasları arasında yer alır. Bu hadiste geçtiği şekline göre, Cebrâil (a.s.) Peygamberimiz’e:

 “İman nedir?” diye sormuş, o da:

“Allah'a, kitaplarına, meleklerine, ahiret gününe, peygamberlerine, hayır ve şerriyle kadere inanmandır” cevabını verir. (bk. Müslim, “Îmân”, 1; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 15; İbn Mâce, “Mukaddime”, 9).

Haberin Devamı

Kaza ve Kadere İman

 Kader ve kazaya iman yüce Allah'ın irade, ilim, kudret ve tekvin sıfatlarına inanmak anlamına gelir. Başka bir deyişle bu sıfatlara inanan biri, kader ve kazaya da inanmış olur. Bu durumda kader ve kazaya inanmak, iyi ve kötü, hayır ve şer, canlı ve cansız, acı ve tatlı, faydalı ve faydasız ne varsa hepsinin Allah'ın dilemesi, bilmesi, takdiri, kudreti ve yaratması sonucunda olduğuna, Allah'tan başka yaratıcı olmadığına inanmak anlamına gelir. Dünyada meydana gelmiş ve gelecek olan her şey, Allah'ın dilemesi, ilmi, takdiri ve yaratması şeklinde olur. Evrende her şeyin bir kaderi vardır. Bunun anlamı ise, yüce Allah, insanları hür iradeleri ile seçecekleri şeylerin ne şekilde ve nerede seçileceğini ezeli olan yani zamanla sınırlı olmayan mutlak ilmi ile bilir. Allah bu dilemesine göre takdir buyurarak zamanı gelince kulun seçimi ile birlikte yaratır. Bu nedenle de Allah'ın ilmi, kulun seçimine bağlı olarak, Allah'ın ezel, anlamında bir şeyi bilmesinin, kulun seçimi ve iradesi üzerinde zorlayıcı bir etkisi bulunmaz.

 Kaynak: Diyanet

Kazâ ve kadere iman ne demektir? Diyanet İşleri Başkanlığına göre kazâ ve kadere imanın anlamı

Diyanet İşleri Başkanlığına göre kazâ ve kadere imanın anlamına haberimizde detaylı bir şekilde yer veriyoruz. 'Kazâ ve kadere iman ne demektir?' sorusunun cevabı içeriğimizde yer almaktadır. İşte detaylar...

 Kazâ ve kadere iman ne demektir? Diyanet İşleri Başkanlığına göre kazâ ve kadere imanın anlamı

KAZÂ VE KADERE İMAN NE DEMEKTİR?

Kader ve kazâya iman yüce Allah’ın ilim, irade, kudret ve tekvîn sıfatlarına inanmak demektir. Bir başka deyişle bu sıfatlara inanan kimse, kader ve kazâya da inanmış olur. Bu durumda kader ve kazâya inanmak demek, hayır ve şer, iyi ve kötü, acı ve tatlı, canlı ve cansız, faydalı ve faydasız her ne varsa hepsinin Allah’ın bilmesi, kulun dilemesine bağlı olarak bunların Allah’ın kudreti ve yaratması ile olduğuna, Allah’tan başka yaratıcı bulunmadığına inanmak demektir. Esasen dünyada meydana gelmiş ve gelecek olan her şey, Allah’ın ilmi, dilemesi, takdiri ve yaratması ile olur. Her şeyin bir kaderi vardır.

Kazâ ve kadere iman ne demektir? Diyanet İşleri Başkanlığına göre kazâ ve kadere imanın anlamı

KADER VE KAZAYA İNANMAK İMAN ESASI MIDIR?

Kader ve kaza, iman esaslarından söz eden ayetlerde (Bakara 2/177, 285; Nisa 4/136) zikredilmiştir. Ancak her şeyin Allah’ın takdirine bağlı bulunduğuna işaret eden ayetlerin yanı sıra ilahî ilmin olmuş ve olacak tüm varlık ve olayları kuşattığını belirten ayetlerde de bu esas vurgulanmıştır. Bu ayetlerin bir kısmı şunlardır: “O’nun katında her şey bir ölçü (miktar) iledir. ” (Rad, 13/8); “Her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mukadderatını tayin eden Allah, yüceler yücesidir. ” (Furkan, 25/2); “De ki: Allah’ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. ” (Tevbe, 9/51) Bu âyetlerden başka Allah’ın her şeyin yaratıcısı olduğunu, dilediğini sapıklığa sevkedip, dilediğini hidayete erdirdiğini, insanlar arasında ölümü O’nun takdir ettiğini bildiren âyetler de (Zümer, 39/62; Sâffât, 37/96; A'râf, 7/178; Vâkıa, 56/60) kapsam açısından kâinatta her şeyin belli bir kadere bağlı bulunduğu, bunun da Allah Teâlâ tarafından belirlendiği sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.) de Cibrîl hadisi diye bilinen hadiste açıklandığı gibi, kadere imanı iman esasları arasında saymıştır. Bu hadiste geçtiğine göre Cebrâil (a.s.) Peygamberimiz’e (s.a.s.), “İman nedir?” diye sormuş, o da, “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, âhiret gününe, hayır ve şerriyle kadere inanmandır. ” cevabını vermiştir (Müslim, Îmân, 1; Ebû Dâvûd, Sünnet, 15; İbn Mâce, Mukaddime, 9).

Haberin Devamı

Kazâ ve kadere iman ne demektir? Diyanet İşleri Başkanlığına göre kazâ ve kadere imanın anlamı

KADER İNANCI İLE SORUMLULUK NASIL BAĞDAŞTIRILABİLİR?

Sorumlu tutulma ise insanın irade sahibi, yani kendisine irade verilmiş bir varlık olarak inanç ve amellerinden sorguya çekilmesidir. Bu ikisi birbirine aykırı değildir. Allah adildir, kimseye zulmetmez. Eğer Allah insana irade vermiş olmasaydı, inanmayan yahut kötülükler içinde hayat yaşamış insanları cezalandırmaması gerekirdi. Daha açık ifade etmek gerekirse, insanın sorumlu kılınması tamamen kendisine verilen irade sebebiyledir. Hiç kimse irade sahibi olduğunu inkâr etmiyorsa, sorumlu olduğunu da inkâr edemez, etmemelidir. Nitekim Allah insanı, iradesi dâhilinde olmayan şeylerden sorumlu kılmayacaktır. Söz gelimi insanın cinsiyeti, doğduğu yer, doğum tarihi vb. hususlar sorumluluk dâhilinde değildir.

Kazâ ve kadere iman ne demektir? Diyanet İşleri Başkanlığına göre kazâ ve kadere imanın anlamı

Etiketler :

Îmân esaslarından birisi de kazā ve kadere îmandır. Bu konu insanlığın başlangıcından beri zaman zaman tartışılmıştır. İslâm Kelâm târihinde de en çok konuşulan, tartışılan ve buna bağlı olarak birçok ekolün meydana çıkmasına sebep olan konulardan birisi olmuştur. Farklı yorum, mezhep ve görüşlerin ortaya çıkmasında; insanların Allah (cc) telakkīlerinin, Allâh’ın (cc) sıfatlarına bakışlarının; sıfatları kabûl veya reddetmenin, nasslara ön kabûllü bakmanın, Kur’ân diline yeterince vâkıf olamamanın, Müslümanlar arasında erken dönemde meydana gelen savaşların (Cemel-Sıffin), Emevî hānedânının yapmış olduğu zālimâne davranışların, felsefî eserlerin tercüme edilmesinin ve bāzı sapık din ve düşünce sistemlerinin etkisi vardır.

Kazā ve kader konusunda ehliyeti olan veya olmayan herkes birçok şey söylemiştir. Hâlâ da söylemektedirler. Bu konu zaman zaman suçluların sığındığı bir mekân; zaman zaman da Allâh’a (cc) hayatta herhangi bir yer vermemek için rasyonel bir anlayışın tezāhürü olarak insanların birçok şeyler söylemesine sebep olan bir konudur. Hâlbuki kader ve kazā konusu ile ilgili doğru bir görüş ortaya koyabilmek için şu hususları iyi bilmek gerekir:

1- Kader konusunda söz söyleyebilecek insanlar, olaylar arasında süratli bir şekilde bağ kurabilecek zekî insanlar olmalıdır. Zekâlarının dereceleri tartışılır durumdaki yeteneksiz zevat kader ve kazā gibi girift bir konuda fikir beyân etmemelidirler.

2- Kur’ân-ı Kerîm’e bütünlük çerçevesinde vâkıf olmalıdır. Kitâb’a subjektif yaklaşarak cebrî veya rasyonel (Mutezilî) anlayışına âyetleri cımbızlayarak delil getirme yanlışlığına düşmemelidir. Kur’ân-ı Kerîm âyetleri birbirini yalanlamaz ve Kur’ân’da herhangi bir tutarsızlık da yoktur.1

3- Allâh’ın isim ve sıfatlarının, ulûhiyet ve rubûbiyetinin tam anlamıyla bilinmesi şarttır. Özellikle kader konusunda söz söyleyecek kimselerin ilim, irâde, kudret ve tekvin gibi ilâhî sıfatları en aşkın bir şekilde bilmeleri esastır. Çünkü kader konusunu doğru anlamanın ve anlatmanın yolu bu sıfatları iyi bilmekten geçer. Özellikle de ilim sıfatını Kur’ân-ı Kerîm’de haber verildiği şekilde bilmek kader konusunu çözmenin anahtarıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de Allâh’ın ilminin sonsuzluğunu beyân eden En’am Sûresi 59. âyet ve Lokman Sûresi 27. âyet içselleştirilmeden ve doğru kavranılmadan bu konularda söz sarfetmek kişiyi yanlış yollara götürebilir.

4- Hz. Peygamber’in (sav) konu ile ilgili tüm hadislerini bilmek ve anlamaya çalışmak bu konuyu çözmeye yardımcı olacaktır. Bu çerçevede Hz. Peygamber’in (sav) sözlerinin söyleniş sebeplerini ve ortamını bilmek de önemlidir.

5- “Kader kelimesi Kur’ân-ı Kerîm dilinde ve Sünnet’te hangi anlamlarda kullanılmıştır?” ve “Bu kelime sonraki süreçte anlam daralmasına veya genişlemesine uğramış mıdır?” hususlarının doğru bilinmesi de kader konusunun doğru çözümünde etkili olacaktır.

6- Kader konusu ile ilgili felsefî kavramları ve terimleri bilmek şarttır.

7- Târih içerisinde kazā ve kader meselesinde söz söyleyen ve buna bağlı ortaya çıkan ne kadar mezhep ve fırka varsa ortaya çıkış sebeplerini, birbirleriyle münâkaşaları dâhil fikirlerini en ince detaylarına kadar bilmek önemlidir.

8- Kazā ve kader konusu, sıradan insanların üzerinde fikir yürütemeyeceği kadar ciddî bir meseledir. Amaç, insanlara doğruyu göstermek olmalıdır. Bu konudan hareketle insanları Allah’tan (cc) uzaklaştırmak ve insanlığın çekmiş olduğu iktisâdî-siyâsî çilelerin faturasını siyâsî irâde ve yetki sāhibi insanlarda görmeyip Allâh’a (cc) yüklemek kader anlayışındaki en büyük sapmalardan biridir.

9- Kader ve kazā konusunda fikir īmâl ederken ön kabûllerden uzak durmak gerekir. Ön kabûller insanı hakīkatten uzaklaştırır ve bağnazlaştırır. Belirli bir kliğin etkisinde kalan araştırmacılar ön kabûl nedeniyle âyet ve hadislere bile yanlış anlamlar verebilmektedirler.

10- Kader konusunu tartışırken Allâh’a tekil ve tikeller konusunda cehâlet isnâd ederek yorumlar yapmak küfürdür.

11- Ortaya çıkan anlayışa göre kişi:

a-Her şeyi Allâh’a (cc) yükleyerek kendini toz gibi, rüzgâr önündeki kuru yaprak gibi etkisiz ve şahsiyetsiz bir varlık olarak görür. Her türlü yükümlülükten kaçar. Ne kendisinin ne de insanlığın sorumluluğunu üstlenir. Miskinliği ve atāleti kader olarak algılar.

b-Veya Allâh’ın (cc) varlık, birlik, yaratma, emretme, ilim ve kudretini hiçe sayarak kendisini mutlak bir özne gibi algılar. Böyle bir insan, kendi kaderinin yaratıcısı olarak kendisini görür.

c-Allâh’ın (cc) yaratmasını ve emretmesini mutlak anlamda kabûl etmekle birlikte, imtihanın ve yeryüzünde halîfe olmanın gereği olarak kendisinin de irâdeli bir varlık olduğunu düşünerek dilemenin kendisinden, yaratmanın ise Allah’tan olduğuna inanır. Bu anlayışa göre, insanın özneliği izāfîdir. İnsan, hayattaki tüm olaylardan ve târihin gidişatından sorumludur. Pasif kalması ve olaylara karşı edilgen durması yüklenmiş olduğu teklifle çelişkidir. Doğru olan kader ve kazā anlayışı da budur. İhtiyârî fiiller insanın elindedir. İhtiyârî fiillerini hayırda kullanırsa Allah ondan râzı olur; şâyet şerde kullanacak olursa gazaplanır. Fakat Allah Teālâ kulunu herhangi bir şeyi yapmaya zorlamaz.

Buna göre önce kader kelimesinin Kur’ân-ı Kerîm’de nasıl kullanıldığına bir bakalım. Kader; daraltmak2, bilmek3, güç yetirmek4, takdîr olunmak5, ölçmek-hesap yapmak6, miktârını belirlemek7 mānâlarında kullanılmıştır. Terim anlamı ise; Allâh’ın, yaratılışın başlangıcından sonuna kadar bütün varlıkların başına gelecek hâdiseleri; nesne ve olayları ezelî ilmi ile bilip planlaması ve takdîr etmesidir. Bu husus Kur’ân-ı Kerîm’de şu âyet-i kerîmede çok çarpıcı bir üslupla ifâde edilmiştir: “Gaybın anahtarları Allâh’ın katındadır; onları O’ndan başkası bilemez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıkları içindeki tek bir tâneyi dahi bilir. Yaş ve kuru (bütün olaylar) ne varsa apaçık bir kitapta (levh-i mahfuzda) yazılıdır.”8 “İnsana şah damarından bile yakın olan”9 Yüce Allah (cc) olayların en ince teferruatına kadar vâkıfken, O’nu sâdece “tümel olayları bilir, tekil ve tikel olayları bilemez” şeklindeki Aristocu anlayışla tasvîr etmek ve algılamak sapıklıktır. Bu çerçevede; “Allah, benim kiminle evleneceğimi bilemez.” biçimindeki Allâh’a (cc) cehâlet atfeden söylem de insanı dinden çıkarabilen bir sapıklıktır. Çünkü bu söylemde Allah Teālâ’nın tekil olayları önceden bilmediği inancı vardır. Allâh’ın (cc) ilim sıfatının ne olduğunu bilen ve O’nun bütün kullarına, âyette ifâde edildiği gibi yakınlığını kavrayan bir kimse böyle bir söz sarf edemez. Allâh’a (cc) cehâlet izāfe eden bir düşünceyi aklından bile geçiremez.

Kazā kelimesi ise Kur’ân-ı Kerîm’de hükmetmek10, bitmek-sona ermek11, karar vermek12, emretmek13, belirlemek14ve sağlam yapmak15 anlamlarında kullanılmıştır. Kazānın terim anlamı ise şöyledir: “Allah Teālâ’nın ezelî ilmi ile bilip takdîr ettiği olayların vakti-saati gelince O’nun kontrolünde gerçekleşmesi ve varlık sahasına çıkmasıdır.” Bu tanımlar Ehl-i Sünnet mezheplerinden Maturidiye’ye göredir. Eşariler’e göre ise Maturidiye’nin kazā dediği kader, kader dediği de kazādır.

Kader kavramının anlam alanına evrenin yaratılması, yönetilmesi, içerisinde cereyân eden olaylar, varlıklarla ilgili Allâh’ın (cc) koyduğu değişmez yasaları, insanın yaratılması; fiziksel özellikleri, rızkı, eceli, üzerine tekliflerin yüklenmesi, sorumluluklarını yerine getirip getirmemesi girmektedir. Özellikle teklif konusunda Yüce Allâh’ın (cc) daha önceden mahlûkātın başına gelecek olan şeyleri bilmesi ve yazması, tasvîrîdir. Olaylar vuku bulsun diye yazmamıştır. Herhangi bir cebir söz konusu değildir. Eğer Allah (cc), kullarını teklifler konusunda hem zorlayıp hem de zorakî yaptırdığı şeylerden hesâba çekecek olsa idi, bu anlayış din ve peygamber gönderme hikmeti ile bağdaşmadığı gibi Allâh’ın (cc) adâletine de aykırı olurdu. Hâlbuki Allah (cc), mutlak adâlet sāhibidir. Bu konuda Cebriye denilen fatalitik (bütün olan bitenleri, kaderin önceden tespit ettiğine, bunların değişmeyeceğine inanan) anlayış sınıfta kalmıştır. İnsan özgürlüğünü tamâmen reddedip edilgen hâle getirdiği için bir dönem zālim sultanların da işine gelmiştir. Fakat nebevî ilme vâris olan ālimler bu görüşü onlarca hususta tenkîd etmişler ve Cebriye’nin İslâm dışı bir mezhep olduğu hükmünü belirtmişlerdir. Her ne kadar târih içerisinde bir ekol olarak görünse de, bugün doğru bir İslâm kültürü ve ilmihâl bilgisi almayan sığınmacı ve pasif insanlar arasında hâlâ canlı bir anlayıştır. Buna tepki olarak doğan Mutezile de birçok çelişkiyi ve hastalığı içerisinde taşıyarak illetlerle mâlûl olmuştur. Onun da eleştirisi yapılmış, birçok hususta bid’atler taşıdığı kanâati belirtilmiştir. Günümüzde daha çok rasyonaliteyi din yerine koyan sözde aydınlar arasında kendisini göstermektedir. Sistematik bir Kelâm çalışması yapmadığımız için târih içerisindeki Sünnî ve bid’at ekollerin eleştirisini burada yapmayacağız. Fakat bu konunun zihinlerde aydınlanması için; insanın sorumlu olduğunun farkına varıp ilâhî olanı reddedip suçlamaması için, şu hususun özellikle iyi kavranmasını istiyoruz.

İnsan fiillerinin ızdırârî (zorunlu) olanları vardır. İnsanın cinsiyet tercihi, şekli, şemâili, boyu posu, rengi, milliyeti, organlarının vücûda yerleştirilmesi, ecelinin belirlenmesi kendi elinde değildir, ızdırârîdir (zorunludur). Allah (cc), insana hiçbir seçme hakkı vermeden bunları belirlemiştir. Dolayısıyla bu alandan herhangi birisiyle övünmek insanın özgürlük alanına girmediği için câhilî bir anlayıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de de, Hz. Muhammed’in (sav) sünnetinde de bu tavır yerilmiştir. Allâh’ın (cc) yarattığı fizikî yapıyı başkalarına teşhîr etmek, yaratılışta insanın özgürlük alanına girmeyen; Allâh’ın (cc) varettiği bir eserle başkasına caka satmaktır ki tam bir sapıklıktır.

İnsanın bir de ihtiyârî; özgürlük alanına giren fiilleri vardır. İnsan, aklı ile bu fiilleri yapıp yapmamaya karar verir. Tam özgürdür. Yüce Allah (cc), insana bu hususta hiçbir zorlama yapmaz. Çünkü O, insana emânet vermiştir.16 Birçok İslâm ālimi emâneti akıl, irâde, özgürlük olarak ifâde etmiştir. İmam Şâfiī (ö. 204/820) ise emâneti Allâh’ın (cc) gönderdiği dînî teklifler, emirler, yasaklar olarak tanımlamıştır. Bunlardan yola çıkarak şöyle bir şema çizebiliriz:

Şekil 2: İnsan

Şekil 2’de görüldüğü gibi, Yüce Allah (cc) peygamberleri vâsıtasıyla îmânı da küfrü de, güzeli de çirkini de, hayrı da şerri de, iyiyi de kötüyü de tanıtmıştır. Kehf Sûresi’nin 29. âyetinde belirtildiği üzere netîcesine katlanmak kaydıyla:“De ki: Hak Rabbiniz tarafından gönderilmiştir. Artık dileyen îmân etsin, dileyen de küfretsin.” buyurmuştur. Bir başka âyette ise insan özgürlüğüne müdahale edilemeyeceği şöyle anlatılmıştır: “Dosdoğru yol ile sapıklık birbirinden kesin hatlarla ayrılmıştır. Bu sebeple dinde zorlama yoktur.”17 Bu âyet insanların dînî tercihlerine baskı yapmanın yanlışlığını vurgular. Hattâ insanların iyiyi tercîh etmesi için, yapılan en küçük iyiliğe birden yedi yüz katına, bāzan da sonsuz sevap vermeyi Allah Teālâ vaad etmiştir. Kötülüğe karşılık verilen cezâ ise bire birdir. Bu gösteriyor ki insan, aklını kullanarak Allâh’ın (cc) koymuş olduğu iyi ve güzel şeyleri tercîh etmeli ve her türlü kötülükten kaçınmalıdır. Allah (cc), insanları iyiliğe de kötülüğe de zorlamaz. Fakat insanların iyilik ve kötülüğü yapacaklarını önceden bilir. Fakat bu bilişi onları icbâr etmez. Bütün mahlûkātın ilmi O’nun ilmi yanında bir katre değerinde bile değilken, mutlak ālim olan Allâh’ın (cc) önceden olayları bilmesinden daha doğal bir şey yoktur. Olayı şu örnekle açıklığa kavuşturabiliriz: Allah Teālâ’nın yarattığı evreni ve uzayı keşfeden insanlar sınırlı ilimleri ile hangi günde hangi saatte hangi sâniyede güneşin veya ayın tutulacağını, dünyâmızın çevresinden geçecek olan bāzı gezegenleri isimleri ile bilmekte ve ansiklopedilere, takvimlere yazmaktadırlar. Sormak gerekir: Eğer insanlar takvimlere yazmasaydı, ansiklopedilere kaydetmeseydi, güneş ve ay tutulmayacak mıydı? Veya gezegenler yörüngesinde hareket etmeyecek miydi? Bu soruya cevap olarak hayır diyebiliyorsak ve “Takvime yazılmasının, ansiklopediye kaydedilmesinin olayın meydana gelmesiyle bir ilgisi yoktur.” tezini savunuyorsak o zaman Allâh’ın (cc) daha önceden olayları bilmesinin de, bizi o olayların gerçekleşmesine zorlamadığını kabûl etmek zorundayız. Kısacası, Allah (cc) ilmi ile bilir ama kimseyi herhangi birşeye zorlamaz. Çünkü insan, O’nun tarafından özgür bir varlık olarak yaratılmıştır. Bu sebeple, insanın evrendeki yerini bilmesi; edilgen bir varlık olmadığını kabûl etmesi gerekir. Ne kātil kātillik günâhını, ne ayyaş sarhoşluk günâhını, ne hırsız hırsızlık günâhını, ne de zinâkâr kimse zinâ suçunu kader mahkûmu çerçevesinde kendisini aklayarak Yaratıcıya yükleme sapıklığına düşmemelidir. Dileyen kendisidir; hayâtın öznesidir. Allah Teālâ, kulu neyi dilerse onu yaratır. Netîcesine katlanmak kaydıyla insan her istediğini seçmekte hürdür.

Dipnotlar:

1 Nisâ 4/82.

2 Fecr 89/16.

3 En’am 6/91.

4 Enbiyâ 21/87; Nahl 16/86.

5 Kamer 54/12.

6 Furkan 25/2.

7 Mü’minûn 23/18.

8 En’am 6/59.

9 Kaf 50/16.

10 Zümer 39/69.

11 Cuma 62/10.

12 Ahzab 33/36.

13 İsrâ 17/23.

14 En’am 6/2.

15 Enfal 7/42.

16 Ahzab 33/72.

17 Bakara 2/256.

Mart 2022, sayfa no: 8-9-10-11-12

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır