kafir nedir vikipedi / Kafiristan - Vikipedi

Kafir Nedir Vikipedi

kafir nedir vikipedi

kaynağı değiştir]

Kelime, gizlemek, saklamak anlamlarına gelen (ك ف ر) kökünden gelir. Sözlük anlamıyla, tohumları toprağın altına gizlemesi sebebiyle çiftçi için de kullanılmıştır.[2] Müslüman olmayanlara bu isim "İslam inancının getirdiği gerçekleri gizledikleri veya inkâr ettikleri″ düşünülerek verilmiştir.[kaynak belirtilmeli]

Fıkıhta kâfir[değiştir

Vehhabiliği kuran, Mehmed bin Abdülvehhabdır. İngiliz casuslarından, Hempher’in tuzağına düşerek, ingilizlerin (İslamiyet’i imha) etmek çalışmalarına alet oldu.

[İngiliz Casusunun İtirafları kitabında, Vehhabiliğin kuruluşu uzun anlatılmaktadır. Bu kitabı, www.hakikatkitabevi.com adresinden okuyabilir ve temin edebilirsiniz.]

Eline geçirdiği, ibni Teymiye’nin Ehl-i sünnete uymayan kitaplarını okumuş, (Şeyh-i necdi) diye meşhur olmuştu. Düşünceleri, ingiliz paraları ve ingiliz silahları karşılığında, köylüler ve Deriyye ahalisi ile reisleri Muhammed bin Süud tarafından desteklendi. Sapık din adamı ibni Teymiye’nin fikirleri ile Hempher’in yalanlarının karışımına Vehhabilik denir.

Mirat-ül-Haremeyn
kitabının basıldığı 1888 senesinde Necd emiri, Abdullah bin Faysal idi. Aşağıdaki bilgilerin çoğu Mirat-ül-Haremeyn’den alınmıştır:

Mehmed’in babası Abdülvehhab, iyi bir müslüman idi. Bu ve Medine’deki âlimler, Abdülvehhab oğlunun sözlerinden, yeni bir yol tutacağını anlamış, herkese, bununla konuşmamasını nasihat etmişlerdi. Fakat, Abdülvehhab oğlu, 1738 senesinde Vehhabiliği ilan etti. İngilizlerin siyasi ve askeri yardımları ile, Arabistan’a yayıldı.

Vehhabilere inanan Deriyye hakimi Abdülaziz bin Muhammed bin Süud ilk olarak 1791 senesinde, Mekke emiri şerif Galib efendi ile harp etti. Daha önce, vehhabiliği gizlice yaymışlardı. Sayısız müslümanları öldürüp, kadınlarını, çocuklarını ve mallarını almışlar ve işkence etmişlerdi.

Abdülvehhab oğlu, Beni Temim kabilesindendir. 1699 senesinde Necd çölündeki Hureymile kasabasında, Uyeyne köyünde doğmuş, 1791’de Deriyye’de ölmüştü. Önceleri ticaret için Basra, Bağdat, İran, Şam ve Hind taraflarına gitmiş, çok zeki ve bozguncu sözleri ile (Şeyh-i Necdi) adını almıştı. Dolaştığı yerlerde çok şeyler görmüş, şef olmak düşüncesine kapılmıştı. 1713 senesinde, Basra’da tanıştığı ingiliz casusu Hempher, Abdülvehhab oğlunun devrim yapmak arzusunda olduğunu anladı. Bununla uzun zaman arkadaşlık yaptı. İngiliz Sömürgeler Bakanlığından aldığı hile ve yalanları buna telkin etti. Abdülvehhab oğlunun bu telkinlerden zevk aldığını görünce, yeni bir din kurmasını teklif etti. Bu yeni dinin esaslarını ona bildirdi. Casus da, Abdülvehhab oğlu da aradıklarına kavuşmuş oldular.

Yeni bir din kurmak için, önce Medine’de, sonra Şam’da, Hanbeli âlimlerinden okudu. Necde dönünce köylüler için küçük din kitapları yazdı. Bu kitaplara, ingiliz casusundan öğrendiklerini ve Mutezile ve başka bid’at fırkalarından aldığı bozuk düşünceleri de karıştırdı. Köylülerin çoğu buna tâbi oldular. İslamiyet’i içerden yıkmak için, İngiltere’de kurulmuş olan (Sömürgeler Bakanlığı), bu hâli, Necd şeyhi olan (Muhammed bin Süud)a bildirdi. Çok para vererek ve siyasi, askeri yardımlar vaat ederek, Abdülvehhab oğlu ile işbirliği yapmasını temin etti. Arabistan’da hasebe ve nesebe çok ehemmiyet verirlerdi. Kendisi ise, cahil olduğundan, Abdülvehhab oğlu Vehhabilik adını verdiği bu sapık inancı yaymak için, Muhammed bin Süudu maşa olarak kullandı. Kendisine (Kadı), Muhammed bin Süuda (Hakim) ismini taktı. Kendilerinden sonra da, çocuklarının bu makama geçmelerini temin eden bir anayasa yaptırdı.

Abdülvehhab oğlu, önceleri Medine’de okurken, Medine’nin salih, temiz âlimlerinden olan babası Abdülvehhab ve kardeşi Süleyman bin Abdülvehhab ve kendisine ders okutan hocaları, bunun sözlerinden ve davranışlarından ve sık sık söylediği düşüncelerinden bunun ileride İslam dinini içeriden yıkacak bir sapık olacağını anlamışlardı. Kendisine nasihat verirler ve müslümanlara, bundan sakınmalarını söylerlerdi. Fakat, korktukları çabuk meydana geldi. Düşüncelerini Vehhabilik adı ile açıkça yaymaya başladı. Cahilleri, ahmakları aldatmak için İslam âlimlerinin kitaplarına uymayan yeniliklerle, dinde reformculukla ortaya çıktı. (Ehl-i sünnet vel-cemaat) mezhebinde olan doğru müslümanlara kâfir diyecek kadar taşkınlık yaptı. Peygamberimizi ve başka Peygamberleri ve Evliyayı vesile ederek, Allahü teâlâdan bir şey istemeye ve bunların kabirlerini ziyaret etmeye şirk dedi.

Abdülvehhab oğlunun, ingiliz casusundan öğrendiğine göre, bir kabir başında dua ederken, meyyite karşı söyleyen, müşrik olurmuş. Allah’tan başka bir kimse veya bir şey için, yaptı demek, mesela, Falanca ilaçtan fayda oldu veya Peygamber efendimizi veya bir Veliyi vasıta yaparak istediğim oldu diyen müslümanlar müşrik olurmuş. Abdülvehhab oğlunun, bu sözlerine vesika olarak ortaya attığı şeyler, hep yalan ve iftira ise de, cahil halk, doğruyu eğriden ayıramadıkları için sözleri, işsizlerin, çapulcuların, bilhassa Deriyye hakimi Muhammed bin Süud’un hoşuna gitti. Cahiller ve vurguncular, taş yürekliler, Abdülvehhab oğlunun sözlerine hemen yanaştılar. Doğru yolda olan halis müslümanlara kâfir dediler.

Abdülvehhab oğlu, düşüncelerini kolayca yayabilmek için, Deriyye hakimine başvurunca, o da topraklarını genişletmek ve kuvvetlerini arttırmak için ve Londra’dan aldığı emirleri yaymak için, Abdülvehhab oğlu ile seve seve işbirliği yaptı. Onun fikirlerini her tarafa yaymakta bütün gücü ile uğraştı. İnanmayıp karşı duranlarla harp etti. Müslümanların mallarını yağma etmek, canlarına kıymak helal denilince, çöldeki vahşiler, soyguncular, Muhammed bin Süud’a asker olmak için yarış ettiler. Süud oğlu ile Abdülvehhab oğlu el ele vererek, vehhabiliği kabul etmeyenlerin kâfir ve müşrik olduklarına, kanlarını dökmek ve mallarını almak helal olduğuna 1730 senesinde karar verip, 1738 yılında vehhabiliği ilan ettiler. Buna göre, Abdülvehhab oğlu, otuziki yaşında bozuk fikirleri yaymaya başlamış, kırk yaşında ilan etmiştir.

Mekke-i mükerreme şafii müftüsü Esseyyid Ahmed bin Zeyni Dahlan, El-Fütuhat-ül-islamiyye kitabının 2.cüz 228.sayfasından başlayarak, Fitnet-ül-vehhabiyye başlığı altında bunların bozuk inançlarını ve müslümanlara yaptıkları işkenceleri anlatmaktadır. Bunun 234.sayfasında diyor ki:
(Mekke’deki ve Medine’deki Ehl-i sünnet âlimlerini aldatmak için, buralara kendi adamlarını gönderdiler. Bu adamlar, İslam âlimlerine cevap veremediler. Cahil ve sapık oldukları anlaşıldı. Kâfir olduklarını ispat eden bir karar yazılıp her tarafa gönderildi.)

Hicaz’da bulunan dört mezhep âlimleri ve bunların arasında Abdülvehhab oğlunun kardeşi Süleyman efendi ve kendisine ders okutmuş olan hocaları, Abdülvehhab oğlunun kitaplarını inceleyerek, İslam dinini yıkıcı, bozguncu yazılarına cevaplar hazırladılar, sapık yazılarını çürüten kuvvetli vesikalarla kitaplar yazarak, müslümanları uyandırmaya çalıştılar. Süleyman bin Abdülvehhab’ın, kardeşine karşı yazdığı kitabın ismi, Savaık-ul ilahiyye firreddi alel-vehhabiyye’dir.

Bu kitaplar onları gafletten uyandıramadı. Müslümanlara karşı olan düşmanlıklarını arttırdı ve Muhammed bin Süud’un müslümanlar üzerine saldırmasına, akıtılan kanların çoğalmasına sebep oldu. Bu adam, (Beni Hanife) kabilesinden olup, Müseyleme-tül Kezzabın peygamberliğine inanmış olan ahmakların soyundan idi. Muhammed bin Süud, 1765 senesinde ölünce, oğlu Abdülaziz yerine geçti. Abdülaziz bin Muhammed bin Süud, 1803 senesinde, Deriyye camiinde, bir Şii tarafından, karnına hançer sokularak öldürüldü. Bundan sonra, oğlu Süud bin Abdülaziz vehhabilerin şefi oldu. Arabları aldatmak, sapık inançlarını yaymak için müslümanların kanını dökmekte, üçü de, birbiri ile yarışırcasına çalıştılar.

[Vehhabilerin ve mal, mevki ele geçirmek için bunların arasına karışan cahil, vahşi kimselerin, Taif’de, Mekke ve Medine’de ve diğer yerlerdeki müslümanlara yaptıkları işkenceler ve kadınların, çocukların barbarca öldürülmeleri, Ahmed bin Zeyni Dahlan’ın Hulasat-ül-kelam kitabında ve Eyyub Sabri Paşanın 1879 senesinde basılmış olan Tarih-i Vehhabiyan ve Mirat-ül-Haremeyn kitaplarında uzun yazılıdır. Yüreği dayanabilenler oradan okuyabilirler. Bunların, Osmanlı devleti tarafından nasıl cezalandırıldıkları ve birinci cihan harbinden sonra, ingilizlerin bol para ve silah yardımı ile tekrar nasıl devlet kurdukları da yazılıdır.]

Abdülvehhab oğlunun bu düşüncelerini yayması, Allah’ı tevhidde halis olmak için ve müslümanları şirkten kurtarmak için imiş. Müslümanlar şirk üzere imişler. Yani müşriklermiş, yani puta tapan kâfirlermiş. Müslümanların dinini tazelemek için, dinde reform yapmak için, ortaya çıkmış. Diğer maddelerde bu sapık fikirlerini ve cevaplarını yazacağız. Burada önsöz mahiyetinde yazıyoruz.

Bu düşüncelerine herkesi inandırmak için, Ahkaf suresinin 5.âyet-i kerimesini, Yunus suresinin 106.âyet-i kerimesini ve Rad suresinin 14.âyet-i kerimesini vesika olarak ileri sürmüştür. Halbuki bunlara benzeyen, daha birçok âyet-i kerimeler vardır. Bu âyet-i kerimelerin hepsi, puta tapan kâfirleri, müşrikleri bildirmek için gönderildiğini, tefsir âlimleri sözbirliği ile beyan buyurmuşlardır.

Abdülvehhab oğlunun düşüncelerine göre, bir müslüman, Peygamber efendimizden veya başka Peygamberlerden yahut Velilerden, Salihlerden birinin kabrinin yanında veya uzakta iken bundan (istigase) etse, yani sıkıntıdan, dertten kurtulması için yardım istese, yahut o zatın ismini söyleyerek şefaat etmesini dilese, yahut kabrini ziyaret etmek için gitmek istese, o müslüman müşrik olurmuş. Allahü teâlâ, Zümer suresinin üçüncü âyetinde, puta tapan kâfirleri bildirmektedir. Peygamberleri ve Evliyayı vesile ederek dua eden müslümanlara müşrik diyebilmek için, bu âyet-i kerimeyi ileri sürüyorlar. Müşrikler de putların yaratıcı olmadığına, her şeyi Allahü teâlânın yarattığına inanıyorlardı diyorlar. Hatta Ankebut suresinin 61. ve Zuhruf suresinin 87. âyet-i kerimesinde mealen, (Bunları kimin yarattığını, onlara sorarsan, elbette Allah yarattı derler) buyuruldu. Allahü teâlânın da böyle buyurduğunu söylüyorlar. Kâfirler böyle inandıkları için değil, Zümer suresinin 3.âyetinde bildirilen, (Allah’tan başkalarını dost edinenler, onlar Allahü teâlâya şefaat ederek bizi yaklaştırırlar derler) meali şerifini söyledikleri için kâfir ve müşrik oluyorlar, diyorlar. Peygamberlerin, Evliyanın kabirlerinden şefaat, yardım isteyen müslümanlar da, böyle söyleyerek müşrik oluyorlarmış.

Abdülvehhab oğlunun, bu âyet-i kerimeyi ileri sürerek, müslümanları kâfirlere, müşriklere benzetmesi, çok çürük, ahmakça ve gülünç bir şeydir. Çünkü, kâfirler, şefaat etmeleri için putlara tapınıyorlar. Allahü teâlâyı bırakıp, dileklerini yalnız putlardan istiyorlar. Allahü teâlânın âlemlere rahmet olarak gönderdiği Muhammed aleyhisselama ve getirdiği İslam dinine inanmıyorlar. Biz Müslümanlar ise, Allah’a ve Resulüne iman ediyor, getirdiği İslam dinine inanıyoruz. Zaten buna iman ettiğimiz için müslüman oluyoruz. İman edenler ile putlara tapan müşrikler hiç mukayese edilebilir mi? Hiç birbirine benzetilebilir mi? Üstelik bu müşrikler, Peygamber efendimize iman etmemekle kalmayıp, Ona ve iman eden müslümanlara her türlü eziyeti yapmış, sayısız harpler etmişlerdi. Biz, Peygamberlere, Evliyaya tapınmıyor, her şeyi yalnız Allah’tan bekliyoruz. Evliyanın vasıta, vesile olmasını istiyoruz. Âlemlere rahmet olarak gönderilen en sevgili kul, en büyük Peygamber Muhammed aleyhisselamın şefaat etmesini istiyoruz.

Kâfirler, putlarının diledikleri gibi şefaat edeceklerine, her dilediklerini Allah’a mutlaka yaptıracaklarına inanıyorlar. Biz Müslümanlar ise, Allahü teâlânın, sevdiği kullarına şefaat için izin vereceğini, sevdiklerinin şefaatlerini ve dualarını kabul edeceğini, Kur’an-ı kerimde bildirdiği için, Kur’an-ı kerimde bildirilen bu müjdeye inandığımız, iman ettiğimiz için, Allahü teâlânın sevgilisi olan yüce Peygamberimizden, sevgili kulları Evliyadan şefaat ve yardım istemekteyiz.

Kâfirlerin putlara tapınması ile, müslümanların Evliyadan yardım istemeleri birbirine benzetilemez. Bir müslüman ile bir kâfir, görünüşte hep insandır. İnsanlıkları birbirlerine benzemektedir. Fakat, müslüman, Allahü teâlânın dostudur. Sonsuz Cennette kalacaktır. Kâfir olan ise, Allahü teâlânın düşmanıdır. Sonsuz Cehennemde kalacaktır. Görünüşte birbirlerine benzemeleri, hep aynı olacaklarına senet olamaz. Allahü teâlânın düşmanı olan putlara, heykellere yalvaran ile, Allahü teâlânın sevgili Peygamberine ve veli kullarına yalvaranlar, görünüşte benzeyebilirler. Fakat, putlara yalvarmak, Cehenneme götürür. Peygambere ve Evliyaya yalvarmak ise, Allahü teâlânın af etmesine, merhamet etmesine sebep olur. (Allahü teâlânın sevdiği kulları hatırlanırsa, Allahü teâlâ merhamet eder) hadis-i şerifi meşhurdur. Bu hadis-i şerifi, aşağıda diğer maddelerde tekrar bildireceğiz. Peygamberlere, Evliyaya yalvarınca, Allahü teâlânın merhamet edeceğini, af buyuracağını bu hadis-i şerif de göstermektedir.

Müslümanlar, Peygamberlerin, Evliyanın ilah, mabud, Allahü teâlâya şerik, ortak olmadıklarına inanır. Bunların, Allahü teâlânın aciz kulları olduklarına, ibadete, tapınmaya, yalvarmaya hakları olmadığına inanır. Allahü teâlânın sevdiği, dualarını kabul eylediği kulları olduğuna inanır. Maide suresi, 35.âyetinde mealen, (Bana yaklaşmak için vesile arayınız) buyuruldu. Salih kullarımın dualarını kabul ederim, dileklerini veririm buyuruyor. Buhari’de ve Müslim’de ve Künuz-üd-dekaık’te bulunan hadis-i şerifte, (Elbet, Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, bir şey için yemin etse, Allahü teâlâ, o şeyi yaratır. Onu yalancı çıkarmaz) buyuruldu. Müslümanlar, bu âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere inandıkları için, Peygamberi ve Evliyayı vesile yapmakta, onlardan dua ve yardım beklemektedir.

Evet, kâfirlerin bir kısmı, putlarının, heykellerinin yaratıcı olmadıklarını, her şeyi Allahü teâlânın yarattığını söylüyorlar ise de, putların tapınmaya hakları vardır, onlar dilediğini yaparlar ve Allah’a da yaptırırlar diyorlar. Putlarını Allah’a şerik, ortak yapıyorlar. Bir kimse, dünyada başkasından yardım istese, bana elbette yardım yapar, onun her istediği kesinlikle olur dese, bu kimse kâfir olur. Fakat, benim işim onun istemesi ile kesinlikle olmaz. O bir sebeptir. Allahü teâlâ sebebe yapışanları sever. Sebeple yaratmak Onun âdetidir. Sebebe yapışmış olmak için, bundan yardım istiyorum, dileğimi Allah’tan bekliyorum. Peygamber efendimiz de sebeplere yapışmıştır. Sebebe yapışmakla, o yüce Peygamberin sünnetine uymuş oluyorum diyerek birinden yardım isteyen kimse sevap kazanır. İşi olursa, Allahü teâlâya hamd eder. İşi olmazsa, Allahü teâlânın kazasına, kaderine razı olur.

Kâfirlerin puta tapması, müslümanların Peygamberden, Evliyadan dua, şefaat, yardım istemelerine benzemez. Aklı olan, doğru düşünebilen, bu ikisini birbirine benzetmez. Birbirinden başka olduklarını iyi anlar. Zararı ve faydayı yaratan, ancak Allahü teâlâdır. Ondan başkasının tapınmaya hakkı yoktur. Hiçbir Peygamber, hiçbir Veli ve hiçbir mahluk, hiçbir şey yaratamaz. Allah’tan başka yaratıcı yoktur. Yalnız Allahü teâlâ, Peygamberlerinin, Velilerinin, salih kullarının, yani sevdiği kullarının isimlerini söyleyenlere, onları vesile edenlere merhamet eder. Dilediklerini verir. Böyle olduğunu, kendisi ve sevgili Peygamberi haber vermiştir. Bu haberlere uyarak müslümanlar da böyle inanmaktadır.

Müşrikler, kâfirler ise, putların bir şey yaratmadığını bildikleri halde, putları ilah ve mabud biliyorlar. Putlara tapınıyorlar. Kimisi üluhiyyette müşrik oluyor. Kimisi de, ibadette müşrik oluyorlar. (Putlarımız bize şefaat edecektir. Allah’a yaklaştıracaktır) dedikleri için, müşrik olmuyorlar. Putları mabud bildikleri için, putlara tapındıkları için müşrik oluyorlar.

Peygamber efendimiz, (Bir zaman gelecek, kâfirler için gelmiş olan âyet-i kerimeleri, müslümanları kötülemek için vesika olarak kullanacaklardır) buyurdu. Başka bir hadis-i şerifte, (En çok korktuğum şey, âyet-i kerimeleri Allahü teâlânın dilemediği yerlerde kullanacak kimselerin ortaya çıkmasıdır) buyurdu. Bu hadis-i şeriflerin ikisini de Abdullah bin Ömer “radıyallahü anhüma” bildirdi. Bu iki hadis-i şerif, mezhepsizlerin, zındıkların türeyeceklerini ve kâfirleri bildiren âyet-i kerimelerin müslümanlar için geldiğini söyleyeceklerini, Kur’an-ı kerime iftira edeceklerini bildirmektedir.

Müminler, Allahü teâlânın sevdiğine inandıkları kimselerin mezarlarını ziyarete gidiyorlar. Allahü teâlânın sevdiği kullarını vasıta, vesile ederek, Allahü teâlâya yalvarıyorlar. Peygamber efendimiz ve Eshab-ı kiram da böyle yaparlardı. Peygamber efendimiz, (Ya Rabbi, istediklerini vermiş olduğun kullarının hakkı için, hürmeti için senden istiyorum) duasını okurdu. Bu duayı Eshabına öğretir ve okumalarını emrederdi. Müminler de, böyle dua etmektedir.

Hazret-i Ali’nin validesi olan Fatıma binti Esed vefat edince, Resulullah kabre koydu ve (Ya Rabbi, bana annelik yapan Fatıma binti Esedi af eyle! Peygamberinin ve benden önce gelmiş olan Peygamberlerinin hakkı için, ona rahmetini bol eyle) diye dua eyledi. Gözlerinin açılması için dua isteyen birine, iki rekat namaz kılmasını, sonra (Ya Rabbi, kullarına merhamet ederek göndermiş olduğun Peygamberin Muhammed aleyhisselamın hürmeti için, Onu vesile ederek, senden istiyorum. Sana yalvarıyorum. Ya Muhammed “aleyhisselam”! Seni vesile ederek, duamı kabul edip, dileğimi ihsan etmesi için Rabbime yalvarıyorum. Ya Rabbi, duamın kabul olması için, o yüce Peygamberi bana şefaatçi eyle) duasını okumasını emir buyurdu.

Âdem aleyhisselam, yasak edilen ağaçtan yiyerek, (Seylan) yani Serendib adasına indirilince, (Ya Rabbi, oğlum Muhammed aleyhisselam hürmetine beni af et) duasını yaptı. Allahü teâlâ da, (Ey Âdem, Muhammed aleyhisselamı vesile ederek, yerdekiler ve göktekiler için şefaat isteseydin, şefaatini kabul ederdim) buyurdu.

Hazret-i Ömer, Hazret-i Abbas’ı beraber götürüp, onu vesile ederek, yağmur duası yapmış, duası kabul olmuştur.

Gözlerinin açılmasını isteyen birine, okuması emrolunan duada, (Ya Muhammed! Seni...) demek, Evliyayı vesile ederken ismini söyleyerek yalvarmanın caiz olduğunu göstermektedir.

Eshab-ı kiramın ve Tabi’inin hayatını bildiren kitaplar, kabir ziyaretinin ve ismini söyleyerek şefaat istemenin ve meyyiti vesile kılmanın meşru ve caiz olduğunu gösteren vesikalarla doludur.

İbni Hacer-i Hiytemi’nin Minhac şerhi olan Tuhfe kitabına haşiyeleri ile meşhur Muhammed bin Süleyman şafi’i, Abdülvehhab oğlunun bozuk ve sapık bir yolda olduğunu, âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere yanlış manalar verdiğini, vesikalarla ispat etmiştir.
Kitabında şöyle demektedir:
(Ey Abdülvehhab oğlu! Müslümanlara dil uzatma, sana Allah rızası için nasihat ediyorum. Allah’tan başka yaratıcı olduğunu söyleyen varsa, ona doğruyu bildir! Vesikalar göstererek onu doğru yola çevir! Müslümanlara kâfir denilemez! Milyonlara kâfir dememek için, bir kişiye kâfir demek daha doğru olur. Sürüden ayrılan koyunun tehlikede olduğu muhakkaktır. Nisa suresinin (Doğru yol gösterildikten sonra, Peygambere uymayan, imanda ve amelde müminlerden ayrılan kimseyi, küfür ve irtidadda bırakır ve Cehenneme atarız) mealindeki 115. âyet-i kerime, Ehl-i sünnet ve cemaatten ayrılmış olanların halini göstermektedir.)

Kabir ziyaretinin caiz ve faydalı olduğunu bildiren hadis-i şerifler, pek çoktur. Eshab-ı kiram ve Tabi’in-i izam, Peygamber efendimizin mübarek türbesini ziyaret ederlerdi. Bu ziyaretin nasıl yapılacağını ve faydalarını bildirmek için kitaplar yazılmıştır.

Bir Veliyi vesile ederek dua etmek, ismini söyleyerek ondan yardım istemek, hiç zararlı değildir. İsmi söylenen zatın, tesir edeceğine, istenileni elbet yapacağına, gaybları bileceğine inanmak küfür olur. Müslümanlar böyle inanmıyor ki, kötülenebilsin. Müslüman, Allahü teâlânın sevgili bir kulundan, yalnız vesile olmasını, şefaat etmesini, dua etmesini ister. İstenileni yaratan yalnız Allahü teâlâdır. Maide suresi, 27.âyetinde mealen, (Mütteki kullarımın duasını kabul ederim) buyuruldu. Bunun için, sevdiklerinden dua istenir. Meyyitten, istekleri vermesi değil, Allahü teâlânın vermesine vasıta olması istenir. Vermesini istemek caiz değildir. Müslümanlar bunu istemez. Verilmesi için vasıta olmasını istemek caizdir. İstigase ve İstişfa ve Tevessül kelimeleri de, hep vasıta, vesile olmayı istemek demektir.

Her şeyi yaratan, yapan yalnız Allahü teâlâdır. Bir şeyi yaratmak için, başka bir mahlukunu vasıta ve sebep yapması, Allahü teâlânın âdetidir. Allahü teâlânın bir şeyi yaratmasını isteyenin, o şeyin yaratılmasına vesile olan sebebe yapışması lazımdır. Peygamberler hep sebeplere yapışmışlardır.

Allahü teâlâ sebebe yapışmayı övmektedir. Peygamberler sebeplere yapışmayı emir etmektedir. Dünyadaki olaylar, hadiseler de, sebebe yapışmanın lazım olduğunu göstermektedir. Bir şeye kavuşmak için, o şeyin sebebine yapışılır. O sebebi, o şeye sebep yapan ve insanın o sebebe yapışmasını sağlayan, o sebebe yapıştıktan sonra, o şeyi yaratan, hep Allahü teâlâ olduğuna inanmak lazımdır. Böyle inanan bir kimse, bu sebebe yapışmakla, o şeye kavuştum diyebilir. Bu sözü, o şeyi sebep yarattı demek değildir. Allahü teâlâ, o şeyi bu sebeple yarattı demektir. Mesela (İçtiğim ilaç ağrımı kesti), (Seyyidet Nefise hazretlerine adak yapınca, hastam iyi oldu), (Çorba beni doyurdu), (Su, hararetimi giderdi) sözleri, bu şeylerin hep vesile ve vasıta olduklarını göstermektedir. Bunlar gibi konuşan müslümanlar, yukarıda bildirdiğimiz gibi inanmaktadır. Böyle inanana kâfir denemez. Vehhabiler de, diri olandan, yanında bulunandan bir şey istemek caizdir diyor. Birbirlerinden ve hükümet memurlarından çok şey istiyorlar. Vermeleri için yalvarıyorlar. Uzakta olandan ve ölüden istemek şirktir, diriden istemek şirk olmaz diyorlar. Ehl-i sünnet âlimleri ise, biri şirk olmayınca, öteki de şirk olmaz diyor. Aralarında fark yoktur diyor.

Her müslüman, imanın, İslam’ın şartlarına, farzların farz olduklarına ve haramların haram olduklarına inanmaktadır. Her müslümanın, yaratıcı, yapıcı yalnız Allah olduğuna, Allah’tan başkasının yaratmadığına inanmış oldukları da meydandadır. Namaz kılmayacağım diyen bir müslümanın, şimdi veya burada kılmayacağım veya kılmış olduğum için kılmayacağım demek istediği anlaşılır. Ben hiç namaz kılmak istemiyorum demek istiyor diye, kimse buna dil uzatamaz. Çünkü, söz sahibinin müslüman olması, ona küfür, şirk damgasını vuracak dilleri kesmektedir. Kabir ziyaret eden, meyyitten yardım, şefaat isteyen, şu işim olsun diyen bir müslümana, küfür, şirk damgasını basmaya kimsenin hakkı yoktur. Bu sözleri söyleyenin veya kabir ziyaret edenin, ya Resulallah, bana şefaat et diyenin müslüman oluşu, bu sözlerinin ve işlerinin caiz ve meşru olan imanla ve düşünce ile olduğunu göstermektedir.

Yukarıdaki bilgiler iyi anlaşılır ve iyi düşünülürse, Abdülvehhab oğlunun inançları ve yazıları temelinden yıkılmış ve çürütülmüş olur. Bununla beraber, bozuk yolda olduğunu, müslümanlara iftira ettiğini ve İslamiyet’i içten yıkmaya çalıştığını vesikalarla ispat eden çok sayıda kitap yazılmıştır.

Zebid müftüsü Seyyid Abdurrahman, vehhabilerin bozuk yolda olduğunu göstermek için (Arabistan’ın doğu tarafından kimseler çıkar. Kur’an-ı kerim okurlar. Fakat, Kur’an-ı kerim boğazlarından aşağı inmez. Ok yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar. Yüzlerini kazırlar) hadis-i şerifi yetişir buyuruyor. Başı, yanakları tıraş etmeyi, Abdülvehhab oğlunun kitapları emir etmektedir. Diğer sapık fırkaların hiç birinde böyle bir emir yoktur.

Vehhabilikten önceki müslümanlar kâfirmiş!
Süud bin Abdülaziz, Mekke’ye ve Medine’ye hücum ettiği zaman Resulullah efendimizin türbesinden başka, Eshab-ı kiramın ve Ehl-i beytin ve Evliyanın ve Şehitlerin türbelerinin hepsini yıktılar. Kabirleri, belirsiz hâle getirdiler. Resulullah efendimizin mübarek türbesini de yıkmaya başladılar ise de, eline kazma alanın aklına veya bedenine sakatlık geldiğinden bu cinayeti işleyemediler. Medine’ye girdikleri zaman, Süud, müslümanları bir araya toplayıp, (Vehhabilik gelmesi ile, dininiz şimdi tamam oldu. Allah sizden razı oldu. Babalarınız kâfir idi, müşrik idi. Onların dinlerine uymayınız! Onların kâfir olduklarını herkese anlatınız! Resulullahın türbesi önünde durup, Ona yalvarmak yasaktır. Türbenin önünden geçerken, Esselamü âla Muhammed denir. Ondan şefaat istenmez) gibi, müslümanları kötüleyen şeyler söyledi.

Süud, çarşılarda, pazarlarda, sokaklarda, adamlar bağırtıp, (Süud’un dinine giriniz! Onun geniş olan gölgesine sığınınız!) dedirtti. Müslümanları Abdülvehhab oğlu Mehmed’in dinine sokmaya zorladı.

Süud bin Abdülaziz, her tarafa zulüm, işkence ateşlerini yağdırdığı sırada, Ehl-i sünnet âlimlerinden birini çağırıp, (Peygamber mezarında diri midir? Yoksa bizim inancımıza uygun olarak, herkes gibi ölü müdür?) deyince, (Resulullah bizim bilmediğimiz bir hayatla diridir) cevabını aldı. Süud’un bu suali sorması, onun cevap veremiyeceğini düşünerek, işkence ile öldürmek içindi. (Peygamberin, kabrinde diri olduğunu, bize göster de sana inanalım. Saçma sapan sözlerle cevap verirsen, benim hak dinimi kabul etmemekte inatçı olduğun anlaşılacağından, seni öldürürüm) dedi. Ehl-i sünnet âlimi, (Dışarıdan bir şey gösterip de seni inandırmaya çalışmayacağım. Geliniz, birlikte Medine-i münevvereye gidelim! (Muvacehe-i saadet) penceresi önünde duralım. Ben selam vereyim. Selamıma cevap verirse, inanırsın. Resulullah efendimizin, Kabri saadetinde diri olduğunu, selam verenleri işittiğini ve cevap verdiğini anlamış olursun. Selamıma cevap verilmezse, benim yalancı olduğum anlaşılır. Bana istediğin cezayı verebilirsin) dedi. Süud, bu sözleri işitince, Ehl-i sünnet âlimini salıverdi. Süud, bu cevaba çok kızmıştı. Çünkü, bu işi yapsaydı, kendi inancına göre, kendisi de kâfir, müşrik olurdu. Şaşırıp kaldı. Çünkü, buna karşılık verebilecek bir bilgisi yoktu. Rezil olmamak için, âlimi serbest bıraktı. Sonra, kendi adamlarından birine, bu hocayı bulup öldüreceksin ve ölüm haberini bana hemen bildireceksin dedi. Allahü teâlânın takdiri ile, bu vehhabi bir yoluna getirip de, o zatı öldüremedi. Bu korkunç haber, ağızdan ağza, o zata kadar ulaştı. Bu mücahid zat, artık Mekke’de bulunmanın doğru olmayacağını düşünerek, başka yere hicret etti.

Süud, mücahid zatın Mekke’den çıktığını haber aldı. Arkasından kiralık katil gönderdi. Bu katil, (Bir Ehl-i sünneti öldüreceğim, çok sevap kazanacağım!) diyerek, gece gündüz durmadan gitti.

Mücahid zata yetişti ise de, o zat, biraz önce kendi eceli ile vefat etmiş idi. O zatın devesini bir ağaca bağlayıp, su aramak için, bir kuyu başına gitti. Gelince, yalnız deveyi gördü. O zatı bulamadı. Süuda gidip olanları söyledi. Süud, (Evet, evet! Ben o zatın zikir ve tesbih ile göklere çıkarıldığını rüyada gördüm. Nur yüzlü kimseler, bu cenaze filan zattır. Ahir zaman Peygamberine dürüst inandığı için, cenazesi semaya kaldırıldı dediğini işittim) cevabını verince, (Beni böyle mübarek bir zatı öldürmek için, gönderirsin. Allahü teâlânın ona olan ihsanını gördüğün halde, bozuk inancını düzeltmezsin) diyerek sövüp saydı. Kendi tevbe etti. Süud, adamının bu sözlerine kulak bile vermedi.

Süud, Medine ahalisini Mescid-i Nebiye toplayıp, Mescid kapılarını kapatıp, kürsüye çıktığı zamanda ise şöyle demişti:
(Ey cemaat! Size nasihat vermek ve emirlerime uymanızı tembih etmek için buraya topladım. Ey Medine ahalisi! Bugün dininiz tamam oldu. Müslüman oldunuz. Allah’ı sevindirdiniz. Artık babalarınızın, dedelerinizin bozuk olan dinlerine özenmeyiniz! Allah’ın onlara rahmet etmesi için dua etmeyiniz! Onların hepsi şirk üzere öldüler. Müşrik idiler. Allah’a nasıl ibadet edeceğinizi, nasıl dua edeceğinizi, din adamlarımıza verdiğim kitaplarda bildirdim. Din adamlarımın bildirdiklerine uymayanlarınız olur ise, mallarınızın ve eşyanızın, çocuklarınızın ve kadınlarınızın, kanınızın, askerim için mubah olduğunu biliniz! Hepinizi zincire bağlayıp, işkence yapacaklar ve öldüreceklerdir. Peygamberin türbesi önünde, dedelerinizin yaptığı gibi salat ve selam söylemek için saygı ile durmak, vehhabilik dininde yasaktır. Türbe önünde durmayıp, geçip gitmeli. Giderken yalnız, (Esselamü ala Muhammed) demelidir. Peygambere saygı, imamımız Muhammed bin Abdülvehhab’ın ictihadına göre bu kadar yetişir.)

Aslında birkaç satırını yazdığımız sözlerinde, bunların ne derece sapık oldukları açıkça görülmektedir. Vehhabiler, Âdem aleyhisselamın peygamber olduğuna inanmadıkları için ve bütün müslümanlara müşrik yani kâfir dedikleri için, kâfir olmaktadır. Türkiye’deki vehhabiler kendilerine selefiye demektedirler. Selefiye, vehhabiliğin kamufle adıdır. [Selefiyecilik nedir maddesine bakınız]
Aşağıda yazacağımız inançlara sahip olanlar vehhabidir.

Vehhabilerin üç temel inancı
Abdülvehhab oğlunun Kitab-üt tevhid ve torununun buna yaptığı Feth-ül mecid adındaki şerhde, 250’den fazla bozuk inanışları vardır. Bunların temeli, üç meseledir.

Diyorlar ki:

1-
Amel [ibadet], imanın parçasıdır, azalır çoğalır. Bir farzı yapmayan, mesela farz olduğuna inandığı halde, tembellikle namaz kılmayan kâfir olur. Bu öldürülür, malları vehhabilere taksim edilir.

2-
Peygamberlerin ve Evliyanın ruhlarından şefaat isteyen, bunların mezarını ziyaret edip, bunları vesile ederek dua eden kâfir olur. Kabirde olandan işitmeyenden dua istemek şirktir. Ölü ve uzakta olan diri, işitmez ve cevap vermez. Bunların fayda ve zararları olmaz. Ölmüş peygamberden de bir şey istemek şirktir.

3-
Mezarlar üzerine türbe yapmak ve türbelerde namaz kılmak ve ölülerin ruhlarına sadaka adamak, caiz değildir. Haremeyn halkı şimdiye kadar kubbelere, duvarlara tapındı. Sünniler ve Şiiler bunun için müşriktir. Bunları öldürmek, mallarını yağma etmek helaldir, kestikleri leş olur.

Diğer yanlış inançlarından bazıları:

1-
Bir Mezhebe uymayı kabul etmezler.

2-
(Türbelerdeki Evliyaya tevessül etmek, şirktir. Peygamberlerin ve Evliyanın mezarlarına türbe yaptırmak, Allah’tan başka şeylere tapınmaktır. Her türbe puthanedir. Bunların çoğu Lat ve Uzza putları gibidir. Müslümanların çoğu müşrik oldu) derler.

3-
Şefaate inanmazlar.

4-
Keramete inanmazlar.

5-
Tasavvufa inanmazlar. Bu konuda şöyle diyorlar:
(Tasavvufun başlangıcı, Hind yahudilerinin bir oyunudur. Eski yunanlılardan alınmıştır. Tasavvufcular, şirk ve küfür üzeredir. Bunların kitapları, Ebu Cehlin hatırlarına gelmeyen şirk ile doludur. Mürid şeyhine tapınıyor. Evliyanın mezarlarını putlaştırıyorlar. Onlara tapınıyorlar. Mısırlıların en büyük mabudları Ahmed Bedevidir. Muhyiddin-i Arabi, yeryüzünün en büyük kâfiridir.)

6-
Allahü teâlâ için adak yapmak ve hayvan kesmek ve bunların etlerini fakirlere dağıtıp, sevaplarını Peygamberlere ve Evliyaya hediye etmek şirk diyorlar.

7-
Resulullahı övmeye, Ondan şefaat istemeye şirk, böyle yapan müslümanlara müşrik, yani puta tapan kâfir damgasını basarlar. (Ölüler kendilerine söylenileni duymazlar. Ölüden dua, şefaat istemek, ona tapınmak olur. Mescid-i nebeviye namaz kılmak için girenin, selam vermek için, kabre gitmesi, Hücre-i saadeti ziyaret için, uzak yerlerden gelmek yasaktır) derler.

Resulullahı metheden imam-ı Busayri’nin (Kaside-i bürde)sinden örnek vererek: (Bu sözler Allah’tan başkasına güvenmek, mahluku büyültmektir. Şirktir) derler.

8-
(Arş kadimdir), (Allah Arş'ın üzerinde oturur, kendisi ile beraber oturması için Resulullaha da yer bırakır) derler.

9-
Sebeplere yapışmaya, vesileye, tevessüle şirk derler.

Not: Bütün bu bozuk inanç ve iddialarına diğer maddelerde cevap verilmiştir.

İbahilik nedir?
Sual:
Vehhabilik, selefilik adı altında sinsice hızla yayılıyor. Mezhep, âlim falan tanımıyorlar. Vehhabi olmayana kâfir diyorlar. Vehhabilikten önce ölenlerin de müşrik yani kâfir olarak öldüklerini söylüyorlar. İslam âlimleri Vehhabilerin kâfir olduklarını bildirmiş midir?
CEVAP
Vehhabiliği ingilizler kurdurmuştur. Vehhabilerin kâfir olduklarına dair bir çok kitap yazılmıştır.

Ahmed bin Seyyid Zeyni Dahlan, Mekke’nin müftisi ve reis-ül-uleması ve Şafii şeyhul-hutebası idi. Birçok eserleri olup, (Hülasat-ül-kelam fi beyani umerail beledil-haram), (Firreddi alel-vehhabiyyeti-etba-ı mezhebi İbni Teymiyye) ve (Ed-Dürer-üs-seniyye) kitaplarında Vehhabilerin içyüzlerini açıklamakta, yanlış yolda, sapık olduklarını âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle göstermektedir.

Yusüf Nebhani’nin (Şevahid-ül-hak) kitabında, ikinci Abdülhamid hanın bahriye mirlivası [amirali] Eyyub Sabri Paşanın (Tarihi Vehhabiyan) ve (Mirat-ül-Haremeyn) kitaplarında da iç yüzleri yazılıdır.

İbni Abidin’in üçüncü cildinde bagileri anlatırken ve (Nimet-i İslam) kitabının nikah bahsinde, Vehhabilerin ibahi yani dinsiz oldukları açıkça yazılıdır.

İbni Âbidin
hazretleri buyuruyor ki:
Vehhabiler, kendilerini Müslüman sayıp, vehhabilere muhalif olanların müşrik olduğuna inanırlar. Bundan dolayı Ehl-i sünneti ve Ehl-i sünnet âlimlerinin öldürülmesini mubah görürler. (Redd-ül-muhtar)

Nimet-i İslam
kitabını her yerde bulmak mümkündür. Bu kitapta Hristiyan ve Yahudi kadınlarla evlenmek caiz olduğu bildirilirken Vehhabilerle evlenmenin caiz olmadığı bildiriliyor. Şirk sebebiyle muharremattan olanlar bahsinde bâtıniyye ile evlenmenin haram olduğu bildirildikten sonra, 1 numaralı dipnotta deniyor ki:
(Bâtınıyye ki, onlara Talimiyye ve İsmailiyye ve İbahiyye dahi denir. Son asırlarda onlar vehhabiyye ismini almışlardır Ve din kisvesi içre, öteden beri dinsiz oldukları halde ehl-i dine ihanet ede gelmişlerdir.)

Not:
Nimet-i İslam kitabı, herkes tarafından en sahih ilmihal olarak kabul edilmektedir. Mezhepsizler bile bu kitabı övmektedir. Mezhepsizliği savunmak için (Mezhepsizlik Yaygarası) isimli kitap yazan müteveffa Ahmet Gürtaş bile, adı geçen yaygarasında Nimet-i İslam için "Şaheser" tabirini kullanmıştır. İbni Âbidin hazretlerinin Redd-ül-muhtar kitabı ise en sahih, en kıymetli fıkıh kitabıdır.

Kâfir mi, bidat sahibi mi?
Sual:
Vehhabiler için, Herkese Lazım Olan İman kitabında, bidat sahibi denirken, İslam Ahlakı kitabında ise, kâfir deniyor. Bu fark nereden ileri geliyor?
CEVAP
Konular anlatılırken, bunların o hususlardaki bazı iddia ve inanışları küfür oluyor, bazıları bid’at oluyor. Küfür olan inanışları yüzünden kâfir, bid’at olan inanışları yüzünden bid’at ehli deniyor. Mesela, (Peygamberler, kabirlerinde, namaz kılarlar) gibi hadis-i şerifleri tevil ediyorlar, bu konularda bid’at ehli oluyorlar. (Herkese Lazım Olan İman)

İdris, Şit ve Âdem aleyhimüsselamın peygamber olduklarını inkâr ettikleri için ve Müslümanlara müşrik dedikleri için kâfir olurlar. (İslam Ahlakı)

Vehhabilerin kâfir oldukları, Nimet-i İslam kitabının nikah bahsinde de yazılıdır.

İngilizlerin adamı
Sual:
(İngiliz Casusunun İtirafları) isimli kitabı eleştiren bir Vehhabi, (Vehhabiliği İngilizler kurmadı) diyor. Vehhabiliğin kurucusu Muhammed bin Abdülvehhab için, (İngilizlerin adamı değildir) derken, İbni Suud için, (Modern Suudî Arabistan’ın kurucusu olan ve Muhammed bin Abdülvehhab’ın yolunu sahiplenen İbni Suud'un, İngilizlerin adamı olduğu bir gerçektir) ifadesini kullanıyor. Bu açık bir çelişki değil mi? Vehhabiliği İngilizler kurmamışsa, İngilizlerin adamı olduğunu Vehhabilerin bile kabul ettiği İbni Suud, nasıl olur da, Vehhabiliği sahiplenip onu devam ettiriyor?
CEVAP
Minareyi çalan kılıfını hazırlamaya çalışsa da, mızrağı çuvala sığdıramamışlar. Vehhabiliğin bid’at bir fırka olduğunu Ehl-i sünnet âlimleri çeşitli kitaplarında bildirmiştir. Bu kitapların isimleri sitemizde vardır.

Kitâb-ı Dedem Korkut Alâ Lisan-ı Tâife-i Oğuzân/Salur kazan tutsak olup oglı uruz çıkardugı boyı beyân eder

salur kazan tutsak olup oglı uruz çıkardugı boyı beyân eder'

meger hânum tırabuzan teküri beglerbegi olan hân kazana bir şahîn göndermişidi bir gece yeyüp otururiken şahînci başına eydür

mere sabah şahinleri al halvetçe ava binelüm dedi erken bindiler av yerine vardılar gördiler bir sürri kaz oturur kazan şahini saldı alımadı şahîn pervâza agdı gözlediler şahîn tomanın kal'esine endi kazan gayet saht oldı şahinüñ ardına düşdi dere depe şadı kâfir eline geldi gederiken kazanuñ karañulu gözini uyhu aldı begler eyitdiler

hânum dönelüm kazan eydür

biraz dahı ilerü varalum dedi bakdı bir kal'e ördi eydür

begler gelüñ yatalum dedi kazanı küçücek ölüm tutdı uyudı meger hânum oguz begleri yedi gün uyurıdı anuñ içün küçücek ölüm derleridi meger ol gün tomanın kal'esinüñ teküri ava binmişidi câsûs geldi eydür

bir bölük atlu geldi içinde begleri yatupdı uyudı tekür âdam saldı kim idügin bilüñ dedi gelenler bildi kimi bunlar oguz erenlerindendür gelüp teküre hâber verdiler tekür dahı hemân çerisini derdi bunlaruñ üzerine geldi kazanuñ begleri bakdılar gördiler kim yagı gelür eyitdiler

kazanı bıraguz gederisevüz evinde bizi kıvarlar yegregi budur ki bunda kırılavuz dediler kâfiri karşuladılar ceng etdiler kazanuñ üzerine yigirmi beş begini şehîd etdiler kazanuñ üzerine düşdiler uyudugı yerde tutdılar elin ayagın berk bagladılar bir arabaya yükletdiler arabaya muhkem urganıla sardılar arabayı çekdiler yörüyi verdiler gederiken 'araba kıcırdısından kazan oynatdı gerindi bu elindeki urganları hep kırdı arabanuñ üzeriñe oturdı elin eline çaldı kas kas güldi kâfirler eydür

ke gülersin kazan eydür

mere kâfirler bu arabayı peşigüm sandum sizi yamrı yumrı tadım dâyem sandum dedi hele kazanı getürdiler tomanın kal'esinde bur kuyuya bırakdılar kuyunuñ agzına bir degirmen taşı kodılar yemegini suyunı degirmen taşı delüginden verürleridi bir gün tekürüñ avratı eydür

varayın kazanı göreyin ne hâllu kişidür bunca âdamlara darb ururımış dedi hâtun gelüp zindâncıya kapuyı açdurdı çagırdı eydür

kazan han nedür haluñ dirligüñ yer altındamı hoşdur yohsa yeryüzindemi hoşdur hem şimdi ne yersin ne içersin ve neye binersin dedi kazan eydür

ölülerüñe aş verdigüñ vakt ellerinden aluram hem ölülevüñüzüñ yorgasına binerem kâhillerin yederem dedi tekür avradı eydür

dînüñ içün kazan beg yedi yaşında bir kızcagazum ölmişdür kerem eyle aña binme dedi kazan eydür

ölülerüñüzde atdan yorga yokdur hep aña binerem dedi avrat eydür

vây senüñ elüñden ne yeryüzinde dirimüz ve ne yer altında ölümüz kurtılurımış dedi geldi teküre eydür

kerem eyle ol tatarı kuyudan çıkar kızcugazuñ belini üzer yer altında kızcugazuma binerimiş kalan ölülerimizi cem ederimiş hem ölülerümüz içün verdügümüz aşı ellerinden çeküp alup yerimiş anuñ elinden ne ölümüz ne dirimüz kurtılurımış dînüñ 'ışkına ol eri kuyudan çıkar dedi tekür beglerini cem eyledi eydür

gelüñ kazanı kuyudan çıkaruñ bizi ögsüz oguzı sındursın andan soñra şart eylesün bizüm elümüze yagılıga gelmeye dedi vardılar kazanı kuyudan çıkarup getürdiler eyitdiler

and iç kim bizüm elümüze yagılıga gelmeyesin hem bizi ög oguzı sundurgıl seni koyu verelüm var get dediler kazan eydür

vallâhi billâhi togrı yolı görür iken egri yoldan gelmeyeyim dedi eyitdiler

vallâhi kazan eyü and incdi dediler emdi kazan beg di bizi ög dediler kazan eydür

men yeryüzinde âdam ögmezin bir âdam getürüñ bineyim sizi ögeyim dedi vardılar dirâr kâfir getürdiler bir eyer bir uyan dedi getürdiler kâfirüñ arhasına eyer saldı agzına uyan urdı kolañını cekdi sıçradı arkasına bindi ökçesin ökçesine kakdı kapurgasın karnına kavşurdı uyanın çekdi agzın ayırdı kâfiri öldürdi çökdi üzerine oturdı eydür

mere kâfirlir kopuzum getürüñ sizi ögeyin dedi vardılar kopuzı getürdiler eline alup burada soylamşı görelüm hânum ne soylamış eydür

biñ biñ erden yagı gördümise
oyunum dedüm
yigirmi biñ er yagı gördümise
yelemedüm
otuz biñ er yagı gördümise
ota saydum
kırk biñ er yagı gördümise
kıya bakdum
elli biñ er gördümise
el vermedüm
altmış biñ er gördümise
atışmadum
toksan biñ yagı gördümise
tonatmadum
yüz biñ er gördümise
yüz dönmedüm
yüzi dönmez kılıcum ele aldum
muhammedüñ dîni 'ışkına kılıç urdum
ag meydânda yumrı başı topça kesdüm
anda dahı erem begem deyü öginmedüm
ögünen erenleri hoş görmedüm
elüñe girmiş iker kere kâfir öldür meni
kara kılıcuñ sal boynuma kes başum kılıcuñdan saparum yok
gendü aslum gendü köküm sımagum yok

dedi bir soy dahı soylamış eydür

yüksek yüksek kara tagdan taş yuvalansa
kaba ökçem uylugum karşu tutan kazan eridüm

fir'avn şişler yükleyüp yerden çıksa
kaba ökçemile perçîn kılan kazan eridüm
kaba kaba begler oglı gavga kılsa
kamçı salup tiñdüren kazan eridüm
yüce tagları tuman tursa
kara pusarık deli kopsa
kara koçumuñ kulagı görinmez olsa
kayrı eren kulaguzsız yol yañılsa
kulaguzsız yol başaran kazan eridüm
yedi başlı ejderhâya yetüp vardum
heybetinden sol gözüm yaşardı
hey gözüm nâmerd gözüm muhannat gözüm
bir yılandan ne var ki korhduñ dedüm
anda dahı erem begem deyü öginmedüm
ögünen erleri hoş görmedüm
elüñe girmişiken mere kâfir öldür meni yitür meni
sal kılıcuñ kes başum kılıcuñdan saparum yok
gendü aslum gendü köküm sımagum yok
oguz erenleri tururiken seni ögmegüm yok

dedi kazan burada bir dahı soylamış

ummân deñizinde
sarp yerlerde yapılmış kâfir şehri
saga sola çırpındı urur yüzgeçleri
su dibinde döner bahrîleri
tañrı menem deyü çagrışur 'âşîleri
onıñ koyup tersin okur kızı gelini
altun aşuk oynar sancıdanuñ begleri
altı katla oguz vardı alımadı ol kal'eyi
altı baş erile men kazan vardum
altı güne komadum anı aldum
kelîsâsın yıkup yerine mescid yapdum bañ bañlatdum
kızını gelinini ag gögsümde oynatdum
beglerin kul etdüm
anda daı erem begem deyü öginmedüm
ögünen erenleri hoş görmedüm
elüñe girmişiken mere kâfir ölür meni yitür meni
kılıcuñdan saparum yok
gendü aslum gendü köküm sıgum yok

dedi kazan gene soylamış eydür

arkıç kızda dönderdügüm mere kâfir senüñ babañ
şakkına imrendügim senüñ kızuñ gelinüñ
agcakala sürmelüde

at oynatdum
atıla kârûn eline çapkun tdüm
ak hisâr kal'esinüñ burcın yıkdum
ag akça getürdiler pûldur dedüm
kızıl altun getürdiler bakırdır dedüm
ala gözlü kızın gelinin getürdiler aldanmadum
kelîsâsını yıkdum mescid yapdum
altunı gümişi yagmalatdum
anda dahı erem begem deyü öginmedüm
ögünenleri hoş görmedüm
elüñe girmişiken mere kâfir öldür meni yitür meni
gendü aslum köküm sımagum yok
seni ögmegüm yok

dedi kazan beg burada bir dahı soylamış eydür

ak kayanuñ kaplanınuñ erkeginde bir köküm var
ortaç kırda sizüñ geyiklerüñüz tozgurmaya
ak sazuñ aslanında bir köküm var kaz
alaca yurduñı turgurmaya
azu ay kurd etügi erkeginde bir köküm var
agca yañal tümen koyunuñ gezdürmeye
ag sunkur kuşı erkeginde bir köküm var
ala ördek kara kazuñ uçurmaya
kalın oguz

elinde bir oglum var uruz adlu
bir kartaşum var kara göne adlu
yeñiden toganuñı dirgürmeyeler
elüñe girmişiken mere kâfir öldür meni yitür meni
kılıcuñdan saparum yoh
gendü aslum sımagum yoh

dedi bir dahı soylamış eydür

it gibi kev kev eden çerkez hırslı
küçücek toñuz şölenli
bir torba saman döşekli
yarım kerpiç yasduklı
yonma agaç tañrılı
köpegüm kâfir
oguzı görüriken seni ögmegüm yok
andan öldürüriseñ mere kâfir öldür meni
öldürmeziseñ kâdir korısa öldüreyim kâfir seni

dedi kâfirler eydür

bu bizi ögmedi gelüñ bunı öldürelüm dediler kâfir begleri derildiler geldiler yene eyitdiler

nunuñ oglı var kardaşı var bunı öldürmek olmaz dediler getürdiler toñuz tamına habsa saldılar at ayagı külüg ozan dili çüvek olur kazanuñ ölüsini dirisini kimse bilmedi meger hânum kazanuñ bir oglancugı varıdı böyüdi yigitçük oldı bir gün ata binüp dîvâna gelüriken bir kişi eydür

meger sen hân kazanuñ oglı degülsin dedi uruz kakıdı eydür

meger sen hân kazanuñ oglı degülsin dedi uruz kakıdı eydür

mere kavat menüm babam bayındır hân degülmidür eyitdi

yok ol ananuñ babasıdur senüñ dedeñdür urzu

mere yâ benüm babam ölümidür dirimidür dedi eyitdi

diridür tomanın kal'esinde tutsakdur dedi böyle degeç oglan agladı melûl oldı atını kayıtdı gerü döndi atasına geldi burada atasına soylamış görelüm hânum ne soylamış eydür

mere ata men hân oglı degülmişem
hân kazan oglı imişem
mere kavat kızı munı maña neçün demezidüñ
ana hakkı tañrı hakkı degülmişse
kara pûlâd üz kılıcum tartayıdum
gâfillüce görklü başuñ keseyidüm
alca kanuñ

dedi anası agladı eydür

ogul babañ sagdur amma söyleme korhudımum kâfire varasın gend'özüñi urasın helâk olasın anuñiçün saña demezidüm cânum ogul ddei amma emmüñe adam sal gelsün görelüm ne der dedi adam saldı emmisini ohıdı geldi uruz eydür

men babam tutsak oldugı kal'eye gederem ittifâkıla tanuşuk kıldılar cemi beglere haber oldı uruz babasına geder yaragıla gelüñ dediler leşker derildi geldi alp uruz çadırların açdurdı cebehânesin yükletdi kara göne çeri başı oldı borı agırdup göçdiler yola girdiler yol üzerinde kâfirüñ ayasofyası öarıdı keşîşler bekleridi gayet sarp kelîsâyıdı atdan enüp tâcir tonın geydiler bâzirgân suretinde katır deve çekdiler geldiler kâfirler gördiler gelenler tâcire beñzemez kaçdılar kal'eye girdiler kapuların yapdılar burca çıkup kimlersiz ddeiler bunlar eyitdi

bâzirgânlaruz dediler kâfirler yalan söylersiz deyü taşa tutdılar uruz atdan endi eydür

hay atamuñ altun kadehinden şarâb içen meni seven atdan ensün bunuñ kapusına birer gürz uralum dedi on altı yigit sıçrayup atdan endiler kalkan yapındılar gürzlerin omuzlarına urdılar kapuya geldiler birer gürz urup kapuyı uvatdılar içerü girdiler buldukları kâfiri kırdılar dil çıkartmadılar malını yagmaladılar çeri üzerine geldiler kondılar meger bir sıgırtmaçları varıdı gördi kim kal'eyi aldılar kaçdı teküre vardı ayasofya alındugın haber verdi ne oturursız üzerüñüze yagı geldi başuñuz yaragın görüñ dedi tekür beglerin cem eyledi bunlarıla ne müdârâ kılalum dedi begler eyitdiler bunuñ müdârâsı oldur kim kazanı çıkaravuz anlara berâber edevüz bu sözi maslahat gördiler vardılar kazanı çıkarup tekür öñine getürdiler tekür eydür

kazan beg üzerümüze yagı geldi bu yagıyı üzerümüzden ırarısañ seni koyu verelüm dediler hem harâca mutî olalum sen dahı and iç kim bu bizüm ele yagılıga gelmeyesin dedi kazan eydür

vallâhi billâhi togrı yolı görüriken egri yoldan gelmeyelüm dedi kâfirler kazan eyü and içdi deyü sevnidiler tekür çerisin devşirüp meydâna geldi çadır tikdürdi kâfir leşkeri kazanuñ üzerine yıgıldı kazana geyim getürdiler kılıç ve süñü ve çomak ve sâyir ceng aletin geydürüp tonatdılar bu mahalda oguz erenleri alay alay geldi güpür güpür tavullar nakaralar çalındı kazan gördi kim leşker öñince bir ag boz atlu ag alemlü bek demür tonlu oguzuñ öñince geldi çadırın dökdürdi alay bagladı turdı anuñ ardınca kara göne geldi alay bagladı turdı hemân burada kazan at meydâna sürdi karîm diledi boz atlu beyrek at depdi meydâna girid kazan burada soylamış görelüm hânum ne soylamış eydür

kalkubanı yerinden turan yigit
ne yigitsin
egini bek demür tonın geyen yigit
ne yigitsin
aduñ nedür yigit degil maña

dedi beyrek burada soylamış eydür

mere kâfir sen meni bilmezmisin
barañsaruñ bayburd hisârından parlayup uçan
adahlusın ayruklar aluriken tutup alan
bay bora hân oglı bamsı beyrek maña derler
gel berü mere kâfir dögişelüm

dedi kazan burada bir dahı soylamış eydür

mere yigit öñince bu çerinüñ
bir ak sancaklu ala
çıkdı çadırın elden öñdin dikdi
ag boz ata

binen ol yigit
ne yigitdür kimüñ nesidür
yigit başuñiçün degil maña

beyrek eydür

mere kâfir kimüñ nesi olsa gerek begümüz kazanuñ oglıdur dedi kazan göñlinden eydür

elhamdülillâh menüm oglancugum böyük er olmış dedi beyrek mere kâfir nece bir onı bunı sorarsın maña dedi kazanuñ üzerine at saldı perlü gürzini eline alup kazanı çaldı kazan gendüyi bildürmedi karvadı beyregi bileginden tutdı tartdı çomagını elinden aldı beyregüñ eñsesine bir çomag urdı beyrek at boynın kucakladı kayda döndi kazan eydür

bayrek var begüñe eyit gelsün dedi bunu gördi eylik koca oglı dönebilmez dölek evren meydâna girdi kazan burada soylamış eydür

alar tañla yerinden turan yigit
ne yigitsin
sedevî atın oynadı

gelen yigit
ne yigitsin
er erden adun yaşurmak ayb olur
aduñ nedür yigit degil maña

hdedi dölek evren eydür

mere kâfir menüm adum bilmezmisin
horlayan elden çıkan elli yedi kal'enüñ kilidini alan
eylik koca ogmı dönebilmez dölek evren maña derler

dedi süñüsin eline alup at saldı kazanı sançam dedi sançımadı öte geçdi kazan at depdi süñüsin çeküp elinden aldı depesine urdı pâre pâre oldı uvandı eydür

mere kavat oglı kavat begüñe de gelsün dedi ol dahı kayda döndi kazan yene er diledi dozan oglı oglı alp rüstem at depdi meydâna girdi kazan burada gene soyladı eydür

kalkubanı yerinden turı gelen
kazılık atın butun binen
ne yigitsin aduñ nedir degil maña

dedi alp rüstem eydür

turı gelen
iki kardaş bebegin öldürüp zelîl gezen
dozan oglı alp rüstem maña derler

dedi ol dahı kazana at saldı alam dedi alımadı kazan beg buña dahı bir darb urdı eydür

mere kavat var begüñe de gelsün dedi ol dahı döhdi kazan gerü er diledi uruzuñ cılavasın emmisi kara göne tutmışıdı çekdi añsuzın elinden aldı kılıcını tartdı babasınuñ üzerine at saldı tarvandurmadı çignine kılıç endürdi geyimini kesdi omzına dört parmak deñlü rahm urdı alca kanı şorladı koynına endi uruz gene döndi ki bir dahı çala kazan burada çagırup oglına soylar görelüm hânum ne soylar eydür

kara tagum yüksegi ogul
karañulu gözlürüm aydını ogul
alpum uruz aslanum uruz
ag sakallu

dedi uruzuñ şefkat tamarları kaynadı kara kıyma gözleri kan yaş todı atdan yere endi atasınuñ elin öpdi kazan dahı ahtarıldı yere endi oglınuñ boynın öpdi begler kazanıla oglınuñ üzerine at saldılar çevre aldılar çemîsi atdan enüp kazanunuñ elin öpdiler yöriyüben kâfire at saldılar kılıç urdılar derelerde depelerde kâfire kırgun girdi kal'eyi aldılar kelîsâsın yıkup mescid yapdılar kanlu kâfir elinden babasını tartup aldı kalın oguz eline gelüp çıkdı agca yüzlü atasına muştucı saldı kaza beñzer kızı gelini kazana karşu gelüp elin öpdiler ayagına düşdiler kazan görklü çemene çadır otak dikdürdi yedi gün yedi gece toy dügün edüp yeme içme oldı dedem korkud geldi kopuz çaldı gâzî erenler başına ne geldügin söylediler

kanı ögdügümüz yeg erenler
dünyâ menüm deyenler
ecel aldı yer gizledi
fânî dünyâ kime kaldı
gelimlü gedimlü dünyâ
ölüm vaktı geldüginde arı imândan ayırmasun
kâdir seni nâmerde muhtac etmesün
beş kelime du'a kılduk kabul olsun
amîn amîn oeyenler dîdâr görsün
günâhuñuzı adı görklü muhammed mustafa hürmetine bagışlasun hânum hey

kaynağı değiştir]

1991'in başlarında Afganistan Cumhuriyeti hükümetiNuristan'ın fiili özerkliğini tanıdı ve Kunar Eyaleti ve Lamghan Eyaletinin ilçelerinden bu adı taşıyan yeni bir eyalet kurdu.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır