kamelyalı kadın karakterleri / La Dame aux Camélias by Alexandre Dumas fils | Goodreads

Kamelyalı Kadın Karakterleri

kamelyalı kadın karakterleri

Kamelyalı kadınlar

LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi

Paris piyesten sonra kamelyalı kadınlarla dolmuştu.

Neredeyse bütün kadınlar "aşık bir orospu" olmak istiyorlardı.

Kadınlık dehlizlerinin en esrarengiz durağı olan orospulukta, o dehlizlerin en parlak meşalesi olan aşk alevleri yanıyordu. Herkes böyle bir aşk yaşamayı özlüyordu.

Günah ve masumiyet bütün çekicilikleriyle, göğsüne taktığı kamelyayla dolaşan tek bir kadında biraraya gelmişti. Ve, kadınlar günaha ve masumiyete aynı anda sahip olmayı arzuluyorlardı.

Hizmetçisi Clautild, Marie Duplesis’i güzel kokulu sularla yıkadı, kalın havlularla kuruladı, bütün vücudunu pudralarla ovdu, aynanın karşısında kirpiklerini rimelledi, yanaklarına allık sürdü, dudaklarını boyadı, ardından uzun kırmızı tuvaletini giydirdi, mücevher kutusundan en sevdiği inci gerdanlığını getirip taktı, dirseklerinin üstüne kadar uzanan saten eldivenlerini narin beyaz kollarına geçirdi.

O gece Paris’te büyük bir balo veriliyordu.

Aynı zamanda da Marie’nin yirmi üçüncü yaş günüydü.

Salondaki büyük koltuğa oturdu.

Bütün gece o koltuktan kımıldamadı.

Baloya gidecek hali yoktu.

Ölüyordu.

Veremin son dönemini yaşayan bu genç kadın Paris’e geleli henüz yedi yıl olmuştu ama bu sürede oğul Alexandre Dumas’yı, Franz Liszt’i, başta Dük de Guich olmak üzere birçok aristokratı kendine aşık etmiş, açtığı salonda "dostları" Balzac’ı, Musset’yi, Theophile Gautier’yi ağırlamıştı.

Yirmi üçüncü yaş gününde ölmeye ve edebiyat dünyasının en unutulmaz kahramanlarından biri olmaya hazırlanıyordu.

Kendisini daha on iki yaşındayken erkeklere satan sarhoş bir babanın kızıydı, okuma yazmayı on yedi yaşındayken bir dans salonunda karşılaştığı ve kendisine aşık olan Dük de Guiche’den öğrenmişti ama döneminin neredeyse bütün dahilerini etkileyen parlak bir zekası, karşılaştığı her erkeği çarpan olağanüstü bir güzelliği, onu gören herkesin ışığında soluklaştığı etkileyici bir gülümsemesi vardı.

Kısa zamanda öylesine ünlenmişti ki Paris’e gelen bütün yabancı aristokratlar vakitlerini onunla geçirmek için sıraya giriyor ve servetlerinin bir kısmını onun evinde bırakmaya razı oluyorlardı.

Yirmi yaşındayken Alexandre Dumas’nın gayrimeşru oğlu olan Alexandre Dumas Fils ile karşılaştı.

Aynı yaşlardaydılar.

Oğul Alexandre Dumas, zeki, esprili ve yakışıklı bir adamdı.

Marie’ye aşık oldu, Marie de ondan hoşlandı.

Yirmi yaşındaki "oğul" Alexandre’ın parası yoktu. Sevgilisini görmeye geldiğinde, o sırada onun yanında olan erkeğin gitmesini komşunun evinde beklerdi.

Kaçınılmaz olarak kıskançlık krizleri geçiriyordu.

Kavgaları dayanılmaz boyutlara ulaştı.

On bir ay sonra ayrıldılar.

Ayrılığın hemen ardından Marie, belki de hayatında gerçekten aşık olduğu tek erkek olan Franz Liszt’e rastladı. O sıralarda veremi iyice ilerlemişti. Liszt’le birlikte İstanbul’a gitme planları yaptılar.

Ne tuhaftır ki, kadınların gerçekten bütün varlıklarıyla tutuldukları erkekler genellikle "güvenilmez" çıkarlar; dalgalı saçları, yakışıklı yüzü, piyanonun taşlarına tanrının dudakları gibi dokunan ince uzun parmakları, kralların karşısında bile bir nebze taviz vermediği kibiriyle bütün Avrupa’yı kendine aşık eden Liszt, hayatını bir orospuya adayacak biri değildi, o "konteslerin" erkeğiydi, verem olan sevgilisinden hastalık kapmaktan korkup "döndüğümde seni İstanbul’a götüreceğim" diyerek kaçtı.

Daha sonraları, "ben normalde o tür kadınlarla ilgilenmem ama Marie Duplesis farklıydı. Büyük bir yüreği, çok canlı bir ruhu vardı ve bence kendi tarzında eşsizdi. Asla varolmayan bir kadınlığın bütün özelliklerini kendinde birleştirmişti" diye yazmıştı.

Liszt’den sonra hastalık daha da ilerledi.

Genç kadın en iyi doktorlara gitti, en ünlü kaplıcaları dolaştı ama çare yoktu.

Günden güne çöküyordu.

Ölüm döşeğindeyken başucunda ona aşık olan iki kont gözyaşlarıyla bekliyordu.

Paris’in en büyük kilisesinde muhteşem bir cenaze töreni yapıldı.

Cenazeden sonra bütün eşyaları Paris sosyetesinin katıldığı bir açık artırmada satıldı.

O açık artırmayı izleyenler arasında genç Alexandre da vardı.

Kitapları, serveti, şöhreti, "yardımcı yazarları", gösterişi, parası gösterişine yetmediği için sürekli büyüyen borçları, inanılmaz iştahı, iri gövdesi, sevgilileri, kahkahaları, gürültülü konuşmaları ile Fransız edebiyatını tek başına doldurmak ister gibi gözüken, "ben, Victor Hugo ve Vigni güçlü üç yazarız, aralarında Balzac’ın da bulunduğu diğerleri bizimle yeni kuşak arasındaki geçiş bölgesidir" diyecek kadar kendine hayran olan, "Monte Kristo Şatosu" adı verilen şatosunda büyük bir kalabalıkla yaşayan görkemli bir babanın, kazanacağı ünden henüz habersiz olan sessiz ve sakin oğlu asla unutamadığı kadını anlatacağı romana bu satış sahnesiyle başlayacaktı.

Asında edebi değeri çok büyük olmasa da satırlarına kendi ruhunda yanan gerçek bir acıyı üflediği ve edebiyat tarihinin en güzel aşk romanlarından biri sayılan "Kamelyalı Kadın"ı kısa zamanda yazdı.

Kitap yayınlandığında yirmi dört yaşındaydı.

Roman birkaç baskı yaptı.

Alexandre, romanını üç yıl sonra piyes olarak yeniden yazdı.

Piyes, eşine az rastlanır bir başarı kazandı.

İlk gece piyesi izlemeye baba Alexandre Dumas da arkadaşlarıyla gelmişti, piyes başlamadan önce arkadaşlarına "Bizim oğlanın piyesi tutmayacak gibi geliyor bana" demişti, birinci perdeden sonra, "Piyes fena değil, ben de bir iki yerine dokundum zaten" diyerek yaklaşan başarıyı hissettiğini göstermişti. Piyes, ayağa fırlayan seyircilerin dinmeyen alkışlarıyla bittiğinde ise baba Alexandre da ayağa kalkıp arkadaşlarına sarılarak "Aslında bu piyesi ben yazdım" diye bağırmıştı.

Oğul Alexandre, " yüzyılın en iyi üç piyes yazarından biri" olarak anılacağı parlak kariyerine delicesine aşık olup delicesine kıskandığı genç bir orospunun hayatını anlatarak başlamıştı.

Hikaye, genç Alexandre’ın satırlarında biraz değişmişti.

Onun kitabının kahramanı, "aşık olduğu genç yazar" için mutluluğundan da hayatından da vazgeçiyordu.

Piyes bütün dünyada defalarca oynandı, Verdi onu "la Traviata" adıyla opera yaptı, dünyanın neredeyse her ülkesinde filmleri çekildi.

İnsanlar "aşık ve fedakar orospu" karakterini sevmişlerdi.

Aşkı, bulunması en zor yerde, hayatını bir erkekten bir erkeğe dolaşarak kazanan bir orospunun kalbinde bulmak insanlara aşkın erişilmez gücünü gösteriyor, asla değişmeyecek gibi gözüken hayatın kurallarını aşkın değiştirebileceğine inanmalarını sağlıyordu.

Marie Duplesis, Alexandre’ın piyesinde Marguerite Gautier adını almıştı, gerçek hayatında da çiçekleri çok seven Marie’nin oyundaki yansıması da göğsüne sürekli "kamelya" takıyordu.

Paris piyesten sonra kamelyalı kadınlarla dolmuştu.

Neredeyse bütün kadınlar "aşık bir orospu" olmak istiyorlardı.

Kadınlık dehlizlerinin en esrarengiz durağı olan orospulukta, o dehlizlerin en parlak meşalesi olan aşk alevleri yanıyordu.

Herkes böyle bir aşk yaşamayı özlüyordu.

Günah ve masumiyet bütün çekicilikleriyle, göğsüne taktığı kamelyayla dolaşan tek bir kadında biraraya gelmişti.

Ve, kadınlar günaha ve masumiyete aynı anda sahip olmayı arzuluyorlardı.

Alexandre, aşık bir kadını kendi aşkından yaratmıştı.

Daha sonra yazdığı on bir oyunda da hep aynı temayı "yasak aşkı" anlattı, buna rağmen hayatı boyunca kendini hep "ahlakçı" bir yazar olarak gördü, piyeslerine "ahlaksızlığı yeren" önsözler yazdı.

Bir eleştirmenin dediği gibi, "Allahtan ahlaki öğütlerini eserlerine yansıtmayacak kadar akıllıydı" ve ahlakçı görüşler sadece önsözlerde kaldı.

Belki de bu "akıllılığı" sayesinde büyük bir ün ve servet kazandı.

Ünü çok genç yaşta bulmasına rağmen hiçbir zaman babası gibi yaşamadı, sürekli olarak kendisini "eğlenceli bir hayat" yaşaması için kışkırtan babasına uymadı, servetini gösteriş için harcamadı.

Zekice ve esprili konuşmaları nedeniyle toplantıların en çok aranan adamı oldu ama kalabalıklardan hep uzak durmayı tercih etti.

Babasına en çok benzeyen yanı kadınlara olan düşkünlüğüydü.

Ama buna rağmen kadınlarla ilişkilerini eserleri için "malzeme" toplayacağı "deneyler" olarak kullanmaktan da kaçınmadı, bir keresinde "kıskanç bir kadının tepkilerini" inceleyebilmek için birlikte olduğu kadının bulunduğu bir toplantıya kolunda başka bir kadınla gidecek kadar da gözü karaydı.

Daha sonra yazdığı "demimonde" isimli piyeste gene bir kibar orospuyu anlattı ve Fransızca’ya o tür kadınları anlatmak için kullanılacak bir sözcük kazandırdı piyesinin adıyla.

Bütün yazdıklarına bakıldığında Marie Duplesis’le yaşadıklarının onun belki de tüm hayatına ve duygularına damgasını vurduğunu ve kadınların "seks hayatlarındaki kırılganlıklarına ve düzenbazlıklarına" her şeyden fazla ilgi duyduğunu görebiliyordunuz.

Ne yazarsa yazsın sanki canının en çok yandığı yere dönüyordu.

Hem bu kadar kırılgan, bu kadar zayıf görünüp hem de nasıl bu kadar oyunbaz olabildiklerini, nasıl bir erkekten bir erkeğe geçebildiklerini anlamaya çalışıyordu.

Asıl anlamaya çalıştığı, zarif manevralarla erkeklerin arasında dolaşan, hepsinde aynı arzuyu ve şefkati uyandırmayı başaran ve bir orospu olduğunu kırılganlığı ve parlak gülümsemesiyle unutturmayı başaran Marie’ydi büyük bir ihtimalle.

Bir de bütün gerçeği bilmesine, diğer erkeklerin nasıl tuzağa düştüğüne şahit olmasına rağmen kendisinin bu "kırılgan düzenbazlığa" nasıl kapıldığını kavramak istiyordu.

Bu nasıl oluyordu?

Herhalde asıl sorduğu soru buydu.

Hayatı boyunca cevabını aradığı soru.

Bir erkeğin bu yumuşacık kasırganın içinde nasıl kaybolduğunu, gördüğü gerçeklerin bile anlamını nasıl kaybettiğini, nasıl güvendiğini, sıkıca tuttuğunu sandığı kadının nasıl o kadar kıvrak ve rahat dönüşler yapabildiğini, bir yanını bütün masumiyetiyle teslim ederken diğer yanının nasıl bu kadar günahkar kalabildiğini anlamak istiyordu.

Çok genç yaşta o kasırganın içinde kaybolmuş, ruhunun bir parçasını da orada bırakmıştı.

Yazdığı karakterlerle, diyaloglarla, o kayıp parçasını geçmişin elinden koparıp almak ister gibiydi.

Sorunun cevabını bulursa, bunu becerebilecekti.

Cevabı bulabildi mi bilmiyorum.

Ama cevabını aradığı soru onu Fransız edebiyatının zirvesi sayılan Fransız Akademisi’nin üyeleri arasına soktu.

Ve, dünyanın hemen hemen her yerinde insanlar, onun bir vakitler içinde kaybolduğu o kasırganın dalgaları arasına istekle atıldılar.

Terzi bir kadının çapkın ve ünlü bir yazardan doğurduğu gayrimeşru çocuk, çağının en önemli yazarları arasına katıldı bu soruyla.

Yirmi üç yaşında ölen güzel bir orospu insanların hafızasına bir "azize" olarak kazındı.

Marie Duplesis’in mezar taşında pembe kamelya kabartmaları var.

Ve, Theophile Gautier’in onun için yazdığı satırlar.

Bugün hálá ziyaretçiler, mezarlık bekçisine "kamelyalı kadının mezarını" soruyorlar.

Her zaman taze kamelyalar duruyor orada.

Alexandre o kadını kendi aşkından yarattı.

İnsanlar, yirmi üç yaşında ölen o kadını hep yaşattılar.

Kamelyalı kadın o.

Bütün kadınların gizlice olmak istedikleri.

LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi

Yazarın Tüm Yazıları

ALEXANDRE DUMAS FILS’İN KAMELYALI KADIN ROMANI İLE ŞAHABEDDİN SÜLEYMAN’IN “FEDAKÂR” HİKÂYESİ ARASINDA BİR MUKAYESE ÇALIŞMASI Ümmü Burçin ÖZKAN* Öz: Bu makalede, Fransız yazar Alexandre Dumas Fils’in Kamelyalı Kadın adlı romanı ile Şahabeddin Süleyman’ın “Fedakâr” adlı hikâyesi incelenmiştir. İki eserin de konu aldığı “düşmüş kadın” teması her iki edebiyatta da sıklıkla işlenmiştir. Bu temanın yaygınlaşmasında oldukça etkili bir isim olan Alexandre Dumas Fils’in romanı tiyatro eseri olarak da adapte edilmiştir. Ahmet Mithat Efendi tarafından çevrilen eser, Türk edebiyatında da tanınmaktadır. Bu çalışmada, genel itibariyle bu temanın dünya edebiyatındaki yerinden ve öneminden bahsedilmiştir. Ardından iki eserin olay örgüleri, şahıs kadroları arasındaki benzerlikler ve farklılıklar tespit edilmiştir. Böylece, Türk Edebiyatı ve Fransız Edebiyatına ait iki eser karşılaştırılmıştır. Anahtar Kelimeler: Düşmüş kadın, Fedakâr, Kamelyalı Kadın, Roman, Hikâye, Mukayese A Comparative Study Between The Novel ‘La Dame Aux Camelias’ By Alexandre Dumas Fils and The Story “Fedakâr” By Şahabeddin Süleyman Abstract: In this article, French author Alexandre Dumas Fils’s novel La Dame Aux Camelias and Şahabeddin Süleyman’s story “Fedakâr” were analyzed. The theme of prostitution, which is the subject of these texts, is frequently used in these literature. The novel of Alexandre Dumas Fils, an influential writer in spreading this theme, was adapted to the theater. This theater, translated by Ahmet Mithat Efendi, is also known in Turkish literature. In this study, the place and importance of this subject in world literature is discussed in general. Afterwards, the similarities and differences between the events and the individual cadres of the two works were determined. Thus, two works belonging to Turkish Literature and French Literature were compared. Key Words: Prostitution, Fedakâr, La Dame Aux Camelias, Novel, Story, Comparison. Giriş Edebi eserlerde birçok başka alanda olduğu gibi karşılıklı etkileşimler vardır. Bu etkileşimlerin metinler üzerinden izinin sürülmesi, ulusların kültürel alışverişini tespit edebilmek için oldukça mühimdir. Bu çalışmada,Alexandre Dumas Fils’in ’de yayınladığı Kamelyalı Kadın romanı ile daha çok tiyatroları ve edebi tartışmaları ile tanınan Fecr-i Ati yazarlarından Şahabeddin Süleyman’ın 12 Nisan * Doktora Öğrencisi, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Abd, Yeni Türk Edebiyatı Bilim Dalı. Ankara/TÜRKİYE. E-posta: [email protected] ORCID No: T ü r k K ü l t ü r ü /1: © Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara Makale Geliş Tarihi: - Makale Kabul Tarihi: Ümmü Burçin ÖZKAN () tarihinde Rübab dergisinde neşredilmiş fakat latin harflerine çevrilmemiş olan “Fedakâr”hikâyesikarşılaştırılacaktır. Söz konusu roman ve hikâyeye konu olan “düşmüş kadın” meselesini birçok yazarın ele aldığını da vurgulamak gereklidir. Batıda klasisizmin asil ve güzel olmayan kahramanlara yer vermeyen ve katı kurallara dayanan tavrından sıyrılan romantizm kambur, çirkin, serseri ve “düşmüş kadını” gibi karakterleri eserlere almıştır. Victor Hugo’nun Sefiller’indeki Fantine bu yönüyle ünlü bir kahramandır. Alexandre Dumas Fils de Kamelyalı Kadın’da “düşmüş kadın”ın özünde masum ve erdemli olabileceği tezini işler. Ancak “düşmüş kadın” meselesinin sadece romantizm sınırları içinde kaldığını söylemek mümkün değildir. Realist bir yazar olarak kabul edilen Maupassant’ın, hikâyesiyle aynı ismi taşıyan Kar Topu isimli kahramanı da işgalden kaçan topluluk içinde düşmanın karşısında cesur davranan ve diğer insanlar için fedakarlık yapan yönüyle dikkat çeker. Bu örnekleri farklı akımların mensubu birçok yazarın ürettiği kahramanlardan bahsederek çoğaltmak mümkündür. Yazarlar kendi dünya görüşleri ve hayata bakış açıları doğrultusunda “düşmüş kadın”ı yüceltmiş yahut olumsuz yönleriyle çizmiştir. Batıda örnekleri görülen “düşmüş kadın” tipi, Türk edebiyatında da ele alınmıştır. Nitekim kadın meselelerini ele alan Tanzimat sanatçılarından itibaren bu temanın da önemsendiği görülür. Cariyelik, kölelik ve fuhuşu işleyerek kadınların toplumsal yaşamdaki yerini ele alan Namık Kemal, Samipaşazade Sezai gibi konuyla ilgilenen isimlerden biriside Ahmet Mithat Efendi’dir. Midhat, koşulların fuhuşa zorladığı kadınları savunacak kadar ileri gitti ve onların günahkâr olduğu fikrinive verilen ağır cezaları şiddetle eleştirdi. Bizim görevimiz,dedi, bu kadınları düşkünlükten kurtarmaya uğraşmaktır, buda ancak biz kadınlara bir mal veya bir köle gibi davranmaktanvazgeçer ve kendi kaderlerini tayin etme hürriyetini tanırsakgerçekleşir. Dolayısiyle onları ebediyen lekeliyeceğimize, yardımelimizi uzatıp, düşmüşleri kaldırmalıyız. (Aktaş, 34) Ahmet Mithat’ın düşmüşlere yardım eli uzatma ve onları topluma kazandırma fikri bu insanlara daha şefkatli ve anlayışlı bakma arzusu daha sonraki yazarların da dikkatlerini yönelttiği bir meseledir. Öte yandan Nihad Sami Banarlı’nın Resimli Türk Edebiyatı Tarihi’nde verdiği bilgi bu çalışmaya konu olan Kamelyalı Kadın’ın Türk edebiyatında tanınan bir eser olduğunu ortaya koymaktadır: “Ahmed Midhat Efendi'nin Alexandre Dumas Fils'den çevirdiği La Dam Aux Camelia'nın da sahneye konulduğu bildiriliyor.” ( ) Ancak bütün yazarların meseleye aynı noktadan bakmadığı ve bazı yazarların ahlaki kurallara dayanan bir bakış açısı ile “melek kadın” “şeytan kadın” tipleri üzerinden “düşmüş kadına” yaklaştıklarını belirtmek lazım gelir. İntibah’taki Mahpeyker, Metres’teki Parnas gibi “şeytan kadın” yönüyle ön plana çıkan tipler bu bakış açısına örnek sayılabilir. Bu noktada, yazarların vermek istedikleri ahlaki mesaj ve batılılaşmanın sınırlarını çizme kaygısı etkili olmuştur denilebilir. Şahabeddin Süleyman’ın mensubu ve öncüsü olduğu Fecr-i Ati yazarlarından Yakup Kadri ve Refik Halid’in de “düşmüş kadın” meselesiyle ilgilendikleri görülür. Yakup Kadri bu kadınları “Bir Kadın Meselesi”, “Kadın ve Ukubet”,“Bir ALEXANDRE DUMAS FILS’İN KAMELYALI KADIN ROMANI İLE ŞAHABEDDİN SÜLEYMAN’IN “FEDAKÂR” HİKÂYESİ ARASINDA BİR MUKAYESE ÇALIŞMASI Aşk ve İhtiras Faciası” ve “Zor Talak” gibi hikâyelerinde ele alır. Onları toplum tarafından ötekileştirilen kadınlar olarak çizer. Köylüler tarafından hakkında dedikodu yapılan ve çoğu kez iftira atılan bu kadınlar kocalarından gördükleri zulüm sonucunda ya evden kaçar ya da intihar ederler. Yakup Kadri onların toplum baskısı nedeniyle yitip giden hayatlarına dikkati çeker. Refik Halid ise onları daha çok toplumsal yozlaşma çerçevesinde işler. “Sarı Bal” ve “Yatık Emine” hikâyelerinde bu kadınların karşısında konumlarından beklenmeyecek tavırları olan memurlar ve acımasız bir toplum vardır. Bu iki yazar gibi konuyla alakadar olan Şahabeddin Süleyman ile ilgili Nâzım Hikmet Polat şunları aktarır: Şahabeddin Süleyman bu kadın tipini çizerken, roman ve hikâye geleneğimizden istifade etmiştir. Düşkün kadın tipi, onun eserlerinden önce, Tanzimat ve Servet-i Fünûn hikâye ve romanına da girmiştir. "Ahmed Midhat Efendi’nin romanlarında fuhuşun kaynağı Batı, bizdeki yatağı Beyoğlu'dur.” ( 63) Bu çalışmada, Batı edebiyatında olduğu gibi Türk edebiyatında da birçok esere konu olan “düşmüş” kadınları anlatan iki eserin benzer ve farklı yönleri mukayeseli bir biçimde ele alınacaktır. 1. Eserlerin Kurgusal Özellikleri ve Şahıs Kadrosu Kamelyalı Kadın Romanının Kurgusu ve Şahıs Kadrosu Alexandre Dumas Fils’in yılında yayınladığı Kamelyalı Kadın / La dame aux caméliasdaha sonra “Camile” ismiyle tiyatroya adapte edilir. Théâtre du Vaudeville’de sahnelenir. Eserle ilgili edebiyat tarihinde süregelen bir karışıklık söz konusudur. Alexandre Dumas Fils’e ait olan eser genellikle, Üç Silahşörler, Monte Kristo Kontu, Siyah İnci gibi eserlerin sahibi olan Alexandre Dumas’a ait zannedilmektedir. Oysa Fils, Dumas’ın gayrimeşru çocuğudur. Gerek kendi doğumundaki ahlaki mesele gerek daha sonra hayatına giren kadın üzerinden yazar ile Kamelyalı Kadın arasında otobiyografik izler olduğunu bildiren çalışmalar da vardır. Roman kişilerinden Marguerite Gautier, Kamelyalı Kadın olarak anılan fahişedir. Romanın başında veremden ölen Marguerite’in evindeki müzayededen bir kitap satın alan anlatıcı ve Marguerite’in aşığı olan Mösyö Armand Duval romanın ön plana çıkan diğer kahramanlarıdır. Ayrıca Marguerite ile Armand’ın ilişkisinden huzursuzluk duyan baba Duval da olay örgüsünün şekillenmesinde etkili olan bir başka kahramandır. Romanda, tedavisi esnasında Marguerite’le ilgilenen ihtiyar dük, müzayedede görülen mücevher alan kadınlar, anlatıcının evde gezerken anımsadığı benzer bir hayat yaşayıp ölen Louise, Kont De G, bekçi,hizmetçi Prudence gibi daha geri plandaki tiplerden oluşan bir kadro görülür. Müzayededen satın alınan kitap üzerine Marguerite’in hayatına ilgi duyan bu kadının niçin öldüğünü ve yaşantısının nasıl geçtiğini daha iyi öğrenmek isteyen anlatıcı(romancı) Armand Duval ile tanışır. Buradan itibaren Armand’ın Marguerite ile anılarını aktarması ile geriye dönüşler yapılır. Hikaye içinde hikaye şeklinde geçen bu anıların dışında Armand ve Marguerite’in mektupları ile de kurgu ilerlemektedir. Marguerite’in ölümünden başlayan zaman çizgisindeki geriye Ümmü Burçin ÖZKAN dönüşlerin yanısıra anlatıcının gerekli bilgileri aldığı ve bunları yazmaya karar verdiği zaman dilimine dönüş söz konusudur. “Fedakâr” Hikâyesinin Kurgusu ve Şahıs Kadrosu Şahabeddin Süleyman’ın yılında Rübab dergisinde neşrettiği hikâye “Fedakâr”,türü dolayısıyla daha dar bir şahıs kadrosundan oluşur. Anlatıcı konumundaki Tevfik Nijad, aşık olduğu düşkün kadın Kamelya, dinleyici konumundaki “romancı” ve Tevfik Nijad’ın zengin arkadaşı hikayede geçen kişilerdir. Rübab dergisinde 7 sayfayı kaplayan bu hikâyenin 4. sayfasında“Oku, orada aşkın gözyaşları vardır..” şeklinde bir cümle ve bu cümlenin üzerinde bir bank üzerinde oturup yanındaki kağıda eğilip bakan bir kadın resmi bulunmaktadır. Belinde kalın bir kemer bulunan, etek uçları dantelli elbisesiyle kadın Kamelya’yı simgeleştirmek amacıyla kullanılmıştır denilebilir. Bir hikaye olması hasebiyle daha sıkı bir kurgusu olduğu görülen “Fedakar”da da Kamelyalı Kadın da olduğu gibi geriye dönüşle tanışma anlarından ilişkilerinin bitişine kadar Nijad Ekrem’in bakış açısıyla Kamelya isimli düşmüş kadına dair anılar aktarılır. 2. Eserlerin Olay Örgüsü Kamelyalı Kadın’ın Olay Örgüsü Roman, yazar-anlatıcının okura seslenişi ile başlar. Okura Paris’te sıklıkla yaşanmakta olan bir olayı aktaracağını bildirmektedir. Anlatıcı, 12 Mart ’de Laffitte Sokağı’nda gördüğü müzayede ilanına katılmaya karar verir. Evin nasıl bir kadına ait olduğunu öğrenince Tanrının bu kadına acıdığını ve onun ihtiyarlamadan ölen düşmüş bir kadın olduğu için şanslı olduğunu düşünür. Buna benzer bir örnek olarak daha önce şahit olduğu Louise isimli fahişenin ölümü aklına gelir. Bu kadınlara acımaktan kendini alamadığını fark eder. Daha sonra bekçiden müzayedede eşyaları satılan kadının, aslında kendisinin de tanıdığı Marguerite Gautier olduğunu öğrenir. Elinde kamelyalarla tiyatroya gittiği için Kamelyalı Kadın olarak tanınan Marguerite’nin uzun bir süre yaşlı bir dük ile yaşadığını, dükün onu yaşadığı hayattan kurtarmaya çalıştığını ve genç kadının da bu yaşamdan uzaklaşmak için çabaladığını duyar. Marguerite’nin ölümü ardından gerçekleştirilen bu müzayede oldukça değerli mücevherler, vazolar, kıyafetler satılmaktadır. Anlatıcı müzayededeki kibar madam ve mösyölerin orada hevesle, hırsla yaptıkları alışverişi seyreder. Kendisi de Marguerite’den kalan “Manon Lescaut” isimli kitabı alır. İçinde “Marguerite'ye, ManonTevazu.” yazısının altında Armand Duval imzası vardır. Anlatıcı Armand Duval’ın Manon gibi Marguerite’yi saf ve masum bulduğunu düşünür. Daha sonra müzayedede anlatıcının satın aldığı kitabı almak için gelen Armand Duval, ona Marguerite’nin ölmeden evvel kendisine yolladığı mektubu okutur. Bu meseleden sonra Kamelyalı Kadın’ı sadece dışarıdan tanıyan anlatıcının ona dair merakı artar. Kendisini görmeye söz veren Armand’dan da haber alamayınca Marguerite’nin mezarına gider. Mezarcıdan Armand’ın, etrafı beyaz kamelyalarla kaplı mezardaki Marguerite’yi başkayere gömdürmek istediği için kardeşinden izin almaya gittiğini öğrenir. Ve yine mezarcı, hem Armand’ın Marguerite’yi son kez görmeyi istemesinin hem de kadının oraya gömülmesinden soylu insanların rahatsız ALEXANDRE DUMAS FILS’İN KAMELYALI KADIN ROMANI İLE ŞAHABEDDİN SÜLEYMAN’IN “FEDAKÂR” HİKÂYESİ ARASINDA BİR MUKAYESE ÇALIŞMASI olmasınınbu arzuda etkili olduğunu aktarır. Armand döndükten sonra anlatıcı ile beraber mezarı açtırır ve taşıtır. Ardından Marguerite ile tanışmasını anlatıcıya aktarır. Armand,onu görür görmez çok büyük hislere kapılmıştır. Ancak tanışmanın ardından çok uzun bir süre bir daha karşılaşmazlar. Çünkü Marguerite hastadır. Bu süreçte yaşlı bir dük onu kendi kızı gibi görüp yaşamakta olduğu hayattan uzaklaştırmıştır. Tedavi olmuştur fakat Armand ile karşılaştıklarında hastalığı tamamen geçmemiştir. Daha sonra Marguerite’ye hislerini açıkladığında, kadın hasta olduğu ve Duval ailesinin kendisini hoş karşılamayacağını bildiği için onunla beraber olmak istemez. Buna rağmen aralarındasaf duygulara dayanan bir aşk ilişkisi gelişir. Bu ilişki zaman zaman Kont De G masraflarını karşıladığı için onunla görüşen Marguerite yüzünden kıskançlık noktasında çıkmazlara girse dahi genç kadının Paris’ten ayrılışına paralel olarak yaşam tarzı değişir. İki sevgilinin bir arada yaşadığını öğrenen Dük ile kadının iletişimi kesilir. Parasız kalan kadın mücevherlerini, kıymetli eşyalarını satmaya başlar. Bunu öğrenen Armand ise borçlanır. Armand’ın babası birgün aniden Paris’e gelir. Marguerite ile yaşadığını duymuştur. Marguerite, Armand babası ile görüşmek için şehir dışındayken onu terk eder. Armand bunun sebebini bilmediği için Marguerite ile sonraki karşılaşmalarında kadına kötü davranır ve onu kıskandırır. Ancak sonra kadının Londra’ya giderken ona bıraktığı mektubu okuyunca babasının bu ilişkiye razı gibi görünse de Marguerite’yi tehditvari bir biçimde uyardığını yazmıştır. Marguerite hastalığının ilerlemesi üzerine ölür. Armand’ın anlattıklarını aktaran anlatıcının genç adamla Duval ailesinin evine ziyarete gidişiyle roman son bulur. “Fedakâr” ın Olay Örgüsü Tevfik Nijad’ın “Emin olunuz dedi, Kamelya bana bir defa hıyanet etti…” sözleriyle başlayan hikâyede, geriye dönüşle bu hıyaneti hatırlayışı olay örgüsünün ana çizgisini oluşturur (Şahabeddin Süleyman, ). Anlattığı tarihten sekiz sene önce 21 yaşında bir hukuk öğrencisi ikenİstanbul’daki güzel kadınlarla olan ilişkilerinin ardından 32 yaşındaki Kamelya ile tanışmıştır. Onunla randevu evinde karşılaştıkları anda başlayan aşk, birlikte Kamelya’nın kendine ait evinde yaşamaya başlamaları ile farklı bir hal alır. Kadın artık randevu evinde çalışmaz. Parası sadece kendisine yeten bir hukuk öğrencisi olan Tevfik Nijad’ı da kendisini de bir sene geçindirmeyi başarır. Bunun nasıl olduğunu anlayamayan Tevfik Nijad ise bu süreçte şüphe içindedir. Kadın ise tüm fedakarlığına karşın Tevfik Nijad’ın kendisinden şüphelendiğini öğrenince ağlamaya başlar. Kamelya’nın o güne dek biriktirdiği tüm parasını harcadığını öğrenince ikisi için yoğun bir şekilde çalışmaya karar veren Tevfik Nijad, ne kadar uğraşsa da sefalet içinde yaşamaktadırlar. Bu sırada kadına ait altın, küpe, bilezik ne varsa zorda kaldıklarında elden çıkarmaktadırlar. Bir gün Tevfik Nijad zengin bir arkadaşı ile eve geldiğinde Kamelya’yı giyinip süslenirken bulur. Kadın tiyatroya gidecektir fakat parası yoktur. Tevfik Nijad’ın cebinden çıkan para ise onun bir loca tutmasına yetecek miktarda değildir. Bunun üzerine ilk defa kavga eden çiftin arasındaki mesele iki tarafın da inat etmesi sonucunda büyür. Tevfik Nijad, “Ben bulurum” diyerek evden fırlayıp çıkan Kamelya’nın ardından her ne kadar onu umursamamaya çalışsa da başarısız olur. Genç adama başta parayı tamamlamak için borç vermeyen arkadaşı kendisinin de Ümmü Burçin ÖZKAN aynı oyuna gideceğini ve isterse onu da locasına götürebileceğini söyler. Arkadaşıyla tiyatroya giden Tevfik Nijad her tarafta Kamelya’yı arar fakat bulamaz. Bunun üzerine Kamelya’nın çalıştığı yere gider fakat oraya da uğramamıştır. Tiyatroya geri döndüğünde ise Kamelya’yı bir locada yalnız başına otururken bulur. Kadını sert bir biçimde kolundan yakalayıp eve götürürken ona söver ve vurur. Hakaretlerine ve şiddetine karşılık tepki vermeyen Kamelya bir suçlu gibi sessizdir. Eve döndüklerinde ise ona ihanet ettiğini itiraf eder fakat kendisini dinlemesi için ısrar eder. Kamelya onu aldatmıştır fakat amacının onu utandırmamak olduğunu söyler. Tiyatroya gelenlerin Tevfik Nijad’ın kendisine bir loca tutacak kadar para vermediğini düşünmelerini istemediği, onu çok sevdiği için bunu yapmıştır. Başlangıçta her ne kadar tiyatroya gitmekten vazgeçmeyi düşünse de bu onun için bir gurur meselesine dönüştüğü için eve dönmemiştir. Sonra bu anıları anlattığı romancıya Kamelya’yı affettiğini söyleyen Tevfik Nijad’ın “Her hıyanette hıyanet yoktur; bunlarda, hıyanetlerde beşeriyetin sair kanunları gibi bir hakikatle beraber yalan boşluğuna maliktir.” sözleriyle, hikâye tezi açık bir biçimde iletilerek son bulur (Şahabeddin Süleyman ; ). monash.pwrin Muhteva Bakımından Mukayesesi Düşmüş Kadınların Masumluğu Kamelyalı Kadın ve “Fedakâr” ın ele aldığı mesele “düşmüş kadın”lardır. İki eserde de bu kadınlara karşı merhametli bir bakış söz konusudur. Bu kadınlar aşığı olan adamlar ağzından anlatılır. İki kadın da parası olmadığı halde genç adamlara aşık olup fakir bir yaşamı fuhuş sayesinde bol kazançlı geçen yaşama tercih etmektedir. Bu noktada kadınların aşka duyduğu saygı ve fedakar yapıları dikkat çekmektedir. Marguerite de Kamelya da aşıkları için alışkın oldukları yaşamdan vazgeçen ve onlara sadık kalan kadınlardır. Kıskançlık Tevfik Nijad ve Armand’ın beraber oldukları kadınların toplumdaki yeri ve yaşam biçimlerine dair bilgileri olmasına rağmen oldukça kıskanç yapıları vardır. Bu aşıklar metreslerinin sadece kendilerine ait olmasını isterler. Kamelya, Tevfik Nijad ile başladığı ilişki dolayısıyla var olan yaşamından hızlı bir kopuş yaşar fakat Marguerite, Armand ile görüşürken hayatında Kont da vardır. Bu sebeple Kamelya’nın daha kolay bir biçimde fuhuş hayatından koptuğunu söylemek mümkündür. Ancak kadın başka bir adamla görüşmese dahi Tevfik Nijad içten içe kuşkucu ve Armand kadar kıskançtır. Hatta kıskançlığının Armand’dan daha ileriye gittiği görülür. Gerek romanın hikâyeden daha hacimli bir tür olması gerekse yazarın bakış açısından kaynaklı olarak Tevfik Nijad’ın anlatımına Armand’da olduğu gibi baştan aşağı bir acıma ve yüceltme hakim değildir. Tevfik Nijad’ın başlangıçta Kamelya’nın geçici bir heves olduğunu düşünmesi, kıskançlık dolayısıyla Kamelya hakkında düşündükleri ve kendini aldattığında verdiği sert tepkiler onu Armand’dan ayırır. Armand, Marguerite başka bir erkekle görüştüğü zaman ona mektup yazıp küsmekle yetinirken Tevfik Nijad, Kamelya’yı tiyatrodan zorla alıp eve götürürken ona şiddet uygulamaktan hakaret etmekten çekinmez. Aşk İçin Sefaleti Tercih Etme ALEXANDRE DUMAS FILS’İN KAMELYALI KADIN ROMANI İLE ŞAHABEDDİN SÜLEYMAN’IN “FEDAKÂR” HİKÂYESİ ARASINDA BİR MUKAYESE ÇALIŞMASI Zengin adamların metresi olarak hayatlarını sürdüren Marguerite ve Kamelya karşılarına çıkan fakir ama aşık gençler için önce sürdürmekte oldukları hayattan vazgeçer sonra da ellerindeki tüm serveti harcarlar. Bu noktada iki kahramanın da iç çatışma yaşamaması dikkat çekicidir. Bunun sebebi olarak yazarların vermek istediği, düşmüş kadınların aslında masum ve ahlaklı olabileceği tezini işaret etmek mümkündür. Bu tezi metin içinde de açık bir biçimde iletmeyi tercih eden yazarların tavrı okurun masum ve ahlaklı düşmüş kadın tipine merhametli duygularla yaklaşmasını destekler niteliktedir. Nitekim yazarların bu noktada okuru yönlendirme çabaları örneklendirilebilir. Kamelyalı Kadın: Zavallı mahlûklar! Şayet onları sevmek bir kusursa, onlara acımak daha hafif birkusurdur. Günün ışıklarını hiç görmemiş bir köre, tabiattaki sesleri hiç duymamış bir sağıra, ruhunun sesini dile getirememiş bir dilsize acırsınız da, namusluluk taslar, zavallı üzgün kızı deliye çeviren, istese bile iyiyi görmez, Tanrı'yı işitmez, sevginin, imanın temiz lisanını konuşmaz hale getiren bu kalb körlüğüne, bu ruh sağırlığına, bu vicdan dilsizliğine acımak istemezsiniz! (Fils, 29) “Fedakâr”: Artık anlamıştım, kadın benim için, benimle yaşamak için topladığı, vücudu sermaye namusu ticaret olmak üzere topladığı paraları bitirmiş, yemişti; bilemezsiniz kalbimde ne derin bir minnetdari uyandı… Bir azab u vicdani de bütün şiddetiyle beni kemirmeye başladı, niçin o zamana kadar anlamamıştım, hala müteessirim. (Şahabeddin Süleyman, ) Sadakat İki kadın kahramanın da aşk için fedakarlıklar yaptığı görülür fakat Marguerite daha uzun süre başka erkeklerle parasal durumunu ileri sürerek görüşmeye devam eder. Kamelya ise Tevfik Nijad’ı bir kez aldatır. Bunutiyatrodaki insanların, sevgilisi hakkında kötü düşünmesini engelleme isteğiyle yaptığını savunur. Parasızlığa dayanmak sorun değildir Kamelya için bu sebeple de Marguerite’den daha kolay bir biçimde içinde olduğu hayattan vazgeçmiştir fakat Tevfik Nijad’ın ona para vermeyen bir adam gibi görünmesini istememektedir. Amacı onun hakkında konuşulmasını engellemektir. Öte yandan Marguerite’in Armand’a karşı alaycı bir üslubu yer yer kullandığı göze çarpar, Kamelya ise gördüğü andan itibaren Tevfik Nijad’a çok düşkün ve hayran konumundadır. Bu durum erkekler için ise tam tersidir. Armand çok tutkulu bir aşık olduğu için borç ve kumara yönelmiştir Tevfik Nijad ise kendisi için servetini harcayan Kamelya’yı sadece daha fazla çalışarak geçindirmeye çalışmaktadır. 4. Eserlerin Şahıs Kadrolarının Mukayesesi Marguerite ve Kamelya: Marguerite, Kamelyalı Kadın romanında şuh ve asil tavırlarıyla tasvir edilir. Güzel giyinmeyi bilen, Champs-Élysées’de gezmeyi seven, tiyatroya çok sık giden, elinde renk renk kamelyalarla çok sık görüldüğü için Kamelyalı Kadın olarak da tanınan bir fahişedir. Para harcamayı sevmektedir. Romanın büyük bir kısmında bu şuh ve çekici halinden ziyade hastalığından bahsedilir. Sararıp solmuş görünmektedir, çok sık öksürmektedir. Adım adım ölüme Ümmü Burçin ÖZKAN doğru gittiği dışarıdan anlaşılacak kadar bellidir. Bazen çok alaycı ve sivri dilli konuşmaları olan kadın, coşkulu bir tiptir. Ancak bu coşkulu ve tehlikeli yapısına rağmen Armand’ın babası ayrılmalarını istediğinde üzüntüsünü belli etmeden gidecek kadar güçlüdür. Yine Armand Olympe ile kendisini kıskandırmaya çalıştığında buna karşı da direnir. Kamelya, Marguerite gibi genç bir kız değildir. 32 yaşındadır ve kendisinden oldukça küçük bir erkeğe karşı tutkuludur, onu çok beğenmektedir. Ancak kendisi de sarı-ela gözleri, kestane rengi saçları, uzun boyu ve beyaz etine dolgun yapısı ile çekici bir kadındır. Vahşi bir “hayvan” gibi tutkuludur. Daha yeni tanıştığı halde yalnız kaldığı ilk anda “nihayet” deyip boynuna atlayıp öpecek kadar Tevfik Nijad’ı beğenir. Hemen ardından şahsi evine onu davet edip hızlı bir şekilde bu yaşamdan kopması onun arzulu ve Tevfik Nijad’ın üzerine düşen yapısını gösterir. Yine aynı şekilde Tevfik Nijad’a laf gelmesini istememektedir ve bunun için her fedakarlığı yapabilecek karakterdir. Ayrıca Kamelya’nın tiyatroya gitmek için inat edişi onun da aynı Marguerite gibi tiyatroyu çok sevdiğini gösteren bir tavırdır. Armand ve Tevfik Nijad: Armand, Marguerite’yi görür görmez ona karşı bir şeyler hisseden romantik bir yapıdadır. Nitekim ilk karşılaşmalarında saçma sözler söyler ve ortamdan kaçar. Kıskançtır fakat saldırgan değildir. Kırılgandır ve kıskançlığı nedeniyle kendi kendine senaryolar üretip üzülür, küser, mektup yazarak bunları belli eder. Marguerite’nin başka erkeklerle görüştüğünü fark ettiği halde bunun sebebinin parasal olduğunu bilir ve onu başka bir odada beklemeye dahi katlanabilir. Bu sorunu daha çok para bularak çözmeye çalışır bu sebeple de borca girer, kumar oynar, varlığına ipotek koydurur. Tevfik Nijad, Kamelya ile olan münasebetini anlatırken sekiz sene öncesinden bahsetmektedir. Armand ise Marguerite ile ilişkisi yeni son bulmuş ve kadın o sırada ölmüşken olayları anlatmaktadır. Bu noktada iki kahramanın yaşadıkları üzerinden geçen süre farklılığından kaynaklı olabilecek farklar söz konusudur. Tevfik Nijad günümüzde diye bahsettiği zaman dilimindeki kadınları beğenmemektedir. Kamelya’yı bulduğu vakit “hayvanını” bulmuş olan Tevfik Nijad, onunla ilişkiye zamanla biteceğini, hevesini alacağını düşünerek başlamıştır fakat beraber geçen süre zarfında ona bağlanmıştır. Ancak Kamelya ile beraber yaşadığı zamanı zorluk ve sefalet içinde görmekte ve kadını buna razı olduğu için yüceltmektedir. Hukuk öğrencisi iken bu kadınlarla yaşayan iki kahramandan bir tanesi babasının gizli tuzağı ile diğeri ise aldatıldığını öğrenmesi ile sevdiği kadından ayrılmıştır. Başlangıçta başka erkeklerle görüşmeye devam eden Marguerite’yi kıskansa da buna büyük tepkiler vermeyip para bulmaya çalışan Armand, ikisi birlikte yaşamaya başladıktan sonra kadın kendisini hiç aldatmamış olsa dahi onu aniden terk ettiğine inanmıştır. Ayrıca sevgilisini kendinden ayıran babasıyla ilgili tüm gerçeği öğrendikten sonra Kamelya’ya ölümüne kadar para yardımı da yaptığını bildiği babasıyla görüşmeye devam eder. Tevfik Nijad ise kendisini iki sene boyunca hiç aldatmamış olan Kamelya’yı affettiğini söylese dahi bunu anlattığı zaman diliminde onunla beraber olmadığı izlenimini verir. Öte yandan aldatılmasından evvel Kamelya’nın nasıl para bulduğuna dair şüphelendiği evrede o da Armand gibi kendi kafasında senaryolar kurup sinirlenmekte ve üzülmektedir. Ancak ayrılmayı düşünse bile Kamelya’yı görür görmez tüm sinirini unutmaktadır. Aldatıldığını öğrenene kadar Armand’a ALEXANDRE DUMAS FILS’İN KAMELYALI KADIN ROMANI İLE ŞAHABEDDİN SÜLEYMAN’IN “FEDAKÂR” HİKÂYESİ ARASINDA BİR MUKAYESE ÇALIŞMASI benzer bir çizgide pasif ve kıskanç olan Tevfik Nijad onu tiyatrodan aldığında ona çok kötü davranır. Anlatıcı-Yazarlar: Kamelyalı Kadın romanının başında dinlediği gerçek olayları yazmaya karar veren yazar konumunda bir anlatıcı vardır. Ancak olay örgüsü, ara ara anlatıcı araya girse dahi büyük oranda Armand’ın ağzından aktarılır. Fakat her iki şekilde de kahraman anlatıcı ağzından bir aktarım söz konusudur. “Fedakâr” da ise “Tevfik Nijad “Emin olunuz dedi, Kamelya bana bir defa hıyanet etti…” biraz durdu, düşündü. Siyah gözlerinde büyük aşkının hatırat-ı şekline münkalib sayeleri dolaştı.” (Şahabeddin Süleyman ; ) şeklinde hikaye başkası ağzından başlasa da Tevfik Nijad’ın sekiz sene öncesini anlattığı olay örgüsüne dayanır. Anlatıcının yazar konumunda olduğu ise hikâyenin sonundaki şu cümleden anlaşılır: “Siz ki romancısınız; siz ki hayatı tahlil ettim diye iddia ediyorsunuz; buna ne dersiniz; diye sordu.” ( ) Ancak bu anlatıcı Kamelyalı Kadın’daki gibi araya girmez sadece dinleyici konumundadır, olayın içindeki etkin kahramanlardan birisi değildir. Sonuç Fransız edebiyatı ve Türk edebiyatından örnek olarak seçilen iki eser olarak Kamelyalı Kadın ve “Fedakâr” muhtevası, şahıs kadrosu, yazarlarının vermek istediği mesajlar bakımından karşılaştırılmıştır ve bu sayede iki eser arasındaki etkileşimin ortaya çıkarılması hedeflenmiştir. İki eserde de konu alınan “düşmüş kadın” meselesi her ne kadar birçok eserde işlenmiş olsa da incelenen iki eserde yazarların konuya yaklaşma biçimi ve ürettikleri tiplerin mesleklerinden isimlerine kadar birçok benzerlik olduğu görülmektedir. Bu noktada Fecr-i Ati sanatçılarının Fransız edebiyatını yakından takip etmesinin ve dile hakim olmasının etkili olduğu düşünülebilir. Öte yandan her ne kadar sanatın şahsi ve muhterem olduğunu savunsalar da toplum içinde gelişen ilişkilere ve bozukluklara çok uzak kalamayan Fecr-i Ati sanatçıların, Tanzimat’tan beri yazarların ilgilendiği cariyelik, kölelik ve fuhuş gibi problemlere dikkati çektiğini belirtmek gerekir. Evrensel durumların bütün dünya edebiyatlarında kendine yer bulduğunu ve bunun doğal olduğunu düşünmek yerinde olacaktır. Yapılan bu mukayeseli çalışmanın amacı da evrensel konulardan biri olup birçok sanatçının bakış açısına göre yorumladığı “düşmüş kadın” meselesini ele alan Alexandre Dumas Fils ve Şahabeddin Süleyman’ın eserlerini benzerlikleri ve farklılıkları noktasında ele almaktır. Kaynakça AKTAŞ, Şerif. (), Türk Modernleşmesi Makaleler IV, İstanbul: İletişim Yayınları. BANARLI, Nihad Sami.(), Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C:2, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. FILS, Alexandre Dumas.(), Kamelyalı Kadın, Çev. Zahir Güvemli. İstanbul: Güven Yayınevi. POLAT, Nâzım Hikmet. (), Şahabeddin Süleyman, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı. Şahabeddin Süleyman. (12 Nisan ), “Fedakâr”, Rübab,

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır