Kargalar Meclisi Ciltli
monash.pw
İntikam duygusuyla yanıp tutuşan bir mahkûm Bahis düşkünü bir keskin nişancı Ayrıcalıklı hayatını geçmişte bırakan bir kaçak Hayalet ismiyle tanınan bir casus Hayatta kalmak için sihir kullanan bir cellat Ve hepsini bir araya getiren kaçış uzmanı bir hırsız 6 Tehlikeli serseri 1 Imkânsiz görev Bu ekip büyük bir felaketi önleyebilecek tek seçenek, tabii önce birbirlerini yok etmezlerse. "Kargalar Meclisi, elinizden bırakmak istemeyeceğiniz, nadir bulunan kitaplardan. Bir çırpıda çevirdiğiniz sayfalarda karakterlerin sıradaki hamlelerini öğrenmek için sabırsızlanacaksınız." – Michael Dante DiMartino, "Avatar: Son Hava Bükücü" ile "Avatar: Korra Efsanesi" ortak yapımcılarından
- Açıklama
İntikam duygusuyla yanıp tutuşan bir mahkûm Bahis düşkünü bir keskin nişancı Ayrıcalıklı hayatını geçmişte bırakan bir kaçak Hayalet ismiyle tanınan bir casus Hayatta kalmak için sihir kullanan bir cellat Ve hepsini bir araya getiren kaçış uzmanı bir hırsız 6 Tehlikeli serseri 1 Imkânsiz görev Bu ekip büyük bir felaketi önleyebilecek tek seçenek, tabii önce birbirlerini yok etmezlerse. "Kargalar Meclisi, elinizden bırakmak istemeyeceğiniz, nadir bulunan kitaplardan. Bir çırpıda çevirdiğiniz sayfalarda karakterlerin sıradaki hamlelerini öğrenmek için sabırsızlanacaksınız." – Michael Dante DiMartino, "Avatar: Son Hava Bükücü" ile "Avatar: Korra Efsanesi" ortak yapımcılarından
- Yorumlar
© monash.pw Tüm hakları saklıdır.
Z
EAmESLjlTlAni
KERÇH,
KPPRySU1
Kay te ’y e,
gizli silah, beklenmedik dost
GRISHA
İKİNCİ O R D U ’N U N ASK ERLERİ
Y Ü C E B İL İM L E R İN USTALAR I
0ORPORALKİ
(CANLILAR VE ÖLÜLER SINIFI)
Cellatlar
Şifacılar
d)ETHEREALKİ
(ELCİLER SINIFI)
Rüzgârın Hâkimleri A teşin Hâkimleri
Dalgaların Hâkim leri
JVJ/VTERİALKİ
(FABRİKATÖRLER SINIFI)
Durast
A lkem i
1. KISIM
KARANLIK
Ç > o
' "f
İŞLER
4
J o o s t’un iki sorunu vardı: ay ve bıyığı.
Aslında Hoede hanesinde devriye gezmesi gerekiyordu.
Fakat son on beş dakikadır bahçelerin güneydoğu duvarında do
lanıyor, A nya’ya söyleyebileceği zekice ve romantik laflar düşü
nüyordu.
A nya’nın gözleri keşke deniz mavisi ya da zümrüt yeşili ol
saydı. Fakat kahverengiydi; sevecen, hayalperest erimiş çikolata
kahverengisi? Tavşan tüyü kahverengisi?
“Ona teninin ay ışığı gibi olduğunu söyleyiver,” demişti Jo-
ost’un arkadaşı Pieter. “Kızlar bu tarz şeylere bayılır.”
Bu, kusursuz bir çözümdü ama Ketterdam havasının yar
dımcı olduğu söylenemezdi. O gün limanda hiçbir esinti yoktu.
Bunun yanı sıra kentin kanallarını ve çarpık ara sokaklarını gri süt
renginde bir sis kaplamıştı. Burada, Geldstraat’ın köşkleri arasında
bile havada kesif bir balık ve sintine suyu kokusu vardı. Ayrıca
kentin dış adalarındaki rafinerilerden yükselen duman, gece gö
ğünü tuzlu bir pusla lekelemişti. Dolunay, bir mücevherden ziyade
Leigh Bardugo
patlatılması gereken bir kabarcığa benziyordu.
Belki Anya’nm gülüşüne iltifat edebilirdi. Tek sorun, onun
güldüğünü hiç duymamış olmasıydı. Espri yapmayı beceremezdi.
Joost evden yan bahçeye açılan çift kanatlı kapılara yerleştiril
miş cam panellerden birindeki yansımasına baktı. Annesi haklıydı.
Yeni üniformasıyla bile bir bebek gibi görünüyordu. Parmağını usul
ca üstdudağında gezdirdi. Ah, bıyıkları bir uzasaydı. Düne göre ke
sinlikle daha serttiler.
Stadwateh'takı işine başlayalı altı haftadan az olmuştu. Um
duğu heyecanı bulamamıştı. Fıçı’daki hırsızlan kovalayacağını ya
da limanlarda devriye gezeceğini, rıhtımlara yanaşan gemilerin yük
lerine ilk bakanlardan olacağını sanıyordu. Fakat Ticaret Konseyi,
o büyükelçinin belediye binasında suikasta kurban gitmesinden bu
yana güvenlikten dert yanmaktaydı. Peki, Joost ne yapıyordu? Ta
lihli bir tüccarın evinin etrafında daireler çizip duruyordu. Fakat bu
tüccar sıradan bir tüccar değildi. Konsey üyesi Hoede, Ketterdam
hükümetinde neredeyse en yüksek mevkide bulunuyordu. Kendi
sinden büyük işler bekleniyordu.
Ceketini ve tüfeğini düzelten Joost kalçasındaki copuna ha
fifçe vurdu. Belki Hoede onu severdi. Keskin bakışlı ve eli çabuk,
derdi Hoede. Bu adam bir terfıyi hak ediyor.
“Komiser Muavini Joost Van Poel,” diye fısıldadı, kelimele
rin sesinin keyfini çıkararak. “Komiser Joost Van Poel.”
“Kendine hayran hayran bakmayı kes.”
Henk ve Rutger yan bahçeye girerlerken aniden dönen Joost’un
yanakları kıpkırmızı kesildi. Henk ve Rutger, Joost’tan yaşça daha
büyük, daha iri ve daha geniş omuzluydular. Ayrıca ev muhafızları,
Konsey üyesi Hoede’nin özel hizmetkârlarıydılar. Bu da demek olu
yordu ki soluk yeşil üniforma giyinip Novyi Zem’den gelen gösterişli
lüfekler taşıyorlardı. Joost’a sıradan bir kent muhafızı olduğunu da
her daim hatırlatıyorlardı.
16
Kargalar Meclisi
“O ufak tüyler okşamakla uzamaz,” dedi Rutger abartılı bir
kahkahayla.
Joost temkini elden bırakmamaya çalıştı. “Devriyemi bitir
mem gerek.”
Rutger, Henk’i dirseğiyle dürttü. “Abayı yaktığı o kıza bak
mak için kafasını Grisha atölyesinden içeri sokacak yani.”
“Ah, Anya, Grisha sihrini kullanarak şu bıyıklarımı uzatsan
olmaz mı?” diye alay etti Henk.
Yanakları alev alev olan Joost topuklan üzerinde dönerek evin
doğu tarafına doğru yürüdü. Geldiğinden beri onunla dalga geçiyor
lardı. Anya olmasaydı muhtemelen amirinden onu başka bir yere
atamasını rica ederdi. Joost devriyelerinde Anya’yla sadece bir iki
kelam edebilmişti ama yine de Anya, gecesinin en güzel kısmıydı.
Ayrıca itiraf etmeliydi ki Hoede’nin evini de pencerelerden
içeri atabildiği birkaç bakışı da seviyordu şimdi. Hoede, Geldstra-
at’taki en şatafatlı köşklerden birine sahipti. Yerler parıldayan
siyah beyaz kare taşlarla döşenmişti. Işıldayan koyu renk ahşap
duvarlar tekne tavanlara yakın, denizanası gibi dalgalanan üfleme
camdan şamdanlarla aydınlatılıyordu. Joost bazen buranın kendi
evi, kendisinin de harikulade bahçesinde yürüyüşe çıkmış varlıklı
bir tüccar olduğunu hayal ederdi.
Köşeyi dönmeden önce derin bir nefes aldı. Anya, gözlerin
ağaç kabuğu gibi kahverengi? Bir şeyler düşünecekti. Olayları akı
şına bırakmakta daha başarılıydı zaten.
Grisha atölyesinin cam panelli kapılarının açık olduğunu gö
rünce şaşırdı. H oede’nin zenginliği, mutfaktaki elle boyanmış
mavi fayanslar ya da üzerinde lalelerin yer aldığı şömine rafların
dan ziyade, bu atölyede gözler önüne seriliyordu. Grisha çalışan
ları oldukça masraflıydılar; Hoede’nin emrindeyse tam üç Grisha
çalışıyordu.
Fakat Yuri, uzun çalışma masasının başında oturmuyordu.
Leigh Bardugo
Anya da görünürlerde yoktu. Sadece koyu mavi cübbesiyle bir
sandalyeye yayılmış Retvenko oradaydı. Göğsünde bir kitap vardı
ve gözleri kapalıydı.
Joost kapıda oyalandıktan sonra boğazını temizledi. “Bu ka
pıların geceleri kapalı ve kilitli olması gerekir.”
“Evin içi fırın gibi,” dedi Retvenko gözlerini açmadan. Ravka
aksam belirgindi. “Hoede’ye, terlemediğimde kapıları kapataca
ğımı söylersin.”
Diğer Grisha çalışanlarından yaşlı olan Retvenko, bir Rüz
gârın Hâkimi’ydi. Saçları gümüş rengiydi. Söylentilere göre Ravka
içsavaşında mağlup tarafta mücadele etmiş ve savaşın ardından
K erch’e kaçmıştı.
“Şikâyetlerini Konsey üyesi Hoede’ye seve seve iletirim,”
diye yalan söyledi Joost. Hoede’nin kömür yakma zorunluluğu
varmış gibi evin içi sürekli aşırı sıcak olurdu fakat Joost bunu ona
aktaran kişi olmayacaktı. “O zamana d e k ”
“Yuri’den haber var mı?” diye araya girdi Retvenko nihayet
ağır gözkapaklarım kaldırarak.
Joost çalışma masasının üzerindeki kırmızı üzüm kâselerine
ve kırmızı kadife yığınlarına huzursuzlukla baktı. Yuri, Bayan
Hoede için meyvelerin renklerini perdelere akıtmakla meşguldü
ancak birkaç gün önce fena halde hastalanmıştı. Joost o zamandan
beri onu görmemişti. Kadifenin üzerinde toz birikmeye, üzümler
de bozulmaya başlamıştı.
“Hiçbir bilgim yok.”
“Hiçbir bilgin olmayacak tabii. Aptal mor üniformanla sağda
solda dolaşmaktan başka bir şey yaptığın yok çünkü.”
Üniformasının nesi vardı ki? Hem Retvenko niye burada
olmak zorundaydı ki? O, Hoede’nin kişisel Rüzgârın Hâkimiydi.
Çoğunlukla tüccarın en kıymetli kargolarıyla seyahat ederek ge
milerin sağ salim ve olabildiğince çabuk bir şekilde limana ulaş
18 ^
Kargalar Meclisi
masını sağlayacak elverişli rüzgârlar çıkmasını sağlardı. Neden
şimdi denizde olamıyordu ki sanki?
“Yuri karantinaya alınmış olabilir bence.”
“Aman ne yardımcı oldun,” dedi Retvenko sırıtarak. “M e
raklı kazlar gibi kafanı uzatmayı kesebilirsin,” diye ekledi. “Anya
burada değil.”
Joost yine kızardığını hissetti. “Nerede peki?” diye sordu se
sine otorite yüklemeye çalışarak. “Hava karardıktan sonra içeride
olması gerekir.”
“Bir saat önce Hoede onu aldı. Tıpkı Yuri’yi alıp götürdüğü
akşamki gibi.”
“Yuri’yi alıp götürdü derken ne demek istiyorsun? Yuri has
talanmıştı.”
“Hoede, Yuri’yi alıp götürmüştü ve Yuri hasta dönmüştü. İki
gün sonra, Yuri sırra kadem bastı. Şimdi de Anya ortalarda yok.”
Sırra kadem bastı?
“Belki acil bir durum vardı. Belki birilerinin iyileştirilmesi
gerekiyordu”
“Önce Yuri, şimdi de Anya. Sırada ben varım. Ve zavallı
Memur Joost dışında bunu fark eden kimse olmayacak. Git şimdi.”
“Eğer Konsey üyesi Hoede.
Retvenko kolunu kaldırınca bir rüzgâr Joost’u geriye doğru
itti. Dengesini sağlamaya çalışan Joost, kapı çerçevesine tutundu.
“Sana git dedim.” Retvenko havada bir daire çizdi. Kapı gü
rültüyle kapandı. Joost ellerini tam zamanında çekerek parmakla
rının parçalanmasını engelledi ve yan bahçeye düştü.
Olabildiğince hızlı bir şekilde ayağa kalkıp üniformasındaki
çamuru temizledi. Utançtan kamı kasıldı. Darbenin şiddetiyle ka
pıdaki cam panellerden biri çatlamıştı. Joost Rüzgârın Hâkim i’nin
çatlaktan sırıttığını gördü.
Joost mahvolan camı göstererek, “Bunun ücreti maaşından
19
Leigh Bardugo
kesilecek,” dedi. Sesinin bu kadar küçük ve önemsiz çıkmasından
nefret etti.
Retvenko elini sallayınca kapı, menteşelerinde titredi. Joost
gayriihtiyari geriledi.
Retvenko, “Devriyene geri dön, küçük muhafız,” diye ses
lendi.
“Fena değil,” diye kıs kıs güldü bahçe duvanna yaslanan Rutger.
Ne zamandan beri orada duruyordu? “Beni takip etmekten
başka yapacak bir işin yok mu senin?” diye sordu Joost.
“Bütün muhafızlar kayıkhaneye gidecek. Sen de dahil. Yoksa
arkadaş edinmekle mi meşgulsün?”
“Ondan sadece kapıyı kapatmasını istemiştim.”
Rutger başını iki yana salladı. “Onlara ricada bulunmayacak
sın. Emredeceksin. Onlar hizmetkâr. Onur konukları değil.”
Mahcubiyetten midesi bulanan Joost, Rutger’in yanında yü
rümeye başladı. İşin en kötü yanıysa R utger’in haklı olmasıydı.
Retvenko’nun onunla o şekilde konuşmaya hakkı yoktu. İyi ama
Joost’un ne yapması gerekiyordu? Bir Rüzgârın Hâkimi’yle kav
gaya tutuşacak yüreği olsaydı bile, bunun pahalı bir vazoyla ka
pışmaktan bir farkı olmazdı. Grishalar yalnızca birer hizmetkâr
değillerdi. Hoede onlara çok kıymet veriyordu.
Sahi, Retvenko, Yuri ile Anya’nın alınıp götürülmeleriyle il
gili ne demek istemişti? A nya’yı koruyor muydu acaba? Grisha
çalışanlarının evde tutulmalarının geçerli bir sebebi vardı. Sokak
larda korumasız dolaşmak çok riskliydi. Bir köle tacirince kaçırı-
labilirler ve bir daha da onlardan haber alınmayabilirdi. Belki de
biriyle buluşuyordur, diye düşündü Joost sefilce.
Kanala bakan kayıkhanedeki ışık ve hareketlilik, düşüncele
rini böldü. Kanalın karşı tarafındaki diğer tüccar evlerini bütün
haşmetleriyle görebiliyordu. Yüksek ve zariftiler. Çatılarındaki
üçgen biçimli damları gece göğünde koyu renk birer siluetten iba
20 ^
Kargalar Meclisi
retti. Bahçeleri ve kayıkhaneleri ışıl ışıl fenerlerle aydınlatılmıştı.
Birkaç hafta önce, Joost’a Hoede’nin kayıkhanesinin tadilat
tan geçirileceği ve orayı devriyesinden çıkarması söylenmişti.
Fakat o ve Rutger içeri girdiklerinde ne boya ne de iskele gördüler.
Gondollar ve kürekleri duvar diplerine itilmişti. Deniz yeşili üni
formalı diğer m uhafızlar oradaydılar. Joost morlar içindeki iki
stadwatch muhafızını tanıdı. Ne var ki devasa bir dolap, içerinin
büyük bölümünü kaplıyordu. Güçlendirilmiş çelikten yapılmış gibi
görünen bir nevi bağımsız bir hücreydi bu. Kaynak yerleri, per
çinlerle sımsıkı tutturulmuş, duvarlarından birine kocaman bir
pencere yerleştirilmişti. Camdan bakan Joost içeride bir masanın
başında, kırmızı ipeklerini sımsıkı tutan bir kızın oturduğunu gö
rebiliyordu. Kızın arkasında stadwatch muhafızı, esas duruşta bek
liyordu.
Anya, diye fark etti Joost irkilerek. Büyük kahverengi gözle
rinde korku vardı. Cildi soluktu. Karşısında oturan ufak tefek
çocuk ondan daha çok korkmuş görünüyordu. Saçları uykudan
kalkmış gibi dağınık olan bu çocuk, sandalyeden sarkıttığı bacak
larıyla tedirgince havayı tekmeliyordu.
“Neden bütün muhafızlar?” diye sordu Joost. Kayıkhanede
ondan fazla muhafız toplanmıştı. Konsey üyesi Hoede de ora
daydı. Yanında Joost’un tanımadığı bir tüccar daha vardı. İkisi de
tüccar karaları giymişti. Stadwatch'un komiseriyle konuştuklarını
gören Joost vücudunu dikleştirdi. Bahçede üniformasına bulaşan
bütün çamurları çıkarmış olduğunu ümit etti. “Bu da ne böyle?”
Rutger omuz silkti. “Kimin umurunda? İstisnai bir durum.”
Joost tekrar camdan içeri baktı. Gözlerini Joost’a dikmiş An-
ya’nın bakışları dalgındı. Joost, Hoede’nin köşküne ilk geldiğinde
Anya, yanağındaki bir morluğu iyileştirmişti. Mühim bir şey de
ğildi. Bir talim sırasında yüzüne aldığı darbeden geriye kalan sarı-
yeşil izdi. Fakat görünüşe bakılırsa bu izi fark eden Hoede,
21
Leigh Bardugo
m uhafızlarının eşkıya gibi görünmelerini istemiyordu. Joost,
Grisha atölyesine gönderilmişti. Kışın son günlerini yaşadıkları o
gün Anya onu güneşin vurduğu parlak bir alanda oturtmuştu.
Soğuk parmaklarını teninin üzerinde gezdirmiş ve yaşattığı kor
kunç kaşıntı hissine rağmen, birkaç saniye sonra morluğu tama
men yok etmişti.
Joost teşekkür ettiğinde Anya gülümsemiş ve Joost kendin
den geçmişti. Durumunun umutsuz vaka olduğunu biliyordu. Anya
ona ilgi duyuyor olsaydı bile onu Hoede’den satın alacak parası
yoktu. Ayrıca H oede’nin emri olmadan asla evlenmezdi. Fakat
bütün bunlar Joost’u onu görmeye gitmekten ya da ona küçük he
diyeler vermekten alıkoymamıştı. Anya hediyeler içinde en çok
Kerch haritasını beğenmişti. Bu tuhaf haritada ada ülkelerinin et
rafını, Gerçek D eniz’de yüzen denizkızları ve tombul yanaklı
adamlar olarak tasvir edilen rüzgârların sürüklediği gemiler çev
relemişti. Doğu Çıtası’nda turistlerin satın aldığı türden ucuz bir
armağandı fakat A nya’yı mutlu etmiş gibiydi.
Şimdi Joost onu selamlamak için elini kaldırdı. Anya hiçbir
lepki vermedi.
“Seni göremez, geri zekâlı,” diye güldü Rutger. “Camın diğer
tarafında ayna var.”
Joost’un yanakları al al oldu. “Nereden bilebilirdim ki?”
“Bir kez olsun gözlerini aç ve dikkat et.”
Önce Yuri, şimdi de Anya. “Neden bir Grisha şifacısına ihti
yaçları var? O çocuk yaralı mı?”
“Bana iyi göründü.”
Komiser ve Hoede bir tür uzlaşıya varmış gibi görünüyorlardı.
Joost, camdan H oede’nin hücreye girdiğini ve cesaretlendi
rici bir şekilde, hafifçe çocuğun sırtına vurduğunu gördü. Hücrede
menfezler olmalıydı zira H oede’nin, “Cesur davranırsan birkaç
kruge kazanabilirsin,” dediğini duydu. Ardından benekli eliyle An-
22 ^
Kargalar Meclisi
ya’nın çenesini kavradı. Anya gerilirken Joost’un midesi kasıldı.
Hoede, Anya’nın kafasını hafif sarstı. “Sana söylenenleri yaparsan
bu iş hemen biter,ya?”
Anya gergince gülümsedi. “Elbette, efendim.”
Hoede, A nya’nın arkasındaki muhafıza birkaç kelime fısıl
dadıktan sonra hücreden çıktı. Kapı büyük bir gürültüyle kapandı.
Hoede ağır bir kilit taktı.
Hoede ve diğer tüccar, neredeyse Joost’la R utger’in tam
önünde yerlerini aldılar.
Joost’un tanımadığı tüccar, “Bunun akıllıca olduğundan emin
misin? Bu kız bir Corporalki. Fabrikatörüne olanlardan sonra”
dedi.
“Retvenko olsaydı endişelenirdim ama Anya mülayimdir. Bir
Şifacı. Saldırgan eğilimli değildir.”
“Peki, dozu düşürdün mü?”
“Evet, ama Fabrikatör’dekiyle aynı sonuçları elde edersek
Konsey’in zararımı karşılayacağı konusunda anlaştık, değil mi?
Benden o masrafı üstlenmemi bekleyemezler.”
Tüccar başıyla onaylayınca Hoede komisere işareti verdi.
“Başlayın.”
Fabrikatördekiyle aynı sonuçlar. Retvenko, Yuri’nin ortadan
kaybolduğunu iddia etmişti. Bunu mu kastetmişti acaba?
“Çavuş,” dedi komiser, “hazır mısın?”
Hücrenin içindeki muhafız, “Evet, efendim,” diye yanıt verdi.
Bıçağını çekti.
Joost güçlükle yutkundu.
“İlk test,” dedi komiser.
Muhafız öne doğru eğilerek çocuğa gömleğinin kolunu sıyır
masını söyledi. Emre itaat eden çocuk kolunu uzattı. Diğer elinin
başparmağım ağzına soktu. Bunun için fazla büyük, diye düşündü
Joost. Fakat çocuk çok korkmuş olmalıydı. Joost neredeyse on dör
Leigh Bardugo
düne kadar oyuncak ayısıyla uyumuş, bu nedenle de ağabeyleri
onunla acımasızca alay etmişti.
“Birazcık acıyacak,” dedi muhafız.
Yuvarlak gözlü çocuk, başparmağını ağzında tutarak başını
salladı.
“Bu gerçekten hiç gerekli değil” dedi Anya.
“Sessizlik, lütfen,” dedi Hoede.
Muhafız, çocuğa hafifçe vurduktan sonra önkolunda kıpkır
mızı bir kesik açtı. Çocuk anında ağlamaya başladı.
Anya sandalyesinden doğrulmaya çalıştı ama muhafız elini
kararlılıkla omzuna koydu.
“Sorun değil, Çavuş,” dedi Hoede. “Bırak da onu iyileştirsin.”
Çocuğun elini nazikçe tutan Anya öne doğru eğildi. “Şşşt,”
dedi usulca. “Yardım etmeme izin ver.”
“Acıyacak mı?” diye yutkundu çocuk.
Anya gülümsedi. “Hiç acımayacak. Sadece biraz kaşınacak.
Hatırım için hareket etmemeye çalış, olur m u?”
Joost biraz daha öne eğilmiş olduğunu fark etti. Anya’yı daha
önce birini iyileştirirken hiç görmemişti.
Yeninden bir mendil çıkaran Anya çocuğun koluna dağılan kam
sildi. Sonra parmaklarını özenle çocuğun yarasının üzerinde gezdirdi.
Deri yavaş yavaş birleşip eski haline gelirken Joost hayretle izledi.
Birkaç dakika sonra çocuk sırıtarak kolunu uzattı. Biraz kır
mızı görünmesi dışında pürüzsüzdü, geride hiçbir iz kalmamıştı.
“Bu sihir miydi?”
Anya çocuğun burnuna hafifçe vurdu. “Bir bakıma. Biraz
sargı bezi ve zamanla kendi vücudunun yarattığı sihirden farksız.”
Çocuk neredeyse hayal kırıklığına uğramış gibiydi.
“Güzel, güzel,” dedi Hoede sabırsızca. “Şimdi de parem .”
Joost kaşlarını çattı. O kelimeyi hiç duymamıştı.
Komiser, çavuşa işaret etti. “İkinci aşama.”
24 ^
Kargalar Meclisi
Çavuş, çocuğa tekrar, “Kolunu uzat,” dedi.
Çocuk kafasını iki yana salladı. “O kısımdan hoşlanmıyorum.”
“Uzat şu kolunu.”
Çocuğun altdudağı titriyordu ama kolunu uzattı. Muhafız,
kolu bir kez daha kesti. Ardından Anya’nın önüne, masanın üstüne
parafinli kâğıttan bir zarf koydu.
Hoede, Anya’ya, “Zarfın içindekileri yut,” dedi.
“O ne?” diye sordu sesi titreyen Anya.
“Orası seni ilgilendirmez.”
“O ne?” diye tekrarladı.
“Ölümcül bir şey değil. İlacın etkilerini değerlendirmek için
senden bazı basit görevleri yerine getirmeni isteyeceğiz. Çavuş,
yalnızca söylenenleri yapmanı, bunların dışına çıkmamanı sağla
mak için orada. Anlaşıldı mı?”
Anya’nın çenesi kasıldı ama başını salladı.
“Sana kimse zarar verm eyecek,” dedi Hoede. “Ama sakın
unutma, çavuşu incitirsen o hücreden katiyen çıkamazsın. Kapılar
dışarıdan kilitli.”
“O şey ne?” diye fısıldadı Joost.
“Bilmiyorum,” dedi Rutger.
“Ne biliyorsun ki?” diye homurdandı Joost.
“Ağzımı kapalı tutmayı.”
Joost kaşlarını çattı.
Anya titreyen elleriyle minik zarfı alıp açtı.
“Devam et,” dedi Hoede.
Başını geriye yatırıp tozu yuttu. Bir an oturduğu yerde, du
daklarını birbirine bastırmış bir şekilde bekledi.
“Bu sadecejurda mı?” diye sordu umutla. Joost da öyle umu
yordu. Jurdanm korkulacak bir tarafı yoktu. Stadwatch,taki her
kesin geç saatlerdeki nöbetlerde tetikte kalmak için çiğnediği bir
uyarıcıydı.
25 ^
Leigh Bardugo
“Tadı nasıl?” diye sordu Hoede.
“Jurda gibi ama daha tatlı..
Anya aniden soluk aldı. Elleri masayı kavradı. Gözbebekleri
o kadar büyüdü ki gözleri neredeyse kapkara göründü. “Ahhh,”
dedi iç geçirerek. Neredeyse mırlamıştı.
Muhafız omzunu biraz daha sıktı.
“Nasıl hissediyorsun?”
Anya aynaya bakıp gülümsedi. Beyaz dişlerinin arasından
çıkan dili pas rengiydi. Joost ürperdi.
“Tıpkı Fabrikatör’deki gibi,” diye mırıldandı tüccar.
“Çocuğu iyileştir,” diye buyurdu Hoede.
Anya neredeyse kibirli bir hareketle elini salladı. Çocuğun
kolundaki kesik anında kapandı. Derisinin üzerindeki kan, kırmızı
damlacıklar halinde kısa süreliğine havalandıktan sonra ortadan
kayboldu. Çocuğun derisi tamamen pürüzsüz görünüyordu. Kan
dan ya da morluktan eser yoktu. Çocuk gülümsedi. “Bu kesinlikle
sihirdi.”
“Sihir hissi veriyor,” dedi o tuhaf tebessümüyle.
“Ona dokunmadı,” dedi hayretler içindeki komiser.
“Anya,” dedi Hoede. “Beni dikkatle dinle. Şimdi muhafıza
ikinci testi uygulamasını söyleyeceğiz.”
“Mmm,” diye vızıldadı Anya.
“Çavuş,” dedi Hoede. “Çocuğun başparmağını kes.”
Çocuk çığlık atıp tekrar ağlamaya başladı. Ellerini, korumak
için bacaklarının altına kıstırdı.
Bunu durdurmalıyım, diye düşündü Joost. Anya ’y ı ve çocuğu
korumanın bir yolunu bulmalıyım. İyi ama ya sonra? O bir hiçti.
Stadwatch'ta yeniydi, bu evde yeniydi. Dahası, utançla fark etti,
işimi kaybetmek istemiyorum.
Gülümseyen Anya, çavuşa bakabilmek için başını geriye ya
tırdı. “Cama ateş et.”
26 ^
Kargalar Meclisi
“Ne dedi o?” diye sordu tüccar.
“Çavuş!” diye gürledi komiser.
“Cama ateş et,” diye tekrarladı Anya. Çavuşun yüzü gevşedi.
Uzaktan gelen bir ezgiyi dinliyormuşçasına başını yana yatırdı.
Sonra tüfeğini alıp gözlem penceresine nişan aldı.
“Eğilin!” diye bağırdı biri.
Joost kendini yere attı. Silah sesleri kulaklarını doldurdu. Sır
tının ve ellerinin üzerine cam parçaları yağarken kafasını kolladı.
Düşünceleri panikli bir patırtıdan ibaretti. Zihni inkâr etmeye ça
lışsa da az önce ne gördüğünü biliyordu. Anya, çavuşa cama ateş
etmesini emretmişti. Cama ateş ettirmişti. Fakat bu olamazdı.
Grisha Corporalkileri insan bedeninde uzmandılar. Kalbinizi dur
durabilir, solunumunuzu yavaşlatabilir, kemiklerinizi kırabilirlerdi
ama kafanızın içine giremezlerdi.
Bir an sessizlik oldu. Sonra diğer herkesle birlikte ayağa kalkan
Joost tüfeğine uzandı. Hoede ve komiser aynı anda bağırdılar.
“Etkisiz hale getirin onu!”
“Vurun onu!”
“Onun değeri ne kadar biliyor musun sen?” dedi Hoede. “Biri
onu etkisiz hale getirsin! Sakın ateş etmeyin!”
Anya ellerini kaldırdı ve kırmızı yenleri etrafa yayıldı.
“Durun,” dedi.
Joost’un telaşı yok oldu. Korkmuş olduğunu biliyordu ama
korkusu geri plandaydı. İçi heyecanla dolmuştu. Ne olacağından
ya da ne zaman olacağından emin değildi. Tek bildiği, bir şeylerin
olacağı ve buna hazırlıklı olması gerektiğiydi. İyi de olabilirdi kötü
de. Umurunda değildi. Yüreğinde kaygı ve istek yoktu. Hiçbir şey
istemiyor, hiçbir şeye özlem duymuyordu. Zihni sessiz, soluğu dü
zenliydi. Tek yapması gereken beklemekti.
Anya’nın doğrulup küçük çocuğu aldığını gördü. Ona usulca
bir Ravka ninnisi söylediğini duydu.
Leigh Bardugo
“Kapıyı aç ve içeri gel, Hoede,” dedi Anya. Joost sözcükleri
duydu. Onları anladı, sonra unuttu.
Hoede kapıya doğru yürüyüp kilidi açtı. Çelik hücreye girdi.
Anya gülümseyerek, “Söylenenleri yaparsan bu iş hemen
biter,ya?” diye mırıldandı. Gözleri siyah ve dipsiz birer havuzdu.
Cildi yanıyor, parlıyor, göz kamaştırıyordu. Joost’un aklına bir
fikir düştü; ay kadar güzel.
Anya çocuğu diğer koluna aldı. “Sakın bakma,” diye mırıl
dandı çocuğun saçlarına. “Şimdi,” dedi Hoede’ye. “Bıçağı al.”
28 ^
ız Brekker’in bir nedene ihtiyacı yoktu. Ketterdam sokak
larında, Fıçı olarak bilinen zevk mıntıkasının karanlık ara sokakla
rında, taverna ve kahve evlerinde fısıldanan kelimeler bunlardı.
Kirlieller adını verdikleri çocuğun, -birinin bacağını kırmak, bir it
tifakı bitirmek ya da bir kart çevirerek bir adamın talihini değiştir
mek için- izne ihtiyacı olmadığı gibi, bir nedene de ihtiyacı yoktu.
Elbette yanılıyorlardı, diye düşündü İnej. Beurs Kanalı’nın
simsiyah sularının üzerindeki köprüden, Borsa’nm ön cephesine
bakan metruk ana meydana doğru ilerliyordu. Her bir şiddet ey
lemi kasıtlıydı. Yapılan hiçbir iyilik karşılıksız değildi. K az’ın her
zaman bir nedeni olurdu. Tek sorun, lnej’in bu nedenin mantıklı
olup olmadığından asla emin olamamasıydı. Özellikle de bu gece.
Bıçaklarını kontrol eden Inej sorun çıkacağını düşündüğünde
her zaman yaptığı gibi sessizce onların isimlerini saydı. Pratik bir
alışkanlık ama aynı zamanda bir teselliydi de. Bıçaklar onun yol
daşlarıydı. Onların, gecenin getireceği her şeye hazır olduklarını
bilmekten hoşlanırdı.
29
Leigh Bardugo
Kaz ve diğerlerinin Borsa’nm doğu girişini belli eden büyük
taş kemerin yakınında toplandıklarını gördü. Tepelerindeki taşa üç
sözcük kazınmıştı: Enjent, Voorhent, Almhent. Sanayi, dürüstlük,
refah.
Meydanı saran, kepenkleri indirilmiş mağazaların önünden ay
rılmıyor, sokak lambalarının titrek ışığının düştüğü bölgelerden ka
çınıyordu. Yürürken bir taraftan da K az’ın yanında getirdiği
adamların listesini çıkardı: Dirix, Rotty, Muzzen ve Keeg, Anika ve
Pim, bu geceki müzakere için seçtiği yardımcıları Jesper ve Büyük
Bolliger. İtişip kakışıyor, gülüşüyor, şehri bu hafta gafil avlayan
soğuk havada, ilkbahar gerçek manada başlamadan evvel son dem
lerini yaşayan kış nedeniyle ayaklarını yere vuruyorlardı. Hepsi
Kaz’m en çok güvendiği insanlar olan Döküntüler’in genç üyeleri
arasında toplanan kavgacı tiplerdi. Inej, kemerlerinde takılı duran
bıçakların, kurşun boruların, zincirlerin, paslı çivilerle bezenmiş
balta saplarının parıltısını ve bir tabanca namlusunun yağlı ışıltısını
fark etti. Sessizce aralarına dahil olarak, Borsa’nın civarındaki göl
gelerde Siyah Uçlar’m casuslarına dair izleri taradı.
“Üç gemi!” diyordu Jesper. “Shular göndermiş. İlk Liman’da
öylece bekliyorlarmış. Toplan dışarıda, kırmızı bayrakları uçuşu-
yormuş. Yelkenlere kadar altınla dolularmış. ”
Büyük Bolliger alçak bir ıslık çaldı. “Onları görmek ister
dim.”
“Onları çalmak isterdim,” diye karşılık verdi Jesper. “Ticaret
Konseyi’nin yarısı oradaymış. Telaşa kapılmışlar. Ciyaklıyor, ne
yapacaklarına karar vermeye çalışıyorlarmış.”
“ ShuTarın, borçlarını ödemelerini istemiyorlar m ı?” diye
sordu Büyük Bolliger.
Kaz başını iki yana sallayınca koyu renk saçları lambanın ışı
ğında parıldadı. Sert hatlan vardı ve basit giyinirdi; sivri çene, ince
yapı, omuzlarının üzerine atılmış yün bir palto. “Hem evet, hem
30
Kargalar Meclisi
hayır,” dedi kulak tırmalayan sesiyle. “Bir ülkenin size borçlu kal
ması daima iyidir. Görüşmelerde karşı tarafı daha uysal kılar.”
“Belki de Shular uysallıktan bıkmışlardır,” dedi Jesper.
“Onca hâzineyi bir kerede göndermelerine gerek yoktu. O ticaret
büyükelçisini sence onlar mı hakladı?”
Kaz’ın gözleri, kalabalığın içinde Inej’i buldu. Ketterdam’ın
dört bir yanında haftalardır büyükelçinin suikastı konuşuluyordu.
Suikast, Kerch-Zemeni ilişkilerini neredeyse yok etmiş ve Ticaret
Konseyi’ni de kargaşaya sürüklemişti. Zemeniler, Kerchleri suçlu
yordu. Kerchler, Shulardan kuşkulanıyordu. Kaz, suikasttan kimin
sorumlu olduğunu umursamıyordu. Bu cinayetin onu ilgilendirme
sinin nedeni, nasıl yapıldığını çözememiş olmasıydı. Zemeni ticaret
büyükelçisi belediye binasının en yoğun koridorlarından birinde, bir
düzineden fazla hükümet yetkilisinin burnunun dibinde tuvalete gir
mişti. İçeri giren ya da çıkan olmamıştı. Fakat yardımcısı birkaç da
kika sonra kapıyı çaldığında cevap gelmemişti. Kapıyı kırıp içeri
girdiklerinde büyükelçiyi beyaz fayansların üzerinde yüzüstü yatar
ken bulmuşlardı. Sırtına bir bıçak saplanmıştı, çeşme hâlâ akıyordu.
Kaz, mesai saatinden sonra binayı araştırması için Inej’i gön
dermişti. Tuvalette kapı dışında hiçbir giriş, pencere ya da havalan
dırma deliği yoktu. Hatta Inej bile henüz boruların içinden geçme
sanatında ustalaşmamıştı. Gel gelelim Zemeni büyükelçisi ölmüştü.
Kaz çözemediği bulmacalardan nefret ederdi. O ve Inej cinayeti
açıklayan yüzlerce teori üretmiş, hiçbirinde tatmin edici bir sonuca
ulaşamamışlardı. Fakat bu gece daha acil sorunları vardı.
Inej, Kaz’ın Jesper ve Büyük Bolliger’e silahlarını çıkarmala
rını işaret ettiğini gördü. Sokak yasalarına göre, bu tarz bir müza
kerede her bir temsilciye iki yardımcı eşlik edebilirdi ve hepsinin
silahsız olması gerekirdi. Müzakere. Kelime, insanda sahte hissi
uyandırıyordu; tuhaf bir şekilde fazla resmi ve eskide kalmıştı.
Sokak yasaları ne derse desin, gecede şiddet kokusu vardı.
Leigh Bardugo
Dirix, Jesper’e, “Hadi, ver şu silahları,” dedi.
İç geçiren Jesper kalçasındaki tabanca kemerlerini çıkardı.
Inej itiraf etmeliydi ki Jesper onlarsız başka biri gibi görünüyordu.
Zemenili keskin nişancı uzun kollu, esmer tenli ve sürekli hareket
halindeydi. Dudaklarını, canından çok sevdiği altıpatlarlarının inci
kabzalarına bastırarak her birine hüzünlü birer öpücük kondurdu.
“Canlarıma iyi bak,” dedi Jesper onları Dirix’e verirken. “En
ufak bir çizik falan görürsem göğsüne kurşunlarla, bağışla beni,
yazarım.”
“Mermilerini boşa harcamazsın sen.”
“Hem daha bağışlarım yarısında Dirix çoktan ölmüş olur,”
dedi Büyük Bolliger bir el baltasını, bir sustalıyı ve favori silahını
-ucuna ağır bir asma kilit iliştirilmiş kalın bir zinciri- Rotty’nin
sabırsız ellerine bırakırken.
Jesper gözlerini devirdi. “Burada amaç bir mesaj göndermek.
Ölü bir adamın göğsünde bağı yazmasının ne anlamı var ki?”
“Uzlaşma,” dedi Kaz. “Bir, pardon, işinizi görür. Üstelik
daha az kurşun harcarsınız.”
Dirix güldü ama Inej adamın, Jesper’in altıpatlarlarını alırken
azami dikkat gösterdiğini fark etti.
“Peki, o ne olacak?” diye sordu Jesper, K az’ın bastonunu
göstererek.
Kaz’m kahkahası sakin ve ciddiydi. “Bir kötürümü bastonun
dan kim mahrum bırakır ki?”
“Söz konusu kötürüm sen olduğunda, aklı başında her adam.”
“O halde iyi ki Geels’le buluşuyoruz.” Kaz, yeleğinin cebin
den bir saat çıkardı. “Saat gece yarısına geliyor.”
Inej bakışlarını Borsa’ya yöneltti. Etrafı depolarla ve nakliye
ofisleriyle çevrili, büyük dikdörtgen bir avludan biraz genişti.
Fakat gündüzleri Ketterdam ’m kalbi burada atardı. Kentin liman
larından geçen ticaret gemilerinde hisse alıp satan varsıl tüccarlarla
32
Kargalar Meclisi
dolup taşardı. Şimdiyse vakit gece yarısına gelirken, çevrede ve
çatıda devriye gezen nöbetçiler dışında Borsa’da in cin top oynu
yordu. Bu geceki müzakereyi görmezden gelmeleri için nöbetçi
lere rüşvet verilmişti.
Borsa, kentin Ketterdam’ın rakip çeteleri arasındaki bitmek
bilmeyen çekişmelerinde henüz paylaşılmamış ve sahiplenilmemiş
birkaç kısmından biriydi. Sözde tarafsız bölgeydi. Ancak Inej’e
pek de tarafsız gelmiyordu. Tavşan kapana yakalanıp feryat etmeye
başlamadan önceki ormanın sessizliğini andırıyordu. Bir tuzak
hissi uyandırıyordu.
“Bu bir hata,” dedi Inej. Büyük Bolliger irkildi. Zira Inej’in
orada olduğunu bilmiyordu. Inej, Döküntüler’in ona uygun gördük
leri ismin fısıldandığını duydu: Hayalet. “Geels bir iş çeviriyor.”
“Elbette çeviriyor,” dedi Kaz. Sesinde taşın taşa sürttüğünde
çvkan kaba özellik vardı. Inej, Kaz’m sesinin küçük bir çocukken
de böyle olup olmadığını hep merak ederdi. Tabii küçük bir çocuk
olmuşsa.
“Bu gece buraya niçin geldik öyleyse?”
“Çünkü Per Haskell böyle olmasını istiyor.”
Eski kafa, eski yöntem ler, diye düşündü Inej ama dile getir
medi. Diğer Döküntüler’in de aynı şeyi düşündüklerinden şüphe
lendi.
“Hepimizi öldürtecek,” dedi Inej.
Uzun kollarını kafasının üstüne kaldıran Jesper sırıttı, esmer
teniyle zıtlık oluşturan bembeyaz dişleri göründü. Henüz tüfeğini
teslim etmemişti. Sırtında duran tüfeğin silueti yüzünden hantal,
uzun bacaklı bir kuşa benziyordu. “İstatistiksel olarak muhtemelen
sadece bazdarımızı öldürtecek.”
“Şaka yapılacak bir konu değil bu,” diye karşılık verdi Inej.
Kaz ona eğlenirmiş gibi bir bakış attı. Inej verandasında oturmuş,
uğursuz cümleler kuran sert, aksi bir kocakarı gibi konuştuğunun
Leigh Bardugo
farkındaydı. Bundan hoşlanmıyordu ama haklı olduğunu da bili
yordu. Dahası yaşlı kadınların bir bildiği vardı herhalde. Aksi tak
dirde yüzleri bum buruşuk olana kadar yaşamaz ve verandadan
sağa sola bağırmazlardı.
“Jesper şaka yapmıyor, Inej,” dedi Kaz. “İhtimalleri hesaplıyor.”
Büyük Bolliger devasa parmaklarım kütletti. “Eh, bir tava
yumurta ve biralar Kooperom’da beni bekliyor. O yüzden bu gece
ölen ben olamam.”
“Bahse girmek ister misin?” diye sordu Jesper.
“Kendi ölümüm üzerine bahse girmeyeceğim.”
Şapkasını kafasına geçiren Kaz, eldivenli ellerini selam verir
gibi kenarında gezdirdi. “Neden ki Bolliger? Bu her gün yaptığı
mız bir şey zaten.”
Kaz haklıydı. Inej’in Per Haskell’e olan borcu, aldığı her yeni
iş ya da görevde, Sunta’daki odasından her ayrıldığında hayatını
riske attığı anlamına geliyordu. Bu gece de diğer gecelerden fark
sızdı.
Takas Kilisesi’nin çanları çalmaya başladığında Kaz basto
nunu parke taşların üzerine vurdu. Grup sessizleşti. Konuşma vakti
sona ermişti. “Geels zeki değildir ama kafası sorun çıkaracak kadar
da çalışır,” dedi Kaz. “Ne duyarsanız duyun, ben emir vermedikçe
sakın karışmayın. Tetikte durun.” Sonra Inej’e döndü. “Ve gizli
kalın.”
“Yas yok,” dedi tüfeğini Rotty’ye atan Jesper.
.“Cenaze yok,” dedi Döküntüler’in geri kalanı yanıt olarak.
Bu, kendi aralarında “iyi şanslar” anlamına; geliyordu.
Inej gölgelerin içine karışmadan önce lia z karga başlı basto
nuyla koluna hafifçe vurdu. “Gözün çatıdaki nöbetçilerde olsqn.
Geels onları satın almış olabilir.”
“Öyleyse.. .” diye başladı Inej ama Kaz çoktan gitmişti.
Inej öfkeyle ellerini iki yana açtı. Kafasında yüzlerce soru
34 ^
Kargalar Meclisi
vardı lâkin Kaz her zamanki gibi hiçbirini cevaplandırmıyordu.
Inej, Borsa’nın kanala bakan duvarına doğru koştu. Müzake
reye yalnızca temsilciler ve onların yardımcıları katılabilirdi. Fakat
diğer Döküntüler, Siyah Uçlar’ın kafasında başka fikirler olması
ihtimaline karşı doğu kemerinin hemen dışında, silahları hazır va
ziyette bekleyeceklerdi. Inej, Geels’in ağır silahlı Siyah Uçlar eki
bini batı girişinde toplamış olacağını biliyordu.
Inej yolunu kendi bulacaktı. Çeteler arasında oyunu kuralına
göre oynamak Per Haskell’in zamanında kalmıştı. Dahası o, Ha-
yalet’ti. Onun için geçerli tek kural yerçekimiydi ve bazı günler
ona da meydan okuduğu olurdu.
Borsa’nın alt katı, penceresiz depolardan oluştuğu için Inej
tırmanmak için bir drenaj borusu buldu. Tırmanmaya başlamadan
önce içinden bir ses tereddüt ettirdi. Cebinden bir fener çıkarıp
salladı. Soluk, yeşil ışığı borunun üzerine tuttu. Yağla kayganlaş
tırılmıştı. Başka bir yol arayarak duvar boyunca ilerledi. K erch’in
üç uçan balığının bir heykelini taşıyan, uzanabileceği yükseklikte
bir taş korniş buldu. Parmak uçlarında yükselerek kornişin üst kıs
mını eliyle dikkatle yokladı. Buzlucamla kaplanmıştı. Beni bekli
yorlar, diye düşündü zalim bir hazla.
Döküntüler’e yaklaşık iki yıl önce, on beşinci yaş gününden
sadece birkaç gün sonra katılmıştı. Aslında o sırada amacı hayatta
kalmaktı fakat bu kadar kısa zamanda tedbir alınacak biri haline
gelmiş olduğunu bilmekten mutluluk duydu. Ne var ki Siyah Uçlar
bu tarz numaraların Hayalet’i yıldırabileceğim düşünüyorlarsa feci
halde yanılıyorlardı.
Inej kapitone yeleğinin cebinden iki tırmanış çivisi çıkardı.
Kendini yukarı kaldırırken çivileri duvardaki tuğlaların arasına ba
tırdı. Basacak bir yer arayan ayaklarını ufak girinti ve çıkıntılara
yerleştirdi. Çocukken cambaz telinde yürümeyi çıplak ayakla öğ
renmişti. Fakat Ketterdam sokakları bunun için fazla soğuk ve ıs
35
Leigh Bardugo
laktı. Birkaç kötü düşüşün ardından, W ijnstraat’taki bir likör dük
kânında gizlice çalışan bir Grisha Fabrikatöründen para karşılı
ğında ona yumrulu kauçuk tabanlı bir çift deri ayakkabı yapmasını
istemişti. Tam ayağına göre olan ayakkabılar her yüzeye sağlam
bir şekilde tutunabiliyorlardı.
Borsa’nın ikinci katında, tam tüneyebileceği genişlikte bir
pencere denizliğine çıktı.
Kaz ona öğretmek için elinden geleni yapmıştı ama Inej bi
nalara girme konusunda onun kadar becerikli olmadığından kilidi
açmak için birkaç kez denemesi gerekti. Sonunda klik sesini duy
duğunda pencere ıssız bir ofise açıldı. Duvarları, ticaret yollarını
gösteren haritalarla ve gemilerin isimleriyle hisse fiyatlarının lis
telendiği tahtalarla kaplıydı. İçeri dalıp pencereyi tekrar kilitledi.
Üzerinde düzenli sipariş ve irsaliye istifleri bulunan boş masaların
yanından kıvrandı.
İnce bir kapıya doğru giderek Borsa’nın merkez avlusuna
nazır bir balkona çıktı. Bütün nakliye ofislerinin bir avlusu vardı.
Tellallar gelen ve giden gemileri ilan ediyor ya da bir geminin
bütün yüküyle birlikte denizde kaybolduğunu haber veren siyah
bayrağı burada asıyorlardı. Borsa’nın zemini alım satımlarla ha
reketlenir, haberciler bunu bütün şehre yayardı ve kalkacak gemi
lerdeki malların, vadeli işlemlerin ve hisselerin fiyatları artar ya
da düşerdi. Fakat bu gece çıt çıkmıyordu.
Limandan esen bir rüzgâr denizin kokusunu getirdi. Inej’in
ensesindeki örgüsünden kaçan başıboş saçlarını karıştırdı. Inej aşa
ğıda, meydanda sallanan fenerleri gördü, yardımcılarıyla m ey
danda ilerleyen K az’ın taşlara vuran bastonunun sesini duydu.
Meydanın diğer tarafında onlara doğru gelen birkaç fener daha gö
züne ilişti. Siyah Uçlar gelmişti.
Inej başlığını kaldırdı. Korkuluğun üstüne çıktı. Bitişikteki bal
kona ses çıkarmadan atladı. Olabildiğince yakın kalmaya gayret
36 J* *
Kargalar Meclisi
ederek meydan boyunca balkondan balkona atlayarak Kaz ve diğer
lerini takip etti. Kaz’ın koyu renk paltosu tuzlu esintide dalgalanı
yordu. Havalar soğuduğunda hep olduğu gibi bu gece de topallaması
daha belirgindi. Inej, Jesper’in neşeli konuşmalarım ve Büyük Bol
liger’in kısık, gürleyen kıkırdamalarını duyabiliyordu.
Inej, meydanın diğer tarafına yaklaşırken Geels’in -tam da
tahmin ettiği gibi- Elzinger ve Oomen’i yanında getirmeyi tercih
ettiğini gördü. Inej; Harley’nin İşaretçileri’nin, Liddieler’in, Jilet
M artıları’nm, Beleşçi A slanlar’m ve Ketterdam sokaklarında faa
liyet gösteren diğer bütün çetelerin yanı sıra Siyah U çlar’ın bütün
üyelerinin güçlü ve zayıf yanlarını biliyordu. Siyah Uçlar’ın en alt
kademelerinden birlikte yükseldikleri ve Elzinger kaya yığınını
andıran bir vücuda sahip olduğu için Geels’in ona güveneceğini
bilmek Inej’in işiydi. Ayrıca bir çelik direk kadar kalın boynunun
üzerindeki geniş ve içe göçük surata sahip Elzinger neredeyse iki
on boyunda, tam bir kas yığınıydı.
Inej birdenbire Büyük Bolliger’in KazTa olmasına sevindi.
Kaz’ın Jesper’i yardımcılarından biri olarak seçmesi doğaldı. Jes
per gergin biri olmasına karşın, altıpatlarları olsun ya da olmasın,
kavgada oldukça başarılıydı. Inej onun Kaz için her şeyi yapaca
ğını biliyordu. Kaz, Büyük Bolliger’de ısrar ettiğinde Inej’in şüp
heleri vardı. Karga Kulübü’nde fedailik yapan Büyük Bol,
sarhoşlarla ve sorun çıkaran tiplerle başa çıkmada birebirdi. Fakat
gerçek bir kavga söz konusu olduğunda fazla hantal olduğundan
pek işe yaramazdı. Yine de Elzinger’in gözünün içine bakabilecek
kadar uzundu.
Inej, Geels’in diğer yardımcısı hakkında fazla kafa yormak is
temiyordu. Oomen onu tedirgin ediyordu. Adam fiziksel açıdan El
zinger kadar ürkütücü değildi. Hatta Oomen bir bostan korkuluğunu
andırırdı; sıskadan ziyade kıyafetlerinin altındaki bedeni yanlış açı
larla bir araya getirilmiş gibi görünüyordu. Rivayete göre bir kere
37
Leigh Bardugo
sinde bir adamın kafatasını elleriyle ezmiş, avuçlarını gömleğinin
önüne silmiş ve hiçbir şey olmamış gibi içmeye devam etmişti.
içindeki huzursuzluğu bastırmaya çalışan Inej, meydanda
yardımcıları silah taşımadıklarından emin olmak için birbirlerinin
üstlerini ararken hoşbeş eden Geels ile Kaz’ı dinledi.
“Seni gidi seni,” dedi Jesper, Elzinger’in yeninden küçük bir
bıçak çıkarıp kenara atarak.
Büyük Bolliger, “Temiz,” diye duyurup Geels’in üstünü ara
mayı bitirdikten sonra Oomen’e geçti.
K az’la Geels havalardan ve kirasına zam yapılan Koope-
rom ’un içkilerine su kattığı iddialarından konuştular. Bu gece bu
raya gelm elerinin asıl nedenine değinmediler. Teoride sohbet
edecek, birbirlerinden özür dileyecek, Beşinci Liman’m sınırlarına
saygı gösterme konusunda anlaşacak ve sonra da hep birlikte bir
şeyler içmeye gideceklerdi. En azından Per Haskell böyle olma
sında ısrar etmişti.
iyi de Per Haskell ne biliyor ki, diye düşündü tepesindeki ça
tıda devriye gezen nöbetçileri arayan, karanlıkta siluetlerini seç
meye çalışan Inej. Haskell, Döküntüler’in başıydı ama bu günlerde
sıcacık odasında oturup ılık birasını yudumlamayı, maket gemiler
yapmayı ve dinleyen herkese maceralarını anlatmayı yeğliyordu.
Bölge savaşlarının eskiden olduğu gibi -ufak bir kavga ve sonra
sında dostane bir tokalaşm ayla- çözülebileceğini düşünüyor gi
biydi. Fakat Inej’in içinden bir ses bu gece olayların bu şekilde
gelişmeyeceğini söylüyordu. Babası olsa, gölgeler bu gece kendi
işlerine bakıyorlar, derdi. Burada kötü bir şeyler olacaktı.
Kaz, eldivenli ellerini bastonunun karga kafasının üzerine
koymuştu. Son derece rahat görünüyordu. Şapkasının kenarı, dar
suratını gizliyordu. Fıçı’daki çoğu çete üyesi debdebeden hoşla-
mrdı: cafcaflı yelekler, sahte mücevherlerle bezenmiş köstekli sa
atler, insanın aklına gelebilecek her renk ve desende pantolonlar.
38 ^
Kargalar Meclisi
Kaz istisnaydı. Koyu renk yelekleri ve basit kesimli ve sade de
senli pantolonlarıyla tevazünün resmiydi. Inej başlangıçta bunun
bir zevk meselesi olduğunu düşünmüş, ancak zamanla ahlaklı tüc
carlarla dalga geçmek için böyle yaptığını kavramıştı. Kaz onlar
dan biri gibi görünmekten keyif alırdı.
“Ben bir işadamıyım,” demişti Inej’e. “Ne eksik ne fazla.”
“Sen bir hırsızsın, Kaz.”
“Ben de öyle demedim mi zaten?”
Şimdi bir grup sirk göstericisine vaaz etmeye gelmiş bir
papaz gibi görünüyordu. Genç bir papaz, diye düşündü Inej bir
başka huzursuzluk dalgasıyla. Kaz, Geels için yaşlı ve bitik de
mişti ama kendisi bu gece kesinlikle öyle görünmüyordu. Siyah
U çlar’ın temsilcisinin göz kenarlarında kırışıklıkları, favorilerinin
altında yeni yeni oluşan bir gıdığı olabilirdi fakat kendinden emin
ve deneyimli görünüyordu. Onun yanında K az on yedisinde du
ruyordu.
“Adil olalım, j a l Tek istediğimiz biraz daha pay,” dedi Geels
küf yeşili yeleğinin aynalı düğmelerine hafifçe vurarak. “Beşinci
Liman’da bir keyif teknesinden inen bütün cömert turistleri sizin
toplamanız adil değil.”
“Beşinci Liman bize ait, Geels,” diye karşılık verdi Kaz.
“Biraz eğlence arayan güvercinlerin tadına ilk önce Döküntüler
bakar.”
Geels başını iki yana salladı. “Çok toysun, Brekker,” dedi
abartılı bir kahkahayla. “Belki de bu işlerin nasıl yürüdüğünü bil-
miyorsundur. Limanlar şehrin malı. Onlarda en az diğer herkes
kadar bizim de hakkımız var. Bir şekilde ekmeğimizi kazanmak
zorundayız.”
Teknik olarak doğru söylüyordu. Fakat Kaz, Beşinci Liman’ı
devraldığında tamamen kullanışsızdı ve kaderine terk edilmişti.
Kaz orayı temizletmiş, ardından rıhtım ve iskeleleri inşa ettirmiş,
39
Leigh Bardugo
bunu yapmak için de Karga Kulübü ’nü rehine koymak zorunda
kalmıştı. Per Haskell ağzına geleni söylemiş ve yaptığı masraflar
dan ötürü ona aptal demiş, ama en sonunda pes etmişti. K az’ın de
diklerine bakılırsa ihtiyarın sözleri aynen şu şekildeydi: “Bütün o
ipleri al ve kendini as.” Fakat Kaz emeklerinin semeresini bir yıl
dan az bir sürede toplamıştı. Şimdilerde Beşinci Liman, ticaret ge
milerinin yanı sıra dünyanın dört bir yanından gelen ve
Ketterdam’ı görmek ve sunduğu zevklerin tadına bakmak isteyen
turistlerle, askerleri taşıyan tekneleri de ağırlıyordu. Gelenleri kar
şılayan Döküntüler, onları -v e cüzdanlarını- genelevlere, taver
nalara ve çetenin işlettiği kumar salonlarına yönlendiriyorlardı.
Beşinci Liman, ihtiyarın ceplerini epey doldurmuş, Döküntüler’in
Fıçı’daki varlığını, Karga Kulübü’nün başarısından bile daha fazla
perçinlemişti. Ne var ki kârla birlikte istenmeyen bir ilgi de gel
mişti. Geels ve Siyah Uçlar bütün yıl Döküntüler’e sorun çıkarmış,
Beşinci Liman’a tecavüz etmiş ve haksız olarak müşterilerini çal
mışlardı.
“Beşinci Liman bize ait,” diye tekrarladı Kaz. “Pazarlık söz
konusu değil. Rıhtımlardan gelen trafiğimizi kesiyorsunuz. Ayrıca
iki gece önce limana girmesi gereken bir jurda sevkiyatmı da en
gellediniz.”
“Neden bahsettiğini bilmiyorum.”
“Öylesi daha kolayına geliyor; biliyorum, Geels. Fakat bana
aptal ayağına yatma.”
Geels öne doğru bir adım attı. Jesper ve Büyük Bolliger ge
rildiler.
“Boşuna gerilme, evlat,” dedi Geels. “İhtiyarda kavga edecek
yürek olmadığını hepimiz biliyoruz.”
K az’ın gülüşü, ölü yaprakların hışırtısı kadar kuruydu. “Ama
masandaki kişi benim, Geels. Ve ben buraya ufak bir ısırık için
gelmedim. Savaş istiyorsan sana savaşın daniskasını veririm.”
40
Kargalar Meclisi
“Peki, sen ortalarda olmazsan, Brekker? Senin, Haskell’in
çetesinin omurgası olduğunu bilmeyen yok. Sen olmazsan Dökün
tüler dağılır.”
Jesper homurdandı. “Yürek, omurga. Sırada ne var, dalak mı?”
“Kes sesini,” diye hırladı Oomen. Müzakere kurallarına göre
görüşme başladıktan sonra yalnızca temsilciler konuşabilirdi. Jes
per özür dileyerek eliyle ağzına fermuar çekti.
“Beni tehdit ettiğinden oldukça eminim, Geels,” dedi Kaz.
“Fakat bu konuda ne yapacağıma karar vermeden evvel tamamen
emin olmak istiyorum.”
“Kendinden çok eminsin, değil mi Brekker?”
“Başka hiçbir şeyden olmadığım kadar.”
Kahkaha atan Geels dirseğiyle Oomen’i dürttü. “Bu kendini
beğenmiş pisliği duyuyor musun? Brekker, bu sokaklar sana ait
değil. Senin gibi çocuklar piredir. Birkaç yılda bir sizden yeni bir
grup ortaya çıkar ve üstlerinizi rahatsız eder. Ta ki büyük bir köpek
kaşınmaya karar verene kadar. Ve sana şu kadarını söyleyeyim,
artık kaşınmaktan sıkıldım.” Kollarını göğsünde birleştirdi. Etrafa
kendini beğenmiş keyif dalgaları yaydı. “Şu anda sana ve adam
larına şehir üretimi tüfeklerini doğrultmuş iki nöbetçi olduğunu
söylesem?”
Inej’in midesi kasıldı. Geels’in nöbetçileri satın almış olabi
leceğini söylerken Kaz bunu mu kastetmişti?
Kaz çatıya baktı. “Adam öldürtmek için kent muhafızlarını
tutmak mı? Siyah Uçlar gibi bir çete için biraz pahalı bir plan,
derim. O kadar paranız olduğundan emin değilim.”
Inej korkuluğa çıkıp balkondan ayrılarak çatıya yöneldi. Bu
gece buradan sağ çıkarlarsa K az’ı öldürecekti.
Borsa’nın çatısına stadwatch’tan daima iki muhafız dikilirdi.
Döküntüler’le Siyah Uçlar, müzakereye karışmamaları için onlara
birkaç kruge vermişlerdi. Oldukça yaygın bir uygulamaydı bu.
41
Leigh Bardugo
Fakat Geels’in ima ettiği, tamamen farklı bir şeydi. Kent muha
fızlarına onun adına keskin nişancılık yapmaları için rüşvet ver
meyi başarmış mıydı gerçekten? Öyleyse, Döküntüler’in bu gece
buradan sağ kurtulma ihtimali yok denecek kadar azdı.
Yoğun yağmurlara karşı tedbir olarak Borsa’mn da Ketter-
dam ’daki çoğu bina gibi oldukça dik bir çatısı vardı. Dolayısıyla
muhafızlar çatıda devriye gezerken avluya bakan dar bir yürüme
yolunu kullanıyorlardı. Inej onu görmezden geldi. Oradan gitmek
daha kolaydı fakat kendini ele vermiş olurdu. Bunun üzerine o da
kaygan kiremitlerin yarısına kadar tırmandı. Gözü muhafızların
yürüme yolunda, kulağı aşağıdaki konuşmada, bir örümcek gibi
hareket ederek emeklemeye başladı. Belki Geels blöf yapıyordu.
Ya da belki de iki muhafız şu anda Kaz’a, Jesper’e veya Büyük
Bolliger’e nişan almış, korkuluğun üzerine abanıyordu.
“Biraz uğraştık tabii,” diye itiraf etti Geels. “Şu an için küçük
bir çeteyiz. Ayrıca kent muhafızları da çok masraflı. Fakat karşı
lığında alacağımız ödüle değecek.”
“O ödül ben miyim?”
“O ödül sensin.”
“Gururum okşandı.”
“Döküntüler, sen olmadan bir hafta bile dayanamazlar.”
“Benden en az bir ay çalışır.”
Inej’in kafasında bir fikir gürültüyle tangırdadı. Kaz ölürse
çetede kalır mıyım? Yoksa borcumu ödemeden sıvışır mıyım? Per
H askell’in adamlarıyla şansımı dener miyim? Daha hızlı hareket
etmezse bu soruların cevabını bulacaktı.
“Seni küstah varoş faresi.” Geels güldü. “Suratındaki o ifa
deyi yok etmek için sabırsızlanıyorum.”
“Yap öyleyse,” dedi Kaz. Inej aşağı baktı. Kaz’ın sesi değiş
miş, tamamen ciddileşmişti.
“Sağlam bacağına mı sıktırsam acaba, Brekker?”
Kargalar Meclisi
Nerede bu muhafızlar yahu, diye düşündü Inej hızlanarak.
Çatının dik yamacında süratle ilerledi. Borsa, neredeyse bir kent
bloku boyunca uzanıyordu. Kat edilecek çok fazla alan vardı.
“Kes konuşmayı, Geels. Söyle de ateş etsinler.”
“K az” dedi Jesper tedirgin.
“Hadi. Sıkıysa ver emri.”
Kaz nasıl bir oyun oynuyordu? Bunun olacağını tahmin etmiş
miydi? Inej’in muhafızları zamanında bulacağını mı varsaymıştı?
Inej tekrar aşağıya baktı. Geels etrafına heyecan yayıyordu.
Derin bir nefes alıp göğsünü şişirdi. Inej, ayağı kayınca doğrudan
çatının kenarından kayıp düşmemek için mücadele etmek zorunda
kaldı. Geels emri verecek. Kaz ’ın ölümünü izleyeceğim.
“Ateş!” diye bağırdı Geels.
Silah sesi havayı yardı. Büyük Bolliger çığlık atarak yere yı
ğıldı.
Jesper, “Kahretsin!” diye haykırırken Bolliger’in yanında diz
çöküp elini inildeyen koca adamın kurşun yarasına bastırdı. “Seni
beş para etmez yağ tulumu!” diye bağırdı Geels’e. “Tarafsız böl
geyi ihlal ettin.”
“İlk ateş edenin siz olmadığınızı gösteren hiçbir şey yok,”
diye karşılık verdi Geels. “Hem kim bilecek ki? Hiçbiriniz buradan
canlı çıkamayacaksınız.”
Geels’in sesi fazla heyecanlıydı. Soğukkanlılığını korumaya
çalışıyordu. Fakat Inej, korkmuş bir kuşun ürkek kanat çırpışı gibi,
kelimelerindeki telaşı duyabiliyordu. Sebebi neydi acaba? Daha
saniyeler evvel atıp tutuyordu.
İşte tam o sırada Inej, Kaz’m hâlâ kıpırdamamış olduğunu
gördü. “İyi görünmüyorsun, Kaz.”
“Ben iyiyim,” dedi. Oysa hiç iyi değildi. Solgun ve güçsüz
gözüküyordu. Çatıdaki karanlık yürüme yolunu ararmışçasına göz
leri bir sağa bir sola bakıyordu.
43
Leigh Bardugo
“Emin misin?” diye sordu Kaz sohbet tonunda. “İşler hiç de
planladığın gibi gitmiyor, değil mi?”
“Kaz,” dedi Jesper. “Bolliger çok kan kaybediyor”
“Güzel,” dedi Kaz.
“Kaz, bir doktora ihtiyacı var!”
Kaz yaralı adama üstünkörü bir bakış attı. “Onun asıl ihtiyacı
olan, sızlanmayı kesip Holst’a onu kafasından vurmasını söyle
mediğim için şükretmek.”
Inej, Geels’in irkildiğini yukarıdan bile gördü.
“Muhafızın adı buydu, değil mi?” diye sordu Kaz. “Willem
Holst ve Bert Van Daal; bu gece nöbetçi olan iki kent muhafızı.
Siyah Uçlar’m kasasını boşaltarak rüşvet verdiklerin?”
Geels hiçbir şey söylemedi.
“Willem Holst,” dedi Kaz bağırarak, sesi çatıya kadar ulaştı,
“kumar oynamayı en az Jesper kadar seviyor. O yüzden önerdiğin
para ona çok cazip geldi. Fakat Holst’un çok daha büyük problem
leri -daha ziyade dürtüleri- var. Ayrıntıya girmeyeceğim. Bir sır,
paradan farklıdır. Elden çıkarıldığında değerini kaybeder. Bu seferki,
senin bile mideni bulandırırdı, güven bana. Öyle değil mi, Holst?”
Yanıt bir başka silah sesiydi. Mermi, Geels’in ayaklarının di
bindeki parke taşlarına çarptı. Neye uğradığını şaşıran Geels sız
lanarak geri atladı.
Bu kez Inej, silah sesinin kaynağını bulmak için daha iyi bir
imkâna sahipti. Ses binanın batı tarafı civarında bir yerlerden gel
mişti. Holst oradaysa bu, diğer muhafız -B ert Van D aal- da doğu
tarafında demekti. Kaz onu da mı etkisiz kılmayı başarmıştı?
Yoksa Inej’e mi bel bağlamıştı? Çatıda hızla ilerledi.
“Vur onu, Holst!” diye haykırdı Geels. Çaresizlik sesini doğ-
ruyordu. “Kafasından vur onu!”
Kaz tiksintiyle homurdandı. “O sırrın benimle birlikte ölece
ğini mi sanıyorsun gerçekten? Durma, Holst,” diye seslendi. “Ka
44 jp r
Kargalar Meclisi
fama bir kurşun sık. Daha ben yere düşmeden elçiler karının ve
nöbetçi amirinin kapısına koşmaya başlayacaklardır.”
Ateş edilmedi.
“Nasıl?” dedi Geels öfkeyle. “Bu gece kimin nöbetçi olaca
ğını nasıl öğrendin? O listeye ulaşmak için dünyanın parasını öde
dim. Benden daha fazla vermiş olamazsın.”
“Benim para birimim daha nüfuzlu diyelim.”
“Para paradır.”
“Ben bilgi alıp satıyorum, Geels. Adamların kimsenin bak
madığını sandıklarında yaptıkları şeyleri biliyorum. Utanç paradan
daha kıymetlidir.”
Inej kendisi kiremitlerin üstünde atlayıp zıplarken K az’ın
gösteriş yaptığını, ona zaman kazandırmaya çalıştığını anladı.
“İkinci muhafızı mı düşünüyorsun? Bert Van Daal’ı?” diye
sordu Kaz. “Belki şu an oradadır, ne yapması gerektiğini düşünü
yordur. Beni mi vursa? Holst’u mu vursa? Ya da belki de onu da
satın almışımdır ve göğsünde bir delik açmaya hazırlanıyordur,
Geels.” Geels’le büyük bir sırrı paylaşıyorlarmışçasına öne doğru
eğildi. “Neden Van D aal’a emri verip cevabı öğrenmiyorsun?”
Geels bir sazan balığı gibi ağzını açıp kapadı. Sonra, “Van
Daal!” diye haykırdı.
Van Daal tam cevap vermek için dudaklarını ayırdığı sırada
Inej arkasından yaklaşarak bıçağı gırtlağına dayadı. Adamın göl
gesini seçip kiremitlerden aşağı kaymak için çok az vakti olmuştu.
Azizler aşkına, Kaz heyecanı seviyordu.
“Şşşt,” diye fısıldadı Inej, Van Daal’m kulağına. Adamın yan
tarafını hafifçe dürttü. Böylece muhafız, böbreğine baskı yapan
ikinci hançerinin ucunu hissedebilecekti.
“Lütfen,” diye inledi. “B en ”
“Erkeklerin yalvarmasına bayılırım,” dedi Inej. “Ama şimdi
bunun sırası değil.”
Leigh Bardugo
Inej aşağıda panikle soluk alıp veren Geels’in göğsünün inip
kalktığını görebiliyordu. “Van Daal!” diye bağırdı Geels yine. Kaz’a
döndüğünde yüzünde öfke vardı. “Hep bir adım öndesin, değil mi?”
“Geels, söz konusu sen olduğunda birkaç metre bile diyebi
lirim.”
Fakat Geels sadece tebessüm etti; ufak, gergin ve memnun
bir tebessüm. M uzaffer bir tebessüm, diye düşündü Inej taze bir
korkuyla.
“Yarış daha bitmedi.” Elini ceketinin cebine atan Geels, siyah
bir tabanca çıkardı.
“Nihayet,” dedi Kaz. “Beklenen an. Artık Jesper, Bolliger’in
başında sulugözlü bir kadın gibi sızlanmayı bırakabilir.”
Jesper silaha şaşkın, öfkeli gözlerle baktı. “Bolliger onu ara
mıştı. O Ah, Büyük Bol, seni budala,” diye homurdandı.
Inej gördüklerine inanamıyordu. Kollarındaki muhafız ha
fifçe ciyakladı. Sinir ve şaşkınlıkla, bıçağını gayriihtiyari bastır
mıştı. “Gevşe,” dedi adamı biraz salarak. Lâkin, azizler aşkına,
bıçağını bir şeylere batırmak istiyordu. G eels’in üstünü Büyük
Bolliger aramıştı. O tabancayı gözden kaçırmış olmasına olanak
yoktu. Bolliger, K az’a ihanet etmişti.
Kaz’ın bu gece Büyük Bolliger’i getirmekte ısrar etmesinin
sebebi bu muydu yoksa? Bolliger’in Siyah Uçlar’a geçtiğini her
kesin gözlerinin önünde teyit etmek mi istemişti? Holst’un Bolli
ger’i vurmasına izin vermesinin sebebi kesinlikle buydu. İyi ama
neye yarardı ki? Herkes Büyük B ol’un bir hain olduğunu öğren
mişti de ne olmuştu? Bir tabanca hâlâ K az’m göğsüne doğrultul
muş duruyordu.
Geels sırıttı. “Kaz Brekker, büyük kaçış ustası. Bu durumdan
nasıl kurtulacaksın bakalım?”
“Geldiğim yoldan giderek.” Tabancayı önemsemeyen Kaz,
dikkatini yerde yatan iri adama çevirdi. “Senin sorunun ne biliyor
^ 4 4 . 46
Kargalar Meclisi
musun, Bolliger?” Bastonunun ucunu Büyük BoFun yaraşma bas
tırdı. “Senden bir cevap bekliyorum. Senin en büyük sorunun ne,
biliyor musun?”
Bolliger miyavlar gibi ses çıkardı. “H aaaayır”
“Tahminde bulun,” diye tısladı Kaz.
Büyük Bol tek kelime etmedi. Tekrar titrek bir sesle inildedi
sadece.
“Pekâlâ, ben söyleyeyim o zaman. Tembelsin. Bunu ben bi
liyorum. Herkes biliyor. O yüzden kendime şu soruyu sormak zo
runda kaldım: en tembel fedaim, neden haftanın iki günü sabahın
köründe kalkıp fazladan üç kilometre yürüyerek Cilla’nm Yeri’ne
gidiyor? Hele de Kooperom’daki yumurtalar çok daha güzelken?
Büyük Bol erken kalkmaya başlıyor. Siyah Uçlar, Beşinci Li-
m an’da aslan kesilip sonra da en büyükjurda sevkiyatımıza el ko
yuyor. Aradaki bağlantıyı kurmak hiç de zor olmadı.” İç geçirip
Geels’e, “Aptal insanlar büyük planlar yapmaya başladığında işte
böyle olur, /a ? ” dedi.
“Bunun artık pek önemi yok, öyle değil mi?” diye yanıtladı
Geels. “Bu iş çirkinleşiyor, yakın mesafeden ateş ediyorum. Belki
senin korumaların ya da benim adamlarım beni haklarlar. Ancak
bu kurşundan kaçmana imkân yok.”
Kaz tabancanın namlusuna doğru bir adım attı. Namlu doğ
rudan göğsüne değiyordu. “Hem de hiç yok, Geels.”
“Ne yani, ateş etmeyeceğimi mi sanıyorsun?”
“Ah, ateş edersin tabii. Hem de seve seve. Üstüne bir de şarkı
söylersin hatta. Fakat ateş etmeyeceksin. Bu gece değil.”
Geels’in parmağı tetiğin üstünde seğirdi.
“Kaz,” dedi Jesper. “Bu ‘ateş edersin, etm ezsin’ muhabbeti
beni endişelendirmeye başlıyor.”
Oomen, Jesper’in konuşmasına bu sefer itiraz etmeye tenez
zül etmedi. Bir adam vurulmuştu. Tarafsız bölge ihlal edilmişti.
47
Leigh Bardugo
K esif barut kokusu çoktan havaya yayılmıştı. Beraberinde de ses
sizlikte dile getirilmeyen, Azrail’in bile cevabını beklediği bir soru
havada asılı kalmıştı: Bu gece ne kadar kan dökülecek?
Uzaklarda bir siren çaldı.
“Burstraat on dokuz numara,” dedi Kaz.
Geels ağırlığım bir o ayağına bir bu ayağına vermekteydi;
şimdi ise donup kalmıştı.
“Bu, kız arkadaşının adresi, değil mi Geels?”
Geels yutkundu. “Kız arkadaşım yok benim.”
“Ah, evet, var,” diye mırıldandı Kaz. “Güzel kız doğrusu. Eh,
senin gibi bir gammazcı için güzel sayılır. Pek tatlı. Onu seviyor
sun, değil mi?” Inej, Geels’in solgun yüzündeki teri çatıdan bile
görebiliyordu. “Elbette seviyorsun. O kadar iyi hiç kimse, senin
gibi bir Fıçı pisliğine başını çevirip bakmazdı, ama o farklı. O seni
çekici buluyor. Bana sorarsan düpedüz delilik emaresi. Fakat aşk
tuhaftır. O güzel kafasını omzuna koymayı seviyor mu? Sen gü
nünü anlatırken seni dinliyor mu?”
Geels, K az’a onu uzun bir aradan sonra ilk kez görüyormuş
çasına baktı. Az önce konuştuğu küstah, dikkatsiz, güleç yüzlü
ama korkutucu olmayan çocuk gitmişti. Artık ölü gibi bakan, kor
kusuz canavar buradaydı. Kaz Brekker gitmiş, işin zor kısmını hal
letmesi için yerini Kirlieller’e bırakmıştı.
“Burstraat on dokuz numarada oturuyor,” dedi Kaz kulak tır
malayıcı sesiyle. “Üçüncü katta. Pencere önündeki saksılarda sar
dunya var. An itibarıyla iki Döküntü, kapısının dışında bekliyor.
Ben buradan tek parça halinde ve hakkımı almış olarak çıkmazsam
o binayı ateşe verecekler. Saniyeler içinde alevler her yanı saracak,
Elise de ortada sıkışıp kalacak. Önce sarı saçları tutuşacak. Bir
mumun fitili gibi.”
Geels, “Blöf yapıyorsun,” dedi ama tabancayı tutan eli titriyordu.
Başını kaldıran Kaz derin bir nefes aldı. “Vakit geç oluyor. Sireni
48
Kargalar Meclisi
duydun. Rüzgâr limanın kokusunu getiriyor. Deniz ve tuz kokuyor.
Ve belki de o da ne, duman kokusu mu o?” Keyif alıyor gibiydi.
Ah, azizler aşkına, Kaz, diye düşündü Inej sefil bir halde. Ne
yaptın sen?
“Biliyorum, Geels. Biliyorum,” dedi Kaz cana yakın bir ta
vırla. “Bütün o planlar, tezgâhlar, rüşvetler boşa gitti. Şu an bunu
düşünüyorsun. Kaybettiklerini bilerek eve giderken kendini o
kadar kötü hissedeceksin ki. Karşısına eli boş ve bir o kadar fakir
leşmiş olarak çıktığında patronun o kadar öfkelenecek ki. Kalbime
bir kurşun sıkmak ne kadar tatmin edici olurdu, değil mi? Yapabi
lirsin. Tetiği çekebilirsin. Hepimiz birlikte yanarız. Bütün fakirle
rin olduğu gibi, cesetlerimizi, yakılmaları için Azrail M avnası’na
götürürler. Ya da gururunu ayaklar altına alıp Burstraat’a döner,
başını kız arkadaşının dizlerine koyar, hâlâ nefes alırken uykuya
dalar ve intikam hayalleri kurarsın. Sana kalmış, Geels. Bu gece
evlerimize dönebilecek miyiz?”
Geels, K az’ın gözlerini aradı. Orada gördüğü her ne ise
omuzlarım çökertti. Inej ona acıdığı için şaşırdı. Bu mekâna ka
badayılık taslayarak, Fıçı’nın şartlarına boyun eğmeyen bir şam
piyon olarak gelmişti ama Kaz Brekker’in bir başka kurbanı olarak
ayrılacaktı.
“Bir gün bu yaptıklarının bedelini ödeyeceksin, Brekker.”
“Evet, ödeyeceğim,” dedi Kaz, “bu dünyada adalet diye bir
şey varsa elbette. Fakat bunun ne kadar düşük bir ihtimal olduğunu
hepimiz biliyoruz.”
Geels kolunu indirdi. Tabanca yanında hiçbir işe yaramadan
duruyordu.
Geri adım atan Kaz, gömleğinde tabanca namlusunun değdiği
yeri eliyle süpürdü. “Generaline Siyah U çlar’ı Beşinci Lim an’dan
uzak tutmasını istediğimizi ve kaybettiğimiz jurda sevkiyatının te
lafi edilmesini beklediğimizi ilet. Buna ilaveten tarafsız bölgede
Leigh Bardugo
silah çektiğiniz için yüzde beş ve bu kadar göz kamaştırıcı pislikler
olduğunuz için de bir yüzde beş daha istediğimizi söyle.”
Sonra bastonuyla aniden keskin bir yay çizdi. Bilek kemikleri
kınlan Geels çığlık attı. Tabanca parke taşlarının üstüne düştü.
“Silahımı indirmiştim!” diye bağırdı Geels elini tutarak. “Si
lahımı indirmiştim!”
“ Bana bir daha silah çekersen iki bileğini birden kırarım ve
çişini yapmak için birini tutmak zorunda kalırsın.” Kaz bastonu
nun başıyla şapkasının kenarını kaldırdı. “Ya da bu işi güzel
Elise’ye de yaptırabilirsin.”
Kaz, Bolliger’in yanında çömeldi. Koca adam sızlandı.
“ Bana bak, Bolliger. Bu gece kan kaybından ölmediğini farz eder
sek, Ketterdanr dan defolup gitmek için yarın sabah şafak sökene
kadar vaktin var. Kent sınırlarının yanma yaklaştığını duyarsam
seni C illa’nın Yeri’nde bir fıçıya tıkılmış halde bulurlar.” Sonra
G eels’e baktı. “ Bolliger’e yardım edersen ya da Siyah Uçlar’la iş
tuttuğunu öğrenecek olursam peşine düşerim.”
“Lütfen, Kaz,” diye inildedi Bolliger.
“Bir evin vardı. Sen o evin ön kapısını gülleyle yerle bir ettin,
Bolliger. Benden merhamet bekleme.” Doğrulup köstekli saatine
baktı. “Bu işin bu kadar uzun süreceğini beklemiyordum. Bir an
evvel yola koyulsam iyi olacak. Yoksa zavallı Elise biraz ısınacak.”
Geels başını iki yana salladı. “Sen normal değilsin, Brekker.
Senin ne olduğunu bilmiyorum ama bir sorunun olduğu besbelli.”
Kaz başını yana yatırdı. “Varoşlarda büyüdün, değil mi
Geels? Kente şansını denemek için geldin?” Eldivenli eliyle pal
tosunun yakasını düzeltti. “Eh, ben sadece Fıçı’nın yetiştirebile
ceği türden bir serseriyim.”
Siyah Uçlar’m adamlarının ayaklarının dibindeki dolu silaha
rağmen Kaz onlara arkasını döndü. Parke taşlarının üstünde topal
layarak doğu kemerine doğru yürüdü. Bolliger’in yanında çömelen
Kargalar Meclisi
Jesper kibarca yanağına vurdu. “Budala,” dedi hüzünle ve Bor-
sa’dan ayrılan K az’ın peşinden gitti.
Inej; Oomen’in, Geels’in tabancasını yerden alıp kılıfına ko-
yuşunu ve Siyah Uçlar’m kendi aralarında sessizce konuşmalarını
çatıdan izlemeye devam etti.
“Gitmeyin,” diye yalvardı Büyük Bolliger. “Beni bırakma
yın.” Geels’in pantolonunun paçasına tutunmaya çalıştı.
Geels ondan kurtuldu. Onu iki büklüm yan yatmış halde bı
raktılar. Kanı parke taşlarının arasına sızıyordu.
Inej, Van D aal’i salmadan önce tüfeğini aldı. “Evine git,”
dedi muhafıza. Omzunun üzerinden korkmuş bir bakış atan mu
hafız yürüme yolunda uzaklaştı. Aşağıdaki Büyük Bol, bedenini
B orsa’nm avlusunda sürüklemeye çalışıyordu. Kaz B rekker’e
kazık atmaya çalışacak kadar aptal olabilirdi ama Fıçı’da bu za
mana kadar hayatta kalmayı başarmıştı. Bu da sağlam bir iradeye
sahip olduğunu gösterirdi. Buradan sağ çıkabilirdi.
Yardım et ona, dedi Inej’in içinden bir ses. Birkaç dakika ön
cesine kadar onun silah arkadaşıydı. Onu kaderine terk etmek yan
lış geliyordu. Yanına gidip acısına son vermeyi teklif edebilir, son
nefesini verirken de elini tutabilirdi. Onu kurtarmak için bir doktor
getirebilirdi.
Fakat o, azizlerinin dilinde hızlıca bir dua okuyup dış duvardan
inmeye başladı. Son anlarında kendisini avutacak kimse olmadan,
yalnız başına ölebilecek ya da hayatta kalıp ömrünün geri kalanını
sürgünde geçirebilecek çocuğa acıdı. Ancak bu geceki işi henüz bit
memişti. Üstelik Hayalet’in hainlere ayıracak vakti de yoktu.
51
tz doğu kemerinden çıkarken tezahüratlarla karşılandı.
Peşi sıra gelen Jesper’inse, Kaz yanılmıyorsa, daha şimdiden suratı
asılmıştı.
Dirix, Rotty ve diğerleri, bağırış çağırışlar arasında Jesper’in
altıpatlarlarını yukarıda tutarak üstlerine atıldılar. Ekiptekiler Ge
els’le yapılan buluşmada olan biteni görememişlerdi belki ama ko
nuşulanların çoğunu duymuşlardı. Şimdi de şarkı söylüyorlardı:
“Burstraat yanıyor. Döküntüler’in suyu yok!”
“Kuyruğunu kıstırıp öylece kaçtığına inanamıyorum!” diye
dalga geçti Rotty. “Elinde dolu bir tabanca vardı!”
“Bize muhafızın sırrını söylesene,” diye yalvardı Dirix.
“Sıradan bir şey değildir herhalde.”
“Sloken’de elma şurubunda yuvarlanmayı seven bir herifçi-
oğlundan bahsedildiğini duym uştum ..
“Bir şey söylemeyeceğim,” dedi Kaz. “Holst ileride işimize
yarayabilir.”
Ortam gergindi. Kahkahalarında felaketin eşiğinden dönmüş-
lüğün verdiği aşırı heyecan ve telaş duyuluyordu. Bazıları kavga
çıkmasını beklemişti ve hâlâ da dövüşmek istiyorlardı. Fakat Kaz
52
Kargalar Meclisi
meselenin o kadar basit olmadığını biliyordu. Ayrıca kimsenin
Büyük Bolliger’in adını anmadığı da gözünden kaçmamıştı. Koca
adamın ihaneti -gerek ihanetin ortaya çıkışı gerekse de Kaz’ın onu
cezalandırış tarzı- onları fena sarsmıştı. Bütün o itişip kakışmanın,
bağırış çağırışın altında korku yatıyordu. Güzel. Kaz, Döküntü
le r in hepsinin katil, hırsız ve yalancı oldukları gerçeğine bel bağ
lamıştı. Tek yapması gereken, ona yalan söylemeyi alışkanlık
haline getirmediklerinden emin olmaktı.
Ekipten iki kişiyi Büyük Bol’u gözetlemeleri ve ayağa kalk
mayı başardığı takdirde de şehri terk ettiğinden emin olmaları için
görevlendirdi. Geriye kalanlar Sunta’ya ve Karga Kulübü’ne dö
nerek içip kafa dağıtabilir, bela çıkarabilir ve bu geceki olayları
herkese yayabilirlerdi. Gördüklerini anlatacak, gerisini kendileri
tamamlayacaklardı. Ve her anlatışta Kirlieller daha çılgın, daha
gaddar bir hal alacaktı. Fakat K az’ın ilgilenmesi gereken işleri
vardı. İlk durağı da Beşinci Liman olacaktı.
Jesper önüne çıktı. “Büyük Bolliger hakkındaki gerçeği bana
anlatman gerekirdi,” dedi öfkeli bir fısıltıyla.
“Bana ne yapacağımı söylemeye kalkma, Jes.”
“Benden de mi şüpheleniyorsun?”
“Senden şüpheleniyor olsaydım Büyük Bol gibi sen de Bor
sa ’mn avlusunda kanlar içinde yatıyor olurdun. O yüzden çok ko-
nuşmasan iyi edersin.”
Başını iki yana sallayan Jesper, ellerini Dirix’ten geri aldığı
altıpatlarlarının üzerine koydu. Ne zaman asabileşse, en sevdiği
oyuncağın tesellisini arayan bir çocuk misali elini bir tabancaya
atardı.
Aslında kolaylıkla barışabilirlerdi. Kaz, Jesper’e temiz oldu
ğunu bildiğini söyleyebilir, bu gece işlerin ters gidebileceği bir kav
gaya onu yanında tek yardımcısı olarak götürecek kadar güvendiğini
hatırlatabilirdi. Fakat o, “Hadi, Jesper. Karga Kulübü’nde seni bek
53
Leigh Bardugo
leyen bir kredi limiti var. Git ve sabaha kadar ya da şansın tükenene
kadar oyna. Hangisi önce olursa artık,” demeyi tercih etti.
Jesper kaşlarım çattı ama gözlerindeki açlık parıltısına engel
olamadı. “Başka bir rüşvet mi?”
“Alışkanlıkların insanıyımdır bilirsin.”
“Şanslısın ki ben de öyleyim.” Kısa bir duraklamanın ardın
dan, “Seninle gelmemizi istemiyor musun? Geels’in elemanları
bu geceden sonra burnundan soluyacaklar,” dedi.
Kaz, “ Bırak gelsinler,” dedi ve başka söz söylemeksizin
Nem straat’a saptı. Hava karardıktan sonra Ketterdam’da tek ba
şına yürüyemiyorsanız boynunuza üzerinde “z a y ıf’ yazan bir
levha asıp, dayak yemek için yere uzansanız yeridir.
Köprüden geçerken Döküntüler’in bakışlarını sırtında hisse
debiliyordu. Ne söylediklerini bilmek için fısıldaşmalarım duy
ması gerekmiyordu. Onunla oturup iki tek atmak, B olliger’in
Siyah Uçlar’a geçtiğini nasıl anladığını açıklayışını duymak, ta
bancayı bıraktığında Geels’in gözlerindeki ifadeyi tarif edişini din
lemek istiyorlardı. Fakat Kaz bunların hiçbirini yapmayacaktı. Ha,
beğenmiyorlarsa da gidip istedikleri çeteye katılabilirlerdi.
Kaz hakkında ne düşünürlerse düşünsünler bu gece hepsi
biraz daha başı dik yürüyecekti. Bu yüzden onun çetesinde kalıyor,
bu yüzden ona sadakatlerini sunuyorlardı. Kaz on iki yaşındayken
D öküntüler’e resmen katıldığında çete herkesin maskarasıydı.
Sokak çocukları ve miadını doldurmuş dilenciler, Fıçı’mn en kötü
muhitindeki harap bir evde kalıyor, üçkâğıtçılık ve beş para etmez
dolandırıcılık işleriyle uğraşıyorlardı. Fakat Kaz’m ihtiyacı olan,
büyük bir çete değil, onun büyütebileceği bir çeteydi. Ona ihtiyacı
olan bir çete arıyordu.
Şimdilerde kendi mıntıkaları, kendi kumar salonları vardı. O
harap ev ise sıcak bir yemek yiyebilecekleri yahut yaralıyken sı
ğınabilecekleri kuru, sıcak bir yer olan Sunta’ya dönüşmüştü. Artık
54
Kargalar Meclisi
Döküntüler’den korkuluyordu. Kaz onlara bunu vermişti. Onlara
muhabbet borcu yoktu.
Hem zaten Jesper hemen düzelirdi. Birkaç kadeh içtikten
sonra keskin nişancının neşesi yerine gelirdi. Kin tutması da alkole
dayanıklılığı kadardı. Ayrıca, Kaz’ın zaferlerini herkese mal etme
yeteneğine sahipti.
Kaz onu Beşinci Liman’ın yanından geçirecek küçük kanal
lardan biri boyunca ilerlerken neredeyse umutlu hissettiğini fark
etti. Belki de bir doktora görünse iyi olacaktı. Siyah Uçlar hafta
lardır kafasını kurcalıyordu ve şimdi onları hamlelerini yapmaya
zorlamıştı. Soğuk kış havasına rağmen bacağı da o kadar kötü de
ğildi. Ağrı hep vardı fakat bu gece sadece ufak bir sızıdan ibaretti.
Yine de müzakerenin Per Haskell’in onun için hazırladığı bir tür
test olup olmadığını merak etmekten kendini alamadı. Haskell,
kendini Döküntüler’i bugünkü başarılı konumuna getiren dâhi ol
duğuna inandırma kabiliyetine kesinlikle sahipti. Özellikle de ava-
nelerinden biri kulağına fısıldıyorsa. Bu fikir onu rahatsız etse de
Kaz, Per Haskell konusunda yarın endişelenebilirdi. Şimdilik li
manda her şeyin programa uygun işleyip işlemediğini kontrol ede
cek ve sonra da uyumak için evine, yani Sunta’ya yollanacaktı.
İnej’in kendisini izlediğini biliyordu. Borsa’dan beri peşin
deydi. Kaz ona seslenmedi. Hazır olduğunda zaten kendini gösterirdi.
Kaz genelde sessizliği severdi. Hatta elinden gelse çoğu insanın du
daklarını bile dikerdi. Fakat Inej istediğinde bir şekilde kendi sessiz
liğini size hissettirirdi. Bu sessizlik sizi kendine çekerdi.
Kaz, Zentz Köprüsü’nün demir korkuluklarını geçene kadar
kendine hâkim olmayı başardı. Köprü kafesinin her yanma, özenle
düğümlenmiş küçük ip parçalan asılmıştı. Denizden sağ salim
dönmek isteyen denizcilerin dualarıydı bunlar. Batıl inanç saçma
lığı. Kaz sonunda daha fazla dayanamayarak, “Çıkar artık şu ağ
zındaki baklayı, Hayalet,” dedi.
Leigh Bardugo
Inej’in sesi karanlıktan geldi. “Burstraat’a kimseyi yollamadın.”
“Neden yollayayım ki?”
“Geels oraya zamanında varam azsa”
“Burstraat on dokuz numarada yangın falan çıkmayacak.”
“Ama sireni duydum ”
“Şanslı bir tesadüf. Gelen ilhamı geri çevirmem.”
“Gerçekten blöf yapıyordun öyleyse. Elise tehlikede falan de
ğildi.”
Yanıt vermek istemeyen Kaz omuz silkti. Inej onda sürekli
ahlak kırıntıları bulmaya çalışıyordu. “Herkes bir canavar olduğunu
biliyor. Vaktini gaddarlıklar yaparak çarçur etmene gerek yok.”
“Madem tuzak olduğunu biliyordun, buluşmaya gelmeyi neden
kabul ettin?” Kaz’ın sağında bir yerlerdeydi. Ses çıkarmadan hareket
ediyordu. Çetenin diğer mensuplarının Inej’in bir kedi gibi hareket
ettiğini söylediklerini duymuştu fakat kedilerin ondan ders almak
için ayaklarının dibinde pür dikkat oturacaklarını düşünüyordu.
“Ben bu geceyi başarılı addediyorum,” dedi Kaz. “Sence de
öyle değil mi?”
“Az kalsın ölüyordun. Jesper de ölüyordu.”
“Geels işe yaramaz rüşvetler ödeyerek Siyah Uçlar’ın kasa
sını boşalttı. Bir haini ifşa ettik. Beşinci Liman’daki hâkimiyeti
mizi tekrar tesis ettik. Ayrıca üzerimde tek bir çizik bile yok.
Başarılı bir geceydi.”
“Büyük Bolliger’in ihanetini ne zamandır biliyordun?”
“Haftalardır. Eleman eksikliğimiz olacak. Ha, bu arada, Ro-
jakke’yi kovmanı istiyorum.”
“Neden? M asalarda onun gibisi yok.”
“iskambil destesinden anlayan bir dünya adam var. Rojakke
biraz hızlı, hepsi bu. Para çalıyor.”
“O, iyi bir krupiye. Üstelik bakması gereken bir ailesi var.
Onu uyarabilir ya da bir parmağını kesebilirsin.”
^ 56 ^
Kargalar Meclisi
“O zaman iyi bir krupiye olmaktan çıkar ama, değil mi?”
Bir krupiye, kumar salonunda para çalarken yakalandığında kat
sorumlusu, serçeparmaklarından birini keserdi. Bu, çetelerin kitap
larında kendine bir şekilde yer bulmuş saçma cezalardan biriydi. Hır
sızın dengesini bozar, onu kâğıt dağıtmayı tekrar öğrenmeye zorlar
ve gelecekteki işverenine dikkatli olmasını salık verirdi. Fakat aynı
zamanda onu masalarda beceriksiz de kılardı. Yani oyuncuları izle
mek yerine kâğıt dağıtma gibi basit şeylere odaklanırdı.
Kaz karanlıkta Inej’in yüzünü göremiyordu ama farklı fikirde
olduğunu hissedebiliyordu.
“Tamah senin Tanrın, Kaz.”
Az kalsın buna gülecekti. “Hayır, Inej. Tamah benim önümde
eğilir. Benim hizmetkârım ve kaldıracımdır.”
“Peki, sen hangi Tanrı’ya hizmet ediyorsun o zaman?”
“Hangisi bana talih bahşederse ona.”
“Tanrıların işlerini bu şekilde yürüttüklerini sanmıyorum.”
“Çok da umurumda.”
Inej öfkeyle soluğunu boşalttı. Başından bütün geçenlere rağ
men Suli azizlerinin hâlâ ona göz kulak olduklarına inanıyordu.
Kaz bunu biliyordu. Ve nedendir bilinmez Inej’i sinir etmekten
hoşlanıyordu. Şu an yüzündeki ifadeyi okuyabilmeyi diledi. Ha-
yalet’in kara kaşlarının arasındaki minik kırışıklıkta daima tatmin
edici bir şeyler vardı.
“Van D aal’a zamanında ulaşacağımı nereden biliyordun?”
diye sordu Inej.
“Çünkü hep ulaşırsın.”
“Bana daha fazla uyarı vermeliydin.”
“Azizlerinin zorluktan hoşlanacağını sanmıştım.”
Inej bir müddet sessiz kaldı. Sonra Kaz, arkasında bir yerler
den onun sesini duydu. “İnsanoğlu ihtiyaç duyana kadar Tanrılarla
alay eder, Kaz.”
Leigh Bardugo
Kaz, Inej’in-gittiğini görmedi. Sadece yokluğunu sezdi.
Başını asabice iki yana salladı. Inej’e güvendiğini söylemek
abartılı olurdu fakat zamanla ona bel bağladığını kendine itiraf
edebildi. Inej’i M enagerie’den satın alma kararı içgüdüseldi ve
Döküntüler’e bir servete mal olmuştu. K az’ın, Per Haskell’i ikna
etmesi gerekmişti ama Inej, yaptığı en iyi yatırımlardan biriydi.
Görünmez oluşu, onu harika bir bilgi hırsızı yapıyordu. Fıçı’nın
en iyisiydi. Ne var ki kendini ortamdan silebilmesi K az’ı rahatsız
ediyordu. Kızın kokusu bile yoktu. Bütün insanlar bir koku taşır
lardı ve o kokular türlü hikâyeler anlatırdı; bir kadının parmakla
rındaki karbolik asit ya da saçındaki is kokusu, bir adamın takım
elbisesindeki ıslak yün ya da gömlek yenlerindeki barut kokusu
Oysa Inej farklıydı. Bir şekilde görünmezlikte ustalaşmıştı. De
ğerli bir varlıktı. O halde neden sadece işini yapıp onu rahat bı
rakmıyordu?
Kaz birdenbire yalnız olmadığım fark etti. Durup kulak ka
barttı. Bulanık bir kanalın ikiye ayırdığı dar bir ara sokağa girmişti.
Bu tenha yerde sokak lambası yoktu. Sadece parlak ay ışığı ve
demir yerlerine çarpan ufak tekneler vardı. Kaz dikkati elden bı
rakmış, zihninin dalıp gitmesine izin vermişti.
Bir adamını koyu silueti sokağın başında belirdi.
“Ne istiyorsun?” diye sordu Kaz.
Siluet ona doğru atılınca Kaz bastonuyla küçük bir yay çizdi.
Baston saldırganın bacaklarıyla doğrudan temas etmesi gerekirken
^boşluğu dövdü. Hamlesinin etkisiyle dengesini yitiren Kaz sende
ledi.
' ■ - '
Sonra adam bir şekilde K az’ın dibinde bitivermişti. Kaz çe-
oesine bir yumruk yedi. Başında dönen yaldızlardan silkinerek kur
u d u . Arkasına dönüp bastonunu tekrar savurdu ama kimse yoktu.
'L a z ’ın bastonunun başı boşlukta vınlayarak duvara çarptı.
Kaz sağ yanındaki biri tarafından bastonun elinden alındığını
^ 58^
Kargalar Meclisi
hissetti. Başka biri daha mı vardı yoksa?
Ardından bir siluet, duvarın içinden geçti. Bir duman yığını,
bir pelerine, çizmelere, soluk bir yüze dönüşürken gördüklerine
bir anlam vermeye çalışan Kaz’ın beyni durdu, başı döndü.
Hayaletler, diye düşündü Kaz. Bir çocukluk korkusuydu ama
karşısında duruyordu. Jordie intikamını almak için sonunda gel
mişti. Borçlarım ödeme vakti, Kaz. Her şeyin bir bedeli vardır.
Bu düşünce K az’m zihninden utanç verici, anlaşılmaz bir
panik dalgası halinde geçti. Sonra hayalet ona saldırdı Kaz, boy
nuna bir iğnenin saplandığını hissetti. Şırıngalı bir hayalet mi?
Aptal, diye düşündü. Sonra her şey karardı.
Kaz keskin bir amonyak kokusuna uyandı. Tamamen kendine
geldiğinde başını geriye attı.
Karşısındaki ihtiyar, bir üniversite doktoru cübbesi giymişti.
K az’m burnuna içinde bir tür tuz bulunan bir şişe tutuyordu. Ko
kusu neredeyse dayanılmazdı.
“Uzak dur benden,” dedi Kaz kulak tırmalayıcı bir sesle.
Kaz’a serinkanlılıkla bakan hekim, tuz şişesini deri kesesine
geri koydu. Kaz parmaklarını esnetti ama elinden bu kadarı gel
mişti. Arkasındaki elleri bir sandalyeye bağlanmıştı. Zerk ettikleri
şey her neyse onu sersemletmişti.
Hekim kenara çekildi. Kaz iki kez gözlerini kırpıştırarak gö
rüşünü netleştirmeye ve etrafındaki saçma lükse anlam vermeye
çalıştı. Siyah U çlar’ın ya da bir başka rakip çetenin ininde uyan
mayı bekliyordu. Fakat bu, bayağı Fıçı şatafatı değildi. Bu şekilde
donatılmış bir mekân için ciddi paralar gerekirdi; köpüklü dalga
ve uçan balık oymalarıyla süslenmiş maun paneller, kitaplarla dolu
raflar, vitraylı pencereler ve hakiki bir DeKappel. Kucağında bir
kitap ve ayaklarının dibinde bir kuzuyla uysal bir kadını tasvir
Leigh Bardugo
eden bir yağlıboya tablosu. Geniş bir masanın ardından onu göz
lemleyen adamın zengin bir tüccar görünüşü vardı. İyi ama burası
onun eviyse silahlı stadwatch muhafızlarının kapıda ne işi vardı?
Lanet olsun, diye düşündü Kaz, tutuklandım mı yoksa? Şayet
öyleyse bu tüccarı büyük bir sürpriz bekliyordu. Kaz, Inej saye
sinde Kerch’teki bütün yargıç, mübaşir ve meclis üyelerinin sırla
rını öğrenmişti. Gün doğmadan hücresinden çıkmış olacaktı. Gel
gelelim bir hücrede değildi, bir sandalyeye zincirlenmişti. Öyleyse
neler oluyordu yahu?
Kırklarındaki adamın ince ama yakışıklı bir yüzü vardı. Alnı
epey açılmıştı. Kaz’la göz göze geldiğinde boğazını temizleyerek
parmaklarını birleştirdi.
“Bay Brekker, kendini çok kötü hissetmiyorsundur umarım.”
“Bu ihtiyarı başımdan al yeter. Ben iyiyim.”
Tüccar hekime başıyla işaret etti. “Gidebilirsin. Faturanı gön-
deriver, lütfen. Ayrıca ketumluğunun mükâfatını da alacaksın el
bette.”
Hekim, çantasını alıp odadan çıktı. O çıkarken tüccar ayağa
kalktı, masasının üstünden bir tomar kâğıt aldı. Üzerinde bütün
Kerch tüccarlarının giydiği kusursuz kesimli redingotla yelek
vardı; koyu renk, kibar, vakur. Fakat köstekli saat ve kravat iğnesi
K az’a bilmesi gereken her şeyi anlattı: Defneyaprağı biçiminde
ağır halkalar, saatin altın kösteğini oluşturuyordu. Kravat iğnesiyse
devasa, kusursuz bir yakuttu.
O tombul m ücevheri senden alıp o iğneyi de p is boğazına
saplayıp beni bir san dalyeye zincirlem ek neymiş göstereceğim
sana, diye düşündü Kaz. Fakat ağzından sadece, “Van Eck,” söz
cükleri döküldü.
Adam başıyla onayladı. Ama Kaz’ı selamlamadı elbette. Tüc
carlar, Fıçı’dan gelen pislikleri selamlamazlardı. “Beni tanıyorsun
o halde?”
60 ^
Kargalar Meclisi
Kaz bütün Kerch tüccar evlerinin sembol ve mücevherlerini
biliyordu. Van Eck’in arması kırmızı defneyaprağıydı. Aradaki
bağlantıyı kurmak için âlim olmaya gerek yoktu.
“Seni tanıyorum,” dedi Kaz. “Sürekli Fıçı’yı temizlemeye
çalışan şu radikal tüccarlardan birisin.”
Van Eck yine başıyla onayladı. “Ben insanlara dürüst işler
bulmaya çalışıyorum.”
Kaz güldü. “Karga Kulübü’nde bahis oynamakla Borsa’da
spekülasyon yapmak arasındaki fark ne?”
“Biri hırsızlık, diğeri ticaret.”
“Bir adam parasını kaybettiğinde ikisini birbirinden ayırt et
mekte zorlanabilir.”
“Fıçı tam bir kötülük yuvası. Her türlü ahlaksızlık, şiddet”
“Ketterdam limanlarından gönderdiğin gemilerden kaçı geri
dönmüyor?”
“Bunun konum uzla”
“Her beş taneden biri, Van Eck. Kahve, ju rda ve ipek araması
için gönderdiğin her beş gemiden biri denizin dibini boyluyor, ka
yalara çarpıyor, korsanların eline geçiyor. Her beş tayfadan biri
ölüyor. Cesetleri yabancı sularda kayboluyor, balıklara yem olu
yor. Şiddetten konuşmayalım istersen.”
“Fıçı’da yetişmiş bir delikanlıyla ahlak konusunda tartışacak
değilim.”
Kaz da tartışmasını beklemiyordu zaten. Bileklerindeki zin
cirlerin sıkılığını test ederken sadece zaman kazanmaya çalışı
yordu. Parmaklarıyla zinciri yokladı. Van Eck’in onu nereye
getirdiğini hâlâ çözememişti ama Kaz adamla daha önce tanışma
mış olmasına karşın Van E ck’in evinin planını tüm ayrıntılarıyla
öğrenmişti. Bulundukları yer her neresiyse tüccarın köşkü değildi.
“Beni buraya felsefe yapmak için getirmediğine göre, ne is
tiyorsun?” Bütün buluşmaların açılışında bu soru sorulurdu. Bu,
H iv. 61 ^
Leigh Bardugo
bir tutsağın ricası değil, iki dengin selamlaşmasıydı.
“Sana bir teklifim var. Daha doğrusu Konsey’in bir teklifi var.”
Kaz şaşkınlığını gizledi. “Ticaret Konseyi bütün görüşmele
rine adam döverek mi başlar?”
“Bunu bir uyarı olarak düşün. Ve bir gösteri.”
Kaz ara sokaktaki silueti, belirişini ve bir hayalet misali or
tadan kayboluşunu anımsadı. Jordie.
İçinden şöyle bir silkindi. Jordie değildi o, seni ahmak. Odak
lan. Onu ele geçirmişlerdi çünkü zafer sarhoşluğu içindeydi ve
dikkati dağınıktı. Bu onun cezasıydı. Bir daha böyle bir hata yap
mayacaktı. Bu, hayaleti açıklam ıyor. Şimdilik bu düşünceyi bir
kenara bıraktı.
“Ticaret Konseyi bana ne için ihtiyaç duyabilir ki?”
Van Eck, elindeki kâğıtları karıştırdı. “İlk kez on yaşında tu
tuklanmışsın,” dedi sayfayı tarayarak.
“Herkes ilklerini hatırlar.”
“O yıl iki kez daha ve on bir yaşında yine iki kez tutuklan
mışsın. Stadwatch, bir kumar salonuna baskın yaptığında on dört
yaşında yine içeri alınmışsın. Fakat o zamandan bu yana hiç
hüküm giymemişsin.”
Doğruydu. K az’ı üç senedir kimse yakalamayı başaram a
mıştı. “Tövbe ettim,” dedi Kaz. “Dürüst bir iş buldum. Alınterimle
para kazanıyorum. Artık Hak yolundayım.”
“Küfre girme,” dedi Van Eck uysalca ama gözlerinde bir an
hiddet belirdi.
D indar bir adam, dedi Kaz kendi kendine. Bu esnada beyni,
Van Eck hakkında bildiği her şeyi ayıklıyordu: zengin, dindar,
yakın zamanda K az’dan çok da fazla büyük olmayan bir kızla ev
lenen bir dul. Ve elbette Van Eck’in oğluyla ilgili esrarı da unut
mamak gerekirdi.
Van Eck dosyayı karıştırmaya devam etti. “Profesyonel dö
Kargalar Meclisi
vüşler, at yarışları ve kendine ait şans oyunları düzenliyormuşsun.
Karga Kulübü’nde iki yılı aşkın süredir kat sorumlusuymuşsun.
Bir bahis şirketi işleten en genç kişiymişsin ve bu zaman zarfında
şirketin kârını iki katma çıkarmışsın. Bir şantajcı”
“Bilgi simsarlığı yaparım.”
“Bir dolandırıcı”
“Fırsat yaratırım.”
“Bir genelev patronu ve bir katil..
“Hayat kadınlarıyla işim olmaz. Üstelik ben bir amaç için öl
dürürüm.”
“Peki hangi amaçmış bu?”
“Seninkiyle aynı, tüccar. Kâr.”
“Bilgilerini nasıl topluyorsun, Bay Brekker?”
“Maymuncuk gibiyimdir.”
“Çok yetenekli bir maymuncuk olmalısın.”
“Gerçekten öyleyimdir.” Kaz hafif arkaya yaslandı. “Her insan
bir kasadır; sırlar ve özlemlerin içinde saklandığı. Kimileri kaba kuv
vet kullanırlar. Ben ise daha kibar bir yaklaşımı tercih ederim; doğru
zamanda, doğru yere doğru baskıyı uygulayacaksın. Hassas bir iş.”
“Hep benzetmelerle mi konuşursun, Bay Brekker?”
Kaz gülümsedi. “Ben benzetme yapmadım.”
Daha zincirleri yere düşmeden sandalyesinden ayağa fırladı.
Masanın üzerine atladı. Bir eliyle bir mektup açacağını kaparken
diğeriyle de Van Eck’i gömleğinden yakaladı. Bıçağı adamın bo
ğazına dayarken göm leğin kaliteli kumaşı kırıştı. Başı dönen
K az’ın uzuvları, uzun süre iskemleye bağlı kalmaktan titriyordu.
Fakat elinde bir silah varken durum daha çok umut vaat ediyordu.
Van Eck’in korumaları ona dönüktüler. Hepsi tabancalarını
ve kılıçlarını çekmişlerdi. Kaz, tüccarın yün takımının altındaki
kalp atışlarını hissedebiliyordu.
“Tehditlerle nefesimi boşa harcamam gerektiğini sanmıyo
63 ^
Leigh Bardugo
rum,” dedi Kaz. “Ya bana kapıya nasıl gideceğimi söylersin ya da
pencereden birlikte atlarız.”
“Sanırım fikrim değiştirebilirim.”
Kaz, adamı hafifçe sarstı. “Kim olduğun ya da o yakutun ne
kadar büyük olduğu umurumda değil. Beni kendi sokaklarımdan
kaçıramazsın. Ve ben zincirliyken benimle anlaşma yapmaya ça
lışamazsın.”
“Mikka,” diye seslendi Van Eck.
Ve sonra yine oldu. Bir çocuk kütüphane duvarından geçti.
Bir ceset kadar solgundu. Yakasında Van Eck’in hanesine bağlı ol
duğunu gösteren kırmızı ve altın rengi bir kurdele olan, nakışlı,
mavi bir Grisha Dalgaların Hâkimi paltosu giymişti. Fakat bir
Grisha bile duvarların içinden geçemezdi.
İlaç, diye düşündü Kaz telaşlanmamaya çalışarak. Bana ilaç
verdiler. Ya da bir tür sanrıydı bu. Hani şu Doğu Çıtası’ndaki ti
yatrolarda yapılan türden; ikiye bölünen bir kız, bir çaydanlıktan
çıkan güvercinler
“Bu da neyin nesi?” diye homurdandı Kaz.
“Beni bırakırsan açıklayacağım.”
“Olduğun yerde de açıklayabilirsin pekâlâ.”
Van Eck titreyerek soluğunu boşalttı. “Gördüklerin, jurda p a
remin etkileri.”
“Jurda sadece bir uyarıcı.” Küçük, kurutulmuş çiçekler
Novyi Zem ’de yetiştirilir ve Ketterdam’ın dört bir yanındaki dük
kânlarda satılırdı. Kaz, Döküntüler’deki ilk zamanlarında gözet
leme görevleri sırasında tetikte kalmak için çiğnemişti ju rd a yı.
Sonrasında dişleri günlerce turuncu kalmıştı. “Zararsızdır,” dedi.
“Jurda parem büsbütün farklı bir şey. Üstelik kesinlikle de
zararsız değil.”
“Öyleyse bana ilaç verdin.”
“Ben değil, Bay Brekker. Mikka verdi.”
64
Kargalar Meclisi
Kaz, G risha’nın kül gibi yüzüne baktı. Gözlerinin altında
koyu renk çukurlar vardı. Birkaç öğündür yemek yememiş birini
andıran, kırılgan bir yapıya sahipti.
“Jurda parem, sıradan jurdanm bir kuzenidir,” diye devam etti
Van Eck. “Aynı bitkiden elde edilir. İlacın yapılış sürecine dair eli
mizde kesin bilgiler yok. Ancak Bo Yul-Bayur adındaki bir bilima-
damı tarafından Kerch Ticaret Konseyi’ne bir numune gönderildi.”
“Shulu mu?”
“Evet. İltica etmek istiyordu. O nedenle ilacın sıra dışı etki
lerine dair iddialarını kanıtlamak amacıyla bize bir numune yol
ladı. Lütfen, Bay Brekker, bu çok rahatsız bir pozisyon. İstersen
sana bir tabanca da verebilirim. Böylece oturup daha medeni bir
şekilde konuşabiliriz.”
“Tabanca ve bastonum.”
Van Eck, korumalarından birine işaret etti. Odadan çıkan ko
ruma biraz sonra elinde K az’m bastonuyla döndü; Kaz, adamın
kapıyı kullandığına sevindi.
“Önce tabanca,” dedi Kaz. “Yavaşça.” Koruma silahını kılı
fından çıkarıp kabzasını K az’a uzattı. Kaz tabancayı alıp çabuk
bir hareketle horozunu çekti. Sonra Van Eck’i salarak mektup aça
cağını masanın üzerine attı. Korumanın elinden bastonunu çekip
aldı. Tabanca daha kullanışlıydı ama baston K az’a tarifi imkânsız
bir rahatlama getirdi.
Van Eck kendisiyle K az’m dolu tabancası arasına mesafe
koymak için birkaç adım geri gitti. Oturmaya istekli görünm ü
yordu. Kaz da oturmadı. Pencerenin yakınında durdu. Böylece ge
rektiğinde tüyebilecekti.
Van Eck derin bir nefes alarak takım elbisesini düzeltmeye
çalıştı. “O baston oldukça esaslı bir donanım, Bay Brekker. Fab
rikatör yapımı mı?”
Baston gerçekten de bir Grisha Fabrikatörü tarafından yapıl
^ 65
Leigh Bardugo
mıştı. Kurşun çizgiliydi ve kemik kırmak için ideal ağırlıktaydı.
“Seni ilgilendirmez. Konuş bakalım, Van Eck.”
Tüccar boğazını temizledi. “Bo Yul-Bayur jurda parem nu
munesini gönderdiğinde bunu üç Grisha’ya verdik. Her sınıftan
birer tanesine.”
“Gönüllüler mi?”
“Kontratlılar,” diye itiraf etti Van Eck. “İlk ikisi, Konsey
üyesi Hoede için çalışan bir Fabrikatör ile bir Şifacı’ydı. Mikka
bir Dalgaların Hâkimi. O bana ait. İlacı kullanarak neler yapabil
diğini gördün.”
Hoede. Bu ismi nereden hatırlıyordu acaba?
Kaz, M ikka’ya bakarak, “Ne gördüğümü bilmiyorum,” dedi.
Çocuğun bakışları Van Eck’in üzerine odaklanmıştı. Bir sonraki
buyruğunu bekliyor gibiydi. Ya da bir sonraki iğnesini.
“Sıradan bir Dalgaların Hâkimi, akıntıları kontrol edebilir,
havadaki ya da civardaki bir kaynaktaki suyu veya nemi çağırabi
lir. Limanımızdaki gelgitleri onlar idare ederler. Fakat jurda parem
etkisi altındaki bir Dalgaların Hâkimi kendini katidan sıvıya, sı
vıdan gaza dönüştürebilir. Ayrıca aynı işlemi diğer nesnelere de
uygulayabilir. Bir duvara bile.”
K az’m içinden bunu inkâr etmek geldiyse de gördüklerini
başka türlü açıklayamıyordu. “Nasıl?”
“Söylemek güç. Bazı Grishaların taktığı büyüteçleri biliyor-
sundur?”
“Görmüşlüğüm var,” dedi Kaz. Hayvan kemikleri, dişler, pul
lar. “Bulunması zor diye duymuştum.”
“Hem de çok. Fakat sadece bir Grisha’nın gücünün artırırlar.
Jurda parem ise bir Grisha’nın algısını değiştirir.”
“Yani?”
“Grishalar maddeyi en temel seviyelerinde kontrol ederler.
Buna Yüce Bilimler adını verirler. Parem etkisindeyken bu kont
66 ^
Kargalar Meclisi
rolleri daha hızlı ve daha kesin hale gelir. Teoride jurda parem , sı
radan kuzeni gibi sadece bir uyarıcıdır. Fakat öyle görünüyor ki
bir Grisha’nın sezilerini keskinleştirip iyileştiriyor. Sıra dışı hız
larda bağlantılar kurmalarını sağlıyor. Normalde imkânsız olan
şeyleri mümkün kılıyor.”
“Peki, seninle benim gibi zavallılara ne yapıyor?”
Van Eck, K az’la aynı ortamda bulunduğu için biraz ürpermiş
gibi göründü ama, “Öldürüyor. Sıradan bir zihin parem e en düşük
dozlarında bile dayanamaz,” dedi.
“İlacı üç Grisha’ya verdiğinizi söyledin. Diğerleri neler ya
pabiliyor?”
“Burada,” dedi Van Eck masasının çekmecesine uzanarak.
Kaz tabancasını kaldırdı. “Ağır ol.”
Van Eck elini çekmeceye abartılı bir yavaşlıkla uzattı. Bir
altın kütlesi çıkardı. “Bu, aslında kurşundu.”
“Yok daha neler.”
Van Eck omuz silkti. “Sana sadece gördüklerimi anlatabili
rim. Fabrikatör eline bir parça kurşun aldı. Saniyeler sonra eli
mizde bu vardı.”
“Hakiki olduğunu nereden biliyorsunuz?” diye sordu Kaz.
“Altınla aynı erime noktasına, aynı ağırlığa ve aynı dövül
genliğe sahip. Altınla tamamen aynı değilse bile, biz bir fark gö
remedik. İstersen test ettirebilirsin.”
Kaz bastonunu kolunun altına sıkıştırıp ağır kütleyi Van
Eck’ten aldı. Cebine koydu. İster hakiki olsun ister inandırıcı bir
taklit olsun, bu büyüklükteki sarı bir külçeyle Fıçı sokaklarında
pek çok şey satın alınabilirdi.
“Onu herhangi bir yerden temin etmiş olabilirsin,” diye be
lirtti Kaz.
“Sana bizzat göstermesi için Hoede’nin Fabrikatörünü bu
raya getirtirdim ama durumu iyi değil.”
67
Leigh Bardugo
Kaz bakışlarını M ikka’nın marazi yüzüne ve ıslak alnına yö
neltti. îlacı kullanmanın belli ki bir bedeli vardı.
“Bütün bunların doğru olduğunu ve ucuz bir sihirbazlık nu
marası olmadığını varsayalım. Benimle ne ilgisi var?”
“Shulann, Kerchlere olan borçlarının tamamını birdenbire al
tınla ödediğini duymuşsundur belki. Novyi Zem ticaret büyükel
çisinin suikasta kurban gittiğini? R avka’daki bir askeri üsten
belgeler çalındığını?”
Demek tuvalette ölü bulunan büyükelçi cinayetinin ardındaki
sır buydu. Ayrıca o üç Shu gemisindeki altınlar da Fabrikatörler
tarafından yapılmış olmalıydı. Kaz, Ravka’dan çalman belgelerle
ilgili hiçbir şey duymamıştı ama yine de başını salladı.
“Bütün bu hadiselerin, Shu hükümeti kontrolünde ve ju rda
parem etkisindeki Grishaların işi olduğuna inanıyoruz.” Van Eck
çenesini kaşıdı. “Bay Brekker, sana anlattıklarımı bir an durup dü
şünmeni istiyorum. Duvarlardan geçebilen adamlar; bundan böyle
hiçbir kasa ya da kale güvenli olmayacak. Kurşunu ya da herhangi
bir maddeyi altına çevirebilen, dünyanın özünü değiştirebilen in
sanlar; para piyasaları kargaşaya sürüklenecek. Dünya ekonomisi
altüst olacak.”
“Çok heyecan verici. Benden istediğin nedir, Van Eck? Bir
sevkiyatı çalmamı mı istiyorsun? Ya da formülü?”
“Hayır, adamı çalmanı istiyorum.”
“Bo Yul-Bayur’u kaçırmamı mı istiyorsun?”
“Onu kurtarmanı istiyorum. Bir ay önce Yul-Bayur’dan sı
ğınma talebinde bulunduğu bir mesaj aldık. Hükümetinin ju rda
parem planları konusunda kaygıları vardı. Biz de ona iltica etme
sinde yardım etmeyi kabul ettik. Bir buluşma ayarladık. Ne var ki
buluşma noktasında bir çatışma çıktı.”
“Shularla mı?”
“Hayır. Fjerdalılarla.”
Kargalar Meclisi
Kaz kaşlarını çattı. İlacı ve Bo Yul-Bayur’un planlarını bu
kadar çabuk öğrendiklerine göre Fjerdalıların, Shu Han’da ya da
Kerch’te casusları olmalıydı. “O zaman ajanlarınızı gönderin.”
“Diplomatik durum biraz hassas. Hükümetimizin Yul-Bayur Ta
hiçbir şekilde ilişkilendirilmemesi gerekli.”
“Bilmelisin ki şimdiye çoktan ölmüştür. Fjerdalılar, Grisha-
lardan nefret ederler. Bu ilacın bilgisinin dışarı sızdırılmasına asla
izin vermeyeceklerdir.”
“Kaynaklarımız, Yul-Bayur’un hâlâ hayatta olduğunu ve yar
gılanmayı beklediğini söylüyorlar.” Van Eck boğazını temizledi.
“Buz Sarayı’nda.”
Kaz, Van Eck’e uzun bir müddet baktıktan sonra gülmeye baş
ladı. “Eh, tarafından bayıltılıp tutsak alınmak bir zevkti, Van Eck.
Vakti geldiğinde konukseverliğine mukabele edileceğinden emin ola
bilirsin. Şimdi uşaklarından birine söyle de bana kapıyı göstersin.”
“Sana beş milyon kruge ödemeye hazırız.”
Kaz tabancayı cebine koydu. Artık can güvenliği için endişe
duymuyordu. Sadece bu gammazcı, zamanını boşa harcadığı için
sinirliydi, hepsi bu. “Bu sana şaşırtıcı gelebilir, Van Eck, ama biz
kanal fareleri de hayatlarımıza en az sizin kadar değer veririz.”
“On milyon.”
“Hayatta olup harcayamayacağım bir serveti ne yapayım ki
ben. Şapkam nerede? Yoksa Dalgaların Hâkimin onu ara sokakta
mı bıraktı?”
“Yirmi.”
Kaz durakladı. Duvarlardaki oyma balıkların, dinlemek için,
sıçrayışlarının ortasında durduklarına dair tuhaf bir hisse kapıldı.
“Yirmi milyon kruge m i?”
Van Eck başıyla onayladı. Mutlu görünmüyordu.
“Bir intihar görevini kabul etmeleri için bir ekibi ikna etmem
gerekecek. Bu pahalıya patlayacaktır.” Bu tamamen doğru sayıl
69 J t*
Leigh Bardugo
mazdı. Van Eck’e söylediklerine rağmen Fıçı’da yaşama amacın
dan yoksun bir dünya insan vardı.
“Yirmi milyon kruge epey pahalı sayılır,” diye karşılık verdi
Van Eck.
“Buz Sarayı’na daha önce hiç kimse giremedi.”
“Sana da bu yüzden ihtiyacımız var ya, Bay Brekker. Bo Yul-
Bayur’un çoktan ölmüş ve sırlarını da Fjerdalılara teslim etmiş olması
mümkün. Ancak jurda paremin sun ifşa edilmeden önce harekete
geçmek için en azından biraz vaktimiz olduğu kanısındayız.”
“Formül Shulardaysa”
“Yul-Bayur, amirlerini yanıltmayı ve formülün ayrıntılarını
saklamayı başardığını iddia ediyordu. Shuların, Yul-Bayur’un ge
ride bıraktığı kısıtlı stoku kullandığını düşünüyoruz.”
Tamah, benim önümde eğilir. Belki de Kaz o cephede biraz
fazla kendini beğenmişti. Şimdi tamah, Van Eck’in isteğini yerine
getiriyordu. Kaldıraç işbaşındaydı. K az’ın direncini kırıyor, onu
hizaya getiriyordu.
Yirmi milyon kruge. Nasıl bir iş olacaktı bu? Kaz casusluk
ya da hükümet çekişmelerinden anlamazdı ama Bo Yul-Bayur’u
Buz Sarayı’ndan kaçırmak bir tüccarın kasasındaki değerli eşyaları
aşırmaktan neden farklı olsundu ki? Dünyanın en iyi korunan ka
sası, diye hatırlattı kendine. Son derece uzmanlaşmış bir ekibe ih
tiyacı olacaktı. Bu ekiptekiler gidip de dönmeme ihtimalini göze
alabilmeliydiler. Ayrıca Döküntüler’in dışından da adam toplaması
gerekecekti. İhtiyaç duyacağı yetenekler, çetesinde mevcut değildi.
Yani her zamankinden daha dikkatli olması gerekecekti.
Ne var ki işi başarırlarsa, Per Haskell kendi payına düşeni al
dıktan sonra bile K az’ın alacağı hisse her şeyi değiştirmeye, kal
binde bir delik açan intikamla soğuk bir limandan ayrıldığından
beri kurduğu hayalini nihayet hayata geçirmeye, yetecekti. Jor-
die’ye olan borcu sonunda ödenecekti.
Kargalar Meclisi
Başka yararlan da olacaktı. Hem bu soygun Kaz’m şöhretini
artıracaktı hem de Kerch Konseyi ona borçlanacaktı. Girilmesi im
kânsız Buz Sarayı’na sızıp Fjerda soylularının ve ordusunun ka
lesinden bir ganimeti çalmak? Böyle bir işin altından kalktığı ve
o kadar büyük bir ödülü kazandığı takdirde artık Per Haskell’e ih
tiyacı kalmayacaktı. Kendi çetesini kurabilecekti.
Fakat bir terslik vardı. “Neden ben? Neden Döküntüler? Biz
den daha deneyimli çeteler var.”
Mikka öksürmeye başladı. Kaz, Grisha’nın yeninde kan gördü.
Van Eck usulca, “Otur şöyle,” dedi ve M ikka’nın bir iskem
leye oturmasına yardım edip bir mendil uzattı. Korumalardan bi
rine işaret etti. “Su getirin.”
“Ee?” diye teşvik etti Kaz.
“Kaç yaşındasın, Bay Brekker?”
“On yedi.”
“On dört yaşından beri tutuklanmamışsın. Ayrıca üç yıl önce
olduğundan daha dürüst biri olmadığını bildiğimden dolayı bir
suçluda en çok aradığım özelliği taşıdığını varsayabilirim: Yaka
lanmıyorsun .” Van Eck hafif gülümsedi. “Bir de benim şu DeKap-
pel’imle ilgili mesele var.”
“Ne demek istediğini bilmediğimden eminim.”
“Altı ay önce, yaklaşık yüz bin kruge değerindeki bir DeKap-
pel yağlıboya tablosu evimden çalındı.”
“Epey büyük bir kayıp.”
“Öyleydi. Özellikle de galerime dışarıdan kimsenin gireme
yeceği ve kapılarındaki kilitlerin de son derece sağlam olduğu ko
nusunda bana güvence verilmişken.”
“O haberi gazetede okumuştum galiba.”
“Evet,” diye itiraf etti Van Eck iç geçirerek. “Kibir, tehlikeli
bir hastalıktır. Koleksiyonumla ve onu korumak için aldığım ön
lemlerle caka satmak için sabırsızlanıyordum. Öte yandan bütün
Leigh Bardugo
korumalarıma, köpeklere, alarmlara ve Ketterdam ’daki en sadık
çalışanlara rağmen tablom yine de çalındı.”
“Geçmiş olsun.”
“Dünya piyasasında henüz ortaya çıkmadı.”
“Belki de senin hırsızın alıcısı çoktan belliydi.”
“O da bir ihtimal tabii ki. Fakat ben hırsızın, tabloyu farklı
bir nedenle çaldığı kanaatindeyim.”
“Neymiş o neden?”
“Sadece çalabildiğini göstermek.”
“Bana aptalca bir risk gibi geldi.”
“Eh, hırsızların kafalarından ne geçtiğini kim bilebilir ki?”
“Benim bilmediğim kesin.”
“Buz Sarayı hakkında bildiklerimi düşünürsek, DeKap-
pel’imi her kim çaldıysa o, bu iş için tam biçilmiş kaftan.”
“O halde benim yerime onu tutsan daha iyi olur.”
“Haklısın ama seninle idare etmek zorunda kalacağım.”
Van Eck gözlerinin arasında bir itiraf bulmayı umarmışçasına
bakışlarını K az’dan ayırmadı. Sonunda, “Anlaştık öyleyse?” diye
sordu.
“Biraz yavaş ol bakalım. Şifacı’ya ne oldu?”
Van Eck afallamış gibiydi. “Kim?”
“İlacı her Sınıf’tan bir Grisha’ya verdiğinizi söyledin. Mikka
bir Dalgaların Hâkimi, senin Etherealkin. O altını yapan Fabrikatör
bir Materialki. Öyleyse Corporalki’ye ne oldu? Şifacı’ya?”
Van Eck hafif yüzünü buruşturdu ama, “Benimle gelir misin,
Bay Brekker?” demekle yetindi.
Gözünü Mikka ile korumalardan ayırmayan Kaz temkinli bir
şekilde Van Eck’in peşi sıra kütüphaneden ayrılıp koridora çıktı.
Evin her yanından tüccarın zenginliği akıyordu; duvarlarda koyu
renk ahşap paneller, siyah beyaz fayans döşeli yerler, hepsi zevkli,
hepsi kusursuzca işlenmişti ama bir mezarlık hissi uyandırıyordu.
72 ^
Kargalar Meclisi
Odalar terk edilmiş, perdeler kapatılmış, mobilyaların üzeri beyaz
çarşaflarla örtülmüştü. Yanından geçtikleri bütün karanlık odalar,
buzdağlarıyla kaplı, bir nevi unutulmuş bir deniz manzarasını an
dırıyordu.
Hoede. Kaz bu ismi şimdi hatırladı. Geçen hafta Hoede’nin
Geldstraat’taki köşkünde bir olay meydana gelmişti. Kordon altına
alınan bölge stadwatch muhafızlarıyla doluydu. Kaz çiçek hasta
lığı salgını çıktığına dair rivayetler duymuştu ama Inej bile daha
fazlasını öğrenememişti.
Tüyleri ürperen Kaz, “Burası, Konsey üyesi Hoede’nin evi,”
dedi. Bir salgın hastalığa yakalanmak istemiyordu. Fakat tüccarla
korumaları endişeli görünmüyorlardı. “Ben buranın karantinaya
alındığım sanıyordum.”
“Burada vuku bulan olay bizim için bir tehlike arz etmiyor.
Ve işini yaparsan, Bay Brekker, hiçbir zaman da etmeyecek.”
Van Eck, K az’ı bir kapıdan bakımlı bir bahçeye çıkardı. Ha
vada erken açan çiğdemlerin yoğun nektar kokusu vardı. Koku,
Kaz’a çenesine aldığı bir yumruk gibi çarptı. Jordie’nin anıları zih
ninde henüz çok taze olduğundan Kaz bir an varsıl bir tüccarın
kanal boyundaki bahçesinde değil de kardeşinin onu eve çağıran
sesinin ve yanaklarına vuran sıcak güneş eşliğinde, dizlerine kadar
gelen bahar otlarının arasında yürüğünü hissetti.
Kaz silkindi. Şöyle en koyusundan , en acısından bir kupa
kahveye ihtiyacım var, diye düşündü. Ya da çeneme sağlam bir
yum ruğa belki de.
Van Eck onu kanala bakan bir kayıkhaneye götürüyordu.
Panjurlu pencerelerinden dışarı sızan ışık, bahçe yolunda değişik
şekiller oluşturuyordu. Van Eck cebinden bir anahtar çıkarıp kilide
sokarken bir kent muhafızı kapının yanında esas duruşta bekledi.
Kaz kapalı odadan yükselen koku burnuna ulaşınca yenini ağzına
götürdü; idrar, dışkı. Çiğdem kokuları buraya kadarmış.
Leigh Bardugo
Odayı duvardaki iki cam fener aydınlatıyordu. Ayaklarının di
bindeki zeminde kırık cam parçaları bulunan bir grup muhafızın
yüzleri büyük demir bir kutuya dönüktü. Kimilerinin üzerinde stad-
w atch,w mor üniforması, kimilerinin üzerindeyse Hoede hanesinin
deniz yeşili üniforması vardı. Kaz gözlem penceresinden, boş bir
masayla devrilmiş iki sandalyenin önünde dikilen bir başka kent
muhafızını gördü. Muhafız tıpkı diğerleri gibi kolları yanda serbest
duruyordu, ifadesiz yüzündeki gözleri ileriye, hiçliğe odaklanmıştı.
Van Eck fenerlerden birinin ışığını artırınca Kaz mor üniformalı bir
bedenin gözleri kapalı halde yere yığılmış olduğunu gördü.
Van Eck göğüs geçirip yerdeki bedeni çevirmek için çömeldi.
“Bir tane daha kaybettik,” dedi.
Çocuk gençti. Daha bıyıkları bile çıkmamıştı.
Van Eck onları içeri alan muhafıza emirler verdi. Van Eck’in
maiyetindekilerden birinin yardımıyla cesedi kaldırıp odadan çı
kardı. Diğer muhafızlar hiçbir tepki vermediler. Öylece karşıya
bakmaya devam ediyorlardı.
Kaz onlardan birini tanıdı; stadw atch ’un komiseri Henrik
Dahlman.
“Dahlman?” dedi ama adam tepki vermedi. Komiserin sura
tının önünde elini sallayan Kaz, ardından kulağına sertçe vurdu.
Sadece yavaş, ilgisiz bir göz kırpıştırma. Kaz tabancasını kaldırıp
doğrudan komiserin alnına nişanladı. Horozu çekti. Komiser ne
irkildi ne tepki verdi. Ne de gözbebekleri küçüldü.
“Ölüden farksız,” dedi Van Eck. “Ateş et. Beynini dağıt. İti
raz etmeyecektir. Diğerleri de tepki vermeyecektir.”
İliklerine kadar ürperen Kaz tabancasını indirdi. “Nedir bu?
Onlara ne oldu?”
“Grisha, Konsey üyesi Hoede’nin hanesinde hizmet veren bir
Corporalnik’ti. Hoede, kız bir Cellat değil de bir Şifacı olduğu için
parem i denemek için güvenli bir seçim yaptığını düşünmüştü.”
Kargalar Meclisi
Akıllıca görünüyordu. Kaz, Cellatları iş üstünde görmüştü.
Size ellerini bile sürmeden hücrelerinizi parçalayabilir, kalbinizi
patlatabilir, ciğerlerinizdeki havayı çalabilir, nabzınızı düşürerek
sizi komaya sokabilirlerdi. Van Eck’in anlattıklarının bir kısmı
dahi doğruysa onlardan birine jurda parem verilmesi fikri oldukça
ürkütücüydü. Dolayısıyla tüccarlar da ilacı bir Cellat yerine bir Şi-
facı üzerinde denemişlerdi. Gel gelelim anlaşılan o ki evdeki hesap
çarşıya uymamış.
“Ona ilacı verdiniz ve sahibini mi öldürdü?”
“Pek sayılmaz,” dedi Van Eck boğazını temizleyerek. “Kız,
şu gözlem hücresindeymiş. Paremi aldıktan sonra saniyeler içinde
odanın içindeki muhafızı kontrol etmeye başlam ış”
“Bu mümkün değil.”
“Öyle mi dersin? Beyin de hücrelerden ve dürtülerden oluşan
bir organ sonuçta. Jurda parem etkisindeki bir Grisha, o dürtüleri
neden kontrol edemesin ki?”
K az’ın şüphesi yüzüne vurmuştu.
“Bu insanlara bir bak,” diye ısrar etti Van Eck. “Grisha onlara
beklemelerini söylemiş. Ve onlar da tam olarak bunu yapıyorlar.
O andan bu yana başka hiçbir şey yapmamışlar.”
Kaz sessiz grubu yakından inceledi. Gözleri ifadesiz ya da
ölü değildi. Bedenlerinin de rahat olduğu söylenemezdi. Bekleme
deydiler. Kaz bir ürpertiyi bastırdı. Tuhaf şeyler, sıra dışı şeyler
görmüştü ama bu gece gördüklerinin yanında onların lafı bile ol
mazdı.
“Hoede’ye ne oldu?”
“Grisha kapıyı açmasını emretmiş. Kapıyı açtığında da ona
kendi başparmağını kesmesini buyurmuş. Neler olduğunu bilm e
mizin tek sebebi, bir aşçı yamağının o sırada burada olması. Grisha
ona dokunmamış ama dediğine göre Hoede kendi başparmağını
kesmiş. Hem de gülerken.”
75 J t* ’
Leigh Bardugo
Kaz, bir Grisha’nm, beynini kontrol etmesi fikrinden hiç hoş
lanmadı. Fakat Hoede, başına gelenleri hak etmişse de şaşırmazdı.
Ravka içsavaşı sırasında pek çok Grisha çatışmalardan kaçmış ve
esasen kendilerini birer köle olarak sattıklarından habersiz,
Kerch’in yolunu tutmuştu.
“Tüccar ölmüş mü?”
“Konsey üyesi Hoede çok kan kaybetmiş ama o da bu adam
larla aynı durumda. Ailesi ve hane çalışanlarıyla birlikte taşraya
götürüldü.”
“Grisha Şifacısı Ravka’ya mı dönmüş?” diye sordu Kaz.
Van Eck, K az’ı tuhaf kayıkhaneden çıkarıp arkalarından ka
pıyı kilitledi.
“Öyle bir girişimde bulunmuş olabilir,” dedi bahçeden geçip
evin yan tarafı boyunca ilerleyerek. “Bulduğu küçük bir tekneyle
Ravka’ya gitmekte olduğunu tahmin ediyoruz. Fakat iki gün önce
Üçüncü Liman’a vuran cesedini bulduk. Kente geri dönmeye ça
lışırken boğulduğunu düşünüyoruz.”
“Neden buraya geri gelsin ki?”
“Daha fazla ju rd a parem için.”
Kaz, M ikka’nın ışıldayan gözlerini ve kül gibi cildini dü
şündü. “O kadar mı bağımlılık yapıyor?”
“Görünüşe bakılırsa tek bir doz yeterli. İlacın etkisi geçti
ğinde Grisha’nın vücudu zayıf düşürüyor. Şiddetli bir krize giriyor.
Kişiyi epey güçten düşürüyor.”
E pey güçten düşürüyor biraz hafif kalan bir ifade gibiydi.
Ketterdam limanlarına girişleri, Gelgit Konseyi denetlerdi. Şayet
ilaç alan Şifacı gece vakti küçük bir tekneyle geri dönmeye çalış
mışsa akıntıya karşı pek şansı olmamıştır. Kaz, M ikka’nın zayıf
suratını, üstüne bol gelen kıyafetlerini düşündü. Onu bu duruma
ilaç getirmişti. Kendisine j urda parem verilmişti ve şimdiden bir
sonraki dozu arzuluyordu. Ayrıca her an yere yığılmaya da hazır
Kargalar Meclisi
görünmüştü. Bir Grisha bu şekilde ne kadar devam edebilirdi?
İlginç bir soruydu ama söz konusu meseleyle alakası yoktu.
Ön bahçe kapısına varmışlardı. Anlaşmaya varma vakti gelmişti.
“Otuz milyon k r u g e dedi Kaz.
“Yirmi demiştik!” dedi Van Eck tükürükler saçarak.
“Sen yirmi demiştin. Çaresiz olduğunuz açık.” Kaz içinde bir
oda dolusu adamın öylece ölmeyi beklediği kayıkhanenin olduğu
tarafa baktı. “Ve şimdi de nedenini anlıyorum.”
“Konsey, kellemi uçuracak.”
“Bo Yul-Bayur’u her nerede tutmak istiyorsan oraya güvenle
sakladığında sana methiyeler düzecekler.”
“Novyi Zem ’de tutacağım.”
Kaz omuz silkti. “İstersen kahve demliğine koy. Umurumda
bile değil.”
Van Eck bakışlarını Kaz’ınkilere dikti. “Bu ilacın neler ya
pabildiğini gördün. Seni temin ederim ki bu daha sadece başlangıç.
Jurda parem dünya üzerine salmırsa savaş kaçınılmazdır. Ticaret
yolları yok olur, piyasalar çöker. Kerch böyle bir felaketten sağ
kurtulamaz. Kaderimiz senin elinde, Bay Brekker. Başarısız olur
san bunun bedelini bütün dünya ödeyecek.”
“Ah, durum daha da vahim, Van Eck. Başarısız olursam pa
ramı alamam.”
Tüccarın yüzünde beliren tiksinti ifadesi, bir DeKappel yağ
lıboya tablosuyla ölümsüzleştirilmeyi hak ediyordu.
“O kadar hayal kırıklığına uğramış görünme yahu. Sadece,
bu kanal faresinin aslında bir vatansever olduğunu keşfetseydin
kendini ne kadar berbat hissedeceğini bir düşün. O kıvırdığın du
dağını düzeltip bana karşı saygılı bile davranmak zorunda kalabi
lirdin.”
“Bana bu rahatsızlığı yaşatmadığın için teşekkür ederim ,”
dedi Van Eck büyüklenerek. Kapıyı açtı, sonra durakladı. “Senin
77 ^
Leigh Bardugo
gibi zeki bir çocuğun farklı koşullar altında neler yapabileceğini
gerçekten merak ediyorum.”
Jordie ’y e sor, diye düşündü Kaz içinde bir sızıyla. Fakat sa
dece omuz silkti. “Daha üst sınıf bir enayiden çalıyor olurdum,
hepsi bu. Otuz milyon kruge."
Van Eck başıyla onayladı. “Otuz. Anlaşma anlaşmadır.”
“Anlaşma anlaşmadır,” dedi Kaz. El sıkıştılar.
Van Eck’in bakımlı eli K az’ın deri kaplı parmaklarını kavra
yınca tüccar gözlerini kıstı.
“Neden eldiven takıyorsun, Bay Brekker?”
Kaz kaşını kaldırdı. “Anlatılanları duymuşsundur eminim.”
“Hepsi de birbirinden tuhaf.”
Onları Kaz da duymuştu: Brekker’in ellerinde kan lekeleri
vardı. Brekker’in elleri yara izleriyle kaplıydı. Brekker yarı iblis
olduğundan parmak yerine pençeleri vardı. Brekker’in dokunuşu,
kükürt gibi yakardı; çıplak teniyle en ufak bir temas bile bedeni
nizin yanmasına ve ölmenize neden olurdu.
“İstediğini seç,” dedi Kaz gecenin içinde gözden yiterken.
Düşünceleri çoktan otuz milyon kruge ye ve onu elde etmek için
ihtiyaç duyacağı ekibe kaymıştı bile. “Hepsinde biraz gerçeklik
payı var.”
78 ^
iz, Sunta’ya adımını attığı an Inej anlamıştı. Bütün
gangsterler, hırsızlar, torbacılar, dolandırıcılar ve sahtekârlar biraz
daha kendine gelirken K az’ın varlığı tıkış tıkış odalarda ve çarpık
koridorlarda yankılandı. Per HaskelPin sağ kolu eve dönmüştü.
Sunta öyle ahım şahım bir yer değildi. Fıçı’nın en kötü mıntı
kasında sıradan bir evdi. Birbiri üstüne istiflenmiş üç katı, tepesinde
bir çatı katı ve üçgen bir çatısı vardı. Kentin bu kısmındaki yapıların
çoğu temelsiz inşa edilmişti. Pek çoğu da kanalların rasgele kazıldığı
bataklık arazileri üzerindeydi. Bir barda toplanmış çakırkeyif dostlar
gibi, uykulu açılarda yan yatmış, birbirlerine yaslanıyorlardı. Inej,
Döküntüler için yaptığı işler vesilesiyle pek çoğuna girmişti. Dışlan
gibi içleri de pek iç açıcı değildi: Soğuk ve rutubetliydiler. Duvar
sıvaları dökülüyordu. Pencerelerde içeri yağmur ve kar girebilecek
büyüklükte boşluklar vardı. Fakat Kaz, kendi cebinden Sunta’nm
yıkık yerlerini tamir ettirmiş ve duvarlarına yalıtım yaptırmıştı.
Sunta çirkin, yamuk ve kalabalıktı ama kupkuruydu.
Inej’in odası üçüncü kattaydı. Ancak bir yatakla bir sandığın
Leigh Bardugo
sığacağı büyüklükte küçük bir yerdi ama Fıçı’nın sivri çatılarına
ve birbirine geçmiş bacalarına nazır bir penceresi vardı. Hatta rüz
gâr esip de şehrin üstüne çöken kömür dumanının yol açtığı sis
dağıldığında limanın bir kısmı bile seçilebiliyordu.
Tanyerinin ağarmasına yalnızca birkaç saat olmasına rağmen
Sunta tamamen uyanıktı. Evin gerçekten sessiz olduğu tek zaman,
öğleden sonralarıydı. Bu geceyse herkesin dilinde Borsa’daki he
saplaşma, Bolliger’in kaderi ve Rojakke’nin kovulması vardı.
Inej, K az’la yaptığı konuşmanın ardından doğrudan Karga
K ulübü’ndeki krupiyeyi bulmaya gitmişti. Rojakke, üç kişilik
Bramble oynayan Jesper ile iki Ravkalı turist için masada kâğıt
dağıtıyordu. Eli bittiğinde Inej, dostlarının huzurunda kovulma
utancını yaşamaması için onunla özel oyun odalarından birinde
konuşmayı önermiş, fakat Rojakke bunu kabul etmemişti.
Inej, K az’ın emirlerini ona aktardığında, “Bu hiç adil değil,”
diye gürlemişti. “Ben bir düzenbaz değilim!”
“Bunu K az’la konuş,” diye karşılık vermişti Inej sessizce.
“Ayrıca sesini de alçalt,” diye eklemişti Jesper civar m asa
larda oturan turist ve denizcilere bakarak. Fıçı’da kavgalar yay
gındı ama Karga Kulübü’nde kavgaya rastlanmazdı. Bir derdiniz
varsa dışarıda hallederdiniz. Böylelikle de paralarına elveda diyen
güvercinleri rahatsız etme riski ortadan kalkmış olurdu.
“Brekker nerede?” diye homurdanmıştı Rojakke.
“Bilmiyorum.”
“Hiçbir konuda bilmediğin şey yoktur senin,” diye pis pis sı-
rıtmıştı nefesi bira ve soğan kokan Rojakke öne doğru eğilerek.
“Kirlieller sana bunun için para vermiyor mu?”
“Nerede olduğunu ya da ne zaman döneceğini bilmiyorum
ama şunu biliyorum ki o döndüğünde burada olmak istemezsin.”
“Bana çekimi verin o halde. Bana son vardiyamın ücretini
borçlusunuz.”
80 ^
Kargalar Meclisi
“Brekker sana hiçbir şey borçlu değil.”
“Benimle yüzleşmeye bile tenezzül etmiyor mu yani? Beni
sepetlemek için yerine küçük bir kızı mı gönderiyor? Belki de pa
ramı senden zorla almalıyım.” Rojakke, İnej’i gömleğinin yaka
sından yakalamak için uzanmış ama Inej rahatlıkla kaçmıştı.
Rojakke tekrar hamle yapmıştı.
Inej gözucuyla Jesper’in sandalyesinden doğrulduğunu gör
müş, ama ona oturmasını işaret etmişti. Sağ arka cebinde sakladığı
m uştayı parmaklarına geçirerek Rojakke’nin sol yanağına hızlı bir
yumruk indirmişti.
Kovulan adam, elini hemen yüzüne götürmüştü. “Hey,” demişti.
“Sana zarar vermedim ki ben. Öylesine konuşuyordum sadece.”
İnsanlar şimdi onları izliyorlardı. O yüzden Inej ona bir kez
daha vurmuştu. Karga Kulübü’nün kurallarına rağmen bu, birinci
öncelikti. Kaz, inej’i Sunta’ya getirdiğinde ona göz kulak olama
yacağı, kendi başının çaresine bakması gerekeceği konusunda onu
uyarmış, Inej de tedbirini almıştı. Küfrettiklerinde ya da oynaşmak
için sırnaştıklarında arkasını dönüp gitmek daha kolay seçenek
olarak görülebilirdi fakat bunu yaptığında bir el hemen bluzuna
uzanır ya da onu duvara itmeye çalışırdı. Bunun üzerine o da hiçbir
hakareti ya da sırnaşmayı karşılıksız bırakmazdı. Her zaman ilk
darbeyi o indirirdi ve bu darbe de sert olurdu. Bazen onları biraz
keserdi bile. Yorucuydu ama Kerchliler için ticaret dışında hiçbir
şey kutsal değildi. O nedenle Inej kendisine saygısızlık yapıldı
ğında karşılığını ne olursa olsun verirdi.
Şaşkın ve biraz da ihanete uğramış görünen Rojakke parmak
larım yanağında oluşmaya başlayan çirkin morluğa dokundur-
muştu. “Arkadaş olduğumuzu sanıyordum,” diye söylenmişti.
İşin hazin yanı, bunun doğru olmasıydı. Inej, Rojakke’yi ger
çekten severdi. Fakat Rojakke şu anda birilerine üstünlük tasla
maya çalışan korkmuş bir adamdı sadece.
81
Leigh Bardugo
“Rojakke,” demişti Inej. “Seni iskambil kâğıtlarıyla çalışırken
gördüm. Hemen hemen bütün salonlarda iş bulabilirsin. Şimdi evine
git ve Kaz ona olan borcunu zorla almadığı için şükret, ne dersin?”
Neye uğradığını şaşırmış bir çocuk gibi hâlâ yanağını tutan Ro
jakke, hafif sendeleyerek gitmişti. Jesper, İnej’in yanma gelmişti.
“Haklı aslında. Kaz kendi pis işini yaptırmak için seni gön-
dermemeliydi.”
“Hangi iş temiz ki?”
“Ama yine de yapıyoruz,” demişti Jesper iç geçirerek.
“Bitkin görünüyorsun. Bu gece uyumayı düşünüyor musun?”
Jesper sadece göz kırpmıştı. “Kâğıtlar sıcakken, hayır. Kalıp
sen de biraz oynaşana. Kaz sana para verecektir.”
“Sen ciddi misin, Jesper?” demişti Inej başlığını başına çe
kerek. “İçime düşmek için çukur kazan adamları izlemek istersem
kendime bir mezarlık bulurum.”
“Hadi ama, Inej,” diye seslenmişti arkasından, Inej sokağa
açılan büyük iki kanatlı kapıdan geçerken. “Uğurlu geliyorsun!”
Azizler aşkına, diye düşünmüştü Inej, buna inanıyorsa bayağı
çaresiz olmalı. Talihini Batı Ravka sahillerindeki bir Suli kampında
bırakmıştı. Talihini de, o kampı da bir daha göreceğinden şüpheliydi.
Şimdi Inej, Sunta’daki küçük odasından çıkıp korkuluklardan
aşağıya iniyordu. Burada hareketlerini gizlemesine gerek yoktu.
Fakat sessizlik onun için bir alışkanlıktı ve basamaklar da çiftleşen
fareler gibi gıcırdıyordu. İkinci katın sahanlığına varıp kargaşa
içindeki kalabalığı gördüğünde duraksadı.
Kaz dışarıda beklenenden daha uzun kaldığından karanlık
antreye adımını atar atmaz, Geels’i dize getirdiği için onu tebrik
etmeye çalışan ve Siyah UçlarTa ilgili ona sorular sormak iste
yenler tarafından yolu kesilmişti.
82
Kargalar Meclisi
“Söylentilere bakılırsa Geels bize saldırmak için adam top
lamaya başlamış bile,” dedi Anika.
“Bırak toplasın!” diye gürledi Dirix. “Üzerinde adı yazılı bir
el baltası var elimde.”
“Geels bir müddet bize saldırmayacaktır,” dedi Kaz salonda
ilerlerken. “Sokakta bizimle yüzleşecek kadar adamı yok. Ayrıca
kasası da tamtakır olduğundan kimseyi tutamaz. Sizin Karga Ku-
lübü’nde olmanız gerekmiyor mu?”
K az’ın kalkan kaşı, Anika’yla peşinden giden Dirix’in, ora
dan hızla uzaklaşmalarını sağlamaya yetmişti. Diğerleri tebrik
etmek ya da Siyah Uçlar’a tehditler yağdırmak için yanına geldiler.
Fakat kimse K az’m sırtına vurmaya cesaret edemedi. Kimse elin
den olmak istemiyordu.
Inej, Kaz’ın Per Haskell’in yanına uğrayacağını biliyordu. O
nedenle merdivenden inmek yerine koridorda ilerledi. Burada öte
beriyle, arkaları kırık eski sandalyelerle, boya lekeli çadır bezle
riyle dolu bir oda vardı. Inej, Sunta’daki hiç kimsenin elini
sürmeyeceğini bildiği için oraya yerleştirdiği, temizlik malzeme
leriyle dolu bir kovayı kenara çekti. Kovanın altındaki ızgaradan
Per Haskell’in ofisi tüm çıplaklığıyla görünüyordu. K az’ı gizlice
dinlediği için kendini suçlu hissediyordu ama onu bir casusa çe
viren de yine K az’dı. Hem bir şahini eğiteceksin hem de avlan
mamasını bekleyeceksin. Olacak şey miydi bu?
Izgaradan K az’ın Per Haskell’in kapısını çalışını ve patro
nunu selamlayışını duydu.
“Sağ salim döndün demek?” diye sordu ihtiyar. Inej en sev
diği koltuğunda oturan adamı görebiliyordu. İhtiyar, epeydir yap
maya çalıştığı gemi maketiyle uğraşıyordu. Her zamanki gibi
yanında da birası vardı.
83
Leigh Bardugo
“Beşinci Liman konusunda bir daha sorun yaşamayacağız.”
Haskell homurdanıp gemi maketine döndü. “Kapıyı kapa.”
Inej koridordan gelen sesleri kesen kapının kapandığını duydu.
Kaz’ın kafasının tepesini görebiliyordu. Koyu renk saçları ıslaktı;
yağmur başlamıştı herhalde.
“Bolliger’in icabına bakmak için benden izin alman gerekirdi.”
“Seninle konuşsaydım sır ifşa olabilirdi..
“Bunun olmasına izin verir miydim sence?”
Kaz omuz silkti. “Bu mekân da Ketterdam ’daki her şey gibi.
Sızdırıyor.” Inej, K az’ın bunu söylerken doğrudan havalandırmaya
baktığına yemin edebilirdi.
“Bundan hoşlanmadım, evlat. Büyük Bolliger benim aske
rimdi, senin değil.”
“Elbette,” dedi Kaz ama ikisi de bunun palavra olduğunu bili
yordu. Haskell’in Döküntüleri başka bir dönemden kalma eski mu
hafız, dolandıncı ve sahtekârlardan ibaretti. Bolliger, Kaz’ın ekibin-
dendi; yeni kuşaktan, genç ve gözü karaydı. Belki fazla gözü karaydı.
“Zekisin, Brekker. Ancak sabırlı olmayı öğrenmen lazım.”
“Evet, efendim.”
İhtiyar güldü. “E vet, efendim. Hayır, efendim ,” diye dalga
geçti. “Ne zaman kibarlaşmaya başlasan bir şeyler çeviriyorsun
demektir. Hadi, çıkar ağzındaki baklayı.”
“Bir iş var,” dedi Kaz. “Bir süre buralarda olmayabilirim.”
“Parası çok mu?”
“Hem de nasıl.”
“Riskli mi peki?”
“Hem de çok ama yüzde yirmini alacaksın.”
“Benden onay almadan başka büyük hamle yapmak yok, anla
şıldı mı?” Kaz başını sallamış olmalıydı, zira Per Haskell koltuğuna
Kargalar Meclisi
yaslanıp birasından bir yudum aldı. “Çok mu zengin olacağız?”
“Altın taçlar takan azizler kadar zengin.”
İhtiyar homurdandı. “Onlar gibi yaşamak zorunda olmaya
yım yeter.”
“Pim ’le konuşacağım,” dedi Kaz. “Yokluğumda yerime ge
çebilir.” Inej kaşlarını çattı. Kaz nereye gidiyordu böyle? Ona
büyük hiçbir işten bahsetmemişti. Hem neden Pim? Bu düşünce
onu biraz utandırdı. Neredeyse babasının sesini duyabiliyordu:
H ırsızların K raliçesi olmayı o kadar çok mu istiyorsun, Inej? İşini
iyi yapması bir şey, işinde başarılı olmak istemesi bambaşka bir
şeydi. Döküntüler’de kalıcı olmak arzusunda değildi. Borçlarını
ödeyip Ketterdam ’la olan bağlarını sonsuza dek koparmak isti
yordu. O halde K az’ın, yokluğunda çeteyi idare etmesi için Pim ’i
seçmesini neden önemsiyordu? Çünkü ben Pim ’den daha zekiyim.
Çünkü K az bana daha çok güveniyor. Fakat belki de ekibin, daha
on yedi yaşını bile doldurmamış, genelevlerden çıkalı daha sadece
iki yıl olmuş bir kızı dinleyeceğine itimat etmiyordu. Inej genelde
uzun kollu kıyafetler tercih ediyordu ve bıçağının kını da vaktiyle
Menagerie dövmesinin yer aldığı önkolunun iç kısmındaki yara
izini gizliyordu. Hoş, herkes o dövmeden haberdardı ya.
Kaz, Haskell’in odasından çıktı. Merdivenleri topallayarak
çıkarken, Inej de onu beklemek için tünediği yeri terk etti.
“Rojakke?” diye sordu Inej’in yanından geçip ikinci merdi
veni çıkmaya başlarken.
“Gitti,” dedi peşine takılarak.
“Zorluk çıkardı mı?”
“Halledemeyeceğim bir şey değildi.”
“Ben onu sormadım.”
“Sinirliydi. Belasını bulmak için geri gelebilir.”
85
Leigh Bardugo
“Aradığı bela olsun yeter ki,” dedi Kaz en üst kata ulaştıkla
rında. Çatı katı, onun ofisine ve yatak odasına dönüştürülmüştü.
Inej merdivenlerin topal bacağını mahvettiğini biliyordu ama o
bütün katın kendine ait olmasından hoşlanıyor gibiydi.
Kaz ofisine girdi. Inej’e bakmadan, “Kapıyı çek,” dedi.
Üzerinde yığınla kâğıt olan derme çatma bir masa, üst üste
istiflenmiş meyve kasalarının üzerine yerleştirilmiş eski bir depo
kapısı odanın büyük bölümünü kaplıyordu. Kat sorumlularının ba
zıları sert pirinç tuşları olan ve kâğıda baskı yapabilen gürültülü
hesap makineleri kullanmaya başlamışlardı. Halbuki Kaz, Karga
Kulübü’nün hesaplarını kafasından yapıyordu. Defteriyse yalnızca
ihtiyarın hatırı için ve birini hile yapmakla suçlamak için çağırdı
ğında elinde gösterebileceği bir kanıt olsun diye ya da yeni yatı
rımcılar ararken tutuyordu.
Bu, K az’ın çeteye sağladığı büyük fırsatlardan biriydi. Ale
lade esnaflara ve meşru işadamlarına Karga Kulübü’nden hisse
satm alma fırsatı vermişti. Başlangıçta şüpheyle yaklaşmışlardı;
bu elbette bir tür dolandırıcılıktı ama onları küçük hisselerle dü
zene katmış, harap eski binayı satın alıp çekidüzen verecek ve işler
hale getirecek kadar sermaye toplamayı başarmıştı. O ilk yatırım
cılar büyük kazançlar elde etmişlerdi. Ya da öyle söyleniyordu.
Inej, Kaz’la ilgili hangi hikâyelerin doğru hangi hikâyelerin emel
leri doğrultusunda kendisi tarafından uydurulmuş söylentiler ol
duğundan asla emin olamıyordu. Bildiği kadarıyla, Karga
K ulübü’nü büyütmek için zavallı, dürüst bir tüccarı dolandırıp
elindeki bütün birikimlerini almıştı.
“Sana bir iş teklifim var,” dedi Kaz önceki günün hesaplarını
incelerken. Her kâğıt ufak bir bakışla anında hafızasına kazını
yordu. “Dört milyon kruge ye ne dersin?”
Kargalar Meclisi
“O kadar para bir ödülden ziyade bir lanet gibidir.”
“Küçük Sulili idealistim benim. Tüm ihtiyacın olan tok bir
karınla açık bir yol mu?” dedi alay ettiği belli olan bir sesle.
“Ve huzurlu bir kalp, Kaz.” Bu işin zor kısmıydı.
Kaz ufak yatak odasının kapısından geçerken güldü. “Öyle
bir dünya yok. Ben parayı tercih ederim. Sen parayı istiyor musun
istemiyor musun, onu söyle.”
“Sen insanlara hediyeler dağıtmazsın. İş ne?”
“İmkânsız bir iş. Ucunda neredeyse kesin ölüm var. Başarı
olasılığı çok düşük. Fakat üstesinden gelebilirsek” Durakladı.
Parmakları yeleğinin düğmelerinde, bakışları dalgın, neredeyse
hülyalıydı. Inej, Kaz’ın kulak tırmalayıcı sesinde böylesine bir he
yecanı nadiren duyardı.
“Üstesinden gelebilirsek mi?” dedi Inej.
Kaz ona sırıttı. Ani tebessümü, gök gürlemesi gibi sarsıcı,
gözleri koyu kahve kadar siyahtı. “Karun gibi zengin olacağız,
Inej. Karun gibi zengin.”
“Hımm,” dedi Inej belli belirsiz. K az’ın o sırıtışım görmez
den gelmeye kararlı bir şekilde bıçaklardan birini incelermiş gibi
yapıyordu. Kaz gülümseyen ve onunla gelecek planları yapan
hoppa bir çocuk değildi. Her daim kendi menfaatini düşünen teh
likeli bir kumarbazdı. H er daim, diye hatırlattı Inej kendine. Kaz
yeleğiyle gömleğini çıkarırken gözlerini kaçıran Inej masanın üze
rindeki kâğıtları düzenli bir yığın haline getiriyordu. Inej, K az’ın
onun varlığına aldırış etmemiş görünmesinin bir iltifat mı yoksa
bir hakaret mi olduğundan emin değildi.
“Ne kadar sürecek?” diye sordu Inej açık kapıdan ona bir
bakış atarak. Kaslı vücudu yara izleriyle doluydu. Fakat sadece iki
adet dövme vardı; önkolunda Döküntüler’in kargasıyla bir kadeh
" N k . 87 ^
Leigh Bardugo
ve üzerinde, pazısında siyah bir R harfi. Bunun ne anlama geldi
ğini hiç sormamıştı.
Fakat Inej’in asıl dikkatini çeken, K az’m deri eldivenlerini
çıkarıp lavaboya bir kumaşı batırırkenki elleriydi. Eldivenlerini
yalnızca bu odalarda ve bildiği kadarıyla da, sadece onun önünde
çıkarıyordu. Nasıl bir ıstırap saklıyor olursa olsun, Inej buna dair
hiçbir iz göremiyordu. Tek gördüğü, ince, maymuncuk gibi eller
ve uzun zaman önceki bir sokak kavgasından kalan parlak bir yara
dokusuydu.
“Birkaç hafta, bilemedin bir ay,” dedi ıslak kumaşı kollarının
altında ve kaslı göğsünde gezdiririrken. Sular gövdesinden aşağıya
süzülüyordu.
A zizler aşkına, diye düşündü yanaklarını ateş basan Inej. Me-
nagerie’de geçirdiği zaman zarfında tevazusunun büyük bölümünü
yitirm işti ama her şeyin bir sınırı vardı. Inej aniden soyunup
önünde kendini yıkamaya başlasa Kaz ne derdi? Kaşlarını çatarak,
masanın üzerine su damlatmamamı söylerdi herhalde, diye dü
şündü.
“Bir ay mı?” dedi Hayalet. “Siyah U çlar’ı bu kadar kızdır
mışken gitmenin iyi bir fikir olduğundan emin misin?”
“Bu, doğru bir kumar. Bu arada, JesperTe M uzzen’e haber
ver. İkisinin de şafakta burada olmasını istiyorum. Ayrıca yarın
akşam da Wylan, Karga Kulübü’nde beni beklesin.”
“Wylan mı? Eğer bu büyük bir işse”
“Dediğimi yap sen.”
Inej kollarını göğsünde birleştirdi. Daha demin yanaklarına
ateş bastıran adam, şimdi onda cinayet işleme isteği uyandırıyordu.
“Bir açıklama yapacak mısın?”
“Hepimiz buluştuğum uzda.” Yeni bir gömlek giydi. Sonra
Kargalar Meclisi
yakasını iliklerken durakladı. “Bu bir görev değil, Inej. Bu kabul
edeceğin ya da reddedeceğin bir iş. Karar senin.”
Inej’in içinde bir alarm zili çaldı. Fıçı’mn sokaklarında her
gün kendini tehlikeye atıyordu. Döküntüler için adam öldürmüş,
çalmış, iyi ve kötü adamları alt etmişti. Fakat Kaz bu görevlerin
hiçbirinde emre uymama seçeneği sunmamıştı. Per Haskell, Me-
nagerie’den kontratını satın alıp ona özgürlüğünü verdiğinde
Inej’in ödemeyi kabul ettiği bedel buydu. Öyleyse bu işte farklı
olan neydi?
Düğmelerini iliklemeyi bitiren Kaz köm ür rengi bir yelek
giyip Inej’e bir şey fırlattı. Havada parlayıp sönen bu şeyi Inej tek
eliyle yakaladı. Avucunu açtığında, etrafı altın defneyapraklarıyla
çevrili, devasa bir yakut kravat iğnesi gördü.
“Sat onu,” dedi Kaz.
“Kimin?”
“Artık bizim.”
“Kimindi?”
Kaz sessiz kaldı. Paltosunu aldı. Kurumuş çamuru temizle
mek için bir fırça kullandı. “Beni yakalatmadan önce iki kez dü
şünmesi gereken biri.”
“ Yakalatmak m ıT ’
“Beni duydun.”
“Biri seni yakaladı mı?”
Inej’e bakıp başıyla onayladı. Hayalet’in içine bir huzursuz
luk çöktü, kıvrılıp bükülerek bütün benliğini sardı. Kimse K az’m
sırtını yere getiremezdi. Fıçı’nın sokaklarında yürüyen en sert, en
korkunç şeydi o. Inej buna güveniyordu. Tıpkı Kaz gibi.
“Bir daha olmayacak,” diye söz verdi.
Temiz bir çift eldiven giyen Kaz bastonunu alıp kapıdan çıktı.
89
Leigh Bardugo
“Birkaç saate dönerim. Van Eck’in evinden çaldığımız DeKappel’i
kasaya taşı. Yatağımın altında olacaktı. Ah, bir de yeni bir şapka
siparişi ver.”
“ L ütfen . ”
Kaz kendini acı dolu üç kat merdiven için hazırlarken göğüs
geçirdi. Omzunun üzerinden bakarak, “Lütfen, biricik Inejim
benim, kalbimin hâzinesi, bana yeni bir şapka siparişi verme ne
zaketini gösterir misin?” dedi.
Inej, K az’m bastonuna manalı manalı baktı. “Yolun epey
uzun,” dedi. Sonra tırabzanın üstüne atlayarak tavadaki tereyağı
gibi bir merdivenden diğerine kaydı.
ız, F ıç ı’n ın k u m a r m ın tık a la rın ın b a şla d ığ ı y e rle rd e n
geçip Doğu Çıtası’m takip ederek limana doğru ilerledi. Fıçı olarak
bilenen meşhur dar sokaklar ve küçük suyolları yumağı, her biri
kendine has bir müşteri kitlesine hizmet eden Doğu Çıtası ve Batı
Çıtası adlı iki büyük kanalın arasında uzanıyordu. Fıçı’daki bina
lar, Ketterdam’daki diğer binalardan farklıydı. Daha büyük, daha
geniştiler. Önünden geçenlerin dikkatini çekmek için cafcaflı renk
lerle boyanmışlardı; Define Sandığı, Altın Kavis, WeddelPin Tek
nesi. En iyi bahis salonları daha kuzeyde, kanalın limanlara en
yakın kısmı olan Kapak’ın en önemli emlak arazisinde bulunu
yordu. Limana gelen turist ve bahriyelileri cezp etmek için oldukça
elverişli bir konumdaydılar.
Ama K arga Kulübü öyle değil, diye düşündü Kaz yapının
siyah kızıl ön cephesine bakarak. Turistleri ve risk sever tüccarları
eğlence için bu kadar güneye çekmek için çok uğraşmıştı. Şimdi
saat dörde gelirken kulübün önünde hatırı sayılır bir kalabalık kü
melenmişti. Kaz, girişin üzerinde kanatlarını açmış paslı, gümüş
Leigh Bardugo
karganın uyanık bakışları altındaki revakın siyah sütunları arasın
dan akan insan selini izledi. A zizler güvercinleri kutsasın, diye dü
şündü. Cüzdanlarını Döküntüler ’in kasasına boşaltmaya ve buna
da eğlence dem eye hazır siz nazik ve cöm ert insanları kutsasın.
Kulübün önünde potansiyel müşterilere bağıran çığırtkanları
görebiliyordu. Ücretsiz içki, sıcak kahve ve Ketterdam ’daki en
adil oranları sunuyorlardı. Onları başıyla selamlayıp kuzeye doğru
devam etti.
Çıta’da Karga Kulübü dışında umursadığı yalnızca bir kumar
salonu vardı: Pekka R ollins’in iftihar kaynağı Zümrüt Sarayı.
Sahte altın ve gümüş sikkelerle donatılmış yapay ağaçlarla bezen
miş bina, çirkin bir yeşille boyanmıştı. Mekân, Rollins’in Kael
köklerine ve çetesi Beleşçi Aslanlar’a hürmeten tamamen elden
geçirilmişti. Hatta fış tezgâhları ve masalarında çalışan kızlar bile
ışıldayan yeşil ipek kıyafetler giyiyorlardı ve Gezgin A da’nın kız
larına benzemek için saçlarını koyu, doğal olmayan bir kırmızıya
boyatmışlardı. Kaz, Züm rüt’ün yanından geçerken sahte altın sik
kelere bakarak kendini öfkenin kollarına teslim etti. Bu gece o öf
kenin, geçmişte kaybettiklerini ve gelecekte kazanabileceklerini
ona hatırlatmasına ihtiyacı vardı. Onu bu pervasız girişime hazır
lamasına ihtiyacı vardı.
“Adım adım,” diye mırıldandı kendi kendine. Öfkesini kont
rol altında tutmasını sağlayan, Züm rüt’ün cafcaflı altın rengi ve
yeşil kapılarından girip Rollins’le özel bir görüşme talep ederek
boğazını kesmesine engel olan yegâne sözcükler bunlardı. Adım
adım. Geceleri uyumasını sağlayan, onu her gün motive eden, Jor-
die’nin hayaletini uzak tutan işte bu umuttu. Çünkü Pekka Rollins
çabuk bir ölümü hak etmiyordu.
Kaz, Zümrüt’ün kapılarından girip çıkan müşterileri izlerken,
Pekka’nın, müşterilerini daha iyi oranlar, daha büyük kazançlar
ve daha güzel kızlar vaatleriyle ayartıp güneye çekmeleri için tut
92 J t* '
Kargalar Meclisi
tuğu üçkâğıtçıları, kadın ve erkekleri gördü.
“Nereden böyle?” dedi biri diğerine gereğinden çok daha gü
rültülü konuşarak.
“Karga Kulübü’nden. İki saatte kasadan yüz kruge kopardım.”
“Deme ya!”
“Dedim bile. Bir bira içip arkadaşımla buluşmak için Çı-
ta ’dan yeni geldim. Sen de bize katılsana. Hep birlikte gideriz?”
“ Karga Kulübü! Kim derdi ki?”
“Hadi, sana içki ısmarlarım. Herkese içki ısmarlayacağım!”
Sonra birlikte kahkahalar atarak uzaklaştılar. Etraflarındaki
müşterilerin aklına kurt düşürmeyi başarmışlardı: Kanalın birkaç
köprü aşağısına mı gitsek acaba? Belki oranlar orada gerçekten
daha iyidir? Kaz’ın hizmetkârı olan tamah, onları güneye Fareli
Köyün Kavalcısı gibi çekiyordu.
Kaz, Pekka’nın çığırtkanlarıyla fedailerinin durumu fark et
memeleri için üçkâğıtçıları sürekli değiştirirdi. Böylelikle de müş
terilerini Züm rüt’ten teker teker çalardı. Bu, Pekka’nın parasıyla
kendini güçlendirmek için bulduğu sınırsız sayıdaki yöntemden
biriydi; /«/Jfl sevkiyatlannı engellemek, Beşinci Liman’a giriş için
para almak, mülklerinin kiracısız kalmasını sağlamak için fiyat
kırmak ve yavaş yavaş can damarlarını tıkamak.
Yaydığı yalanların ve bu gece G eels’e söylediği iddiaların
aksine Kaz bir piç değildi. Ketterdamlı bile değildi. Jordie’nin eski
paltosunun içine dikilmiş bir cebe gizlenmiş babalarının çiftliğinin
satışından gelen çekle şehre ilk geldiklerinde Kaz dokuz, Jordie
on üç yaşındaydı. Kaz kendini o zamanki gibi görebiliyordu: ka
labalıkta kaybolmamak için Jordie’nin elini tutarak büyülenmiş
gözlerle Çıta’da yürürdü. O zamanki çocuk hallerinden nefret edi
yordu. Yolunmayı bekleyen iki aptal güvercin gibiydiler. Fakat
artık o çocuklardan eser yoktu. Ve cezalandırılmak için geriye sa
dece Pekka Rollins kalmıştı.
93 ^
Leigh Bardugo
Bir gün Rollins, Kaz’ın önünde diz çöküp yardım dilenecekti.
Kaz, Van Eck’in verdiği bu işin üstesinden gelebilirse o gün umdu
ğundan çok daha çabuk gelebilirdi. Adım adım seni yok edeceğim.
Fakat Kaz, Buz Sarayı’na girmek istiyorsa doğru ekibe ihti
yacı vardı. Ve önümüzdeki bir saat içinde, bulmacanın çok önemli
iki parçasını bulmaya bir adım daha yaklaşacaktı.
Küçük kanallardan birinin bitişiğindeki bir yürüme yoluna
saptı. Turistler ve tüccarlar iyi aydınlatılmış işlek caddelerde kal
mayı yeğlerlerdi. O nedenle buradaki yaya trafiği daha seyrekti.
Daha hızlı ilerleyebiliyordu. Çok geçmeden ufukta Batı Çıtası’nın
ışıkları ve müziği belirdi. Kanal eğlence arayan her tür sınıf ve ül
keden kadın ve erkeklerle tıka basa doluydu.
Kapıları ardına kadar açık salonlardan dışarıya müzik süzü
lüyordu. İpek paçavraları ve gösterişli süs eşyalarıyla kadınlar ve
erkekler, kanepelerin üzerine yayılmışlardı. Esnek vücutları sadece
ışıltıyla kaplı cambazlar, kanalın üzerine gerilmiş iplerden sarkı
yorlardı. Sokak müzisyenleri geçenlerden bir iki sikke koparmak
amacıyla keman çalıyorlardı. İşportacılar zengin tüccarların ka
naldaki zarif gondollarına ve Kapak’tan turist ve bahriyeli getiren
daha büyük teknelere bağırıyorlardı.
Pek çok turist Batı Çıtası’ndaki genelevlere asla adımını at
mazdı. Buraya sadece kalabalığı izlemeye gelirlerdi ki bu da başlı
başına bir seyri hak ederdi zaten. Çoğu kişi, Fıçı’nm bu kısmına
kılık değiştirerek gelmeyi tercih ederdi. Yalnızca gözlerinin ışıltı
sının görülebildiği peçeler ve maskeler takar ya da pelerinler gi
yerlerdi. Kostümlerini ana kanallar boyunca bulunan özel
dükkânlardan satın alırlardı. Bazen bir gün ya da bir hafta hatta
paraları yeterse daha uzun süreler yoldaşlarının onlardan haber
alamadığı olurdu. Bay Kızıl ya da Kayıp Gelin gibi giyinir veya
Deli’nin gülünç, patlak gözlü maskesini takarlardı; hepsi de Ko-
94
Kargalar Meclisi
rnedie Brute’den karakterlerdi. Sonra bir de Çakallar vardı. Gü
rültücü adam ve çocuklardan oluşan bu grup, Fıçı’da Suli falcıla
rının kırmızı lakeli maskeleriyle dolaşırdı.
Kaz, Inej ’in bir vitrinde çakal maskelerini ilk gördüğü seferi
hatırladı. Hayalet tiksintisini gizleyememişti. “Gerçek Suli falcı
larına nadir rastlanır. Mukaddes adam ve kadınlardır. Peynir
ekmek gibi satılan bu maskeler kutsal sembollerdir.”
“Ben Suli falcılarını karavanlarda ve eğlence gemilerinde
mesleklerini icra ederken gördüm, Inej. Bana o kadar kutsal gö
rünmediler.”
“Onlar sahtekâr. Sen ve senin türün için soytarılık yaparlar.”
“Benim türüm mü?” diye gülmüştü Kaz.
Inej iğrenerek elini sallamıştı. “ S h e v r a t i demişti. “Cahiller.
O maskelerin arkasından size gülerler.”
“Bana değil, Inej. Falıma bakması için birine asla para bayıl
mam ben. Sahtekâr ya da kutsal.”
“Kader ağlarını hepimiz için örer, Kaz.”
“Seni ailenden koparıp Ketterdam’da bir zevk evine düşüren
de kader miydi? Yoksa kötü talih mi?”
“Henüz emin değilim,” demişti soğuk bir tavırla.
Böyle anlarda Kaz, Inej’in ondan nefret edebileceğini düşü
nürdü.
Kaz renk isyanında bir gölge misali, kalabalığın arasında iler
ledi. Bütün büyük zevk evlerinin bir uzmanlık alanı vardı; kimi-
lerininki diğerlerine nazaran daha belirgindi. Mavi İris’in, Çarpık
K edi’nin, pencerelerinden kaşlarını çatarak bakan adamların bu
lunduğu Dem irhane’nin, Kara D elik’in, Söğüt Anahtarı’nın, saf
bakışlı sarışınların olduğu Kar Evi’nin ve elbette Inej’in sahte Suli
kıyafetleri giymeye zorlandığı ve Egzotikler Evi olarak da bilinen
Menagerie’nin yanından geçti. Tavus kuşu tüyleri ve meşhur elmas
95
Leigh Bardugo
gerdanlığıyla varaklı salonda oturan Tante Heleen’i gördü. Mena-
gerie’yi işletir, kızları temin ve terbiye ederdi. K az’ı görünce in
celen dudakları ve ekşiyen suratıyla tehditvari bir hareketle
kadehini kaldırdı. Kaz onu görmezden gelip yoluna devam etti.
Beyaz Gül Evi, Batı Çıtası’mn en lüks müesseselerinden bi
riydi. Kendine ait rıhtımı vardı. Parlak beyaz taşlı ön cephesiyle
bir zevk evinden ziyade bir tüccar köşkünü andırırdı. Çiçeklikleri
her daim beyaz güllerle dolup taşardı. Kanalın bu kesimindeki
hava bu güllerin yoğun ve tatlı kokularıyla kaplanırdı.
Salonda kesif bir parfüm kokusu hâkimdi. Devasa sumermeri
vazolar yine beyaz güllerle doluydu. Kimileri maskeli ya da peçeli,
kimileri çıplak yüzlü kadınlar ve adamlar, neredeyse renksiz şarap
larını yudumlayarak ve badem likörüne batırılmış küçük vanilyalı
pastalannı dişleyerek fildişi kanepelerin üzerinde bekliyorlardı.
Danışmadaki çocuk krem rengi, kadife bir takım giymiş, ya
kasına da beyaz bir gül takmıştı. Kır saçlı, renksiz gözlüydü. Göz
leri dışında bir albinoya benziyordu fakat Kaz, evin dekoruna
uyum sağlaması için bir Grisha tarafından elden geçirilmiş oldu
ğuna emindi.
“Bay Brekker,” dedi çocuk, “Nina şu an bir m üşteriyle.”
Kaz başını salladı ve burnunu yakasına gömme dürtüsünü
bastırarak saksıdaki bir gül ağacının arkasında bulunan koridora
daldı. Beyaz Gül’ü işleten genelevi patronu Felix Amca, kızlarının
ağaçları kadar tatlı olduğunu söylemeyi çok severdi. Fakat aslında
burada müşterileriyle alay ederdi. Beyaz gülün Ketterdam’ın nemli
havasında yaşamayı başarabilecek kadar küstah olan bu türünün
doğal bir kokusu yoktu. Bütün çiçeklere elle koku sıkılırdı.
Saksıdaki ağacın arkasındaki panellerde parmaklarım gezdiren
Kaz başparmağını duvardaki bir gediğe bastırdı. Duvar açıldı. Sadece
personelin kullandığı bir sarmal merdivenden yukarı tırmandı.
96
Kargalar Meclisi
N ina’nın odası üçüncü kattaydı. Bitişiğindeki odanın kapısı
açık, içi boştu. Bunun üzerine Kaz içeri girdi, bir natürmort tab
loyu kenara itip yüzünü duvara dayadı. Gözetleme delikleri bütün
genelevlerde bulunurdu. Çalışanların güvenli ve dürüst kalmalarını
sağlamak için bir yöntemdi. Ayrıca başkalarının zevk alışlarını iz
lemekten keyif alanlar için de bir tür heyecan sunarlardı. Kaz ka
ranlık köşelerde ve ara sokaklarda tatmin arayan o kadar çok kenar
mahalleli görmüştü ki bundan soğumuştu. Dahası bu gözetleme
deliğinden bakıp da heyecan bulmayı uman bir kişinin büyük bir
hayal kırıklığına uğrayacağını biliyordu.
Fildişi renginde bir çuhayla örtülü yuvarlak bir masada ta
mamen giyinik, ufak tefek, kel bir adam oturuyordu. Özenle kat
lanmış elleri, dokunulmamış gümüş bir kahve tepsisinin yanında
duruyordu. Bir Grisha Cellatı olduğunu duyuran kırmızı ipek kef-
tasm ı giymiş Nina Zenik arkasmdaydı. Bir elini adamın alnma,
diğerini ensesine koymuştu. Uzun boyluydu ve cömert bir elin oy
duğu gemi başı süsü gibi bir yapıya sahipti. O ve adam, masanın
başında donup kalmışçasına çıt çıkarmadan duruyorlardı. Odada
bir yatak bile yoktu. N ina’nın her gece kıvrılıp yattığı dar bir ka
nepe vardı sadece.
Kaz, N ina’ya bunun sebebini sorduğunda, “İnsanların farklı
fikirlere kapılmalarını istemiyorum,” yanıtını vermişti Grisha.
“Bir adamın değişik fikirlere kapılması için yatağa ihtiyacı
yoktur, Nina.”
Nina, K az’a göz etmişti. “Sen bu konuda ne bilirsin ki, Kaz?
Şu eldivenleri çıkar da görelim bakalım insanlar nasıl fikirlere ka
pılıyorlar.”
Kaz, Nina bakışlarını kaçırana kadar serinkanlı gözlerini ondan
ayırmamıştı. Nina Zenik’le flört etmeye niyeti yoktu. Zaten Ni-
na’nın da ona en ufak bir ilgi duyduğu söylenemezdi. Nina her şeyle
97
Leigh Bardugo
flört etmekten hoşlanırdı, hepsi bu. Kaz onu bir keresinde bir vit
rinde hoşuna giden bir çift ayakkabıya göz atarken görmüştü.
Dakikalar geçerken Nina ile kel adam konuşmadan öylece
durdular. Süre dolduğunda adam doğrularak Nina’mn elini öptü.
“Git,” dedi Nina ciddi bir tonda. “Huzurla kal.”
Kel adam gözlerinde yaşlarla N ina’mn elini tekrar öptü. “Te
şekkür ederim.”
Müşteri koridorda gözden yiter yitmez Kaz bulunduğu oda
dan çıkıp N ina’mn kapısını çaldı.
Zinciri kaldırmayan Nina kapıyı ihtiyatla açtı. “A h,” dedi
Kaz’ı gördüğünde. “Sen, ha.”
Onu gördüğüne pek sevinmiş gibi değildi. Bunda şaşılacak
bir şey yoktu. Kaz Brekker’in kapınızda belirmesi nadiren iyi ha
berdi. Nina zinciri kaldırarak Kaz’ın içeri girmesine izin verdi.
Üzerindeki kırmızı keftadm sıyrılıp kumaş sayılamayacak kadar
ince bir saten kıyafeti gözler önüne serdi.
“Azizler aşkına, nefret ediyorum bu şeyden,” dedi keftayı bir
kenara atıp çekmeceden hırpani bir elbise çıkararak.
“Nesi kötü?” diye sordu Kaz.
“Doğru yapılmamış. Üstelik de kaşındırıyor.” K efta , Rav-
ka’da değil, Kerch’te üretilmişti. Bir üniforma değil, bir kostümdü.
Kaz, N ina’nm keftay\ sokaklarda asla giymediğini biliyordu. Bu
bir Grisha için fazlasıyla riskliydi. N ina’nın D öküntüler’e üye
oluşu, ona yamuk yapan birinin çetenin hışmına uğrayacağı anla
mına geliyordu. Ancak kimsenin bilmediği bir yere giden bir köle
gemisinde olduktan sonra bu intikamın Nina için pek ehemmiyeti
olmazdı.
Nina kendini masadaki bir sandalyeye külçe gibi bıraktı. Mü
cevherli terliklerini çıkararak ayak parmaklarını pelüş beyaz halıya
gömdü. “Ohhh beee,” dedi memnun bir tavırla. “Dünya varmış.” Tep
98
Kargalar Meclisi
sideki pastalardan birini ağzına atıp, “Ne istiyorsun?” diye mırıldandı.
“Dekoltende kırıntılar var.”
“Umurumda değil,” dedi başka bir pastadan bir ısırık daha
alarak. “Kurt gibi acıktım.”
Nina’nın bilge Grisha rahibesi rolünden bu kadar çabuk sıy
rılmasından etkilenen Kaz, başını iki yana salladı. Onun sahnede
gerçek mesleğini icra edişini özlemişti. “Az önceki, tüccar Van
Aakster miydi?” diye sordu Kaz.
“Evet.”
“Karısını bir ay önce kaybetti. O zamandan beri de işleri al
tüst oldu. Seni ziyaret ettiğine göre işlerinin düzelmesini bekleye
bilir miyiz?”
Nina’nın bir yatağa ihtiyacı yoktu çünkü duygular alanında
uzmanlaşmıştı. İnsanlara neşe, sakinlik, güven dağıtıyordu. Çoğu
Grisha Corporalkisi -öldürm ek ya da tedavi etmek am acıyla- vü
cuda odaklanırdı. Fakat Nina, başını belaya sokmadan kendisini
Ketterdam’da tutacak bir işe ihtiyaç duymuştu. Dolayısıyla da ha
yatını riske atıp bir paralı asker olarak büyük paralar kazanmak
yerine kalp atışı yavaşlatmaya, nefes düzenlemeye, kas gevşet
meye başlamıştı. Zengin KerchliJerin kırışıklarını ve gıdıklarını
düzelten bir Terzi olarak oldukça kârlı ikinci bir işi de vardı. Fakat
asıl gelir kaynağı, ruh hallerini değiştirmekti. Ona kendini yalnız,
kederli, üzgün hissederek gelenler neşeli ve endişelerinden arınmış
olarak ayrılırlardı. Etkisi uzun sürmezdi ama bazen sahte bir mut
luluk bile müşterilerine bir güne daha göğüs gerebilecekleri hissini
vermeye yeterdi. Nina bunun salgıbezleriyle alakalı olduğunu öne
sürerdi. Fakat Kaz’m ona ihtiyacı olduğunda geldiği ve Per Has-
kell’e borcunu zamanında ödediği sürece Kaz teferruatlarla ilgi
lenmezdi.
“Bir değişiklik bekliyorum,” dedi Nina. Son pastayı da bitirip
99 ^
Leigh Bardugo
parmaklarım büyük bir keyifle yaladıktan sonra tepsiyi kapının
önüne bırakarak oda hizmetçisini çağırdı. “Van Aakster geçen haf
tanın sonunda gelmeye başladı. O zamandan beri de her gün bu
rada.”
“Harika.” Kaz, Van Aakster’in şirketinin düşük hisse senet
lerinden almak için zihnine bir not düştü. Adamın ruh halinin de
ğişmesi Nina’nm işi olsa da işleri düzelecekti. Ufak bir tereddüdün
ardından, “Ona kendini iyi hissettiriyor, kederini hafifletiyorsun
falan y a ona iradesi dışında bir şey de yaptırabilir misin? Mesela
karısını unutturabilir misin?” dedi.
“Zihnindeki yollan değiştirmek mi? Saçmalama.”
“Beyin de tıpkı diğerleri gibi bir organ,” dedi Kaz, Van
E ck’ten alıntı yaparak.
“Evet, ama inanılmaz karmaşık bir organ. Başka birinin düşün
celerini kontrol etmek ya da değiştirmek şey, bir nabzı düşürmeye
yahut ruh halini iyileştirmek için bir kimyasal salmaya benzemez.
Çok fazla değişken var. Hiçbir Grisha buna kadir değildir.”
Henüz , diye düzeltti Kaz. “O halde sen sebebi değil, belirtiyi
tedavi ediyorsun.”
Nina omuz silkti. “Kederini tedavi etmiyorum, ondan kaç
masını sağlıyorum. Adamın çözümü bensem karısının ölümünü
asla atlatamaz.”
“Onu kendi yoluna mı yollayacaksın öyleyse? Ona yeni bir
eş bulup kapını çalmayı bırakmasını mı salık vereceksin?”
Açık kahverengi saçlannı tarayan Nina, K az’a aynadan baktı.
“Per Haskell’in borcumu silme niyeti var mı?”
“Hiç yok.”
“O zaman Van Aakster’in, kederini bildiği yoldan yaşamasına
izin verilmeli. Yarım saat içinde başka bir müşterim var, Kaz. Sa
dede gel, ne istiyorsun?”
Kargalar Meclisi
“Müşterinin beklemesi gerekecek. Jurda parem hakkında ne
biliyorsun?”
Grisha omuz silkti. “Bazı rivayetler dolaşıyor ama kanımca
saçmalıktan başka bir şey değil.” Gelgit Konseyi haricinde Ket-
terdam ’da iş tutan çok az Grisha birbirini tanır ve iletişim kurardı.
Çoğu bir şeylerden kaçardı. Köle tacirlerinin dikkatini ya da Ravka
hükümetinin ilgisini çekmekten kaçınırlardı.
“Duydukların sadece rivayet değil.”
“Ne yani Rüzgârın Hâkimleri uçuyor, Dalgaların Hâkimleri
sise mi dönüşüyor?”
“Fabrikatörler kurşunu altına çeviriyorlar.” Elini cebine dal
dırarak san kütleyi N ina’ya attı. “Hakiki.”
“Fabrikatörler dokumayla uğraşırlar. Metallerle ve kum aş
larla haşır neşir olurlar. Bir şeyi başka bir şeye dönüştüremezler.”
Kütleyi ışığa tuttu. “Bunu herhangi bir yerden bulmuş olabilirsin,”
dedi, tıpkı K az’m birkaç saat önce Van Eck’e karşı çıktığı gibi.
Kaz kafasına göre pelüş kanepeye oturdu ve topal bacağını
uzattı. “Jurda parem gerçek, Nina. Ve hâlâ eskiden bildiğim Grisha
askeriysen bu ilacın senin gibilere ne yaptığını bilmek isteyecek-
sindir.”
Nina altın kütlesini elinde evirip çevirdi. Sonra elbisesine
daha sıkı sarınıp kanepenin ucuna kıvrıldı. Kaz bu dönüşüm kar
şısındaki hayretini yine gizleyemedi. Nina bu odalarda müşterile
rinin görmek istediği bilgili, soğukkanlı, güçlü Grisha rolüne
bürünürdü. Ne var ki alnı kırışık ve ayaklarını altına kıstırmış şe
kilde orada otururken gerçek halini yansıtıyordu: Küçük Saray’ın
lüks ortamında yetiştirilmiş, evinden uzakta ve her gün kıt kanaat
geçinen on yedi yaşında bir kız.
“Anlat,” dedi Nina.
Kaz anlattı. Van E ck’in teklifinin teferruatlarına değinmedi,
Leigh Bardugo
ama Bo Yul-Bayur’dan,y'zWa parem den ve yakın zamanda Ravka
askeri belgelerinin çalınmasına özellikle vurgu yaparak ilacın ba
ğımlılık yapıcı özelliğinden bahsetti.
“Tüm bu anlattıkların doğruysa Bo Yul-Bayur’un ortadan
kaldırılması gerek.”
“İş, bu değil, Nina.”
“Mesele para değil, Kaz.”
Mesele hep paraydı. Fakat Kaz farklı bir tür baskıya ihtiyaç ol
duğunu biliyordu. Nina ülkesini ve halkını seviyordu. Ravka’ya ve
içsavaş sırasında dağılmanın eşiğine gelen Grisha ordusunun seçkin
sınıfı olan İkinci Ordu’ya hâlâ inanıyordu. Nina’nın Ravka’daki dost
ları onun Fjerdah cadı avcıları tarafından öldürüldüğüne inanıyor
lardı. Şimdilik Nina bunun böyle kalmasını istiyordu. Fakat Kaz
onun bir gün ülkesine geri dönmek istediğini biliyordu.
“Nina, Bo Yul-Bayur’u geri alacağız. Bunun için de bir Cor-
poralnik’e ihtiyacım var. Ekibime katılmanı istiyorum.”
“Her nerede saklanıyorsa onu bulduğunda yaşamasına izin ver
mek, yapdabilecek en büyük sorumsuzluk olur. Cevabım hayır.”
“Hiçbir yerde saklanmıyor. Fjerdalılar onu Buz Sarayı’nda
tutuyorlar.”
Nina durakladı. “O halde ölmüş sayılır.”
“Ticaret Konseyi senin gibi düşünmüyor. Etkisiz hale geti
rilmiş olduğunu düşünseler bütün bu zahmete girmez ya da bu tür
bir ödül koymazlardı. Van Eck endişeliydi. Bunu görebiliyordum.”
“Konuştuğun tüccar mı o?”
“Evet. İstihbaratının güvenilir olduğunu iddia ediyor. Değilse
kaderime razı olacağım. Fakat Bo Yul-Bayur hayattaysa birileri
onu Buz Sarayı’ndan kaçırmaya çalışacak. Bu birileri neden biz
olmayalım?”
“Buz Sarayı,” diye tekrarladı Nina. Kaz, Grisha’nın bulma
Kargalar Meclisi
canın parçalarını bir araya getirmeye başladığını biliyordu. “ İhti
yacın olan sadece bir Corporalki değil, öyle değil mi?”
“Hayır, değil. Saray’ı avucunun içi gibi bilen birine ihtiyacım
var.”
Nina ayağa fırladı. Elleri kalçasında, elbisesi dalgalanarak
odayı adımlamaya başladı. “Sen tam bir şeytansın, biliyor musun?
M atthias’a yardım etmen için sana kaç defa yalvardım? Şimdi de
gelmiş benden bir şeyler istiyor”
“Per Haskell bir hayır kurumu işletmiyor.”
“Bunu ihtiyara bağlama,” diye çıkıştı Nina. “Bana yardım
etmek isteseydin edebileceğini biliyorsun.”
“Peki, bunu neden yapacakmışım?”
Nina, K az’a döndü. “Çünkü çünkü”
“Ben karşılıksız ne zaman bir şey yaptım, Nina?”
Grisha ağzını açtı, tekrar kapadı.
“Kaç kişiden iyilik istemek zorunda kalacaktım biliyor
musun? Matthias Helvar’ı hapisten çıkarmak için kaş kişiye rüşvet
vermek zorunda kalacaktım? Bedel fazla yüksekti.”
“Ya şimdi?” diyebildi Nina gözlerinden öfkeler saçarak.
“Şimdi Helvar’ın özgürlüğünün bir değeri var.”
“O ”
Kaz onu susturmak için elini kaldırdı. “Benim için bir değeri
var.”
Nina parmaklarını şakaklarına bastırdı. “Ona ulaşabilsen bile
Matthias sana yardım etmeyi asla kabul etmeyecektir.”
“Mesele elindeki kozu doğru kullanmak, Nina.”
“Onu tanımıyorsun.”
“Tanımıyor muyum gerçekten? O da diğer bütün insanlar gibi
tamah, gurur ve acının yönettiği bir insan. Bunu herkesten iyi senin
bilmen lazım.”
Leigh Bardugo
“H elvar’ı yöneten tek şey onur. Onurlu bir insana rüşvet ve
remez ya da zorbalık edemezsin.”
“Bu dediklerin bir zamanlar doğru olabilir, N ina ama çok
uzun bir yıl oldu. Helvar çok değişti.”
“Onu gördün m ü?” Yeşil gözleri iri, istekliydi. İşte, diye dü
şündü Kaz, Fıçı henüz içindeki umudu söndürememiş.
“Gördüm.”
Nina derin, titrek bir soluk aldı. “İntikam almak istiyor, Kaz.”
“Bu onun istediği şey, ihtiyacı olan değil,” dedi Kaz. “Koz,
bu ikisi arasındaki farkı bilmektir.”
N i n a ’nın mide bulantısının, kayığın sallanmasıyla alakası
yoktu. Derin nefes almaya, arkalarında gözden yiten Ketterdam
limanının ışıklarına ve düzenli aralıklarla suya çarpan küreklerin
sesine odaklanmaya çalıştı. Yanı başındaki Kaz maskesiyle pele
rinini düzeltiyordu. Amansız ve saldırgan bir hızla kürek çekmekte
olan Muzzen ise onları Kerch’in küçük uzak adalarından biri olan
Terrenjel’e, Cehennem Kapısı’na ve M atthias’a yaklaştırıyordu.
Suyun yüzeyine nemli, kıvrılan bir sis çökmüştü. İmper-
yum ’daki tersanelerden katran ve makine kokusu taşıyordu. Fakat
taşıdığı bir şey daha vardı. Ketterdam’ın şehrin dışındaki kabris
tanlara gömülmek için yeterli parası olmayan ölülerini imha ettiği,
Azrail M avnası’nda yanan cesetlerin tatlı kokusunu. İğrenç, diye
düşündü Nina pelerinine daha sıkı sarınarak. İnsanların böyle bir
kentte neden yaşamak istediklerini bir türlü aklı almıyordu.
M uzzen kürek çekerken neşeyle bir şarkı mırıldanıyordu.
Nina onun hakkında da pek bilgi sahibi değildi. Sadece bahtı kara
Büyük Bolliger gibi bir fedai ve infazcı olduğunu biliyordu. Nina,
^
Leigh Bardugo
Sunta’ya ve Karga Kulübü’ne uğramaktan olabildiğince kaçınırdı.
Kaz bu davranışından ötürü onu bir züppe olarak nitelendirmişti
ama Nina zevkleri konusunda Kaz B rekker’in ne düşündüğünü
umursamazdı. Bakışlarını tekrar M uzzen’in geniş omuzlarına çe
virdi. Kaz’ın onu bu gece sadece kürek çekmesi için mi yoksa bela
çıkabileceğini düşündüğü için mi yanında getirdiğini merak etti.
Elbette bela çıkacak. Bir hapishaneye izinsiz giriyorlardı. Bu
bir parti olmayacaktı. Neden bir partiye gider gibi giyindik o halde?
Nina, Kaz ve M uzzen’le Beşinci Lim an’da gece yarısı bu
luşmuş, küçük kayığa bindiğinde de Kaz ona mavi ipek bir pelerin
ve onunla uyumlu bir duvak vermişti; zevk peşindekilerin Fıçı’nın
nimetlerinin tadına bakarken giymekten hoşlandıkları kostümler
den biri olan Kayıp Gelin takımıydı bu. Kaz’ın üzerinde büyük tu
runcu bir pelerin ve kafasında da Deli’nin maskesi vardı. Muzzen
de onunla aynı giyinmişti. Tek ihtiyaçları olan, bir sahneydi. Böy-
lece Kerchlerin çok komik buldukları Komedie Brute’nin o karan
lık, vahşi sahnelerinden birini canlandırabilirlerdi.
Kaz, Nina’yı dürttü. “Duvağını indir.” Kendi de maskesini
yüzüne indirdi. Uzun burunla patlak gözler, siste iki misli korkunç
görünüyordu.
Nina merakına yenik düşüp kostümlerin neden gerekli oldu
ğunu sormak üzereydi ki yalnız olmadıklarını fark etti. Hareketli
sislerin arasından suda ilerleyen başka tekneler gözüne ilişti. Üzer
lerinde başka Deliler, başka Gelinler, bir Bay Kızıl, bir Bokböceği
Kraliçesi vardı. Bu insanların Cehennem Kapısı’nda ne işleri vardı?
Kaz, Nina’ya planın ayrıntılarını anlatmamış, Grisha ısrar et
tiğinde de, “Tekneye bin,” deyivermişti. Bu tam da K az’a göre bir
davranıştı. Ona bir şey söylememesi gerektiğini çünkü M atthias’ın
özgürlüğü söz konusu olduğunda Nina’nın sağduyusunu tamamen
yitirdiğini biliyordu. Nina yılın büyük bölümünde M atthias’ı ha
pisten kaçırmak için Kaz’ı ikna etmeye çalışmıştı. Şimdiyse Kaz,
^ ^ * ^
Kargalar Meclisi
M atthias’a özgürlükten daha fazlasını sunabilirdi. Fakat bedel Ni-
na’nın beklediğinden çok daha yüksek olacaktı.
Terrenjel’in kayalık resifine yaklaşırlarken yalnızca birkaç
ışık görünüyordu. Gerisi karanlık ve kıyıya vuran dalgalardı.
“Hapishane müdürüne rüşvet veriversen olmaz mıydı?” diye
mırıldandı Nina, K az’a.
“Elinde benim ihtiyaç duyduğum bir şey olduğunu bilmesini
istemiyorum.”
Teknenin gövdesi kuma değdiğinde, iki adam tekneyi karaya
çekmek için hemen öne atıldılar. N ina’nın gördüğü diğer tekneler
de homurdanan ve söven adamlarca çekilerek aynı koyda karaya
çıkarıldılar. Nina yüzündeki duvak nedeniyle yüz hatlarını net ola
rak göremiyordu ama önkollarmdaki dövmeleri gördü: bir taca sa
rılmış vahşi bir kedi; Beleşçi Aslanlar’m sembolü.
İçlerinden biri, tekneden inerlerken, “Para,” dedi.
Kaz bir tomar kruge verdi. Paraları sayan Beleşçi Aslan di
ğerlerine el etti.
Hapishanenin rüzgâr esen tarafına uzanan bozuk bir patikada
sıra sıra fenerlerin peşinden gittiler. Nina başını geriye yatırıp deniz
den yükselen koyu renk bir taş yumruğu andıran ve Cehennem Ka
pısı olarak bilinen hisarın yüksek siyah kulelerine baktı. Hapishaneyi
uzaktan daha önce, kendisini para karşılığı bir balıkçıya adaya gö-
türttüğünde görmüştü. Onu yaklaştırmasını istediğinde adam reddet
mişti. “Köpekbalıkları orada huysuzdur,” demişti. “Karınlan mah
kûm kanıyla doludur.” Nina bu anıyı düşününce ürperdi.
Bir kapı açılmıştı. Beleşçi A slanlar’m bir diğer üyesi, Ni-
na’yla diğerlerini içeri aldı. Karanlık, şaşırtıcı derecede temiz bir
mutfağa girdiler. Duvarlarında, yemek pişirmekten ziyade çamaşır
yıkamaya daha uygun görünen devasa tekneler dizilmişti. İçeride
sirke ve adaçayı gibi tuhaf bir koku vardı. B ir tüccarın mutfağı
gibi, diye düşündü Nina. Kerchliler çalışmanın ibadet olduğuna
Leigh Bardugo
inanırlardı. Belki de tüccar eşleri, çalışkanlık ve ticaret Tanrısı olan
Ghezen’i onurlandırmak için buraya yerleri, duvarları ve pence
releri sabunlu suyla ovmaya geliyorlardı. Nina öğürme isteğini
bastırdı. İstedikleri kadar ovabilirlerdi. O sağlıklı kokunun altına
küfün, idrarın ve yıkanmamış bedenlerin kalıcı kokusu sinmişti.
O kokuyu çıkarmak için gerçek bir mucize gerekebilirdi.
Rutubetli bir giriş salonundan geçtiler. Nina hücrelere gide
ceklerini sanıyordu ama başka bir kapıdan daha geçerek ana ha
pishaneyi başka bir kuleye bağlayan yüksek, taştan bir yürüme
yoluna çıktılar.
“Nereye gidiyoruz?” diye fısıldadı Nina. Kaz yanıt vermedi.
Şiddetini artıran rüzgâr, duvağını kaldırıyor, yanaklarına tuzlu su
çarpıyordu.
İkinci kuleye girerlerken gölgelerin arasından bir siluet çıktı.
Nina az daha çığlık atıyordu.
“Inej,” dedi soluk soluğa. Sulili kız, Gri İblis’in boynuzlarını
takmış ve boğazlı tuniğini giymişti ama Nina onu yine de tanıdı.
Kimse onun gibi hareket edemezdi. Sanki dünya bir dumandı ve
o da sadece oradan geçiyordu.
“Buraya nasıl geldin?” diye fısıldadı Nina, Inej ’e.
“Sizden önce bir ikmal mavnasıyla geldim.”
Nina dişlerini gıcırdattı. “Ne yani, insanlar Cehennem Kapı-
sı’na sırf eğlence olsun diye girip çıkarlar mı böyle?”
“Haftada bir girip çıkarlar, evet,” dedi Inej başını sallarken
ve küçük iblis boynuzlan da oynarken.
“Haftada bir mi? Ne demek istiyor.
“Sessiz olun,” diye homurdandı Kaz.
“Beni susturmaya kalkma, Brekker,” diye fısıldadı Nina öf
keyle. “Cehennem Kapısı’na girmek bu kadar kolaysa..
“Sorun girmekte değil zaten, çıkmakta. Şimdi çeneni kapat
ve gözâinü dört aç.”
^ ^ ^
Kargalar M eclisi
Nina öfkesini yuttu. Kaz’a güvenmek zorundaydı. Ona başka
seçenek bırakmamıştı.
Dar bir geçide girdiler. Bu kule ilkinden farklıydı. Daha es
kiydi ve kabaca işlenmiş taş duvarları, meşalelerin dumanlarından
kararmıştı. Rehberleri olan Beleşçi Aslan, ağır bir demir kapıyı
iterek açtı, dik bir merdivenden aşağıya kendisini takip etmelerini
istedi. Tuzlu suyun nemiyle hapsolmuş ceset ve çöp kokusu burada
daha beterdi.
Sarmal merdivenden aşağıya, kayanın derinliklerine indiler.
Nina duvara tutunuyordu. Korkuluk yoktu. Dibi göremese de yu
muşak bir düşüş olmayacağı kanısındaydı. Fazla derine inmediler
ama gidecekleri yere vardıklarında tir tir titriyordu ve kasları ge
rilmişti. Fakat bunun sebebi, yorgunluktan ziyade M atthias’ın bu
korkunç yerde olduğunu bilmesiydi. O burada. Bu çatının altında.
“Neredeyiz?” diye fısıldadı Nina dar taş tünellerden, demir
parmaklıklı karanlık mağaralardan geçerlerken.
“Burası eski hapishane,” dedi Kaz. “Yeni kuleyi inşa ettikle
rinde burayı yıkmadılar.”
Hücrelerden birinden bir inildeme duydu.
“Burada hâlâ mahkûm tutuyorlar m ı?”
“Sadece en kötüleri.”
Boş bir hücrenin parmaklıkları arasından baktı. Duvarda pas
ve kandan kapkara olmuş prangalar vardı.
N ina’nm kulaklarına duvarların öbür tarafından gelen bir ses
ulaştı. Başta sesin okyanusa ait olduğunu düşündü ama sonradan
bunun bir şarkı olduğunu fark etti. Kıvrımlı bir tünele çıktılar. Sa
ğında eski hücreler vardı, solundaki dirsekli kemerlerden tünele
ışık sızıyordu. Bu dirsekli kemerlerin arasından gürleyen, taşkın
bir kalabalık gördü.
Beleşçi Aslan onları tünelin etrafından dolaştırarak üçüncü
kemere götürdü. Sırtında bir tüfek asılı, mavi ve gri üniformalı bir
^
Leigh Bardugo
gardiyan orada bekliyordu. “Dört kişi daha,” diye bağırdı Beleşçi
Aslan kalabalığın gürültüsünü bastırarak. Sonra K az’a döndü.
“Ayrılmanız gerekirse gardiyan bir refakatçi çağıracak. Refakatçi
olmadan kimse hiçbir yere gitmeyecek, anlaşıldı mı?”
“Tabii, tabii. Aklımın ucundan bile geçmedi,” dedi Kaz
saçma maskesinin ardından.
“Keyfini çıkarın,” dedi Beleşçi Aslan çirkince sırıtarak. Gar
diyan geçmelerine izin verdi.
Nina kemerin altından geçince tuhaf bir kâbusun içine düş
müş gibi hissetti. Sığ, özensiz inşa edilmiş bir amfiteatra bakan bir
taş çıkıntının üzerindeydiler. Kulenin içi bir arena yaratmak için
oyulmuştu. Eski hapishanenin yalnızca siyah duvarları kalmıştı.
Çatısı uzun süre önce çökmüş ya da yok edilmişti. Yukarıda, bu
lutlu ve yıldızlardan yoksun gece göğü görülebiliyordu. Uzun
zaman önce ölmüş ve yankılarla uluyan devasa bir ağacın oyulmuş
gövdesinde duruyor gibi hissetti.
N ina’nın etrafında maskeli ve duvaklı adam ve kadınlar ba
samaklara doluşmuş, arenadaki çarpışma sürerken ayaklarını yere
vuruyorlardı. Dövüş çukurunu çevreleyen duvarlar meşale ışıkla
rıyla aydınlatılmıştı. Arena zeminindeki kumlar, akan kanlardan
kırmızı ve ıslaktı.
Bir mağaranın karanlık ağzının önünde prangaya vurulmuş
sıska, sakallı bir adam, üzerine küçük hayvan resimleri çizilmiş
büyük, tahta bir çarkın yanında duruyordu. Bir zamanlar kuvvetli
olduğu aşikârdı ama şimdilerde derisi ve kasları sarkıyordu. Su
ratını bir aslan ağzı çevreleyen, sırtına da yine bu büyük kedinin
postundan yapılmış iğrenç bir pelerin giymiş genç bir adam yanı
başında duruyordu. Aslanın kulaklarının arasına cafcaflı bir altın
taç yerleştirilmiş, gözlerinin yerine de parlak gümüş sikkeler kon
muştu.
“Çarkı çevir!” diye buyurdu genç adam.
Kargalar Meclisi
Prangalı ellerini kaldıran mahkûm, çarkı var gücüyle çevirdi.
Kırmızı iğne, dönerken kenarlara çarptıkça neşeli bir takırtı çı
kardı. Sonra çark yavaşça durdu. Nina sembolü pek seçemese de
kabalalık haykırdı. Bir gardiyan zincirlerini çözmek için öne çı
kınca adamın omuzları düştü.
Mahkûm zincirleri kumun üstüne attı. Bir saniye sonra Nina
o sesi, kalabalığın heyecan dolu bağırışlarını bile bastıran o kük-
remeyi duydu. Aslan pelerinli adamla gardiyan hızlı adımlarla
ipten bir merdivene çıkıp çukurdan çıkarılırken mahkûm, kumda
duran kanlı silahların arasından ince görünümlü bir bıçak kaptı.
Tünelin ağzından olabildiğince uzaklaştı.
Nina tünelden çıkana benzer bir yaratığı daha önce hiç gör
memişti. Bir tür sürüngendi. Gri-yeşil pullarla kaplı vücudu ka
lındı. Geniş kafası düz ve sarı gözleri kısıktı. Yerde tembelce kayan
alçak vücudu ağır ağır kıvrılarak hareket ediyordu. Geniş ağzının
etrafında beyaz bir kabuk vardı. Yaratık tekrar kükremek için ağ
zını açtığında sivri dişlerinden ıslak, beyaz ve köpüklü bir şey
damladı.
“Bu yaratık de ne böyle?” diye sordu Nina.
“Rinca m oten ,” dedi Inej. “Bir çöl kertenkelesi. Ağzından
akan zehri ölümcüldür.”
“Ayakları üzerinde epey yavaş görünüyor.”
“Evet. Öyle görünüyor.”
Mahkûm bıçakla ileri doğru atıldı. Büyük kertenkele o kadar
hızlı hareket etti ki Nina yaratığı güçlükle takip edebildi. Mahkûm
daha bir saniye öncesine kadar hayvana doğru ilerlerken kerten
kele bir anda arenanın öbür tarafında bitivermişti. Sadece birkaç
saniye sonrasında mahkûma çarparak onu yere mıhlamıştı. Ada
mın kulakları sağır eden çığlıkları arasında, deriye değdiği anda
arkasında dumanlı izler bırakan zehrini suratına akıtmıştı.
Mide bulandırıcı bir çatırtıyla vücudunu mahkûmun üzerine
\\\^
Leigh Bardugo
bırakan yaratık, feryat eden adamın kolunu yavaşça parçalamaya
koyuldu.
Kalabalık yuhalıyordu.
Bu manzarayı izlemeye tahammül edemeyen Nina bakışlarını
kaçırdı. “Bu da ne böyle?”
“Cehennem Gösterisi’ne hoş geldin,” dedi Kaz. “Bu fikri birkaç
yıl önce Pekka Rollins buldu ve doğru Konsey üyesine çıtlattı.”
“Ticaret Konseyi’nin haberi var mı yani?”
“Elbette var, Nina. Dünyanın parası dönüyor burada.”
Nina, tırnaklarım avuç içlerine batırdı. K az’ın karşısındakini
küçük gören o ses tonu yok mu, tam tokatlıktı.
Nina, Pekka Rollins ismini gayet iyi biliyordu. Fıçı’nın kralı,
-b iri lüks, diğeri kolay yoldan cebini doldurmayı amaçlayan me
teliksiz bahriyelilere hizmet eden- bir değil iki kumar salonunun
ve birkaç üst sınıf genelevin sahibiydi. Nina bir yıl önce Ketter-
dam ’a geldiğinde tek bir arkadaşı yoktu, baş parasızdı ve evinden
uzaktaydı. İlk haftasını Kerch mahkemelerinde M atthias’ın aley
hindeki suçlamalarla ilgilenerek geçirmişti. Fakat ifadesini ver
dikten sonra Ravka’ya dönmesine yetecek kadar bir parayla, kaba
bir şekilde Birinci Lim an’a atılmıştı. Ülkesine dönmeye can atsa
da M atthias’ın Cehennem Kapısı’nda çürümesine asla gönlü razı
olmamıştı.
Ne yapacağına dair hiçbir fikri yoktu. Fakat yeni bir Grisha
Corporalkisinin Ketterdam sokaklarında dolaştığı söylentisi çoktan
bütün kente yayılmış gibiydi. Pekka Rollins’in adamları, emniye
tini ve kalacak güvenli bir yer sağlama vaadiyle limanda onu bek
lemekteydiler. Onu Züm rüt Sarayı’na götürmüşlerdi. Orada
Pekka’nın bizzat kendisi, N ina’yı Beleşçi A slanlar’a katılm aya
ikna etmeye çalışmış ve Şekerci Dükkânı’nda iş kurmasına yar
dımcı olmayı teklif etmişti. Acilen paraya ihtiyacı olduğundan ve
sokaklarda kol gezen köle tacirlerinden korktuğundan evet deme
Kargalar M eclisi
sine ramak kalmıştı. Ne var ki o gece Inej, elinde Kaz Brekker’in
teklifiyle N ina’nm Zümrüt Sarayı’nın en üst katındaki penceresin
den içeri süzülmüştü.
Nina, Inej’in, dışı yağmurdan kayganlaşan taş binanın altıncı
katına tırmanmayı gecenin bir yarısı nasıl başardığını asla çöze
memişti. Fakat Döküntüler’in şartlan Pekka ve Beleşçi Aslanlar’m
sunduğu şartlara kıyasla çok daha uygundu. Parasını idareli har
cadığı takdirde borcunu bir iki yıl içinde kapatabileceği bir kont
rattı. Ayrıca Kaz meramını anlatması için de doğru kişiyi yani
R avka’da büyümüş ve M enagerie’de berbat bir yıl geçirmiş,
N ina’dan sadece birkaç ay küçük Sulili bir kızı yollamıştı.
“Bana Per Haskell hakkında ne anlatabilirsin?” diye sormuştu
Nina o gece.
“Anlatacak çok şey yok,” diye itiraf etmişti Inej. “Fıçı’daki
çoğu patrondan ne iyi ne de kötüdür.”
“Peki ya Kaz Brekker hakkında?”
“Vicdandan tam amen yoksun bir yalancı ve bir hırsızdır.
Fakat onunla yapacağın anlaşmaya sonuna kadar sadık kalır.”
Nina, Inej’in sesindeki inancı duymuştu. “Seni M enage-
rie’den o mu kurtardı?”
“Fıçı’da kurtulmak diye bir şey yoktur. Sadece daha iyi ko
şullar vardır. Tante Heleen’in kızları, kontratlarından asla kurtu
lamazlar. Kurtulamamaları için elinden geleni yapar. H eleen”
Inej o sırada sözünü yanda kesmişti ve Nina, içinde dolaşan canlı
öfkeyi sezmişti. “Kaz, Per Haskell’i kontratımı satın almaya ikna
etti. O olmasa M enagerie’de ölürdüm.”
“Aynı yazgıyı Döküntüler’de de yaşayabilirsin.”
Inej’in koyu renk gözleri panldamıştı. “Belki de ama en azın
dan ayaklarım üstünde ve elimde bir bıçakla ölürüm.”
Inej ertesi sabah Nina’nm Zümrüt Sarayı’ndan kaçmasına yar
dım etmişti. Kaz Brekker’le buluşmuşlardı. Soğuk tavırlanna ve o
^ ^
Leigh Bardugo
tuhaf deri eldivenlerine rağmen Nina, Döküntüler’e katılmayı ve
Beyaz Gül’de çalışmayı kabul etmişti. Yaklaşık iki gün sonra Şekerci