kaybolan değerlerimiz nelerdir / Kaybolan Değerlerimiz: Komşuluk, Arkadaşlık-Dostluk ve Akrabalık - Tavsiyeler

Kaybolan Değerlerimiz Nelerdir

kaybolan değerlerimiz nelerdir

Geleneksel Değerler

En bilinen anlamıyla gelenek; kültürün nesilden nesle intikal ederek zamanımıza kadar ulaşmış gayri maddi tarafıdır ki bazen eskiliğinden, bazen de çeşitli devirler ve vaziyetlerde denendikten sonra baki kalmış olmasından kıymet ve kuvvetini alan inanç, amel ve adetlerden oluşur.

Gelenek, şüphesiz maziden gelmekle birlikte mazide kapanıp kalmayan &#;kökü mazide olan ati&#; gibi anlaşılmaktadır. Millî geleneğimizi doğru ve muteber saydığımız takdirde dahi, bir taraftan gelenek unsurlarının neler olduğu tayini içindeki güçlük, bir taraftan da zaman seyri içinde gelenek unsurlarının -daha yavaşta olsa- değişikliğe maruz kalışı, geleneğin nihai otorite olarak alınmasını fakir bir çare haline düşürmektedir.

Geçmiş nesillerden devralınan inanış ve davranış kalıplarına sadakat manasında alınan gelenekçi görüş, karşılaşılan yeni problemleri çözmenin güçlüğünden yılarak mazinin kucağından barınma iştiyakı içinde kaybolan bir davranışa medar olabilir. Oysa bugünün realitesi dünün kopyası olmayıp sürekli bir değişme içinde bulunduğundan, realiteye nüfuz kudreti değiştiğinden ve insanların değer (ve bilgi) sistemleri değiştiğinden karşılaşılan yeni problemlerin çözüm tarzları da değişecektir. Geçmişteki problemlere -yine mazideki değer sistemi ve bilgilerin ışığı altında- bulunabilen çözüm tarzlarının, değişik problemlere değişik değerler ve bilgilerin ışığı altında verilecek cevaplara özdeşlik taşımaması gerekir (Ertürk, ).

Gelenek (Tradition); kuşaktan kuşağa devam eden daha köklü ve daha eski adetlere denir. Örneğin; konukseverlik, güreş sporu bizim millî geleneklerimizdir. Görenekler adetler, örfler ve gelenekler, bazen insanların iradesiyle, düşünceleriyle bir dereceye kadar değişikliğe uğrayabilir veya zamanla kuvvetlerini yitirirler, hatta büsbütün yok olurlar. Böylece yerlerini başka toplumsal kurallar alır. Toplumda zamanla kökleşen bu normlar, kişisel ve toplumsal davranışları büyük ölçüde kontrol ederek toplumsal düzeni sağlar. Toplum içinde fertler başıboş değildir. Her toplumda fert davranışlarını düzenleyen bazı toplumsal normlar vardır. Toplum içinde yaşayan fertler bu normları bilirler. Toplumun yeni üyeleri de bunları toplumun içinde yaşarken öğrenir ve hareketlerini bunlara göre düzenler. Adetler, örfler, gelenekler, kanunlar, aile, din, ahlâk vb. toplumsal kural ve kurumlar fert davranışlarını düzenleyen davranış kalıplarıdır. Bu kurallar kişilerin davranışlarını kontrol ederek fertleri sürekli baskı altında tutarlar (Altay, ).

Ferdin sosyalleşmesinde ilk görev, ferdi saran ilk sosyal muhit olan aileye düşmektedir. Böylece aile, hem sosyalleşmenin hem de ferdin şahsiyetinin ilk tohumlarının atıldığı çok önemli bir sosyal ortamdır. Düzenli aile ortamı, çocuğun sosyalleşmesinde ve şahsiyet kazanmasında çok müspet rol oynar. Her çocuk, ilk toplumsal değerleri, normları, inançları, örf ve adetleri ailesinden öğrenir. Böylece her aile, çocuğuna, sosyalleşme ve şahsiyet kazanmanın ana tohumlarını, doğduğu kutsal mekân olan aile yuvasında kazandırmaktadır. Bunun için, çocuğun sosyalleşmesinde ve şahsiyet kazanmasında ailenin temel taşları olan anne ve babanın rolü çok önemlidir.

İyi kurulmuş, saygı ve sevgi esasına göre işleyen bir aile grubu içinde çocuk, sevgiyi, saygıyı, toplumsal değerleri taze ve teiniz ruhuna nakşeder. Sosyal ve kültürel seviyesi yüksek, millî değerlerin saygı gördüğü bir aile ortamında yetişen çocuğa, sosyalleşmenin ve şahsiyetin ilk öğretmenleri olarak anne ve baba, yeterince sosyalleşme malzemesi verir. Aile ve okul gibi biri birini tamamlayan sosyal muhitlerde olgunlaşan ve adım adım sosyalleşmeyi takip eden fert, bu sosyalleşme içinde kendine özgü ve sosyalleşmenin biçimlendirdiği bir şahsiyet yapısına sahip olur. Aslında fert için hayatın her safhası, her iş değişimi yeni bir sosyalleşme olayını doğurur. Böylece, her yeni şeyle karşılaşma, yeni bir sosyal uyumu beraberinde getirmektedir. Evlenme, ilk çocuğun doğuşu, ilk çocuğun evlenmesi, toplumda ferdi, yeni uyumlara sevk eder (Aydın, ).

Toplumun veya toplumdaki bir grubun ortak kanıları ile bazı eşyaların veya canlı varlıkların olumlu veya olumsuz şekilde değerlendirilmesinden toplumsal değer doğar. Her toplumda topluca bazı şeyler iyi, güzel, faydalı, kutsal, bazı şeyler kötü, çirkin ve zararlı sayılır. Kişi doğduğu toplumda toplumsal değerleri hazır olarak bulur ve zamanla benimser. Bu sebeple kişinin kanıları, çoğunlukla toplumun değerlerine uygundur (Altay, ).

Bir milletin fertlerinin şahsiyet yapıları, o milletlerin kendi kültür değerleri içinde oluşmaktadır. Bir millet, kendi kültürünü ne kadar toplumsal değerlere yansıtabilirse, ne kadar eğitim düzeyinde nesillere bu kültürü sunabilirse o milletin fertleri, o nispette şahsiyetini bul ur ve yabancılaşma illetine de yakalanmaz. Bu anlamda şahsiyet, bir milletin temel değerlerine sadakatle güçlenmekte ve kültür köküne bağlı kaldıkça da kaybolmamaktadır. Şüphesiz sosyalleşme seyri içinde, farklı sosyal gruplara dâhil olan fertler, farklı sosyal statülerde görev yapmaya başlar. Bir milletin kendi kültür kalıbı içinde sosyalleşen fert, kendi kişilik ve zevk kaynaklarından da istifade ederek elde ettiği yenilikleri, yine kendi kültürüne ekler. Böylece fertlerin şahsiyeti, sosyalleşmeye yeni değerler ilave etmiş olur (Aydın, ).

Robbins () geleneksel değerler diyerek ne kastediliyor? adlı yazısında şunları söylemiştir:

Son yıllarda geleneksel değerler ifadesini çok sık duymaya başladık. Her seçim kampanyasında görünmeye ve medyada da sıklıkla tartışma konusu olmaya başladı. Gerçekte, geleneksel değerler Amerikalıların birçoğu tarafından başlangıçtan tarihi boyunca kabul edilen standartlar ve değerleri işaret etmektedir. Ben de dâhil birçok Amerikalının inandığı gibi bu değerler Amerikalıyı büyük ve özgür bir ulus yapmıştır. Bu değerlerin yokluğu ülkemizin çöküşüne sebep olacaktır. Geleneksel, geçmişteki Tanrı inancı ve İncili içeren tarihi Amerikan değerleri, onur ve aileye saygı, çalışma ahlâkı, kesin olan doğru ve yanlış kavramı, iş hayatındaki dürüstlük, liderlikteki bütünlük, otoriteye saygı, ilişki ve çocuk yapmak için ön şart olan evlilik, anne-baba ve çocuklardan oluşan aile gibi diğer ulusal geleneklerin temelini oluşturmaktadır.

Bugünün politikacıları bu gibi geleneksel değerleri yeniden yapılandırmaya çalışıyorlar, bu Tanrı inancını geliştirmek istedikleri için değil. Fakat onlar, geçmişte inananlar tarafından uygulanan değerlerin günümüzde ulusumuzu kaplayan hastalığın tek kurtuluş yolu olduğunu görmektedirler.

Devletimiz geleneksel değerlerin kaybolması ile ortaya çıkan bu sosyal hastalıkları tedavi etmeye çalışmak için harcadığı paralar yüzünden iflasın eşiğine gelmiştir. Bu hastalıklar:

Uyuşturucu bağımlılığı, sorumsuz babalar, evlilik dışı çocuğu olan anneler, çocuk aldırma, terk edilen çocuklar, terk edilen yaşlılar, AIDS ve diğer cinsel hastalıkların yayılması, yasa ihlalleri, sosyal ihlaller, eğitimin kötüye gitmesi, okullarda disiplinsizlik, artan suç oranı vb. (Akt: Ulusoy, )

Son zamanlardaki gelişmelere bakılarak Amerikanın Roma İmparatorluğunun çöküşüne sebep olan yolu takip ettiği söylenmektedir. Edwar Gibbon tarafından yazılan ünlü tarih eseri &#;Roma İmparatorluğunun gerilemesi ve çöküşü&#; adlı kitapta yazar Romanın çöküş sebeplerini şöyle sıralamıştır:

-Devlet tarafından yapılan gereksiz harcamalar, -Gençlerin ülkelerini savunmak için orduya katılmak istememeleri, -Lükse düşkünlük, -Aile hayatının bütünlüğünü yok eden ahlâksızlığın yayılması (ailevi değerler), -Homoseksüelliğin ve cinsiyet karmaşasının yaygınlaşması (kadın gibi davranan erkekler, erkek gibi davranan kadınlar), -Dinin yok sayılması.

Çalışmasını şöyle sonlandırmıştır: Üzülerek söylüyorum bunların birçoğu bizim toplumumuzun yaşadığı sorunların aynısı. Yani Amerika aynı yolu izlemeye devam edecek mi? &#;Tarihten ders almayanların kaderi, aynı felaketleri yaşamaktır.&#; Bir gerçek gayet açık: Değerler toplumumuzda geri gelmediği sürece Roma gibi ulus olarak bunun içinde yok olacağız.

Diallo () &#;Geleneksel Değerlere Karşı Modern Kavramlar&#; adlı çalışmasında şunları belirtmiştir:

Geçmiş yüzyıllarda birçok toplum geldi geçti. (var oldu). İnsanoğlu bir sebep için yaratılan varlıktır. Bir yerde toplum varsa insanlar toplumu ve hayatı düzenlemek için kurallar koyar. Bu kurallar ve hayat biçimi değerler olarak adlandırılır. Bu değerleri açık ve özel bir kontekste koymak gerekirse, bu değerlere göre yaşayan insanlara gelenekselciler denir. Bu geleneksel değerler dikkate alınmış ve geleneksel toplumlarda çok önemli roller oynamıştır.

Nerede bir toplum kurulursa kurulsun onu yöneten birçok fikir vardır. Tarihsel olarak, geçmişte insanlar kendilerinden gelen değerlere göre yaşamışlardır. Bu değerler gelenekle birlikte kullanılır, uygulama gereksinimi olduğu için geçmiş geleneklerle alakalıdır. Geleneksel değerler geleneksel toplumlarda çok önemli rol oynamıştır.

Toplumlar geleneksel değerlerle düzenlenirdi. Çocukların eğitimi geleneksel ve ahlâki değerlere dayanırdı. İyi davranışlar toplumun her üyesinde gözlemlenebilirdi. Aileler geleneksel değerlere göre yaşardı. İnsanlar boşanmaya çok az başvuruyordu. Yaşlı insanlar geleneksel değerleri iyi bilen kişiler olarak kabul edilirdi. Onlara saygı duyulurdu ve toplumda iyi bir yere sahiptiler. Genç nesil ahlâki ve geleneksel değerleri öğrenirdi. Bu yüzden Malili yazar Amadou Hampate kütüphanede ölen yaşlı bir adam&#; adlı eserinde toplumda ne olursa olsun yaşlı insanlara başvurulurdu. Onların fikirleri ve tavsiyeleri hemen kabul edilip uygulanırdı demektedir.

Afrika&#;yı ele alırsak koloniden önce Afrika halkı geleneksel değerlere dayalı düzen içindeydi. Bu yüzden geleneksel değerlere göre yüksek hayat standardında kendi kendilerine yetiyorlardı. Amerika bu noktada başka bir örnektir. Tarihsel olarak ilk yerleşen Protestanlar ve diğer dini gruplar güçlü geleneksel ve ahlâki değerlerle yaşıyorlardı. Bugünün süper gücü olan Yeni Dünya&#;yı geliştirmek için gelmişlerdi.

Ayrıca son yüzyılda bilim ve teknoloji çok gelişti. Geleneksel değerleri henüz kavramamış olan genç kuşak modern kavramlar olarak tanımlanan bilim ve teknolojiyi büyük bir ilgi ile karşıladılar. Bu sebeple toplumda farklı gruplaşmalar oldu: geleneksel değerlere karşı modern kavramlar. Modern kavramlar geleneksel değerlere karşı tehdit olarak görüldü. Sonuç olarak, manevi, ahlâki ve geleneksel değerler dikkate alınmaz oldu. Oysa hem geleneksel değerler hem de modern kavramlar aynı çatı altında olabilir. Her ikisi de toplumun hayat standardını geliştirmeyi amaçlamaktadır.

Kısaca, geleneksel değerler toplumlarda çok büyük rol oynadı. Modern kavramları doğrudan bilim ve teknoloji geleneksel değerler ve modern kavramlar arasında anlaşmazlık doğurdu. Fakat bu kavramlar vizyonumuzu ve dünya anlayışımızı genişletti. Geleneksel ve modern kavramla yanlış anlama ve kavramdan dolayı zıt görünmektedir. Bugünlerde, geleneksel ve modern kavramlar yapıcı, olumlu olarak kullanıldığında düşmanlık sona erecek ve insanların çözümü olacaktır.

Tweetle

turkiyesevdalilari

KAYBOLAN DEĞERLERİMİZ&#;!!!
Evet; kaybolan değerler , kaybedilen değerler ya da kaybettirilen değerler. Şu üç şekilde de bizler bir şeyler kaybediyoruz. Bizler ki ;tarih sayfalarına adı altın harflerle yazılmış bir neslin torunları ,bizler ki üç kıtada hüküm sürmüş bir imparatorluğun evlatları ve yine bizler ki İslamiyet nuruyla yıkanmış bir ecdadın varisleri; ne çok şey kaybettik, öyle değil mi?
Milletimizin toplumsal yaşamında çok önemli bir yeri olan ahlaki ve kültürel değerlerimizin olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu değerlere sahip çıkmak, onları yaşamak, yaşatmak herkesin üzerine düşen bir görevdir. Sahip olduğumuz bu değerlerin yaşanması ve yaşatılmasıyla, geçmişten geleceğe daha umutla ve güvenle bakabilir, bunları kaybettiğimiz zaman, geçmişi geleceğe bağlayan en temel bağları da koparmış oluruz diye düşünmüyorum.

Günümüzde özel yaşamımızda olduğu gibi sosyal, toplumsal, ekonomik ve kültürel hayatımızda, sürekli bir erozyon yaşıyoruz; buna rağmen bu erozyonun sosyal, kültürel ve psikolojik tahlillerini yapmıyor, geçmiş günlerin, kaybolan yılların fikir muhasebesini yeterince tutmuyoruz.
Sevgi, saygı hoşgörü ve yardımlaşma duyguları, komşuluk aile ve akraba ilişkileri, sabır, şükür, ahde vefa gibi kavramlar, toplum hayatımızda var olan; ama zaman içerisinde kaybolmaya yüz tutmuş bulunan ahlaki değerlerimizdir. Bu kavramlar, hayatı anlamlı kılan, yaşamı güzelleştiren, var olduğu yere huzur veren, mutluluk getiren kavramlardır. Bunlardan sevgi ve saygının varlığında huzur, yokluğunda hüzün yaşarız. Millet olarak “Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek” anlayışına sahibiz. Bu değerleri kaybetmekle; insanı hayata bağlayan güçlü bir bağı kopardığımızın farkında bile değiliz. İnanıyorum ki; kişi önce kendisini sevmeli, hayatı sevmeli, yaratanı, sonra yaratılanı sevmelidir. Bunları severken; önce yaratana, sonra yaratılmasına vesile olan anne babaya, kendisine, yaşadığı her ortamda, ulaşabildiğince herkese ve çevreye saygı sunmalıdır.
Bizi biz yapan moral değerlerimiz zayıflayıp kaybolmakta, bu değerlerin yerine insanımızı mutlu edecek bir şeyler koyamadığımız için toplum bir boşluğa sürüklenmektedir. Ahlak ve kültür değerlerimizin kaybedilmesi, bu güzelim dünyamızın yaşanılmaz, çekilmez bir hal almasına sebep olmaktadır.
Kaybettiğimiz değerleri andıkça, hayatın güzelliklerini nasıl kaybettiğimizi daha iyi anlıyoruz. Örneğin: Kanaati kaybettik, doymak bilmeyen maddi bir hırsın pençesine düştük.

Ahde vefa yaşamımızın özü bilinir, söz senet kabul edilirdi. Bu duyguyu kaybedeli senet bile geçersiz oldu. Haram-helal kavramlarını kaybettik, amaçları için doğayı ve çevreyi yok eden, akarsu ve denizleri mahveden, ormanları katleden, yetim hakkı nedir bilmeyen, yaptıklarıyla vicdan azabı duymayan, kaçak elektrik ve su kullanmayı, yetim hakkı yemeyi maharet sayan insanların çoğaldığını gördük.

Çocukluğumuzda kütüphaneler, ödevlerimizi yapmak için buluşma noktamız olurdu. O güzelim yapıların içerisinde, kendine has havası ve sıcaklığıyla, kitap kokuları arasında aradığımız bilgiye ulaşmaya çalışırdık. Günümüzde kütüphane kültürü giderek azaldı, internet cafeler buluşma noktası oldu ve nimet sayıldı. Bu sayede belki istenilen bilgiye bir tuş kadar yakınlaştık ama, bunun getirdiği olumlu-olumsuz yeniliklerle sanal alemin olanca olumsuzluğu evlerimize kadar ulaşmış oldu.

Otobüslerde genç ve çocukların, kendilerinden büyük hasta, hamile, çocuklu ve yaşlılara yer vermeleri doğal bir sorumluluk kabul edilir, öyle davranılırdı. Bu düşünce zihinlere nakşedildiği için, çoğu zaman oturulmazdı. Oturulduğunda ise kalkmak da görev bilinirdi. Günümüzde bu duyguyu kaybedenler, oturdukları koltuktan dışarı bakar, yapmacık uykuya dalar, hasta numarası yapar ya da görmezden geldikleri kişiler tarafından görülmediklerini sanırlar.

Bayramlarda büyüklerimizin elini öpmeyi de görev bilir, evde anne babamızın elini öptükten, onlarla bayramlaştıktan sonra komşuları dolaşır, bunu zevkle yapardık. Bayramlarda bir tebrik kartı göndermek bile, büyük bir mutluluk verirdi. Kaybettiğimiz bu değerin boşluğunu, şimdi telefon mesajlarıyla doldurmaya çalışıyoruz. Bayramlaşma için anne baba ve akrabalara gitmek yerine, yurt dışına tatil planları yapıyor, bayramı tatil olarak anlıyor öyle yaşıyoruz.

Öğretmene saygı, anne babaya saygı kabul edilir, hatta öğretmenin eline: “Eti senin kemiği benim” anlayışıyla teslim edilirdi çocuklarımız. Ama hiçbir öğretmende çocuğun etini kemiğinden ayırt etmemişti. Öğretmene olan saygısından dolayı çocuk, parmak kaldırıp, bildiğini söylemeye bile utanırdı. Sokakta görse selam vermeden geçmez, belki de öğretmeni onu sokakta görmesin diye yolunu değiştirirdi. Şimdi ise değer kaybı sebebiyle, öğretmeninin yolunu kesen ve sınıfta öğretmenini döven, sıra arkadaşını vuran öğrenciler görüyoruz.

Komşuluk ilişkilerimizin de ayrı bir önemi vardı. Komşuyu komşunun külüne muhtaç bilir, onun aç olması halinde tok yatamayacağı bir inanç ve anlayışa sahipti insanımız. Kaybettiğimiz bu değerle, kalabalıklar içerisinde yalnızlaştığımızın maalesef farkında bile değiliz. Aynı apartmanda yaşadığımız, aynı kapıyı, aynı asansör veya merdiveni kullandığımız halde, komşumuzun vefatını geç duyuyor, hatta cenazesine bile katılamıyoruz.
Asırlardır millet hayatımızı düzenleyen sayamadığımız güzellikteki bu ve benzeri değerleri kaybettikçe çok şey kaybediyoruz. Ne sevincimizi, nede üzüntümüzü yeterince paylaşmıyoruz. Oysaki “sevinçlerin paylaşıldıkça çoğaldığını, üzüntülerin paylaşıldıkça azaldığını” hepimiz biliyoruz. Çoğu zaman selamlaşmıyoruz bile. Günaydın, iyi günler hayırlı işler demek sanki ağır geliyor insanımıza. Oysa güler yüzle, tebessümle selamlaşmak, iyi günler, hayırlı işler temennisiyle işe başlamak ayrı bir haz ve huzur verir insana.

Sahip olduğumuz nimete şükrün, zahmete sabrın azalmasıyla, anlıyoruz ki; sabır ve şükür kavramları da, kaybolmaya yüz tutmuş değerlerimiz arasına girmiş bulunmaktadımonash.pw yan baktı diye adam keser, bana yüz vermedi diye kız biçer, param yok diye intihar eder olduk. Yaşanan her güzel şeyi mazi diye raflara kaldırdık. Anlık , basit sevdaları aşk diye kağıtlara yazdık. Oysa bilemedik, bilmek istemedik en güzel aşkların baki aşklar olduğunu; fani , camit ,değersiz aşklarla kendimizi avuttuk ya da belki döner diye o belki lerin ardına sığındık…
Evet , kaybolan değerler dedik. Halbuki ne çok değerler kaybettik , bir bilsek , bir hatırlasak… Yalnız, hatırlamak istersek; aynanın karşısına geçip zamanın bizden ne çok şey götürdüğünü anlamamız yeter. İşte o zaman kaybolan değerlerin manasını keşfetmiş oluruz. Zaten o zaman da iş işten geçmiş olur.
Değerlerimize sahip çıkmalıyız, onları korumalıyız, emaneti aldığımız gibi, bizden sonraki nesle aynen teslim etmeliyiz. Üzerimizde oynanan oyunlara prim vermemeliyiz. Bunun da tek yolu bu değerleri, toplum yaşamında yaşatmaktan geçer.

Bunu beğen:

BeğenYükleniyor

İlgili

Posted in Türkiye Sevdalıları, Türkiye Sevdalılayızbiz

Kaybolmaya yüz tutan, bizi biz yapan, karakterimize şekil veren değerlerimiz var bizim. Bu değerler bizi diğerlerinden &#;ben&#; gibi ayırır. İşte yazımıza anahtar olan da böyle bir değer; mahalle kültürü. Haydi gelin neymiş bakalım bu mahalle kültürü&#;

mahalle kültürü

İlginizi Çekebilir! Kadın Olmak -Nefes Almanın Bilançosu

Dizlerimizin kanadığı, salçalı ekmeğin doyurduğu, görünmez kaleleri kurup futbol maçları yaptığımız mahallemiz, daha doğrusu eskiyen mahalle kültürü. Cenazelerde televizyonların kapandığı, evlerden tepsi tepsi yemeklerin taşındığı, yalnızım demeye vakit bulamadığımız mahallemiz…

Eğer mahalle kültürü ile büyüyüp, bir mahallede geçtiyse çocukluğunuz bence çok şanslısınız demektir. Kandillerde yüzünüz hep gülmüştür, kâğıttan kayıklarınızda kurulan hayalleriniz akıp gitmiştir o evin önünden geçip giden su sızıntısından.

Nedir Mahalle?

Mahalle, &#;bir yere inmek, konmak, yerleşmek&#; anlamına gelen Arapça hall (halel ve hulul) kökünden türetilmiş bir mekân ismidir. Türkçe&#;de kelimeye kaynaklık eden mahal sözcüğü; yer, yöre, mevzi anlamıma gelmektedir. Mahalle ise, devamlı veya geçici olarak ikamet etmek için kurulan küçük yerleşim birimlerini ifade eder. Mahalle bir yer ismi olarak bir kentin veya kasabanın en küçük fiziksel parçasını; sosyal olarak bir yerde oturan ve aralarında örgütsel ilişkiler bulunan bir topluluğu ifade eder. Örneğin tanımı, kurumsal unsurları göz önüne alarak yapacak olursak; içinde camisi, ilkokulu, çeşmesi, hamamı, külliyesi, bakkalı, kahvehanesi, oyun sahaları(parkları) olan en küçük yerleşim birimidir. Bu açıdan baktığımızda mahalle, bir kentin en küçük fiziksel yerleşim tasarımıdır. 

Yazın dondurma arabasının peşinden koşmuşsunuzdur, halılarınız ak pak olmuştur kapı önünde, sek sek oynarken hava kararmıştır, ilk evinize hem de kapısız bacasız evcilik oynarken sahip olmuşsunuzdur. Mahalle ailedir, kardeştir, anneannen yoktur ama mahallen varsa vardır.

Evine kapının önü de dahildir. Çay içtiğin, sohbet ettiğin, ağladığın, güldüğün yer mahalle. Hatta tüm dedikoduya rağmen kendin olup nefes alabildiğin yer.

eski mahalle kültürü

İlginizi Çekebilir! Çocuk Olmak Ne Demektir? Siz Çocuk Olabildiniz Mi?

Mahalle Kültürü Kökeni Nereye Dayanır?

Her ülkenin kendine has bir şehirleşme ve yapılaşma sistemi bulunur. Türkiye’nin yapısal özelliklerine baktığımız zaman karşımıza çıkan en küçük topluluk ise mahalledir. Yöneticisi muhtar olan mahalle kültürü tarihi ise çok eski zamanlara dayanmaktadır.

İlk mahalle teşkilatlanması Osmanlı Devleti zamanında ortaya çıkmıştır. İnsanların bir arada güven içinde yaşaması, aynı kültürel paydaları paylaşan insanların bir arada bulunmak istemesi gibi sebeplerden dolayı şehirlerin içerisinde birçok farklı mahalle teşkilatı bulunmaktadır.

Bu kadar uzun yıllardır varlığını sürdüren mahalle sistemi ise kendi içinde birçok kültürel özellik ortaya çıkartmış ve yazılı olmayan bu kurallara tüm mahalleli riayet etmiştir. Mahalle kültürü aile yapısı ile yakından benzeşir.

Komşuluğun dillere alınmadığı dönemlere denk geliyoruz maalesef. Çocuklar pencereden izlemek zorunda bırakılıyor akıp giden hayatı. Salçalı ekmeğin tadını bilmemek, ceplerine misket dolduramamak mesela. Daha acısı dibinde ne acılar yaşanıyor, tencerede ne dertler kaynıyor habersiziz. Ama çocukluğumuzun hediyesi bir mahalle yaşantımız var ki dillerden düşüremeyiz, yerlere göklere sığdıramayız.

Mahallenin güvenliği her şeyden önce gelir. Dışarıdan gelebilecek tüm tehditlerin savuşturulması adına mahallelerde çok fazla yabancı bulunmaz. Daha önce o mahallede hiç görülmeyen ancak son birkaç gündür fazlasıyla göze batan kişilere direkt olarak mahalleli tarafından şüpheyle bakılır ve ne istediği, neden beklediği gibi sorular sorularak durum tespiti yapılır.

Kaybolan Değerimiz- Mahalle Kültürü

Mahalleye girdiğin an evine girmiş kabul edebilirsin kendini. Evine gelmişsindir. Kimi görsen ailendendir. Çekinmeden kapıyı çalabildiğin, bende yoktu sende var mı dediğin, pencere önü çiçeklerinin bile neşelendiği yer mahalle. Bu mahalle kültürü yapısını hala kaybetmemiş evler, aileler, mahalleler var. Böyle mahallede yaşayıp, büyümek, büyüyen çocuklarla iç içe olmak, kapı önü sohbetleri yapıp kahkahaları dar sokaklardan tüm şehre duyurmaktır mahalle kültürü&#;

renkli mahalle, mahalle kültürü

İlginizi Çekebilir! Kutsal Bilgelik- Ayasofya Hakkında Az Bilinenler

Bugün özümüzden kopup Batı&#;daki yaşam biçimini benimsememiz münasebetiyle herkes kendi hayatını yaşıyor ve kimse kimsenin umurunda değil. Bir gören olmak artık suç, ayıp. Mahalle kavramı sadece adres beyan ederken kullanılan bir isim. Başka hiçbir manası yok. Apartmanımıza kimin girip çıktığını bilmiyoruz, soramıyoruz. Devlet, millet gibi en büyük cüzlerimizi Batılılar yok etmeye çalışırken aile, mahalle gibi en küçük cüzlerimizi de biz yok ediyoruz. El birliği ile yok oluyoruz…

Daha fazla bilgi için tıklayınız.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır