kelam nedir / Kelam Ne Demek? Tdk'ya Göre Kelam Kelimesinin Anlamı Nedir? - En Son Haberler - Milliyet

Kelam Nedir

kelam nedir

Kelam Ne Demek? Tdk'ya G&#;re Kelam Kelimesinin Anlamı Nedir?

Türk Dil Kurumu üzerinden bakıldığı zaman kelam kelimesi, ‘söz’ anlamına gelmektedir. Aynı zamanda söyleyiş biçimi ya da söyleme gibi ifadeler üzerinden de tabir etmek mümkün.

Kelam Ne Demek?

Kelam kelimesi Türkçe içerisinde farklı anlamları üzerinden ifade edilecek bir sözcüktür.

- Söz,
- Söyleyiş biçimi ve söyleme,
- En başta tanrının varlığını ve birliğini, peygamberlik ve ahiret ile beraber, İslamiyet'in bütün ana ilkelerini konu eden bilim,

Bu anlamları ile beraber kelam kelimesini kullanmak mümkün.

TDK'ya Göre Kelam Kelimesinin Anlamı Nedir?

Sözcük anlamı olarak Türk Dil Kurumu üzerinden ele alındığında kelam kelimesi, ‘söz’ anlamı taşımaktadır.

‘’Mecliste Arif ol kelamı dinle’’ Karacaoğlan

Arapça kökenli bir kelime olarak öne çıkan kelam kelimesi, İslami açıdan da önemli bir anlama gelir. Genel itibariyle İslam’ı her açıdan ele alan ve detaylı şekilde inceleyen bilim olarak da anlatmak mümkün. Bu kapsamda tanrının varlığı ve birliği ile beraber Peygamberi (S.A.V.) ve İslam hakkındaki tüm bilgileri inceleme olarak da dile getirilebilir.

Kelam kelimesi özellikle söz anlamı üzerinden halk arasında yaygın kullanıldığı söylenebilir.

‘’Doğru dürüst iki kelam edemedik’’

Özellikle genelde bu cümle kapsamında değerlendirilen bir sözcüktür.

Kelam Nedir, Ne Demektir? Kelamcı Kimdir?

Kelâm, İslam toplumunun inanç ve düşünce bütünlüğünün korunması, başka inanç sistemleri ve kültürler karşısında İslam’ın üstünlüğünü gösterilmesi işlevini üstlenen bir ilim ve düşünce hareketidir. Kelâm, İslam dininin inanç ilkelerini sistemli ve rasyonel bir şekilde temellendirme, yabancı kültürlerin etkisiyle ortaya ç›kan ve toplum hayatında olumsuzluklara yol açma tehlikesi barındıran bidatları etkisiz kılma, İslam’a yöneltilen eleştirileri cevaplandırma işlevini üstlenen bir düşünce hareketidir.

Bu hareketin geçmişi, ilgi alanına giren problemler bakımından sahabeler devrine kadar geri götürülebilirse de konusu, amacı ve yöntemi belli bağımsız bir disiplin haline gelmesi, yüz elli yıllık bir sürecin sonunda Abbasî halifesi Hârûnürreşîd () döneminde gerçekleşmiştir. Bir ilim ve düşünce hareketi olarak kelâmın ortaya çıkışında İslam’ın kendi yapısından ve İslam toplumunun karşılaştığı dinî, siyasi ve toplumsal problemlere dayalı iç sebeplerin yanı sıra başka din, düşünce kültürlerle karşılaşmasıyla ilgili dış sebeplerin etkisi söz konusudur.

İslam coğrafyasının genişlemesi ve Müslüman nüfusun artmasına paralel olarak dinî düşüncede derinleşme ihtiyacının giderek yoğunluk kazandığı görülür. Özellikle ilk göze çarpan anlamlar bakımından birbiriyle çelişir gibi göründüğü için “müteşâbih” olarak adlandırılan dinî metinlerin doğru anlaşılmasına dönük çabalar çeşitli konularda farklı görüş ve anlayışların ortaya çıkmasına zemin oluşturmuştur. Diğer yandan Kur’an’ın pek çok ayetinde insanlar hem kendi beden ve ruhları üzerinde hem diğer varlık ve olaylar üzerinde gözlem yapmaya, olup biteni anlayıp anlamlandırmaya, düşünüp yorumlamaya çağrılır.

İnsanın sahip olduğu duyu, duygu ve akıl gücünü kullanarak doğru bilgilere ulaşabileceğini vurgulayan İslam dini, buna karşılık sırf atalarından öğrenildiği için herhangi bir inceleme, değerlendirme ve temellendirme yapmaksızın taklit edilen bilgilerle hak inanç ve doğru davranışa ulaşılamayacağını ısrarla vurgular. İşte bu gibi ilahî uyarı ve emirler İslam toplumunun dinî düşünceyi temellendirmeye ve yeni bilgiler üretmeye yönelmesini sağlamıştır. Ayrıca Kur’an’da Allah’ın varlığı, birliği ve yüce sıfatları başta olmak üzere peygamberlik, kader, iman-inkâr, iyi-kötü, sevap-günah gibi birçok meselenin akli bir temele oturtulabileceği ve oturtulması gerektiğine dair örnekler verildiği gibi bunlara yöneltilen itirazlara verilecek akli ve mantıki cevapların bulunduğuna işaret edilmiştir.

Batıl inanç ve davranışları açıklanıp eleştirilen başka din mensuplarıyla en uygun şekil ve üslupla fikrî mücadelede bulunması peygambere ve dolayısıyla Müslümanlara emredilmiştir. Hz. Peygamber’in vefatını izleyen kısa bir zaman diliminde fethedilen bölgelerde yaşayan çeşitli inançlara bağlı birçok insan Müslüman olmuştur. Bu insanlar dinin öğretilmesi kadar onların zihinlerinde oluşan sorulara makul cevapların verilebilmesi; başka inanışlarla İslam inanç ilkelerinin kıyaslanması durumunda bunların daha üstün ve doğru olduğunun gösterilmesi gerekiyordu.

İslam toplumunda ilk ciddi tartışma ve görüş ayrılığı siyasi olup Hz. Peygamber’in vefatı üzerine onun yerine kimin halife olacağı konusunda ortaya çıkmıştır. Ebû Bekir’in halife seçilmesiyle çözülmüş gibi görünmekle beraber bu mesele gittikçe derinleşerek daha farklı boyutlara taşınmıştır. Özellikle Ali b. Ebû Tâlib’in sonraki bir kısım taraftarları bu siyasi sorunun dinî temelleri de bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu tartışmaların bir sonucu olarak Osman b. Affân’ın ve ardından Ali b. Ebû Tâlib’in hilafeti döneminde meydana gelen Cemel ve Sıffîn savaşlarında çok sayıda sahabenin iç çatışmalar neticesinde öldürülmesi, birçok tartışma ve sorunu İslam toplumunun gündemine getirmiştir.

İslam dini insan öldürmeyi yasaklamışken bir Müslümanın diğer bir Müslüman kardeşini öldürmesi onun dinî konumunu nasıl etkiler? Büyük günahlardan olan bu fiili işleyen kişi hâlâ mümin ve Müslüman mıdır, yoksa dinden çıkmış mı sayılmalıdır? İman ve amel/fiil arasında bir ayrılmazlık ilişkisi ve bütünlük söz konusu mudur, yoksa bunlar birbiriyle ilişkili fakat ayrı ayrı şeyler midir? O kişi bu fiili kaderin bir gereği olarak mı, yoksa özgür iradesiyle mi işlemiştir? İnsanın fiil ve davranışlarında ilahî müdahale ve etki ile insan iradesinin ilişkisi nasıl anlaşılmalıdır? Bu ve bağlantılı başka soru ve sorunlara ilişkin tartışmaların yol açtığı görüş ayrılıkları giderek çeşitli fırkaların/ekollerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bütün bunlar Müslümanları dini düşünce alanında derinleşmeye yönelten dinî sebeplerden sadece birkaçıdır. Bunlara bir de yapılan fetihlerle İslam coğrafyasının hızla genişlemesiyle birlikte değişik dinlere mensup âlimlerle karşılaşan Müslümanların onlarla kurdukları kültürel ilişkiler, yaptıkları dinî tartışmalar, yapılan itiraz ve eleştirilere makul cevaplar verme gereği eklenince kelâm gibi amacı, yöntemi, problemleri ve terminolojisi olan bir disipline duyulan ihtiyaç artmıştır (Yavuz, ).

Başlangıçtan Gazzâlî’ye gelinceye kadar akıl yürütme ve çıkarım yapmada İslam hukukçularının (fakih, fukahâ) kullandığı fıkhî kıyası, teolojik tartışmalarda ise cedeli (yani diyalektiği) yöntem olarak kullanan kelamcılar, Gazzâlî’nin “mantık bilmeyenin bilgisine güvenilmez” sloganıyla mantığı genel geçer bir yöntem konumuna yerleştirmesinden sonra Aristoteles mantığından büyük ölçüde yararlanmaya başlamışlardır. Kullandıkları yöntemin farklı oluşu nedeniyle Gâzzâlî’den önceki kelamcılar mütekaddimîn/öncekiler, Gazzâlî’den sonraki kelamcılar ise mütahhirîn/sonrakiler şeklinde anılmaktadırlar.

Asıl amaçları İslam inançlarını akli temellere ve açıklamalara kavuşturmak olan kelamcılar bilgi sorununa özel bir önem vermişlerdir. Çünkü onların ilk yapması gereken şey dinin kaynağı olan vahyin güvenilir bir bilgi kaynağı olduğunu göstermekti. Bu sebeple kelamcılar filozofların bilgi sorununu ancak Yeni Çağda epistemoloji adıyla ayrı bir disiplin halinde ele almalarından çok önce bu meseleyi kelâm kitaplarının ilk bölümü olarak incelemeye başlamışlardır.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

Tweetle

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır