kemal pir filmi / ‎July 14 (2017) directed by Haşim Aydemir • Reviews, film + cast • Letterboxd

Kemal Pir Filmi

kemal pir filmi

Yitmeyen Umudun Türküsü




Yapım Tarihi - 2006
Süre - 00:00:00
Format - Belgesel, Renkli, Türkçe

Yapım - Şeyh Bedreddin Film Kolektifi
Hazırlayan - Mutlu Şahin

6 Mayıs 1972 Tarihinde Faşizmin darağacında asılarak katledilen, Deniz Gezmiş,
Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve daha nice Yitmeyen Umudun Türküsünü zulasında
saklayanların anısına...

İnsanlar kaybedilirken ey çocuk
İnsanlık adına
Nasıl başlar bu Yeşil ve mavi yolculuk
Hangi gemi kalkar bu ülke limanlarından
Hangi mavilikler karşılar seni
Kıyılar zincir olmuş bileklerde
Dalgalar yargısız infaz
Al kalemi eline ey çocuk
Yeşilin ve mavinin şiirini yeniden yaz

Marks, Engels, Lenin, Che' den Hikmet Kıvılcımlı ve 68 Avrupa İsyanlarından
Deniz, Mahir, İbrahim, Kemal Pir, Mazlum Doğan' lara, 77 1 Mayısından 12 Eylül
Faşizmine, Maraş, Çorum, Sivas yangınlarından Gazi Katliamına, 89 İşçi
Direnişlerinden 2004 Haziran'da İstanbul'u NATO'ya dar eden Yitmeyen bir tarihin
Belgesel Filmi...

Meksikalı Kitap ve Sanat Evinde Gösterildi. 6 Mayıs 2006



Kaynak - Şeyh Bedreddin Film Kolektifi



Synopsis

Turkey, after the 1980 military coup. In the notorious Diyarbakır prison the prisoners decide to resist against the tortures. 14 July 1982 is the day when the biggest resistance starts.

DirectorDirector

ProducerProducer

WritersWriters

EditorEditor

CinematographyCinematography

Additional PhotographyAdd. Photography

Art DirectionArt Direction

ComposerComposer

Studio

Country

Original Language

Spoken Languages

Alternative Titles

Theatrical

23 May 2017

  • Flag for GermanyGermany
Flag for GermanyGermany
23 May 2017
  • TheatricalSource: IMDB (Kurdische Filmtage Hamburg)

Popular reviews

More
  • drnykterstein

    hiç bu kadar ters tepen bir propaganda filmi görmemiştim :)

  • T4K3N

    ”Öyle komünizmdir, marksizmdir, sosyalizmdir,Kürtlüktür, böyle sapkın düşünceleri kafandan söküp atacaksın. Sen sökmezsen ben söküp almasını bilirim.SEN TÜRK MÜSÜN?”

  • mel

    Kaç gündür izleyelim izleyelim diyorduk tam Türkçülük gününe denk getirmişiz filmi

  • Bilge Kağan

    Bu Film Çb olarak izlenip yorumlanmıştır;

    🤡Övülmeye çalışan herolar🤡;

    kemal pir:
    -1977 şehit matematik öğretmeni mahmut bedir'in otopsisinde çıkan kurşunlardan bazıları kemal pir'in silahından çıkmıştır.
    -1978 yılında ekrem çölyen isimli polis memurunu şehit etmiştir.
    -1978 yılında mhp ilçe başkanı halil ataç'ı öldürmüştür.
    -pkk/kck terör örgütünün askeri komitesi üyesidir, diyarbakır bölge komitesi üst düzey yöneticilerindendir.
    -kemal bıyık, fehmi kasapoğlu, mehmet akyüz ve isa abacı isimli şahısların katilidir.
    -1978 yılında polis ekibine ateş açmıştır.
    -mehmet hayri durmuş:
    -pkk merkez komitesi mensubudur.
    -1980 muhittin olcay'ın öldürülmesi ve ali bozgan'ın evinin taranmasını gerçekleştirmiştir.
    ali çiçek:
    -1979 yılında siverek'te polise ateş açmıştır.
    -mazlum doğan:
    -pkk/kck terör örgütünün merkez komite üyesidir.
    -ferhat kurtay:
    -1979 yılında mardin kızıltepe'de polis memuru öldürülmesi olayına karışmıştır.


    Türk devletine silah sıkıp…

  • akın

    kahraman olarak gösterilenlerin hepsi pkk'de üst düzey yönetici ama masum rolü bindirilmeye çalışılmış yine de esat oktay için izlenir

  • Esat_Oktay

    Filmi bilim kurgu kategorisine koymak daha doğru olurdu. Bir tokat yedi mi ölen askerler, insandan zeki köpek veya başarısız alev bükücüler gibi pek çok fantastik tema barındırıyor. Esat Oktay adlı karakteri ise oldukça beğendim.

  • yarewe

    Kürtçe konuşmak YASAK!

    Repliği yüzünden tam puan.

  • Haqan

    filmdeki anti heroyu başarılı buldum, sempatimi kazandı

  • Enes

    Rest in peace homelander soldier Esat Oktay Yıldıran... Bülent Keser made great job. Gerisi lore'a aykırı.

  • nehir

    it is so bad,i want to give you a zero and thats possible.so i give you a zero.

  • Ege K. ÇONGAR

    Propagandayı bile becerememişler.

  • buran

    Esat Oktay Yıldıran'ı şeytan gibi anlatmışlar, direktörün amacının tarihi yaşandığı gibi anlatmak olmadığı çok açık. Kürtçülük ve teröristlik propagandası ile dolu bir film. Esat Oktay olduğu için 1.5 verdim. İzlemenizi öneririm. Hep izlediğimiz iyi filmlerin yanında bunun gibi filmleri de izlemek gerekir bence.

Fuat Kav: 14 Temmuz’la bir halk yeniden dirildi

HABER MERKEZİ - Yazar Fuat Kav, 38’inci yılını geride bırakan 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu’nun, “bir halkı yeniden yaratmak ve Kürt halkını onurlu bir kimliğe kavuşturmak için sergilenen direniş” olduğunu belirtti.  

Türkiye’de 12 Eylül askeri darbesi sonrası devreye konulan insanlık dışı uygulamalardan en çok payını alan kesimlerin başında Kürtler geldi. Kenan Evren cuntasının hayata geçirdiği uygulamaların en vahşi şekilde yaşandığı yer ise Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi oldu. Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran’ın işkencehaneye çevirdiği cezaevinde yaşanan vahşete karşı direniş de bir o kadar büyük oldu. PKK’nin öncü kadrolarından Mazlum Doğan’ın ardından, isimlerini tarihe “Dörtler” olarak yazdıran Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyık ve Mahmut Zengin bedenlerini ateşe vererek bu insanlık dışı uygulamalara karşı durdu. Bu eylemlerin son halkası ise, bugün 38’inci yılını geride bırakan “14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu” oldu. Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz’ın yaşamını yitirdiği eylem hafızalara kazındı. 

 

O dönemin tanıklarından Kürt siyasetçi, yazar Fuat Kav ile Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananları, yarattığı etkiyi, o dönemki direnişin bir devamı olarak gösterilen açlık grevi eylemlerini konuştuk.   

 

Güncel bir gelişmeyle başlayalım. 12 Eylül vahşeti denilince akıllara Diyarbakır Cezaevi geliyor. Geçen hafta Diyarbakır’a gelen Tayyip Erdoğan, bu cezaevinin “kültür merkezi olacağını” açıkladı. O dönemleri yaşayan biri olarak ne düşünüyorsunuz?

 

Diyarbakır Cezaevi hem Diyarbakırlılar hem Kürtler hem Kürdistan hem de Türkiye halkları açısından sembol bir yerdir. İşkenceyle meşhur olan, nam salan ve “5 No’lu Zindan” denilen bir cezaevidir. Burada 12 Eylül faşizmi derin bir şekilde yaşamsallaştırılmak istendi. Kenan Evren’in ‘dışarıda bitirdik, geri kalan liderlerini de cezaevinde bitireceğiz’ dediği yerdir. Diyarbakır Cezaevi’ne ilişkin özel bir konsept oluşturuldu. Tutsakların ‘devletin birer unsuru haline getirilmesi, vatansever, bayraksever, Türksever biçiminde örgütlendirilmesine’ ilişkin bir konsept söz konusuydu. Bu nedenle işkenceler güncelleştirildi.

 

Böylesi cezaevleri dünyanın her tarafından genelde müze yapılır. Çünkü halkların, sınıfların, demokratların ve faşizme karşı olanların hafızası ve belleğidir. Diyarbakır Cezaevi de bir halkın belleğidir. Kürt halkının hafızasıdır. Hem işkence hem de direniş bağlamında semboldür. Diyarbakır Cezaevi ismini duyduğunuzda ilk aklınıza işkence ve vahşet, sonrasında direniş ve diz çökmeyen tutsaklar gelir. Bu anlamda Erdoğan’ın ‘kültür merkezi haline getiriyorum’ demesi hem ikiyüzlülük hem de Kürt halkıyla dalga geçmektir. İşkenceleri unutturma, bellekten silme yaklaşımıdır. Her işkenceci ve sistem savunucusu bu tür yollara başvurur ki halklar kendi tarihlerini unutsunlar. Erdoğan’ın kültür merkezi yapacağı yer müze olmalıdır.

 

 Nasıl bir müzeden bahsediyorsunuz?    

 

 

Diyarbakır Cezaevi, iki bölümden oluşan bir müze yapılmalı. Birinci bölüm, işkencecileri sembolize eden unsurlarla donatılmalı. İşkence yöntemleri nasıl uygulanmışsa, onlar oraya konulmalı. Aletler oraya konulmalı. Yazılı sözlü ve görsel olarak işkencenin ne demek olduğunu ilişkin bir alan oluşturulmalı. İkinci bölüm ise, işkencelere karşı tutsakların direnişini sembolize eden unsurlarla donatılmalı. Açlık grevi ve ölüm orucunda yaşamını yitiren, kendilerini yakan, kafalarını duvara vura vura intihar eden insanları sembolize eden bir alan olmalı. Yaşamları vurgulanmalı ki cezaevinde nasıl bir direniş ortaya konulduğu bilinsin.

 

Birçok ülkede de bu tür yerler yıkılmadı, enkaza dönüştürülmedi. Fransa Devrimi döneminde zindanların hangi hale getirildiğini biliyoruz. Önceki süreçlerde işkencehane olarak kullanılan cezaevleri müze haline getirildi. Milyonlarca insan bugün müze haline gelen yerleri geziyor. Hangi aydın ve yazarın nasıl işkence gördüğünü görüyor. Almanya’nın birçok yerinde, zindanlarda öldürülen insanların hayatları duvarlara yazılan müzeler var.

 

O günlere gidelim; 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Diyarbakır Cezaevi’nde neler yaşandı? Neden Diyarbakır?

 

12 Eylül darbesinde yaşananlar birçok kez anlatıldı. Neler yaşandığına dair birçok film çekildi. İnsanlar durup dururken işkenceci olmuyor. Askerler durup dururken silahlarla tutukluların kafalarını ezmiyor. Esat Oktay boşu boşuna oraya atanmadı. Bunlar hepsi bir bütünsellik içinde değerlendirildiğinde çok önemli bir konseptin olduğunu göreceğiz. 12 Eylül’ün 3 temel nedeni vardı; Birincisi Türkiye’de gelişen devrimci hareketin giderek kitleselleşmesi; İkincisi Kürdistan’da gelişen ulusal kurtuluş mücadelesinin derinlik kazanması; Üçüncüsü Orta Doğu’da emperyalizme karşı muhalif kesimin güçlenmesi. 

 

Bu darbeyi sadece Türkiye’deki generaller gerçekleştirmedi. O dönemdeki siyasi iktidarın genel yaklaşımına baktığımızda da, çok başarısız olmasından kaynaklı böylesi bir darbe yaşanmadı. Uluslararası güçlerin direktifiyle gerçekleşti. Çünkü darbeyi yapan generallerin yüzde 90’ı ABD eksenli kesimlerdi. Birçoğu ABD’den maaş alan kesimlerdi. Belki Türk üniforması giyiyorlardı ama uluslararası güçler adına Türkiye’de görev yapıyorlardı.

 

O dönem mücadeleyi baltalamak, özgürlük mücadelesini tasfiye etmek için böylesi bir darbe yapıldı. Bundan kaynaklı çok büyük bir öfkeyle yöneldiler. Devrimci hareketin tasfiyesi çabası içerisine girdiler. Bunun için sabahtan akşama kadar özel operasyonlar düzenleyerek, demokratları işkencehanelerden geçirdiler. Direnen bütün devrimcileri katliamdan geçirdiler. 12 Eylül döneminde her gün sokaklarda çatışmalar olurdu. Devrimcilerin bedenleri teşhir edilirdi. Daha sonra ise Kürdistan’a yönelim gerçekleşti. Kürdistan’ın en ücra köşesine kadar özel kuvvetler gönderildi. Belli bir süre sonra Sayın Abdullah Öcalan’ın direktifiyle PKK’liler sınır dışına çıktı. Devrimci hareketler de bastırılmıştı. Sonrasında Kenan Evren’in direktifiyle cezaevinde bulunan devrimcilere yönelme oldu. Ankara’da Mamak, İstanbul’da Metris cezaevleri pilot cezaevleri olarak seçildi. Sonra da Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi bu pilot bölgeye tabi oldu. Hedef devrimcileri boğmaktı. Tabi Diyarbakır çok daha özeldi. Devrimci öncü kadrolar buradaydı. Hayri Durmuş, Kemal Pir ve Mazlum Doğan gibi üst düzey yöneticilik yapmış kadrolar vardı. Yaklaşım şuydu: Burayı teslim almak ve kadroları ihanet ettirerek, mahkemede “pişmanız” söylemlerini söylettirmekti. Böylece hem kadroları teslim almak ve bu tabloyu dışarıya yansıtmak istiyordu. Böyle yaparsa partinin bitebileceği yaklaşımı geliştirildi. Tüm gücüyle bu cezaevine yöneldi. Esas olarak Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananları yan yana getirdiğimizde ne kadar anlatırsak da eksik kalır.  

 

 

Cezaevinde niçin direniş bu kadar fazla öne çıktı, direnenler neden bu kadar ölümüne direndi, niçin Diyarbakır Cezaevi bu kadar herkesin dilinde bir sembol haline geldi; Orada bir avuç tutsağın şahsında bir halk mezara gömülmek isteniyordu. Kenan Evren, tutsaklara işkence yaparken bir halka işkence yapıyor ve teslim almak istiyordu. Şunu diyordu; “Siz Türksünüz, değilseniz de Türk olacaksınız. Diyarbakır Cezaevi’nde tek bir Kürt kalmayacak. Siz kendinize Kürt deseniz de burada artık bir askeri okuldasınız. Dolayısıyla Kürtler burada ölecek. Kürt gerçekliği betona gömülecek.”

 

Bu dayatma söz konusuydu. Buna karşı da bir halkın umudu haline gelmiş bir parti vardı. Bu partiye öncülük eden ve bilinç veren insanlar vardı. Bu kadroların teslim olması ve Esat Oktay ile Kemal denilen kontra karşısında diz çökmeleri mümkün değildi. Buradaki direniş sıradan ve kendiliğinden de ortaya çıkan bir direniş değildi. İşkence sonucu ortaya çıkan bir direniş de değildi. Tamamen bir halkı yeniden yaratmanın direnişiydi. Kürt halkını onurlu bir kimliğe kavuşturmak için sergilenen direnişti. Dolayısıyla buradaki yönelim de işkence yapanların yaklaşımları da bilinçliydi. Direnenler de bilinçliydi. Direnenler, teslim olursa Kürt halkının mücadelesi kırılmış olacaktı.  

 

1982 yılına gelindiğinde insanlık dışı işkenceye karşı direniş de boy gösterdi. 21 Mart’ta Mazlum Doğan, 17 Mayıs’ta tarihe “Dörtler” olarak geçen Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner eylemleriyle canlarını vererek, vahşete karşı durdu. Hemen ardından tarihe “Büyük Ölüm Orucu Direnişi” olarak geçen eylem başladı. Eylem nasıl başladı, niçin yapıldı, talepler nelerdi ve nasıl bir etki yarattı?

 

1982 yılına gelindiğinde Diyarbakır Cezaevi’nde işkence en üst aşamaya varmıştı. Birçok tutsak bu anlamda teslim alınmıştı. İtirafçılık yaygındı. Teslim alma politikası derin bir biçimde sürüyordu. Her bir tutsak teslim alındığında Esat Oktay ve ekibi ‘Biraz daha yüklenirsem bir kişi daha alırım ve düşürürüm. O zaman herkesi teslim alırım’ diye düşünüyordu. Her düşüş onun için bir umut oluyordu. Bu nedenle işkence ağırlaşıyordu. Açlık had safhadaydı. Susuzluk işkence unsuruna dönüştürmüştü. Uykusuzluk işkencenin bir parçası haline gelmişti. 24 saat işkence, yaşamın bir parçası haline gelmişti. Gece gündüz baskınlarla hayat artık çekilmez bir hale gelmişti. Ayrıca Esat Oktay kendine göre genç Kemalistler isminde bir grup oluşturmuştu. Bu grubun başını çeken itirafçılardan Şahin Dönmez ve Ali Gündüz gibi isimler, Esat Oktay’la direnişe karşı işbirliği yapıyordu.

 

Tutsaklar bunu görünce 1981 yılında 14 kişinin katıldığı ölüm orucu başladı. Ali Erek arkadaş mide kanaması geçirdi. Esat Oktay bu hastalığı kullanarak teslim almak istedi. Teslim olmadı. Türk olmasına rağmen ‘Türküm’ demedi. Türk bayrağı karşısında saygı göstermedi. Bütün uygulamalar neticesinde direnişe damgasını vuran biri olarak yaşamını yitirdi.

 

Mazlum Doğan süreci hep yorumluyordu. Nereye varılacağına ilişkin sabahtan akşama kadar hücresinde süreci takip ediyordu. Tutsaklara dönük uygulamaların hedefi, Oktay’ın bu kadar zalimce davranmasının nedenlerine ilişkin yoğunlaşma yaşıyordu. Mahkeme sürecinde bazen bir araya geldiğimizde fazla konuşma ve tartışma ortamı söz konusu değildi, kulağımıza fısıldardı. Sürecin iyi olmadığını söylüyordu. Cuntanın bununla yetinmeyeceğini, bunu ihanete vardıracağını söylüyordu. Dur denilmesi gerektiğini söylüyordu. Belli bir süre sonra da 21 Mart 1982 yılında hücresinde fedai eylemi gerçekleştirdi. Mazlum Doğan arkadaşın eylemi yeni bir süreci başlattı. Mazlum arkadaş, ‘teslim olmayın, ihanet etmeyin, devletin uygulamalarını kabul etmeyen’ mesajı verdi. ‘Ben hayatımı ortaya koyuyorum, feda ediyorum, gerekirse siz de bunu yapın. Direnerek, teslim olmadan, ihanet etmeden onurlu yaşam için kendinizi feda edin” dedi.

 

Şunu da hep derdi: ‘Eğer biz ihanete gidersek ve yenilirsek direk dışarıyı ve mücadeleyi etkileyecektir. Bizim buradaki yenilgimiz, burayla sınırlı kalmayacaktır. Ama direnirsek, diz çökmezsek bu direnişin etkileri yarın dışarıya taşınacak.’ Bu eylem bir milat oldu bizim açımızdan. Mazlum arkadaş fiziki olarak yoktu. Herkes başını öne eğerek, bu eylemi düşündü. Ve önemli sonuçlara ulaştı.

 

Ardından Dörtler grubu ortaya çıktı. Dörtler, birbirlerine kenetlenerek faşizme karşı mücadelenin radikal bir yöntemle verilirse sonuç alınacağını düşündüler. Eylemlerini bu temelde gerçekleştirdiler. Ferhat Kurtay’ın ‘ateşi söndürmeyin, su dökmeyin, bu ateş direniş ateşidir. Önce bu koğuşu sonra Diyarbakır Cezaevi’ni, sonra Diyarbakır’ı, ardından Kürdistanı aydınlatacak ateştir’ demesinin nedeni de buydu. Tabi tüm bu eylemler görkemli, insanı kendine getiren ve iradeyi keskinleştiren eylemlerdi. Faşizm o kadar ağırlaştırılmıştı ki bu eylem ve etkinlikler bile faşizmi durdurmaya yetmiyordu. Diyarbakır Cezaevi’ndeki uygulamaları durdurmada yetmiyordu. Bu noktada yeni eylemlerin devreye girmesi geriyordu. Eğer işkence yönelimleri bir silsile ise, o zaman bu vahşete karşı mücadele de silsile olması gerekiyordu. Üçüncü eylem de ölüm orucu biçiminde tasarlandı. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu diğer eylemlerin son halkasıydı. Siyasi savunma artık yapılmıştı. Beklemenin bir anlamı yoktu.

 

“14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu”nda yaşamını yitiren Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz’ın her birini tarih nasıl kayda geçti, o günlerin tanığı ve yaşayanı olarak arkadaşlarınızı nasıl anlatırsınız, birer anınızı aktarır mısınız?

 

Dörtler büyük fedailerdi. Yol gösteren oldular. 

 

Hayri Durmuş: Son derece derin, geniş, ufku açık, derin bir biçimde düşünen, yorumlayan, değerlendiren, geçmişi iyi tahlil eden, geleceği bu tahlil üzerine oturtan bir önder konumundaydı. Hayri Durmuş, örgütleyici, soğuk kanlı, sessiz ama derinden düşünen, düşündüğü her şeyi karara dönüştüren, bu kararı da hayata geçirmesi için arkadaşlarıyla tartışan, tartışırken çok büyük acılar çeken bir önderdi. “Bir lokma, bir hırka” deyimi var, bu aslında Hayri Durmuş’u ifade ediyordu. Kürdistan halkının bütün acılarını aslında kendisinde taşıyordu. ‘Bu insan çığlıklarını unutmayın’ demişti. ‘Kürdistan Vietnamlaşıyor’ demişti. Bu neyi anlatıyordu; Artık her devrimcinin kendisini buna göre örgütlemesini vurguluyordu. ‘Mezar taşıma borçludur yazın’ demesi bunun bir ifadesiydi. Kendini tepeden tırnağa bir eylemin manifestosu haline getirmiş olmasına rağmen ‘borçludur yazın’ demesi onun ne kadar alçak gönüllü olduğunu gösteriyordu.  

 

Kemal Pir: Bir ateş ve enerji topuydu. Cıva gibiydi, sürekli eylem halinde olan, durmadan yürüyen ve yürüdükçe de kendisiyle birlikte insanları harekete geçiren bir enternasyonalist önderdi. Ağırlığı çok derin olan, karşı tarafı mimikleri, ses tonu ve duruşuyla etkileyen bir özelliği vardı. Hayri’nin bir başka yüzüydü. Birisi halkçı ve örgütleyici diğeri ise eylemci. Faşizme karşı mücadelede muhteşem bir iradesi ve gücü olan bir önderdi. Esat Oktay ve Kemal Yamak bile Kemal Pir’in önünde takatten düşen kişilerdi. Kemal Pir aynı zamanda hazır cevap ve Esat Oktay’ın sözlerinin altında kalmama bağlamında müthiş derecede fikir üreten bir arkadaştı. Esat Oktay her zaman Kemal Pir’i teslim almak istedi. Sürekli kendi Kemalist grubuna katmak istedi. Esat Oktay, ‘Bana büyük balık lazım’ diyordu. Kemal Pir’in düşman karşısındaki konumunu da ifade ediyordu. O da şunu diyordu: “Tabi ki ben Kemal Pir’im, eğer siz büyük balık diyorsanız öyle kabul edin. Büyük balıkların kılçığı da büyük olur, onu yemek isteyenin boğazında kalır.”

 

Ali Çiçek: Çok genç bir arkadaştı, Kemal Pir arkadaş Adana’da cezaevinde yatarken onunla birlikte yaklaşık bir yıl birlikte kalan bir arkadaştı. Kaldığı süre içerisinde Kemal Pir arkadaş tarafından eğitiliyor. Çıktıktan sonra mücadeleye kaldığı yerden devam ediyor. İşte 12 Eylül döneminde yakalandığı zaman işkencecilere karşı tarihin en görkemli direnişini sergileyen bir militan olarak duruş sergiliyor. ‘Ben Ali Çiçek’im diyor ötesi yoktur’ diyor. “Beni öldürseniz de tek bir laf alamazsınız” diyor. İfade vermeden Diyarbakır Cezaevi’ne geliyor. Diyarbakır cezaevinde de aynı direnişi sergiliyor. Eylem başlamadan önce kendisinin de çok talebi oluyor. 14 Temmuz günü kendisi de mahkemededir. Mahkemede Hayri Durmuş arkadaş eylemin açıklamasını yaptıktan sonra kendisi de elini kaldırıyor. Teslimiyeti değil, ihaneti değil, direnişi kavratıyor ve ölüm orucuna başlıyor. Ruhu devrim fırtınasıyla kavrulan bir arkadaş. Tepeden tırnağa Kürdistan için yaşayan ve yaşatan bir genç devrimciydi. Gençliğin kızıl yıldızı olarak değerlendirmek mümkün. O zaman Hayri Durmuş kendisine “kızıl yıldız” diyor.

 

Akif Yılmaz: Sessiz bir arkadaştı. Hayri arkadaşın başka bir yönünü ifade ediyordu. Son derece fedakar ve durgun gibi görünen ama iç dünyasında bir fırtınayla karşı karşıya geldiğini anlıyorsunuz. Devrim fırtınasını yaşıyordu. Ruhu da devrimle yoğrulmuştu. Yoldaşlık ilişkileri derindi. Kırmayan ve dökmeyen ama hep örnek olmak isteyen, yaşamın her alanında duruşunu sergileyen bir arkadaştı. Hatalarından büyük dersler çıkaran bir devrimciydi.

 

 14 Temmuz sonuç aldı mı? Direnişten sonra cezaevinde neler oldu ve değişti? Ne tür gelişmelere vesile oldu?

 

Elbette sonuç alındı, hem de çok büyük bir sonuç alındı. Sonuçları sadece cezaeviyle de sınırlı kalmadı. Sadece işkencelerle sınırlı kalmadı. Kürdistan’ın her tarafına yansıdı. 14 Temmuz eylemiyle işkenceler ortadan kaldırıldı, tutsakları kendine getirdi. Yeniden bir diriliş ortaya çıktı. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu, Diyarbakır Cezaevi’nin sınırlarını çok çok aştı. Daha sonraki süreçte tüm coğrafyayı saran mücadelenin mayası oldu. Hatta bugün Rojava devriminin temel taşlarından birisi oldu. Bunu öylesine söylemiyorum. Kemal Pir şunu söylüyordu: “14 Temmuz eyleminin yansıması olmayabilir, dar kalabilir, hatta kimse duymayabilir. Biz burada ölürken, kimse bizim öldüğümüzü bilmeyebilir. Fakat yarın, önümüzdeki yıllar bu eylem yeniden değerlendirilecek.” Böyle de oldu. Kemal Pir’in eyleme ilişkin yapmış olduğu değerlendirme 20 yıl sonra, 30 yıl sonra doğrulanmış oldu. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu bir dirilişin manifestosudur. İşkencenin çok derin biçimde uygulandığı mekanda ve kapkaranlık bir zindanda, bedeninden başka direnişe sürükleyecek hiçbir şeyi olmamasına rağmen nasıl başarılır, nasıl direnilir yaklaşımını bize gösteren bir eylemdir.    

 

Cezaevleri için bugün de sıklıkla sizin kaldığınız dönemlere atıfta bulunularak, 12 Eylül uygulamalara dikkat çekiliyor. Nedir bu 12 Eylül uygulamaları, neden bu uygulamalarda ısrar ediliyor?

 

 

Bir kıyaslama yapılacaksa eğer bugün cezaevleri, 12 Eylül dönemindeki cezaevlerini aratmayacak kadar ağır bir süreci yaşıyor. Uygulama, konsept ve dayatılan kurallarla bu böyledir. 12 Eylül döneminde fiziki işkence çok fazla ön plandaydı. İnsanlar fiziki şiddet görerek, kafası kırılarak, parçalana parçalana öldürülüyordu. Bugün ise yavaş yavaş, parça parça, adım adım, milim milim tutsakları ölüme sürüklüyorlar. Yani o dönemki koşullarda sen bir iki ayda imha edilirken, şimdi zaman yaydırılmış bir ölüm konsepti uygulanıyor. Şimdi birçok hasta tutsak doktora götürülmüyor, ilaç verilmiyor. Birkaç tutsak tek bir yatak ve tek bir ranzada yatırılıyor. Hasta tutsaklar hastalıkları ağırlaştıktan sonra tahliye ediliyor ve kısa bir süre sonra yaşamlarını yitiriyorlar.  

 

30 yıl boyunca bir tutsağı tek kişilik bir hücrede, katı kurallarla tutarsanız zaten bedeni çürür. Şuan 5 bine yakın tutsak yaklaşık 30 yıldır cezaevinde. Dolayısıyla 12 Eylül ile şimdinin cezaevleri benzerdir. Belki yöntem değişmiştir, işkence araçları değişmiştir, onları kullanma yöntemleri değişmiştir ama özü değişmemiştir. Türkiye, Kürtleri ve onun dostlarını düşman gördüğü sürece ve bu bilinçle onlara yaklaştığı sürece cezaevlerinin amacı da aynı olacaktır. 

 

 O gün bugündür tutuklular hep direnişte. Cezaevlerinde şimdi de açlık grevleri var; 230 gün oldu. Tutuklular, İmralı’daki tecridin kaldırılmasını istiyor. Tutukluların eylemini ve taleplerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

On binlerce tutsak bugün dönüşümlü süresiz bir eylemi götürüyor. Bu eylemin amacı İmralı sistemini ortadan kaldırmaktır. İmralı sisteminin uluslararası düzeyde düzenlenmiş bir sistem ve konsept olduğunu biliyoruz. Sayın Öcalan nasıl uluslararası bir komplo ile Türkiye’ye getirildiyse, İmralı sistemi de uluslararası güçler tarafından inşa edilen bir sistemdir. 22 yıldır Sayın Öcalan bir adada bir bina ve tek kişilik bir hücrede tutuluyor. Dünya ile ilişkileri kesik. Bunu sadece Türkiye ile sınırlı tutmak doğru değildir. Türkiye’nin bir uygulaması değildir.  Sayın Öcalan’ı esir alan uluslararası güçler İmralı sisteminin inşa etti. Türkiye’yi taşeron devlet olarak kullanıyor. Tabi buna karşı büyük bir direniş var. 

 

 Uzun yıllar cezaevinde kalan bir Kürt siyasetçi olarak, İmralı tecridi ve Öcalan neden bu kadar önemli? Çözümün yolu nereden geçer ve nereden başlamak gerekiyor?

 

Sayın Öcalan, kesintisiz bir şekilde Türkiye ve onu kullanan uluslararası güçlere karşı direnen bir kişi ve önder. Sayın Öcalan sadece Kürtlerin bir lideri değil artık. Yeni paradigmaya Kürt sorununu uluslararası düzeye taşıyan, sadece Kürtler için değil özgürlükten yana olan güçlerin lideri. Evrensel bir önder olarak değerlendiriliyor. Uluslararası güçlerin Sayın Öcalan’a yönelik politikalarını da biraz bu yönlü ele almak gerekir. Türkiye’ye karşı yürüttüğü isyan ve savaştan öfke duyulmuyor. Esas mesele, uluslararası devletlerin kurmak istediği sisteme karşı büyük bir alternatif sistem kurmasıdır. Rojava bunun en büyük göstergesidir. Uluslararası güçlerin sistemlerine alternatif yoktu. Sayın Öcalan, kapitalizmin ve sömürünün dışında tamamen demokratik ortaklaşmayı esas alan, halkların bir arada kalma zeminini yaratan bir sistemin paradigmasını oluşturdu. Rojava bu paradigmayı hayata geçiren bir yer. Rojava, bundan esinlendi ve Sayın Öcalan’ın ideolojisini esasa alarak devrimi gerçekleştirdi. Bu devrim sadece Kürtlerin değil aynı zamanda halkların devrimi konumuna geldi. Dolayısıyla Sayın Öcalan’a dönük öfkenin bu kadar derin olmasının nedeni bu.

 

 

Dünyanın hiçbir yerinde bir lider için bu kadar insan ayaklanmadı. Bu kadar insan kendini cayır cayır yakmadı. Tarihin birçok döneminde birçok önder ortaya çıktı. Yine birçok lider suikasta da uğradı. Ama hiçbir lider için bu kadar insan kenetlenmedi ve isyan etmedi. Fakat Sayın Öcalan için 22 yıldır Kürt halkı ayakta. Onun yoldaşları kendilerini feda edebilecek kadar bağlılık gösteren bir konumda. 

 

Siz bir önderi, demokrasi ve özgürlüğü temsil eden bir devrimciyi zindanda tutamazsınız artık. Özgürlüğüne kavuşması gerekiyor. Mandella, Güney Afrika’da bir sürece damgasını vurdu. Uluslararası bir düzeyde bir kişilik olarak kabul edildi. Sayın Öcalan da bugün Mandela gibi özgürlüğüne kavuşması gereken bir kişidir. Şu algı mutlaka kırılmalıdır; Sayın Öcalan bir hareketin önderidir, yürütülen savaşta birinci derecede sorumludur. Tahliye edilmesi mümkün değildir. Bu algı doğru bir algı değildir. Bu algının halklar için hiçbir şey ifade etmiyor. Bu algı egemenlerin yaratmaya çalıştığı bir algıdır. 

 

Dolayısıyla açlık grevine destek vermek de sadece yeterli değildi. Çünkü tutsakların eylemi Sayın Öcalan’ın özgürlüğü içindir. Eylem olacaksa cezaevindeki eylemleri destekleme biçiminde değil Sayın Öcalan’ın özgürlüğü için yapılmalıdır. Açık ve net bir biçimde ortaya konulmalıdır. Elbette karşılığı olacaktır. Bedeli de olacaktır. Cezaevindekiler hangi amaçla eylem başlatmışsa siz de o amaçla eylemi başlatacaksınız. Çözümün yolu Sayın Öcalan’ın özgürlüğünden geçer. Başka türlü sorunu çözmek mümkün değildir. Sorunda, Sayın Öcalan muhatap alınmalı. Bunun başka yolu yoktur. 

 

MA / Gökhan Altay - Özgür Paksoy

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır