kocan kadar konuş diriliş e kitap indir / Kitap Önerileri - Kocan Kadar Konuş - Wattpad

Kocan Kadar Konuş Diriliş E Kitap Indir

kocan kadar konuş diriliş e kitap indir

1 Şebnem Burcuoğlu - Diriliş Kocan Kadar Konuş 2 İNCELDİĞİ YERDEN KOPSUN Kafamdan söküp attığım sual tekrar belirdi: Niçin buralara geldim? Hazır mısın Efsun? Beyaz bir köşkün bahçesindeyim. Başımı kaldırdığımda dev bir manolya ağacının dalındaki çiçeklerle göz kırpışıyoruz. Ayaklarım çıplak. Çimlerin yeşilliği tüm vücuduma enerji veriyor. Hava şeker gibi. Sinan karşımda. Altında beyaz kanvas bir pantolon, üzerinde krem rengi keten bir gömlek var. O gülümseyince ben de gülümsüyorum çünkü bazı insanların gülümsemesi bulaşıcıdır. Hafiflediğimi hissediyorum. Malum, kaç zamandır kalbimin üzerinde biri oturuyordu. Sonunda kalktı şerefsiz. Hazırım Sinan. Bebek mavisi, uzun bir elbise var üzerimde. Saçlarım iki yandan örülmüş, arkada kavuşmuş. Nikah memuru birazdan gelir. İnceldiği yerden kopsun dedim, koptu. Asansörden iner inmez Sinan a yaşattığım tüm o saçmalığı arkamızda bırakıp kimselere haber vermeden Burgazada ya geldik. Bildiğin evden kaçtım. Üzüldün mü sizinkilerden kimse yok diye?

2 Biri peşimden gelmeye kalksaydı eterle bayıltırdım. Keşke hayatımızın geri kalanım burada geçirsek. Nasıl istersek öyle yaşayacağız. Artık kimse karışamaz bize. Sinan, sol elimi elinin içine alıyor. Kapa gözlerini. Avucumun içine bir şey koyuyor. Ne olduğunu anlamıyorum. Avucum sımsıkı kapalı. Bak bana. Sinan a bakıyorum. Ömrüm yettiğince bu içten gülen gözlere bakmak istiyorum. Elim hala ellerinde. Ne koydu acaba avucuma? Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun, değil mi? Dört yaşında bir kız çocuğu gibi kıkırdayarak başımı evet anlamında sallıyorum. Avucumu açıp içine bakmamak için kendimi zorluyorum. Rüyada gibiyim Sinan. Hala inanamıyorum. Ben de. Bu arada dün çok acayip bir rüya gördüm. Hayırdır? Beni mi gördü acaba rüyasında? Gözlerim ellerimize kenetli. Rüyamda İzzet Altınmeşe nin beniydim. Hiçbir şey anlamadığım için başımı yavaşça kaldırıyorum. Karşımda İzzet Altınmeşe duruyor. Beniyle birlikte. Önce sağıma, sonra soluma, en son da yukarı bakıp derin bir nefes alıyorum. Şaka mı bu? İzzet Bey? Efendim? Adam gayet sakin cevap verdi. Aklıma mukayyet olmalıyım. Panikle elimi, elinden çekiyorum. Siz nereden çıktınız? Sinan nerede? Tel koptu Efsun. Hangi tel? Zaman, namlunun ucundan rasgele havaya atılmış bir kurşun gibi ilerler. Zamanı durduramayız, geriye alamayız. Çok küçüğüz onun karşısında. Bu yüzden hızlı düşünmemiz, hızlı karar vermemiz, hızlı seçmemiz, kırdıysak hızlı telafi etmemiz, istenmiyorsak hızlıca gitmemiz gerekir kendi iyiliğimiz için. Ne yazık ki zamanı oyalama lüksümüz yok. Kendimize karşı dürüst olalım. Verdiğim hiçbir karar için pişman değilim desek bile, derinlerde bir yerlerde içimizi kurt gibi kemiren pişmanlıklarımız yok mudur? Her şey başka türlü olabilirdi, diye düşünmemiş miyizdir hiç? Pişmanlık, Bu kıyafeti nasıl giymişim, ya bu saçlar, bu kaşlar ne? dediğimiz on dört yaşımızın ergenlik fotoğrafı gibidir. Kim en çirkin halini fotoğraf çerçevesinin içine koyup salonun baş köşesine yerleştirir? Çerçevelerin içinde hep güzel, mutlu yüzlerimiz vardır. Diğer fotoğraflara arada sırada bakarızj anılarımız canlanır, gülümseriz ve gerisingeri kutuya kaldırırız. Pişmanlık da böyle bir şeydir, aslında hep orada olan fakat gözümüzün önünde durmasını hiç istemediğimiz bir şey. Pişmanlık, zamanın gerçekliğiyle aşık atmaktan acizdir. Bizim gibi. Keskin bir ağrı hissediyorum başımın tam arkasında. Kulağımda bip, bip diye bir ses. Gözlerim jaluzi gibi hafifçe aralanıyor. Görüş: bulanık. Sol elime bakıyorum. Hala sımsıkı kapalı. Açıyorum. Boş. Bir sürü iğne saplanmış koluma. Tel koptu Efsun. Anneannemin sesi bu. Kelimeler dilimin ucundan yuvarlanarak düşüyor. Neredeyim ben? Dört bir yanımda fısıltılar başlıyor. Ben dedim hafıza kaybı bizim ailede irsi diye. Aman Türesin, senin hafızan gün içinde sadece on dakika yerine geliyor. Ne irsisi? Kız kafasını vurmuş. Anneannem benden söz ediyor. Nereye vurdum ki kafamı? Anneannesinin kuzusu... Sinan la bindiğiniz asansörün teli kopmuş. Altı çift göz bana bakıyor: annem, anneannem, onun ikiz kardeşleri Üresin, Türesin ve kardeşlerim Ceren le Tuğçe. Anneannemin verdiği bu bilgi, suratıma bir tokat gibi çarpıp beni kendime getiriyor.

3 Sinan a evlenme teklifi ettiğim asansörden söz ediyorlar. Tel koptu da biz yere mi çakıldık? İnceldiği yerden kopsun derken bunu kastetmemiştim! Ah be İstanbul, bir sabah da öperek uyandır. Efsun bu kaç? Türesin, parmaklarını üç yapmış, gözüme sokuyor. Üresin de kenardan bana sufle veriyor Beş, beş diye. İnsanın kendine geleceği varsa da gelemez. Peki Sinan nerede? Ona ne oldu? Yaşıyor, değil mi? Allahım, çocuğu manyak ettim zaten, bir öldürmem eksikti. Can havliyle yerimden doğrulmaya çalışıp kolumdaki kabloları çıkarmaya yeltenirken bizimkiler üzerime atlıyor. Dayanamayıp soruyorum. Sinan a bir şey olmadı, değil mi? Annem beni teskin ediyor. Sakin ol kızım, Sinan yan odada yatıyor. Kırık çıkık yok ikinizde de Allaha şükür. Sinan ın hayatını zindan ettim, evini bastım, asansörde tecavüze yeltendim, evlenme teklifi ettim, üstüne bir de asansörün ipi koptu, ölümden döndük... Gel de tüm bunlarla yüzleş şimdi. Kışın ilk iş evde kombiyi kökleyerek kendi cehennemimi yaratıp intihar edeceğim. Annesiyle babası da geldi. Onlar da yanda. Tanışmadınız, değil mi? Tanıştık, diyorlar hep bir ağızdan. Eyvahlar olsun! Böyle mi tanışacaktı ailelerimiz? Hani Sinanların evine ailecek gittiğimiz tatlı bir yaz akşamında Sinan ın annesine mutfakta yardım edecektim? Hani sapından buhar çıkan çaydanlığı sıcak değilmiş gibi tüm hanımlığımla kavrayıp çay dolduracaktım ince belli bardaklara? Hani kaleyi içten fethetmek üzere, tribüne tribüne banacaktım? Reva mı bu bana! Kimlerle tanıştılar bizden, isim verin. Kızım o ne biçim soru, hepimiz tanıştık. Sinan geldi mi yanıma? Gelmedi. Ben Sinan ın yerinde olsam yanıma gelip gizlice serumumun kablosunu keserdim. Beni affedebilecek mi acaba? Rahat bir nefes alabilsem bu konu üzerinde daha çok tahmin yürütebileceğim fakat ailem, yazlıkta evi basan karıncalar gibi dört bir yanımı sarmış durumda. Babam nerede peki? Tam o sırada babam içeriye elinde eczane torbasıyla giriyor. Kızım çok korktuk, yüreğimize indi. İlaçlarını aldım. Saatlerini de yazdım üstlerine. Hastanede bile metronom gibi çalıştırıyorlar adamı. Ben yatakta beyaz balina gibi yatarken, odamın aralık kalan kapısından bir ses geliyor. Efsuncuğum, iyi oldun mu? Bunlar... Sinan ın annesiyle babası, Mine Hanım ve Tuncay Bey. İkisini de en son on dört yıl önce görmüştüm fakat yüzleri buzlukta muhafaza edilmiş gibi. Hatırladığımdan daha kısalar. Bir de Mine Hanım esmerlikten sarışınlığa geçip Teni esmer, ruhu sarışınlar kervanına katılmış. Üzerinde şık bir bluz ve etek, omuzlarında da bir hırka var. Sağ dirseğinden de büyükçe, pırıl pırıl, kırmızı bir çanta sallanıyor. Tuncay Bey göbeklenmiş. İçkiden değil, kalenderlikten muhtemelen. Biz lisedeyken Mine Hanım ve Tuncay Bey in sıkça tartıştıklarını hatırlıyorum. Bizzat şahit olmadım. Sinan anlatırdı. Hatta onunla yakınlaşmamızı sağlayan birkaç sebepten biriydi anne ve babasının evdeki tartışmaları. Onlardan kaçıp benim dostluğuma sığınırdı Sinan. Yaşadığınız bir huzursuzluğun sizi başka birine, güzel duygularla kenetlemesi ne tuhaf. Hiç unutmuyorum, bir gece geç vakitte bizim apartmanın altına gelip aşağı inmemi istemişti. Altımda pijama, üzerimde montumla telaşla yanına inmiştim. Çok sıkıldım evdeki kavgadan demişti. Sımsıkı sarılmıştım ona. Dışarıdan baktığınızda size parmak ısırtacak bir hayatı vardı Sinan ın. Fakat işte hiçbir şey

4 dışarıdan göründüğü gibi pürüzsüz değil. O yüzden sahip olamadıklarımıza gıptayla bakmamalıyız. Senin lokman yanındaki değil, önündeki tabakta. Teyze ve amca desem abes kaçar, öyle bir samimiyetimiz yoktu. Bu durumda resmi ilerleyeceğim. Mine Hamm, Tuncay Bey, merhaba... iyiyim, teşekkürler. Kusura bakmayın, doğrulamıyorum yerimden. Yok, mühim değil. Çok korktuk gerçekten. Neyse ki sapasağlamsınız ikiniz de. İnce düşünceli fakat mesafeliler bana karşı. Haklılar da. Biricik oğulları benim yüzümden canından oluyordu. Peki Sinan, o niye gelmiyor? Annenler de perişan oldu... Mine Hanım kendince dertlenmiş ama annemler mutluluktan ölmek üzere. Anneannem telefona'yakın oturuyor, her an nikah memurunu çağırabilir. Tuncay Bey, başıyla odadaki herkese veda ediyor. Tekrar geçmiş olsun. Biz de yandaki odadayız zaten, yine görüşürüz efendim. Bin kere Geçmiş olsun deseler bile Sinan ı görmeden geçmiş olmayacak. Odanın duvarında sus işareti yapan o klasik hemşire fotoğrafı asılı. Üresin fotoğrafın altına geçmiş, sus işareti yapıyor, Türesin de buna kopmuş, gülüyor. Ne eğleniyorlar ya rabbim beraber. Sinan ın annesiyle babası iyi insanlara benziyor. Gerçi biraz soğuk nevaleler... E tabii herkes İzmirliler gibi samimi olamaz. Peyker Sultan başladı. iyilerdir. Ben en son kaç yıl önce görmüştüm kim bilir. Samimi miydin sen? Yani, ders çalışmak için Sinanlara gittiğimde karşılaşıyorduk. Çok bir samimiyetim yoktu. Onlar da pek ilgilendiler seninle, gelip gittiler odaya. Neden acaba? Ölümden döndük, ondan gelmiş olabilirler mi? Nereli bunlar? Ne iş yapıyorlardı tam olarak? BalIkesirliler, peynir üretiyorlar. Peynir prensi... Kardeşi yoktu değil mi Sinan ın? Yok, tek çocuk. İyi, iyi... Çöpsüz üzüm. Aklından ne geçiyorsa, geçişi durdur. Kapandı o defter. Anneannesi, babaannesi hayatta mı? Belki ölmüşlerdir. Niye ölsünler yahu? Sen öldün mü? Bak dipçik gibisin. Zevzek. İlaçlar iyice bulandırdı kafanı senin. Umutsuzluk, serumun kablosundaki sıvı gibi damla damla kanıma karışıyor. Yatakta herkese sırtımı dönüyorum. Göz kapaklarımın yavaş yavaş ağırlaştığını hissediyorum. Gözümün önünden birbirinden karışık görüntüler geçerken on dört yıl önce Sinan la tanıştığım günde buluveriyorum kendimi. Okul bahçesine sıralanmış servislerden hangisi benimki diye bakınırken servis numaramı, sekiz rakamını görüyorum araçlardan birinin ön camında. Sekiz numaralı servise binip arka koltuğun cam kenarına yerleşiyorum. Discman imin kulaklığını takıyorum. ABBA çalıyor. Servislerin hepsi bitişik nizam park edilmiş. Camdan dışarı baktığımda yandaki servisin camında bir çocuk görüyorum. O da benim gibi arka koltukta, cam kenarında oturuyor, kulağında kulaklıklar. Çocuk bana doğru kafasını çeviriyor. Bu... Sinan. Olamaz! Böyle tanışmadık ki biz! O gün aynı servise binmiştik, o bana gıcıklık yapmıştı, ben ona aşık olmuştum. O sırada benim bulunduğum arka koltukta bir hareketlenme hissediyorum. Yanıma biri oturuyor. Başka bir erkek. Dudaklarının oynamasından bana bir şeyler söylediğini anlıyorum fakat kulaklıklarımı çıkaramıyorum. Aklım diğer servisteki Sinan da. Tekrar bakıyorum camdan. Sinan ın servisi hareket ediyor. İçim korkuyla doluyor. Bizim hikayemiz böyle başlamamıştı. Hikayemiz bu şekilde başlarsa Sinan la şimdiye kadar yaşadıklarımızın hepsi başka türlü gelişecek. Hatta belki gelişmeyecek bile. Yan yana duran servislere binen iki ayrı kişi olarak kalacağız.

5 Belki başkaları birden fazla kez aşık olabilir. Ben bir kere aşık oldum, o da Sinan a. Aramızda ne geçmiş olursa olsun, iyisiyle, kötüsüyle ben Sinan la olan anılarımı istiyorum. Servisim hareket ediyor. Panik halde ancak yarısına kadar açabildiğim camdan kafamı uzatıp olanca gücümle bağırıyorum. Sinaaaaanü! Efsun? Gözlerimi açıp başımı kapıdan tarafa döndürüyorum. Sinan, ayağında havlu terlik, üzerinde sabahlık, elinde de serumu öylece duruyor. Yazık be bize... Senede Bir Gün filmi gibiyiz. Onu bu halde görünce utancımdan başımı önüme eğiyorum. İyi misin? Başımı kaldırıp cevap veriyorum. Başım kopsun. İyiyim Sinan. Sen? Hala bana doğru bir adım atmadı. Muhabbeti nasıl devam ettirsem? Yağsız ve tuzsuz yiyeceğimiz, içi boş perhiz yemeğinde buluşalım mı?, Hastane bahçesinde bir çay mı içsek?, Hemşire fantezin var mı?, Serumun ne marka? İçim içimi yiyor. Asansörde yaşananlar için bana kızgın mı acaba? Sinan, asansörde sana sorduğum şey için... Ona sorduğum şeyin ne olduğunu bir tek o bildiğinden odadaki meraklı bakışlar havai fişek gibi oradan oraya zıplıyor. Sinan lafımı bitirmeme izin vermiyor. Tamam Efsun, sonra konuşuruz, haydi dinlen sen. Kenarından, köşesinden hiçbir anlam çıkaramayacağım bir karşılık alıyorum Sinan dan. Eğer ona bir şey olsaydı, ben nasıl devam ederdim bilmiyorum. Tamam, bu kadar yıldır gözümün önünde değildi ama bir yerlerde iyi olduğunu hissediyordum sanki. Sinan la bir daha bir araya gelmesek bile onun güzel şeyler yaşamasını, mutlu olmasını, ona değer veren birini bulmasını isterim. Yani öyle Ya benimsin, ya toprağın durumu yok. Sinan bana buruk bir gülüş attıktan sonra odada-kilere selam verip çıkarken kapıyı açık bırakıyor. Ne sordun Sinan a asansörde? Annem zor tuttu kendini. Evlenme teklifi falan etmedin, değil mi kızım? Çip mi taktırdı bunlar bana? Saçmalamayın. Tabii ki de etmedim. Aman kızım, hayatının hatasını yapardın yoksa. Görülmüş şey mi bir kadının erkeğe evlilik teklif etmesi? Adamın evet diyeceği varsa da demez. Görülmemiş şey. Göremedik yani, kısmet olmadı. Bizimkiler, kafalarında soru işaretleri, tartışarak odadan çıkıyor. Bir tek babam kalıyor yanımda. Yatağımın kenarına oturup saçlarımı okşuyor. Anlatmak ister misin? Sanırım isterim. Asansörde Sinan a evlenme teklifi ettim baba. Asansörün teli bile dayanamadı, koptu. Babam gülümsüyor. Pişman mısın? Düşünüyorum... Zerre kadar pişmanlık yok içimde. Sinan a bu soruyu sormamış olsaydım, işte o zaman pişman oldurdum. Madem zamana karşı hızlı davranıp hızlı karar almam gerekiyordu, o zaman kendi iyiliğim için doğru şeyi yaptım. Kalbimden yükselen sese karşı koymadım, tutmadım kendimi. Pişman değilim. Buradan hayırlısıyla bir çıkalım, yüz yüze konuşursunuz. Eğer Sinan benimle konuşmak isterse, beni affederse, üzerine kafa yoracak sadece bir adet konu başlığımız var. En azından bundan sonra bizi şaşırtacak başka bir sürpriz yok. Bu da bir şey. Düzelecek mi her şey baba? Her şeyin düzeleceğini babadan duymak başka bir şeydir. Düzelmeyeceği varsa bile, o an için müthiş bir, güven verir babanızın dudaklarından dökülen sözler. Annelerse durmaksızın konuştukları, çokça

6 söylendikleri için bazen onları dikkatli dinlemediğimiz zamanlar olabilir. Baba az konuşur, öz konuşur. Çılgın bir kadın topluluğunun içinde kaybolmuş bir baba için özellikle geçerlidir bu. Düzelecek kızım. Bak görürsün, kısa bir zaman sonra güzel şeyler konuşuyor olacağız. Sen temiz kalplisin. İyi insanların başına iyi şeyler gelir. Babamın elini tutuyorum. İyi ki yanımda. Duygusal sohbetimizi kart bir ses bölüyor. Keşke millet olarak açtığımız kapıyı arkamızdan kapamayı öğrensek. Sinan nerede? Kapının önünde dikilen bodur kadına bakıyoruz. Kim bu? Babam da akşamın bu saatinde odamda beliren bu kadına anlam veremedi. Niye Sinan ı soruyor? Konuştuklarımızı duymamıştır umarım. Resepsiyondaki kız bu odanın numarasını verdi. Sinan buradaymış. Ha, burada. Dolaba sakladık. Babam merakla soruyor. Merhaba hanımefendi. Affedersiniz, tanıyamadık? Cavide ben. Kadın ismini o kadar heybetli söyledi ki bir an gerçekten tanımam gerektiğini düşündüm. Fakat sonuç negatif. Ünlü mü yoksa? Babamla birbirimize bakıyoruz, Cavide ismi bize bir şey ifade etmiyor. Sen Efsun musun? diye soruyor kadın ters ters. Ünlü olan ben miyim yoksa? Evet. Asansördeki Efsun? Diyalog gittikçe ilginç bir hal alıyor. Gözlerimi kısarak cevaplıyorum. Evet de... Siz kimsiniz? Bodur kadın babamla bana pür dikkat bakıyor. Kiralık katil gibi bir havası var. Sanki gizli görev verilmiş de hastanede beni yok etmesi gerekiyormuş gibisinden. Sinan ın babaannesi... Sinan ın babaannesi! Tabii ya! Sinan ın annesiyle babasının baş huzursuzluk kaynağı babaannesiydi. O an hatırlıyorum. Mine Hanım, Sinan ın babaannesiyle sonu gelmez bir mücadele içindeydi hep. Aslında Mine Hanım ve Tuncay Bey iyi anlaşıyordu da babaanne hep bir tekere çomak sokma vaziyetindeydi. İki kişinin bir evliliği kavgasız gürültüsüz götürmesi zaten yeterince zorken aradan fırlayan üçüncü kişi işleri daha da karmaşıklaştırabiliyor. Hele ki bu bir aile mensubuysa. Hele ki kaymvalideyse... Sürprizi an, çomağı hazırla. Bir gece, ansızın giriverdi Cavide Hanım hayatımıza. Oysaki bu kadar yürekten çağırmamıştık kendisini. II KAYNANA KULLANMA KILAVUZU Nasıl oluyor da bir insan diğer bir insanı bu kadar çok mesut edebiliyor? İnsanın içinde ne müthiş kuvvetlerin saklı olması lazım! Rekabetin tatlısı iyidir, hoştur da, rekabet tatsızlaşırsa, içinde bulunduğun yarıştaki hedefini unutup rakibine takarsın kafayı. Bu da, yarıştan çekilmen gereken zamanlama konusunda gözlerini kör eder. Yattığım yerden izlediğim rekabet, şu an için komik ve tatlı bir seyirde gidiyor. Diliyorum ki kimsenin gözüne bir zarar gelmez. Anneannem ve Cavide Hanım, sağ tarafımdaki tekli koltuklarda birer firavun gibi oturuyor. Annemler Cavide Hanım la tanıştıktan çok kısa bir süre sonra tehlikeyi fark ederek odadan sıvıştı, bir tek bu ikisi kaldı. Bir yandan Sinan ı deli gibi merak ediyorum fakat korkudan yanına gidemiyorum, bir yandan gözümden uyku akıyor, bir yandan da bu iki kadın sesini sonuna kadar açtıkları bir dizi seyrediyor. Anneannelerimizin kuşağı nerede ve hangi durumda olursa olsun dizisinden ödün vermez. Beni soracak olursanız aklımı yitirmek üzereyim çünkü her ikisi de televizyondaki dizi karakterleriyle sesli olarak kendi

7 kendine konuşuyor. Ortada üç farklı dizi senaryosu var. Anneannemin yazdığı (Muazzez Tahsin), Cavide Hanım m yazdığı (Kerime Nadir), bir de gerçek senaristin yazdığı. Neyse ki Üresin ve Türesin burada değil. Bu kız yollu. Ne alakası var Cavide Hanım, kız namuslu. Asıl fesat onun arkasından oyunlar döndüren kardeşi. O sıçan suratlı kardeşine tav oldum zaten. Hem fesat diyorsun hem de tav oluyorsun Peyker Hanım. Biz İzmirliler tav olmayı sinir oldum manasında kullanırız efendim. Her şeyi yeniden icat etmeseniz olmaz zaten. Kız bildiğin yollu. Ağzında da Piti Pit sakız, cak cak... Tipi Tip o sakızın adı. Aman, onu da mı siz İzmirliler buldunuz? Evet efendim her şeyi biz bulduk. İzmir büyükşe-hir tabii, Balıkesir gibi değil... Anneanneyle babaanne arasında gerçekten dramatik bir fark var mıdır dersiniz? Babaannemi ben altı yaşımdayken kaybetmişiz. Hayal meyal hatırlıyorum. Çok soğuk kış gecelerinde boş Vernel şişesini sıcak suyla doldurup ayaklarımın yanına koyar, Aya-cıkların üşümesin, derdi. Yazın tüm gün denizde kovayla kürekle oynayıp kızarmış tavuğa döndüğümde yanıklarıma nişasta sürerdi. Gözümde arpacık çıkınca bir dua okuyup orta ve baş parmağıyla gözüme hafifçe üç kere tıklatırdı geçsin diye. Severdim ben babaannemi. Keşke daha fazla yaşasaydı. Ben onu severdim de neden babaannelere karşı bir önyargı var, bakın iş burada çetrefilleşiyor. Aklımın dünyevi işlere ermeye başladığı günden beri ne zaman babaannemden açılsa konu, Namaz kılmak istesem bana kıbleyi ters gösterecek kadar gözü dönmüştü kadının, diye başlar lafa annem. Düşünün ki babaannemi kaybedeli kaç yıl olmuş, annem hala babaannemin arkasından, anneannem de kendi kaynanasının arkasından söylenir. Hatta anneannemle annemin çay saatlerinin vazgeçilmez muhabbetidir bu. Birer çay koyarlar, sonra da bin yıl önce olmuş şeyleri sanki beş dakika önce yaşamış gibi anlatırlar, sinirden kudururlar, deşarj olurlar, üzerine bir bardak daha çay içip gündelik hayatlarına geri dönerler. Sonuçta her kaynana küçükken tatlı bir kız çocuğu ama sanırım büyüyüp oğlunu evlendirince rüzgar bir anda tersine dönüyor. Düşünün ki anneniz çocukluğunu ve genç kızlığını annesinin kaynanasını dinleyerek büyüyor. Sonra da aynı şeyi size yaşatıyor. İster istemez bir önyargı oluşmaz mı insanda? Boşuna demiyorum etrafa karşı kulağını tıkamak zor diye... Bir gün evlenirsem, evliliğimi ayakta tutmak için kaynanam olursa nasıl davranmam gerektiğini anlatıp durdu annemle anneannem yıllarca. Sanki evlendim de, bir kaynanamı idare etmem eksik kaldı. Kaynananın iki söylediğinden birini duyacak, birini duymazdan geleceksin, Kaynana her zaman haklıdır, Oğluyla arasına girmeyeceksin, Kaynananla mutfakta rakip olmayacaksın... Böyle uzayıp gidiyor liste. Sanki kaynana küçük bir mutfak robotu, yanında da kullanma kılavuzu var. Cavide Hanım a bakıyorum. Yandan yandan anneannemi süzüyor. Anneannem gerçek bir İzmirli olarak hala topuklu ayakkabılarından vazgeçmezken Cavide Hanım çoktan eczanelerde satılan burnu açık, kenarları yara bandı desenli krem rengi düz taban ayakkabıya geçmiş. Odaya girdiğinden beri kısa saplı, kutu gibi deri çantasını elinden bırakmadı, iki bacağının üzerinde sımsıkı tutuyor. Ne varsa içinde? Hayatıma sert bir giriş yapmasına rağmen olumsuz bir şey hissetmedim kendisine karşı. O da kendi halinde biri işte. Çok ayıp bence insana çat diye kaynana yaftasını yapıştırmak. Sen Sinan a mı yanıksın? Hala dizideki karakterlerle mi konuşuyor, yoksa bana mı sordu? Bana mı sordunuz? Yok, Büşra ya sordum. Büşra kim? Dizideki yollu kız. Bitti mi dizi? Ne güzel oyalanıyordu çocuklar. Cavide Hanım babamla konuştuklarımızı duydu mu acaba? Cavide Hanım ne alakası var?

8 Ne işiniz vardı asansörde? Ben... Sinan bir şey verecekti de, ondan gittim. Ne verecekti? Allasen çok merak ettim. Piti Pit verecekti. Sana ne kadın? Sen erkek arkadaşlarının evine böyle rahat girip çıkıyor musun kızım? Ne münasebet? Sinan benim kaç yıllık arkadaşım. Cavide Hanım, siz benim torunuma laf mı çarpıyorsunuz? Rahat kız mı diyorsunuz? E İzmirliler rahat kızlar... Birazdan Star Wars a bağlayacağız. Işın kılıçları çıkmadan önce odaya acilen birinin girmesi gerekiyor. Kaç yaşındasın sen Efsun? Otuz. Kocan var mı? Evli değilim. Vah. Vah mı? Vah ya. Gelmiş de geçmiş yaşın... Cavide Hanım hınzır bir gülüşle kafasını pencereden yana çeviriyor. Anneannem sinirden pancar rengini alıp üzerindeki mor hırkayla bütünleşti. Aslında suratıma çarptığı lafların farklı versiyonlarını bizimkilerden her Allahın günü dinliyorum fakat elin kadınından duyunca içim acıdı. Babaanne? Ben de seni arıyordum. Ah Sinan. Şu hastane odasının içinde bile o kadar tatlı ki... Kıyamam, babaannesini arıyormuş. ' Babaannesinin paşası, aslan parçası... Meyveni yedin mi oğlum? Bir elma yedim. Dilimledi mi annen? Durumu kavramaya çalışıyorum... Zarafet timsali Mine Hanım ın sanırım Made in Turkey bir kaynanası var. Annen elmayı dilimledi mi? diye buradan yan odaya yetişiyor. Sinan elinden geldiğince bana yaklaşmamaya çalışıyor. Tabii, her an evlenme teklifi edebilirim. Kendimi camdan bir kutuya koyacağım, yanıma da bir çekiç. Bu ülke toprakları üzerinde acilen evlenme teklifi etmesi gereken biri olursa ihtiyaç halinde camı kırsın. Siz yorulmayın kızlar, ben hepinizin yerine evlenme teklifi ederim. Haydi gel, boş ver elmayı, ufak bir pasta almış babam, annemin doğum gününü kutlayacağız. Tamam geliyorum. Mine Hanım ın doğum günü mü bugün? Benim yüzümden hastane köşelerinde kutluyorlar. Sevilmemek için her türlü nedenim var. Efsun, sen de gelsene. Annenleri de çağıralım. Annemler kim bilir nerede. Cavide yi görünce çil yavrusu gibi dağıldılar, bir anneannem cengaver çıktı, tek başına göğüsledi kadını. Kalkabiliyor muyum ki yataktan? Niye kalkamayasın? Ne bileyim? Kimse kalkabilirsin demedi ki. Tamam, yardım eder misin? Şu serumu alalım. Resmen kendimize küçük bir dünya kurduk hastanede. Diziler benim odamda seyrediliyor, doğum günü kutlamaları için Sinan ın odasına gidiyoruz. Bizimkiler, koridorun ters tarafından kelaynak sürüsü gibi geliyor. Odadan benimle birlikte gönülsüzce çıkan anneannem kolumdan tutup beni kendine çekiveriyor. Ne diye hemen gelirim dedin, kız evi naz evidir. Naz yapacak yüzüm mü kaldı? Ağırdan sataydın azıcık kendini kızım. Beni çocuğun üzerine çığ gibi yuvarladınız, şimdi bunları mı söylüyorsun? Elimizde serumlarla manyak gibi dikiliyoruz burada. Haydi geç.

9 Asansörle yere çakılmadan önceki hayatımda yanımda Sabahattin Ali vardı. Şimdi ayaklı serum. Nereden nereye... Annemlere de koridorda durumu açıklayıp yan odaya geçiyoruz. Mine Hanım, önündeki pastanın üzerinde duran pembe mumu üflemeye hazır. Benim canım ailem de inci gibi diziliyor koltuktan taşarcası-na. O sırada tam yanımda duran Cavide Hanım sırlarla dolu çantasını açıyor. Gelinime bir hediye aldım, onu vereyim önce. Gelinine hediye almış. En azından ince düşünceli bir kadın. Gözüm ister istemez çantanın içine kayıyor. Ayol içi bomboş. Bir tek nüfus kağıdı var. Bir de minicik bir poşet. Çantanın içinden poşeti çıkarıyor ve Mine Hanım a uzatıyor. Ne diye taşıyor ki bu kadar büyük çantayı? Mine Hanım poşeti açıyor ve içine bakıyor. _ Bu nedir anneciğim? ' Kuru et. Pastanın üzerindeki pembe mum erimek üzere. Bence artık liflenmese de olur. Adı konmuş, lüzumsuz o kadar ot günü, çöp günü içerisinde bence kutlamaya değen tek gün doğum günüdür, çok özeldir. Ve Cavide Hanım, gelinine bu kadar özel bir günde hediye olarak buzdolabı poşetine koyduğu bir avuç kuru et verdi. Geçtiğimiz yıl da bir varil ham benzin mi hediye etti acaba? Mine Hanım m yüzü allak bullak. Teşekkürler. Afiyetle yeriz. Yiyin diye aldım zaten. Bosna dan geldi o et. Çok pahalı. Türkiye den Bosna ya uzanan coğrafyada böyle bir kaynana yok. Mine Hanım da kaynana kullanma kılavuzuna uygun olarak hareket ediyor anladığım kadarıyla. Kadın hiç istifini bozmadı. Vallahi bravo. Mine Hanım yarım üfürükle boyu pastayla neredeyse bir olan pembe mumu üflüyor. Hepimizi tek tek öpüyor ve Biraz hava alayım diyerek odadan çıkıyor. Biz de bir süre ampul gibi oturduktan sonra odamıza gitmek üzere hareketleniyoruz. Sinan la tek kelime konuşmadık. Biraz yürürsem açılırım belki. Elimde serumum koridoru arşınlarken yolun sonuna geldiğimde sağ tarafımdaki odadan gelen sese kulak kabartıyorum. Şirketin yüzde doksan dokuz hissesi Cavide Hanım da olduğu sürece değil kuru et, çay süzgeci bile alsa ağzımı açıp da bir laf edemem. Mine Hanım bu. Telefonla konuşuyor. Kaynanasını şikayet ediyor birine. Nesrinciğim, yıllardır Cavide Hanım m ağzından çıkan bir tek lafa bakıyoruz. Ona sormadan bisiklet bile alamıyoruz. Yetti artık! Mine Hanım eğitimli bir kadın. İki laf edemiyor mu? Kocası bir şey demiyor mu? Para yüzünden mi susuyor? Evlenince böyle mi oluyor? Kafamda deli sorular. Dönsün memleketine diyeceğim de dönmüyor. Üç günlüğüne diye geldiği her kalışı en az iki ay. Ayrı ev de istemedi İstanbul da. Raptiye gibi çakıldı bize. Hizmetliyi azarlıyor, şoföre laf söylüyor. Ay Nesrin, geçen gün ağlıyordu koskoca adam hüngür hüngür, artık ne dediyse? Mine Hanım a yapılacak şey mi bu? Kaynanatör. Zalim Cavide. Bir kaynana düğmesi mi var yoksa oğlan analarında? Basınca bu moda mı geçiyor hepsi? İki yıl önce araba çarptı, üç yıl önce merdivenlerden yuvarlandı, geçtiğimiz yaz arı soktu, geçen gün de bankamatik sırasında kalbi sıkıştı. Hiçbir şey olmuyor kadına. Sapasağlam ayakta... Bankamatik sırasında ne işi mi var? Aman ne bileyim ben, paranın sıcaklığını hissetmek istedi herhalde! Mine Hanım ayan beyan kaynanasının ölmesini istiyor. Bir insan nasıl bunu dileyecek noktaya gelebilir ki? Cavide ye de maşallah, anladığım kadarıyla kendisi bir finans gurusu, uslanmaz bir hayalperest. Frane Selak diye bir adam var, Hırvat bir müzik öğretmeni. Adamın yolculuk yaptığı tren kaza yapıyor, on yedi ölü, bu hayatta kalıyor. Bindiği uçağın kapısı açılıyor, adam uçaktan fırlıyor fakat kurtuluyor sonra uçak düşüyor ve herkes ölüyor. Otobüsü nehre uçuyor, Selak kurbağalama yüzerek karaya çıkıyor. Öldürmeyen Allah öldürmüyor. Cavide, Hırvat asıllı bir Balıkesirli olabilir. Selakgillerden kuru etçi Cavide. Bu kadar dinlediğim ayıp. Odama geçiyorum. Utandım resmen duyduklarımdan.

10 Erkek evlat durumları tuhaf. Annesi, oğluna kabuklarını soyup elmaları dilimler, kız kardeş de elma tabağını erkek kardeşine götürür. Kız evlenirken gelin giderek çekirdek aileden kopar, aile küçülür; oğlan evlenirken gelin eve gelir, aile büyür. Hepsini geçtim, ortada bir kayınpeder fenomeni yokken, kaynana fenomeni var. Anlamıyorum ki... Alın da turşusunu kurun oğullarınızın. Bir evlendirmeye meraklısınız bir boşatmaya. Kapı aralanıyor ve Cavide Hanım içeri giriyor. Çöktü başıma kabus gibi. Sen Selin i biliyor musun? Altyazı: Efsun, sakın sevme beni kızım. Evet, Sinan ın arkadaşı. Tanıştık biz. Sinan ın eskiden konuştuğu kız. İçeri girip kapının yanında dikiliyor. Yalnızım, üşüyorum ve korkuyorum. Çok iyi kızdı Selin. Evleneceklerdi Sinan la. Noel Baba da var, kaynana da. Tamam, inanıyorum artık. Önyargı mönyargı bahane. Kısmet işte... Olmamış. Mühendis bir çocukla evlendi. Sinameki bir şey. Sinan ımdan iyi olamaz tabii. Ben çok istemiştim Sinan la evlensinler diye de kanı deli akıyor benim Sinan ımın. Hercai. Sinan pek hercai değildir ama? Hercaidir. Yok canım. Öyledir. Hercai. Ey Çelik! Sesimi duyuyorsan üç kere serumu salla. Her çiçekten bal alır. Selin le öyle değildi tabii. Olur da bir gün dünyayı dinozorlar ele geçirir, insan ırkının kanatları çıkar ve bu karmaşada ben Sinan la evlenirsem kaynana için Mine Hanım a ihtiyacım yok. Cavide burada. Kaynana kare. Acaba Mine Hanım da kaynana olunca bir canavara dönüşür mü? Ben almışım boyumun ölçüsünü, ne konuşuyorum hala gek gek. Bakalım, ben de kız araştırıyorum. Araştırıyorum derken? Herkese haber saldım. Helal süt emmiş, gencecik bir afet arıyorum torunuma. Bulursunuz inşallah. Senin de kardeşlerinin arkadaşlarından böyle düzgün bir kız varsa deyiver bana. Hazır hastanedeyken Cavide ye zarar versem mi? Tedavisi pratik olur. Selin Sinan la yaşıt değil miydi Cavide Hanım? Selin başka... Konuştuklarımızı kesin duydu. Beni konudan soğutmak için önündekini ardına koymayacak. Hala Selin diye sayıklıyor. Cavide Hanım, dilerim ki Sinan harika bir insan bulur. Onu mutlu eder, el üstünde tutar. Ben bayatımda onun gibi birini tanımadım. Dediğiniz gibi, gerçekten Sinan en iyisine layık. Cavide stop etti. Biri şu kadını açıp kapasın. E haklısın kızım. Haydi ben de kalkayım yavaş yavaş. Yavaş yavaşmış. Zebella gibi başımızdasın kaç saattir. Cavide çıkarken doktor hanım giriyor odaya. Merhaba Efsun Hanım, var mı bir sorun? Yarın sabah taburcu edeceğiz sizi. Bu gece müşahede altındasınız. Yok da... Sorun demişken, benim ailemi gördünüz mü acaba? Kafeteryada gördüm az önce. Bunlar da kafalarına göre takılıyor. Doktor hanımla birlikte odaya giren hemşire serumumu çıkarıyor. Karnım aç. Bana gelen hastane yemeğini bizimkiler yemiş. Sağ olsunlar bir tek yoğurdun suyu kalmış. Doktor hanım Senin ailen seni takmıyorsa ben ne yapayım? manasında kafasını yana doğru eğiyor ve gidiyor. Sinan odasında yalnız. O da gece burada kalacak sanırım. Yanına gitsem mi, gitmesem mi? Telefonum çalıyor. Arayan Mehmet. Mehmet?

11 N aber, nasıl oldun? Kaç kere aradım seni. Anneannen açtı telefonu. Anlattı olanları. Şok oldum ya... İyi misin? İyiyim. Hiç sorma... Tek diyebileceğim Sinan ın da yan odada yattığı... Sen ne yapıyorsun? İş için Oslo dayım. Bak Efsun, çocuk burnunun dibinde. Git konuş da bağla şu meseleyi artık. Gel de sen bağla. Oslo dan atıp tutması kolay. Alo, Efsun? Hat gidiyor... Mehmet? Hat gitti. Gerçi o hat hep gidikti zaten. Gitsem mi Sinan ın yanına? Gideyim. Behçet Necatigil ne demişti? Ya ümitsizsiniz; ya da ümit sizsiniz. Sinan ın odasının kapısına geliyorum. Uyuyor. Onu daha önce uyurken görmemiştim. Yüzü apaydınlık. Yatakta yanına kıvrılıp arkasından sarılmak, burnumu boynuna gömmek istiyorum. Sinan ı ağzı açık ayran budalası gibi seyrederken yerinde kıpırdanıyor. Ben de can havliyle duvar tarafına sıçrıyorum. Efsun? Çekingen bir halde kapıdan sadece başımı gösteriyorum. Gelebilir miyim? Gel. Sinan yatağında doğruluyor. Otursana yanıma. Sinan la yatakta yan yana oturuyoruz. Bebek Sahili nin yürüyüş yoluna oturup teknelerin arasından ayaklarımızı denize sallandırıyoruz sanki. Söylemek istediğim çok şey var ona. Aslında genel olarak ailemin her bir ferdine söylemek istediğim çok şey var da hep yatarken aklıma geliyor diyeceklerim. ' Çok istiyorum seni çocuk. Adına bir ömür geçirmek mi, patlıcan oturtma mı, ne denir bilemiyorum. O bilemediğim şeyi yapmak istiyorum seninle. Hastalıkta, sağlıkta, zenginlikte, fakirlikte elini sımsıkı tutasım var. Ama hayatta her istediğimiz olmuyor. Aldığımız ilk hayat dersi bu ne yazık ki. Gel gör ki içimdeki isteme güdüsüne engel olamıyorum. Sinan ı seviyorum. Onunla bağlantısı olan her şeyi seviyorum. Sinan ın babaannesi olduğu için Cavide yi bile seviyorum. Annelerimiz neden kaynana kullanma kılavuzuna uyuyor diye sormuştum ya kendime... Belki onlar da babalarımızı gerçekten seviyordur. Merakın başrolde olduğu müthiş bir sıkıntı içindeyim. Sinan beni istiyor mu, istemiyor mu? Seninle konuşmam gerek. Bir şey demene gerek yok Efsun. İstemiyor. Saç telinin ucundaki kırık gibi ayrılmak üzere yolumuz. Bir şey dememe gerek yoksa Sinan ın hayatından çıkma vaktim geldi. Yataktan kalkmak için bir hamle yaparken kolumu tutuyor. Her şey başka türlü olabilirdi. Fakat... Devamını tahmin edebiliyorum bu cümlenin:...bu iş olmayacak. Duymak istemiyorum. Böyle olacağı varmış. Bir sarmalın içine girmişsin. Seni anlıyorum Efsun. Kızgın değilim artık. Böğrüme kaldırım taşı basa basa, elime tahta valizimi alıp bu diyardan sonsuza dek... Bir dakika? Seni anlıyorum mu dedi bu? Doğru mu duydum? Bir kere bir erkek bir kadını bu kadar kolay anlayamaz. Kitaplara, alışkanlıklara, hormonlara uymaz, zincirlere sığmaz. Ve fakat illaki uzun bir açıklama yapma gereği hissediyorum hemen. Yaptığım aptallıklar, çevirmeye çalışıp da elime yüzüme bulaştırdığım numaralar... Seni kırdığım için çok üzgü... Cümlemi bitiremeden başımı kavrayıp sımsıcak boynuna yaslıyor. İçime çektiğim şeyin adı nefes değil, huzur. Ellerindeki kuvveti, kalbinin şiddetle atışını hissediyorum. Artık iki insanın aynı anda, aynı masumiyet ve içtenlikle birbirini sevebileceğine inanıyorum. Sinan a inanıyorum. Başka bir boyuta geçmiş gibiyim. Sanki yatak havalandı ve ayaklarımızı salladığımız boşluğun altı gerçekten deniz, burası da Bebek Sahili oldu.

12 Dudaklarımız ani bir çekimle birbirine kenetleniyor. Bunca yıl yaşadığımız kalp kırıklığı, özlem, isteyip de söyleyememeler bu anın içinde kaybolup gidiyor. Kaybolsunlar, gitsinler. Mutluluğu hak ettik biz. Bir hastane odasında hayatımın en güzel anını yaşıyorum. Sinan ın dudaklarından kendiminkileri uzaklaştırıp ağzımda kocaman bir gülümsemeyle kapıya doğru çeviriyorum yüzümü. Ailemin tüm kadınları kapının önünde bir yağlıboya tablo gibi hareketsiz duruyor. Bu tablonun adı: Karşımızda Kız Kulesi, kollarımda sen. III TEK KAŞ İnsanlar, birbirlerinden hiçbir şey anlamayan insanlar, beni buradan da kaçırıyordu Gözlerimi açtığımda Sabahattin Ali nin yatağımın tam karşısındaki koltukta oturduğunu görüyorum. İçim heyecanla doluyor. -Gitmemişsiniz. -Neden gideyim1? -Size veda etmiştim. -Gerçek dost gitmez ki. Hem haklıydınız. İçinizdeki boşluğu dolduracak kanlı canlı birine ihtiyacınız vardı. Bir ölüyle nereye kadar dolar ki bu boşluk? -Öyle demeyin Sabahattin Ali. Sizin bambaşka bir yeriniz var kalbimde. Bir sessizlik oluyor. Sabahattin Ali yle sessizliği paylaşmak bile güzel. -Hallettiniz mi her şeyi? Sinan Bey le yolunda mı işler? -Barıştık. -Sizin adınıza pek memnun oldum. -Çok korkuyorum aynı şeyleri yaşayacağız diye. -Bundan sonra dümeni elinizde tutmanız gerekiyor Efsun. Kendi hayatınızın dümenini. -içimde hem büyük bir güç var hem de büyük bir korku. Sanki bir yanlış tüm doğruları götürecek. -Korku, yapılan tüm yanlışların kaynağıdır. -Başıma ne geldiyse Sinan ı kaybetmekten korktuğumdan geldi. -Kaybetmediniz işte. Burada, yanınızda. Hem sanıyor musunuz ki o sizi kaybetmekten korkmuyor. Sinan beni kaybetmekten korkuyor mu acaba? -Düşüncelisiniz... Başka şeyler de mi var kafanızı kurcalayan? -Sizce ben Sinan a uygun muyum? Ya da o bana fazla mı? -Bu özgüven eksikliğinin sebebi nedir? -Bilemiyorum. Dün geceden beri düşünüyorum. Ben Sinan ı hak ediyor muyum gerçekten? -Kalbi güzelliklerle dolu, birbirini seven iki çocuksunuz... Gerçek sevgide hak etmek diye bir şey yoktur. Gerçek sevgi sadece vardır. -Babam gibi konuştunuz. -Siz de benim kızım sayılırsınız. -Sizin çocuğunuz var mı? -Bir kızım var. Adı Filiz. Filiz Ali. Doğru ya, bir kızı vardı Sabahattin Ali nin. Acaba ne iş yapıyor, nerede yaşıyor? Bu harika insanın kızı olmak ne hoş bir duygudur. Kim bilir ne anıları vardır. Gerçi ben babamın kızı olmaktan mutluyum. Canım babam benim. -Kim bilir, belki bir gün tanışırsınız. -Belki. Hemşirenin kapıdan girmesiyle Sabahattin Ali kayboluyor. Onunla konuşunca rahatladım. Haklı. içimdeki boşluğu dolduracak gerçek biri var artık.

13 Hemşire erkek. Yaka kartında ismi yazıyor: Omur. Kardeşlerinin adları da hamurla çamur mu acaba? Cep telefonunu yeşil formasının sağ cebine koymuş, kulağında kulaklık, biriyle konuşuyor. Bana yarım ağız selam verdi. Ahahahah vallahi bilemiyorum hacı bakacağız artık. Abisi ben sarışın seviyorum yaa, diğerleri bana yavan geliyor... Yere yakın olandan korkacaksın aslanım, ahahaha, en az Haydi bakalım, yap kardeşine bir güzellik... Sabahattin Ali den sonra hiç çekilmiyorsun be... Hemşire abi, kusura bakma da hem ter kokuyorsun hem de jelibon gibi göbeğin koluma değiyor şu anda. Sen kriterlerini saydın da seni kim, ne yapsın? Ev tüpü kılıklı. Aklından basık, egosundan şişik. Senin sevgilin, oy sandığının başında mükerrer oy kullanmasın yeter. Adam on üzerinden ancak üç eder ama gözü dokuzda... Kimse kendi denginin peşinde değil. Elimizi vicdanımıza koyup salim kafayla düşünerek Acaba ben on üzerinden kaç ederim? diye soruyor muyuz kendimize? Sonra bulduğumuz o rakamı başka hiçbir sayıyla toplamadan-çıkarmadan kabullenip bizi on üzerinden kaçlık birinin mutlu edebileceği konusuna kafa yoruyor muyuz? Belki sorun seçtiğimiz adamda değil, kendi rakamımızı bilmememizde. Sinan kaç mı eder? On üzerinden on, kuyruklu yıldızlı pekiyi... Peki ben? Uyandın mı Efsun? Geldi sabah neşeleri. Bunlara sabah kuşağında bir program sundursak ya? Böyle hepsi ellerinde Türk kahveleri, üzerlerinde sabahlıklarıyla oturup yorum yapsalar. Programın adı da Sabah Cinnetleri olsa? Dün gece Sinan la halimizi gördüklerinden beri panik haldeler. Çocuğun yanından apar topar sürükleyerek çıkardılar beni. Bizi öyle öpüşürken gördükleri için feci utandım ama yapacak bir şey yok. Sinan beni affetti, beni seviyor. Gerisi umurumda değil. Gündüz gözüyle söyle bakayım, tek taş için ölçü aldı mı Sinan? Materyalizmin doruklarında gezinen bu insanlarla hiçbir ortak noktamın olmaması ne fena. Çocuklar sonunda barıştı diye sevinmiyorlar da İşin adı konuldu mu? diye dertleniyorlar. İşte böyle serbest bırakılmadığımız, yaşanan her güzel ana bir anlam yüklemek zorunda olduğumuz için akışına bırakamıyoruz hiçbir şeyi. Her hareketin bir karşılığının yazılı olduğu gizli bir cep sözlüğüyle yaşıyoruz. Anneannemin suratına olabilecek en ifadesiz şekilde bakıyorum. Ne tek taşı? Onlar da iç sıkıntısıyla birbirlerine bakıyorlar. Doğruluk abidesi ailemi bir kez daha hayal kırıklığına uğrattım. Elin çocuğuyla hastane köşelerinde utanmadan öpüşüyorsun. E ailesini de tanıdık. Bu işin adını koymak lazım artık. Sinan evlilik konusunu açmadı mı hiç? Anlat anneye yavrum. Sizin amacınız beni çıldırtmak mı? Anneannem ısrarlı. Adam olsun, tek taşla gelip teklifini yapsın. Tek taş falan istemiyorum. Rahat bırakın beni. Çok taş mı istiyorsun? Bunun dünü, bugünü, yarını var, beş taşı, tam turu var. Gönül, nabzını bir kontrol etsene şunun. Tek taş istemeyen biri olamaz mı bu dünyada? İstemiyorum işte!. Ceren gözlerini kocaman açıp Tek taş istemeyen tek kaştır, diyerek tartışmaya ultra salakça bir boyut katınca kan beynime sıçrıyor. Başlatma tek kaşına! O tek taş dediğiniz zımbırtının içeriği ne biliyor musunuz? Kurşunkalem gibi bir şey! Karbonlar tetraedrik dizildiği için o kadar parlıyor. Tuğçe tetraedrik ne demek diye soracak, kelimeyi telaffuz edemediği için soramadı bir türlü. Tet, tet diye kekeliyor. Biz kardeş olurken nasıl bir kromozom harbi yaşandı Allah bilir. Annem coşuyor. Sinirimi bozma benim. Git konuş Sinan la, şu işin adını koyun artık! Bileklerimi verevine kesmeyi planlarken kafalarımız kapıdan gelen sese dönüyor.

14 Pardon Gönül Hanım, hangi işin adını? Ben koşarak camdan atlamak isterken annem, Mine Hanım a laf çakmak için uçuşa geçti. Dün gece oğlunuz pek bir samimiydi Efsun la. E kaç zamandır da görüşüyorlar. Böyle adını koymadan pek hoş olmuyor. Ailemize yakışmaz. Mine Hanım dikkatlice yüzüme bakıyor. Beni inceletmek için CIA e gönderebilir, o derece. Samimiydi derken? Allahım, bizi yatakta bastılar zannedecek kadın. Gerçi yataktaydık ama bir şey yapmadık ki. Nasıl diyeyim Sinan ın babasının yanında Sadece masum bir öpücüktü diye? Hem ben niye bunları açıklamak zorundayım? Nereden çıktı evlilik, tek taş? Nerede bu Sinan? Tuncaycığım Sinan ın odasına gidelim mi? Benim başım döndü biraz. Doğru düzgün bir şey yememiştim, açlık fena yaptı galiba. Hem dinlenirim hem iki lokma bir şey atıştırırım. Açken sen, sen değilsin Mine, git bir an önce. İkisi çıktıktan sonra Tuğçe laf dinlemek üzere parmak ucunda arkalarından gidiyor. Anne, söyle şuna gitmesin. Ya siz benim hayatımı sabote etmek üzere ant mı içtiniz? Sana kalsa beş yıl çıkarsın bu çocukla. Sonunda da adın çıkar. Bazen işleri hızlandırmak için sarsmak gerek kızım. Karışma bizim işimize. Tuğçe geri geliyor. Gitmesiyle gelmesi bir oldu. Ne konuştular? Anneannem meraktan şuracıkta öldü ölecek. Ay çok bir şey duyamadım, kapadılar hemen kapıyı Ne konuşacaklar, sizin bu ruh hastası halinizi konuşuyorlardır. Eğer Sinan la aram bir daha bozulursa bu hastaneyi içindekilerle birlikte yakarım! Efsun, Cavide Hanım seninle ilgili söyleniyordu, bir tek onu duydum. Nereden anladın benimle ilgili söylendiğini? Yerelması dedi. Biri yerelması deyince ben mi geliyorum aklına? Efsun, besbelli kadın sana dedi. Hani anneler oğullarının sevgililerine isim takarlar ya, o da sana da bu ismi takmış bence. Gerçi bu babaanne ama... Kırmızı, gubidik bir meyveydi o, değil mi? Ceren için şu an çok daha önemli bir gündem var besbelli. Üstelik bütün o tipsizliğine rağmen inatla yıllara meydan okuyan yerelmasına kırmızı, gubidik bir meyve dedi kuş beyinli. Damarlarımdan akan İzmirli kanıyla Tuğçe ye efelik taslıyorum ama Cavide Hanım yerelmasını gerçekten bana dedi bence. Çirkinlikte zencefille yarışan, kendine has bir adı bile olmayan mülteci kılıklı yerelması da olacağım varmış bir gün. Tamam, gubi-dik bir sebze ama dayanıklı, hala manavda ona buna kafa tutuyor. Unutmayalım ki beterin beteri var. Kikirik, montofon ineği, kazulet, haspa, meymenetsiz, yayık tarhana veya tabak götlü isimlerinden birini de uygun görebilirdi Cavide Hanım bana. An itibarıyla kendimi avutmada paralel evrene geçmiş olabilirim. Ne cazgır kadın. Cazgır bir kadın cazgır doğar, cazgır ölür. Kader çizgisinde herhangi bir sapma olmaz, sonradan cazgır olunmaz. Bu tarz kadınlar ne yapar ne eder istediğini söke söke alır. Hiç olmadı 2.80 bayılır, daha da iyisini alır. Hayatım boyunca cazgır kızlardan hep korkmu-şumdur. Neden bilmiyorum fakat ilkokuldan beri sınıfın en cazgır kızları hep bir şekilde bana takmıştır kafayı. Hem de ortalıkta ruh gibi dolaşıp etliye sütlüye karışmıyor olmama rağmen. Bana türlü isimler takarlardı. Gerçi yerelması diyen de çıkmamıştı bugüne kadar. Cazgır kızları neden paratoner gibi çekiyordum, bilmem. Ne çok güzel ne de çok iddialıydım. Aralarına girdiğimde sıkılıyordum. Onlarla aynı şeylere gülmüyordum. Teneffüslerde kız kıza toplaşıp dedikodu yaparlarken veya erkek peşinde koşarlarken ben elimime kitabımla bahçede rasgele bir bankta yerimi alırdım. Sanırım sorun, onlardan farklı olmamdı. Lisede sadece Sinan la arkadaşlık ettiğim için benden nefret eden kaç kız vardı, tahmin bile edemezsiniz. Bir türlü anlam veremiyorlardı Sinan ın beni seçmesine. O zamanlar derste birbirimize notlar yazardık. Bir gün benim Sinan a yazıp sonra bin bir parçaya ayırdığım not kağıdını çöpten alıp birleştirmişlerdi ve tahtanın üzerine yapıştırmışlardı. Onlar gibi olsam çok

15 daha kolay bir hayatımın olacağını düşünürdüm bazen. Fakat elimde değil, olamadım. İçime kapanmamın sebeplerinden biri belki de budur. Ev tüpü giriyor odaya. Çok affedersiniz, sizin Üresin isimli bir akrabanız var mı? Adam Üresin derken kendini tutamayıp güldü. Bu arada Üresin le Türesin gerçekten ortada yok. Annem cevap veriyor. Var hemşire bey, bir şey mi oldu? Sanırım kolonya içmiş. Yeni doğan katında bulduk kendisini. Ne kolonyası? Eyüp Sabri Tuncer. Ne bileyim hanımefendi, kolonya işte. Üresin Teyzem kolonya içip yeni doğan katında bebeklerin arasına güneş gibi doğmuş. Kolonyanın yarısından azını içtiği için kafası tam değil, yarım güzel olmuş. Elindeki kolonya şişesinin üzerinde Kertil Çam İncir Kolonyası yazıyordu. Nereden buldu bunu acaba? Türesin hala ortada yok. Kim bilir o ne içiyor? Yan odadan çıt çıkmıyor. Sinan da ortalarda yok. Sessizce terk ettiler sanırım hastaneyi. Haydi, işlemleri yaptım, eve gidiyoruz. Babama da fenalık geldi haliyle. Bir an önce şu hastaneden defolup gideriz umarım. Odadan çıkınca Sinanlarla burun buruna geliyoruz. Sinan ın yüzü düşmüş. Bana Neler oluyor? bakışı atıyor. Ben bilsem neler olduğunu, ona da anlatacağım. Anneannem söze giriyor. Çıkış işlemlerini yaptınız mı? Cavide Hanım gergin. Şimdi yapacağız efendim. Yapın da otoparkta buluşalım. Otoparkta buluşup da ne yapacağız? Araba yarışı mı? Konuşacak şeyler var. Sinanlar aşağı iniyor. Bildiğin kudurdu bizimkiler. Anne, Sinan la durumu toparlayalı daha bir gece oldu. Niye bana bunu yapıyorsunuz? Karışma bizim işimize. Biz ne söz verip ortadan kaybolanları gördük. Söz möz yok ortada! Tınmadı bile. Otoparka inişe geçiyoruz. Kozlar orada paylaşılacak. Bu aile başımda olduğu sürece biz Sinan la bırak evlenmeyi, bir elmayı ikiye bölüp bile yiyemeyiz. Elma deyince yerelması geldi aklıma bak. Şensin yerelması... Hastanenin resepsiyonundan geçerken ev tüpünü görüyorum. Yanında fıstık gibi, 1.70 lik bir kızla cilveleşiyor. Adam bu sabah istedi, evren iki saat sonra verdi. Benim talepler evren tarafından on dört yılda bir dikkate almıyor. Sinanlar otoparkın girişinde bekliyor bizi. Kovboy filmlerindeki gibiyiz. Kafaya kurşun yeme pahasına kendi canımı tehlikeye atıp Sinan ın yanına gidiyorum. En kısık sesimle konuşuyorum. Sinan, birazdan duyacaklarının benimle bir alakası yok. Lütfen inan bana. Sinirden ağlayacağım şimdi. Rahat ol, anlarız şimdi ne olduğunu. Zürih in bağrından kopmuş, gelmiş, Rahat ol diyor. Bizimkilerin tam kapasite potansiyellerinden haberi yok. Birazdan görecek rahatlığı. Cavide Hanım konuşmak üzere ağzını açıyor. Kolonyayı siz mi aldınız? Anneannem cevap veriyor. Hangi kolonyayı? Kertil. Torunuma getirmiştim. Ne yapacağız biz sizin kolonyanızı? içeceğiz. İçtik de. Kolonyayla kafayı bulan bir aileyiz biz. Üresin Teyzeme bakıyorum. Sırıtıyor. Kafası hala güzel. Yok efendim. Hani belki yanlışlıkla dedim... Anneannem kuleden izni aldı, kalkışa hazır. Bize gelseniz bir akşam, kaynaşsa iki aile... Cavide Hanım m gözleri kısıkta. Elindeki çantayı gerinip gerinip anneannemin kafaya indirecekmiş gibi bir hali var. Sinan da ayamadı hala, boş boş bakmıyor.

16 Önce siz bize gelin. Anneannem işin peşini bırakmayacak. Gelelim efendim. Siz zaman söyleyin. Önümüzdeki hafta sonu bekleriz. Sinan da bir gerginlik seziyorum. Ben biliyordum başımıza geleceği... İstanbul un hangi semtinde oturuyordunuz Cavide Hanım? İstanbul da da bir evimiz var çok şükür ancak ben sizi memleketimize davet ediyorum, gerçek evimize. Gerçek ev ne demek? Buradaki lego mu? Nereyi kastediyorsunuz? Sındırgı yı. Sındırgı: 404 NOTFOUND Balıkesir in en güzide ilçesidir Sındırgı. Biz aslen oralıyız. Konağımız var. Bekleriz efendim. Gece de bizde kalırsınız. Bir inat uğruna ikimizi de yakacaklar. İMDAT! Anneannem genzini temizliyor. Geliriz Cavide Hanım. Bu saçma sapan muhabbeti takiben vedalaşıyoruz, herkes arabalarına biniyor. Biz, sekiz kişi olduğumuz için ikiye bölünüyoruz. Yarımız arabada, yarımız takside. Yetimhaneden ayrılan çocuklar gibi arabanın arka camına yapışıyorum iki elimle. Sinan la vedalaşamadık bile. O da kendi bindiği arabanın arka camından bana bakıyor. Dün geceki gibi değil, daha çok yine mi Efsun? gibi... Acaba Sinan ın peşini bıraksam ve bu aşkı kalbime mi gömsem? On altı yaşımızdayken ne kadar kolaydı her şey. Kimse bize karışmıyordu Bu işin adını koyun diye. Hiçbir beklenti olmadan, güle oynaya gidip geliyorduk okula. Ne zaman ki üniversiteye girdim, bizimkilerin kafasında evlilik çanları çalmaya başladı. Üniversite öncesinde evlilik muhabbeti sadece laf salatası kıvammdaydı. Üniversite hayatım boyunca Kocanı okuldan bulmazsan kafanı taşlara vurursun uyarısını dinledim. Koca bulmak özelinde değil de, gerçekten okul hayatı defteri kapanıp da iş hayatı defteri açıldığı zaman karşındaki insanı tanıman güçleşiyor. Bir kere birlikte daha az vakit geçiriyorsun çünkü bir hayat mücadelesine giriyorsun. Okurken biliyorsun ki her zil çaldığında onunla görüşeceksin. Oysaki çalışmaya başladığında ajandalarınızı zar zor birbirine uydurmaya çalışıyorsunuz. Onun iş seyahati, senin fazla mesain derken bir tek hafta sonları kalıyor gönlünce görüşebildiğin. Okuldayken sevgilin her an gözünün önünde dururken işe girince ne yaptığından bihaber oluyorsun. Sadece başka bir kadın veya başka bir adamı kastetmiyorum, dikkat dağıtıcı bir sürü unsur giriyor hayatına. Sinanların arabası otoparktan çıktı, hızla uzaklaşıyor. Ah Sinan ah... Beni anlamadın ya, ben ona yanıyorum. La fa, la sol. IV CESARETİN VAR MI? Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır. 5 Kasım 2000 Efsun, Sana veda edemedim çünkü ne diyeceğimi bilmiyordum. Sen de ne zaman gideceğimi bilmene rağmen bir şey demedin. Sanırım sen de ne diyeceğini bilmiyordun, değil mi? Buraya geleli üç ay oldu. İstanbul dan çok farklı bir şehir jürih. Akşamyediden sonra sokaklarda kimseler yok. Çok düzenli, çok sakin. Açıkçası birazsıkıcı. Okul fena gitmiyor. Alışmaya çalışıyorum. Biranda çevremdeki herkesinyabancı dilde konuşması garip geldi. Neyse ki Ingiliz okulu olduğu için Almanca değil, İngilizce konuşu-lıyor. Benyatılyım ama annemler burada bir ev tuttu. Jlir süre hafta sonları gelip gideceklermiş ben alışana kadar.

17 Son buluşmamızda bana iki tane kitap hediye etmiştin, Kürk Mantolu Madonna ve Kumral Ada Mavi Tuna. Biliyorsun, Madonna kitabını senin odanda ilk gördüğümde şarkıcı Madonnanın hayatı zannetmiştim, ben senin aksine pek kitap meraklısı değilim. Açıkçası okurken çok canım sıkılıyor. Film izlemeyi tercih ederim. Madonnaya başladım fakat biraz ağır geldi. Belki şu an bu kitabı okumam için doğru zaman değil. Toksa eminim ki çok güzel bir kitaptır. Öyle olmasa sen bu kadar sevmezdin. Sonra Kumral Ada Mavi Tunayı okumaya çalışayım dedim. Okudum da. Aslında sanajazmak istediğim başka şeyler var. Fakat o kadar becerikli değilim. Kitabın bir paragrafı beni çok etkiledi. Onujazayım bari dedim. Sen hiç kimsenin olamayacağı kadar çok şeyimsin benim... Yüreğimde sana ayrılan yer herkesinkinden büyük. Yalnızca bir arkadaş, bir kan kardeş, bir sırdaş, birçokyakın dost değil, bir büyük sevgisin sen... Yanında sonsuz şımarabileceğim ve hala kaybetmekten korkmayacağım tek kişi... Yani biraz annem, biraz babam, hatta hiç görmediğim dedem, belki hiç doğmayacak oğlum... Sonra daimi hayranım ve tabii dokunulmamış sevgilim... Sen benim masumiyetimsin Tuna... Benim enyakınımsın! Aslında belki öbüryarımsın? Bütün bunlar ne demek anlıyor musun? Şu an beraber olsaydık keşke. Gitmeden sana bir şey sormak istemiştim. Fırsat olmadı. Cesaretin var mı Efsun? Sinan Bir zamanlar adına mektup denilen bir şey vardı. Böyle bembeyaz bir kağıda hislerini yazardın, zarfa koyardın, üzerine pul yapıştırırdın ve postaneye giderdin göndermek için. Yaşı küçük olanlar bilmez. Sabahattin Ali nin dediği gibi dümenin kontrolünü kaybedip hiç ummadığımız yerlere savruluyoruz bazen. Bu şekilde ifade edince bir hayli şiirsel oldu fakat dürüst bir şekilde kendime sormadan edemiyorum Acaba ben basiretsiz miyim? diye. Gerçekleri göremeyene, ileri görüşlü olamayana denir basiretsiz. Basiretiniz, sağduyunuz bağlanınca, söylemeniz gereken şeyi söyleyemezsiniz, engel olmanız gerekene engel olamazsınız, siz başka türlü hayal edersiniz, sonu başka türlü olur. Bu sefer, Sinan ın Zürih ten gönderdiği en son mektubun satırlarında geziniyor gözlerim. 27 Haziran 2001 Efsun, Kürk Mantolu Madonnajı okudum sonunda. Bazı sayfaların üzerinden birkaç kere geçmek zorunda kalsam da kitabı bitirdim. Gerçekten ne kadar büyük bir aşkmış bu. Şimdi senin bu kitabı neden bu kadar çok sevdiğini daha iyi anladım. Sanki sen konuşuyormuş gibiydin. Kitap okumak güzelmiş ama ihsanın kafasını karıştırıyor. Ne bileyim, daha basit bakıyorum hayata ben. Fakat bu iki kitabı okuduktan sonra daha fazla düşünmeye başladım. Esas söylemek istediğime geliyorum. Yazdıklarıma hiçbir cevap gelmiyor senden. Mektuplarımın ulaştığını biliyorum. Biz seninle çokjakındık. Sence bir cevabı hak etmiyor muyum? Bir şeye kızdtysan da söyle. Yoksa hayatında biri mi var? Seni tanımasam bu kadar ısrar etmezdim. Evini de kaç kere aradım, telefonlarıma çıkmadın. Bana değer verdiğini biliyorum ve aylardır düşünüyorum bu halinin sebebinin ne olduğunu. Birkaç haftaya jaz tatili için Türkiyeje gelvyorum. Bu mektuba da cevap vermezsen benimle bir daha görüşmek istemediğini tamamen kabulleneceğim. Sana bir paket gönderdim. Umarım almışsındır. Sinan Sinan ın bana gönderdiği kar küresini çıkarıyorum çekmecemden. Bana pişmanlığımı hatırlattığı için gözümün önünden kaldırıp çekmeceme koymuştum. Ters çevirip sallıyorum ve masamın üzerine koyuyorum. Kürenin içindeki kalabalık çam ormanının üzerine karlar yağıyor.

18 Bu küreyi aldıktan sonra ne zaman kar yağsa ve ben dışarıda olsam Sinan ın kar küresinin içinde yürüyormuş gibi hissettim kendimi. Sanki onun etki alanından çıkamıyormuşum gibi. Küreyi birkaç kere yere attım Sinan ın etkisinden kurtulabilmek için. Kırılmadı. İsviçre malları gerçekten sağlam oluyormuş. Sırf bu küre yüzünden eskiden en sevdiğim mevsim yazken, kış oluverdi. 20 Temmuz 2001 Sinan, Gönderdiğin mektupları aldım. Okudum. Ezberledim.. Teden fana, cevap yazamadığımı bilmiyorum. Belki de bilinçsizce son noktaya kadar deniyorum seni, benden vazgeçecek mif'ın dîye. Kumral Ada Mavi Tundyı okumana sevindim. Bu roman beni o kadar çok etkilemişti ki bir ğün kızım olursa, ismini Ada koyacağım diye kendime söz vermiştim. KürkAantoluAadonnayağelince... En sıradan bildiğin insanın b'ıle bir başkasına karsı akd almaz derinlikte bir ask besleyebileceğiğerçeğyle tanıştın. Kitaptan değil, kendimden söz ediyorum. Ben sana bu derinlikte bir şeyler hissediyorum. O yüzden bu kitabı okumanı çok istemiştim. Belki ucundan, kıyısından ne demek istediğimi anlarsın diye. Sana şimdiye kadar kimseye itiraf edemediğim bir seyi yazmak istiyorum. Sen ğittiğinden beri Sabanattin Ali yle konuşuyorum, dertleşiyorum. Bilmiyorsan söyleyeyim, kendisi 2 Msan 194-8'de cenneteğitti. Ben deli miyim, bilmiyorum. Bildiğim tek sey, seni delicesine özlediğim. Çok bencilceğlecek ama umarım oralara ahfmazsçı. - Aylardırğörmek istediğim tek insan sens'uı. Çelirğelmez haber ver lütfen. Not: Kar kürelini neden gönderdin? Kışı seveyim, diye mi, seni unutmayayım diye mi? Her iki durumda, da. hediyen amacına ulaştı. Epun Sinan a göndermeye bir türlü cesaret edemediğim mektup elimde. Bunu her okuyuşumda içim fena oluyor. Dün hastaneden gelir gelmez odama kapandım. Bugün neredeyse akşam olacak, evdeki kimsenin yüzünü doğru düzgün görmüş değilim. Sabahattin Ali de ortalarda yok. Bolca düşünecek vaktim var. Özellikle şu son birkaç aydır uzun uzun düşünmeye vakit ayıramadığım için beynimin içi akvaryum gibi oldu. Suyunu değiştirmediğim için su bulanık. Sinan a cevap yazmayışımın sebebi gerçekten benden vazgeçip geçmeyeceğini görmek istemem miydi acaba? Oğlan, kızı ister. Verirlerse evlenir, vermezlerse aşık olur derler. İmkansız olduğu zaman mı aşktır aşk? Öyle olduğu için mi aşka giden yolu çalılarla çırpılarla doldurur, kayalar yuvarlarız önümüze? Yolu geçemeyelim de aşık olalım diye mi? Aşka ulaştığımız zaman büyüsünü yitirmesinden mi korkarız bilinçaltımızda? Gizli bir zevk mi alırız bundan? Ölümüne diyete girdiğimizde önümüze konan sütlaçtan bir kaşık alamama durumu gibi bir şey midir aşk? Oysaki tıka basa yediğin bir yemekten sonra önüne konan sütlaç olmalı aşk. Karnın tok olsa bile o sütlacı yemek sana haz vermeli. Kendi iradenle, sadece hoşuna gittiği için yemelisin. Kilo alacağını umursamadan. Sadece ağzında güzel bir tat kalsın diye. Kucağına al, sev beni! diye iki elini sana uzatıp ağlayan bir bebek gibi aşk. Niye ağlatıyorsun bebeği? Alsana kucağına. Kokusunu içine çeksene. O bebek bir gün büyüyecek, beni sev diye gözlerinin içine bakmayacak, senin sevgine bu kadar ihtiyacı olmayacak. Ağlatmasana şimdi o bebeği. Her şey senin elinde. Kararlı olsana. Hangi noktadayım, kendime nasıl bir rota çizmeli-yim? Bunu etraflıca değerlendirmem lazım da... Aldığım karar küçük olsun, benim olsun desem bile ne yazık ki tüm kararlarıma burnunu sokan bir ailem var. Allahım, bana savrulmamam için güç ver.

19 Dün gece rüyamda dev bir karadul örümceğiyle mücadele ediyordum. Önce küçücük olan örümcek gitgide büyüdü, odayı doldurana dek. Kan ter içinde gözümü açar açmaz karadul örümceğini araştırdım. Madem ne olduğunu bilmiyorsun, rüyanda onu gördüğünü nereden anladın? diye soracak olursanız rüyamdaki örümceğin göğsünde ev tüpününki gibi bir yaka kartı asılıydı Karadul diye, oradan biliyorum. Kurumsal karadul. Dişi olan karadul örümceği, erkeğiyle çiftleştikten sonra onu bir güzel yermiş. Yediği erkek sayısı günde yirmiyi bulabilirmiş. Denilen odur ki erkek, sadece yavruları olsun diye kendini kurban edermiş. Vay be. Bir günde yirmi erkek... Ben birini bulmaya çalışırken maymun oldum, Allahın örümceği günde yirmi erkeği bulduğu gibi mideye indiriyor. Şimdi bu karadulun yavrusu anasına sorsa Babam nasıldı? diye o da Tadı damağımda kaldı yavrum mu diyor? Rüyamdaki karadul Cavide Hanım a mı delalet acaba? Lütfen öyle olmasın. Artık bir kişiyle daha didişecek gücüm kalmadı. Annemler ciddi ciddi kafalarına koydular Sındırgı ya gitmeyi. Sanki Sinan konusunda bunlar yüzünden çuvallamamışım, üzerine bir de olayı toparlayacağım derken ölümden dönmemişim gibi sabit fikirlerinin yörüngesini bir milim bile oynatmaya niyetli değiller. İçlerinden biri de demiyor ki Bu kız çok çekti bizden, rahat bırakalım azıcık da çocuklar durumu toparlasın kendi aralarında. Karadulu araştırdıktan sonra çalışma masamı toplamaya karar verdim. Kağıt, kürek, bilumum lüzumsuz şey vardı masamda. Çekmecelerimi yerleştirirken Sinan ın bana Zürih ten gönderdiği mektuplar elime geçti. Oradan bu konulara geldik yani. Benim basiretim ezelden beri mi bağlıymış ki? Seven insan sevdiğini bırakmaz, peşinden koşar denir ya, sanırım Sinan a karşı tutumum bu sözü çürütüyor. Onu gerçekten her hücremle seviyordum. On dört yıl önce Sinan ı kaybettim, sonra tekrar buldum, sonra tekrar kaybettim, sonra tekrar buldum. Üçüncü ve son hakkımı iyi kullanmam lazım. Artık cesaretim var. Susuz kaldım. Edebi değil, gerçek anlamda susadım. Bir bardak su almak üzere odamın kapısını açıyorum ve gördüğüm manzara karşısında istemsiz olarak haykırıyorum. Amanın!!! Annemin suratı, ne olduğunu anlayamadığım bir materyalle kaplı. Karadul gibi çıktı karşıma. Yüzüne maske yapmış. Filmlerde yüz maskesi yapan kadınlardan korkan tiplerle hep dalga geçerdim. Dalgamı geri alıyorum. Ne sürdün suratına? Ödüm koptu. Kil maskesi. Hepimiz yaptık. Sana da yapayım. Yok, istemem ben. Annem, kil maskesi ve ben, koridordan geçip salona giriyoruz. Anneannem, Üresin ve Türesin de suratlarında aynı kil maskesiyle dün gece gördüğüm kabusun devamı niteliğinde, öcü gibi oturuyorlar koltukta. Amacınız ne? Anneannem amaçlarını açıklıyor. Suratındaki çamur donduğu için ne dediği zor anlaşılıyor. Sındırgı ya hazırlık. Kil maskesi Sındırgılılara karşı koruma kalkanı mı oluşturacak? Pırıl pırıl olmalıyız orada. Sanırsın bu dördü Sinan ı baştan çıkarmaya Sındırgı ya gidiyor. Kadınların güzellik saplantıları her yaşta ve her koşulda sabit. Annem anlatmıştı, anneannemin annesi ölüm döşeğinde bile saçını boyatmak için birini çağırmış, Çıkan kaşlarımı da alsınlar diye de salık vermiş. Kadın güzel ölmek isteıriş. Her bir ferdi bu kadar bakımlı olan bir aileden ben nasıl böyle çıktım? Olmayacak şeyleri nasıl olduruyorsunuz aklım almıyor. Tam Sinan la aramız düzelir gibiyken, evlilikten tek taşa, en sonunda da Sındırgı ya nasıl geldik biz?

20 Bunlar meclis üyesi olsa, istedikleri tüm yasaları öyle ya da böyle yürürlükten geçirirlerdi. İyi ki siyasete atılmamışlar. Politik güçleri apartman sınırlarımız içinde geçerli. ok dua edeceksin bize sonra. îtala Bize dua edeceksin diyor. Özgüvene gel. Ya bırak anneanne... Yalnız önemli bir sorun var. Hanginiz? Ne hangimiz?, Yani içinizden hanginizi daha önemli bir sorun olarak görüyorsunuz? Buradan bakınca hepiniz bana eşit mesafede sorun olarak görünüyorsunuz. Ay haspam, hastaneden çıktı, çenesi açıldı yine. Hiç düşünmüyorsun Cavide Hanım a ne hediye götüreceğiz diye. Ben Cavide Hanım a gitmeyi bile düşünmüyorum. Çıkimn bunu aklınızdan. Ben büyüklşrinin işine karışma. Gönül, bizim aynalı gümüşlerden mi alsak? İster duvara asar, ister büfenin üzerine koyar. Duvarımızda asılı olan bir tarafı ayna, bir tarafı kabartma desenli gümüş kaplamalara bakıyorum. Evirıde bunlardan olan parmak kaldırsın. Yemek masasının baş sandalyesine geçen annem, oturum yönetir gibi, ciddiyetle cevaplıyor. Yok, şöyle daha çarpıcı bir şey olmalı. Ya sabır diyerek çarpıcı hediye önerimi sunuyorum. Elektroşok aleti alın. Efsun, içimizi karartma Allasen... O zaman pembe elektroşok aleti alın. Annem gerçekten çarpıcı bir hediye bulmak konusunda kararlı. Tınmıyor bile. Müyessir e mi sorsak? Doksan iki yaşındaki komşumuz Müyessir in aklına gelen en çarpıcı fikir kilden yapılmış altılı bardak seti olur. Onları da duvarındaki mağara resimlerinin önüne dizer. Yok Gönül, Müyessir olmaz. Aysel geldiğinde fal mı kapatsa hediye niyetine? Falda fil çıkarsa fil mi alacaksınız? Efsun vallahi terlik geliyor kafana birazdan. Bize laf yetiştireceğine yardımcı ol biraz. Canlarım ya... Hala Sındırgı ya gideceğimizi düşünüyorlar. İnanmışlar yani. Salondaki maskeli dörtlü içimi bayılttığı için mutfağa geldim. Sevgili babam yine harıl harıl bir şeylerle uğraşıyor. Elinde biletler var. Hayırdır babacığım, konsere mi gidiyoruz? Yok kızım feribot biletlerini aldım. ' Ne feribotu? Bandırma. Ne alaka? Önce Bandırma ya gideceğiz feribotla, oradan da Sındırgı ya... Nikah için de tarih almış mı annemler? Anlayamadı adam tabii ne dediğimi. Biletler bile alınmış. Sındırgı ya gidiliyor. Olay Sinan la benim mutluluğum için çabalamaktan çıktı, Cavide Hanım la aşık atmaya döndü. Nispetli şarkılarda elini havaya sallayan kızlar gibi hepsi. Baba, lütfen engelle bu yolculuğu. Deplasmanda başımıza neler geleceğini düşünmek bile istemiyorum. Kızım, sence mümkün mü engelleyebilmem? Mümkün değil. Babam bir gün patlayacak diye düşünüyorum. Öyle sıradan bir patlama değil, tozu dumana katacak cinsten. Sanki ömrü boyunca bu evde yaşadığı suskunluklar, yutkunmalar bir dağa dönüşecek ve herkesi kırıp geçirecek. Belki bunu aslında ben yapmak istiyorum da babamın adına hayal kuruyorum. Belki babam gerçekten halinden mutludur, boş vermiştir. Halinden mutsuz olan bir ben miyim?

Daha göster

kocan-kadar-konus-sebnemburcuoglu-dex-kitap“Türkiye’de kadınların DNA’larına kodlanmış olan evlenme saplantısı, ne yazık ki bizim ailede daha yoğun. Millete ailesinden genetik miras olarak mavi göz kalır, bize bu evlenme saplantısı kalmış. ‘Sinek kadar eri olanın dağ kadar feri olurmuş’ atasözü, anneannem Peyker’in lafıdır. Yani o sözü söyleyen ata, bizzat benim anneannem.

Sözün özü, kocan varsa varsın, yoksa da geçmiş olsun. Hele ki bir de 30’una gelip de bekâr kaldıysan bu dünyada yatacak yerin yok!”

Evli misin?

Ya nişanlı?

Sevgilin var mı?

O da mı yok!

Yaş kaç?

Hmm. Anlaşıldı.

Sen en iyisi bu kitabı bir oku. Yalnız değilsin Türk kızı! Senden çok var -ay bunu da yanlış anlayıp trip atarsın sen şimdi. Yok, öyle demek istemedik. Ailen, çevren, eşin-dostun-arkadaşınkankan, hepsi evlilik lafı ediyor değil mi? Ama zor iş.

Koca bulmak ÇOK zor iş arkadaş…

***

Bilge ve Aydın Burcuoğluna

KOCAN VARSA VARSIN. YOKSA GEÇMİŞ OLSUN.

“Saadetimi fark etmiyor musun a sersem?”

“Ayy kocaman bir ahtapot çıkmış üç bacağıyla! Bak, fincanın tam ucunda, görüyon mu?”

“Üç bacaklı ahtapot mu olur Aysel Teyze?”

“Üç kişi ağız ağıza vermiş, arkandan konuşuyo. Bu aralar sakın herkese her şeyini anlatma.”

“İş yerinden mi bunlar?”

“Kesin, Hele içlerinden biri fesatm önde gideni. Böyle sarışın, köpek başlı, yılan kuyruklu biri.” “Mitolojik bir kişilik yani.”

“Onu bilmem. Ama içini ferah tut. Ak saçlı ve ak sakallı bir dede var arkanda.”

“Gandalf?”

“O ne kız?”

“Boş ver. Eee, adam ne yapıyor arkamda?” “Başına çok hayırlı bir olay gelcek iki vakte. Onu müjdeliyo.”

“Niye arkamdan müjdeliyor? Yüzüme söyleyeydi. İki vakit derken?”

“İki gün, iki hafta, iki ay…”

“Hep net bir insan oldun Aysel Teyze.”

“Bi de yakın zamanda yüreğin kabaracak. 1.80 boylarında, kumral, hoş bir çocuk var. Takım elbiseli. Yurt dışında eğitim görmüş. Arkasında kısmetiyle geliyor. Vallahi yumurta gibi çocuk. Çöpsüz üzüm. Anası yok, kız kardeşi yok.”

“Öksüz yani.”

“Kız onu demiyom, dert almican yani başına. Kaynanayla, görümceyle uğraşmican.”

“E belki severdim görümcemi?”

“Hangi görümce sevilmiş bugüne kadar? Elti eltiden kaçar, görümceler bayrak açar. Çok yakın zamana geliyo bu çocuk. Dizlerinin üzerine çökmüş. Elinde nah bu kadar bir yüzük. Bak bak, görüyo musun, şurada tam. Anaaamm, hem tam tur hem de üç taş çıkmış. Ben sana diyim, bu işin sonu evlilik. Önümüzdeki seneye kalmadan hem de. Başınızın üzerinde beyaz güvercinler uçuyo.”

“Ben evlenmeyi düşünmüyorum. Son derece bekarım.”

“Kız! Deli deli konuşma. Erken kalkan yol alır, er evlenen döl alır.”

“Aysel Teyze bu muhabbet çok iğrenç mecralara yol alıyor.”

“Böyle adında A var, B var, R var…” “Abdurrahman?”

“Anahtar da görüyom. Dur, tabağına da bakiim, bi dilek tut.”

“Tuttum.”

“Oh oh, tez zamanda gerçekleşiyo. Hanenize de ay doğmuş. Sizin eve böyle haftada bir gelen kim var?” “Sen geliyorsun Aysel Teyze.”

“Hakkat senden adam olmaz. Haydi git yıka şu fincanını. Bulaşık makinesine koyma sakın, elde yıka! Sen böyle her şeye çat çat cevap ver, bok bulursun kocayı.”

“E demin buluyorsun dedin?”

“Gönül, al şu çivi dilli kızını başımdan Allasen.” Elimde kahve fincanıyla mutfağın yolunu tutuyorum. Bordrolu elemanımızmış gibi haftada bir evimize gelen Aysel Teyze’ye fal baktırmam için evdeki tüm kadınlar seferber oldu. Annem, anneannem, iki kız kardeşim, teyzem ve onun iki kızı yıllardır fal baktırayım diye vır vır vır söylenir. Bu kötü huylu kitle artık rahata ermiştir umarım. Hiçbir tedaviye cevap vermiyorlar. E şimdi fal baktırdım da ne oldu? Başıma neler geleceğini elin Aysel Teyze’si nereden bilir?

Anneannem mutfakta çay demliyor. Ocağın yanındaki lavabonun önüne geçip musluğu açıp kahve fincanıyla tabağını yıkamaya başlıyorum.

“Kızım ne zaman mürüvvetini göreceğim ben senin?”

“Anneanneciğim başımın etini yiyordunuz fal baksın Aysel Teyzen diye. Al baktırdım, kısa zamanda evleniyormuşum, gözümüz aydın.”

“Dalganı geç sen. Aç gözünü de çevrene iyice bak alıcı gözle. Bulamayacaksın birini yoksa.”

“Niye bulamam anneanne? Çapsız mıyım ben?” “Yok kızım da… Sevimsizsin. Çok iğneli dilin. Erkekler böyle kızları sevmez. Elinden bir şey yapmak

da gelmiyor. Yemek yapamıyorsun, çay bile demleye-miyorsun.”

“Ayaküstü hakaret ediyorsun ama anneanne!” “Yirmi dört saat elinde kitap var. Oku oku, üç gram aklın da allak bullak oldu. Kaldır şu kitapları. Bak gör, okumayınca daha mutlu olacaksın. Başın bacadan çıktı artık. Armudun sapı, üzümün çöpü diye diye yılların geçti.”

“Ve ben 58 yaşıma geldim?”

“Kızım 30’una geldin. Resmi olarak evde kaldın.” “Neye göre resmi ya?”

“Ciddiye al dediklerimi. Kadınsı davran biraz. İşveli, cilveli ol. Erkek çocuk gibi altında aynı kot, spor ayakkabılar, öyle dolanıyorsun ortalıkta. Biraz makyaj yap, dudağına bir ruj sür bari. Şu ailede İzmirli olmayan tek İzmirli sensin.”

“Anneanne şimdi konuşturma beni, siz çok iyi evlilikler yaptınız sanki.”

“Edepsizleşme, attırma benim asfalyalarımı. Lafımı dinle. Ölmeden birinizin mürüvvetini göreyim bari. Böyle kısıkta dursun ateş. Bardakları da tepsiye diz. Ağzına kadar da doldurma çayı, döküyorsun getirirken her seferinde. Ben içeriye geçiyorum.” Ölmeden evlendiğimi görecekmiş… Ay ve güneşe rakip ‘Çaput’ isimli, ışık kaynağı bir gezegen daha ortaya çıkacakmış. Aman ölmeden onu da gör!

Demliğin kuş gagası gibi ağzından dumanlar çıkmaya başlayınca çayları ince belli bardaklara koyup tepsiye diziyorum. Ne var, demledik işte çayı. Müte-vazi evimizin mütevazi salonuna geçiyorum ve çayları servis etmeye başlıyorum. İnce bellilerin devir teslim töreni bitince, annemin bir türlü vazgeçemediği, iskeleti ruhundan ayrılmış, ben diyeyim on, siz deyin on beş kere kumaşı değiştirilmiş, an itibariyle koyu yeşil kadifelere bürünmüş koltuk takımımızın tekli koltuğunda sopa gibi dimdik bir şekilde yerimi alıyorum.

Karşımdaki üçlü koltukta kız kardeşlerim Ceren ve Tuğçe, kuzenlerim Merve ve Alara ile birlikte bitişik nizam sıkışmış, pis pis sırıtarak bana bakıyorlar, Ailenin ayrık otu bendeniz bunca yıl fal baktırmaya karşıydım ya, kalem yıkıldığı için hepsi halinden pek memnun.

Tam yanımdaki tekli koltukta Aysel Teyze var. Kendi teninin renginden üç ton koyu ten rengi çorabını tamamlayan kırmızı Ceyo terlikleriyle stilini konuşturuyor. Aysel Teyze’nin bıyıkları da var fakat bu konuya gerçekten girmek istemiyorum şu anda.

insanda “Madem bu koltuk takımını yeşil kadife kaplattın, o ikili koltuk için neden pembe-mor çiçekli bir kumaş seçtin?” diye bir soru sorma isteği, uyandıran diğer koltukta oturan annem Gönül ve anneannem Peyker kırmızı rujlu dudaklarını büzüştürerek bakışlarını bana sabitlemişler.

Hepsinin aklından aynı şey geçiyor: Bu kız evlenebilecek mi? Ne yapsam değiştiremiyorum gündemi. Hayır, evlenmek için yanıp tutuşan bir tip olsam neyse. Evliliğin yakınından bile geçmiyorum. Fakat serde Izmirlilik var ya, ille de bir gün aile kurmamız gerekiyor. Bir aile kurup her akşam ot yiyeceğiz, kahküle kırpma, çekirdeğe çiğdem, çamaşır suyuna klorak diyeceğiz. İdeal resim bu.

İzmir’de işler sarpa sardığı için yıllar önce İstanbul’a taşınmışız. Gelin görün ki evde hâlâ

İstanbul’un dünyanın en sevimsiz, İzmir’in de dünyanın en güzel şehri olduğu (çünkü dünyadaki bütün metropolleri ailecek gezdik gördük ya!), İstanbulluların kaypaklıkları, İzmirlilerin dost canlısı halleri konuşulur.

Türk kadınlarının doğdukları andan itibaren DNA’larına kodlanmış olan ‘evlenme saplantısı’ ne yazık ki bizde daha yoğun yaşanıyor. Millete ailesinden genetik miras olarak mavi göz kalır, bize de bu evlenme saplantısı kalmış. “Sinek kadar eri olanın dağ kadar feri olurmuş” atasözü, anneannem Peyker’in lafıdır, yani o sözü söyleyen ata, bizzat benim anneannem. Yani kocan varsa varsın, yoksa da geçmiş olsun. Kocan kadar konuş kızıaamü

Hele ki bir de 30’una gelip de bekar kaldıysan bu dünyada yatacak yerin yok.

Ben bekar halimden memnun olamaz mıyım? Belki gerçekten seviyorum yalnızlığı? Sadece iyi bir kısmet bulmak için mi yaşamam gerek?

Bu mudur yani ideal tablo: Eğitimim sırasında özellikle mühendislik bölümünde okuyan ve gelecek vaat eden burslulara konsantre oluyorum. Ne de olsa okulun en güzel kızı ve en yakışıklı erkeğinden ileride bir cacık olmayacak, burslular en üst kademelerde yöneticilik yapacaklar, değil mi? Okul bittikten sonra koca bulmak için işe giriyorum. Kazandığım tüm parayı kendime yatırım yapmak adı altında henüz hayatıma girmemiş kocam için harcıyorum. Koca bulabilmek için makyaj yapıyorum, saçıma her gün fön çektiriyorum, yemek kursuna gidiyorum, aman kocamın eli sıkı bir popoya değsin diye manyak gibi spor yapıyorum.

Haydi kocayı buldum diyelim, geçmişime beyaz bir perde gibi çekeceğim dapdaracık straplez gelinliğimin içinde nefes alamadığım, dünyalar prensesi bir geline dönüşüyorum. Düğünü takiben, yurt dışında egzotik bir adaya tatile gidiyoruz. Tatil esnasında Fa-cebook, Twitter ve Instagram’a yeterli sayıda egzotik ada, ananaslı kokteyl ve denizin önündeki şezlongda uzanırken sadece ayaklarımızın göründüğü fotoğrafları yüklüyorum. E tabii, maksat o fotoğrafları evlenen-evlenemeyen kız arkadaşlarımın, eski sevgililerimin, eski sevgililerimin sevgililerinin ve benim hoşlandığım ama bana yüz vermeyen TÜM adamların görmesi. Hem zaten kimsenin gözüne sokmayacaksam neden evlendim ki?

İlişkimizdeki heyecanı korumak adına işten gelen kocamı aydınlık bir gülümsemeyle bir gün hemşire, bir gün tavşan kız olarak kapıda karşılıyorum. Çok zengin bir koca bulduğum için sadece avokadoyla beslenerek, hamileliğim öncesinde, sırasında ve sonrasında kiloma ve bakımıma dikkat ediyorum.

Ay yeter, insaf!

Beyin bir hobi değil, bir organdır. Fırsatlarla, sürprizlerle ve heyecanlarla dolu şu koca dünyada isteyecek başka şeyim, kuracak hayalim yok mu benim? Bilmem fark ettiniz mi, bahsettiğim senaryoda evlendiğim adamla ortak olan tek özelliğimiz, aynı gün evlenmiş olmamız.

Peki bu evlilik saplantısının temel çalışmaları ne zaman atılıyor? Bu sorudan kastım, Türk kızının geçmişinin daha da derinlerine inmek gerektiğini düşünmemdendir.

Gerçek şu ki, Türk kızının altındaki bezi atıp, lazımlığa oturmaya başladığı an ile çevresindeki tüm kadın akrabaların onun adına iyi bir kısmet dilemeye başladığı an aynıdır. Türk kızının yaşı büyüyüp serpildikçe evlilik dilekleri de kendi içerisinde bir evrim geçirir. Mesela, tutuştururlar eline boya kalemlerini, “Kalp çiziyom, içini boyuyom” diye farkında olmadan ilk Hıdırellez’ini kutlar Türk kızı. Unutmayalım ki çok tekrarlanan olaylar, beraberinde gizli bir bağımlılık yaratır. Üzerinden yıllar geçer, kızımız bir de bakar ki her Mayıs başında kafasının içinde niye çaldığını anlamadığı bir alarm biplemeye başlamış. Hıdırellez alarmıdır bu. Bu sefer, kendini deli gibi dergilerden gelinle damat keserken bulur. O gelinle damadı denize atarken de bir damla yaş süzülür gözünden.

Evlenemediyse Telli Baba’ya, halâ evlenemediyse Aya Yorgi’ye, hiçbir umut yoksa Eyüp Sultan’a götürülür. Baktılar ki tık yok, bu demektir ki biri bu kıza büyü yapmıştır. Evlenene kadar kulağında nereden geldiğini bilmediği bir uğultu dolanır. Bu uğultuyu ilk başta orta kulak iltihabı sansa da uğultunun “İste kızım iste. Allah istedikçe verir” uğultusu olduğunun farkına geç varır.

E bunca yıl, bu gazla hayatının bir köşesine evlilik idealini yerleştirmeyip de ne yapacak bu Türk kızı?

Türk kızının en moderninin annesi bile gün gelir kızının mürüvvetini görmek ister. Şahsen ben, “Kızım evlenmesen de olur, çocuk istiyorsan ya evlatlık alırsın ya da sperm bankasına başvurursun” diyen bir Türk anne tanımadım. Bir de ismine anneanne ve babaanne dediğimiz, sizin evlendiğinizi görmeden ölmek istemediğini söyleyip, her ortamda ağlayabil-me yetisine sahip, Oscar’lık bir grup insan yaşar.

Zor dostum zor…

Sırf kocası çalışan kadın seviyor diye işe girip çalışmaya başlayan kız tanıyorum ben. Zift gibi esmerken adam istiyor diye sarışın olanlar, kocasının adını orasına burasına dövme yaptıranlar, biriyle çıkmaya başlayınca bir gün evleniriz umuduyla ileriye yatırım amaçlı olarak kendini dünyadan soyutlayıp eşini, dostunu bir kalemde silip atanlar…

Daha manyağı da var: kız kardeşim Tuğçe’nin bir arkadaşı zengin bir çocukla evlenecekti. Kız çok pahalı bir gelinlik beğenmiş. Çocuk demiş ki “Gelinlik köpeğin olsun aşkım, al hemen.” Nedense hep de o en pahalı gelinlik beğenilir tabii. Neyse… Düğün bitti, Tuğçe de bana fotoğrafları gösteriyor. Kızın gelinliğine bakıyorum, önü kısa arkası kabarık, abuk sabuk bir şey. Kız gelinliğin içinde dolmalık biber gibi duruyor. “Bu muymuş pahalı gelinlik?” diye sordum. “Yok, o ilk baktığını almadı, kendi mahallesindeki Zıttırık Butik’ten aldı gelinliğini” dedi Tuğçe. “Niye Zıttırık Butik?” diye sordum. Niyeymiş biliyor musunuz? Kız aynen şunu demiş: “Ben şimdiden çok harcayıp da onun gözünde müsrif bir kız imajı çizmek istemem. Benim karım en pahalısını alabilecekken azla yetinmeyi bilir demeli kocam. Sonra zaten çıkarırım acısını.”

Pes. Ruh ve sinir hastalıklarında gelinen son noktadır bu.

Neden 30 yaşma gelmiş, işi gücü yerinde, eli yüzü düzgün her Türk erkeği, kadınlar için potansiyel koca olduğunu düşünür? Adamların burnu niçin Kaf Dağı’nda? Neden seçip, karar verip, eyleme geçen biz olmuyoruz da kırık yumurtadan kafasını az önce çıkartmış civciv gibi, erkeklerin onlarla evlenmek isteyeceği anın gelmesini bekliyor Türk kızı? Çünkü kafa kodlanmış bir kere evliliğe. Kız konsantre olamıyor ki bu hayatta gerçekten ne istediğine! Bu Türk erkeklerinin kıçını bu kadar kaldıranlar yine Türk kadınlarıdır. Bir “höt” deyin arkadaşlar. Ağırlığınızla davranın. Adamların ağzının içine düşmeyin bu kadar. O kadar “meleklerle yaşama”, “evrene doğru mesaj verme” ve bilumum benzeri kurslara gidiyorsunuz, bunlarla ilgili kitaplar okuyorsunuz da siz gelişirken adamlar halen Neandertal evrede. Siz daha o çakraları açmaya çalışın.

Bizimkiler de evlilik konusunda beni zehirlemeye çalışıyor. Otuzuma girdiğimden beri ailede bir olağanüstü hal durumu hakim.

Ama yemezler.

Benim önceliğim, evlenme olayının ötesinde sağlıklı bir ilişki kurabilmek. Sağlıklı ilişki derken, beni evden ambulansla alsın, ayağımızda galoşlarla dolaşıp sabah akşam tentürdiyot içelim demiyorum. Bir erkeğin varlıklı, yakışıklı ve popüler olması değil, kafa yapısı önemlidir benim için. Kısacası yanında olduğum gibi davranabileceğim birini arıyorum. Çünkü bir ilişkideki en önemli şey şeffaflıktır.

Eğri oturup doğru konuşayım. Ben, nasıl desem, öyle “vay anasını” dedirten güzellikte bir kız değilim. Kız kardeşlerim Tuğçe ve Ceren maşallah birer sarışın bomba. Annem de çok güzel. Açık konuşayım, anneannemle yan yana sokakta yürüsek bana değil, ona kayar gözler. Bu kadınların hiçbiri manikürü, pedikürü, fönü es geçmezler. Bense ruj bile sürmem.

Kumral saçlarım ve 1.60’lık boyumla şansım onların yanında epey az. Kendi anneannem bile sevimsiz olduğumu söylüyor, daha ne diyeyim?

Ah az kalsın unutuyordum, ailemizin iki efsane üyesi daha var: anneannemin kardeşleri Üresin ve Türesin. Şaka yapmıyorum, bunlar gerçek isimleri. Çocuğunuza bu isimleri kat karşılığı mı koydunuz arkadaş? Yazık be… Her neyse, anneannemin annesi Nebahat, ikizlere talip olan hiçbir damat adayını yeterli kalifikasyonda bulmadığı için Üresinle Türesin evde kalmış. Şimdi ikisinde birden hafıza kaybı başladı. İsim ve adres kartları hazırlayıp, sutyenlerine diktik. El ele dolanıyorlar sokaklarda.

Bizimkiler bu kadar “iyi kısmet” delisi ama kendileri de süper evlilikler yapmışlar diyemem. Anneannem Peyker, sokaklarda beş parasız gezen Mücahit dedeme âşık olmuş. Dedemi geçtiğimiz yıl kaybettik. Annem de tren kazaları davalarına bakan babama vurulup evleneceğim diye tutturmuş. Annemler evlendikten 9 ay sonra da ben doğmuşum. Ne demişler? Aşk sözle başlar, dudak ile beslenir, dokuz ay sonra “baba” diye seslenir. Gerçekten de ağzımdan çıkan ilk kelime “baba” olmuş.

Teyzem Nur, aklından zoru olan bir ressamla evden kaçmış. Beş yıl evli kalmışlar. Bir gün teyzem, aldatıldığını öğrenmiş. Adamdan boşanana kadar canı çıktı. İki kızı var, kuzenlerim 21 yaşındaki Ala-ra ve 23 yaşındaki Merve. Merve 13 yaşına kadar altını ıslattı. Bu yüzden ona Sidikli deriz. Bebek gibi konuşur, tokası, kazağı, çorabı, ayakkabısı, çantası bir örnek gezer. 23 yaşına geldi, bir gram gelişme yok zekasında. Ama o bile benden önce evlenecek, demedi

demeyin. Evlilik müessesesine o kadar uzağım yani.

Hepimiz aynı apartmanda yaşıyoruz. Dördüncü katta biz, karşımızda Nur teyzemler, alt katımızda muhteşem ikizler Üresinle Türesin, giriş katta da anneannem. Karabasan Sokak, Fırtına Apartmanı, Numara 13. Adrese gel…

Bu arada “Yavrum senin baban nerede?” diye soranlara, “Şu anda annemler için mutfakta dizi çizelgesi hazırlıyor” desem erkek figürünün ailemiz içindeki önemini anlarsınız sanırım. Çifte kavrulmuş anaerkil bir aileyiz.

Çok konuşuyorum. Bunun tek sebebi çok okumam ve çok düşünmem. Bir insan şu hayatta kendine en uygun mesleği şıp diye bulabilir mi? Ne şanslıyım ki ben buldum. Kitap avcısıyım ben. Meslek olarak diyorum, kitap yaymcısıyım. Çok satacağını düşündüğüm kitapların kokusunu alıp, peşinden gidiyorum yayın haklarını alabilmek için, insanlarla uğraşacağıma kitaplarla uğraşırım daha iyi. Anneanneme sorsanız hostes olmalıydım çünkü erkekler hostesleri severmiş…

Başucu kitabım, Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sı. Bir kadınla bir adamın aşk hikâyesini anlatır Sabahattin Ali. Başrolde Raif Bey ve Maria Puder. Bu kitabın insanı çarpan yanı, aşkı en sade ve sakin haliyle tarif etmesi. Nasıl diyeyim, bu hikâye su gibi, kusursuz bir tablo gibi… Yapmacıksız, derinden, saf bir sevgiyle karşısındakini sevmeye özendiriyor insanı.

Kimilerinin dediğine göre Maria Puder, Sabahattin Ali’nin gerçek hayattaki aşkıymış. Bilemeyiz tabii ne kadar doğru. Her koşulda, Sabahattin Ali aşkı bu kadar derinden yaşayan biri olmasaydı, bu kitabı yazamazdı. Kendisi benim hem idolüm hem de hayali arkadaşım. Diyeceksiniz ki “Sen şizofren misin, ölmüş adamla arkadaşlık mı yapıyorsun?” Akli dengem yerinde şükürler olsun ama baktım ki kafama göre birini bulamıyorum ben de Sabahattin Ali’ye sığınmaya karar verdim, insanlar para ve statü uğruna bir başkasına hayatını adarken benim Sabahattin Ali’yle arkadaşlık etmem çok saçma bir şey olmasa gerek.

Gün içinde Sabahattin Ali’yle hayali olarak konuşsam da konuşmasam da bu kitabın diyalogları hep aklımda dolanır. Başıma gelen her olaya cuk oturan bir Kürk Mantolu Madonnasözü bulurum mutlaka. Bu kitap, bana gerçek aşkın bir gün yaşanabileceğiyle ilgili umut verir. Zaten iyi ki kitaplarda aşkın varlığını anlatıyorlar, yoksa gerçek hayatta kendisine ulaşmak bir hayli meşakkatli…

Size adımı söylemedim henüz.

Adımızı başka birileri koymuş olsa da, zaman içinde o adın anlamının karakterlerle bütünleştiğini düşünürüm hep. Adlarıyla barışık olmayanlarsa hayatla barışık değil gibi gelir. Adım, “büyü” anlamına geliyor. Sihir anlamında değil de büyümek anlamında yorumluyorum ismimi. Sanki biraz daha büyümeye ihtiyacım var.

Merhaba, ben Efsun…

Yayım tarihi

PaylaşYorum Yaz 4

  • Kitap AdıKocan Kadar Konuş
  • Sayfa Sayısı220
  • YazarŞebnem Burcuoğlu
  • ISBN9786050919387
  • Boyutlar, Kapak13 x 21 cm , Karton Kapak
  • YayıneviDex Kitap / 2014-03

Kocan Kadar Konuş

Kocan Kadar Konuş kapağı

Yazar(lar)

Kategori(ler)

Yayınevi

Kırık link ya da bozuk dosya mı var?

Sitemizdeki tüm kitapların orijinali ePub formatındadır. Diğer formatlar siteye yüklendikten sonra bilgisayar tarafından çevrildiği için PDF ve mobi dosyalarında sorun olan kitaplar olabilir.

Ancak tüm kitapların ePub formatı çalışır, tekrar ePub formatını indirirken krediniz gitmez. ePub dosyayı indirip direkt okuyabilir ya da PDF'e kendiniz çevirebilirsiniz.

Lütfen çalışmayan link / dosyaları bize Geri Bildirim Formu üzerinden bildirin.

ePub dosyalarını bilgisayarınızda açmak ve başka formatlara çevirmek için Calibre e-kitap yönetim programını kullanabilirsiniz.

E-Kitap Formatları sayfamızı ve E-Kitapları Nasıl Okurum? sayfamızı inceleyerek daha fazla bilgi alabilirsiniz.


Açıklama

"Türkiye'de kadınların DNA'larına kodlanmış olan evlenme saplantısı, ne yazık ki bizim ailede daha yoğun. Millete ailesinden genetik miras olarak mavi göz kalır, bize bu evlenme saplantısı kalmış. 'Sinek kadar eri olanın dağ kadar feri olurmuş' atasözü, anneannem Peyker'in lafıdır. Yani o sözü söyleyen ata, bizzat benim anneannem.

Sözün özü, kocan varsa varsın, yoksa da geçmiş olsun. Hele ki bir de 30'una gelip de bekâr kaldıysan bu dünyada yatacak yerin yok!"

Evli misin?
Ya nişanlı?
Sevgilin var mı?
O da mı yok!
Yaş kaç?
Hmm. Anlaşıldı.

Sen en iyisi bu kitabı bir oku. Yalnız değilsin Türk kızı! Senden çok var -ay bunu da yanlış anlayıp trip atarsın sen şimdi. Yok, öyle demek istemedik. Ailen, çevren, eşin-dostun-arkadaşınkankan, hepsi evlilik lafı ediyor değil mi? Ama zor iş.

Koca bulmak ÇOK zor iş arkadaş…
(Tanıtım Bülteninden)


nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır