kriminalize etmek ne demek / Kriminal Nedir ? Kriminal Ne Demek ?

Kriminalize Etmek Ne Demek

kriminalize etmek ne demek

Kriminalize Ne Demek, Tdk Sözlük Anlamı Nedir? Kriminalize Etmek Ne Demek?

Son Dakika Haberler
SözlükKriminalize Ne Demek, Tdk Sözlük Anlamı Nedir? Kriminalize Etmek Ne Demek?

Hem terörist de hem oy iste! Arşiv unutmaz: İşte AKP'nin HDP ikiyüzlülüğü

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı, Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu ve beraberindeki heyet, bugün Meclis'te HDP'yi ziyaret etti. TBMM'de gerçekleşen görüşme yaklaşık 1 saat sürdü. Görüşme sonrası Kılıçdaroğlu ile HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ile Mithat Sancar, ortak basın açıklaması yaptı.

YANDAŞ MEDYA DA HEDEF ALDI

İki partinin açıklamaları sonrası, AKP'li isimlerden iki yüzlü yorumlar gelmeye başladı. İktidara yakınlığıyla bilinen bazı haber sitelerinde, söz konusu görüşme "TBMM'de kirli pazarlık" başlığıyla servis edildi.

Ancak bu durum Türkiye siyasetinde yeni bir gelişme değil. Daha önce HDP'den oy isteyen ve çeşitli temaslar gerçekleştiren AKP, son olarak anayasa düzenlemesi için HDP'nin kapısını çalmıştı.

AKP'NİN İKİYÜZLÜLÜĞÜ

Muhalefeti kriminalize etmek için PKK üzerinden geliştirdiği söylemleri kullanan AKP'nin bu görüşmesine hem sağ partilerden hem de sol partilerden tepki gelmişti. Bu görüşme "AKP'nin ikiyüzlülüğü" diye yorumlanmıştı.

İşte o dönem AKP'ye gelen tepkilerden bazıları...

CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin, AKP ve HDP'nin görüşmesinde çekilen fotoğraf için "Bu fotoğrafla kamuoyu siyasetin ne kadar sahte olduğunu, ne kadar ikiyüzlü olduğunu somut şekilde gördü" dedi. AKP ile HDP'nin 30 yıllık bir ilişkisi olduğunu belirten Tekin "Ama bizim gibi anayasaya sahip çıkan, hukuk devletine sahip çıkan insanlara da canları istediği zaman her türlü linç operasyonu yapabiliyorlar" ifadelerini kullandı. MHP'yi bu konuda daha sahici bulduğunu söyleyen Tekin asıl sorgulanması gerekenin AKP olduğunu belitti. 

Saadet Partisi Sözcüsü Birol Aydın ise şunları kaydetmişti: "Meclis içinden veya dışından herhangi bir siyasi partinin bir başka siyasi parti ile ülke meseleleri hakkında bir araya gelmesi, görüşmesi normal ve doğal olandır. Anormal olan ise; bir partinin görüşmeyi veya görüşmemeyi kendi inhisarına alması ve her iki durumu da hamasi söylemlerle açıklamasıdır.  Biz Saadet Partisi olarak, dün kimin ne söylediğini, kimleri ne ile itham ettiğini ve bugün de ne yaptığını milletimizin takdirine bırakıyor; tüm bunlardan bağımsız olarak da siyasi iklimimizin istişareyi sağlıklı bir zemine oturtabilmesini temenni ediyoruz."

AKP'nin HDP'ye ziyaretini AKP'nin nasıl bir kimliğe sahip olduğunun en net göstergesi olduğunu belirten TİP Sözcüsü Sera Kadıgil ise "Yatıp kalkıp HDP'nin terörist olduğunu söylüyorlar. HDP 'açlık' diyor 'terörist' diyorlar, 'çocuk işçiliği' diyor 'terörist' diyorlar, 'çevre hakları' diyor 'terörist' diyorlar. Ama kendi işlerine geldiğinde gördüğünüz gibi kapı kapı gezip görüntü vermekte hiçbir beis görmüyorlar" ifadelerini kullandı.

"BU KAYPAKLIK DEĞİLSE NE?"

Kadıgil AKP'ye sert çıkıştı ve  "AKP'nin bu tutumu için söyleyenecek tek bir şey var. İkiyüzlülüklerinin ikrarıdır bu tablo. Madem HDP'liler terörist neden elinizde anayasa taslağı ile HDP'lilerle görüşüyorsunuz? Madem HDP'liler terörist değil. Olması gerektiği gibi Türkiye'nin 3. büyük partisi olarak görüştüğünüz bir parti neden işinize gelmediğinde bir kesim yurttaşımızı kriminalize ediyorsunuz? 'Bu kaypaklık ve ikiyüzlülük değilse ne?' diye sormak lazım" ifadelerini kullandı. 

"ERDOĞAN TÜRKİYE'NİN GÖRDÜĞÜ EN OPORTÜNİST SİYASETÇİ"

SOL Parti Başkanlar Kurulu üyesi Önder İşleyen ise Erdoğan'nın Türkiye tarihinin gördüğü en oportünist siyasetçi olduğunu ifade etti. 

AKP'nin HDP ile görüşmesini "Aslında tanımadığımız bir AKP siyaseti, tanımadığımız bir Erdoğan taktiği değil" diyerek yorumlayan İşleyen, "Bütün 20 yıllık tarihi boyunca farklı ittifaklar, farklı politikalar, birbirine zıt ittifaklar, birbirine zıt politikaları aynı anda hayata geçirebildi. Belki biraz da bu sayede çeşitli kritik etaplarda iktidarda kalabilmeyi başardı" ifadelerini kullandı.

Muhalefetin AKP'ye manevra alanı sağlamaması gerektiğini söyleyen İşleyen "AKP ve MHP'nin bugün seçim kazanma şansı yok. Eğer muhalefet büyük yanlışlar yapmazsa bütünüyle çökmüş bu rejimin ayakta kalabilme ihtimalinin kalmadığı açık" ifadelerini kullandı.


HDPAKP

PEN Norveç Silivri Hapishanesindeki tutukluluğu beş yılı aşan Osman Kavala’yla bir röportaj gerçekleştirdi.

Osman Kavala ile birlikte 15 kişinin yargılandığı Gezi davasının tamamını takip eden PEN Norveç röportaj öncesinde “Yargı sisteminin bu şekilde şok edici bir düzeyde suistimal edilmesine bizzat şahit olduk” dedi.

PEN Norveç’in röportajı şöyle:

Dört buçuk yılı aşkın bir tutukluluk sürecinden de söz ettiğimiz için öncelikle sağlığınızı merak ediyoruz? Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Sağlığım yerinde. Eşimi gördüğüm, telefonda oldukça yaşlı olan annemin sesi düzgün çıktığı günlerde kendimi daha iyi hissediyorum. Tanışmış ve tanışmamış olduğum dostlardan gelen destek mesajları da ruh halimi olumlu etkiliyor.

Hapishane şartlarınız nasıl? Ve bunun kadar önemlisi, gündelik hayatınızı nasıl örgütlüyorsunuz? Hapishanenin kısıtlayıcılığına rağmen üretken hissedebiliyor musunuz?

Burası kurallara göre işleyen bir kurum. Yüksek güvenlikli cezaevi olduğu için diğer cezaevlerinde olan kalabalıklaşmanın getirdiği sorunlar yaşanmıyor. Yazma konusunda çok üretken olduğumu söyleyemeyeceğim. Kısmen, kaynaklara erişimin kısıtlı olması ve bilgisayar imkanı olmaması nedeniyle. Ama tek kişilik koğuşta kalmak okumak için ideal bir ortam oluşturuyor.

"Amaçlanan iktidara karşı kitlesel protesto hareketlerini kriminalize etmek"

Siz esasında tek bir dosyadan ve tek bir kez yargılanmadınız. Aslında birleştirilmiş birçok dosyadan ve tekrar tekrar yargılandınız. Beraat kararına rağmen yeniden hedef alındınız. Bütün bunları nasıl yorumluyorsunuz? Gezi davasında yeniden yargılama kararı alınması ve akabinde bu kadar ağır bir hüküm kurulmasının gerisindeki saik sizce nedir?

Bundan beş yıl önce her ikisi de delilden yoksun aynı zamanda mantıksız olan iki suçlamadan, Gezi protestolarını organize ederek hükümeti devirmeye çalışmak ve 15 Temmuz 2016 darbe girişimine destek vermek suçlamalarından tutuklanmıştım. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, iktidar çevrelerinde dış güçlerin hükümeti devirmeye çalıştığına dair bir söylem benimsendi ve Gezi protestolarından yıllar sonra, bu anlatıya uygun olarak ve bu anlatıyı desteklemek amacıyla Gezi davası kurgulandı. Sanırım amaçlanan iktidara karşı kitlesel protesto hareketlerini kriminalize etmek ve muhalif hareketlerin hükümete düşmanlık besleyen yabancı güçlerce desteklendiği algısını yaratmaktı.

Bu iddiayla ilgili herhangi bir somut delil, bilgi olmadığından Soros üzerinden bir komplo teorisi kurgulandı. Ülkemizde de Sovyetler Birliği deneyiminden otoriterliği devralmış olan rejimlere karşı düzenlenen protestoların Soros tarafından organize edilmiş olduğuna dair yaygın bir inanış var. Gezi iddianamesinde Açık Toplum Vakfı Kurucusu George Soros’un bunlara ve Arap Baharı protestolarına büyük destek vermiş olduğu iddia edilmiş. Her ne kadar Gezi parkına gittiğimde yanımda bir miktar poğaça götürmek dışında protestolara maddi bir desteğim olmadıysa da Gezi parkının yok edilmesine karşı çıktığım protestolara sempati beslediğim için, aynı zamanda da Açık Toplum Vakfı’nın yönetim kurulunda olduğumdan, kurgulanan senaryoda dış güçlerle protestocular arasındaki organizasyonu yapan kişi olma rolü için ben uygun bulunmuşum.

İddianameyi hazırlayanların bakış açısına göre, Yönetim Kurulu başkanı olduğum Anadolu Kültür’ün Avrupa’dan vakıflarla yakın ilişkisi olması, Kürt ve Ermeni meseleleriyle ilgili kültürel projeler gerçekleştirmiş olması da beni böyle bir role qualify eden faktörler. İlk Gezi davası beraatle sonuçlanınca, bu karar bozulana ve iktidarın istediği gibi mahkumiyet kararı çıkana kadar olan süre boyunca benim cezaevinden çıkmamam için icat edilen casusluk suçlamasında gerekçe olarak sivil toplum faaliyetleri görüntüsü altında azınlıkları devlete karşı kışkırttığım iddia ediliyor. Tabii, hiçbir delil ortaya konmadan.

"Hukuk ilkelerini savunmak öncelik kazanıyor"

Türkiye’nin AİHM kararını uygulamayı reddetmesi karşısında neler hissettiniz? Bu yargılamayı, AİHM kararının uygulanmaması da dahil tüm süreci dışarıdan izlemek dahi zordu. Böylesine gerçek üstü ve temeli sorgulamaya açık bir yargılamanın parçası olmak size nasıl hissettirdi? Tüm bunlar olurken sakinliğinizi ve ağırbaşlılığınızı nasıl korudunuz?

Yapılanın vahamet derecesini anlatabilmek için birkaç noktayı hatırlatmak isterim. 2019 yılında alınan AİHM kararı sadece hakkımda herhangi bir suçu işlemiş olduğuma dair makul şüphe uyandıracak delil bulunmadığına hükmetmedi, Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18. Maddesinin de ihlal edilmiş olduğu tespitini yaptı.

Tutuklanmamda, beni bir insan hakları savunucusu olarak susturma kastının olduğuna, tutuklanmamın siyasi saiklerle yapıldığına hükmetti. İlk Gezi davası beraatle sonuçlandıktan sonra, Cumhurbaşkanı’nın bu karara karşı çıkması üzerine, yasadaki tanımların dışına çıkarılarak bir casusluk suçu icat edildi ve tutukluluğum devam ettirildi. Avrupa Konseyi’ne de AİHM kararlarına aykırı bir uygulamanın söz konusu olmadığına dair bilgi yollandı. Bunlar, hukuk normlarının yanısıra etik prensiplerden de ciddi bir kopuşu işaret ediyor.

Türkiye’de faaliyetlerini sakıncalı bulduğumuz kişileri, eylemleri suç kapsamına girmese de cezalandırırız, AİHM ve yabancı kurumlar buna müdahale edemez mesajının verildiğini düşünüyorum. Mahkemelerin hukuka değil, iktidarca belirlenen suçluluk tanımlarına göre davrandığı bir ortamda hukuk ilkelerini savunmak öncelik kazanıyor. Böyle bir kamusal sorumluluğu yerine getirmeye, buna uygun bir şekilde davranmaya gayret ettim.

Yargı bağımsızlığı

Nisan 2022’de açıklanan karar akabinde verdiğiniz bir röportajda şu ifadeleri kullandınız: “Ciddi bir göz karartma durumu söz konusu. Bu kararın Yargıtay’da bozulacağına inanıyorum. Ama seçimlerden önce kararın bozulacağına ihtimal vermiyorum”. Yıllara yayılan bu yargılama sonucunda sanık sıfatıyla da olsa Türkiye’deki yargı mekanizmasına dair birinci elden tanıklığınız var. Türkiye’de yargı mekanizmasını sizce nasıl anlamalıyız?

Yargı iktidarın denetimine girmiş durumda. Türkiye’de daha önceleri de hak ihlalleri oluyordu, mahkemeler özgürlükleri kısıtlayıcı kararlar veriyorlardı, ancak bunlar yargı mensuplarının düşünce yapılarından, ideolojik biçimde belirlenen tehdit ve tehlike algılamalarından kaynaklanıyordu.

Şimdi ise, iktidara yakın görüşte olan avukatların işe alınmaları; yargıç ve savcıların terfilerini, görev yerlerini belirleyen üst kurulun iktidarın denetiminde olması; savcıların siyasi aktörlerden talimat alır hale gelmeleri sonucunda yargı bağımsızlığını kaybetti.

Mahkeme heyetlerinde, özellikle yüksek yargı kurumlarında hala hukuk insanları var hukuka uygun kararlar da çıkıyor. Ancak iktidarın taraf olduğu siyasi nitelikli davalarda bu yargıçlar azınlıkta kalıyorlar, ancak karşı oy yazılarıyla hukuksuz uygulamalara şerh koyabiliyorlar. (dikkat çekebiliyorlar). 

"Türkiye’nin rotasını hukuk devletine çevireceğine inanıyorum"

Türkiye’nin AİHM kararını uygulamaması Avrupa Konseyi nezdinde bir ihlal prosedürüne yol açtı. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’nin geleceği ile ilgili kaygılı mısınız?

İhlal prosedürü kapsamında AİHM 2019 tarihli ilk kararından sonraki gelişmeleri değerlendirdiği bu yılın Temmuz ayındaki ikinci kararı son derece önemliydi. Yapılanların ilk AİHM kararını yerine getirmemek için hukuku dolanmak olduğunu ortaya koydu. Bu karar ülkemizde hukuk normlarını savunan insanlar için öğretici ve cesaret verici olacak.

Elbette, ülkemizde hukuk ve demokrasi normlarından uzaklaşma oldukça endişe verici. Ancak bu durumun değişeceğine, önümüzdeki seçimlerden sonra Türkiye’nin rotasının hukuk devleti ve gerçek bir demokrasi olma yönüne çevrileceğine inanıyorum.

"Algı yaratmaya yönelik bir gösteri davası olarak kurgulanmıştı"

Karar karşısında gerek siyasi arenadan gerekse sivil toplumdan itirazlar yükseldi. Bu tepkileri nasıl yorumluyorsunuz?

Tepkileri tabii, çok olumlu buluyorum. Önce de söylediğim gibi Gezi davası algı yaratmaya yönelik bir gösteri davası olarak kurgulanmıştı. Ancak, birçok şehirde milyonlarca yurttaşımızın kendi özgür iradeleriyle, katıldıkları bir halk hareketini planladıkları, başlattıkları ve yönettikleri iddiası gibi ideolojik bakış açısını yansıtan gerçek üstü bir suçlamayla hukuku ve demokrasiyi savundukları bilinen yedi kişinin ağır cezalara çarptırılması, yargının siyasi amaçlar için nasıl kullanıldığını gözler önüne serdi, bunun tüm yurttaşlar için bir tehlike teşkil ettiğinin daha iyi anlaşılmasını sağladı. Kanaatimce bu gösteri davası, planlananın aksine gerçeği göstermiş oldu.

Türkiye'de sivil toplum

Uluslararası kültürel işbirliği projelerinin barış ve demokrasiye katkısını nasıl değerlendiriyorsunuz? Dünya genelinde sivil toplum ve hak örgütlerinden nasıl beklentiniz var? Türkiye ile birlikte çalışan Avrupa’da kurulan STK ve kültür kurumlarına tavsiyeleriniz?

İnsanlık bir taraftan savaş, ayrımcılık, tiranlık gibi geçmişten miras kalan tehditlerle, diğer taraftan günümüz dünya düzeninin- ya da düzensizliğinin-, neo-liberal politikaların yarattığı gayri insani yaşama ve çalışma şartlarıyla karşı karşıya. Edgar Morin’in Başka Bir Yol kitabında vurguladığı gibi, siyaset ve sosyoekonomik ilişkiler üzerine etkili olacak, dayanışma ve sorumluluk duygularını geliştirerek her insanın kendisini dünya camiasının parçası olarak hissetmesini sağlayacak gerçekten evrenselci bir hümanizme ihtiyacımız olduğuna inanıyorum.

Bu dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan insanlar arasında sanat ve edebiyatın kurabildiği türden zihinsel ve duygusal köprüler kurulmasıyla, yeni bir siyaset anlayışıyla gerçek haline gelebilir. Bu bağlamda PEN International’ın networkü ve faaliyetlerinin önemli bir örnek olduğunu düşünüyorum. Dünya genelinde sivil toplum kuruluşları, kültür kurumları, hak örgütleri böyle bir yenilenmenin aktörleri olabilirler. Avrupa devletlerinden destek alan güçlü networkleri olan kültür kurumları bu misyonun piyonerliğini yapabilirler. Daha etkili olmaları için yerel kuruluşların da katılımıyla başkentler dışında farklı şehirlerde ortak kültür programları gerçekleştirmelerinin ve ‘cultural hub’lar oluşturmalarının da işlevsel olacağını düşünüyorum.

Umarım ülkemde özgürlükleri genişletecek, hukukun üstünlüğünü sağlayacak siyasi dönüşüm gerçekleştiğinde bu tür işbirliklerinin katkısıyla, İstanbul gibi İzmir, Gaziantep, Diyarbakır da, hümanizm ve demokrasi değerlerini promote eden kültürel faaliyetlerin canlı olduğu, çevre ülkelerden kentlerle de yoğun ilişkilerin yaşandığı merkezler haline gelir.

Kimleri, neleri okuyor?

Hapishanede okuduklarınız arasında favori yazarlarınız oldu mu? Şu anda kimleri okuyorsunuz?

Favori yazarlar listesi yapmaya kalkacak olursam bu çok uzun olur. Cezaevinde klasikleri de okuyorum. Yıllar sonra aynı eserleri okumak, unutmuş olduğunuz şeyleri hatırlamanıza, yazarın meramını daha iyi anlamanıza imkan verdiğinden son derece heyecan verici oluyor.

Ancak şunu söyleyeyim, daha önce aşina olmadığım Claudio Magris, Dag Solstad ve Olga Tokarczuk’un eserlerini ‘keşfetmem’ burada oldu, bunu cezaevinin bana kazandırdıkları hanesine ekliyorum.

Sorularınız geldiğinde Orlando Figes’in 19. yüzyüzyılda Avrupa’nın sanat kültür ortamını ve dinamiklerini son derece canlı biçimde anlattığı ‘Europeans’ kitabını bitirmiş, Dag Solstad’ın ‘Armand V’sine başlamıştım.

"Gezi, özgürlüklerin kısıtlanmasına karşı büyük bir halk hareketiydi"

Diğer Gezi sanıkları bize ilham verici röportajlar verdiler. Hepsi Gezi ruhunun Türkiye’de demokrasinin yenilmez özü olduğundan bahsetti. Gezi sizin için ne ifade ediyor ve Türkiye’de demokrasinin geleceğine dair umutlarınız neler?

Gezi ülkemizin birçok şehrine yayılan, özgürlüklerin kısıtlanmasına ve tepeden inme politikalara karşı büyük bir halk hareketiydi. Birçok şehirde milyonlarca yurttaşımız katıldı. Bu hareketin bir kumanda merkezi, beyni yoktu, ancak kalbi vardı, kalbi de İstanbul’un merkezinde, yerine alışveriş merkezi yapılması istenilen Gezi parkıydı.

Çalışma ofisimin yakınlığının sağladığı avantajla sık sık parka gittim ve parkı, ağaçları korumak için orayı terk etmeyen, dayanışma içinde barışçıl bir şekilde parkta bulunan gençleri izleme, onlarla sohbet etme fırsatım oldu. Etik değerlere bağlılıkları, sorumluluk duyguları, farklı görüşlerde olmalarına rağmen birbirleriyle kardeşçe ilişkileri beni çok etkiledi. Gelecekten umutvar olmanın bir nedeni de bu gençleri tanımış olmam.

PEN Norveç üyelerine ve yöneticilerine selamlarımı ve bana büyük moral veren dayanışmaları için teşekkürlerimi iletiyorum.

Yolladığınız ilginç soruları cevaplamak benim için zevk oldu. Umarım ülkemdeki durumun daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunmuş olurum.

(HA)

1 Devletin Son Dönem İnsan Hakları Savunucuları Politikası: İnsan Hakları Savunucularının [Yargı Yoluyla] Kriminalize Edilmesi Osman İşçi Özet İnsan Hakları Savunucularına Yönelik AB Rehber İlkeleri’ne göre: "insan hakları savunucuları, evrensel olarak tanınan insan hakları ve temel özgürlükleri geliştiren ve koruyan bireyler, gruplar ve toplum organlarıdır (s. 2)." Bu faaliyetleri yürüten insan hakları savunucuları dünyanın birçok yerinde fiziki saldırı, tehdit, taciz, cinayet, gözaltı, tutuklama ve yargılama pratiklerine maruz kalmaktadır. Bu şiddet fiillerinin ve baskıların failleri hükümetlerden organize suç gruplarına kadar değişiklik göstermektedir. Türkiye’deki insan hakları savunucularının bu konudaki deneyimi pek farklı değildir. Türkiye’de insan hakları savunucularının yaşadığı hak ihlalleri mevzuata ve uygulamaya ilişkin problemler olarak iki temel kategoride incelenebilir. Mevzuat bakımından geniş ve muğlak terörizm tanımı ve bu mevzuatın beslediği uygulama pratiği insan hakları savunucularının günlük faaliyetleri nedeniyle baskı, tehdit ve ihlallere maruz kalmalarına yol açmaktadır. İnsan hakları savunucularının birey olarak karşılaştıkları ağır ihlallerin yanı sıra faaliyet yürüttükleri kurumlar da uygulanan güvenlik politikasından etkilenmektedir. Bu çalışma insan hakları savunucularına yönelik olarak son yıllarda uygulanan politikaların temel amacının insan hakları savunucularının kriminalize edilmesi ve böylece insan hakları hareketinin geriletilmesi, zayıflatılması olduğunu göstermeyi amaçlamaktadır. Çalışma son dönemde insan hakları savunucularının maruz kaldığı ihlalleri, faaliyetlerinin kriminalize edilmesi bağlamında inceleyecek, devletin son dönemdeki insan hakları savunucuları politikasının kriminalize etme odaklı olduğunu göstermeye çalışacak ve bu durumun önlenmesi için yapılabilecekler konusunda öneriler sunacaktır. Anahtar kelimeler: Devlet, insan hakları savunucuları, ihlal, insan hakları politikası, kriminalize etmek, The State’s Official Policy towards Human Rights Defenders in Recent Years: Criminalisation of Human Rights Defenders Abstract According to European Union Guidelines on Human Rights Defenders: “Human rights defenders are those individuals, groups and organs of society that promote and protect universally recognised human rights and  Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünde araştırma görevlisi olarak çalışan Osman İşçi aynı bölümdeki İngiliz Kültür Araştırmaları Doktora Programına devam ediyor. “The Troubles of Northern Ireland: Representation of Violence in Seamus Heaney and Michael Longley’s Poems” başlıklı doktora tezini yazıyor. Ayrıca, İnsan Hakları Derneği (İHD), Euro-Mediterranean Human Rights Network (EMHRN) yürütme kurulu üyesi olan Osman İşçi insan hakları alanına ilişkin hazırladığı raporlar, sunduğu tebliğler ve yazdığı Türkçe ve İngilizce makaleler bulunmaktadır. E-mail: [email protected] 2 fundamental freedoms. (p. 2)” Human rights defenders are subjected to physical attack, threat, harassment, murder, arrest and detention, and judicial harassment in many parts of the world. The perpetrators of these violent actions, pressures vary from governments to organised crime groups. The experience of human rights defenders in Turkey are not different from other parts of the world. Violations against human rights defenders in Turkey can be examined under two main categories namely legislative and implementation problems. Broad and vague definition of the terrorism constitutes the legislative aspect of the violations while implementation resulting from this legislation leads to pressure, threat and violations against human rights defenders. In addition to individual human rights defenders, human rights organisations suffer from security-oriented policies in Turkey. This study aims to show that human rights policies on human rights defenders in recent years mainly aim to criminalise these people and to weaken human rights movements. The study examines violations against human rights defenders in terms of criminalisation perspective, shows that the State’s policies on human rights defenders in recent years is centred on criminalisation of them and puts forth suggestions to prevent the criminalisation. Key words: State, human rights defenders, violation, human rights policy, criminalisation GİRİŞ İnsan Hakları Savunucularına Yönelik AB Rehber İlkeleri’ne göre: "İnsan hakları savunucuları, evrensel olarak tanınan insan hakları ve temel özgürlükleri geliştiren ve koruyan bireyler, gruplar ve toplum organlarıdır. İnsan hakları savunucuları, medeni ve siyasi hakları geliştiren ve koruyan ve aynı zamanda, ekonomik, sosyal ve kültürel hakları geliştiren, koruyan ve etkin hale getirmek için çalışan kişilerdir. İnsan hakları savunucuları, yerli topluluklar gibi grupların üyelerinin de haklarını geliştirir ve korurlar. Bu tanım, şiddet uygulayan veya yayan bireyleri veya grupları içermez." (Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, 2004: 1, 2). Bu tanıma göre, barışçıl faaliyet yürüten sivil toplum kuruluşları ve bu kuruluşların aktivistleri insan hakları savunucusu statüsündedir. BM İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesi Madde 1: “Herkesin bireysel olarak veya başkalarıyla birlikte ulusal ve uluslararası düzeyde insan haklarının ve temel özgürlüklerin korunmasını ve gerçekleştirilmesini geliştirme hakkı vardır.” (İnsan Hakları Derneği, 1998) demektedir. İnsan hakları savunucuları faaliyetlerini bireysel ve kolektif olarak yürütebilir. Barışçıl bir şekilde yürüttükleri bu çalışmalar çoğu zaman tanımadıkları kişiler içindir. İnsan hakları savunuculuğu gibi bir iş tanımı yoktur. Dolayısıyla, bu tanım kapsamına girenler gazeteci, avukat, sendikacı, akademisyen ve insan hakları organizasyonlarının aktivisti vb. kişilerdir. İnsan Hakları Derneği (İHD) kurucularından Hüsnü Öndül (2009: 145) “İnsan Haklarını Savunma Hakkının Korunması ve Medya” başlıklı makalesinde şöyle demektedir: Bir sendikacı, çalışanların insan hakkını koruma adına bir iş yaptığında insan hakları savunucusudur. Bir gazeteci insan hakları ihlalleri konusunda haber yaptığında; hekimler mağdurların tedavileriyle ilgili çalıştıklarında veya 3 mağdurlarla birlikte ve ihlallere karşı çalışmalarında avukatlar insan hakları savunucusudur. Başka meslekler için de bu tür değerlendirme ve nitelemelerde bulunabiliriz. İnsan hakları savunucuları dünyanın hemen her yerinde hükümetler ve bazı siyasi, ticari grupların politika ve faaliyetlerine yönelik çalışmalar yürütmektedir. İnsan hakları savunucularının çalışma alanı ve tarzı yine AB Rehber İlkelerinde (Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, 2004: 3) şu şekilde ifade edilmektedir; (i)hlalleri belgelendirmek; bu ihlal mağdurlarının hukuki, psikolojik, tıbbi veya diğer destekler aracılığı ile mağduriyetlerini gidermeye çabalamak; insan hakları ve temel özgürlüklerin sistematik ve tekrarlanan ihlallerini örtbas eden cezasızlık kültürleriyle mücadele etmek; ulusal, bölgesel ve uluslararası düzeyde insan hakları kültürünün ve insan hakları savunucularına dair bilginin yaygınlaştırılması(.) Referans alınabilecek bir diğer temel metin olan BM İnsan Hakları Savunucuları İnsan Haklarını Savunma Hakkının Korunması Başlıklı 29 No’lu Bilgi Belgesi’nde (İHOP, 2004) insan hakları savunucularının yürüttükleri faaliyetlerin bazılarını; ihlallere ilişkin bilgi toplanması ve yaygınlaştırılması, insan hakları ihlallerinin mağdurlarının desteklenmesi, hesap verebilirliği sağlamaya ve dokunulmazlığa son vermeye yönelik eylem, daha iyi yönetişim ve hükümet politikasının desteklenmesi, insan hakları anlaşmalarının uygulanmasına katkı, insan hakları eğitimi ve öğretimi olarak listelenmektedir. Bu faaliyetleri yürüten insan hakları savunucuları eşit, adil, onurlu ve demokratik bir toplum için önemli bir işleve sahiptir. Hak savunucularının varlığı hem ihlallere maruz kalan canlı/cansız varlıklara güç vermekte hem bu ihlalleri gerçekleştiren faillere, bu ihlallere göz yuman, sessiz kalan yetkililere takip edildiklerini hatırlatmaktadır. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi'nin önceki dönem Direktörü Elçi Christian Strohal (OSCE, 2007: vii) AGİT Bölgesindeki İnsan Hakları Savunucuları: Ortak Vicdanımız adlı çalışmanın önsözünde insan hakları savunucularına dair şöyle demektedir: İnsan hakları savunucuları [AGİT'e] üye bütün Devletlerde insan haklarının korunması ve hükümetlerin hesap verebilirliği çabalarının öncüsüdür. Canlı bir sivil toplumun yaşam damarı ve demokratik toplumun özüdürler. İnsan hakları savunucuları kolektif vicdanımızdır. Hak savunucuları bu faaliyetleri karşılığında neler yaşamaktadır? İnsan hakları savunucularının çalışmaları maalesef her zaman olumlu olarak karşılanmamakta; hatta kimi zaman baskılarla karşılık bulmaktadır. İnsan hakları 4 savunucuları dünyanın birçok yerinde hükümetler, suç grupları gibi güç odaklarının uyguladığı fiziki saldırı, tehdit, taciz, cinayet, gözaltı, tutuklama ve yargılama pratiklerine maruz kalmaktadır AGİT'in İnsan Hakları Savunucuları Ortak Vicdanımız (OSCE, 2007) başlıklı çalışmasında hak savunucularının karşılaştığı ihlallere ilişkin bazı kategoriler ve örnekler verilmiştir. Bu kategoriler, öldürme, polis ve diğer güvenlik güçleri tarafından uygulanan işkence ve kötü muamele, kaybedilme, faili meçhul fiziksel saldırılar, taciz ve tehdit, [özellikle] avukatlara yönelik yıldırma, yargılama tehdidi, aile üyelerine yönelik misilleme saldırıları, kimliği belirsiz tehditler ve uydurma deliller. İnsan hakları savunucularına yönelik hak ihlalleri etnik, dini vb. çatışmaların yaşandığı ve/veya demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları prensipleri bakımından sorunlu ülkelerde daha sık görülmektedir. BM İnsan Hakları Savunucuları İnsan Haklarını Savunma Hakkının Korunması Başlıklı 29 No’lu Bilgi Belgesi (İHOP, 2004: 8) Dünyanın her köşesinde, çok sayıda insan hakları savunucusu kendi insan haklarının ihlali gibi durumlara maruz kalmıştır. İnfaz, işkence, dayak, keyfi gözaltı ve tutuklama, ölüm tehdidi, taciz ve aşağılanma, ayrıca hareket, ifade, örgütlenme ve toplantı özgürlüklerinin kısıtlanması, insan savunucularının karşılaştıkları olumsuzluklar arasındadır. Savunucular arasında temelsiz suçlamalara, adil olmayan yargılamalara ve mahkûmiyetlere maruz kalanlar da vardır. Türkiye’nin insan hakları savunucularına yönelik hak ihlalleri karnesi de diğer coğrafyalardan farklılık göstermemektedir. Hak savunucuları hemen hergün taciz, tehdit, ifade özgürlüğünün, örgütleme ve toplanma özgürlüğünün ihlali, gözaltı, tutuklanma ve yargılanma, fiziki saldırı, uzun yargılama ve tutukluluk süreleri gibi ihlallerle karşılaşmaktadır. Çalışmanın konusu itibariyle insan hakları savunucularının yargılama yoluyla tehdit edilmesi veya başlıktaki şekliye kriminalize edilmesi konusuna geçmeden önce diğer ihlal kategorilerinden birkaç bilgi notu ve örnek vermek yararlı olacaktır. Faili meçhul cinayetler, suikastler ve fiziksel saldırılar Tüzüğünde (İHD, 2009) “Derneğin tek ve belirli amacı, "insan hak ve özgürlükleri" konusunda çalışmalar yapmaktır” yazan ve 1986’da kurulan İnsan Hakları Derneği’nin bugüne kadar 24 yöneticisi ve üyesi1 öldürülmüştür. Yine benzer amaçlı bir olayda, dönemin İHD Genel Başkanı Akın Birdal 12 Mayıs 1998 tarihinde silahı saldırıya uğramış ve neyse ki 5 sağ kalmayı başarmıştır. 1990’lı yıllarda Güneydoğu Bölgesi’nde insan hakları faaliyetleri yürütenlerin yaşadıkları fiziksel saldırı ile ilgili olarak, BM Genel Sekreter Özel Temsilcisi Hina Jilani’nin İnsan Hakları Savunucularına İlişkin Sunduğu "İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi İnsan Hakları Savunucuları" (İHOP, 2005: 5) başlıklı rapordaki bölüm durumu yeterince açıklamaktadır: İnsan hakları savunucuları; Güneydoğu Anadolu bölgesindeki çatışmaların insan haklarının durumu üzerindeki dramatik sonuçlarını ve devlet politikalarının sorgulanmasının, sıklıkla, Devlete bir tehdit ve PKK destekçileri olarak algılanıldığını belirttiler. Sonuç olarak, sivil toplum kuruluşlarının (STK) temsilcileri, avukatlar, doktorlar, gazeteciler ve daha birçok kişi; keyfi gözaltı, kötü muamele ve işkence, tehditler ve ayrıca kaybolma ile yargısız infazı da içeren ciddi insan hakları ihlallerinden zarar gördüler. 2000 yılı sonrasında yaşanan fiziksel saldırılara örnek olarak şu vakalar verilebilir. Bursa Gökkuşağı LGBTT Derneği’nin 06.08.2006 tarihinde valilikten izin alarak düzenlediği yürüyüşe, Bursasporlu Esnaf ve Sanatkârlar Derneği Başkanı Dündar’ın provoke ettiği taraftarlar tarafından saldırılmış ve emniyet, yürüyüşçülerin güvenliğini sağlayamayacağı gerekçesiyle yürüyüşü iptal etmiştir. Bir diğer acı olayda ise, 19 Ocak 2007 günü, gazeteci Hrant Dink uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirmiştir. Yaşanan diğer fiziksel saldırı vakalarına ve ihlal kategorilerine yer kısıtlılığı nedeniyle girilememektedir. Fiziksel saldırılarda azalma olması hak savunucularına karşı ihlallerin azaldığı anlamına gelmemekte, aksine yalnızca ihlallerin biçimlerinin değiştiğini göstermektedir. Bu konuda yine Hina Jilani’nin hazırladığı raporunun 61. Paragrafına (İHOP, 2005: 14, 15) bakılabilir: Savunucular, genel olarak, kişisel güvenliklerinin arttığını bildirmekte; fakat engellerden ve öldürmeyi, tecavüzü ve hedeflemeyen, ancak yasal eylem, hakaret ve yoluyla daha sinsice tedbirlerle yapılan misillemelerden zarar görmeye devam ettiklerini de vurgulamaktadırlar. Hak savunucularının kriminalize edilmesi Criminalisation of Human Rights Defenders (Peace Brigade International: 2) başlıklı çalışmada, insan hakları savunucularının kriminalize edilmesinden “yasal sistemi negatif ve küçümseyen yollarla manipüle ettiği kamuoyu algısı kullanılarak insan hakları savunucularının faaliyetlerinin itibarsızlaştırılması, sabote edilmesi ve aksatılması niyetini anlıyoruz” şeklinde tanımlanmaktadır. Türkiye’de insan hakları savunucularının yaşadığı hak ihlalleri mevzuata ve uygulamaya ilişkin problemler olarak iki temel kategoride incelenebilir. Mevzuat bakımından geniş ve 6 muğlak terörizm tanımı ve bu tanımdan beslenen problemli uygulama insan hakları savunucularının günlük faaliyetleri nedeniyle baskı, tehdit ve ihlallere maruz kalmalarına yol açmaktadır. Özellikle 14 Nisan 2009 tarihinde başlatılan ve 2012 yılının ikinci yarısına kadar yaygın bir şekilde devam KCK operasyonları, yasal mevzuatın genelde muhalif siyasi figürler, gazeteciler, akademisyenler, avukatlar özelde de insan hakları savunucuları üzerinde baskı aracı olarak kullanılmasının belirgin bir örneğidir. İnsan hakları savunucuları ile ilgili yapılan FIDH-OMCT Observatory Raporu2 gibi daha kapsamlı bazı çalışmalarda mevzuat taramasına ilişkin bölümler olması ve bu çalışmanın kapsamı nedeniyle mevzuattaki engellere ilişkin söylenebilecek tek husus ilgili çalışmaların kapsamının bu konuları yeterince açıkladığıdır. Kriminalize etmenin bir diğer kategorisi, ilgili mevzuatın insan hakları savunucularına karşı belirgin bir şekilde baskı aracı olarak kullanılmasıdır. Bu bağlamda hak savunucusu birey ve organizasyonlara yönelik gözaltı, tutuklama, kapatma davası vb. adli süreçler karşımıza çıkmaktadır. Yine bu bağlamda gerçekleştirilen fiziksel, teknik takip ve uygulanan baskının ortaya çıkması durumunda özellikle medya aracılığıyla karalama kampanyası sayılabilir. Tüm bu baskı uygulamaları ülkemizde hak savunucularına yönelik kriminalize etme trendinin yükselmesine yol açmıştır. İnsan Hakları Savunucuları: Masum Oldukları Kanıtlanıncaya Kadar Suçlu (Observatory, 2012: 2) başlıklı Raporu ülkemizde insan hakları savunucularının kriminalize edilmesinin 2012 yılı tablosunu şu rakamlarla vermektedir: Şubat 2012’de 105 gazeteci, 45 avukat, en az 19 insan hakları örgütü üyesi 3 ve 42 sendikacı hapsedilmiştir ve bunların çoğu TMK kapsamında suçlanmıştır. Onlarca kişi de yıllarca süren adlî tacize maruz kalmıştır. 2010’da Observatory’nin ziyaretleri sırasında, Türkiye’nin pek çok şehrinde insan hakları savunucularına karşı açılan davaların duyumları alınmıştır. Ziyaretten iki yıl sonra bile bu çoğu hâlâ devam etmektedir. 1998’den beri yargılanmakta olan Sosyolog Pınar Selek, Aralık 2009’dan beri tutuklu olan avukat Muharrem Erbey ve 10 Nisan 2012’de serbest bırakılıncaya dek beş aydan fazla bir süredir tutuklu bulunan yayıncı Ragıp Zarakolu, bu içler acısı durumun en sembolik örnekleridir. 15 Şubat 2007 günü Diyarbakır Emniyet Müdürlüğüne e-posta yoluyla ulaşan bir ihbar sonucu başlatılan ve 14 Nisan 2009 günü aralarında siyasetçi, avukat, belediye başkanlarının da bulunduğu 53 kişinin gözaltına alınmasıyla hayata geçirilen KCK operasyonları, özellikle Kürtlerin hakları konusunda çalışan insan hakları savunucularının kriminalize edilmesinde yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. 14 Nisan 2009 tarihindeki ilk yaygın operasyonun 7 üzerinden daha bir ay geçmeden bu yönlü baskı aracı insan hakları savunucularının kriminalize edilmesinde ortaya çıkmıştır. İnsan Hakları Derneği internet sitesinde bu konuda aşağıdaki açıklama yer almaktadır (İHD, 2009): İnsan Hakları Derneği Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Av. Hasan Anlar, Av. Filiz Kalaycı ve dernek üyeleri Av. Halil İbrahim Vargün, Av. Murat Vargün ve Nedim Taş “yasadışı örgüt üyeliği” suçlamasıyla 12 Mayıs 2009 günü Ankara’da gözaltına alındılar, büroları ve evleri aranarak, Ankara TEM Şube Müdürlüğüne götürüldüler. Gözaltının dördüncü gününde tüm avukatlar serbest bırakıldı. Nedim Taş tutuklandı. Savcılığın itirazı üzerine Av. Filiz Kalaycı 28 Mayıs 2009 günü Ankara'da tutuklandı ve Sincan Kapalı F Tipi Kadın Cezaevine konuldu. KCK operasyonları bağlamında hak savunucularının kriminalize edilmesinin ilk örneği olan 4 avukatın yargı eliyle baskıya maruz kalması maalesef son örnek olmamış; Ankara’da hayata geçen ilk uygulamanın ikincisi 24 Aralık 2009 günü Diyarbakır’da gerçekleştirilmiştir. İHD Genel Başkan Yardımcısı ve dönemin İHD Diyarbakır Şubesi Başkanı Muharrem Erbey’in ve ayrıca bölgedeki kayıp aileleriyle yakın çalışmalar yürütmüş Diyarbakır İHD üyeleri Arslan Özdemir ve Roza Erdede cezaevine konulmuştur. Özdemir, Erdede ve Erbey uzun süren tutukluklarının ardından tahliye edilmiştir. Observatory Raporu (2012: 25) Muharrem Erbey’in yargı baskısıyla kriminalize edilmesini şu tespit ile ortaya koymaktadır: Erbey ile ilgili olarak önce İHD Diyarbakır Şubesinde Başkanlık odasında arama yapılmış ve Derneğin diğer bölümlerindeki arama için o anda arama kararı çıkarttırılmıştır. Dernekte bulunan bilgisayarla, CD ve kasetlere, pek çok belge ve rapora el konmuştur. Arama işleminin ardından, İHD Diyarbakır Şubesi ile ilgili herhangi bir cezai takibat söz konusu olmamıştır. Yapılan baskında İHD’nin dökümanlarına el konulması fakat sonrasında herhangi bir soruşturma açılmaması göz önünde bulundurulduğunda amaçlananın Muharrem Erbey’in hak savunuculuğu faaliyetlerinin kriminalize edilmesi olduğu açıktır. Yargı Gözlem Raporu Diyarbakır KCK Davası (İHOP, 2011: 3,4) başlıklı çalışmada KCK davalarını neden gözlemlendiğini hak savunucularının kriminalize edilmesine referans vererek açıklamaktadır. Hak savunucuları yargılama ve cezadan bağışık olmadıkları gibi, bu sıfat tek başına masumiyetin kanıtı değildir. Hak savunucularının suç teşkil eden eylemleri olabileceği gibi bu eylemlerin soruşturulması ve kovuşturulması tek başına hak savunuculuğunun alanının daraltılması çabası olarak nitelendirilemez. Ancak iddianame incelendiğinde, İnsan Hakları Derneğinin Diyarbakır Şubesi yönetici ve üyelerinin, dernek faaliyeti dışında yorumlanması imkânsız olan ve savunuculuk faaliyetinin 8 parçası olan eylemlerinin ve kayıt altına alınan görüşmelerinin, suç olarak nitelendiği anlaşılmaktadır. Bu tablo, aynı zamanda hak savunuculuğunun da suç olarak nitelenebilmesi çıkarımını zorunlu kılmakta oluşu nedeniyle, savunuculuk faaliyetini tehdit etmekte, toplumda hak savunucularının bu faaliyetlerinin suç eylemi olarak nitelenmesine neden olmaktadır. Bu durum, devletin hak savunucularına karşı belirlenmiş ulusal ve evrensel yükümlülüklerinin ihlalidir. 16 Mart 2010 tarihinde İHD Siirt Şube Başkanı ve Merkez Yönetim Kurulu üyesi Vetha Aydın ve aynı Şube’nin yönetim kurulu üyesi Abdullah Gürgen tutuklanarak cezaevine konulmuştur. İnsan hakları savunucularının keyfi bir şekilde yargısal süreçlere tabi tutulması, tutuklanıp cezaevine konulması 2011 yılında da devam etmiştir. 4 Ekim 2011’de, Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve Derneği YAKAY-DER’in iki üyesi Kemal Aydın, Selahattin Tekin, 11 Ekim 2011’de de aynı derneğin başkanı Cemal Bektaş tutuklanmıştır (Hafıza Merkezi, 2012). İnsan Hakları Savunucuları: Masum Oldukları Kanıtlanıncaya Kadar Suçlu (Observatory, 2012) başlıklı raporu 2011 yılında Ragıp Zarakolu ve Büşra Ersanlı’nın tutuklanmasının da insan hakları savunucularının kriminalize edilmesi politikasının bir parçası olduğunu vurgulamaktadır. 2011 yılında tutuklanarak cezaevine konulan bir diğer insan hakları savunucusu da İsmail Akbulut olmuştur. İnsan Hakları Savunucuları: Masum Oldukları Kanıtlanıncaya Kadar Suçlu (Observatory, 2012: 28) başlıklı Rapor bu konuda: “6 Kasım 2011’de, İHD Hakkâri Şubesi Başkanı İsmail Akbulut bir kontrol noktasında gözaltına alınmış ve dört gün sonra da “yasadışı örgüt üyesi olmak” suçlamasıyla tutuklanmıştır.” bilgisini vermektedir. Hak savunucularının tutuklama ve yargı yoluyla kriminalize edilmesi 2012 yılında da devam etmiş, 25 Haziran 2012 tarihinde Avrupa-Akdeniz İnsan Hakları Ağı merkez yönetim kurulu üyesi Osman İşçi ve 29 Eylül 2012 tarihinde de İHD Mersin Şubesi Başkanı Ali Tanrıverdi tutuklanarak cezaevine konulmuştur. Tüm bu yargılamaların ortak noktası bu uygulamalara maruz kalan kişilerin terör örgütü üyeliği ile suçlanmasıdır. Suçlamanın temelini ise bahse konu insan hakları savunucularının yürüttükleri -ülkemizin sorunlu alanlarından birisi olan- ekonomik, siyasi ve kültürel hakların tanınması ile ilgili faaliyetleri oluşturmaktadır. Örgüt üyeliğine dair herhangi bir somut delil değil yalnızca ve yalnızca güvenlik temelli politikaların bir varsayımı bulunmaktadır. Bu varsayıma dayanılarak gerçekleştirilen baskı uygulamaları yargı mekanizmasının yanı sıra başka araçlara da ihtiyaç duymaktadır. Bu araç medyadır. 9 Gözaltına alınmanın ilk anından itibaren medya aracılığıyla “terör örgütü üyeleri yakalandı” minvalinde haberler yapılması, yargılamanın sonucu ne olursa olsun ilgili hak savunucusu kişiler ve aileleri ile bu vakalarda kurumların itibarsızlaştırılarak kriminalize edilmesidir. Violations of the right of NGOs to funding: from harassment to criminalisation başlıklı 2013 yılı Raporu da hak savunucularının kriminalize edilmesinde yargı ve medya işbirliğine dikkat çekmektedir. İlgili paragraf (Observatory, 2013: 69) aşağıdaki şekildedir: Örneğin Türkiye'de terörle mücadele bağlamında gerçekleştirilen ihlalleri kınayan ve Kürt azınlığın haklarını savunan insan hakları savunucuları yetkililer tarafından terörist gruplarla aynı muameleye maruz kalmaktadır. Onlarcası terörle mücadele operasyonları kapsamında tutuklandı ve yargılanıyor. Hükümet yanlısı medya insan hakları savunucularına yönelik bu yargılamalar ve asılsız iddalar ile ilgili yayın yapmakta. Yargı ve medya kampanyası [...] aynı zamanda hak savunucularının kişisel güvenliğini tehlikeye sokmaktadır. Diğer yandan, insan hakları savunucularına yönelik kriminalize etme çabaları başta insan hakları organizasyonları olmak üzere sivil toplum örgütleri ve uluslararası kurum, kuruluşlar tarafından eleştirilmektedir.. İnsan hakları savunucularına yönelik kriminalize etme çabaları, bu çalışmada da atıf yapılan İHD, İHOP, Observatory v.b. insan hakları örgütlerinin raporlarında yer almaktadır. Bu nedenle ilgili çalışmalara bir kez daha değinmek yerine Türkiye’deki yetkililer üzerinde etkisi olması beklenen bir başka kurumun Avrupa Birliği’nin İlerleme Raporlarına bakmak daha yararlı olacaktır. Avrupa Birliği İlerleme Raporları, KCK operasyonları adı altında gerçekleştirilen bu operasyonlardan sonra yayınladığı ilk rapordan itibaren, konuya ilişkin eleştirel ifadeler içermektedir. AB İlerleme Raporu (Avrupa Birliği Bakanlığı, 2011: 21) insan hakları savunucularının kriminalize edilmesine ilişkin kaygısını şu şekilde vurgulamıştır: Pek çok insan hakları savunucusuna karşı, mevzuatta yer alan terörle ilgili hükümlere sıklıkla başvurmak suretiyle cezai kovuşturma başlatılmıştır. Terörizmin, Terörle Mücadele Kanunundaki geniş kapsamlı tanımının revize edilmemesi ciddi bir endişe sebebi olmaya devam etmektedir. İnsan hakları savunucularını kriminalize eden kişi, kurum ve kuruluşlar hak savunucularının faaliyetlerini bireysel ve kolektif bir şekilde yürütebileceği noktasını akıllarından çıkarmamaktadır. Bu bağlamda, bir insan hakları organizasyonunda faaliyet yürütse de bireysel olarak kriminalize edilen kişilerin yanı sıra doğrudan insan hakları organizasyonları da benzer uygulamalara maruz kalmaktadır. 2009 yılında başlayan ve 2012 dönemine kadar baskın bir şekilde uygulanan güvenlik politikasından insan hakları organizasyonları 10 etkilenmektedir. Bu konuda İnsan Hakları Savunucuları: Masum Oldukları Kanıtlanıncaya Kadar Suçlu (Observatory, 2012: 22) aşağıdaki örnekleri vermektedir. 1997’den beri uluslararası zoraki göç ve alanında Göçmenler Sosyal İşbirliği ve Kültür Derneği (GÖÇ- DER) Diyarbakır Şubesi’nin yönetim kurulu üyelerine karşı açılan dava, 2 Şubat 2010’da derneğin kapatılmasıyla sonuçlanmıştır. GÖÇ-DER şubeleri 1997’den beri faaliyetleri nedeniyle edilmekteydi. 9 Nisan 2012’de, Yargıtay, “2911 sayılı kanuna muhalefet” iddiasıyla GÖÇ-DER Batman 1. Asliye Mahkemesi tarafından verilen kapama kararını onaylamıştır. Sivil toplum örgütlerine yönelik kriminalize etme girişimleri farklı inanç ve kültür alanında çalışmalar yürüten Alevi organizasyonlarını da etkilemiştir. Bu bağlamda İnsan Hakları Savunucuları: Masum Oldukları Kanıtlanıncaya Kadar Suçlu raporu “16 Şubat 2012’de, Alevi azınlığın haklarını savunan bir dernek olan Dersim Alevilik İnanç ve Kültür Akademisi Derneği, Tunceli Asliye Mahkemesi’nce, derneğin “kuruluş amaçlarını ihlal ettiği” gerekçesiyle kapatılmış ve dernek başkanı da KCK davasından tutuklanmıştır” bilgisini vermektedir (Observatory, 2012: 22). Benzer şekilde, 2013 yılı başında Van Kadın Derneği’nin (VAKAD) de içinde olduğu Van’daki 10 derneğe4 PKK/KCK ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle kapatma davası açılmıştır. Bianet’in (28 Şubat 2013) haberine göre: Van Cumhuriyet Savcısı Canip Cihangir'in hazırladığı ve Van Asliye Hukuk Mahkemesi’nce kabul edilen iddianamede, gerek gizli tanıkların ifadeleri gerekse yapılan araştırmalar neticesinde PKK ile bağlantılı olduğu düşünülen 10 derneğin fesh edilmesi talep edilmişti. Bunlar arasında Van'da kadın sorunlarıyla, hasta mahpuslarla, Kürt dilinin geliştirilmesiyle, faili meçhul yakınlarıyla, zorunlu göçle, öğrenci meselesiyle ilgili faaliyetler yürüten dernekler bulunuyordu. Bu kapatma davalarına bakımından ilgili mevzuat kolluk güçlerine, savcılara ve yargı mekanizmasına birçok olanak sunmaktadır. Örgütlenme Yoluyla Özgürlük: Türkiye’de Azınlık Haklarını Savunan Grupların Örgütlenme Özgürlüğü (EMHRN, 2011: 40) kapatma davalarının açılabilmesi için gerekli koşulların muğlaklığına: “Anayasa, Dernekler Kanunu veya diğer bir yasayı ihlal ettiği gerekçesi ile derneklerin faaliyetleri herhangi bir anda durdurulabilir veya dernek kapatılabilir” ifadesiyle dikkat çekmektedir. Anayasanın 33. maddesi “Dernek kurma hürriyeti ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel ahlak, genel sağlığın korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabilir” şeklinde hüküm içermektedir. Kurumlara açılan bazı davalar reddedilse veya beraat ile sonuçlansa da kurumların kriminalize edilmesi tamamlanmış olduğu için yaşanan ihlallerin geri alınması mümkün değildir. 11 SONUÇ YERİNE Ülkemizdeki insan hakları savunucularının maruz kaldığı ihlallerin nedeni gayet açıktır: Kürt Meselesi, Alevi Meselesi, Kadın Meselesi ve LGBTİ bireylerinin hakları gibi hak ihlallerinin çok sık yaşandığı alanlarda faaliyet yürütmek. Kadın, LGBT, etnik azınlık gibi farklı kimliklere sahip insan hakları savunucularının daha kriminalize edilme bakımından daha riskli bir durumda olduğu gerçeğinden hareketle, bu tür grup ve bireylere özel dikkat gösterilmelidir. Criminalisation of Human Rights Defenders (Peace Brigade International: 11) kriminalize etme çabalarına karşı "insan hakları savunucularının kriminalize edilmesi eğiliminin ele alınması gereken acil bir konu ve hak savunucularının güvenliğine ve faaliyetlerine yönelik en büyük tehditlerden birisi olarak kabul edilmesi, insan hakları savunma stratejisinin öncelikli odak noktalarından birisi haline getirilmesi gerektiği" tavsiyesinde bulunmaktadır. Bu eğilimi fark etme durumu yalnızca yetkililer için değil aynı zamanda alanda çalışan insan hakları organizasyonları, bireysel insan hakları savunucuları ve diğer ilgili kişi ve kuruluşlar için de geçerlidir. Kamuoyu nezdinde alenen ve yaygın bir şekilde kriminalize edilen insan hakları savunucularına yönelik duruşmalara gözlemci gönderilmesi cezaevinde ziyaret, yetkililerle görüşme v.b. dayanışma etkinlikleri ve koruma pratikleri de alenen ve yaygın yapılabilmelidir. 12 Kaynakça: Avrupa Birliği Bakanlığı (2011), AB İlerleme Raporu 2011, http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/2011_ilerleme_ra poru_tr.pdf (Erişim Tarihi: 02.11.2013) Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu (2013), İnsan Hakları Savunucuları Hakkında İlke Kuralları, http://www.avrupa.info.tr/fileadmin/Content/Files/File/EIDHR/Insan_Haklari_Savunuculari_ TR.pdf (Erişim Tarihi: 02.11.2013) EMHRN (2011) Örgütlenme Yoluyla Özgürlük: Türkiye’de Azınlık Haklarını Savunan Grupların Örgütlenme Özgürlüğü, EMHRN: Kopenhag. FIDH (2012), İnsan Hakları Savunucuları: Masum Oldukları Kanıtlanıncaya Kadar Suçlu, http://www.fidh.org/IMG/pdf/i_nsan_haklari_savunuculari_masum_olduklari_kanitlanincaya _kadar_suc_lu_obs_turkey_eng_tur.pdf (Erişim Tarihi: 03.11.2013) İHOP (2011), İHOP Yargı Gözlem Raporu Diyarbakır KCK Davası, İnsan Hakları Ortak Platformu: Ankara İHOP (2007), İnsan Hakları Savunucuları: İnsan Haklarını Savunma Hakkının Korunması Bilgi Belgesi: 29, http://www.ihop.org.tr/dosya/BB/bm_savunucular.pdf (Erişim Tarihi: 02.11.2013) İnsan Hakları Derneği (2013), BM İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesi, http://www.ihd.org.tr/index.php/san-haklarylgeleri-mainmenu-96/155-ble-mletler-san- haklari-savunucularinin-korunmasi-bdges.html (Erişim Tarihi: 03.11.2013) Jilani, Hina (2005), İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi İnsan Hakları Savunucuları (Çev. Selvet Çetin), İHOP Yayınları: Ankara Organization for Security and Co-operation in Europe (2007), Human Rights Defenders in the OSCE Region: Our Collective Conscience, OSCE: Warsaw. Öndül, Hüsnü (2009), "İnsan Haklarını Savunma Hakkının Korunması ve Medya", Gazeteciliğe Başlarken Okuldan Haber Odası, Der. Sevda Alankuş, IPS İletişim Vakfı Yayınları: İstanbul. 13 Peace Brigade International (1981) Criminalisation of Human Rights Defenders, http://www.peacebrigades.org.uk/country-groups/pbi-uk/publications-and- resources/thematic-and-special-reports/ (Erişim Tarihi: 27.11.2013) World Organisation against Torture (2013) Violations of the right of NGOs to funding: from harassment to criminalisation, http://www.omct.org/files/2013/02/22162/obs_annual_report_2013_uk_web.pdf (Erişim Tarihi: 22.11.2013) 1 Vedat Aydın (Diyabakır Şubesi Kurucusu), Sıddık Tan (Batman Şubesi Yönetim Kurulu), İdris Özçelik (Urfa Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi), Kemal Kılıç (Urfa Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi), Orhan Karaağar (Van Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi), Cemal Akar (Erzincan Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi), Şevket Epözdemir (Tatvan Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi), Metin Can (Elazığ Şubesi Başkanı), Hasan Kaya (Elazığ Şubesi Üyesi), Muhsin Melik (Urfa Şubesi Kurucu Üyesi), İkram Mihyas (İzmir Şubesi Üyesi), Didar Şensoy (İstanbul Şubesi Üyesi), Tacettin Aşçı, Abuzer Öner, Ahmet Aydın, M. Şirin Polat, Medeni Göktepe, Şükrü Fırat, Yahya Orhan, Eyüp Gökoğlu, Cengiz Altun, Habib Kılıç ve Mehmet Sincar. 2 FIDH-OMCT Observatory Programı: Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH) ve Dünya İşkence Karşıtı Örgüt (OMCT) tarafından insan hakları savunucularına yönelik baskıya yönelik müdahale etme ve bu gibi durumlarda insan hakları savunucularına destek olmayı amaçlayan ortak bir programdır. 3 11 İHD üyesi […], 3 YAKAY-DER üyesi, 3 Barış Anneleri üyesi, 1 Ka-Der üyesi ve 1 Vicdanî Retçi Enver Aydemir ile Dayanışma Girişimi üyesi. Hiçbir Türk örgütü tutuklu ve hükümlü insan hakları savunucularını sistematik olarak listelememektedir. Bu nedenle sayılar daha da yüksek olabilir. 4 Mezopotamya Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (MEYA-DER), Tutuklu ve Hükümlü Yakınları Demokratik Hukuk ve Yardımlaşma Derneği (TUYAD-DER), Van Göç Sorunlarını Bilimsel Araştırma ve Kültür Derneği (Van GÖÇ- DER), Yüzüncü Yıl Üniversitesi Öğrenci Derneği (YÖDER), Van Kadın Derneği (VAKAD), Van Hacıbekir Mahallesi Özgür Yurttaş Derneği, Seyit Fehim Arvasi Mahallesi Özgür Toplum Derneği, Yeni Mahalle Özgür Halk Derneği, Kürt Dili Araştırma ve Geliştirme Derneği (KURDİ-DER) Van Şubesi ile Akköprü Mahallesi Demokratik Halk Derneği.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır

© 2024 Toko Cleax. Seluruh hak cipta.