küçük kıyamet 31 / küçük kiyamet gelin - video klip mp4 mp3

Küçük Kıyamet 31

küçük kıyamet 31

&#;7Ë! insanlar Rabbine nazır olacaklar. Peki nasıl bir şey? Allah nasıl görülecek? Îman ediyoruz ama nasılını bilmeyiz deyiverseler iş bitecek. Peki peygamber bir şey anlatmış mı bu konuda? Peygamber nezaretin olacağını anlatmış mı bu konuda? Peygamber nezaretin olacağını anlatmış, bakmanın olacağını anlatmıştır. Yani mehtaplı bir gecede ayın on dördü iken insanlar itişip ka-kışırlar mı ayı görmeye? Hayır! Herkes bulunduğu yerden çok rahat seyreder değil mi? Allah&#;ın Resûlü, &#;İşte aynen böylece insanlar da Allah&#;ı cennette görecekler&#; diyor. Ama Allah ay gibi mi olacak? Hâşâ öyle değil. Allah&#;ça bir görülüşle görülecek. Burada görüşün böyle iti-şip kakışmadan olacağı beyan edilmektedir. Değilse bundan hâşâ Al-lah&#;ın ay gibi görüleceği, uzakta, ya da yakında görüleceği anlaşılmaz.

Bir de bununla ilgili "Nâzır" kelimesi var. Kimileri demiş ki işte mü&#;minler orada, cennette nezaret edecekler. Yani bakanlık yapacaklar. Allah cennette kendilerine bir kısım görevler, bakanlıklar verecek de onlar bu görevlere nezaret edecekler, Allah&#;tan kendilerine bir görev düşüp onlar bu göreve bakıp nezaret edecekler demeye çalışmışlar. Bakan, bakanlık, filan denir ya işte öyle bir şey.

Bir de görmekle bakmak ayrıdır demişler. Yani Allah görülmez ama O&#;na bakılır demişler.

Evet:

&#;Kimi yüzler vardır ki o gün nazıradır ama kimi yüzler de vardır ki o gün basiradır.&#; Yani abus bir çehre olarak pusarır, asılıp durur. Adam suçundan, kaybından, ayıbından, ıstırabından, üzüntüsünden dolayı suspus olmuş, yıkılmış, bitmiş, tükenmiştir Allah korusun.

Bilir ki, anlar ki artık kendilerine Fâkıra yapılacaktır. œ&#;I&#;5@&#;4 bel kıran demektir. Artık o kişi anlar ki kendisine bel kıran yapılacaktır. Bel kıran, adamın belini büken facia, belini kıran belâ veya burnunu kıran bir belâdır. Fakıra, bir de Rabbinden, Rabbinin rahmetinden mahrum oluş, Rabbine bakamama anlamına da gelir. Veya dahiye, yani ateşe girmek anlamına bir manadır.

Çw&#;P&#;# Zanne burada îman, anlamak, bilmek anlamak manasına kullanılır. Artık o kişi kendisine fakıra yapılacağını anlamıştır.

&#;Dikkat edin; can boğaza gelip köprücük kemiklerine dayandığı zaman: &#;Çare bulan yok mudur?&#; denir. Artık ayrılık vaktinin geldiğini sanır. Bacaklar birbirine dolaşır. O gün sevk Rabbinin huzurunadır.&#;

Hayır hayır! Yok yok! &#;ŸÒ&#;6 İş öyle değil! Burada ölmek üzere olan bir adamdan söz ediliyor. Rivâyete göre, can çekilmeye ayaktan başlıyormuş. Yani önce ayaklar ölüyor, sonra diz kapakları, sonra bel, göğüs, kafa. İşte can çıkmaya az kala, beş kala deniliyormuş ki:

&#;&#;!&#;* &#;w&#;8 &#;u[&#;5&#;: Kim okuyup üfleyip te beni kurtaracak?! Yok mu beni okuyacak bir Raak? Yok mu bana yardım edecek ve beni eski hâlime iade edecek birisi? Yok mu böyle biri? Bana eski sıhhatimi, sağlığımı iade edecek birilerini bulun gelin! Bir okuyucu çağırın bana!

Veya &#;&#;!&#;* &#;w&#;8 Bunun böyle gerçek olmadığını anlatacak biri yok mu? Yani bu büyüyü bozacak, yok edecek, bir büyücü yok mu? Çünkü ona göre aslı yoktu bu işin. Gerçek değildi bu iş. Ölüme ve hayatın biteceğine inanmıyordu. Ölüm ötesi hayata ve o hayatın hesabına, kitabına inanmıyordu. Dirilme yok diyordu. İşte inkâr ettiği, reddettiği bir gerçekle burun buruna gelince bunun gerçek olmadığını bana anlatacak bir Raak yok mu? Bulun gelin de bu büyüyü bozsun, diyor.

Bir de bu &#; alıp götürmek, yükseltmek demektir. Öyleyse &#; deniliyor. Yani bu ruhu, ölen kişinin bu ruhunu kim götürecek? Kim alıp yükseltecek? anlamına gelmektedir bu ifade. Kim götürecek bunu? Azap melekleri mi götürecek, yoksa rahmet melekleri mi?

Ama sonunda bunun bir firak olduğunu anlayacak. Anlayacak ki bu firak zamanı, ayrılık zamanıdır. Bunun bir ayrılık zamanı olduğunun farkına varacaktır. Artık karısından, çocuklarından, arkadaşlarından, eşinden, dostundan, dünyasından sökülüp koparılma, hayata veda etme zamanı gelmiştir artık.

Ve o zaman sak, sak&#;a karışacaktır. Yani eli ayağı birbirine do-laşacaktır. Hani ölüm esnasında ayaklar şöyle bükülüverir ya, işte o anlatılıyor. Allah o demde ölüm azabından, şeytanın afetinden cümle-mizi korusun inşallah. Ayaklar birbirine dolaşacak. Veya el ve ayaklar olmaması gereken yerde olacaklar. Eller ayaklar birbirine dolaşacak.

Bir de &#;sak&#; sev kedici demektir, şoföre de Araplar, sürücü, sevk edici anlamına &#;saik&#; derler. Bir sonraki âyet de bu manayı telmih ediyor zaten. &#;Sâk&#;, sevk edici demektir. Öyleyse anlıyoruz ki sa-ikler, sevk ediciler, şoförler birbirlerine karışacaklar. Yâni saikler, cen-nete götürücü, cehenneme götürücü melekler birbirlerine karışacaklar, kavuşacaklar. Yani o gün trafik karışacak. Trafik birbirine girecek. Kimi melekler mü&#;minlerin ruhlarını cennete yükseltir, kimileri de kâfirlerin ruhlarını cehenneme taşırken böyle gelenler gidenler birbirlerine girecek, trafik karışacak.

O gün sevk yalnızca Allah&#;adır. Herkes Allah&#;a sevk olunmaktadır. Herkesin sevkıyatı Allah&#;adır. Herkes Allah huzurunda toplanacaktır.

Bir de bu karışmadan ve sevkıyattan şunu anlıyoruz ki, adam dünyada kendine bir değer veriyordu. &#;Ben şu çapta, şu ağırlıkta bir kimseyim! Ben kesin cennetliğim! Allah beni koymayacak ta cennetine sığırları mı koyacak?&#; diye kendi kendine bir kıymet biçiyordu. Kendini cennetlik zannediyordu, ama bakacak ki cehenneme sevk olunuyor. Cennet hayalleri içindeyken bir de bakmış ki azap melekleri kendisini cehenneme doğru sürüklüyorlar Allah korusun. Veya tamamen zıddı gerçekleşiyor. Yani sevk yolları, sevkıyat yolları karışacak.

&#;O, peygamberi doğrulamamış, namaz kılmamış, ama yalanlayıp yüz çevirmiş, sonra da salına salına kendinden yana olanlara gitmişti.&#;

Evet o ne tasdik etti, ne de namaz kıldı.

1. O, ne sadaka verdi, ne de namaz kıldı demektir. Ne namaz kıldı, ne de zekât verdi. Ne malî, ne de bedenî kulluk yaptı. Ne malında, ne de bedeninde Allah&#;ı söz sahibi bilmedi. Ne malını, ne de bedenini Allah&#;ın emrine vermedi. Ne namaz kılarak Allah&#;tan mesaj al-dı, ne de zekât vererek bu mesajı Allah kullarına ulaştırma, Allah kullarıyla paylaşma gibi bir derdi oldu. Yani ne namaz kılmak türünde bireysel bir kullukta bulundu, ne de zekât gibi toplumsal bir kulluk yaptı.

2. Veya ne sadaka verdi, ne de salavat getirdi.

3. Ne tasdik etti, yani ne îman etti, ne de amel işledi. Tasdikle de, amelle de ilgilenmedi. Bu kişinin imanı da, ameli de yok.

Bu âyet bize tasdik ile amelin, yani îmanla amelin beraber gündeme getirilecek bir bütün olduğunu da anlatıyor. Îman mücerret bir iddiadan ibaret değil, mutlaka amele dönüştürülecektir. Çünkü Allah mücerret bir îmana razı değildir. Bu konuyu anlatan kitabımızda pek çok âyet olduğu gibi, sünnet de böyle der.

"Her şeyde doğru olma" anlamında Kur'anî bir kavram. "monash.pw" fiilinden masdar olan "Sıdk", "konuşanın inancı itibariyle söz ve fiilinin birbirine uygun olması"dır. Bir va'din yerine getirilmesi bakımından sözün doğru olması "sıdk" olduğu gibi bir olayın haber verilmesi bakımından da sözün doğru olması "sıdk" dır. "Sıdk" terimi, pey-gamberlerin en önemli özelliklerinden biridir. Rlete ehil olabilmek için her peygamberin bu sıfatı üzerinde taşıması gerekir. Bir pey-gamber için bu sıfat herhangi bir suretle yerinde olmazsa risâlet da-vası temelinden sarsılmış olacaktır. Çünkü insanlar doğru söyleme-yen bir peygambere güvenemez. Doğru olan peygamberin herhangi bir surette gerçeğe ters düşen bir söz söylediği görülmemiştir.

Bir peygamberin Allah namına davet ettiği şeyi kendi nefsinde yaşaması gerekir. Çünkü rletin en büyük gayesi Cenab-ı Hakkın insanları mükellef kıldığı ahkâmı onlara tebliğ etmektir. Çünkü Allah ile ilişkisi olan kimse herkesten daha çok O'nun azametine müdriktir. Dolayısıyla O'nun hiç bir emrine karşı gelmez. Zira Ona karşı gelmek ihanettir. Hain olan kimse de Allah'ın rletinin ehli olamaz.

Kur'an-ı Kerim'de bir çok peygamber için doğruluk vasfı kul-la-nılmakta, bazılarına "sıddîk" denilmektedir. "Kitap'ta İsmail'i de an. Çünkü o va'de sadık rasul bir nebi idi" (Meryem,54).

"İşte onlar öyle kimselerdir ki, amellerinin en güzelini onlardan kabul ederiz ve onların kötü amellerinden vaz geçeriz: onlar Cennet ashabı arasındadırlar. Bu, onların va'd oluna geldikleri sıdk (dosdoğru) bir va'ddır" (Ahkâf,16).

Doğruluğun esası; bir şeyin meydana gelmesi, tamamlanması, kuvvetinin kemâle ermesi, kısımlarının bir araya toplanmasıdır. Doğ-ruluk (sıdk; sadakat) niyet, söz ve âmelde olur. Niyette doğruluk son derece azimli olmak ve Allah'a yönelmek için iradeyi kuvvetlendirmek ve engelleri aşmaktır. Bu ise Allah'ın farz kıldığı şeylere koşmakla el-de edilir. Bunun da başında Allah yolunda cihad gelir. Cihadın bir türü de Allah'a davettir. Davete mani olan herkesten yüz çevirmek, bunlar-dan uzaklaşıp nefret etmek gerekir. Çünkü onlar gaflet içinde yaşayan insanlardır. Dünyada gördüklerinden başka bir şey bilmezler. Onların ulaştıkları bilgi derecesi budur. Gerçekte ise, cehalet ve nefsanî arzunun kendisidir. Doğru kimsenin kalbi çok hassas olur; da-vete mani olan kimselere karşı tahammül edemez. Bunun için de onlardan sıkılır; onlarla komşuluk, arkadaşlık yapamaz; onlarla düşüp kalkamaz, onlardan uzak kalmakla gönlü açılır; Allah'a seyr ve sülû-kunda ve ona davet hususunda acele etmeye teşvik eden kimselerden hoşlanır.

Sözde sadakat, dilin hakkı ve doğruyu söylemesidir. Dil böyle alışınca, artık hiç bir bâtıl konuşmaz.

Amelde sadakat, şer'î yollara uyarak Rasulullah (s.a.s)'e tabi olmak suretiyle olur. Müslüman sözde, niyette ve amelde sadakati gerçekleştirince, sıddıkiyet derecesine ulaşır. Bu derece ise, Cenab-ı Hakkın mü'min kullarından istediği Rasûlullah (s.a.s)'e hitap ile yö-nelttiği bir derecedir. "Ve şöyle de; Rabbim, beni sıdk (ve selamet) girdirişiyle girdir; sıdk (ve selamet) çıkarışıyla çıkar ve tarafından da hakkıyla yardım edici bir hüccet ver"

(İsrâ, 17/80).

"Sıdk girdirişi ve çıkarılışı" demek, müslümanın herhangi bir şeye ve herhangi bir işe girişip başlamasının, ondan çıkışı ve onu ter-kinin Allah için ve Allah ile olmasıdır. Yani yaptıkları ve yapmadıkları Allah'ın rızasına bağlıdır. Kul bunları eda ederken Allah'tan yardım di-leyerek yapar. Maksadı da Allah'ın rızasıdır. Gayesi de yalnız Allah-dır. "De ki: Benim namazım da ibadetlerim de hayatım ve ölümüm de, hiç bir ortağı olmayan alemlerin Rabbi olan Allah&#;ındır"

(En'âm, 6/).

Müslüman sıddıkiyetin bu derecesine erince, hayatta onun na-zarında rağbet edilecek başka bir gaye kalmaz. Ancak bunun ayakta kalışı Allah'ın rızasına vesile olacaksa ayakta kalmayı tercih eder. Şâ-yet bu gayeyi kaçırır veya elde edemeyeceğini anlarsa, hayattan yüz çevirir ve ölümünü ister. Hz. Ömer (r.a)'ın şöyle dediği rivâyet edilir: "Üç şey olmasaydı dünyada kalmayı istemezdim; 1- Allah yolunda iyi cins atlar sırtında savaşmak; 2- Gece ibadetinin meşakkat ve zorlu-ğuna katlanmak; 3- Sözün temizini hurmanın temizini seçer gibi se-çen kimselerle düşüp kalkmak". Hz. Ömer (r.a)'ın arzu ettiği bütün bu sayılanlar Rabb'ı râzı edecek şeylerdir.

Sadık bir müslüman davetçinin sadakati yüzünden ve sesin-den belli olur. Rasûlullah&#;ı tanımadan evvel onunla konuşan kimseler şöyle derlerdi: "Vallahi bu bir yalancı yüzü ve bir yalancı sesi değildir".

Davetçinin yüzünde ve sesinde doğruluk eserinin görülmesi, muhata-bına tesir eder; onun sözünü kabule, ona saygı beslemeye sevk eder. Ancak, muhatapları son derece kör kalpli kimselerse onlara tesir et-mez. Ne olursa olsun, beyan ettiğimiz manâda sadakat müslüman için ve Allah'a davet eden herkes için zaruridir. Çünkü imanın esası doğruluk; münafıklığın esası da yalandır. Davetçinin yalancı olması mümkün olamaz. Peygamber (s.a.s)'in buyurdukları gibi, yalan ahlâk-sızlığa sevk eder. Ahlâksız bir kimsenin ise davetçi olması mümkün değildir.

Yüce Allah peygamberlerden ve inananlardan ahd olarak sa-dıkları ve kâzipleri birbirinden ayırmıştır: "Biz nebilerden kuvvetle ahitlerini almıştık. Senden, Nuh'tan İbrahim'den Musa'dan ve Meryem oğ-lu İsa'dan (evet) onlardan ağır bir mîsak (söz) almıştık "; "Ki (Allah) o sadıklara sıdklarından sorsun, o kâfirlere de acı bir azap hazırlamış-tır."

(Ahzâb,)

"Mü'minlerden öyle erler vardır ki Allah'a verdikleri ahitlerinde durdular; onlardan kimi adağını yerine getirdi, kimi de beklemektedir; sözlerini asla değiştirmemişlerdir"; Ki Allah sâdıkları sıdklarıyla müka-fatlandırsın, münafıklara da dilerse azap etsin, dilerse tevbe edenlerin tevbelerini kabul etsin. Şüphesiz Allah Gafur ve Rahimdir"

(Ahzab,)

"İnsanlar yalnız "inandık" demekle hiç sınanmadan bırakıla-caklarını mı sandılar? Andolsun ki biz onlardan öncekilerini sınadık el-bette Allah (sınayıp) sadıkları bildirip açığa çıkaracak, kâzipleri (ya-lancıları) bildirecektir"

(Ankebût,)

İşte yukarıdaki âyetlerde bahsedilen sadık erlere Cenab-ı Hak mükâfat olarak "sıdk", mekânlarını "sıdk" bir va'd ile vadetmiştir: "İçle-rinden bir adama "insanları uyar ve iman edenlere Rabbleri katında kendileri için bir kademe-i sıdk (doğruluk makamı, kademesi) bulun-duğunu müjdele" diye vahyetmemiz insanlara tuhaf mı geldi ki kâfir-ler; "bu apaçık bir sihirbazdır" dediler."

(Yunus, 10/2)

"Muhakkak ki muttâkiler cennetlerde ve ırmaklar (ın kenarın) dadırlar". "Sıdk makamında (doğruluk meclisinde) gâyet muktedir (güçlü) bir melikin yanındadırlar"

(Kamer,)

4. Veya bu âyetin bir başka manası da bu adam ne namaz kıl-dı, ne de namazla aldığı mesajı tasdik etti demektir. Buna göre bu adam Ebu Cehildir, ya da Ebu Cehil gibi olanlardan biridir denmiş.

5. Ya da bu adam dışardan kabul edenler safında görünse de, îman iddiasında bulummuş olsa da bu îmanını tasdik etmedi, yani amele dönüştürmedi. Amelle îmanının sadâkatini ortaya koymadı de-mektir. Tasdik, îmandan da öte bir şeydir. Tasdik, îmanın eylemidir. Sadaka da aynı kökten gelir. Bir adamın cebindeki parasının Allah&#;a ait olduğunu kabul etmesi îmandır, ayrı şeydir, ama onu Allah&#;ın istediği yerlere ulaştırıp sadaka yapması, bu konudaki îmanının sadâkatini ortaya koyması ayrı şeydir. Onun içindir ki Hz. Ebu Bekir efendimiz îman etmenin de ötesinde sıddîk idi. Yani îmanın sadâkatini, eylemini ortaya koyan idi.

Öyleyse bir kişinin herhangi bir konuya &#;İman ettim!&#; demesi yetmez. Aynı zamanda o kimsenin îman ettiği konuyu bizzat amel ha-line getirmesi şarttır. Böylece îmanının eylemini, îmanının sadâkatini ve ispatını ortaya koymuş olacaktır. İşte diyoruz ki bu adam ne îman etti, ne de bu îmanının sadâkatini ortaya koymak üzere amel işledi, îmanını amelle görüntüledi.

6. Ya da bu adamın malına bağımlılığı, malına olan sevgisi, tutkusu onu namaza götürmedi. Mala bakışı bozuk olduğu için namaz da kılmadı. Malı, mülkü, dükkanı, tezgahı onu bırakmadı ki namaza gidebilsin demektir.

7. Veya bu adam ne kıyameti tasdik etti, ne de onun için bir amel hazırladı. Böyle olunca ne yüzle çıkacak ki Allah&#;ın huzuruna!

Bunları yapmadı da:

Kezzebe yaptı ve tevella etti. Kezzebe, kefera&#;dan farklıdır. Kezzebe yalan saymak, kefera da inkâr etmek demektir. İnkâr etmekle yalan saymak, ayrı ayrı şeylerdir. Kefera inkâr etti, reddetti kabul-lenmedi demektir. Ama kezzebe yalanladı, yalan saydı demektir. Peki nedir yalan saymak? Yalan saymak, anlamakla, bilmekle, îman etmekle beraber gereğini yerine getirmemek demektir. Kabullenmekle beraber gereğine yönelmemek demektir. Dille inandığını iddia etmekle beraber hayatla yalanlamak demektir. Îmanla amelin, iddiayla hayatın uyuşmaması demektir. Evet adam yalanladı, yalan saydı, yok farz etti ve de yüz çevirdi.

Önce iki suç zikredildi, arkasından iki suç daha geldi. Yani bı-rakın tasdik etmeyi, kezzebe yaptı. Bırakın namaz kılmayı, yüz çevirip ilgisiz kaldı. Ya da inandım, îman ettim demediği gibi kezzebe ve te-vellâ yaptı. Yalanladı ve yüz çevirdi. Madem inanmadı, bari sussaydı veya karşı çıkmasaydı. Bari bir durup düşünseydi, dinleyip araştırsaydı, onu da yapmadı. Yani ilgilenmedi bile, yönünü bile dönmedi. Sonra da:

Sonra da gerile gerile, kasıla kasıla, ehline, iline keyif çatmaya gitti. Yani ehline, karısının yanına veya dükkanına, tezgahına, bürosuna keyif çatmaya gitti. Böyle kasıla kasıla, kurula kurula, salına sa-lına ehline doğru gitti. Anlaşılıyor ki durumundan, hayatından rahatsız olmadan bir gidiş anlatılıyor. Hem tasdikle ilgisi yok, hem namazla il-gisi yok, hem âhiret derdi yok, rahat ve huzur içinde kendi dünyasına, carkına curkuna gidiyor adam. Veya karısını kızını koluna takmış, hem millete teşhir ediyor, hem de hiç çekinmeden kasıla kasıla gidiyor ya, öyle bir gidiş.

Ya da bu mesajı ehline, hanımına, çocuklarına taşıması gerekirken, onlara başka şeylerle gidiyor adam. Akşam evine çocuklarına koltuğunun altında iki âyet, iki hadis taşıması gerekirken dükkanı taşıyor adam. &#;Şöyle aldım, böyle verdim, şöyle kazandım, şu kadar ka-zandım, şunu yaptım bunu ettim&#; diyerek dükkanını, iş dünyasını evine taşıyıp anlatıyor adam. Yani zavallı akşama kadar kendisini dükkânın, tezgâhın kulu, kölesi olduğu gibi akşam eve varınca çoluk çocuğuna da onları anlatıp oyalıyor onları. İşte o anlatılıyor sanki burada.

&#;Sana yazıklar olsun, yazıklar! Daha ne olsun, sana yazıklar olsun, yazıklar!&#;

Oh olsun sana, oh olsun! Yazıklar olsun sana yazıklar olsun! Veyl olsun sana veyl olsun! Gerektir sana bu gerektir! Lâyıktır sana bu lâyıktır! Veyl üstüne veyl, beddua üstüne beddua, lânet üstüne lânet. Elbette yaratıcısını, Rabbini tanımayan, O&#;nun kendisi için gönderdiği vahiyden habersiz bir hayat yaşayan kimse bu lâneti hak edecektir. Dünyanın kulu kölesi olmuş, o dünyanın da kendisinin de sahibi olan Allah&#;ın hayat programını reddetmiş bir kişiye veyl üstüne veyl olsun.

Bunlardan biri &#;&#;ÅG&#;. Ÿ&#;&#;4 için, biri &#;

Son dönemlerde dünyanın çeşitli yerlerinde meydana gelen olaylar herkesin aklına kıyameti getiriyor. Kuran’ı Kerim’de de bu kıyamet alametleri farklı şekillerde dile getirilmektedir. Kutsal kitabımız Kuran’da da geçen bilgiye göre kıyamet gününün mutlaka gerçekleşeceği ifade ediliyor. Ansızın meydana gelen olan kıyametin, gerçekleşmeden önce mesajlarla olacağına dair büyük ve küçük bazı alametleri bulunuyor.

Yaşanan olaylara göre gerçekleşmesi beklenen kıyamet alametlerin 54 tanesinden sadece 6’sı gerçekleşmedi.

BÜYÜK VE KÜÇÜK KIYAMET ALAMETLERİ NELERDİR?

Kuran’ı Kerim’de çeşitli ayetler bulunuyor. Kıyamet gününün mutlaka gerçekleşeceği ifade ediliyor. Bununla birlikte hadis kaynaklarında da kıyamet alametleri ile ilgili önemli bilgiler bulunuyor. Kıyamet alametleri önem derecesine göre büyük ve küçük olarak ayrılmıştır. Büyük kıyamet alametleri kıyamet kopmadan kısa bir süre önce meydana gelebilecek büyük olaylar olarak tanımlanırken, küçük alametler kötülüklerin yayılması olarak ifade edilmiştir.

KIYAMET ALAMETLERİ

Cehaletin yaygınlaşması ve ilmin ortadan kalkması

İçkilerin yaygın hale gelmesi

Zinanın alenî hale gelmesi,

Köle kadının efendisini doğurması,

Çoban kimselerin zengin olarak bina yapmakta yarışması,

Servetin giderek çoğalması ve zekat verebilecek kimsenin bulunmaması,

Aynı dava için uğraşan iki büyük topluluğun birbirleriyle çatışması

Fitne kişilerin fazlalaşması ve adam öldürme olaylarının çoğalması,

Kadın nüfusunun elli erkeğe bir kadın düşecek şekilde çoğalması,

Müslümanların kıldan ayakkabı giyen, küçük gözlü ve geniş yüzlü insan gruplarıyla savaşması,

İnsanların hayatlarından bıkarak ölülere gıpta etmesi,

Allah&#;ın elçisi olduğunu iddia eden otuza yakın yalancı deccâlin türemesi,

Yeryüzünde Allah veya lâ ilâhe illallah diyen bir kimsenin kalmaması,

Gece ile gündüzün eşit hale gelmesi,

Ye&#;cûc ve Me&#;cûc Seddi&#;nin açılması,

(Suriye&#;de bulunan) Busrâ&#;daki develerin boyunlarını aydınlatacak bir ateşin Hicaz bölgesinden çıkması,

Depremlerin fazlalaşması,

Güneşin batıdan doğması, dâbbetü&#;l-arzın zuhur etmesi, doğuda, batıda ve Arap yarımadasında kara parçalarının batması

Kur&#;an&#;ın önemi insanlar tarafından unutulacak,

Namaz kılınmayacak,

Emanete riayet edilmeyecek,

Faiz helâl sayılacak,

Seviyesiz ve şahsiyetsiz kişiler yönetici olacak,

Ebeveyne isyan edilip beyler hanımların emrine girecek,

Toplumlar geçmişlerine lânet okuyacak, akşam mümin olarak yatan kişi sabah kâfir olarak kalkacak, yöneticiler insanlara zulmedecek,

Şerrinden korkulan kimselere itibar edilecek,

Ticareti dürüst olmayan gruplar ele geçirecek,

Mescitler süslenmekle birlikte ibadete önem verilmeyecek,

Erkekler erkeklerle, kadınlar da kadınlarla yetinecek,

Kadınlar sosyal konum açısından ön plana çıkarılacak ve erkekler kadınlara benzemeye çalışacak, açıklık yayılacak,

Hayâsızlık çoğalacak,

Cihad ve irşad faaliyetleri terkedilecek,

Sadece din dışı ilimler öğrenilecek,

Kader inkâr edilecek ve yıldız falına inanılacak,

Liderliğe elverişli kimseler azalacak,

Ani ölümler çoğalacak,

Cahiller, aynı zamanda dürüst olmayan zâhid ve sûfîler türeyecek,

Akrabalık bağları kesilecek,

Yalancılar tasdik edilip doğru konuşanlara itibar edilmeyecek,

Kitapların sayısı artacak,

Yağmurlar ve yıldırımlar çoğalacak,

Madenler yok olacak

KIYAMET NE ZAMAN KOPACAK?

Kıyametin ne zaman kopacağına dair bir hadis bulunmuyor. Sadece kıyamet gününde meydana gelebilecek ve kıyamet anında neler yaşanabileceğine dair bir takım bilgiler aktarılmıştır.

Kıyamet suresinin meali ise şöyle;

Kıyamet Suresi Türkçe Anlamı

Rahman ve Rahim olan Allah&#;ın adıyla&#;

  1. ayet: Hayır, kalkış (kıyamet) gününe and ederim.
  2. ayet: Ve yine hayır; kendini kınayıp duran nefse de and ederim.
  3. ayet: İnsan, onun kemiklerini Bizim kesin olarak biraraya getirmeyeceğimizi mi sanıyor?
  4. ayet: Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz.
  5. ayet: Ancak insan, önündeki (sonsuz geleceği)ni de &#;fücurla sürdürmek ister.&#;
  6. ayet: &#;Kıyamet günü ne zamanmış&#; diye sorar.
  7. ayet: Ama göz &#;kamaşıp da kaydığı,&#;
  8. ayet: Ay karardığı,
  9. ayet: Güneş ve ay birleştirildiği zaman;
  10. ayet: İnsan o gün: &#;Kaçış nereye?&#; der.
  11. ayet: Hayır, sığınacak herhangi bir yer yok.
  12. ayet: O gün, &#;sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)&#; yalnızca Rabbinin katıdır.
  13. ayet: İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir.
  14. ayet: Hayır; insan, kendi nefsine karşı bir basirettir.
  15. ayet: Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile.
  16. ayet: Onu (Kur&#;an&#;ı, kavrayıp belletmek için) aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip-durma.
  17. ayet: Şüphesiz, onu (kalbinde) toplamak ve onu (sana) okutmak Bize ait (bir iş)tir.
  18. ayet: Şu halde, Biz onu okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu izle.
  19. ayet: Sonra muhakkak onu açıklamak Bize ait (bir iş)tir.
  20. ayet: Hayır; siz çarçabuk geçmekte olanı (dünyayı) seviyorsunuz.
  21. ayet: Ve ahireti terk edip-bırakıyorsunuz.
  22. ayet: O gün yüzler ışıl ışıl parlar.
  23. ayet: Rablerine bakıp-durur.
  24. ayet: O gün, öyle yüzler vardır ki kararmış-ekşimiştir.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır