kuran da kader / KUR’AN’DA KADER | Darul Hikmet

Kuran Da Kader

kuran da kader

Kader İle İlgili Ayetler Nelerdir?

Kur'an fihristi, Kur'an-ı Kerim'de bulunan ayetlerin konularına göre düzenlenmiş bir indekstir. Bu indeks, Kur'an'da bahsedilen konuların alfabetik bir şekilde sıralandığı ve her konunun hangi ayetlerde geçtiğini belirten bir referans kaynağıdır. Kur'an fihristi, Kur'an okuyucuları için oldukça faydalı bir araçtır ve Kur'an'ın içeriğini daha iyi anlamalarına yardımcı olur.

KADER Ayetleri Nelerdir?

Kader ile ilgili ayetler de bu noktada sık sık araştırılan konulardan birisi olarak öne çıkmaktadır. Kuran-ı Kerim’de Kader ile ilgili ayetler yer almaktadır

KADER İle İlgili Ayetler Nedir?

Al-i İmran Suresi, 145. ayet:

Allah'ın izni olmaksızın hiçbir nefis için ölmek yoktur. O, süresi belirtilmiş bir yazıdır. Kim dünyanın yararını (sevabını) isterse ona ondan veririz, kim ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri pek yakında ödüllendireceğiz.

Al-i İmran Suresi, 154. ayet:

Sonra kederin ardından üzerinize bir güvenlik (duygusu) indirdi, bir uyuklama ki, içinizden bir grubu sarıveriyordu. Bir grup da, canları derdine düşmüştü; Allah'a karşı haksız yere cahiliye zannıyla zanlara kapılarak: "Bu işten bize ne var ki?" diyorlardı. De ki: "Şüphesiz işin tümü Allah'ındır." Onlar, sana açıklamadıkları şeyi içlerinde gizli tutuyorlar, "Bu işten bize bir şey olsaydı, biz burada öldürülmezdik" diyorlar. De ki: "Evlerinizde olsaydınız da üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar, yine devrilecekleri yerlere gidecekti. (Bunu) Allah, sinelerinizdekini denemek ve kalplerinizde olanı arındırmak için (yaptı). Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir.

En'am Suresi, 2. ayet:

Sizi çamurdan yaratan, sonra bir ecel belirleyen O'dur. Adı konulmuş ecel, O'nun Katındadır. Sonra siz (yine) kuşkuya kapılıyorsunuz.

En'am Suresi, 35. ayet:

Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse, onlara bir ayet getirmek için yerde bir tünel açmaya veya göğe bir merdiven dayamaya gücün yetiyorsa (yap). Eğer Allah dileseydi, onların tümünü hidayet üzere toplardı. Öyleyse sakın cahillerden olma.

Araf Suresi, 34. ayet:

Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler (tam zamanında çökerler.)

Enfal Suresi, 68. ayet:

Eğer Allah'ın geçmişte bir yazması (söz vermesi) olmasaydı, aldıklarınıza karşılık size gerçekten büyük bir azap dokunurdu.

Tevbe Suresi, 51. ayet:

De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler."

Yunus Suresi, 19. ayet:

İnsanlar, tek bir ümmetten başka değildi; sonra anlaşmazlığa düştüler. Eğer Rabbinden geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda mutlaka aralarında hüküm verilmiş olurdu.

Yunus Suresi, 49. ayet:

De ki: "Allah'ın dilemesi dışında, kendim için zarardan ve yarardan (hiçbir şeye) malik değilim. Her ümmetin bir eceli vardır. Onların ecelleri gelince, artık ne bir saat ertelenebilirler, ne öne alınabilirler.

Hud Suresi, 6. ayet:

Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır.

Hud Suresi, 8. ayet:

Andolsun, onlardan azabı sayılı bir topluluğa (veya belirli bir süreye) kadar ertelesek, mutlaka: "Onu alıkoyan nedir?" derler. Haberiniz olsun; onlara bunun geleceği gün, onlardan geri çevrilecek değildir ve alaya almakta oldukları şey de kendilerini çepeçevre kuşatacaktır.

Hud Suresi, 37. ayet:

"Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi imal et. Zulmedenler konusunda Bana hitapta bulunma. Çünkü onlar suda- boğulacaklardır."

Hud Suresi, 56. ayet:

"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)"

Hud Suresi, 107. ayet:

Onlar, Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe, orada süresiz kalacaklardır. Çünkü Rabbin, gerçekten dilediğini yapandır.

Hud Suresi, 108. ayet:

Mutlu olanlar da, artık onlar cennettedirler. Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe, orada süresiz kalacaklardır. (Bu) kesintisi olmayan bir ihsandır.

Hud Suresi, 110. ayet:

Andolsun, Musa'ya kitabı verdik, onda anlaşmazlığa düşüldü. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş (verilmiş) olmasaydı, mutlaka aralarında hüküm verilmiş olacaktı. Gerçekten onlar, bundan (Kur'an'dan) yana kuşku verici bir tereddüt içindedirler.

Ra'd Suresi, 11. ayet:

O'nun (insanın) önünden ve arkasından izleyenleri vardır, onu Allah'ın emriyle gözetip-korumaktadırlar. Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiçbir (biçimde imkan) yoktur; onlar için O'ndan başka bir veli yoktur.

Ra'd Suresi, 31. ayet:

Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kur'an olsaydı (yine bu Kur'an olurdu). Hayır, emrin tümü Allah'ındır. İman edenler hala anlamadılar mı ki, eğer Allah dilemiş olsaydı, insanların tümünü hidayete erdirmiş olurdu. İnkar edenler, Allah'ın va'di gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir bela çatacak veya yurtlarının yakınına inecek. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez. (Veya miadını şaşırmaz.)

Ra'd Suresi, 32. ayet:

Andolsun, senden önceki elçilerle de alay edildi, bunun üzerine Ben de o inkara sapanlara bir süre tanıdım, sonra onları (kıskıvrak) yakalayıverdim. İşte nasıldı sonuçlandırma?

Ra'd Suresi, 38. ayet:

Andolsun, senden önce de elçiler gönderdik, onlara eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmaksızın (hiç)bir elçiye herhangi bir ayeti (mucizeyi) getirmek olacak iş değildi. Her ecel (tespit edilmiş süre) için bir kitap (yazı, hüküm, son) vardır.

Ra'd Suresi, 39. ayet:

Allah, dilediğini ortadan kaldırır ve bırakır. Kitabın anası O'nun Katındadır.

Hicr Suresi, 4. ayet:

Biz, kendisi için bilinen (takdir edilmiş) bir kitap olmaksızın hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmadık.

Nahl Suresi, 61. ayet:

Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.

İsra Suresi, 58. ayet:

Hiçbir ülke (veya şehir) olmasın ki, kıyamet gününden önce Biz onu (ya) bir yıkıma uğratacağız veya onu şiddetli bir azapla azaplandıracağız; bu (muhakkak) o kitapta yazılıdır.

Taha Suresi, 40. ayet:

"Hani kız kardeşin gezinip; "Onu(n bakımını) üstlenecek birini size haber vereyim mi?" demekteydi. Böylece, seni annene geri çevirmiş olduk ki, gözü aydın olsun ve hüzne kapılmasın. Sen bir insan öldürmüştün de, Biz seni tasadan kurtarmış ve seni 'esaslı bir denemeden geçirip-denemiştik.' Medyen halkı arasında da yıllarca kalmıştın, sonra bir kader üzerine (buraya) geldin ey Musa."

Taha Suresi, 129. ayet:

Eğer Rabbinden geçmiş bir söz ve adı konulmuş (belirlenmiş) bir süre (ecel) olmasaydı muhakkak (yıkım azabı) kaçınılmaz olurdu.

Mü'minun Suresi, 43. ayet:

Ümmetlerden hiçbiri, kendisine tespit edilmiş eceli ne öne alabilir, ne erteleyebilir.

Nur Suresi, 43. ayet:

Görmedin mi ki, Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte, sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp-çıktığını görürsün. Gökten içinde dolu bulunan dağlar (gibi bulutlar) indiriverir, onu dilediğine isabet ettirir de, dilediğinden onu çevirir; şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecektir.

Neml Suresi, 74. ayet:

Ve şüphesiz, senin Rabbin, sinelerinin gizli tuttuklarını ve açığa vurduklarını kesin olarak bilmektedir.

Neml Suresi, 75. ayet:

Gökte ve yerde gizli olan hiçbir şey yoktur ki, apaçık olan bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) olmasın.

Ankebut Suresi, 53. ayet:

Azap konusunda senden acele (davranmanı) istiyorlar. Eğer adı konulmuş bir ecel (tayin edilmiş bir vakit) olmasaydı, herhalde onlara azap gelmiş olurdu. Fakat kendileri şuurunda olmadan, onlara kuşkusuz apansız geliverecektir.

Lokman Suresi, 34. ayet:

Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah'ın Katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır.

Secde Suresi, 5. ayet:

Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir.

Ahzab Suresi, 38. ayet:

Allah'ın kendisine farz kıldığı bir şey(i yerine getirme)de peygamber üzerine hiçbir güçlük yoktur. (Bu,) Daha önce gelip geçen (ümmet)lerde Allah'ın bir sünnetidir. Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir.

Sebe Suresi, 3. ayet:

İnkar edenler, dediler ki: "Kıyamet-saati bize gelmez." De ki: "Hayır, gaybı bilen Rabbime andolsun, o muhakkak size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey O'ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da, daha büyük olanı da, istisnasız, mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır."

Sebe Suresi, 30. ayet:

De ki: "Sizin için belirlenmiş bir gün vardır ki, ondan ne bir an ertelenebilirsiniz, ne de (bir an) öne alınabilirsiniz.

Fatır Suresi, 11. ayet:

Allah sizi topraktan yarattı, sonra bir damla sudan. Sonra da sizi çift çift kıldı. O'nun bilgisi olmaksızın, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Ömür sürene, ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır. Gerçekten bu, Allah'a göre kolaydır.

Fatır Suresi, 45. ayet:

Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir.

Fussilet Suresi, 45. ayet:

Andolsun, Musa'ya kitabı verdik, fakat onda anlaşmazlığa düşüldü. Eğer Rabbinden (daha önce) bir söz geçmiş (verilmiş) olmasaydı, mutlaka aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Gerçekten onlar, bundan yana kuşku verici bir tereddüt içindedirler.

Fussilet Suresi, 47. ayet:

Kıyamet-saatinin ilmi O'na döndürülür. O'nun ilmi olmaksızın, hiçbir meyve tomurcuğundan çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Onlara: "Benim ortaklarım nerede" diye sesleneceği gün, dediler ki: "Sana arzettik ki, bizden hiçbir şahid yok."

Şura Suresi, 14. ayet:

Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki 'tecavüz ve haksızlık' dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından kitaba mirasçı olanlar ise, herhalde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.

Muhammed Suresi, 19. ayet:

Şu halde bil; gerçekten, Allah'tan başka İlah yoktur. Hem kendi günahın, hem mü'min erkekler ve mü'min kadınlar için mağfiret dile. Allah, sizin dönüp-dolaşacağınız yeri bilir, konaklama yerinizi de.

Kamer Suresi, 49. ayet:

Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık.

Kamer Suresi, 51. ayet:

Andolsun Biz sizin benzerlerinizi yıkıma uğrattık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?

Kamer Suresi, 52. ayet:

Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda (yazılı)dır.

Kamer Suresi, 53. ayet:

Küçük, büyük herşey satır satır (yazılı)dır.

Hadid Suresi, 22. ayet:

Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır.

Haşr Suresi, 3. ayet:

Eğer Allah, onlara sürgünü yazmamış olsaydı, muhakkak onları (yine) dünyada azaplandırırdı. Ahirette ise onlar için ateş azabı vardır.

Tegabün Suresi, 11. ayet:

Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet (hiç kimseye) isabet etmez. Kim Allah'a iman ederse, onun kalbini hidayete yöneltir. Allah, herşeyi bilendir.

Talak Suresi, 3. ayet:

Ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, Kendi emrini yerine getirip-gerçekleştirendir. Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır.

Nuh Suresi, 4. ayet:

"Ki günahlarınızı bağışlasın ve sizi adı konulmuş bir ecele kadar ertelesin. Elbette Allah'ın eceli geldiği zaman, o ertelenmez. Bir bilmiş olsaydınız."

Cin Suresi, 25. ayet:

De ki: "Bilmiyorum, size vadedilen (kıyamet ve azap) yakın mı, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koymuştur?"

Cin Suresi, 28. ayet:

Öyle ki onların, Rablerinden gelen risaleti (insanlara gönderilenleri) tebliğ ettiklerini bilsin. (Allah,) onların nezdinde olanları sarıp-kuşatmış ve herşeyi sayı olarak da sayıp-tespit etmiştir.

 

GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ

Son dakika haberler, köşe yazılar, ekonomi, magazin, siyaset, spor gündeminin tek adresi HaberTurk.com; HaberTurk.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz, haberler izinsiz olarak kopyalanamaz ve başka yerde yayınlanamaz.

KUR’AN’DA KADER

Doç.Dr. H. Musa BAĞCI
Dicle Ünv. İlahiyat Fakültesi

 Kader Kavramı

            Kader kavramı tarihî gelişimi içinde farklı yorumlarla karşı karşıya kalmıştır. İslâm tarihinde meydana gelen siyasi ve toplumsal olaylar, bu kavramın şekillenmesinde büyük rol oynamıştır. Öyle ki anılan olaylar ve yapılan itikadi tartışmalar, Kur’an’daki kader ve türevlerinin anlamlarına da etki etmiştir. Kader ve türevleri, Kur’an’daki gerçek anlamlarından farklı bir şekilde yorumlanmıştır. Durum hadisler açısından da pek farklı değildir. Sonradan uydurulan birçok hadis, Kur’an’ın genel ilkelerine aykırı anlamları ortaya çıkarmıştır. Bu olaylardan ve tartışmalardan etkilenen İslâm bilginleri, tartışmaların ürettiği anlamları Kur’an’ın bazı ayetlerine yüklemeye çalışmışlardır. Sonuçta ekollere göre farklı kader anlayışları ortaya çıkmıştır. Bu anlamlar sonradan telif edilen sözlüklere de yansımıştır. Biz, önce kaderin sözlükteki anlamını verdikten sonra, itikadî ekollerin bu kelimeye yükledikleri terim anlamını ortaya koyacağız ve sonra da Kur’an’daki anlamına işaret edeceğiz.

1. Sözlük Anlamı

            Kader kelimesi, sözlükte geniş bir anlamı ifade eden bir kavramdır. Q-d-r kökünden gelmekte olup şu manalara kullanılmıştır. Ölçme[1], güç yetirme.[2] kaza ve hüküm [3] -yani Allah’ın bir şey için takdir ettiği kaza ve onun hakkında verdiği hükmün kendisidir-[4] rızkı daraltma,[5] ölçerek ve takdir ederek tayin [6] anlamlarına gelmektedir. Bu anlamların dışında kader her şeyin olduğu gibi kılınması,[7] ezelden ebede kadar cereyan eden olaylarda ve durumlarda hakim olan külli ilahi hüküm,[8] önceden ölçüp biçip hüküm vermek [9] anlamlarını da ihtiva etmektedir.

2. Terim Anlamı

            Kader kavramına itikadî ekollerin anlayışlarına göre farklı anlamlar yüklenmiştir. İslâm itikadî ekollerinden el-Maturidi ve el-Eş’arî ekolleri kaza ve kaderi birbirlerinin yerine kullanmışlardır. Mu’tezile ise bu ekollerin anlayışlarından farklı ve tamamiyle zıt bir tanım meydana getirmiştir. Hasılı ekoller arasında tam bir uyum sözkonusu değildir. Maturidiler kaderi “Allah’ın ezelden ebede kadar olmuş ve olacak şeylerin zaman ve mekanını, sıfatlarını, hususiyetlerini ve her türlü özelliklerini bilip ezelde o surette tahdit etmesidir.”[10] şeklinde tanımlarken, Eş’ariler ise kaderi “Cenab-ı Hakkın her şeyi vakti gelince ezeli ilmine uygun ve irade ettiği şekilde meydana getirmesidir.”[11] biçiminde tanımlamışlardır. Felsefecilerin tanımı Eş’arilerin kader tanımıyla paralellik arz etmektedir.[12]

            Mu’tezile bu tanımları reddederek, kaderi yani, insanın davranışları konusunda önceden tespit ve tayin fikrini kabul etmemektedir. Onlar insanın fiillerini kendi hür iradesiyle yaptığını, Allah’ın buna bir katkısının bulunmadığını ve Allah’ın bilmesinin ise eşyanın ancak vukûundan sonra olduğunu iddia etmektedirler.[13]Dolayısıyla Mu’tezile insanın davranışlarıyla ilgili olan kaderi reddetmektedir.

            3. Kur’an’da Kader Sözcüğünün Kullanılışı

            Kur’an’daki kader ve türevlerine ilişkin kelimeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, bu kavramın yukarıdaki tanımlanan terim anlamlarıyla hiçbir ilişkisinin olmadığı görülmektedir. Zira tarihi süreç içerisinde diğer kavramlarda olduğu gibi kader kavramında da siyasi ve itikadî tartışmaların neticesinde anlam kaymalarının olduğu, bunun sözlüklere ve çeşitli eserlere yansıdığı müşahede edilmektedir. Bu nedenle, haklı olarak Seyyit Ahmet Han (1817/1898) : “sözlüklerde veya edebî eserlerde kaydedilmemiş anlam ve tarzda belli bir kelimenin Kur’an’da kullanılmış olabileceği, her zaman ihtimal dahilindedir.”[14]demektedir. Bir başka deyişle, siyasî ve içtimaî şartlar ortamında oluşturulmuş sözlüklerde, çeşitli tefsir ve fıkıh kitaplarındaki yorumlar, Kur’an’daki bazı kavramların içeriğini yeni anlamlarla doldurduğu ve o kavramları gerçek anlamlarından saptırdığı bir vakıadır. Nitekim Hint-Pakistan alt kıtasındaki çağdaş yazarlardan Muhammed Ebu Zeyd de aynı problemi gündeme getirerek birçok kamusun ve fıkıh alimlerinin eserlerindeki anlamı ifade eden kelimeleri Kur’an’a atfettiğini, bununla, onların Kur’an’ın kastetmediği farklı bir mana elde ettiklerini söylemektedir.[15]

            Kader ve takdir kelimelerinin anlam kaymasına bir başka neden olarak da ortaçağ sonlarında Müslüman toplumlarda güçlü bir cebriye anlayışının yaygın olması, -ki böyle bir fikrin Müslümanlar arasında yayılmasına sebep Kur’an değil, dışardan gelen yabancı etkilerdir- ayrıca Panteist Sufi görüşlerin (özellikle 16.yüzyıldan sonra) yayılması ve en fazla da bilhassa Ferisiler gibi gelişmiş milletlerin kadercilik anlayışı ile yoğrulmuş dünya görüşlerinin Müslümanlar arasına girmesi olup, bu tip etkilerin tesiriyle Kur’an’daki kader anlayışı, insan davranışları da dahil her şeyin önceden ilahi olarak takdir ve tespiti şeklinde yorumlanmış olmasıdır.[16]

            Gerek yukarıda söylenen tespitler, gerekse kader kavramı konusundaki araştırmalarımız, kader ve türevleri ile ilgili kelimelerin de diğer kavramlar gibi anlam kaymasına maruz kaldığını göstermektedir.

            Oysa ki kader ve onun türevlerinin Kur’an’daki anlamı, Allah’ın bu kainat için koymuş olduğu sağlam bir nizam, genel yasalar ve Allah’ın sebepleri müsebbiplere bağladığı (sebep-sonuç ilişkisi kanunu) kanunlar anlamına gelmektedir. Allah, bu kainat için koymuş olduğu nizamları, kanunları ve kuralları yaratmış ve bu kainattaki varlıklar bu kanun, kural ve nizama göre cereyan etmektedirler.[17] Bu anlam, kaderin zikredildiği Kur’an ayetlerinde bu şekilde varit olmuştur.[18] İşte kainatın bir düzen ve nizam içinde yaratıldığını kabul etmek gerekir ki buna kader, yani, takdir edilmiş bir ölçü ve düzen denmektedir.[19] Kader ve türevlerinin kullanılışlarında alacağı mananın mihverini “bir ölçü dahilinde tayin etmek, her şeyi bir ölçü ve nizama göre tanzim etmek[20] teşkil etmektedir. insan da davranışlarında Allah’ın koyduğu fiziki, sosyal kanun ve nizamlara tabidir. Ve onlara göre aklını kullanarak en iyi şekilde hareket etmekle sorumludur. Bundan dolayı yaptığı iyilikten sevap, ettiği kötülükten de günah kazanır.[21] Kanaatimizce Kur’an’ın kader ve türevlerine yüklediği anlam budur. Böyle bir anlama sahip olduğunu Kur’an’da geçen ayetleri inceleyerek ispatlamaya çalışalım.

4. Kur’an’daki Kaderle İlgili Ayetleri Nasıl Anlamalıyız?

            Kur’an’da kader konusunu işlerken önce kader ve türevlerinin geçtiği ayetleri gözden geçirip, daha sonra içerisinde bu kelimelerin bulunmadığı, fakat kader inancına delalet ettiği öne sürülen ayetleri ele almamız yerinde olacaktır.

            Kur’an’da “kader” ve “takdir” kelimeleri birçok ayette geçmektedir. Kader kavramını izah ederken de bahsettiğimiz gibi, bu kelimeler birden çok manada kullanılmış olup miktar, ölçü, bir şeyi belli bir ölçüye göre tayin etmek ve bir nizama göre yapmak anlamlarına gelmektedir.[22] Kur’ân, Kainatta her şeyin belli bir ölçüsü olduğunu, bütün varlıkların bir nizam ve düzen içerisinde hareket ettiğini ve bu ölçünün dışına çıkamayacağını bildirmektedir. Allah’ın yaptığı işlerin bir nizamı, ölçüsü ve hikmeti vardır. Lüzumsuz ve anlamsız bir iş yapması düşünülemez. İnsan da dahil olmak üzere her şeyin belli bir nizamı ve düzeni vardır. İşte genel olarak kader ve türevlerinin geçtiği ayetlerden bu anlamı çıkarabiliriz. Şimdi bu ayetleri incelemeye çalışalım.

“Bakın, biz her şeyi gerekli ölçü ve nisbette yarattık.”[23] Bu ayet, Allah’ın yaratmasının gelişi güzel, rasgele olmadığını her şeyin bir kanun, ölçü ve oran dahilinde cereyan ettiğini[24] ve hikmetinin gerektirdiği şekle uygun bir tertip ve düzen içersinde yarattığını bildirmektedir.[25] Fakat bu ayeti her şeyin vukû’undan evvel ezelde ilm-i ilahîde takdir edilmiş bir kaderle yaratıldığı şeklinde yorumlayan Hamdi Yazır: “Bu kaderin fiilen yaratılışı, o kadere göre vaki olur. Onu başkası istediği gibi tayin edemez. Onun için mucrim kendi iradesine göre cürmün mahiyet ve mukadderatını değiştiremez. Kaderde akıbeti bedbahtlık, mes’ûliyet ve mahkumiyet ile cehenneme götürmek olan cürm-ü measî, sevap ve saadet vesilesi yapılamaz. Onun için mücrim, mucrim oldukları haysiyetten dalal ve niran içindedirler.”[26] diyerek ayetteki “bi kaderin” ifadesini önceden tayin ve tespit edilmiş alınyazısı anlamında izah etmeye çalışmıştır. Kanaatimizce ayette geçen söz konusu ifadeyi diğer kader ve türevlerinin geçtiği ayetlerle bir bütün olarak değerlendirilirse burada bir kainat nizamından bahsedilmekte olduğunu görülecektir.

“Her şeyi yaratan ve her şeyi belli bir yasalar örgüsüne göre düzene koyan O’dur.” [27] Yani yarattığı ve idame ettirdiği büyük kozmik düzen içinde her şeye ya da her olaya belli bir fonksiyon, belli bir mahiyet ve keyfiyet tayin eden O’dur.[28] Allah her şeyi belli bir ölçü ve düzen içerisinde ihdas etmiştir. İnsanı da gördüğün bu düzen ve ölçü içerisindeki şekil üzere yaratmıştır. Din ve dünya işlerinde kendisiyle ilgili teklifler ve maslahatlar için onu takdir etmiştir. Keza her canlı ve cansız, hikmet ve tedbir örnekleriyle belli bir ölçü içerisinde ve en düzgün tabiatta yaratılmıştır.[29] Dolayısıyla Allah her şeye biçim, şekil, potansiyel güç, nitelik, süre, gelişme v.b. şeyler vermiş, kendine ayrılan alanda fonksiyonunu yerine getirebilmesi için rızk ve araçlar vermiştir.[30] Bundan dolayı ayetteki takdirin anlamı, yarattığı her şeyi en güzel bir şekilde, bozukluk ve tenakuz olmaksızın yapması, hikmetine uygun olarak hazırlaması şeklinde anlaşılmalıdır.[31]

            Allah’ın gücünü inkar eden Yahudiler hakkında inen: “Allah’ı gereği gibi takdir edemediler”[32] ayetindeki kadrkelimesinin anlamı, “Allah’ı layık olduğu veçhile tanımadılar, ona gereği gibi ta’zim göstermediler”[33] demektir.

            “Allah dilediğine rızkı bol ve (belli) bir ölçü ile verir”[34] Allah bütün varlıkların rızk vericisidir. Varlıkların ihtiyaçlarına ve kapasitelerine göre fizikî, ahlakî ve ruhî büyüme ve gelişmeyi ihtiva eden rızkı ancak o verir.[35] Allah rızkı bol bir şekilde verirken, rasgele, gelişi güzel değil, bir hikmete ve belli bir ölçüye göre verir. İşte bunu ifade etmek için Allah “yebsutu” (yayar) kelimesinin akabine bir hikmete ve ölçüye göre verir anlamında “yakdiru” lafzını kullanmıştır.[36] ez-Zemahşerî’nin şu yorumu da bu manayı güçlendirmektedir: “Allah’ın rızkı yayması ve onu kısması da bir hikmete ve maslahata tabidir. Allah bu konuda orta yolu gözetir. Ne aşırı derecede rızkı vermekte ne de bunun aksi olan rızkı kısmada mübalağa etmez. Orta yolu takip eder.[37]

            “Ey Musa bir kader üstüne geldin”[38] ayetindeki kader kelimesi klasik anlamda Allah’ın ezelî ilminde tayin ve tespit olunan kader değildir. Buradaki mana başkadır. Ayetin siyak ve sibakına baktığımızda, sibakında Hz.Musa’nın peygamberlikten önceki büyüme ve yetişme çağı anlatılıyor. Siyakında ise Hz.Musa’nın Allah tarafından peygamber seçildiğinden bahsediliyor. O zaman bu ayeti şu şekilde anlamak daha uygundur: “Senelerce Medyen halkı arasında kaldın. Ey Musa peygamberliğe tâkat getirecek çağa ulaştın. Şimde de seni (peygamber olarak) seçmiş bulunuyorum.”[39]

            “O ki (bütün mevcudatın) tabiatını belirlemekte ve onu (hedefine doğru) yöneltmektedir.”[40] Yani, yarattığı ve idame ettirdiği büyük kozmik düzen içinde her şeye ya da her olaya belli bir fonksiyon, belli bir mahiyet ve keyfiyet tayin eden O’dur. Allah varlıkların hepsi için değişim planına göre kendilerine uygun ve kendilerini geliştirebileceği kanunlar ve kurallar vaz’ etmiştir. O bütün ihtiyaçları tam olarak belli bir ölçü dahilinde vermiş ve bize koyduğu kanunlara uygun olarak da fiziksel ve ruhsal kabiliyet ve yetenekler bahşetmiştir. O bize aynı şekilde doğru yolu göstermiştir. Biz bundan dolayı mekan ile kanunların oyuncağı değiliz. Aklımız ve irademiz çalışmaktadır. Ve biz insanın alın yazısını aşabiliriz.[41] Bu gerçeği şu ayette de müşahede etmek mümkündür: “Bizim Rabbimiz, (var olan) her şeye gerçek özünü ve biçimini veren ve sonrada her şeyi (kendi doğasının gerektirdiği) yola yönelten varlıktır.”[42]

            Demek ki Allah bütün varlıkların içine yetenek ve kabiliyetlerini aşılamış ve kainata bırakmıştır. İnsanın içine iyiliği ve kötülüğü ilham etmiş,[43] Peygamber gönderip mesajını vahyederek desteklemiş ve evrende imtihana tabi tutmuştur. Allah’ın kanunları vaz’ edip insanı kainata bırakması, Allah’ın atıl halde bırakılması anlamına gelmemelidir. Allah gerektiği zaman tabiî kanunları bozmadan müdahale etmektedir. Ama bu müdahalenin nasıl ve ne derece olduğunu Allah bilmektedir. Dua mekanizmasının işlevi de burada yatmaktadır.

            “Böylece (yere ve göğe ait) sular belli bir ölçüye göre birleşti.”[44]

            “Kim Allah’a güvenirse, O ona kafidir. Gerçek şu ki Allah irade ettiği işi sonucuna ulaştırır. Allah her şey için bir (vade ve) ölçü belirlemiştir.”[45] Ayette dünya düzeni çok açık bir şekilde ortaya konduğu, yani hiçbir şeyin gelişi güzel yaratılmadığı, her şeyin belli bir yere oturtulduğu “Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” ifadesiyle sebep-sonuç münasebetleri sisteminin kabul edildiği görülmektedir.[46]

            “Gökten ölçülü miktarda suyu indiren O’dur.”[47]ayeti ise yağmurun bir ölçü dahilinde evrendeki varlıkların ihtiyaçları nispetinde ve zarar görmeyecekleri şekilde ineceğini bildirmektedir.[48]

            Yukarıda zikrettiğimiz ayetlerde ve kader ve türevlerinin geçtiği diğer ayetlerde ortaya çıkan anlam ile insanın yaratılmasından önce yapacağı davranışların belirlenmesi anlayışı arasında bir ilintinin bulunmadığı yaptığımız tetkikten anlaşılmaktadır. Bu ayetleri gerek siyak ve sibakına gerekse Kur’an’ın bütünlük ilkesi çerçevesinde değerlendirildiği zaman kader ve türevlerinde “önceden tayin ve tespit “anlamının söz konusu olmadığı görülmektedir.

            Kur’an’da kader ve türevlerinin genel mihver anlamını bu şekilde tespit ettikten sonra önce irade hürriyetini açıkça ifade edenleri, sonra da cebir anlayışını telkin ettiği ileri sürülen ayetleri incelemeye geçebiliriz.

            Kur’an’da bir kısım ayetler, insanın hareket ve davranışlarında hür irade sahibi olduğunu, onu bu fiilleri yapmaya zorlayacak hiçbir zorlayıcı gücün bulunmadığını ve bundan dolayı da yapıp-ettiklerinden sorumlu olduğunu göstermektedirler.[49]

            “Herkes kendi kazancıyla değerlendirilir.” (74, Müddessir, 

            “Bu yaptığınızın karşılığıdır. Yoksa Allah Kullarına asla zulmetmez.” (3, Ali İmran 182).

            “Kim Yararlı iş yaparsa kendi lehine, kim de kötülük işlerse, kendi aleyhinedir.” (41, Fussilet, 46).

            “De ki: “Rabbiniz gerçeği göstermiştir. İsteyen iman etsin, isteyen küfretsin.” (18, Kehf, 29). Görüldüğü gibi insan Kur’an’da açıkça sorumlu bir fail olarak takdim edilir.[50]

            Diğer bir kısım ayetlerde yukarıdaki ayetlerin aksine insanın hareket ve davranışlarında ihtiyar sahibi olmadığını, her şeyin belli bir çizgide cereyan ettiğini, insan için yapılacak bir şeyin bulunmadığını ifade eder görünümündedirler.[51] Bu ayetlerde ilahi hükümranlık anlayışı mevcuttur. Allah alelerin yüce Rabbi olarak takdim olunur. Onun hakimiyeti yaratma kudreti üzerine kurulmuştur.

            “Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediğini yaratır. O, dilediği kimseye kız evlat verir, dilediği kimseye de erkek evlat verir. Yahut da onları erkekli dişili ikizler yapar ve dilediğini de kısır yapar; çünkü O, çok iyi bilendir, her şeye kadirdir.”[52]

            “İşte bu (Kur’an) bir öğüttür ve dileyen Rabbine bir yol tutar. Bununla beraber Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz, çünkü alim ve hakim olan ancak Allah’tır.”[53]

            “Eğer Rabbin dileseydi yeryüzünde kim varsa hepsi toptan iman ederdi… Allah’ın izni olmadıkça hiçbir nefsin iman etmesi mümkün değildir.”[54]

             “O (Kur’an) alemler için bir öğüttür. İçinizden doğru gitmek isyetenler için; fakat O alemlerin Rabbi Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz.”[55]

            Bazı İslâm bilginleri [56] bu iki grup ayetlerin ortak bir paydada birleşmediğini, birinci grup ayetlerin hürriyete, ikinci grup ayetlerin cebre delalet ettiğini söylemişlerdir.[57] Esasında ilahî kitapta çelişki olduğunu düşünmek ve ayetlerin bir kısmını esas anlamlarından farklı bir şekilde yorumlamak manasız bir iştir. Aslında Kur’an’da te’vil etmeyi gerektiren ve birbirine zıt hiç bir ayet yoktur.[58]

            Genelde Müslümanlar Kur’an’ın ne dediğini anlamaktan ziyade, kendi görüşlerini doğrulatmak için Kur’an’dan deliller aramışlar ve neticede dayanağı Kur’an olduğu iddia edilen bir birine zıt görüşler ortaya çıkmıştır.[59] Kaderi savunanlar kendi görüşlerine uygun olan ayetleri delil olarak alırken, insanın sorumluluğunu iddia edenler de kendi görüşlerine uygun düşen ayetleri delil olarak kabul etmişlerdir. Her grup Kur’an’ın konuyla ilgili ayetlerini bir bütün olarak ele almak yerine, sadece kendi fikirlerini ispat edecek ayetler üzerinde durmuşlardır. oysa Kur’ân ayetlerini hiçbir insanın kendi hevasına göre anlamaya hakkı ve yetkisi yoktur.[60] Bu şekilde davranmak Kur’an’ın ruhuna aykırı hareket olur ve çok tehlikeli sonuçlar doğurur. Nitekim sadece batılılar değil, Müslümanlar bile sık sık fikirlerini veya bağlı oldukları ekollerin fikirlerini destekleyebilmek için Kur’an’ın nasıl belli ayetlerini alıp diğerlerini gözardı etmek suretiyle parçacı bir yaklaşım sergiledikleri gayet iyi bilinmektedir.[61] Kur’an ayetlerini anlamada bir takım objektif kriterler vardır. Bunlar 1. Ayet çerçevesi 2. Siyak ve sibak 3. Kur’an’ın bütünlüğü ilkesi [62] 4. Kainattaki fizikî ve sosyal kanunlar çerçevesi 5. Akl-ı selim’dir.[63]

            Kur’an ayetlerini değerlendirirken bu kriterleri göz önünde tuttuğumuz takdirde yukarıdaki iki grup ayetlerin birbiriyle çelişmediği açık biçimde söylenebilir. Birinci grup ayetler insanın özgür olduğunu söylerken, ikinci grup ayetler insanın özgür olmadığını söylememektedir. İkinci grup ayetler her şeyin Allah’ın kontrolünde olduğunu söylerken, birinci grup ayetler bunun aksini söylememektedir.[64] Farklılık insanların ayetleri anlayış şeklindedir. Bazı düşünürler ayetleri mevcut kültür, gelenek, örf ve adetlerin etkisiyle önyargılı olarak yorumlamışlar ve sahip oldukları düşüncelere Kur’an’dan referans bulmaya çalışmışlardır. Nitekim el-Eş’arî bu önyargı ve mezhep taassubundan olsa gerek ki “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” (İnsan, 30; Tekvir, 29) “Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi.” (Bakara, 253) “Dileseydik herkese hidayet verirdik.” (secde, 13) “Her istediğini yapandır.” (Hud, 107; Buruc, 16) ayetlerini parçacı bir yaklaşımla muhalifi Kaderiyye ekolüne karşı delil olarak getirmiş, konuyla ilgili Kur’an’ın diğer ayetlerine hiç temas etmemiştir.[65] Oysaki Kur’an’a göre Allah’ın dilemesini ele alırken onun yaratıcılığını, kudretini, adaletini, hikmetini ele alan pasajlarla birlikte, insan sorumluluğu, iradesi, yapıp ettiklerinden dolayı ceza veya mükafatla karşılaşması gibi hususlardan bahseden ifadeleri de göz önüne almak gerekir.[66]

            Kanatimizce insanın iradesini selbettiği ileri sürülen ayetler Allah’ın azametini, yüceliğini, engin bir kudrete ve kuvvete sahip olduğunu, hükümranlığın kendisine ait olduğunu vurgulayarak insanın bu dünyada başıboş bırakılmadığını göstermektedir. Başka bir deyişle Kur’anî bütünlük içerisinde Allah’ın dilemesiyle ilgili ayetlerde, insanın acizliğini, Allah’ın kudret ve azametini vurgulayarak kullara, Allah’a teslim olma duygusunu yerleştirmektir. Gerçekten kulların benliğinde, Allah’ın tapınmaya layık olduğu yegane varlık olduğu, onun kudretini ve azametini her zaman görüp hissetmeleri gerektiği şuurunu iyice pekiştirmek, varlık alemini yaratıp bir kenarda oturmayan kainattaki hadiseleri bütün yönleriyle takip eden bir Allah anlayışını ikame etmek noktasında fevkalade mühim rol oynar.[67] Allah’ın dilemesiyle ilgili ayetleri bu şekilde değerlendirmek gerekir. Aksine bu ayetlerden insanın iradesini selbettiği ve insanın fiillerinde mecbur olduğu anlamı çıkarılamaz. İnsanın hür olduğunu vurgulayan ayetler ise açıkça insanın yaptıklarından sorumlu olduğunu göstermektedir.

            Netice itibariyle yukarıda maddeler halinde tespit ettiğimiz Kur’an’ı anlama kriterlerine göre ayetleri değerlendirirsek ve Kur’an’ı bir bütün olarak ele alırsak bu ayetler içinde insan sorumluluğunu ortadan kaldıran önceden tespit ve tayin fikrine yer olmadığı görülecektir. Bunun aksi düşünüldüğü takdirde bu dünyada imtihana tabi tutulmanın,[68] ahirette hesaba çekilmenin,[69] emir ve yasaklardan sorumlu olmanın ve cennet ve cehennemin[70] anlamını açıklamak imkan dahilinde olmaz. Bu açıdan ayetlerde bir tenakuzun olması mümkün değildir. İnsan sorumludur ve sorumluluğu oranında hürriyete sahiptir. Bu hürriyet Allah’ın çizmiş olduğu sınırlar dahilindedir. Bu mutlak ve sonsuz hürriyet değildir.

            Bu noktada kader ve türevleri geçmediği halde insanın davranışlarını tayin ve tespit ettiği veya bir nevi cebir olduğu hissini veren ayetlere geçmeden önce bir kaç hususu vurgulamak gerekir.

            Kur’an sürekli olarak mükemmel bir düzenden bahsetmektedir. Bunu Allah’ın varlığına delil olduğunu belirtmekte kalmayıp, aynı zamanda onun birliğinin delili olduğunu söylemektedir.[71]

            Allah kainatta genel bir düzenin olduğunu, her şeyin bir nizama ve yasaya bağlı bulunduğunu ve bu yasaların değişmezliğini vurgulamaktadır. Kainatta nedensellik ilkesi hakimdir. Bu yasalardan biri de, Allah’ın insanoğlunu fiillerinde hür ve tercih sahibi olarak yaratmasıdır. İnsan hiçbir baskı ve zorlamaya boyun eğmez.[72]

            Kur’an’a göre Allah bir şey yaratacağı zaman, o şeyin kabiliyetlerini ve davranış kanunlarını mahiyeti (tabiatı veya karakteri) içerisine yerleştirir. Böylece o şey bir düzen içerisine girmiş olur. Alemde etken bir duruma geçer. İşte evrendeki her şey mahiyeti içerisine yerleştirilmiş kanunlar muvacehesinde hareket ettiği için Allah’ın iradesine teslim olmuştur. Oysa ki, insan, Allah’ın emrine uyup uymamakta bir seçim yapabilme kabiliyeti kendisine verildiği için, iyi veya kötüyü seçebilmekte hürdür. Diğer bütün varlıkların mahiyetine kabiliyetleri, davranış kanunları nasıl yazılmışsa insanın tabiatına da iki alternatifi seçebilecek şekilde yazılmıştır.[73] Şu ayet bunun delilidir: “İnsan benliğini düşün ve onun nasıl (yaratılış) amacına uygun şekillendirildiğini; ve nasıl ahlakî zaaflarla olduğu kadar Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle de donatıldığını; Her kim (benliğini) arındırırsa, kesinlikle mutluluğa erişecektir. Onu (karanlığa) gömen ise hüsrandadır.[74]

            İmtihanın adil olması için gerekli ilk öge, insanın kazanmaya (felah) da kaybetmeye (hüsran) de elverişli olmasıdır. Bunu izleyen ikinci öge ise, hayatın belli ölçülerde insanın önünde boyun eğecek bir tarzda bulunmasıdır.[75] Zira insanın bir görevle sorumlu tutulması, o görevi yerine getirmeye kabiliyetli olması halinde anlamlı ve adil olur. Kur’an insanlığın görevlendirilmesinde temel ilke olarak bunu kabul eder. (2, Bakara, 286) İnsanın bir şey yapmaya kabiliyetli oluşu ise, aynı zamanda o şeyi yapmama yeteneğini de beraberinde getirir. Şayet bu iç içelik söz konusu değilse kabiliyetten değil, zorunlu rolden söz etmek gerekir. Oysaki Kur’an’da insan için zorunlu bir rolden değil, çift kutuplu bir potansiyel iç içelikten söz edilmekte olduğu açıktır. (91, Şems, 7-8; 76, İnsan, 2-3)[76]

            Görülüyor ki bütün tabiat Allah’a otomatik bir iradeyle itaat ettiği halde, insan eşit olarak itaat etmek veya etmemekte serbest bırakılmıştır.[77]

            Bu vasıfta olan insana Allah iyi ve kötü yolu göstermek için, akıl, peygamber ve kitaplarla destekleyerek onun doğru yolu bulmasında kendisine yardım etmiştir. Ama buna rağmen bazı insanlar kendi iradeleriyle iyiyi seçerken, bazıları ise ma’siyeti tercih etmişlerdir.

            Böylece Kur’an, insanın eliyle oluşturduğu olayların mukadder (predetermined) bir şey olduğu anlayışına yer vermemektedir.[78] Ama tabiî ve kevnî hadiselerin önceden tespit ve tayin edilmesinde bir sakınca yoktur. İnsana gelince, o sorumlu bir varlıktır. İnsanın sorumluluğu oranında hürriyeti olması, sınırları Allah tarafından çizilmiş sahada insanın kendi kaderini kendisinin belirlemesi kadar tabiî bir şey yoktur.[79] Bu sınırlar içerisinde insanın davranışları önceden belirlenmiş olamaz. Zira Kur’an tarihi seyir içinde doğrudan doğruya etken olarak insan fiillerini kabul etmekte, bununla birlikte diğer haricî etkenlerin rolünü de tamamen inkar etmemektedir. Kur’an’a göre tarihe şekil veren insanlıktır.[80]

            Kur’an insan davranışlarının belirlenmesinde gerek dahilî gerekse haricî faktörlerin rolünü inkar etmemekle birlikte, insanı etkileyen bu unsurların, bizzat insan tarafından üretildiğini söylemektedir. Böylece Kur’an’ın tarihin direksiyonunu insanın eline vermiş olduğunu söyleyebiliriz.[81]

            İnsan belli bir alanda kendi kaderini kendisi tayin etmektedir. Ama insanın yaptığı bu davranışları Allah’ın önceden ezelî ilmi ile bilmesi onun yapıp-ettiklerini engeller mi? İnsanlar yaptıkları davranışları Allah öyle bildiği için mi yapıyorlar? Yoksa Allah’ın ilmi insanların davranışlarına mı bağlıdır? Bu konuda gerek kelamcılar, gerekse felsefeciler çeşitli münakaşalara girmişler ve her biri kendi dünya görüşleri ve bakış açıları doğrultusunda çözüm bulmaya çalışmışlardır. Kelamcılar “ilim maluma tabidir” kaidesini getirerek Allah’ın ilmini insan davranışlarına tabi kılarken, felsefeciler ise insan fiillerini cüziyyattan kabul edip, Allah’ın ilminin küllî olanları bilip, cüz’î olanları bilmediğini veya insan davranışlarının Allah’ın ilminin konusu olmadığını ileri sürerek bir çözüm bulmaya çalışmışlardır. Bu Allah’ın ilmi konusu başlı başına bir konu olup, bizim tez sınırlarımızı zorlayacağı için bu konunun ayrı bir çalışma olarak yapılması gerektiğini düşünüyor ve bu konuyu şimdilik şu şekilde noktalamak istiyoruz: Allah kuşatıcı ilmi sayesinde insanın hidayet ve iyiliği mi, yoksa sapıklık ve kötülüğü mü tercih edeceğini bilir. Ama bunları Allah’ın bilmesi baskı ve dikte etme anlamına gelmez.[82] Bu Allah’ın koyduğu sünnetullah çerçevesinde vuku bulan veya bulacak olanın açığa çıkmasıdır. Söz konusu sünnetullah mükellefiyet, mükafat ve cezanın üzerine bina edildiği tercih yasasıdır.[83] Fakat bu çözümünde tatmin edici olduğunu söylemek mümkün değildir.

            Bu önemli noktaların altını çizdikten sonra Kur’an’da içerisinde kader kelimesi geçmediği halde cebrî bir yaklaşım sezilen ve insanın fiillerinin önceden tayin ve tespit edildiği imajını veren ayetleri incelememiz gerekir. Bunlardan ilki 57 Hadid süresinin 22. ayetidir: “Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış olmasın. Doğrusu bu Allah için kolaydır.”

            Bu ayetteki musibetin anlamı, insana şiddetle dokunan hadise ve felakettir.[84] Arzdaki musibet, kuraklık, kıtlık, hayvanlara, binalara araziye ait afetler ziyanlar ve zelzelelerdir. Nefislerdeki musibetler ise ölüm, hastalık, açıklık, işkence susuzluk ve fakirlik gibi acılardır.[85] Musibetlerin yaş ve kuru ne varsa her şeyin bir kitapta olması,[86] bizzat onların varlıkları anlamında değil, var olmaları için tabi olacakları kanunlar ve kurallar anlamındadır.[87] Bu anlamı ez-Zemahşerî’nin şu yorumu güçlendirmektedir: “Allah musibetleri yaratmadan önce hangi durumlarda insanın başına musibetler geleceğini tesbit etmiştir.[88] Yani Allah her varlık cinsi için bir kanun vaz’ etmiştir. Olaylar bu kanunlar çerçevesinde cereyan etmektedir.

            İnsanın başına kendi fiili sonucu musibet gelebileceği gibi, Allah’ın insanı imtihan etmesi için de [89] onun başına musibet gelebilir. “Başınıza gelen herhangi bir musibet ellerinizle işlediklerinizden dolayıdır.”[90] “Başlarına kendi işlediklerinden dolayı bir musibet geldiğinde…”[91] gibi ifadeler musibetlerin gelmesinin müsebbiplerinin insanlar olduğunu, ortam oluşunca, şartlar yerine gelince musibetlerin geldiğini haber vermektedir.

            Bu ayete göre, şayet kulun çalışması ve tercihi olmaksızın yazılan şeylerin hepsi vuku bulmuş olsaydı, Allah’ın emir ve nehyine, imtihan etmesine, va’d ve vaîde yani itaat edenin sevaba müstehak olması, yasaklanan fiili işleyen kimsenin de îkaba müstehak olmasına gerek kalmazdı. Bilakis bu abesle iştigal olurdu. Oysa ki adalet ve hikmet sahibi olan Allah (c.c) bütün bunlardan münezzehtir.[92]

            Tetkik edilmesi gereken diğer bir ayet de şudur: “Bu (mesaj) bütün insanlık için bir öğüt ve hatırlatmadan başka bir şey değildir. Doğru yolda yürümek isteyen her biriniz için. Ama Allah bütün alemlerin Rabbi, (o yolu size göstermeyi) dilemedikçe siz onu dileyemezsiniz.”[93] Bu ayet insan iradesini ve hürriyetini ortadan kaldırmaz. yani, onu isteyebilirsiniz, çünkü ancak Allah insana bağışladığı olumlu içgüdüler yoluyla ve peygamberlerine indirdiği vahiyler aracılığıyla size doğru yolu göstermek istemiştir. Bu da doğru yolu seçmenin Allah’ın evrensel rehberliğinden yararlanmak isteyen herkese açık olduğuna işarettir.[94] İnsan ancak Allah’ın iradesi ve dilemesi sınırları dahilinde dileyebilir. Beşerin dilemesi ve iradesi Allah’ın iradesinden müstakil değildir. Allah insanın iki yoldan birini, ya hidayet yolunu ya da dalâlet yolunu seçecek kabiliyette irade buyurmuştur.[95] İnsandaki bu irade ve dileme Allah’ın takdiridir. Belli sınırlar içerisinde insan seçme hakkına sahiptir. Bu hakkı ona vermeyi Allah dilemiştir. Şayet insan Allah’ın dilediği zaman dileyip, dilemediği zaman da dilememiş olsaydı, insanı sorumlu tutmanın, imtihan etmenin ve hesap sormanın bir manası kalmazdı. Belli sınırlar içinde Allah irade etmemizi dilemiştir. Aksi takdirde insan programlanmış bir robot haline gelirdi.

            Hamdi Yazır bu ayeti, Allah’ın sizin dilemenizi dilemesi, iradenizi irade etmesiyle diliyorsunuz.[96] şeklinde izah etmiştir. yani biliniz ki ihtiyarınızda olan bu dileme Allah’ın size sunduğu bir lütuftur. Şayet Allah sizin için dileme hürriyetini dilememiş olsaydı, sizin herhangi bir hürriyet ve iradeniz olmazdı. Çalışmalarınızda mecbur olurdunuz. Tıpkı güneş ve ay gibi.[97] Yukarıda verdiğimiz bu ayetin sibakı bu anlamı güçlendirmektedir.

            Bu ve buna benzer Kur’an ayetlerini bir bütün olarak ele almak gerekir. Kur’an’ın bütünlük ilkesini gözardı ederek tek bir ayeti ele alıp hüküm çıkarmak yanlış çıkarımlara yol açabilir. Kur’an’da “şâe” ve türevlerinin geçtiği ayetler incelediğinde bunların insanın iradesini selbetmediği görülecektir.

İnsanın iradesini ve hürriyetini selbettiği düşünülen bir başka ayette şudur: “De ki: “Bizim başımıza, asla Allah’ın bizim için yazdığından başka bir şey gelmez! O bizim yüceler yücesi efendimizdir; o halde inananlar (yalnızca) Allah’a güvensin.”[98] Bu ayet insanın davranışlarının önceden tesbit ve tayin, yani alın yazısı anlamına gelmez. Çünkü bu ayeti Kur’anî bütünlük ve siyak sibak kriterleri çerçevesinde düşündüğümüzde Allah’ın Müslümanlar için yazdığı şey, ya şehit olmaları ya da gazi olmalarıdır. [99] Bir sonraki ayette Allah: “Bize iki iyiden (gazilik ve şehitlik) başka bir şeyin gelmesini mi bekliyorsunuz?”[100] buyurmaktadır. Bu “iki iyi” sözcükleri hemen hemen çoğu tefsirlerde gazilik ve şehitlik anlamında yorumlanmıştır.

            Önceden tespit ve tayinle ilgisi olduğu iddia edilen ve aynı zamanda kader kelimesinin türevinin geçtiği diğer bir ayet de 33 Ahzab süresinin 38. ayetidir: (o halde,) Allah’ın kendisi için takdir ettiği şeyi (yapmasından dolayı) Peygambere hiçbir suç isnat edilemez. (gerçekte bu) sizden önce gelip geçenler için de Allah’ın bir uygulamasıydı, ve (şunu unutma ki) Allah’ın iradesi mutlaka tecelli eder.”[101] Bu ayette geçen “ve kane emrullahı kaderan makduran” ifadesi Allah’ın daha önceden her şeyi planladığı ve ona göre olayların vuku bulduğu şeklinde yorumlanmıştır. Ayetin öncesine baktığımız zaman Hz.Peygamber’in Zeynep bt. Cahş ile evliliğinden söz etmektedir. Hz.Peygamber evlatlığı Zeyd b. Harise’yi Zeynep’le evlendirmişti. Fakat bu çift geçinemediler. Zeyd bir süre sonra Hz.Peygamber’e gelerek ayrılmak arzusunda olduğunu dile getirdi. Bunun üzerine Hz.Peygamber halkın dedikodusunu düşünerek ayrılmalarını uygun bulmasına rağmen, bunu Zeyd’in yüzüne söylemedi ve ona sadece “Aileni yanında tut. Allah’tan kork.” deyince, Allah ona şöyle buyurdu: “Allah’ın açığa vuracağı şeyi insanlardan gizliyorsun. Oysa asıl korkmana layık olan Allah’tır. Allah’ın farz kıldığını işlemek konusunda peygambere hiçbir vebal yoktur. Allah’ın emri böyle olup yerine gelecektir.”[102] Bu son cümlenin anlamı şudur: Peygamberlerin Allah’tan bir emir aldıklarında bu görevi hemen yerine getirmeleri bir kanundur. Allah Peygamberine bir şey emrettiği zaman bütün dünya karşı çıksa bile peygamber bu emri yerine getirmelidir.[103] Geleneksel bakış açısına sahip tefsir alimleri bu ayeti ezelde değişmeyen, tebdil edilemeyecek olan kesinleşmiş bir hükmün yerine gelmesidir.”[104] şeklinde yorumlamışlardır. Halbuki bu hüküm mazi ile ilgili değildir. Müslümanların gelecekte uyacakları şer’î bir hükmün ortaya konmasıdır. [105] Yani Allah’ın emri yerine getirilebilecek bir emirdir. Allah’ın meşru kıldığı şey meşrudur. Allah, Hz.Peygamber’e Zeyd’in karısıyla evlenmesini meşru kılınca veya emredince başkalarından çekinerek bunu yerine getirmemek ona yakışmaz şeklinde anlaşılmalıdır.[106]

            Son olarak ele alacağımız bir başka ayet de şudur: “Allah (önceki mesajlarından) dilediğini yürürlükten kaldırır, dilediğini bırakır, pekiştirir, Çünkü vahyin kaynağı onun katındadır.”[107] Yani neshini irade ettiğini nesheder, dilediğini onun yerine koyar, yahut divan-ı hafazadan dilediğini siler, başkasını sabit bırakır, tevbe edenlerin günahlarını ve küfürlerini giderir. İyiliklerini, imanlarını ve taatlerini sabit kılar. Yahutta eceli yaklaşanı öldürür veya öldürmez.[108] Çünkü kitapların anası onun yanındadır Allah daima Yaratmayla meşgul olmaktadır.[109]O, kainatı ve insanları yarattıktan sonra, onları kendi hallerine bırakıp kendisi atıl bir vaziyette durmamaktadır. Görülüyor ki bu ayet değişmez surette alınyazısı anlamında kader manasını nefyeder.[110] Eğer her şey önceden tayin ve tespit olunmuş olsaydı, bu değişikliklerin olması lüzumsuz olurdu. Oysa ki ayet Allah’ın faal konumundan bahsetmektedir. Ayrıca Allah’ın silmesi ve tespit etmesi onun kendi koyduğu kanunlara bağlıdır.[111]

[email protected]
http://www.musabagci.tr.gg

[1] İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, V, 74; Ragıb el-Isfahânî, el-Müfredat s. 596; İbn Faris, Makâyîsu’l-luga V, 62; İbrahim Mustafa ve ârkadaşları, el-Mu’cemu’l-Vasît, s. 718; L. Gardet, el-Kaza ve’l-Kader mad. Encyclopedia of İslâm, IV, 365; D. B. Macdonald, Kader mad. MEB. İslâm Ansiklopedisi, VI, 41; Ayrıca 54 Kamer 49.

[2] İbn Manzur, a.g.e, V, 74; el-Isfahânî, a.g.e, s. 595,96; Macdonald, Kader, MEB. İ.A VI, 41; İbrahim Mustafa, a.g.e, s. 718; 5, Maide, 34; 16, Nahl, 175; 39, Zumer, 67; 48, Feth, 21; 57, Hadid, 21.

[3] İbn Manzur, a.g.e, V, 74; İbrahim Mustafa, a.g.e, s. 718 ; L. Gardet, el-Kaza ve’l-Kader, E.İ, IV, 365.

[4] İrfan Abdülhamit, İslâmda İtikadi Mezhepler ve Akaid Esasları, (Çev: M. Saim Yeprem), s. 267, 268.

[5] İbn Manzur, a.g.e, V, 77; el-Isfahânî, a.g.e, s. 596; İbn Farisa.g.e, V, 62; İbrahim Mustafa, a.g.e, s.718; L. Gardet, el-Kaza ve’l-Kader, E.İ. IV, 365 ; 13 Ra’d 26 ; 17, İsra, 30; 28, Kasas, 82; 42, Şura, 12, 27 ; 65, Talak, 7.

[6] İbrahim Mustafa, a.g.e, s. 718 ; İbn Hazm, Kitabu’l-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehvai ve’n-Nihal, III, 51,52 ; Macdonald, Kader mad. MEB. İ.A. VI, 41 ; 54, Kamer, 12; 80, Abese, 19 ; 87, A’la, 3.

[7] Kemaleddin Ahmed el-Beyâzî, İşaratu’l-Meram min İbarati’l-İmam, s.264 (Nesefi’den naklen)

[8] Makdonald, Kader mad. İ.A. VI,41; İbn Faris a.g.e, V,63 ; Okyanus, Ansiklopedik Sözlük, Kader mad. III, 1314 ; 33, Ahzab, 38.

[9] Macdonald, Kader mad, MEB. İ.A, VI, 41.

[10] Ebu Mansur el-Maturidî, Kitabu’t-tevhid, s. 307; Ahmed es-Savi, Haşiyetu’s-Savi ala tefsiri’l-Celaleyn, IV, 151; Halebî, el-Lum’a fi tahkîki mebâhisi’l-vucûd ve’l-hudûs ve’l-kader ve’l-ef’âli’l-ibâd, (tah: M. Zahid Kevseri) s. 35; Ali Arslan Aydın, İslâm İnançları ve Felsefesi, s. 255.

[11] el-Beyazi, a.g.e, s.265; Seyyid Şerif el-Curcânî, Şerhu’l-mevâkıf, s. 428; es-Sâvî, Haşiyetu’s-Sâvîa.g.e, IV, 151; et-Taftazânî, Kelam İlminin Belli Başlı Meseleleri, s. 160 (Çev: Şerafettin Gölcük) ; Aydın, a.g.e, s. 255.

[12] el-Curcânî, a.g.e, s. 428; İbn Sina Kaderi “Allah’ın ilmine göre varlıkların cereyan etmesidir” şeklinde tanımlar. eş-Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, III, 135; Abdulkerim el-Hatib, el-Kaza ve’l-Kader,s. 177. Ayrıca İbn Sina ve bazı filozoflar kazanın önce geldiğini ve kaderin, kazanın Allah’ın iradesiyle ortaya çıkan şekli olduğunu ileri sürmüşlerdir. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, VII, 5206 ; Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 176

[13] el-Beyâzî, a.g.e, s. 265; es-Sâvî, Haşiyetu’s-Savi, IV, 151.

[14] J.M.S.Baljon, Kur’an Yorumunda Çağdaş Yönelimler, (Çev: Ş.Ali Düzgün) Fecir yay, Ankara, 1994, s. 35

[15] Baljon, a.g.e, s. 35

[16] Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, (Çev: Alpaslan Açıkgenç), s.80-81

[17] Seyyid Sabık, el-Akidetu’l-İslâmiyyei, s. 95 ; Ahmed Muhammed Ali Davud, Akidetu’t-tevhîd, s. 187; Muhammed Naim Yasin, el-İman erkanuhu,hakîkatuhû ve nevakıduhû s. 125

[18] Yasin, a.g.e, s. 125

[19] Hüseyin Atay, Kur’an’a Göre İslâm’ın Temel Kuralları, s. 12

[20] Hüseyin Atay, Kur’an’a Göre İman Esasları, s. 85

[21] Atay, a.g.e, s. 13

[22] İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, V, 74,78 ; İbn Faris, el-Mekayîs, V, 62,63; el-Isfahânî, a.g.e, s. 403; Atay, Kur’an’a göre İman Esasları, s. 89.

[23] 54, Kamer, 49.

[24] A. Yusuf Ali, The Holy Qur’an, 54, Kamer, 49’a ait dipnot.

[25] ez-Zemahşerî, el-Keşşaf, IV, 441.

[26] Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, VII, 4654.

[27] 25, Furkan, 2.

[28] Muhammed Esed, Kur’an Mesajı Meal-Tefsir, II, 726 3. dipnot.

[29] ez-Zemahşerî, el-Keşşaf, III, 88.

[30] Ebu’l-A’la el-Mevdudî, Tefhîmu’l-Kur’an, III, 88.

[31] Ahmed es-Sâvî, Haşiyetu’s-Sâvî, III, 151; İbn Cerîr et-Taberî,Câmiu’l-beyân, XVIII, 180.

[32] 6, En’am, 91.

[33] es-Sâvî, Haşiyetu’s-Sâvî, III, 151; Reşid Rıza, Tefsîru’l-menâr, VII, 611.

[34] 13, Ra’d, 26: The Holy Qur’an, s. 611.

[35] Yususf Ali, The Holy Qur’an, s. 611.

[36] Hüseyin Atay, Kur’an’a Göre İman Esasları, s. 90.

[37] ez-Zemahşerî, el-Keşşaf, II, 663.

[38] 20, Taha, 40.

[39] et-Taberî, Câmiu’l-beyân, XVI, 112; el-Kurtûbî, el-Câmiu li ahkâmi’l-Kur’ân, XI, 198.

[40] 87, A’la, 3.

[41] Yusuf Ali, The Holy Qur’an, s. 1723.

[42] 20, Taha, 50.

[43] 91, Şems, 8.

[44] 54, Kader, 12.

[45] 65, Talak, 3.

[46] Murtaza Mutahharî, İnsan ve Kader, (Çev: Fatma Bostan), s. 94.

[47] 43, Zuhruf, 11.

[48] Atay, Kur’an’a Göre İman Esasları, s. 90.

[49] Talat Koçyiğit, Münakaşalar, s. 146 ; Saim Yeprem, İrade Hürriyeti ve İmam Maturidî, s. 146.

[50] İnsanın sorumluluğu ile ilgili diğer ayetler için bkz: 18, Kehf, 29-31; 21, Enbiya 45, 47; 36, Yasin, 54;

[51] Koçyiğit, a.g.e, s. 147; Yeprem, a.g.e, s. 147.

[52] 42, Şura, 49-50.

[53] 76, İnsan, 29-30.

[54] 10, Yunus, 99-100.

[55] 81, Tekvir, 27, 82, 29; Krş: 76, İnsan, 29-30; 74, , 54-56.

[56] el-Gurabî, Târihu’l-Fırak, s. 24; Ebu’l-Vefa et-Taftazânî, Kelam İlminin Belli Başlı Meseleleri, (Çev: Şerafettin Gölcük) 1980 s. 158 ; Muhammed Behiy, İslâm Düşüncesinin İlahî Yönü, s. 106.

[57] Mutahharî, İnsan ve Kader, s. 31.

[58] Mutahharî, a.g.e, s. 38.

[59] Akbulut, Allah’ın Takdiri Kulun Tedbiri, AÜİF der. XXXIII, 138; et-Taftazânî, a.g.e, s. 62.

[60] Akbulut, a.g.m, AÜİF der. XXXIII, 138. 

[61] Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, s. 65.

[62] Halis Albayrak, Kur’an’ın Kur’an’la Tefsiri, s. 36.

[63] Akbulut, a.g.m, XXXIII, 138.

[64] Mutahharî, İnsan ve Kader, s. 37.

[65] Ebu’l-Hasen Ali b. el-Eş’arî, Kitabu’l-İbane, s. 4.

[66] Halis Albayrak, a.g.e, s. 49.

[67] Albayrak, a.g.e, s. 102.

[68] 67, Mulk, 2.

[69] 17, İsra, 71; 69, Hakka, 19-24 ; 84, İştikak, 10-15.

[70] 67, Mulk, 6-8 ; 74, Muddessir, 26-31; 9, Tevbe, 72 ; 13, Ra’d, 23.

[71] Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, (Çev: Alpaslan Açıkgenç), s. 156; 21, Enbiya, 22; 27, Neml, 60.

[72] Mahmud Şeltut, Akaid ve Şeri’at, (Çev: Muharrem Tan), s. 60.

[73] Fazlurrahman, a.g.e, s. 81, 82 ; Mehmet Aydın, Din Felsefesi, s. 136.

[74] 91, Şems, 7-10.

[75] 22, Hacc, 65 ; 45, Casiye, 12.

[76] Ömer Özsoy, Kur’an’da Sünnetullah Kavramı, s. 113.

[77] Fazlurrahman, a.g.e, s. 153.

[78] Ömer Özsoy, a.g.e, s. 89.

[79] Akbulut, a.g.m, A.Ü.İ.F. der. XXXIII, 141.

[80] Özsoy, a.g.e, s. 91.

[81] Özsoy, a.g.e, s. 87.

[82] Şeltut, Akaid ve Şeriat, s. 61; Gazalî, Akîdetu’l-Muslim, s. 114.

[83] Şeltut, a.g.e, s. 61.

[84] Yazır, Hak Dini, VII, 4754.

[85] Yazır, a.g.e, VII, 4754 ; ez-Zemahşerî, el-Keşşaf, IV, 479.

[86] 6, En’am, 59.

[87] Akbulut, a.g.m, A.Ü.İ.F. der. XXXIII, 143; Numan Zeki Ahmed, el-Kazâ ve’l-Kader, s. 36.

[88] ez-Zemahşerî, a.g.e, VI, 85.

[89] 2, Bakara, 155, 156.

[90] 42, Şura, 30 ; 13, Ra’d, 11; 24, Nur, 63; 30, Rum, 41.

[91] 4, Nisa, 62.

[92] Ahmed, a.g.e, s. 36.

[93] 81, Tekvir, 27-29 ; 76, İnsan, 30.

[94] Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, Meal-tefsir, III, 1241.

[95] Seyyid Sabık, el-Akaidu’l-İslâmiyye, s. 105.

[96] Yazır, a.g.e, VIII, 5626.

[97] Ahmed, a.g.e, s. 24.

[98] 9, Tevbe, 51.

[99] İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-azîm, II, 322; Taberî, Câmi’u’l-beyân, XIV, 291.

[100] 9, Tevbe, 52.

[101] 33, Ahzab, 38.

[102] 33, Ahzab, 37-38.

[103] el-Mevdudî, Tefhîmu’l-Kur’an, IV, 380.

[104] Mehmed Vehbi Efendi, Hulâsatu’l-beyan, XI, 4437; Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerim’im Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri,VI, 2810-1; Muhammed Ali Sabunî, Safvetu’t-tefâsir, II, 528.

[105] Hüseyin Atay, Kur’an Göre İman Esasları, s. 95.

[106] Ahmet Akbulut, İlk Devir Siyasi ve içtimai Problemleri, (Basılmamış Doktora Tezi), s. 281.

[107] 13, Ra’d, 39.

[108] el-Beydavî, Envaru’t-tenzîl ve esraru’t-te’vîl, I, 626; ez-Zemahşerî, el-Keşşaf, II, 534 ; Yazır, Hak Dini, IV, 3002.

[109] 55, Rahman, 29.

[110] Atay, a.g.e, s. 94.

[111] Atay, a.g.e, s. 94.

Bunu beğen:

BeğenYükleniyor...


Kader ile ilgili ayetler (55 kayıt)

En'âm / 59. Ayet

وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ


Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; başkası onları bilemez. Karada ve denizde ne varsa hepsini O bilir. O’nun bilgisi dışında dalından bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıkları içindeki bir tek dâneyi, yaş ve kuru ne varsa her şeyi bilir. Bütün bunlar, gerçeği tüm netliği ile gösteren apaçık bir kitapta yer almaktadır.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Tevbe / 51. Ayet

قُلْ لَنْ يُص۪يبَنَٓا اِلَّا مَا كَتَبَ اللّٰهُ لَنَاۚ هُوَ مَوْلٰينَاۚ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ


De ki: “Allah bizim için ne yazdıysa, başımıza gelecek ancak odur. O bizim Mevlâmız’dır. Mü’minler, yalnızca Allah’a güvenip dayansınlar.”


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Hadid / 22. Ayet

مَٓا اَصَابَ مِنْ مُص۪يبَةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَبْرَاَهَاۜ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌۚ


İster kıtlık, kuraklık, deprem gibi yeryüzünde meydana gelen bir musîbet olsun, ister hastalık, açlık, ölüm gibi kendi canlarınızda, onu daha biz yaratmadan önce o bir kitapta yazılıdır. Şüphesiz bu, Allah’a göre pek kolaydır.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Hadid / 23. Ayet

لِكَيْلَا تَأْسَوْا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِمَٓا اٰتٰيكُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍۙ


Elinizden giden şeylere üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle de şımarmayasınız diye böyle yaptık. Çünkü Allah, büyüklük taslayan ve insanlara karşı böbürlenen hiç kimseyi sevmez.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Âl-i İmrân / 145. Ayet

وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تَمُوتَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِ كِتَابًا مُؤَجَّلًاۜ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَاۚ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْاٰخِرَةِ نُؤْتِه۪ مِنْهَاۜ وَسَنَجْزِي الشَّاكِر۪ينَ


Önceden belirlenmiş bir yazgıya göre Allah izin vermedikçe hiç kimsenin ölmesi mümkün değildir. Kim yaptığı iş karşılığında bu dünyanın nimetlerini isterse, ona istediğini veririz; kim de âhiret mükâfatını isterse ona da istediğini veririz. Biz, şükredenleri mükâfatlandıracağız.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Âl-i İmrân / 154. Ayet

ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاسًا يَغْشٰى طَٓائِفَةً مِنْكُمْۙ وَطَٓائِفَةٌ قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِۜ يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هٰهُنَاۜ قُلْ لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ وَلِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ


Sonra Allah, bu kederin ardından size bir güven duygusu indirdi: tatlı bir uyuklama hâli ki içinizden en samimi olanları bürüyordu. Bu arada bir kısmı da canlarının derdine düşmüş, Allah hakkında câhiliyeye ait gerçek dışı zanlar besliyor ve: “Savaşa çıkma husûsunda bizim fikrimizi mi sordular?” diyorlardı. Sen de onlara: “Bütün karar ve yetki tamâmen Allah’a âittir” de. Onlar, aslında sana açıklayamadıklarını içlerinde gizliyor ve kendi aralarında: “Bizim fikrimiz sorulsa ve tercih hakkımız olsaydı, burada böyle öldürülmezdik” diyorlardı. Onlara de ki: “Siz evlerinizde bile bulunsaydınız, haklarında ölüm takdir edilmiş olanlar, düşüp ölecekleri yerlere bir sebeple mutlaka çıkıp gideceklerdi.” Allah bunları, kalplerinizdeki samimiyeti denemek, gönüllerinizi şeytanın vesvesesinden temizlemek için yapmıştır. Allah sînelerde saklanan en gizli duyguları dahi bilir.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


En'âm / 2. Ayet

هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ط۪ينٍ ثُمَّ قَضٰٓى اَجَلًاۜ وَاَجَلٌ مُسَمًّى عِنْدَهُ ثُمَّ اَنْتُمْ تَمْتَرُونَ


O, sizi çamurdan yarattı, sonra ömrünüze belirli bir süre tâyin etti. O’nun katında belirlenmiş bir ecel daha vardır. Siz ise hâlâ şüphe edip duruyorsunuz.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


En'âm / 35. Ayet

وَاِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ اِعْرَاضُهُمْ فَاِنِ اسْتَطَعْتَ اَنْ تَبْتَغِيَ نَفَقًا فِي الْاَرْضِ اَوْ سُلَّمًا فِي السَّمَٓاءِ فَتَأْتِيَهُمْ بِاٰيَةٍۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدٰى فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ


Buna rağmen eğer onların imandan yüz çevirmeleri sana ağır geliyorsa, o halde şâyet güç yetirebileceksen yer altından bir tünel kazıyarak veya göğe bir merdiven dayayarak onlara bir mûcize getiriver de görüp inansınlar! Halbuki Allah dileseydi hepsini hidâyet üzere toplardı. Öyleyse sakın câhillerden olma!


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


A'râf / 34. Ayet

وَلِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ


Her ümmet için takdir edilmiş belli bir süre vardır. Bu sürenin sonu geldiğinde artık onu ne bir an geciktirebilirler, ne de bir an öne alabilirler.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Enfâl / 68. Ayet

لَوْلَا كِتَابٌ مِنَ اللّٰهِ سَبَقَ لَمَسَّكُمْ ف۪يمَٓا اَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ


Eğer affedileceğinize dair önceden Allah tarafından verilmiş bir hüküm olmasaydı, esirlere bedel olarak aldığınız fidyeden dolayı elbette size büyük bir azap dokunacaktı.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Yunus / 19. Ayet

وَمَا كَانَ النَّاسُ اِلَّٓا اُمَّةً وَاحِدَةً فَاخْتَلَفُواۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ ف۪يمَا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ


İnsanlar başlangıçta tevhid dînine inanan tek bir ümmetti. Sonradan ayrılık ve anlaşmazlığa düştüler. Eğer haklarındaki nihâî hükmün âhirete bırakılacağına dair daha önce Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı, hiç şüphesiz anlaşmazlığa düştükleri hususlarda aralarında hüküm verilir, işleri çoktan bitirilirdi.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Yunus / 49. Ayet

قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي ضَرًّا وَلَا نَفْعًا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ لِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۜ اِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ فَلَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ


Onlara şöyle de: “Allah dilemedikçe, ben kendime ne bir zarar verebilir, ne de bir fayda sağlayabilirim. Her ümmet için belirlenmiş bir süre vardır. Bu sürenin sonu geldiği zaman artık onu ne bir an geciktirebilirler, ne de bir an öne alabilirler.”


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Hûd / 6. Ayet

وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَاۜ كُلٌّ ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ


Yeryüzünde kımıldayan bütün canlıların rızkı yalnızca Allah’a aittir. Allah, her canlının anne karnından başlayıp devam eden hayat yolculuğunun her basamağında uğrayacağı menzili, orada kalacağı süreyi ve bu basamağın sonunda emânet bırakılacağı yeri de bilir. Bütün bunlar, apaçık ve açıklayıcı-ayrıştırıcı bir kitapta kayıtlıdır.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Hûd / 8. Ayet

وَلَئِنْ اَخَّرْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ اِلٰٓى اُمَّةٍ مَعْدُودَةٍ لَيَقُولُنَّ مَا يَحْبِسُهُۜ اَلَا يَوْمَ يَأْت۪يهِمْ لَيْسَ مَصْرُوفًا عَنْهُمْ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟


Yemin olsun ki, eğer kendilerini tehdit ettiğimiz azabı hemen göndermeyip belli bir süre ertelesek, şüphesiz onlar: “Azabın gelmesine mâni olan nedir?” derler. Bilin ki, başlarına azap geldiği gün artık ondan kurtulmaları mümkün değildir. Alay ettikleri gerçek kendilerini çepeçevre kuşatacaktır.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Hûd / 37. Ayet

وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ


“Bizim gözetimimiz altında ve vahyettiğimiz şekilde gemiyi yap. Sakın zulmedenler hakkında, onları kurtarmam için bana bir ricâda bulunma. Çünkü onlar mutlaka boğulacaklardır!”


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Hûd / 56. Ayet

اِنّ۪ي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ رَبّ۪ي وَرَبِّكُمْۜ مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ


“Şüphesiz ki ben benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a güvenip dayandım. Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki Allah, perçeminden tutmuş da onu mutlak hâkimiyet ve tasarrufu altında bulunduruyor olmasın. Muhakkak ki, her türlü hüküm ve tasarrufunda Rabbimin tuttuğu yol, dosdoğru ve mutlak âdil bir yoldur.”


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Hûd / 107. Ayet

خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ اِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُ


Âhiret âlemindeki gökler ve yer ayakta durdukça onlar da ebediyen o ateşin içinde kalacaklardır. Ancak Rabbinin dilemesi hâriç. Çünkü Rabbin ne dilerse onu eksiksiz yapar.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Hûd / 108. Ayet

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ عَطَٓاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ


Bahtiyâr olanlar ise cennettedirler. Âhiret âlemindeki gökler ve yer ayakta durdukça onlar da orada ebediyen kalacaklardır. Ancak Rabbinin dilemesi hâriç. Bu mükâfat, ardı arkası kesilmeyip devam edecek ilâhî bir lutuftur.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Hûd / 110. Ayet

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ ف۪يهِۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّهُمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ


Andolsun ki biz Mûsâ’ya kitabı verdik; fakat onun hakkında da anlaşmazlığa düşüldü. Eğer Rabbin tarafından azabın ertelenmesine dair önce verilmiş bir karar olmasaydı, elbette aralarında hüküm çoktan verilmiş ve iş bitirilmiş olurdu. Gerçekten onlar, Kur’an’dan yana ciddi bir şüphe ve tereddüt içindedirler.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Ra'd / 11. Ayet

لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۜ وَاِذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ سُٓوءًا فَلَا مَرَدَّ لَهُۚ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَالٍ


Her bir insanın önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu kayıt ve koruma altına alan takipçi melekler vardır. Bir toplum, içinde bulundukları iyi hâli değiştirmedikçe, Allah, onlara olan nimetini değiştirmez. Fakat Allah, bir topluma kendi günahları yüzünden bir kötülük dilediği zaman, artık onun geri çevrilmesi mümkün değildir. Onları, Allah’tan başka koruyacak kimse de bulunmaz.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Ra'd / 31. Ayet

وَلَوْ اَنَّ قُرْاٰنًا سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ اَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْاَرْضُ اَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتٰىۜ بَلْ لِلّٰهِ الْاَمْرُ جَم۪يعًاۜ اَفَلَمْ يَا۬يْـَٔسِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ لَهَدَى النَّاسَ جَم۪يعًاۜ وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا تُص۪يبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ اَوْ تَحُلُّ قَر۪يبًا مِنْ دَارِهِمْ حَتّٰى يَأْتِيَ وَعْدُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟


İnsanlar inansın diye ilâhî bir kitapla dağlar yürütülecek, yeryüzü parça parça edilecek ve ölüler diriltilip konuşturulacak olsaydı, o kitap yine bu Kur’an olurdu. Fakat inatçı kâfirler buna da inanmazlardı. Gerçek şu ki, her şeyi murad edip yapmak yalnızca Allah’ın elindedir. Mü’minler hâlâ şunu anlamadı mı: Eğer Allah dileseydi bütün insanları doğru yola erdirirdi. Fakat o kâfirlerin yaptıkları işler, kurdukları düzenler ve sistemler yüzünden, başlarına âni ve büyük felâketler gelmesi veya bunların yurtlarının hemen yakınına inmesi devam edecektir. Allah’ın verdiği söz yerine gelinceye kadar da bu böyle sürüp gidecektir. Allah verdiği sözden asla caymaz.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Ra'd / 32. Ayet

وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَمْلَيْتُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثُمَّ اَخَذْتُهُمْ۠ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ


Gerçek şu ki, senden önceki peygamberlerle de alay edilmişti. Fakat ben, belki yanlışlarından dönerler diye inkâr edenlere mühlet verdim; dönmeyince de onları azabımla kıskıvrak yakaladım. Böylece, cezalandırmamın nasıl olduğunu gördüler.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Ra'd / 38. Ayet

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلًا مِنْ قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ اَزْوَاجًا وَذُرِّيَّةًۜ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ لِكُلِّ اَجَلٍ كِتَابٌ


Elbette biz, senden önce de peygamberler gönderdik; onlara da eşler ve çocuklar verdik. Ayrıca Allah’ın izni olmadan hiçbir peygamberin bir mûcize göstermesi sözkonusu olmamıştır. Her zamanın, kulların maslahatlarına göre yazılmış bir hükmü vardır.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Nahl / 61. Ayet

وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَٓابَّةٍ وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ


Eğer Allah insanları zulümleri sebebiyle hemen cezalandırsaydı, yerin üzerinde kıpırdayan hiçbir canlı varlık bırakmaz hepsini yok ederdi; fakat onları belli bir süreye kadar ertelemektedir. Süreleri dolduğu zaman artık onu ne bir an geciktirebilirler, ne de bir an öne alabilirler.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


İsrâ / 58. Ayet

وَاِنْ مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا نَحْنُ مُهْلِكُوهَا قَبْلَ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ اَوْ مُعَذِّبُوهَا عَذَابًا شَد۪يدًاۜ كَانَ ذٰلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا


Ne kadar ülke varsa hepsini ya kıyâmet gününden önce helâk edeceğiz veya onları şiddetli bir azapla cezalandıracağız. Bu, kitapta böylece yazılmıştır.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Tâ-Hâ / 40. Ayet

اِذْ تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُۜ فَرَجَعْنَاكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَۜ وَقَتَلْتَ نَفْسًا فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُونًا۠ فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰى


“Hani, kız kardeşin seni takip ederek gitmiş ve saray halkına: «Ona iyi bakacak birini size buluvereyim mi?» demişti. Böylece seni tekrar annene kavuşturduk ki, gözü gönlü aydınlık olsun ve üzülmesin! Yine sen, birini yanlışlıkla öldürmüştün de seni o gamdan kurtarmıştık. Ardından seni her bakımdan kemâle ermen için türlü türlü ibtilâlardan geçirdik. Bu yüzden senelerce Medyen halkı arasında kaldın. Sonra da takdir ettiğimiz şekilde Medyen’den Tûr’a döndün ey Mûsâ!”


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Tâ-Hâ / 129. Ayet

وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَكَانَ لِزَامًا وَاَجَلٌ مُسَمًّىۜ


Eğer Rabbin tarafından, cezalarının erteleneceğine dair daha önce verilmiş bir karar ve bu kararın gerçekleşmesi için belirlenmiş bir süre olmasaydı, elbette hak ettikleri azap onları çoktan yakalamış olurdu!


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Nûr / 43. Ayet

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُزْج۪ي سَحَابًا ثُمَّ يُؤَلِّفُ بَيْنَهُ ثُمَّ يَجْعَلُهُ رُكَامًا فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪ۚ وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ جِبَالٍ ف۪يهَا مِنْ بَرَدٍ فَيُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَصْرِفُهُ عَنْ مَنْ يَشَٓاءُۜ يَكَادُ سَنَا بَرْقِه۪ يَذْهَبُ بِالْاَبْصَارِۜ


Görmez misin ki, Allah bulutları sevk ediyor, sonra açıklarını giderip onları bir araya getiriyor, sonra onları üst üste yığıp sıkıştırıyor. Bir de görürsün ki bunların arasından yağmur çıkıyor. O, gökten, oradaki dağlar büyüklüğünde bulutlardan dolu indiriyor da onunla dilediğini vuruyor, dilediğinden de onu öteye çeviriyor. O bulutlarda çakan şimşeğin parıltısı ise nerdeyse gözleri alıverecek!


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Ankebût / 53. Ayet

وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِۜ وَلَوْلَٓا اَجَلٌ مُسَمًّى لَجَٓاءَهُمُ الْعَذَابُۜ وَلَيَأْتِيَنَّهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ


Kâfirler senden, azabın bir an önce gelmesini istiyorlar. Eğer Allah’ın takdir ettiği belirlenmiş bir vakti olmasaydı, azap onların başlarına hemen iniverirdi. Fakat o, hiç farkına varmadıkları bir sırada onlara ansızın gelecektir.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Lokman / 34. Ayet

اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَۚ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْاَرْحَامِۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًاۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ


Kıyâmetin ne zaman kopacağının bilgisi yalnız Allah’ın katındadır. Yağmuru O indirir. Rahîmlerde olanı da O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz, her şeyi hakkiyle bilen, her şeyden hakkiyle haberdâr olan yalnız Allah’tır.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Secde / 5. Ayet

يُدَبِّرُ الْاَمْرَ مِنَ السَّمَٓاءِ اِلَى الْاَرْضِ ثُمَّ يَعْرُجُ اِلَيْهِ ف۪ي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُٓ اَلْفَ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ


O, bütün işleri gökten yere doğru düzenleyip yönetir. Sonra her iş, sizin hesâbınıza göre bin yıl tutan bir günde Allah’ın belirlediği yüce bir makâma yükselir.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Ahzâb / 38. Ayet

مَا كَانَ عَلَى النَّبِيِّ مِنْ حَرَجٍ ف۪يمَا فَرَضَ اللّٰهُ لَهُۜ سُنَّةَ اللّٰهِ فِي الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلُۜ وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ قَدَرًا مَقْدُورًاۙ


Allah’ın kendisine helâl kıldığı bir işi yapmasında Peygamber’e bir vebâl ve engel yoktur. Önceden gelip geçen peygamberler hakkında da Allah’ın takdir ve icraatı böyle câri olmuştur. Allah ne emrederse, o tam yerinde ve kesinlikle uygulanması gereken bir takdirdir.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Sebe' / 3. Ayet

وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَأْت۪ينَا السَّاعَةُۜ قُلْ بَلٰى وَرَبّ۪ي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِۚ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ وَلَٓا اَصْغَرُ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرُ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍۙ


İnkâra saplananlar: “Başımıza öyle kıyâmet falan kopacak değil” diyorlar. De ki: “Duyular ötesi âlemi çok iyi bilen Rabbime yemin olsun ki, kıyâmet mutlaka başınıza patlayacaktır. Ne göklerde ne de yerde zerre ağırlığınca bir şey bile O’ndan gizli kalamaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa hepsi apaçık bir kitapta kayıtlıdır.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Sebe' / 30. Ayet

قُلْ لَكُمْ م۪يعَادُ يَوْمٍ لَا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ۟


De ki: “Sizin için belirlenmiş öyle bir gün var ki, o gün gelip çattığında, ne onu bir an geri alabilirsiniz, ne de bir an ileri geçirebilirsiniz!”


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Fâtır / 11. Ayet

وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ جَعَلَكُمْ اَزْوَاجًاۜ وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ وَمَا يُعَمَّرُ مِنْ مُعَمَّرٍ وَلَا يُنْقَصُ مِنْ عُمُرِه۪ٓ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍۜ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ


Allah sizi önce topraktan sonra bir damla sudan yarattı, sonra da sizi erkek-dişi şeklinde çiftler hâline getirdi. O’nun bilgisi olmadan bir dişi ne gebe kalır ne de doğurur. Bir canlıya ne kadar ömür verildiği de, ömründen neyin eksildiği de bir kitapta yazılıdır. Bütün bunlar, Allah için pek kolaydır.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Fâtır / 45. Ayet

وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِمَا كَسَبُوا مَا تَرَكَ عَلٰى ظَهْرِهَا مِنْ دَٓابَّةٍ وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِعِبَادِه۪ بَص۪يرًا


Eğer Allah insanları yaptıkları günahlar yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde tek bir canlı bile bırakmazdı. Fakat Allah belirlenmiş bir vakte kadar onlara süre tanıyor. Vâdeleri dolunca gerekeni yapacaktır. Allah, kullarını hakkiyle görmektedir.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Fussilet / 45. Ayet

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ ف۪يهِۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّهُمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ


Biz Mûsâ’ya da kitap vermiştik; senin halkın Kur’an konusunda nasıl farklı tutumlar içinde ise, o kitap konusunda da farklı tutumlar içine girilmişti. Eğer azabın ertelenmesine dâir Rabbin tarafından verilmiş bir söz olmasaydı, azaplarına hükmedilerek işleri çoktan bitirilmiş olurdu. Buna rağmen, onlar hâlâ Kur’an hakkında derin bir şüphe ve kararsızlık içinde bocalayıp durmaktadırlar.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Fussilet / 47. Ayet

اِلَيْهِ يُرَدُّ عِلْمُ السَّاعَةِۜ وَمَا تَخْرُجُ مِنْ ثَمَرَاتٍ مِنْ اَكْمَامِهَا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ اَيْنَ شُرَكَٓاء۪يۙ قَالُٓوا اٰذَنَّاكَۙ مَا مِنَّا مِنْ شَه۪يدٍۚ


Kıyâmetin ne zaman kopacağının bilgisi sadece Allah’a aittir. O’nun bilgisi ve izni olmadan ne bir meyve tomurcuğundan çıkabilir, ne bir dişi hâmile kalabilir, ne de hâmile olan biri doğum yapabilir. O, “Nerede bana şu ortak koştuklarınız?” diye sesleneceği gün, müşrikler: “Sana açıkça söyleyelim ki, içimizde senden başka boyun eğilecek bir ortağın bulunduğuna şâhitlik edecek hiç kimse yoktur” diyecekler.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Şûrâ / 14. Ayet

وَمَا تَفَرَّقُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫رِثُوا الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ


Geçmiş ümmetler ancak kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarındaki kıskançlık ve ihtiras yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden belirli bir vakte kadar azabın ertelenmesine dâir önceden verilmiş bir karar olmasaydı, mutlaka aralarında hüküm çoktan verilmiş ve işleri bitirilmiş olurdu. Onlardan sonra kitaba mirasçı olanlar ise hâlâ kitap hakkında derin bir şüphe içindedirler.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Muhammed / 19. Ayet

فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوٰيكُمْ۟


Rasûlüm! Bil ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. Hem kendi günahın, hem de erkek kadın tüm mü’minlerin günahları için Allah’tan bağışlanma dile. Allah, sizin gezip dolaştığınız yeri de, sonunda varıp kalacağınız yeri de çok iyi bilir.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Haşr / 3. Ayet

وَلَوْلَٓا اَنْ كَتَبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمُ الْجَلَٓاءَ لَعَذَّبَهُمْ فِي الدُّنْيَاۜ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابُ النَّارِ


Allah onlara sürgünü yazmamış olsaydı, mutlaka dünyada ken­di­lerini başka şekilde cezalandıracaktı. Âhirette ise onlara cehennem azabı vardır.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Teğabün / 11. Ayet

مَٓا اَصَابَ مِنْ مُص۪يبَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ يَهْدِ قَلْبَهُۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ


Başa gelen her musîbet, ancak Allah’ın izin vermesiyledir. Kim içten ve şuurlu olarak Allah’a iman ederse, Allah onun kalbini doğruya ve gerçeği idrake açar. Allah her şeyi hakkiyle bilir.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Talâk / 3. Ayet

وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُۜ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَسْبُهُۜ اِنَّ اللّٰهَ بَالِغُ اَمْرِه۪ۜ قَدْ جَعَلَ اللّٰهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا


Onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah’a güvenip dayanırsa Allah ona yeter. Allah buyruğunu mutlaka gerçekleştirir. Allah, her şey için belli bir ölçü koymuştur.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Nuh / 4. Ayet

يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرْكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ اِنَّ اَجَلَ اللّٰهِ اِذَا جَٓاءَ لَا يُؤَخَّرُۢ لَوْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ


“Tâ ki Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve ceza vermeksizin belirli bir vakte kadar sizi ertelesin! Şüphe yok ki, Allah’ın takdir ettiği ecel gelip çattığında asla ertelenmez. Keşke bunu bilseniz!”


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Cin / 25. Ayet

قُلْ اِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ مَا تُوعَدُونَ اَمْ يَجْعَلُ لَهُ رَبّ۪ٓي اَمَدًا


De ki: “Tehdit edildiğiniz o azap yakın mıdır, yoksa Rabbim ona uzun bir süre mi tâyin eder; onu ben bilemem?”


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri


Cin / 28. Ayet

لِيَعْلَمَ اَنْ قَدْ اَبْلَغُوا رِسَالَاتِ رَبِّهِمْ وَاَحَاطَ بِمَا لَدَيْهِمْ وَاَحْصٰى كُلَّ شَيْءٍ عَدَدًا


Tâ ki, peygamberlerin, Rablerinden gelen mesajları eksiksiz olarak ve hiçbir değişikliğe maruz kalmadan tebliğ ettiklerini Allah kesin bir şekilde ortaya koysun. Zâten Allah, onların nezdinde olup bitenleri ilmiyle çepeçevre kuşatmıştır ve her şeyi tek tek kaydettirip korumaktadır.


Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri



https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2023/06/tebbet-suresinin-fazileti-191803-m.jpg
Tebbet Suresinin Fazileti

Tebbet sûresi, Mekke’de nâzil olmuştur. 5 âyettir. İsmini, birinci âyetteki “kurudu/kurusun” mânasındaki تَبَّتْ (tebbet) kelimesinden alır. Ayrıca اَ ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2023/06/develer-ile-ilgili-ayetler-191793-m.jpg
Develer ile İlgili Ayetler

Deve, sözlükte “geviş getiren memelilerden, sırtı bir veya iki hörgüçlü, eti yenip sütü içilen, bacakları ve boynu çok uzun yük ve binek hayvanı” şekl ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2023/06/kafirun-suresinin-fazileti-191781-m.jpg
Kafirun Suresinin Fazileti

Kâfirûn sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 6 âyettir. İsmini, birinci âyette geçen ve “kâfirler” mânasına gelen اَلْكَافِرُونَ (kâfirûn) kelimesinden alı ...


Copyright © 2019 Kuran ve Meali. Hiçbir ticari kaygısı yoktur.

kuranvemali.com altında yayınlanan içeriklerin tüm hakları mahfuzdur. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi içeriklerin tamamı izinsiz kullanılamaz.

KADER NEDİR? KUR’ÂN AÇISINDAN KADER KONUSUNUN İNCELENMESİ

 

Kader konusu, tüm inanç dünyasının en büyük meselesidir.

 

Dünya tarihinde inançların ilk ortaya çıktığı döneme kadar giden bir konudur.

Ve yorumlarla inanç gruplarının bölünmesine kadar giden çok önemli bir mevzudur.

Hazreti Muhammed’den önce de kader konusu biliniyor ve o dönemde de tartışılıyordu.

Bunu o dönemin şairlerinin yazdığı şiirlerde görüyoruz.

 

Biz bu yazımızda elimizden geldiğince bu konuyu incelemeye çalışacağız.

 

Ve bilhassa, kader konusunda önemli olan”Vehbîyet” ve “Kesbîyet” cihetleri çok dikkatli incelenmelidir.

 

Vehbîyet: Merkez, ana kaynak, ihsan, tüm niteliklerin kaynağı, lütuflar, Ruha, Nura ait kaynak,

 

Kesbiyet: Sonradan yazılan, sonradan aktarılan, çalışmakla kazanılan, sonradan elde edilen, genlere olan yazılım ve aktarım, aramak, doğuştan olmayan, vehbî olmayan.

 

Önce “Kader-قَدَرٍ” kelimesini inceleyelim.

 

Kur’ân’da ki “Kadr Sûresi-قَدْرِ” de aynı kökten gelir. Yazılımları da aynıdır.

Kader kelimesi “ka-de-re” fiil kökünden mastardır.

 

Tabii burada ki “Ka” “Dal” “R” kelimelerinin sırrı nedir.

Varlık kitabından neyin sembolik yazılımlarıdır, bunları çok iyi düşünmeliyiz ve bu harflerin varlıktaki aslına şahit olmalıyız.

 

Kader-Kadr-Kadere: Güç, kudret, ölçü, değer, gücü yeten, değerli, muktedir, takdir, bir şeyin açığa çıkmasındaki en ince noktasına kadar olan ölçü, anlamlarına gelen bir kelimedir.

 

Kur’ân’da kader kelimesi;

 

Kamer Sûresi 49. ayet: İnnâ kulle şey’in halaknâhu bi kader.

Meâli: Muhakkak ki Biz bütün her şeyi bir ölçüyle halk ettik.

 

Secde Sûresi 5: Bütün kâinattaki varoluşu düzenleyip işleyen O’dur. Her şey O’nun ölçüsüyle her an O’ndan açığa çıkar. Varolan tüm nesneler O’nun ünsiyeti ile durur.

 

Ahzâb Sûresi 38:………ve onlar tüm varlıktaki Allah’ın işleyişinin belirlenmiş bir ölçü ile olduğunu bilirler.

 

Kur’ân açısından incelediğimizde “Kader” ayeti, ölçü olarak karşımıza çıkıyor.

Yani, yeryüzünde ve gökyüzünde tüm varlık, bir ölçüyle açığa çıkıyor, bir ölçüyle işliyor ve bir ölçüyle belli bir zaman diliminde sürüp gidiyor.

 

Örnek vermek gerekirse; gökyüzünde güneş, dünyamız, yıldızlar, hepsi çok ince bir ölçü ile hareket ederler.

Güneşin çalışması, ışığın açığa çıkışı, hep belli bir ölçüyledir.

İşte onların oluşumundaki, hareketindeki ölçünün adına Kur’ân “Kader” der.

 

Kişinin kendi elinde olmayan işleyişler vardır.

Ki bunlara örnek; kişinin vücudunun işleyişi, kanının dolaşması, kalbinin atması, nefes alıp vermesi, tüm hücrelerin çalışması, hücrelerdeki moleküler sistemin çalışması gibi, işte bunlar hep bir ölçü iledir. Bir kader yazılımı iledir.

Ve kişinin kendi tercihine, akletmesine bağlı eylemleri vardır, neyi yapıp yapmama ile ilgili kararları ve uygulamaları vardır.

 

Yeryüzündeki tüm varlığın oluşumu, gelişimi, süreci de bir ölçü iledir.

Bir tohum düşünelim.

O tohum içinde ne varsa, o, ağaç olarak açığa çıkar.

Yaprağı, dalı, çiçeği, meyvesi ne ise hep o açığa çıkar.

Kayısı tohumundan kayısı ağacı çıkar, karpuz değil.

Karpuz tohumundan da karpuz açığa çıkar, kayısı değil.

Hatta tohumun içindeki sistemin ölçüsü bile bellidir.

Kaç adet yaprağı çıkacak, meyve sayısı ne kadar olacak, yaprak şekli, rengi vs hepsi tohumun içinde satır satır yazılıdır.

 

Tabi burada unutulmaması gereken “Kesbiyet ciheti”dir.

Eğer biz, kayısı tohumunu verimli olmayan bir toprağa dikersek ve oraya dikmeye devam edersek, yeni oluşan tohumlarda farklı yazılımlar meydana gelir.

Hatta verimi düşük toprakta açığa çıkacak yaprak sayısı, meyve sayısı, boyu farklılık gösterecektir.

Tohumdan çıkan ağaçtaki sayısal, yapısal değişiklikler, toprağın, havanın, suyun, sıcaklığın dereceleri ile bağlantılıdır.

 

Kur’ân’ı dikkatlice tefekkür ettiğimizde, anlıyoruz ki Allah tüm varlığı bir ölçüyle açığa çıkarmış ve bir ölçüyle onu işletmektedir.

İşte Kur’ân bu ölçüye “Kader” diyor.

İnsan denilen varlık; aklı, tercihi, kainatı okuması anlaması, muhakemesi, karar vermesi olan bir varlıktır.

İnsan, kader konusunda olumlu ya da olumsuz yeni yazılımlara sebep olabilir.

 

İnsan kader konusunda etken olan bir varlıktır.

 

Şimdi inanç sistemlerinde, kader ile ilgili inanmaları inceleyelim.

Kader-i farklı farklı yorumlamalar, inanç dünyasının en büyük meselesidir.

Kaderi kendi inançlarına göre yorumlayanları incelersek.

 

  1. grup: Kader konusunda bu grup; tüm olanlar, başa gelenler, Allah’ın önceden yazdığı takdirinden ibarettir, derler.

Ki bu gruplar, hayır da, şer de Allah’tandır derler.

Genelde tüm inanç grupları buna inanır.

 

Televizyonlarda, konferanslarda daha çok bu inanç anlatılır.

Ve denir ki: Allah, Hazreti Mûsâ-ya da firavuna da bir görev vermiştir, onlar da onlara verilen görevi yerine getirmişlerdir.

Ve derler ki: Allah Hazreti Muhammed’e de ve ona düşmanlık yapana da bir kader çizmiştir, onlar da bu kaderi oynamışlardır

 

Bu birinci grubun kader inancı; Mekkeli müşriklerde bir bir aynıdır.

 

Ehli beyti ve 73 masumu öldüren yezid’in de şöyle dediği tarihi kayıtlarda vardır: Onları Allah öldürdü, fâili Allah’tır, bizim elimizden Allah işledi, eceli takdirinde yazılmış. Yani kader de ne varsa o olmuştur.

 

İşte bu inanç, Mekke’li müşriklerin kader inancıydı.

Mekke’li müşrikler yazılmış bir kaderin açığa çıkışına inanırlardı.

 

Kur’ân da buna çok güzel örnek ayetler vardır: Eğer Allah isteseydi, biz ve atalarımız ortak koşanlardan olmazdık ve haram şeylerde kalmazdık……(En’âm Sûresi 148)

Bu ilk grup, imanın şartlarına, hayır şer Allah’tandır ilavesi yapar.

İmanın şartlarında, hayr şer Allah’tandır yoktur.

İmanın şartlarında, kader konusu vardır. Parentez içinde(Hayr ve Şerr Allah’tandır) ilavesi yapılmıştır.

Çünkü Mekke’li müşrikler böyle inanırdı.

Onlarda da, imanın şartları vardır.

Kur’ân’ı dikkatlice inceleyen kişi, Kur’ân’da buna şahit olur.

 

Bu inanç grubuna şöyle bir soru sorulabilir.

Allah kötülük yapana da bir görev vermişse ve o kişi o görevi tastamam yapmışsa, Allah’ın o kişiye ceza mı, mükafat mı vermesi gerekir.

Yani firavun, Allah’ın yazdığı kaderi oynamışsa, Allah’ın firavunu cezalandırması yani onu cehenneme atmasından bahsetmesi normal midir?

Allah’ın vazifesini tastamam yerine getirene mükafat vermesi gerekmez mi?

  1. grup: Bu grup ise; Allah kötülük var etmez, kul ister yaratır ve kulun elinden işler, diye inanır.

Bu grup, kötülük kulun isteğine göre Allah’ın yarattığı bir durumdur diye inanır.

Böyle gruba da şöyle soru sorulabilir.

Kötülük yapmayı isteyen ve kendine kötülük yapılmasını istemeyen iki kişiden, Allah kötülük yapmak isteyeni duyuyor da kendine kötülük yapılmasını istemeyeni duymuyor mu?

 

Yani iki kişi düşünün; bir tecavüz yapmak istiyor, Allah bunun isteğini duyuyor ve onun istediği kötülüğü yaratıyor.

Tecavüze uğramak üzere olan ise, adeta çırpınırcasına Allah’a yalvarıyor; Allah’ım ne olur bana zarar vermesin, ne olur ya Rabbi! Bana dokunmasın, diyor. Ama Allah bu mağdurun isteğini duymuyor mu?

Bu inanç gurubu da bunu açıklamak zorundadır.

 

  1. grup: Bu grup ise; Allah bizim vücudumuza iyiyi de, kötüyü de yani şeytanı da, rahmeti de bir paket halinde koymuştur.

Neyi tercih edip etmemeyi kişinin tercihine, aklına, muhakemesine bırakmıştır, der.

İyi bir şeye yönelirse karşılığını alacaktır.

Kötü bir şeye yönelirse de karşılığını alacaktır, der.

 

4.grup: Kader konusunda, inanç gruplarından diğer bir grup; hayr Allah’tan, şer ise kişinin ve toplumun kendi hazırladığı etkenlerdendir, der.

Allah kötülük var etmez.

Allah’ta kötülük yoktur.

Allah kişinin içine kötülük koymaz.

Kişinin içine konan kötülük, zarar gibi istekler, toplumların bireylerini eğitmesi ile ilgili ve atalardan gelen miraslardır, der.

Kâf Sûresi 29: …..ve mâ ene bi zallâmin lil abîd…

Meâli:…….. kullarım için bir kötülük veren değilim.

ayette; ma ene, ben değilim anlamı taşır.

Mu’min Sûresi 31:….. ve mâllâhu yurîdu zulmen lil ibâd

Meâli:…. Allah kulları için kötülüğü irade eden değildir.

Nisâ Sûresi 40: İnnallâhe lâ yazlimu miskâle zerreh…

Meâli: Şüphesiz Allah zerre kadar kötülük vermez…

Yani, zerre kadar da olsa kötülük Allah’tan gelmez diye

bizlere kötülüğü Allah’ta aramayın, kendinizde arayın ihtarı var.

 

Kişinin bir şeyi yapıp yapmamasında ki faktörler iyi incelenmelidir.

Kişinin hal ve hareketleri, huyları, karakterleri ile ilgili kişiyi etki altına alan faktörler vardır.

Bu faktörler:

Çevresel faktörler,

Genetik aktarımlar,

Aile eğitimi,

Toplum eğitimi,

Okul eğitimi,

Kişinin varlığı anlama eğitimi, gibi eğitimler kişinin güçlü ya da zayıf olmasına sebep olan etkenlerdir.

Bu etkenler kişinin huy ve karakterlerinin oluşmasına sebep olabilir .

 

Kişinin kendi isteğine, tercihine, aklî muhakemesine göre yaptığı ya da yapmadığı ameller vardır.

Ki bunlara örnek; kişinin bir şeyi yapıp yapmama tercihi, arabayı nasıl sürmesi, tarlada çalışması, ders çalışması, kavga etmesi ya da sabretmesi, yürümesi, koşması, kötü şeyler yapması ya da yapmaması gibi ameller.

 

Biz amelimizi; ilme, adalete, edebe, yardımlaşmaya göre mi yapıyoruz.

Yoksa amelimizi; şahsi çıkara, batıl şeylere, birine zarar vermeye, göre mi yapıyoruz.

 

Ve bizlerin, amellerimizi neye göre yapıp yapmaya karar vermemiz de en önemli etkenler; çevresel etkenler, genetik aktarımlar, aile eğitimi, toplum eğitimi, okul eğitimi, kişinin varoluşu anlama eğitimi gibi eğitimler, neyi yapıp yapmamamızda çok önemlidir.

 

Afrika gibi çıplak kabilelerde bir hırsızlık, tecavüz görülmezken, gelişmiş gibi görülen toplumlarda bu olayların görülmesinin sebeplerini çok iyi düşünmeliyiz.

Varlığı okuyan her toplum, daha ilimsel daha edepli bir yaşantı içinde olmuştur.

Doğadan, varlıktan kopmayan toplumlar da kötülük yok denecek kadar azdır.

 

Çocuklarına; şahsi çıkarları, zengin olmayı kodlayan toplumlar iyilikleri değil, daha çok zarar verme kapılarını açmıştır.

 

Evet, kader konusunu Kur’ân’î ve inanç dünyasına göre incelediğimiz yazıdan bir bölüm sunduk….

 

Görüyoruz ki Kur’ân açısından kader ile, inanç dünyasının inandığı kader çok örtüşmüyor.

Kur’ân, kaderi; varlığın varoluşundaki, işleyişindeki ölçü olarak ortaya koyuyor.

Ama inanç grupları kişinin hallerini, huylarını, karekterlerini, yaptığı zulümleri ona yazılmış bir kader olarak yorumluyor.

 

Kur’ân’da; Hazreti Mûsâ ile yolculuk yapan Hızır, bizlere, 3 ayrı yerde kesbiyet cihetinden gelen kaderin değiştirilebileceğini gösteriyor.

 

Dikkat edelim;

Hayallerimiz, niyetlerimize,

Niyetlerimiz, düşüncelerimize

Düşüncelerimiz, eylemlerimize,

Eylemlerimiz, yaşantımıza,

Yaşantımız, kaderimize dönüşebilir.

 

İnsanoğlu kendi kaderine kendi sebep olabilir.

Toplumda her kişinin yaptığı, söylediği, çalışması, gelecek nesillerin kaderidir.

Tarlamıza ne ekersek onu biçeceğiz.

Geleceğimizi, şimdiden ektiğimiz şeyler oluşturacaktır.

 

Onun için Kur’ân”Oku”ayetiyle başlar.

Varoluşu ve varedeni okumak, anlamak, insan olmanın, salih amel etmenin ilk şartıdır.

 

Kur’ân, İbrâhîm Sûresi 24.ayette “Kelimetün tayyibetün” ayeti ile; güzel kelimeler söylememizi, olumlu düşünmemizi, iyi davranışlarda olmamızı tavsiye eder.

 

Allah insanı çok özel yaratmıştır.

Allah insana; akıl, kalp, şuur, firaset, tercih etme, muhakeme, neyi yapıp yapmama, kabiliyetleri vermiştir.

İnsan bu kabiliyetleri görmemezlikten gelemez.

Bu kabiliyetler insanın eğitimi için ve geleceğin toplumunu oluşturmak için insana bahşedilmiş lütuflardır.

 

Kâinatı, varlığı okuyan ve varlığın birbiriyle bağını anlayan ve tüm varlığı tutan yüce gücü yani Allah’ı anlayan insan kıl kadar kötülük içinde olamaz.

 

Kişi kendini okuduğunda, kâinatı okuduğunda ve sonuçta

Allah’ı anladığında eğitimlerin en güzelini görmüş olur ve

Salih insan olur. Yani insan olur.

İnsan olan da zerre kadar kötülük düşünmez.

 

Evet, her şey bizim elimizde olabilir.

Kendi yaptıklarımız gelecek nesillerimizin kaderi olabilir.

 

Söylediğimiz her söz, bir bakışımız bile, bir davranışımız bile atmosfere ekilen tohumlardır.

Bu tohumlar, gelecek nesillerimizin beden tarlasında mutlaka açığa çıkacaktır.

Kişilerin karakter ve huylarında ana faktör, atalardan gelen genler, aileler, toplum ve çevre faktörleridir.

Kişi bunu iyi okursa gerekli tedbiri alabilir ve yeni bir yazılım oluşturabilir.

 

Allah’tan gelen varoluş yazılımını ve atalardan gelen genetik yazılımları iyi okuyan kişi, kaderi muhakkak ki daha iyi anlayacaktır.

 

İnşAllah kaderi layıkıyla anlarız.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır