"Bilgilendirme Amaçlıdır."
Burun çevresindeki kemiklerin içerisinde yer alan hava boşluklarına sinüs (paranazal sinüs) adı verilmektedir. Yanak sinüsleri (maksiler sinüsler), alın sinüsleri (frontal sinüsler), gözler arasındaki sinüsler (ön ve arka etmoid sinüsler) ve kafa içi sinüsler (sfenoid sinüsler) olmak üzere beş çift sinüs mevcuttur.
Burnun içerisini döşeyen mukoza, sinüslerin içini de döşer ve sinüslerin mukozasındaki salgı bezleri gün içerisinde 0, litre sümük (mukus) üretir. Üretilen bu mukus mukoza üzerinde bulunan silia denilen mikroskobik kamçıların hareketleri ile sinüsleri burna bağlayan ostium denilen dar kanallara doğru taşınarak bu kanallardan buruna boşaltılır. Mukus içeriğinde bulunan maddelerle mikroplara karşı vücut savunma sitemine yardımcı olurken solunum havasındaki partiküllerin filtre edilmesine ve havanın akciğerlere gitmeden önce nemlendirilmesinde rol oynar.
Sinüzit - Rinosinüzit
Burun çevresindeki sinüslerin her türlü iltihabı "sinüzit" olarak isimlendirilmektedir. Sinüslerin ürettikleri mukusu drenaj kanallarının (ostium) tıkanması ya da mukus taşıma sisteminin (muko silier aktivite) bozulması sonucunda burna boşaltamamaları sinüzit ile sonuçlanmaktadır.
Burun ve sinüslerin mukozasının embriyolojik ve anatomik olarak devamlılık göstermesi ve tıbbi ve cerrahi tedaviye benzer cevap vermeleri nedeni ile "sinüzit" yerine daha sıklıkla "rinosinüzit" terimi kullanılmaya başlanmıştır.
Rinosinüzitler süre ve neden oldukları şikâyetlere göre dört grupta toplanırlar.
* Akut rinosinüzitler, ani başlayıp 4 hafta içinde şikâyetlerin tamamen kaybolması ile sonlanan rinosinüzitlerdir.
* Subakut rinosinüzitler, 4 haftadan fazla sürüp 12 haftadan önce sonlanan akut rinosinüzitlerdir.
* Tekrarlayan (Rekürren) akut rinosinüzitler, bir yıl içinde, en az 7 günde sonlanan dört ya da fazla akut rinosinüzit olması durumudur.
* Kronik rinosinüzitler, şikâyet ve bulguların 12 haftadan uzun sürdüğü rinosinüzitlerdir. Arada akut rinosinüzit atakları da olabilir.
Rinosinüzit Nedenleri
Rinosinüzitler hasta ve çevre faktörlerinin etkileşimi ile oluşurlar. Tüm gruplarda en sık neden viral üst solunum yolu enfeksiyonlarıdır (ÜSYE). Nazal mukozanın ödem ve inflamasyonu ile beraber sinüsleri tıkayan koyu kıvamlı mukus üretimi ikincil bakteriyel çoğalma ile sonuçlanır.
Alerjiye bağlı sinüs ostiumlarını bloke eden mukozal ödem ikinci önemli rinosinüzit nedenidir. Burun içi eğrilikler (septum deviasyonu), polipler, burun eti büyümeleri (konka hipertrofileri) gibi sinüs boşalma kanallarını bloke eden anatomik patolojiler de rinosinüzitlere neden olabilirler. Mukus üretimi veye transportunu bozan kistik fibrozis ya da silier hareket bozuklukları nadiren izlenir. Aynı zamanda HIV enfeksiyonu, kemoterapiler, immunsupresif kullanımı, insüline bağlı diyabet ve bazı kollajen doku hastalıkları immün sistemi etkileyerek rinosinüzitlere neden olabilirler.
Hikâye ve Muayene
Rinosinüzitlerde hikâye ve muayenede saptanan şikâyet ve bulgular tanıda birinci derecede öneme sahip olan majör şikâyet ve bulgular (yüzde ağrı ve basınç hissi, yüzde şişme ve dolgunluk, burun tıkanıklığı, burundan-genizden iltihaplı akıntı, koku alamama (hipozmi) ve ateş) ve bir ya da fazla majör semptomla beraber tanısal anlamı olan minör şikâyet ve bulgular (baş ağrısı, ağız kokusu, düşkünlük, diş ağrısı, öksürük, kulak ağrısı) olmak üzere iki grupta toplanır. Yatar pozisyonda paranazal mukozadaki kan miktarı ve ödemin artması ve mukosilier aktiviteyi olumsuz etkilemesi nedeni ile geceleri ve sabah erken saatlerde şikâyetler daha fazla olur.
Kronik rinosinüzitler genellikle hafif semptomlar verirler ve sadece hikâye ile tanı zordur. Genel olarak burun gerisine, genze akıntı ve sinüs üzerinde hassasiyet en anlamlı şikâyetlerdir. Alerjik nezle hikâyesi olan kişilerde hafif şikâyet ve muayene bulguları enfeksiyondan önce alerji düşündürmelidir. Sinüzit düşünülen hastalarda fizik muayenede genel KBB ve baş-boyun muayenesinin yanı sıra özellikle yüzdeki şişlikler, kızarıklıklar ve ödem (özellikle gözler çevresinde), lenf bezi büyümeleri ve burun arkasına iltihaplı akıntı dikkatle araştırılmalıdır.
Burun muayenesinde; Mukozada ödem ve kızarıklık, iltihaplı kabuklanmalar, iltihaplı akıntı, polipler ya da sinüs kanallarının burna açılma bölgesinde (orta meatus) tıkanmaya neden olan anatomik bozukluklar izlenebilir.
Burnun arka kısmının muayenesinde (nazofarinks muayenesi) izlenen iltihaplı akıntı özellikle kronik rinosinüzitlerin tanısında önemlidir. Muayenede patolojik bulgu saptanmayan hastalarda nazal endoskopi ile orta ve üst meatusun gözlemlenmesi ile bu bölgelere boşalan sinüslerin patolojileri saptanabilir.
Laboratuvar
Rinosinüzitlerin tanısında laboratuvar testlerinin değeri sınırlıdır. Özellikle hafif rinosinüzitler ile karışan alerjik nezlenin ayırıcı tanısı için serum Ig E düzeyi ve alerjiye yönelik kan ya da cilt testleri yapılabilir. Burun salgısının mikroskopla incelenmesinde yoğun beyaz küre (lökosit) görülmesi viral veya bakteriyel rino-sinüzitlerlerin, eozinofil, plazma ve mast hücrelerinin izlenmesi alerjik rinitin tanısında yardımcı olabilir.
Sarkoidoz, Kartagener sendromu, Sjögren sendromu, Wegener granülomatozu ve poliarteritis nodoza gibi hastalıklardan şüphelenilmesi hâlinde mukoza biyopsileri yapılmalıdır.
Sık tekrarlayan dirençli rinosinüzitler ile beraber otit, tonsillit, farenjit, fronkül gibi diğer baş boyun enfeksiyonlarının sık izlenmesi durumunda ailesel, ilaçlara bağlı ya da HIV enfeksiyonuna (AIDS) bağlı bağışıklık sistemi yetersizlikleri araştırılmalıdır.
Doğumsal ya da sonradan edinilmiş antikor yetersizliklerinde kapsüllü mikroorganizmalarla, T-lenfosit bozukluklarında mantar ve virüslerle, kompleman sistemi bozukluklarında gram negatif mikroorganizmalarla oluşan tekrarlayan enfeksiyonlar izlenmektedir. Bu durumdaki hastalarda temel testler olarak tam kan sayımı, sedimentasyon ve serum immün globulinleri bakılmalıdır.
Radyoloji
Maksiller, frontal ve sfenoid sinüslerin hastalıklarının tanısında düz sinüs röntgenlerinde sinüslerin tam dolu izlenmesi, hava-sıvı seviyeleri ve çocuklarda 6 mm, erişkinlerde 8 mm’yi aşan mukoza kalınlaşmaların izlenmesi anlamlıdır. Yanak sinüsleri (maksiller sinüsler) için Water's filmi, alın sinüsleri (frontal sinüsler) için Caldwell filmi çekilmektedir.
Ancak çoğu sinüs patolojilerinin ilk başlama noktası olan ön etmoid sinüsler ve bu bölgede yerleşen ve rinosinüzitlerin oluşmasında anahtar rol oynayan ostiomeatal kompleks denilen bölge normal röntgen filmleri ile yeterli olarak değerlendirilemez. Günümüzde özellikle kronik ve ciddi akut rinosinüzitlerin tanısı ve tedavinin planlanmasında seçilecek tanı yöntemi mm. kesit aralığında çekilen paranazal sinüs bilgisayarlı tomografisidir (CT).
Manyetik rezonans görüntüleme (MR), kemik dokuyu değerlendirmedeki yetersizliği ve pahalı olması nedenleri ile enfeksiyonun kafa içerisine yayılım şüphesi dışındaki durumlarda sinüzit tanısında tercih edilmemektedir.
Sinüzitlere Neden Olan Mikroplar
Akut rinosinüzitlerde viral ajanlar (ağırlıklı olarak rinovirüsler, influenza ve parainfluenza virüsleri) oranında etken olmaktadır. Bakteriyel ajanlar izlenme sıklığı sırasına göre pnömokoklar, Haemophilus Influenza, anaeroblar, Staph. aureus, Strep. pyogenesve ve Moraxella catarrhalisdir.
Uzun süreli subakut ya da kronik rinosinüzitlerde ise bu sıra; koagülaz-negatif stafilokoklar, S. aureus, anaeroblar ve pnömokoklar şeklindedir. Kronik rinosinüzitlerde oranında birden fazla mikroorganizma saptandığı rapor edilmiştir.
Beta laktamaza dirençli bakteri izlenme oranı tedavi almamış akut rinosinüzitlerde %30 civarında iken, kronik vakalarda %50’den fazladır. Kronik rinosinüzitlerin %2 ila 7’si alerjik mantar sinüziti grubuna girmektedir. Özellikle alerjik bünyeli ve astımlı hastalarda izlenen bu tabloda yoğun burun polipleri ve mantar kümeleri, radyolojik tetkiklerde opaklaşmış sinüs görünümleri izlenmektedir.
Sinüzit Tedavisi
Tıbbi Tedavi
Burun içinde nemli ortam sağlanması ve biriken kabuk ve iltihaplı salgıların temizlenmesi destek tedavinin en önemli parçalarıdır. Bu amaçla serum fizyolojik içeren spreyler en uygun ajanlardır. Ağızdan ya da iğne şeklinde verilen antibiyotiklerle önüne geçilemeyen bakteriyel taşıyıcılık durumlarında bu solüsyonlara antimikrobial ajanlar (Basitrasin u/L ya da Gentamisin mg/L) eklenebilir.
Tedavide kullanılan başlıca ilaçlar şunlardır;
Sümüğün akışkanlığını artıran ilaçlar - Mukolitikler: Sümüğü sinüslerden taşıyan silya aktivitesindeki bozulma ve koyu mukus üretimine bağlı oluşan mukus birikimini önlemek amacıyla kullanılırlar. Salgıları incelterek burun ve sinüs drenajını kolaylaştırırlar. Bu amaçla guanifesin, asetil sistein ya da ambroksol hidroklorür içeren ilaçlar kullanılabilir.
Mukoza şişliğini azaltan ilaçlar - Dekonjestanlar: Burun (sprey) ve ağız yoluyla kullanılabilirler. Mukozadaki damarlarda büzülme yaparak mukozayı inceltmek yoluyla sinüs ostiumlarını genişleterek sinüs boşalmasını ve hava girişini artırırlar. Sprey olarak kullanılan fenilefrin, xylometazolin, oksimetazolin gibi ajanların zamanla şişliği artırıcı etkisi ve mukoza üzerindeki tahriş edici etkilerinden dolayı günden fazla kullanılmaması önerilmektedir. Pseudoefedrin, fenilpropanolamin gibi ağız yoluyla alınan dekonjestanlar tüm hastalık süresince güvenle kullanılabilirler ancak hipertansiyon, koroner arter hastalığı, hipertiroidi, diabetes mellitus gibi hastalıkları olanlarda ve MAO inhibitörü kullananlarda ciddi yan etkilere neden olabilecekleri unutulmamalıdır.
Alerjik reaksiyonları azaltan ilaçlar - Antihistaminikler: Mukus yoğunluğunu artırıcı ve sinüs boşalmasını zorlaştırıcı etkileri vardır. Bu nedenle alerjik nedenli rinosinüzitler dışında kullanılmaları önerilmez.
Burun içi iltihap ve alerji reaksiyonlarını azaltan ilaçlar - Steroid içeren spreyler: Kronik rinosinüzitler ve alerjik tablolarda mukoza ödemini ve iltihaba bağlı oluşan reaksiyonları azaltmak amacıyla kullanılırlar.
Ağız yoluyla kısa süreli steroid kullanımı: Alerjik kişilerde ve özellikle poliplerin bulunduğu kronik rinosinüzitlerde cerrahi öncesinde 7 ila 10 gün süre ile kullanılmaları poliplerin boyutunda küçülme ve inflamasyondaki azalmaya bağlı olarak cerrahiyi kolaylaştırabilmektedir.
Antibiyotikler: Özelliği olmayan akut rinosinüzitlerde genellikle kültür alınmadan tedavi uygulanır. İlaç seçimi o toplumdaki antibiyotiklere karşı direnç durumuna, hastaların ilaç dozlamalarına uyumuna, ilaçlara karşı olan aşırı duyarlılık durumuna, her antibiyotik için değişebilen yan etkilere ve ilaç etkileşimlerine göre seçilebilir. Akut rinosinüzitlerin 2/3’ten fazlasına neden olan mikropların pnömokoklar veya H. influenza olması nedeni ile antibiyotiklerin bu ajanlara karşı etkinlikleri göz önüne alınarak seçilmeleri uygun olacaktır. Genellikle tercih edilen antibiyotikler; Amoksisilin, amoksisilin-klavulinik asit, claritromisin, sefuroksim, sefprozil, lorakarbef, siprofloksasin ve levofloksasin olmaktadır. Penisilin, sefaleksin, eritromisin ve tetrasiklin genellikle etken olan majör mikroorganizmaların tümüne etki etmediğinden tercih edilmemektedir. Aynı şekilde amoksisiline karşı direnç oranının artması nedeni ile kullanımı azalmıştır. Uygun antibiyotik kullanım süresi 10 ila 14 gündür, uzun yarılanma ömürlü azitromisin benzeri ilaçlar daha kısa dönemlerle kullanılabilirler.
Kronik sinüzit tedavisinde seçilecek antibiyotik, özellikle önceden başarısız olmuş antibiyotik kullanımı hikâyesi varsa, mutlaka S. aureus ve beta-laktamaz üreten mikroorganizmalara etkili olmalıdır. Başlangıçta antianaerob tedavi başlanmayabilir ama 5 ila 7 günde semptomlarda düzelme saptanmaması hâlinde ornidazol ya da klindamisin gibi bir ajanın tedaviye eklenmesi düşünülmelidir. Amoksisilin ve trimetoprim-sulfametaksazol dışında akut rinosinüzitler için kullanılan antibiyotikler kronik rinosinüzitlerlerde de kullanılabilir. Tedavi süresi en az 4 hafta olmalıdır. Kronik rinosinüzitlerde direnç oranı, birden çok ya da anaerob mikroorganizma bulunma ihtimali ve uzun tedavi süresi göz önüne alınarak mümkünse endoskopi eşliğinde alınacak kültürlerin sonuçlarına göre tedavinin seçilmesi uygun olacaktır. Özellikle bağışıklık sistemi yetmezliği olan ya da hastanede yatarken enfeksiyon alan hastalarda rinosinüzitlerin her tipinde kültür ve antibiyograma göre antibiyotik seçilmesi gereklidir.
Alerjik fungal sinüzitlerde ilk seçenek tedavi cerrahidir. Ameliyat sonrasında 1 ila 3 ay süre ile flutikonazol ya da itrakonazol kullanılır. Bu hastalarda inflamatuar reaksiyonun önlenmesi için ameliyat sonrası dönemde ağızdan, takiben sprey olarak kortizon kullanımı önerilmektedir. Tüm tedavilere rağmen 2 yıl ya da daha geç dönemlerde hastalığın tekrarlaması oranının yüksek olması nedeni ile immünoterapi üzerinde çalışılmaktadır.
Cerrahi Kararı
Rinosinüzitlerde cerrahinin kesin gerekli olduğu durumlar;
* Yaygın polip oluşumu,
* Akut komplikasyonlu rinosinüzitler;
* Kemik zarı altında (subperiostal) ya da göz içinde iltihap birikmesi (apse),
* Alın kemiğinde iltihap (frontal osteomyelit - Pott's puffy tumor),
* Beyin apsesi, menenjit,
* Sinüsü tamamen doldurup genişleten iltihap oluşumu (mukosel-mukopüyosel),
* Çevre dokulara yayılan alerjik mantar sinüziti,
* Tümör şüphesi,
* Beyin omurilik sıvısının burna kaçak yapması (BOS kaçağı).
Akut komplikasyonlu rinosinüzitler enfeksiyonun sinüs dışına çıkması ile oluşur. Tedavide damar yoluyla antibiyotiklerle birlikte endoskopik olarak enfeksiyon odağının temizlenmesi uygulanır.
Cerrahinin göreceli gereklilikleri;
* Uygun sürede ve içerikte tedaviye rağmen düzelmeyen rinosinüzitler,
* Enfeksiyon odağının bulunduğu tekrarlayıcı rinosinüzitler,
* Anatomik varyasyonlara (burun içi eğrilik, farklı gelişen sinüs hücreleri, et büyümeleri gibi) bağlı ostium tıkanmalarına ikincil, tedaviye dirençli rinosinüzitlerdir.
Medikal tedavinin başarısız olduğuna kara verebilmek için erişkinlerde 4 ila 6 hafta, çocuklarda 2 ila 3 aylık tedavi uygulanması ve enfeksiyonun düzelmediğinin CT ile kanıtlanması gereklidir. Uygun tedaviye rağmen şikâyetlerin hiç düzelme göstermemesi ve radyolojik olarak belirgin fayda izlenmemesi durumunda özellikle anatomik varyasyonların da bulunduğu erişkin hastalarda daha erken cerrahi kararı verilebilmektedir.
Tedaviye dirençte tıkayıcı nazal anatomik varyasyonlar, immün yetmezlikler, silya motilite problemleri, atopi, astım, diabet, sarkoidoz gibi faktörler etkili olabilir.
Ağır kalp akciğer hastalıkları, beynin damarsal hastalıkları ve pıhtılaşma bozuklukları cerrahi tedaviden kaçınılmasını gerektiren başlıca durumlardır.
HIFU, High-Intensity Focused Ultrasound yani Yüksek Younluklu Odaklanm Ultrason ifadesinin ksaltmasdr. Hifu ya da dier bir adyla fokuslu ultrason tedavisi; cildi sklatran, gençletiren, kaldran ve toparlayan bir tedavi yöntemidir. Vücut dokularnn derin katmanlarn hedef alr. Kolajen üretimi ile yenilenmeyi salar. Hifu cerrahi bir müdahale olmayp, odaklanm ses dalgalar anlamna da gelir. Odaklanm ses dalgalar cildin en alt tabakalarna kadar inerek ciltte toparlanma ve sklama salar. Ayrca cildin üst ve orta tabakalarnda kolajen sentezini uyararak ciltte gençlemeye de olanak tanr. Cerrahi müdahale gerektirmeyen fokuslu ultrason tedavisi olan hifu, ameliyatsz yüz germe veya ameliyatsz yüz gençletirme olarak da bilinmektedir.
Fokuslu ultrason uygulamas hifu ile yüz germe, ka kaldrma, cilt sklatrma, göz kapa kaldrma ve genel olarak cildin daha genç gözükmesi amacyla yaplmaktadr. Özellikle yüz bölgesine uygulanan hifu, formunu kaybetmi tüm bölgelere uygulanabilir. Yüz bölgesinin yan sra hifu uygulamasnn en çok uyguland bölgelere; boyun, gd, dekolte, bacak, kol bölgeleri örnek verilebilir.
Hifu uygulamascildin mm altnda etkili olan bir uygulamadr.Yüzünde zaman içerisinde geveme olup, cerrahi bir ilem olmakszn genel bir sklama ve toparlanma isteyen ve gd bölgesinde bir miktar yan cerrahi olmayan bir yöntem ile giderilmesini isteyen kiiler ameliyatsz yüz germe (Hifu) için uygun birer adaydr. Bunun yannda 35 ya sonras ka düüklüü, çene alt, yanak sarkmas, çene çizgisinin gevemesi ve netliini yitirmesi ikayeti olanlarn yan sra ameliyat olmak istemeyen kiiler ameliyatsz yüz gerdirme (hfu) uygulamasn tercih etmelidirler. Peki ameliyatsz yüz germe uygulamasn kimler tercih etmemeli;
Ameliyatsz yüz gençletirme (Hifu) uygulamas, cerrahi operasyonlara oranla oldukça uygun fiyatl bir cilt gençletirme yöntemidir. Fiyatnn yan sra salad avantajlar unlardr:
Hifu uygulama öncesi cilt analizi yaplmal ve temiz bir cilde uygulanmaldr. Bunun için ilk olarak cilt temizlenir ve cilde yönelik detayl bir cilt analizi çkartlr. Uygulama yaplacak bölgeler iaretlenerek hfu tedavisi gerçekletirilir. Esteasil güzellik merkezi olarak, 7D Hifu makinas kullanmaktayz. Klasik hifu da odaklanm ses dalgalar cilt altna tek sra halinde datldnda daha kstl bir alanda etki yaratr. 7D hifu da ise; odaklanm ses dalgas sistemi, tam 7 sra halinde cilt altna iletilebildiinden etki alan daha geni, etkisi daha kalc ve farkedilir ekildedir.
Hifu uygulamas yaplmadan önce tedaviye ihtiyacnzn olup olmad tartlr. Bu noktada deri fazlal var m, dokunun gerginlii (tonusu),kas ve ba dokusu durumunuz dikkate alnmaldr. Bunlarn yan sra;
Tek seans yaklak 1 saat kadar sürede tamamlanan Hifu tedavisi, etkisini ilk bir ayda göstermektedir. Ameliyatsz yüz germe uygulamas hifu da ar ve ac hissedilmemektedir. lem sonras ciltte herhangi bir hasar meydana gelmemekte, kiiler rahatlkla günlük yaantlarna dönebilmektedir.
Tam olarak etkisi 2 gün sonra görülmektedir. lem sonras cilt altnda sklama balar ve bu sklama ile birlikte sarkk bölge yukar doru kalkar.
Mecidiyeköy ili güzellik merkezi olan Esteasil 10 yldr bu alanda hizmet vermekte olup, yüzlerce kiiyi memnun eden 17 farkl çözüme sahiptir. Son teknoloji makineler, sertifikal uzmanlar ve hijyenik standartlarla hizmet veren Esteasil fokuslu ultrason hifu uygulamasyla öne çkan güzellik merkezidir.
HIFU hakknda detayl bilgi almak için merkezimizde HIFU yaptranlarn yorumlarn ve sayfamz inceleyebilir ya da bizimle iletiime geçebilirsiniz.
Hifu Hangi Bölgelere Uygulanr? | Yüz ve Formunu Kaybetmi Tüm Bölgelere |
Hifu Kaç Seans? | |
Ameliyatsz Yüz Germe Kimlere Uygulanr? | Yüzünde Geveme Oluan ve Ameliyatsz Ya Aldrmak steyenlere |
Lenf Drenaj yada Pressoterapi uygulaması sizin zinde kalmanız ve kilo vermeniz için yapılan bir uygulamadır. Pressoterapi ile diyet ve egzersizi birleştirerek, daha kısa sürede daha iyi sonuçlar göreceksiniz. Ayrıca selülite neden olan toksinleri, yağları ve sıvıları lenf drenaj ile dışarı atabilirsiniz. Cildiniz elastikiyetini geri kazanacak, vücudun dokularına oksijen akışını artacak ve vücudunuzun yenilenmesine olanak sağlayacaksınız.
Tedavi ayrıca bağışıklık sistemini uyarır, vücut savunmanızı güçlendirir ve hatta hipertansiyonunuz varsa tansiyonunuzun düşürmenize yardımcı olabilir. Lenf Drenaj ayrıca sindirim problemlerine yardımcı olabilir; Tedavi karın bölgesine uygulandığında bağırsak geçişini uyarır ve kabızlık sorunlarını giderir. Sporcularda fiziksel zindeliği arttırmak için Lenf Drenaj kullanırlar. Kasları ve eklemleri güçlendirmek için lenf drenaj uygulaması oldukça yararlıdır. Kasları rahatlatır, kas yorgunluğunu azaltır bu sayede ağrı ve krampları önler. Lenf Drenaj, bağ dokularını güçlendirir, stres ve gerginliği hafifletir ve kas spazmlarını azaltır.
Lenf Drenaj, ağrısız ve izsiz detox/ sıkılaştırma programıdır. Lenf Drenaj, vücudun doğal işlevlerini destekleyen ve zinde kalmak için yaygın olarak kullanılan bir fizyo terapötik orijinli bir teknik olan devrimci bir süreçtir. Pressoterapi, selülit tedavisinde mükemmel bir tedavi yöntemidir.
Lenf Drenaj tedavisi, pantolon, kol veya kuşak ile uygulanır. Bilgisayar kontrollü bir sıkıştırma sistemi, çok katlı özel bir giysinin hedeflenen bölümlerini şişirerek, toksinleri ve yağlı bölgeleri dolaşım sistemine zorlar. Bu uygulama, hücresel sıvı boşluğunu arttırır, venöz akışını hızlandırır (kalbe giden kan akışı). Toksinler daha sonra lenf sistemi yoluyla vücut tarafından doğal olarak temizlenir.
Lenf Drenaj uygulamasından yararlanmak için bir ön şart aranmaz. Sağlığını kazanmak isteyen herkes pressoterapi yaptırabilir.
Bununla birlikte, selülit, şişkinlik, varisli damarlar, dolaşım veya bağırsak sorunları, obezite, yorgun bacaklar, romatizma veya menopozda olan kişiler için Lenf Drenaj oldukça yararlı olabilir. Her yaş için de uygundur.
Pressoterapinin yan etkisi yoktur, ancak tedavinin önerilmediği durumlar vardır. Derin basınç ile tedavi yapılırken, uygulama yapılan bölgede enfeksiyon varsa bu vücutta ağrıya ve uyuşukluğa yol açabilir. Eğer kanser hastasıysanız veya kalp pili kullanıyorsanız, kalp hastalığınız varsa veya hamile iseniz, basınç tedavisi almamalısınız. Ancak tedavi doğumdan sonra ve doğum sonrası iyileşme sırasında çok faydalı olacaktır.
Spor yapmak, terapiyi almadan önce veya aldıktan hemen sonra tavsiye edilmez.
Lenf drenaj sonuçları seans sonrası ödemin atılması olarak hemen görülür. Lenf drenajın zayıflamaya etkili sonuçlarını görmek için birden fazla seans yaptırmanız önerilir. Ancak ilk seanstan sonra, fiziksel uygunluğunuza, özellikle de dokuların esnekliği açısından net bir iyileşme hissedeceksiniz. Profesyonel ekibimiz tarafından kaç seansa ihtiyacınız olduğu sizinle paylaşılacaktır.
Selülite neden olan birikmiş yağları lenf sistemine katılarak vücuttan atılır. Bu şekilde selülit görünümü azalır.
Sağlık Bakanlığı onaylı merkezlerin internet sitelerinde fiyat belirtmeleri yasal değildir. no’lu telefondan polikliniğimizi arayarak Lenf Drenaj fiyatları hakkında bilgi alabilirsiniz.
GİRİŞ
Boyun kitlelerinin ayırıcı tanısı çok geniş bir hastalıklar spektrumunun tanısı ve tedavisi konusunda detaylı bir bilgi sahibi olmayı gerektirir. Boyunda kitle ile başvuran hastalara tanısal yaklaşımda amaç mümkün olduğu kadar çabuk ve doğru bir tanıya ulaşmak ve bunu yaparken de hastaya zarar vermemektir.
Ülkemizde ne yazık ki boyun kitlelerine yaklaşım konusunda birçok yanlış uygulamalar vardır. Bu hastalar KBB hekimlerine genellikle metastatik yassı epitel hücreli karsinoma tanılı bir biopsi raporu ile başvururlar. Yurtdışında çok uzun yıllar önce terkedilen ‘boyun kitlesinden hemen biopsi alma’ alışkanlığı maalesef ülkemizde halen çok yaygındır. Gene çok sık yapılan bir başka yanlış, boyunda kitle ile başvuran hastalara haftalar süren antibiyoterapiler verilmesi, aradan birkaç ay geçtikten sonra kitlenin kaybolmaması ve sıklıkla da büyümesi üzerine (neredeyse iş işten geçtikten sonra) hastanın KBB hekimine refere edilmesidir.
Oysa boyunda kitle yakınması ile başvuran hastalar ilk olarak KBB hekimine refere edilmeli, bu hastaların ayrıntılı baş-boyun muayenesi, ileri tetkikleri, İİAB ve gerekirse açık biopsileri tamamlandıktan sonra, başka disiplinleri ilgilendiren bir hastalıkları varsa, KBB hekimi tarafından yönlendirilmeleri yapılmalıdır. Bu yaklaşımın gerekliliği şu nedenlere dayanır:
Boyun kitleleri etyolojilerine göre 4 ana grupta toplanabilir:
İnflamatuar hastalıklar boyundaki lenf nodlarını ya da diğer organ veya dokuları etkileyebilirler. Bu hastalıklar enfeksiyöz olabildikleri gibi sarkoidoz, yabancı cisim reaksiyonu, depo hastalıkları gibi non-enfeksiyöz nedenlerden de kaynaklanabilir. İnflamatuar hastalıklar akut veya kronik bir seyir gösterebilir.
Boyundaki inflamatuar kitleler genellikle şu nedenlerle ortaya çıkar:
Doğumdan beri var olan veya hayatın herhangi bir döneminde ortaya çıkan, genellikle kistik karakterde kitlelerdir. Tiroglossal ductus kistleri, brankial kleft kistleri, dermoid kistler, sebase kistler, lenfanjiomlar, hemanjiomlar, laringosel, Zenker divertikülü, ektopik tiroid dokusu gibi kitleler bu grupta yer alır.
Etyopatogenezlerindeki endokrinolojik olaylar nedeniyle bu hastalıkları ayrı bir grup olarak ele almak gerekir.
TANISAL YAKLAŞIM
Boyun kitlesi ile başvuran hastanın yaşı, kitlenin muhtemel nedeni konusunda bir tahmin yapılmasına yardımcı olabilecek ilk önemli kriterdir. yaş arası pediatrik, yaş arası genç erişkin, 40 yaş üstü geç erişkin yaş grubu olarak kabul edilir. Bu yaş gruplarına göre konjenital/gelişimsel, inflamatuar ve neoplastik olayların dağılımları farklılıklar gösterir. Pediatrik yaş grubundaki boyun kitlelerinin en sık nedeni inflamatuar hastalıklardır. Bunu sırasıyla konjenital/gelişimsel kitleler ve neoplastik olaylar takip eder. Ancak çocuklardaki neoplastik hastalıkların çoğu maligndir, benign tümörlere daha az rastlanır. yaş arasındaki genç erişkin grubunda da en sık inflamatuar, daha sonra sırasıyla konjenital/gelişimsel ve neoplastik kitleler görülümonash.pwç erişkinlerdeki neoplastik kitlelerin çoğu benigndir. 40 yaşın üzerindeki geç erişkin grubunda ise kitlenin etyolojisi sıklıkla neoplastik ve monash.pw sırasıyla inflamatuar ve konjenital/gelişimsel kitleler takip eder.
Boyun kitlelerinin yerleşimi etyolojik nedene göre belirli bir dağılım gösterir. Boyun, belli anatomik yapılara göre birtakım kompartmanlara ayrılmıştır;
Kitlenin lokalizasyonu konjenital/gelişimsel hastalıklar ve primer kitleler ile inflamatuar/metastatik lenf nodlarının ayırımının yapılmasına da yardımcı olur.Örneğin boyun hattındaki bir kitlenin metastatik olma ihtimali son derece düşüktür, oysa juguler zincir boyunca veya posterior trigonda yerleşimli kitleler sıklıkla maligndir. Bu kompartmanlara göre sık görülen boyun kitlelerinin dağılımı aşağıda özetlenmiştir:
Orta hat ve anterior servikal kompartman | Anterior servikal üçgen | Posterior servikal üçgen | Submandibuler üçgen | |
Konjenital/ Gelişimsel | Tiroglossal ductus kisti Dermoid kist Zenker divertikülü | Brankial kist Timik kist Laringosel | Lenfanjioma | Kistik higroma Hemanjioma |
İnflamatuar | Lenfadenit | Lenfadenit Granülomatöz lenfadenit | Lenfadenit Granülomatöz lenfadenit | Lenfadenit Sialadenit |
Neoplastik | Tiroid kanserleri Lenfoma | Benign primer tümörler (carotid body, glomus, hemanjioma, nörilemmoma, benign tükrük bezi tümörleri) Malign primer tümörler (tükrük bezi tümörleri) Lenfoma Metastatik tümörler (Epidermoid karsinom, AdenoCa., melanoma) | Lenfoma Metastatik tümörler | Benign tükrük bezi tümörleri Malign tükrük bezi tümörleri Metastatik tümörler |
Baş-boyun bölgesinin lenfatik dolaşımı son derece düzenli ve öngörülebilen bir yapılanma gösterir. Bu nedenle inflamatuar veya metastatik lenf nodlarının yerleşim yerine göre enfeksiyon odağı ya da primer tümörün lokalizasyonu da tahmin edilebilir.
Kitlenin ortaya çıkış zamanı, büyüme hızı, ağrılı olup olmadığı, ateş, boğaz ağrısı, ses kısıklığı, yutma güçlüğü gibi eşlik eden lokal semptomlar olup olmadığı, hastanın alkol ve sigara alışkanlıkları soruşturulmalıdır. Bir süre önce baş-boyun bölgesinden herhangi bir cilt lezyonu eksizyonu uygulanıp uygulanmadığı mutlaka soruşturulmalıdır. Kitlenin baş-boyun bölgesi ile ilişkisinin araştırıldığı bu soruşturmadan sonra mutlaka sistemik hastalıklara yönelik ateş, kilo kaybı, eklem ağrıları, öksürük gibi semptomlar araştırılmalı, vücudunun başka yerinde şişlik (lenfadenopati) olup olmadığı, hastanın tanı konmuş veya tedavi gördüğü başka bir hastalığı olup olmadığı öğrenilmelidir.
Boyun kitlelerinin evalüasyonunda en önemli basamak fizik muayenedir. Daha önceden de belirtildiği gibi yalnızca ayrıntılı KBB muayenesi ile boyun kitlelerinin birçoğunun nedeni bulunabilir ya da en azından muhtemel nedenlerden bazıları ekarte edilebilir.
Fizik muayenede kitlenin yerleşim yeri, şekli ve büyüklüğü, mobilitesi, kıvamı, pulsasyonu, üzerindeki cildin rengi ve ısısı, ağrılı olup olmadığı değerlendirilmelidir.
Ayrıntılı bir baş-boyun muayenesi tanısal yaklaşımın en önemli basamağıdır. Muayene, kitlenin lokalizasyonunun, anatomik lenfatik drenaj sahalarına veya konjenital/gelişimsel kitlelerin gelişme sahalarına göre belirlenmesine yardımcı olur. Kitlenin büyüklüğünü, çevre yapılarla ilişkisini, kıvamını, pulsasyon veya üfürüm varlığını gösterir.
Hekim yalnızca kitlenin muayenesine yoğunlaşmamalı, tam bir KBB muayenesini hiçbir koşulda ihmal etmemelidir. Ayrıntılı KBB muayeyenesinden kastedilen kulakların, nazal kavitelerin, oral kavitenin, orofarinks, nazofarinks, hipofarinks ve larinksin, skalp ve yüz cildinin ve tiroidin, boyun palpasyonu ile birlikte değerlendirilmesidir. Tüm mukozal yüzeyler aynalar kullanılarak ayrıntılı olarak değerlendirilmeli, özellikle nazofarinksin endoskopik incelemesi rutin olarak uygulanmalıdımonash.pwaki kitlenin lokalizasyonuna göre muhtemel pirimer tümör sahalarındaki en küçük mukozal değişiklikler bile dikkate alınmalıdır. Muayene yalnızca inspeksiyona dayanmamalı, mümkün olan tüm sahaların palpasyonu yapılmalıdır. Ayrıntılı bir muayene ile asemptomatik primerlerin büyük çoğunluğu saptanabilir. “Bu değerlendirmeleri yapabilme kapasitesi nedeniyle KBB hekimleri baş-boyun kitlelerinin uzmanı konumundadırlar.”
Anamnez ve fizik muayene bulguları sistemik lenfadenopatiye neden olabilecek lenfoma, sarkoidoz, HIV enfeksiyonu, vs. gibi hastalıkları destekliyorsa mutlaka sistemik muayene de yapılmalıdır. Bu durumda, tanısal yaklaşımı aksatmayacak şekilde Medikal Onkoloji, Hematoloji ya da Enfeksiyon Hastalıkları konsültasyonları istenmesi uygundur.
Ayrıntılı anamnez alınmadan, tam fizik muayene ve endoskopi yapılmadan hiçbir tanısal test istenmemelidir. Tanıya yardımcı testler istenirken fizik muayene bulguları doğrultusunda en muhtemel tanılara yönelik testler istenmeli, malign hastalık ihtimali her zaman göz önünde bulundurularak gereksiz yere zaman kaybettirecek işlemlerden kaçınılmalıdımonash.pwç tüm olası hastalıklara yönelik araştırma yapmak değil, en kısa yoldan doğru tanıya ulaşmak olmalıdır.
TANISAL YAKLAŞIM
(ÖZET)
Hastanın yaşı ve kitlenin lokalizasyonu saptandıktan sonra ayrıntılı anamnez ve muayeneyi takiben tüm hastalardan tam kan sayımı, sedimantasyon, PA akciğer grafisi (ve Water’s grafi) istenmelidir.
Bu aşamada aşağıdaki gibi bir tanısal algoritma kullanılabilir:
TANISI BELLİ OLMAYAN KİTLEYE YAKLAŞIM
“(PRİMERİ BİLİNMEYEN BOYUN KİTLESİ)”
Anamnez, ayrıntılı fizik muayene ve rutin diagnostik testler ile tanı konulamayan her kitle, özellikle de boyundaki lenfatik akım paternlerine uyan bir lokalizasyondaki unilateral ve asemptomatik kitleler metastatik kabul edilmelidir. Bu durumda amaç öncelikle benign / malign ayırımını yapmak olmalıdır. Bu ayırım yapıldıktan sonra benign kitlelerde ayrıntılı tetkik ile tanı kesinleştirilmeli, malign kitlelerde bir an önce histopatolojik tanı sağlanarak kitlenin tedavisine başlanmalıdır.
Primeri bilinmeyen boyun kitlelerine yaklaşım aşağıda özetlenmiştir:
a) Ayrıntılı Baş-Boyun Muayenesi:
Ön incelemeler sonucunda primeri bilinmeyen boyun kitlesi ön tanısı alan her hastaya ikinci bir detaylı muayene uygulanmalıdır. Bu muayenede oral kavite, nazofarinks, hipofarinks, larinks, tiroid, tükrük bezleri ve baş-yüz cildi ayrıntılı olarak tekrar değerlendirilmeli, tüm mukozal yüzeyler endoskopik olarak incelenmeli, bu sahalarda şüpheli bir saha görülürse biopsi alınmalıdır.
Boyun kitlesi ile başvuran tüm hastalara rutin olarak PA akciğer grafisi uygulanmalıdır. Direkt sinüs grafileri ile okült bir primer tümörün yakalanma ihtimali çok düşüktür. Ancak hem zaman kaybına neden olmayacağından, hem de hastaya ek bir morbidite getirmeyeceğinden, direkt sinüs grafileri PA akciğer grafisi ile birlikte rutin olarak uygulanabilir. Baryumlu ösefagus grafileri genellikle okült primerlerin saptanmasında faydalı değildir, bu filmlerde ancak ileri evre tümörlerde ortaya çıkar.
CT ve MRI görüntüleme yöntemleri içinde en yararlı olanlarıdır. Ancak patolojinin ayırıcı tanısındaki büyük yararlarına rağmen maliyet yüksekliği rutin olarak kullanımlarını sınırlamaktadır. US bu tetkiklere alternatif olmasa da hem düşük maliyeti, hem daha önce belirtilen yararları, hem de çabuk uygulanabilen non-invaziv bir tetkik olması nedeniyle bu aşamada kullanılabilir.
Ayrıntılı fizik muayene, endoskopi ve direkt grafiler sonucunda bir tanıya ulaşılamamışsa kitleye İİAB uygulanmalıdır. Deneyimli ellerde İİAB’nin tanısal doğruluğu %95’e kadar yükselmektedir. Tümör hücrelerinin implantasyonu İİAB’nden çekinilmesinin en önde gelen nedenidir, ancak %’ten daha düşük olan bu oran İİAB’nin yararları yanında kolaylıkla ihmal edilebilir bir düzeydedir.
İİAB ile boyundaki inflamatuar, konjenital/gelişimsel ve neoplastik kitlelerin ayırıcı tanısı yapılabilir, kitlenin kistik mi solid mi olduğu anlaşılabilir, neoplastik lezyonların benign-malign ayırımı yapılabilir, ve hepsinden daha önemlisi histopatolojik tanı büyük ihtimalle konulabilir.
İİAB’nin sonucu tanısal yaklaşımın bundan sonra nasıl devam edeceğini belirler.
İİAB sonucunda metastatik karsinom tanısı konulan ve bu aşamaya kadar primer tümör bulunamayan hastalara genel anestezi altında tekrar muayene ve panendoskopi uygulanır. Öncelikle palpe edilebilen tüm sahalar, özellikle dil corpusu, dilkökü ve tonsiller palpe edilip submukozal bir kitle araştırılır. Daha sonra nazofaringoskopi, direkt laringoskpi, ösefagoskopi ve bronkoskopi uygulanır. Bu muayeneler sırasında şüpheli tüm sahalardan biopsi alınır. Eğer hiçbir mukozal anormallik saptanamazsa kitlenin boyundaki yerleşimi ve lenfatik drenaj gözönünde bulundurularak “yönlendirilmiş” biopsiler alınır. Bu biopsiler okült primerlerin en sık yerleştiği yerler olan Rosenmüller fossalar, dilkökü, piriform sinüsler ve tonsillerden alınmalıdır. Tonsil biosisi ipsilateral tonsillektomi yoluyla yapılır.
Genellikle panendoskopi ile aynı seansta uygulanır. Panendoskopi ve kör biopsiler ile primer tümör bulunamazsa eksizyonel biopsi uygulanır. Gerekirse boyun disseksiyonu da uygulanacağı gözönünde bulundurularak insizyon boyun disseksiyonu için uygun bir şekilde yapılmalıdır. Eksizyonel biopsi ile çıkarılan lenf nodundan frozen section çalışılır. Sonuç yassı epitel hücreli karsinom veya melanoma olarak rapor edilirse boyun disseksiyonu uygulanır. Eğer patolog kitlenin histopatolojisi konusunda karar veremezse insizyon kapatılarak boyun disseksiyonu kalıcı rapor çıkana kadar ertelenir.
Burada bahsedilen algoritma uygulandığında, boyun kitlesi ile başvuran hastaların %95’inde neden bulunabilir, yalnızca %5’inde eksizyonel biopsi sonrasında da primer bulunamaz.
Yassı epitel hücreli karsinoma: Primeri bulunamayan yassı epitel hücreli karsinom metastazlarının tedavisi cerrahi (boyun disseksiyonu) ve sonrasında radyoterapidir. Supraklavikuler yerleşimli metastatik lenf nodlarında primerin klavikula altında yerleşik olma ihtimalinin yüksekliğinden dolayı boyundisseksiyonu önerilmemektedir. Ancak boyunun diğer bölgelerindeki metastatik lenf nodları için genellikle boyun disseksiyonu önerilir.
Post-operatif dönemde radyoterapi uygulanması genel olarak kabul edilmiştir. Radyoterapi sahasının sınırları konusunda fikir ayrılıkları olmasına rağmen genellikle kabul edilen boyunun her iki tarafının, nazofarinksten hipofarinkse kadar tüm baş-boyun mukozası ile birlikte ışınlanmasıdır. Bu uygulama ile rekürrens oranlarının, radyoterapi uygulanmamış olanlara göre yarı yarıya azaltıldığı bildirilmiştir.
Adenokarsinoma: AdenoCa. metastazı içeren lenf nodları genellikle supraklavikuler yerleşimlidir ve primer genellikle akciğerde veya diafram altındadır. Bu hastalarda yalnızca çok hacimli kitlelerde veya kitleye bağlı bası bulguları varlığında boyun disseksiyonu önerilebilir. Primeri bulunamayan servikal AdenoCa. metastazlarında önerilen tedavi radyoterapi ve kemoterapi kombinasyonudur. Primerin bulunmasına yönelik bronkoskopi, bronş lavajı, CT, Baryumlu ösefagus grafileri, IVP, ERCP, kolonoskopi gibi tetkikler, spesifik semptomlar yoksa, pek bilgi sağlamaz.
Primer tümörün tükrük bezi veya tiroidde olma ihtimalinin yüksek olduğu üst veya orta juguler yerleşimli AdenoCa. metastazlarında boyun disseksiyonu uygulanabilir.
SUPRAKLAVİKULER METASTATİK KİTLELER:
Metastatik kitle (histopatolojisinden bağımsız olarak) supraklavikuler yerleşimli ise (Virchow nodülü), kitlenin klavikula hatta diafram altı bir primerin metastazı olma ihtimali yüksektir. Bu durumda tüm gastrointestinal sistem, trakeobronşial ağaç, meme, genitoüriner sistem ve tiroid primer tümör kaynağı olarak akılda tutulmalıdır. Supraklavikuler metastazlarda yalnızca ayrıntılı sistemik muayene, daha sonra belirgin bir primer saptanamazsa eksizyonel biopsi ve bunu takiben histopatolojik tanıya uygun muhtemel primere yönelik ayrıntılı araştırma önerilmektedir.
TANISI BİLİNMEYEN KİTLEYE YAKLAŞIM
(PRİMERİ BİLİNMEYEN BOYUN KİTLESİ)
(ÖZET)
REFERANSLAR
ÇALIŞMALAR
, Colletier PJ, MD Anderson Cancer Center
, Nguyen C, Montreal-Kanada
, Reiter ER, Massachusets
, Lapeyre M, Fransa
, Reddy SP, Chicago
Uygun tedaviden önce biopsi alınmış | Uygun tedavi sırasında biopsi alınmış | Biopsi alınmamış | |
Yara nekrozu
| % | % | % |
Rejyonel boyun rekürrensi
| % | % | % |
Uzak metastaz | % | % | % |
McGuirt WF, McCabe BF,
Orta hat ve anterior servikal kompartman | Anterior servikal üçgen | Posterior servikal üçgen | Submandibuler üçgen |
Konjenital/ Gelişimsel | Tiroglossal ductus kisti Dermoid kist Zenker divertikülü | Brankial kist Timik kist Laringosel |
LenfanjiomaKistik higroma
HemanjiomaİnflamatuarLenfadenitLenfadenit
Granülomatöz lenfadenitLenfadenit
Granülomatöz lenfadenitLenfadenit
Sialadenit
NeoplastikTiroid kanserleri
LenfomaBenign primer tümörler
(carotid body, glomus, hemanjioma, nörilemmoma, benign tükrük bezi tümörleri)
Malign primer tümörler (tükrük bezi tümörleri)
Lenfoma
Metastatik tümörler (Epidermoid karsinom, AdenoCa., melanoma)Lenfoma
Metastatik tümörlerBenign tükrük bezi tümörleri
Malign tükrük bezi tümörleri
Metastatik tümörler