Lohusalık, doğum eylemi bittikten sonra plasenta ve zarlarının ayrılmasından sonraki (42 gün) haftalık dönemi kapsar. Bu sürenin sonunda gebelikte meydana gelen tüm değişiklikler gebelik öncesine döner. Lohusalık döneminde anne ve bebeğin hastalıklardan korunması için özenli bir bakıma ihtiyacı bulunmaktadır.
İster normal doğum, ister sezaryen doğum olsun bebek doğduktan sonraki ilk 6 hafta, yani lohusalık döneminde vajinadan “löşi” denilen akıntı gelir. Rengi önce açık kırmızı, daha sonraki haftalarda giderek açılıp sarıya dönen bu akıntı, bebeğin yerleştiği yer olan uterus yani rahimin kendini toplaması ve iyileşmesi sırasında rahim içinden gelmektedir. Ayrıca normal doğum yapanlarda vajina içinde oluşan yırtıklar veya doğum sırasında bebeğin başının kolay çıkması için yapılan kesiye (epizyotomi) bağlı atılan dikişlerin iyileşmesi de yine bu dönemde gerçekleşmektedir. Dolayısıyla dikişlerin kolay iyileşmesi ve rahimin enfeksiyona maruz kalmaması için genel olarak lohusalık döneminde cinsel ilişkiye girilmesi pek önerilmemektedir. Lohusalık dönemi boyunca (42 gün) cinsel ilişki ertelenmelidir. İlk ilişkide gebe kalınabileceği unutulmamalıdır. Anne ve bebek sağlığı için 2 yıldan daha kısa sürede gebelik sakıncalıdır.
Doğum sonrası anne; yorgunluk, ağrılar, bebeğin beslenmesi, bakımı nedeniyle dinlenme ve uykuya yeterince zaman ayıramaz. Ancak uyku anne sağlığı açısından don derece önemli olduğundan:
Annede, hormonal değişiklikler veya annenin bebek bakımında kendini yetersiz hissetmesi gibi durumlar sonucu ağlama, mutsuzluk ve kaygı görülebilir. Bu durum annelik hüznü olarak tanımlanmakta ve yeni annelerin pek çoğunda yaşanmaktadır. Belirtiler benzerlik gösterse de depresyonla karıştırılmamalıdır. Annelik hüznü, genellikle doğum sonrası 3. veya 4. günde ortaya çıkar, semptomlar geçici olup gün veya hafta sürer. Duygusal destek bu dönemde önemlidir. Annelik hüznü döneminin günden uzun sürmesi halinde post partum depresyon gelişme olasılığı nedeniyle bir uzmana başvurulması gereklidir.
Kullanıcılar Bunları Da Aradı:
Yayın Tarihi : 25/09/
Gebelik ve lohusalık dönemi, doğası gereği değişimlere adanmış bir dönemdir. Kadınların bir kısmı doğumla birlikte gelen değişimlere uyum sağlarken, sürecin biricik olması nedeni ile bir kısmı ise bu dönemde sıkıntılar yaşayabilir. Ayrıca doğum sonrası ilk bir yıl psikiyatrik hastalıklar açısından oldukça riskli bir dönem olarak kabul edilmektedir.
Lohusa sendromu diğer bir adıyla annelik hüznü, genellikle hormonal değişikliklerin tetiklediği, uykusuzluk, beslenme problemleri, yeni anne olmanın getirdiği stres nedeniyle şiddeti artan bir olgu olarak değerlendirilir.
Lohusa sendromunun risk faktörleri kesin olarak bilinememektedir. Fakat araştırmalar sonucunda; hormonal değişimlerin, aile üyelerinin ya da annenin duygu durum bozukluğu geçmişinin olmasının, eşler arasındaki ilişki problemlerinin, sosyal destek yoksunluğunun, ekonomik sorunların ve diğer stres faktörlerinin lohusa sendromunun ortaya çıkmasında etkili olduğu gözlemlenmiştir.
Lohusa sendromu, doğumu takip eden 3. ve 4. günde başlar ve hafif belirtilerle etkisini gösterir. Belirtilerin genellikle hafif düzeyde olması nedeniyle müdahale gerekmeyebilir ve iki hafta içinde sendromun etkisi azalır. Ancak lohusa sendromu, duygu durum bozukluğu geçmişi olan kadınlarda, doğum sonrası depresyonun öncülü olabilmektedir. Bu nedenle belirtilerin, doğumdan 2 hafta sonra kaybolmaması ve devam etmesi durumunda mutlaka bir uzman desteği alınmalıdır.
Lohusa sendromu yaşayan anneler; aileleri ve sağlık personelleri tarafından desteklenmeli, bu sorun ile nasıl baş edecekleri konusunda bilgilendirilmelidir. Ayrıca bebek bakımına ilişkin bilgi eksiklikleri saptanmalı ve bu konuda bilinçlendirilmelilerdir. Aynı zamanda duygusal ve sosyal destek gibi psikoterapötik girişimler bu süreci aşmada oldukça faydalıdır. Anneye ve ailesine lohusa sendromunun, sürecin doğal bir parçası olduğunu açıklamak, annenin sosyal destek sistemlerini güçlendirmek genellikle yeterli olmaktadır. Lohusa sendromu etkilerinin 2 haftayı aşmasının, tedavi gerektiren tıbbi bir süreç olduğu ise unutulmamalıdır. Özellikle duygu durum bozukluğu öyküsü olan ve anneliği ilk defa deneyimleyecek kadınlar için doğum sonrası depresyonu önlemek amacıyla bireysel, evlilik, aile ve grup psikoterapilerinde anneliğe geçiş üzerine odaklanılmalı; annenin evlilik ilişkisi, sosyokültürel beklentileri göz önünde bulundurulmalı ve sosyal destek ağı oluşturulmalıdır. Eşlerin tedavi planına katılmaları ihmal edilmemelidir.
Annelik hüznü ya da lohusa sendromu yaşayan kadınlara destek olmak için, duygusal iletişime dikkat etmek, onları dinlemek, bebeğin bakımına yardım etmek, annenin yüklendiği sorumluluğu paylaşmak ve sorumluluğunu hafifletecek desteklerde bulunmak, kendine zaman ayırabilmesini sağlamak önemli adımlardandır.