lozan antlaşması şartları nelerdir / Lozan Antlaşması gizli maddeleri neler? Lozan Antlaşması süresi doldu mu? - Haberler

Lozan Antlaşması Şartları Nelerdir

lozan antlaşması şartları nelerdir

Lozan Antlaşması 98 Yıl Önce Bugün İmzalandı: Lozan Antlaşması’nın Maddeleri Nelerdir?

Haberler

Ekonomi

Altın Fiyatları

Lozan Antlaşması 98 Yıl Önce Bugün İmzalandı: Lozan Antlaşması’nın Maddeleri Nelerdir?

Kurtuluş Savaşı’ndan muzaffer çıkan Türkiye, kazandığı savaş sonrası İngiltere’nin girişimleriyle barış antlaşması için İsviçre’de bir araya geldi. İlk görüşmelerden sonuç çıkmayınca İsmet Paşa yönetimindeki Türk heyeti görüşmeleri terk etti ve Ankara’ya döndü. İngiliz siyasetçisi Lord Curzon'un yerini daha ılımlı olan Rumbold’un gelmesiyle görüşmeler yeniden başladı. Türk heyetinin birçok hedefine ulaştığı Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923’te imzalanarak yürürlüğe girdi. Peki, Lozan Antlaşması kaç maddeden oluşmaktadır? İşte 98. yıldönümü olan Lozan Antlaşması’nın tüm detayları…

Lozan Antlaşmasının Tarihçesi

Lozan Antlaşmasının Tarihçesi

Lozan Anlaşmasında İkinci Görüşme

Lozan Anlaşmasında İkinci Görüşme

Lozan Anlaşmasında Görüşülen Konular ve Alınan Kararlar

Lozan Anlaşmasında Görüşülen Konular ve Alınan Kararlar

Bu Haber De İlginizi Çekebilir

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda

-1-
BARIŞ ANDLAŞMASI
(Traile de Paix)
Lozan, 24 Temmuz 1923
(Metin)

Bir yandan,

Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya,Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devletleri,

Ve öte yandan,

Türkiye 1914 yılından beri Doğunun dirliğini bozan savaş durumuna, birlikte, kesinlikle son vermek isteğiyle,

Ve kendi uluslarının ortak genlik ve mutluluğu için gerekli olan dostluk ve ticaret ilişkilerini aralarında yeniden kurmak amacı ile,

Ve bu ilişkilerin devletlerin bağımsızlık ve egemenliğime saygı ilkesine dayandırılması gereğini düşünerek, bu konuda bir Andlaşma yapmağa karar vermişler ve yetkili Temsilcileri olarak.:

Büyük Britanya ve İrlanda Krallığı Birliği, Denizaşırı Britanya ülkeleri yüce Kralı ve Hindistan İmparatoru :

İstanbul’da Yüksek Komiser Soylu Sir Horace George Montagu Rumbold, Baronet G.C.M.G;

Fransız Cumhuriyeti :

Fransa Büyükelçisi, Cumhuriyetin Doğuda Yüksek Komiseri, Lejyon Donör ulusal nişanının Grand Ofisye rütbesine sahip General Mösyö Maurice Pellé;

İtalya Yüce Kralı :

Senatör, İtalya Büyükelçisi, İstanbul’da Yüksek Komiser, Sen Moris ve Lazar ve Kuron Ditali nişanlarının Gran Kruva rütbesine sahip soylu Marki Camille Garroni;

Atina Olağanüstü Temsilcisi ve Orta elçisi, Sen Moris ve Lazar nişanlarının Komandör ve Kuron Ditali nişanının Grand Ofisye rütbesine sahip Mösyö Jules César Montagna;

TÜRKİYE’NİN SİYASAL ANDLAŞMALARI

Bu nedenle, Lozan Barış Andlaşması yapılıncaya dek, Berlin’deki Büyükelçilikte bırakılan Numan Tahir Bey (Seymen), İsviçre Büyükelçiliğine bağlı olarak, siyasal olmayan işleri yürütmüştü. Lozan Andlaşmasından sonra, Almanya Rudolf Nadolny’yi 1924 Haziranında Elçi sanı ile Türkiye’ye göndermişti, ilkin İstanbul’da göreve başlayan Alman Elçisi 30 Mart 1925 günü Büyükelçi sanı ile Ankara’da güven mektubunu sunmuştur. Ona karşılık, Türkiye Hükümetinin, Lozan Andlaşması yürürlüğe girer girmez, Berlin’e Büyükelçi olarak yolladığı Kemalettin Sami Paşa 21 Haziran 1925 günü güven mektubunu sunmuştur.

Avusturya ile : Mondros Silah Bırakışılmadan sonra Osmanlı Devleti Avusturya ile de ilişkilerini kesmek zorunda kalmıştı. Bu arada Avusturya, Macaristan’dan ayrılıp bir Cumhuriyet olmuştu. Osmanlı Devletinin Viyana’daki son Büyükelçisi Hüseyin Hilmi Paşa ile Avusturya – Macaristan’ın İstanbul’daki Büyükelçisi John Von Pallavicini yurtlarına dönmüştü. Lozan Andlaşmasından sonra, Ankara’da ilk Avusturya Elçisi Auguste Kral 25 Kasım 1924 günü ve Türkiye’nin ilk Viyana Elçisi Hamdi Bey (Arpağ) 1925 yılı Haziranında güven mektuplarını sunmuşlardır.

Macaristan ile : I. Dünya Savaşından sonra Avusturya’dan ayrılarak yeni bir Cumhuriyet olan Macaristan’ın Türkiye’ye yolladığı ilk Elçi Dr. Tahy de Tavar 11 Mayıs 1924 günü ve Türkiye’nin ilk Budapeşte Elçisi Hlüsrev Bey (Gerede) ise 9 Mayıs 1924 günü güven mektuplarını sunmuşlardır.

Bulgaristan ile : I. Dünya Savaşı sonunda Sofya’daki Osmanlı Elçisi Safa Bey ile İstanbul’daki Bulgar Elçisi Nedelko Koloucheff ülkelerine dönmüşlerdi. Türkiye 1923 Şubatından başlayarak Sofya’da ve Bulgaristan 1924 yılından başlayarak İstanbul’da yarı resmi temsilciler bulundurduktan sonra, ilk Türk Elçisi Servet Cemal Bey (Balısoy) 1924 Ağustosunda Sofya’da ve ilk Bulgar Elçisi Todor Pavlov 5 Mayıs 1927 günü Ankara’da güven mektuplarını sunmuşlardır.

Polanya ile : 1. Dünya Savaşından sonra kurulan Polonya Cumhuriyetinin Ankara’ya yolladığı ilk Elçi Romanı Knoll 25 Haziran 1924 günü ve ilk Türk Elçisi İbrahim Tali Bey de, bir kaç gün sonra Varşova’da güven mektuplarını vermişlerdir.

Çek – Slovak Devleti : I. Dünya Savaşından sonra kurulan bu Cumhuriyetin ilk Ankara Elçisi Dr. Rud Svetlik 18 Ekim 1925 günü ve Türkiye’nin ilk Prag Elçisi Vasıf Bey (Çınar) da 22 Ağustos 1925 günü güven mektuplarını sunmuşlardır.

Japonya Yüce İmparatoru :

Soley Levan nişanının birinci rütbesine sahip Roma olağanüstü ve yetkili Büyükelçisi Mösyö Kentaro Otchiai Jusammi;

Yunanlılar Yüce Kralı :

Eski Bakanlar Kurulu Başkanı Sovör nişanının Gran Kruva rütbesine sahip Mösyö Eleftherios K. Vénizelos,

Londra olağanüstü Temsilcisi ve Ortaelçisi Sovör nişanının Komandör rütbesine sahip Mösyö Démètre Caclamanos;

Romanya Yüce Kralı :

Ortaelçi Mösyö Constantin İ.Diamandy,

Ortaelçi Mösyö Constantin Contzesco;

Sırplar – Hırvatlar – Slovenler Yüce Kralı :

Bern olağanüstü Temsilcisi ve Ortaelçisi Mösyö Doktor Vliloutine Yovanovitch;

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti :

Dışişleri Bakanı, Edirne Milletvekili İsmet Paşa, Sağlık ve Sosyal Yardım İşleri Bakanı, Sinop Milletvekili, Doktor Rıza Nur Bey,

Eski Bakan, Trabzon Milletvekili Hasan Bey;

Sayın kişilerini atamışlardır. Adları anılan bu kişiler, yöntemine uygun ve geçerli görülen, yetki belgelerini sunduktan sonra, aşağıdaki maddeleri kararlaştırmışlardır :

BÖLÜM : I
SİYASAL HÜKÜMLER

Madde l — İşbu Andlaşmanm yürürlüğe konulması gününden başlayarak, bir yandan Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp -Hırvat – Sloven Devletleri ve öte yandan Türkiye ve onların uyrukları arasında barış durumu kesinlikle yeniden kurulmuş olacaktır.

Taraflar arasında resmi ilişkiler kurulacak ve onların toprakları üzerinde diplomasi ve konsolosluk memurları, yapılacak özel anlaşmalar bozulmaksızın, devletler hukukunun genel ilkeleriyle belirlenmiş haklara sahip olacaklardır.

KESİM : I

1. TOPRAKLARA İLİŞKİN HÜKÜMLER :

Madde 2 — Karadeniz’den Akdeniz’e dek Türkiye’nin sınırı aşağıdaki biçimde saptanmıştır. (Ekli bir numaralı haritaya bakılması) :

Birincisi – Bulgaristan ile :

Rezvaya ağzından Türkiye, Bulgaristan ve Yunanistan sınırlarının Meriç üzerinde kesiştiği noktaya dek;

Bulgaristan’ın bugün çizilmiş olduğu biçimde güney sınırı;

İkincisi – Yunanistan ile :

Oradan Arda ve Meriç ırmaklarının birleştiği noktaya dek;

Meriç yatağı;

Oradan Arda kaynağına doğru bu ırmak üzerinde ve Çörek -Koyun hemen çevresinde olmak üzere, toprak üzerinde belirlenecek bir noktaya dek;

Arda yatağı :

Oradan güney – doğu doğrultusunda Bosna Köyün bir kilometre yukarısında Meriç üzerindeki bir noktaya dek;

Bosna Köyünü Türkiye’de bırakan belirgin ölçüde düz bir çizgi. Çörek köyü, beşinci Maddede anılan Komisyonca halkın çoğunluğunun Türk ya da Rum olarak belirlenmesine göre, Türkiye’ye, ya da Yunanistan’a verilecektir. 11 Ekim 1922 gününden sonra bu Köye göç etmiş olan halk bu konuda hesaba katılmayacaktır.

Oradan Adalar Denizine dek;

Meriç yatağı :

Madde 3 — Karadeniz’den Iran sınırına dek Türkiye’nin sınırı aşağıdaki biçimde saptanmıştır.

Birincisi – Suriye ile;

20 Ekim 1921 günü yapılan Fransa – Türkiye Andlaşmasının 8. Maddesinde tanımlanmış sınır.

İkincisi – Irak ile :

Türkiye ile Irak arasındaki sınır dokuz ay içinde Türkiye ile Büyük Britanya arasında dostça belirlenecektir.

Sınır çizgisi konusunda alınacak karara değin, Türkiye ve Britanya Hükümetleri kesin geleceği bu karara bağlı toprakların bugünkü durumunda herhangi bir değişiklik ortaya koyacak nitelikte askersel ya da başka türlü hiç bir eylemde bulunmamayı karşılıklı olarak yükümlenirler.

Madde 4 — İşbu Andlaşmada anılan sınırlar, bu Andlaşmaya bağlı 1/1000.000 ölçeğindeki haritalar üzerinde çizilmiştir. Andlaşma metni ile haritalar arasında aykırılık ortaya çıkarsa Andlaşma metni geçerli olacaktır.

Madde 5 — İkinci Maddenin ikinci fıkrasında yazılı sınırı topraklar üzerinde çizmekle bir Sınır Çizim Komisyonu görevlendirilecektir. Bu Komisyon, her Devlet için birer yetkili temsilci olmak üzere, Yunanistan ve Türkiye yetkili temsilcileri ile, bu hükümetlerce bir üçüncü Devletin uyrukları içinden, seçilecek bir Başkandan oluşacaktır.

Söz konusu Komisyon yönetimsel sınırları ve yerel ekonomik çıkarları, olanak bulunduğu ölçüde, gözönünde tutarak, işbu Andlaşmadaki tanımları en, yakından izlemeğe her durumda çaba gösterecektir.

Komisyonun kararları oy çoğunluğu ile alınacak ve bu kararlar ilgili taraflar için uyulması zorunlu olacaktır.

Komisyonun harcamaları ilgili Taraflarca eşit biçimde karşılanacaktır.

Madde 6 — Bir ırmak ya da akarsuyun, kıyılarıyla değil de, yatağı ile belirlenen sınıra gelince, işbu Andlaşmanın tanımlarında kullanılan (Cours) yatak veya (Chenal) kanal terimleri, bir yandan, ulaşıma uygun, olmayan ırmaklarda su yatağının ya da başlıca kolunun, öte yandan gidiş gelişe uygun, olan ırmaklarda başlıca ulaşım kanalının orta çizgisi anlamına gelir.

Bununla birlikte, yatak ya da kanalın olası değişmelerinde, sınır çizgisinin, yukarıda belirtilen biçimdeki çizgiyi mi izleyeceğine, yoksa anılan, yatak ya da kanalın işbu Andlaşmanın, yürürlüğe konulduğu andaki durumuna göre kesinlikle mi belirleneceğine karar vermeğe Sınır Çizim Komisyonu yetkili olacaktır.

İşbu Andlaşmada tersine bir hüküm olmadıkça, deniz sınırları kıyıdan üç milden aşağı uzaklıktaki ada ve adacıkları kapsar.

Madde 7 — İlgili Devletler Sınır Çizim Komisyonuna görevi için gerekli her türlü belgeleri, özellikle bugünkü ve eski sınırın çizilmesine ilişkin tutanakların onaylı örneklerini, eldeki büyük ölçekli tüm haritaları, uzaklıklara ilişkin bilgileri, düzenlenip yayınlanmamış uzaklık haritalarını ve sınır boyundaki ırmakların yatak değiştirmesi konusundaki bilgileri vermeyi yükümlenirler. Türk makamlarının elinde bulunan haritalar, uzaklığa ilişkin bilgiler ve hatta yayınlanmamış haritalar, işbu Andlaşma yürürlüğe konulur konulmaz, en kısa süre içinde Komisyon Başkanına İstanbul’da verilecektir.

Bundan başka, ilgili Devletler Komisyona tüm belgelerin, özellikle plânlar ve kadastroların, tapu defterlerinin verilmesi ve anılan Komisyonun, isteği üzerine, mal ve topraklara ve ekonomik durumlara ilişkin tüm bilgilerin ve yararlı başkaca bilgilerin sunulması için, yerel makamlara yönerge vermeği yükümlenirler.

Madde 8 — İlgili Devletler Sınır Çizim Komisyonuna, görevlerinin yerine getirilmesi için gerekli ulaştırma, ev, iş kolu ve gereçlere (direkler, sınır işaretleri) ilişkin yardımı gerek doğrudan doğruya, gerek yerel makamlar aracılığı ile yapmayı yükümlenirler.

Özellikle Türkiye Hükümeti, gerektiğinde, görevini yapabilmesi için Sınır Çizim Komisyonuna yardım etmeği, yetenekli teknik personeli vermeyi yükümlenir.

Madde 9 — İlgili Devletler Komisyonca konulmuş olan nirengi noktalarını, işaretlerini, direk ya da sınır işaretlerini korumağı yükümlenirler. :

Madde 10 — Sınır işaretleri birbirinden gözle görülebilecek uzaklıklara yerleştirilecektir. Bunlara numara kon,ulacak, bulundukları yerler ve numaraları bir harita üzerinde belirtilecektir.

Madde 11 — Sınırlamaya ilişkin kesin tutanaklar ve ek haritaları ile belgelerin asılları üç örnek olarak düzenlenecektir. Bunlardan ikisi ortak sınıra sahip devletler hükümetlerine verilecek ve .üçüncü örneği ise, işbu Aııdlaşmayı imza eden devletlere onaylanmış birer örneğini sunacak olan, Fransa Cumhuriyeti Hükümetine gönderilecektir.

Madde 12 — İmroz ve Bozca Adaları ile Tavşan Adaları dışında, Doğu Akdeniz Adaları ve özellikle Limni, Semendirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adaları üzerinde Yunan egemenliğine ilişkin 17/30 Mayıs 1913 günlü Londra Andlaşmasının beşinci ve 1/14 Kasım 1913 günkü Atina Andlaşmasının on beşinci Maddeleri hükümleri uyarınca 13 Şubat 1914 günkü Londra Konferansında alınıp 13 Şubat 1914 günü Yunan Hükümetine bildirilen karar, işbu Andlaşmanın İtalya’nın egemenliği altına konulan ve on beşinci Maddede yazılı olan
Adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak koşulu ile doğrulanmıştır. Asya kıyısından üç milden az uzaklıkta bulunan Adalar, işbu Andlaşmada tersine hüküm olmadıkça, Türkiye egemenliği altında kalacaktır.

Madde 13 — Barışın korunmasını sağlamak amacı ile, Yunan Hükümeti, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adalarında aşağıdaki önlemlere saygı göstermeği yükümlenirler :

Birincisi : Bu Adalarda hiçbir deniz üssü ve hiçbir istihkâm kurulmayacaktır.

İkincisi : Yunan, savaş uçakları ve öteki hava araçlarının Anadolu kıyısındaki topraklar üzerinde uçması yasaklanacaktır.

Buna karşılık, Türkiye Hükümeti de savaş uçaklarının ve öteki hava araçlarının sözü geçen Adalar üzerinde uçmasını yasaklayacaktır.

Üçüncüsü : Söz konusu Adalarda Yunan, Silâhlı Kuvvetleri, silâh altına alınıp yerinde eğitilebilecek olan normal askersel birlikle ve, tüm Yunanistan topraklarındaki jandarma ve polis sayısı ile orantılı olacak, bir jandarma ve polis örgütü ile sınırlı kalacaktır.

Madde 14 — Türkiye egemenliği altında kalan İmroz ve Bozca Adaları, yerel yönetim ve kişi ve malların korunması konusunda, yerli elemanlardan oluşan ve müslüman olmayan yerli halka her bakımdan güven verici özel bir yerel yönetimden yararlanacaktır. Bu Adalarda güvenlik ve düzen, yukarıda sözügeçen yerel yönetim eliyle yerli halk arasından toplanan ve yerel yönetimin emrinde bulunan bir polis tarafından sağlanacaktır.

Rum ve Türk nüfus mübadelesine ilişkin olarak Yunanistan ile Türkiye arasında yapılmış ya da yapılacak bağıtlar İmroz ve Bozca Adaları halkına uygulanmayacaktır.

Madde 15 —Türkiye aşağıda sayılan Adalar üzerindeki tüm hak ve senetlerinden İtalya yararına vazgeçer : Bugün İtalya’nın işgali altında bulunan Astampalya (Astropalia), Kodoş (Rhodes), Kalki (Calki), Skarpanto, Kazos (Casso), Piskopis (Tilos), Misiros (Misyros), Kalimnos (Kalymnos), Lcros, Patmos, Lipsos (Lipso), Sombeki (Simi) ve Istanköy (Koş) Adaları ile bunlara bağlı olan adacıklar ve Meis (Castellorizo) Adası (2 numaralı haritaya bakılması).

Madde 16 — Türkiye işbu Andlaşmada belirlenen sınırları dışındaki tüm topraklar ile bu topraklardan olup gene bu Andlaşma ile üzerinde kendi egemenlik hakkı tanınmış bulunanlar dışındaki Adalarda —ki bu toprak ve Adaların geleceği ilgililerce saptanmış ya da saptanacaktır- her ne nitelikte olursa olsun, sahip olduğu tüm hak ve senetlerden vazgeçtiğini açıklar.

İşbu Maddenin hükümleri komşuluk nedeniyle Türkiye ile ortak sınırı bulunan ülkeler arasında kararlaştırılmış ya da kararlaştırılacak olan özel hükümleri bozmaz.

Madde 17 — Türkiye’nin Mısır ve Sudan üzerindeki tüm hukuk ve senetlerinden vazgeçmesine ilişkin hüküm 5 Kasım 1914 gününden başlayarak geçerlidir.

Madde 18 — Mısır’dan alınan vergi karşılık gösterilerek sağlanan Osmanlı istikrazlarına, yani 1855, 1891, 1894 istikrazlarına ilişkin tüm bağlantı ve yükümlerden Türkiye aklanmıştır. İşbu üç istikraz taksitleri için. Mısır’ın yaptığı yıllık ödemeler bugün Mısır Borçları taksitlerinin bir parçasını oluşturduğundan, Mısır Osmanlı Genel Borçlarına ilişkin öteki tüm yükümlerden aklanmıştır.

Madde 19 — Mısır Devletinin tanınmasından doğan sorunlar, ilgili devletler arasında sap!anacak koşullara göre sonradan kararlaştırılacak hükümlerle çözümlenecek ve Türkiye’den ayrılan topraklara ilişkin, olan Andlaşma hükümleri Mısır Devletine uygulanmayacaktır.

Madde 20 — Türkiye, Britanya Hükümetince Kıbrıs’ın 5 Kasım I914’te açıklanan ilhakını tanıdığını bildirir.

Madde 21 — 5 Kasım 1914 tarihinde Kıbrıs Adasında yerleşmiş olan Türk uyrukları, yerel yasanın belirlediği koşullara göre, İngiltere uyrukluğuna geçecek ve böylece Türk uyrukluğunu yitireceklerdir. Bununla birlikte, bu Türkler, isterlerse, bu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından bağlayarak iki yıllık bir süre içinde, Türk uyrukluğunu seçebileceklerdir. Bu durumda, seçme haklarını kullandıkları günü izleyen on iki ay içinde Kıbrıs Adasından ayrılmak zorunda kalacaklardır.

İşbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması günü Kıbrıs Adasında yerleşmiş bulunup da, yerel yasanın belirlediği koşullara uyularak yapılan işlem üzerine, o gün İngiltere uyruklusunu edinmiş ya da edinmek üzere bulunmuş olan Türk uyrukları da bu nedenle Türk uyrukluğunu yitireceklerdir.

Şurası da kararlaştırılmıştır ki, Kıbrıs Hükümeti, Türkiye Hükümetinin izni olmaksızın Türk uyrukluğundan başka bir uyrukluğu edinmiş olan kimselere İngiltere uyrukluğu tanımayı reddetmek yetkisine sahip olacaktır.

Madde 22 — Türkiye, 27. Maddenin genel bükümlerini bozmamak koşulu ile, 18 Ekim 1912 günlü Lozan Andlaşması ve ona ilişkin Bağıtlar gereğince, her ne nitelikte olursa olsun, Trablusgarp (Libya) üzerinde sahip olmuş bulunduğu tüm hak ve ayrıcalıkların kesinlikle kaldırılmış olmasını tanıdığını açıklar.

2. ÖZEL HÜKÜMLER

Madde 23 — Bağıtlı Yüksek Taraflar, Boğazlar Rejimine ilişkin bugün yapılmış Sözleşmede açıklandığı üzere, Çanakkale Boğazında, Marmara Denizinde ve Karadeniz Boğazında denizden ve havadan, gerek barış, gerek savaş zamanlarında özgürce geçiş ve gidiş – geliş ilkesini kabul ve açıklama konusunda anlaşmışlardır. Bu Sözleşme, buradaki Yüksek Bağıtlı Taraflar için, işbu Andlaşmada yazılmış olsa idi onun sahip olacağı güç ve değerin tıpkısına sahip olacaktır.

Madde 24 — İşbu Andlaşmanın 2. Maddesinde belirtilen sınırın rejimine ilişkin olarak bugün yapılan özel Sözleşme, onun Bağıtlı Yüksek Tarafları için, bu Andlaşmadaki güç ve değerin tıpkısına sahip olacaktır.

Madde 25 — Türkiye kendisi ile yanyana savaşmış Devletler ile öteki bağıtlı Devletler arasında yapılan Barış Andlaşmaları ve ona ek Sözleşmelerin geçerliğini tanımağı ve eski Almanya İmparatorluğu, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan toprakları ile ilgili olarak alınmış ya da alınacak kararları kabul etmeği ve böylece belirlenecek sınırları içindeki yeni Devletleri tanımağı yükümlenir.

Madde 26 — Türkiye şimdiden Almanya’nın, Avusturya’nın, Bulgaristan’ın, Yunanistan’ın, Macaristan’ın, Polonya’nın, Romanya’nın, Sırp – Hırvat – Sloven Devleti ve Çek – Slovakya Devletinin sınırlarını, işbu sınırların 25. Maddede anılan Andlaşmalar ya da ek tüm Sözleşmelerle saptanmış ya da saptanacağı biçimde tanıdığını ve kabul ettiğini açıklar.

Madde 27 — Türkiye Hükümeti ya da Türkiye makamlarınca, Türkiye toprakları dışımla, işbu Andlaşmayı imzalayan öteki Devletlerin egemenliği altında ya da koruyuculuğunda bulunan toprakların yurttaşları ile Türkiye’den ayrılan toprakların yurttaşları üzerinde siyasal, yasama ya da yönetimsel konularda, her ne nedenle olursa olsun, hiçbir yetki ya da yargı hakkı kullanılmayacaktır.

Şurası da kararlaştırılmıştır ki, İslam dini makamlarının dinsel yetkilerine bir zarar gelmemektedir.

Madde 28 — Bağıtlı Yüksek Taraflar Türkiye’de Kapitülasyonların tümü ile kaldırılmasını, her biri kendisi ile ilgili olarak, kabul ettiklerini açıklarlar.

Madde 29 — Fransız uyruklu Faslılar ve Tunuslular Türkiye’de öteki Fransız uyruklarına uygulanan rejimin, her bakımdan tıpkısına bağlı olacaklardır.

Trablusgarp ve Bingazi halkı Türkiye’de öteki İtalyan, uyruklarına uygulanan rejimin her bakımdan tıpkısına bağlı olacaktır.

Bu Madde, kökeni Tunuslu, Trablusgarpb ve Faslı olupta Türkiye’de yerleşmiş bulunanların uyrukluğu konusunda bir hüküm ortaya koymaz

Karşılık olarak, Türk uyrukları da, 1. ve 2. Fıkra hükümlerinden yararlanan halkın yaşadığı ülkelerde, Fransa ve Italya’daki rejimlerin, tıpkısından yararlanacaklardır.

Birinci Fıkradaki hükümlerden halkı yararlanan ülkelerden gelen ya da bu ülkelere yollanan inalların Türkiye’de bağlı olacağı rejim ile buna karşılık Türkiye’den gelen ya da Türkiye’ye yollanan malların söz konusu ülkelerde bağlı olacağı rejim Fransa Hükümeti ile Türkiye Hükümeti arasında bir anlaşma ile belirlenecektir.

KESİM : II
UYRUKLUK

Madde 30 — İşbu Andlaşma hükümleri uyarınca Türkiye’den ayrılan topraklarda yerleşmiş Türk uyrukları kendiliğinden ve yerel yasaların koşulları içinde bu toprakların geçtiği Devletin uyruğu olacaklardır,

Madde 31 — 18 yaşını geçmiş olup da 30. Madde hükümleri uyarınca Türk uyrukluğunu yitiren ve kendiliğinden yeni bir uyrukluk kazanan kişiler, işbu Andlaşma yürürlüğe konulduğu günden başlayarak, iki yıllık süre içinde Türk uyrukluğunu seçmek hakkına sahip olacakdır.

Madde 32 — İşbu Andlaşma gereğince Türkiye’den ayrılan topraklarda yerleşmiş ve bu topraklardaki halkın çoğunluğundan soy bakımdan ayrı olan 18 yaşını geçmiş kişiler, bu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak iki yıllık süre içinde, halkının çoğunlu-kendi soyundan olan Devletlerden birinin uyrukluğunu, o Devletin izni koşulu ile, seçebileceklerdir.

Madde 33 — 31 ve 32. Maddeler hükümleri gereğince seçme haklarını kullanan kişiler bunu izleyen 12 ay içinde konutlarını seçme hakları lehine kullandıkları devlet topraklarına geçirmek zorundadırlar.

Bu kişiler, seçme haklarını kullanmadan öııce oturdukları öteki eviçtin, topraklarında sahip bulundukları taşınmaz malları elde tutakta serbest olacaklardır.

Bu kişiler her tür taşınır mallarını birlikte götürebileceklerdir, undan dolayı kendilerine ne çıkarma, ne sokma için hiç bir harç ya da resim yüklenmeyecektir.

Madde 34 — İşbu Andlaşma hükümleri gereğince Türkiye’den ayrılan bir yerin yerli halkından 18 yaşını geçmiş olan ve işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulduğu sırada yabancı ülkelerde yerleşmiş bulunan Türk uyrukları, Türkiye’den ayrılan ülkeleri yöneten hükümetler ile Yahudilerinin yerleşmiş bulundukları ülkelerin hükümetler arasında yapılmasına gerek görülebilecek anlaşmalar saklı tutulmak üzere, soyları bakımından bu topraklar halkının çoğunluğuna ilintili olmaları ve o toprakları yöneten hükümet de buna izin vermesi koşulu ile, asıl halkından bulundukları topraklarda yürürlükte olan uyrukluğu edinmekte seçme hakkına sahiptirler. Bu seçme hakkı, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak, iki yıllık süre içinde kullanılır.

Madde 35 — Bağıtlı Devletler işbu Andlaşmada, ya da Almanya, Avusturya, Bulgaristan ya da Macaristan ile yapılan Barış Andlaşmalarında ya da Türkiye dışındaki Bağıtlı Devletler ile ya da onlardan biri ile Rusya arasında ya da kendi aralarında yapılmış bir Andlaşmada açıklanan ve ilgililere kendileri için edinilmesi olanağı bulunan her hangi bir başka uyrukluğu edinme izni veren seçme hakkının kullanılmasına hiçbir biçimde karşı gelmemeği yükümlenirler.

Madde 36 — İşbu Kesim hükümlerinin uygulanmasına ilişkin ulun tüm konularda evli kadınlar kocalarının ve 18 yaşından aşağı olan çocuklar da ana babalarının bağlı oldukları
koşullara uyacaklardır.

KESİM :III
AZINLIKLARIN KORUNMASI

Madde 37 — Türkiye, 38.den 48.e dek Maddelerde belirtilen hükümlerin temel yasalar [Les Lois fondamentales] olarak tanınmasını ve hiç bir yasa, hiç bir yönetmelik ve hiç bir resmi işlemin bu hükümlerle çelişkili ya da onlara aykırı olmamasını ve biç bir yasanın, hiç bir yönetmeliğin ve hiçbir resmi işlemin söz konusu hükümlere üstün sayılmamasını yükümlenir.

Madde 38 — Türkiye Hükümeti, doğum, milliyet, dil, soy, ya da din ayırt etmeksizin, Türk halkının tümünün yaşam ve özgürlüklerini, en geniş biçimde, korumayı yükümlenir.

Türkiye’nin tüm halkı, kamu düzeni ve genel ahlak ile bağdaşmazlık göstermeyen her din, mezhep ya da inanışın gerek genel, gerek özel biçimde özgürce kullanılması hakkına sahip olacaktır. Müslüman olmayan azınlıklar, Türkiye Hükümetince ulusal savunma amacı ile veya  kamu düzeninin korunması için ülkenin her yerinde ya da bir bölümünde alınan ve tüm Türk yurttaşlarına uygulanan önlemler saklı kalmak koşulu ile, dolaşım ve göç özgürlüğünden bütünü ile yararlanacaklardır.

Madde 39 — Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk yurtdaşları Müslümanlarla özdeş medeni ve siyasal haklardan yararlanacaklardır.

Türkiye’nin tüm halkı, din ayırtedilmeksizin, yasa önünde eşit olacaktır.

Din, inanç ya da mezhep farkı hiçbir Türk Yurtdaşının medeni ve siyasal haklardan yararlanmasına ve özellikle genel hizmetlere kabulüne, memurluğa ve yukarı derecelere ulaşmasına, ya da çeşitli meslekleri ve sanatları yapmasına bir engel sayılmayacaktır.

Herhangi bir Türk yurtdaşının gerek özel ya da ticaret ilişkilerinde, gerek din, basın ya da her türlü yayın konusunda ve gerek toplantılarda herhangi bir dili serbestçe kullanmasına karşı hiçbir sınır konulmayacaktır.

Resmi dilin varlığı kuşkusuz olmakla birlikte, Türkçeden başka dil ile konuşan Türk yurttaşlarına yargıçlar önünde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri için gerekli kolaylıklar gösterilecektir.

Madde 40 — Müslüman olmayan azınlıklara ilintili olan Türk yurttaşları hukuk bakımından ve fiilen öteki Türk yurttaşlarına uygulanan işlemlerin ve sağlanan güvencelerin tıpkısından yararlanacaklar ve özellikle, harcamaları kendilerince yapılmak üzere, her türlü yardım, dinsel ya da sosyal kurumları, her türlü okul ve benzeri öğretim ve eğitim kurumları kurma, yönetme ve denetleme ve buralarda kendi dillerini özgürce kullanma ve dinsel ayinlerini serbestçe yapına bakımından eşit bir hakka sahip bulunacaklardır.

Madde 41 — Genel öğretim konusunda Türk Hükümeti, Müslüman olmayan yurttaşların önemli bir oranda yerleşmiş oldukları kentler ve kasabalarda, bu Türk yurttaşlarının çocuklarının ilk okullarda kendi dilleriyle öğretim görmelerini sağlamak üzere, gerekli kolaylığı gösterecektir. Bu hüküm Türk Hükümetinin söz konusu okullarda Türk dilinin öğretilmesini zorunlu kılmasına engel olmayacaktır.

Müslüman olmayan azınlıklara ilintili Türk yurtdaşlarının önemli oranda bulundukları kentlerde ya da kasabalarda, bu azınlıklar Devlet bütçesi Belediye ya da benzeri bütçelerde eğitim, din, ya da yardım amacıyla genel gelirlerden verilecek paralardan yararlanma ve ödenek ayrılması konusunda hakça bir pay alacaklardır. Söz konusu paralar ilgili kurumların, yetkili temsilcilerine ödenecektir.

Madde 42 — Türkiye Hükümeti Müslüman olmayan azınlıkların aile ya da kişi statüleri konusunda, bu sorunların sözügeçeıı azınlıkların törelerine göre çözümlenmesine uygun her türlü hükümleri koymayı kabul eder

İşbu hükümler Türkiye Hükümeti ile ilgili azınlıklardan her birinin eşit sayıda temsilcilerinden oluşan özel Komisyonlarda düzenlenecektir. Anlaşmazlık olursa, Türkiye Hükümeti ile Milletler Cemiyeti Meclisi, birlikte, Avrupalı hukukçular arasından bir üst hakem atayacaktır.

Türkiye Hükümeti söz konusu azınlıkların Kiliseleri, Havraları, mezarlıkları ve öteki dinsel kurumlarına her türlü koruyuculuğu göstermeyi yükümlenir. Bu azınlıkların bugün Türkiye’de bulunan Vakıflarına ve dinsel ve yardım kurumlarına her türlü kolaylığı gösterecek ve izinleri verecek ve yeni dinsel ve yardım kurumları kurulması için, benzeri öteki özel kurumlara sağlanmış olan gerekli kolaylıklardan hiçbirini esirgemeyecektir.

Madde 43 — Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk yurttaşları, inançlarına aykırı ya da dinsel ayinlerini bozucu herhangi bir işlem yapmaya zorlanamayacakları gibi, hafta tatilleri gününde Mahkemelerde hazır bulunmaktan ya da herhangi bir yasal işlemin yapılmasından kaçınmaları nedeniyle, onların hiç bir hakkı ortadan kalkmayacaktır. Bununla birlikte, bu hüküm söz konusu Türk yurttaşlarının, kamu düzeninin korunması bakımından, öteki tüm Türk yurttaşlarının bağlı olduğu yükümlerden bağışık kılmayacaktır.

Madde 44 — Türkiye, işbu Kesimin yukarıdaki Maddelerinin, Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıklarına ilişkin bulunduğu ölçüde, uluslararası toplumu ilgilendirici nitelikte yükümler getirdiğini ve onların Milletler Cemiyetinin güvencesi altına konulmasını kabul eder. İşbu hükümler Milletler Cemiyeti Meclisindejçoğunhıjkta ahsan, bir karar olmaksızın değiştirilemeyecektir. Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya ve Japonya Milletler Cemiyeti Meclisinde işbu Maddeler konusunda, yöntemine uygun biçimde, çoğunlukla kabul edilecek olan her hangi bir değişikliği reddetmemeyi bu Andlaşma ile yükümlenirler.

Türkiye, Milletler Cemiyeti Meclisi üyelerinden her birinin bu yükümlülüklerden her hangi birine aykırılık olması ya da olma tehlikesi üzerine, buna Meclisin dikkatini çekmeğe yetkili olacağını ve Meclisin, duruma göre, uygun ve etkin sayılacak bir davranışta bulunabileceğini ve yönerge verebileceğini kabul eder.

Bundan başka, Türkiye, işbu Maddelere ilişkin hukuksal ya da edimsel sorunlarda, Türkiye Hükümeti ile bağıtlı öteki devletlerden her hangi biri ya da Milletler Cemiyeti Meclisi üyelerinden her hangi bir devlet arasında görüş ayrılığı ortaya çıkınca bu anlaşmazlığın, Milletler Cemiyeti Andlaşmasının 14. Maddesi uyarınca, uluslararası nitelikte bir anlaşmazlık gibi sayılmasını kabul eder.

Türkiye Hükümeti bu türden olan her hangi bir anlaşmazlığın, öteki Taraf istemde bulunursa, uluslararası Daimi Adalet Divanına götürülmesini kabul eder. Daimi Divan kararı istinaf edilemeyip Milletler Cemiyeti Andlaşmasının 13. Maddesi uyarınca verilmiş bir kararın güç ve hükmünün tıpkısına sahip olacaktır.

Madde 45 — İşbu Kesim hükümleri ile Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıkları için tanınan haklar, Yunanistan tarafından da, kendi topraklarında bulunan Müslüman azınlığa tanınmıştır.

BÖLÜM : II
PARASAL HÜKÜMLER
KESİM : I
OSMANLI DEVLET BORÇLARI
[Düyunu Umumiyei Osmaniye]

Madde 46 — İşbu Kesime ekli çizelgede gösterilen Osmanlı Devlet Borçları, gene bu Kesimde belirtilen koşullar içinde, Türkiye ile 1912-1913 Balkan Savaşları sırasında yararlarına Osmanlı İmparatorluğu’ndan toprak ayrılmış olan devletler ve işbu Andlaşmanın 12 ve 15. Maddelerinde sözkoııusu olan Adaların ve işbu Maddenin son Fıkrasında belirlenen toprakların kendilerine bırakıldığı devletler ve, son olarak, bu Andlaşma uyarınca Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılarak Asya toprakları üzerinde yeni kurulan devletler arasında bölüşülecektir. Bundan başka, yukarıda anılan devletlerin tümü, 53. Maddede gösterilen günlerden başlayarak, işbu Kesimde belirtilen koşullar içinde, Osmanlı Borçlarının faizli tutarına ilişkin yıllık yüklemlere de katılacaklardır. Türkiye, 53. Maddedede gösterilen günlerden başlayarak, öteki devletlere yükletilmiş katılma paylarından artık hiç bir biçimde sorumlu tutulmayacaktır.

1 Ağustos 1914 günü Osmanlı egemenliği altında olup Türkiye’nin işbu Andlaşmanın 2. Maddesinde belirlenen sınırları dışında bulunan Trakya arazisi Osmanlı Devlet Borçlarının bölüşülmesi konusunda bu Andlaşma uyarınca, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmış gibi sayılacaktır.

Madde 47 — Osmanlı Devlet Borçları İdare Kurulu [Meclisi], işbu Kesime ekli çizelgenin (A) Bölümünde gösterilen istikrazlara ilişkin olup ilgili devletlerden her birine düşen yıllık taksitlerin tutarını, bu Andlaşmanın yürürlüğe konulduğu günden başlayarak, 3 ay içinde 50. ve 51. Maddelerde konulan ilkelere göre saptayacak ve bu tutarı sözü geçen devletlere bildirecektir.

Bu devletler Osmanlı Devlet Borçlan İdare Kurulunun bu komi”daki çalışmalarını izlemek üzere İstanbul’a yetkili temsilciler gönderebileceklerdir.

İşbu Maddede yazılı ilkelerin uygulanmalına ilişkin olurak ilgili Taraflar arasında çıkabilecek tüm anlaşmazlıklar 1. Fıkrada; belirtilen bildirimin yapılmasından sonra en çok bir ay içinde Milletler Cemiyeti Meclisinin göstereceği bir Hakeme götürülecek ve bu Hakem en çok üç ay içinde kararını verecektir. Hakeme ödenecek ücret Milletler Cemiyeti Meclisince saptanacak ve öteki Hakemlik harcamalar ile birlikte, ilgili Taraflara yüklenecektir. Hakemin kararları kesin olacaktır. Hakeme başvurma yıllık taksitlerin ödenmelerini geciktirmeyecektir.

Madde 48 — İşbu Kesime ekli çizelgenin (A.) Bölümünde gösterilen Osmanlı Devlet Borçlarının aralarında bölüşüleceği devletlerden, Türkiye’den başkaları, 47. Maddede söz konusu olan yıllık taksitlerden kendilerine düşen paylar için, anılan Madde gereğince, onlara yapılacak bildirim gününden başlayarak üç ay içinde, Osmanlı Devlet Borçları idare Kurumuna kendi paylarının ödenmesinin güvencesi olarak, yeterli miktarda sağlanca (rehin) göstereceklerdir. Yukarıda yazılı süre içinde anılan sağlancalar gösterilmez, ya da gösterilen sağlancaların uygun olup olmadığı konusunda anlaşmazlık çıkarsa, işbu andlaşmayı imzalayan her hangi bir Devletçe, Milletler Cemiyeti Meclisine başvurulabilecektir.

Milletler Cemiyeti Meclisi, karşılık olarak gösterilen gelirlerin toplanması işini, Türkiye’nin dışında, aralarında devlet borçlarının bölüşüleceği devletlerde mevcut bulunan uluslararası finans örgütlerine bırakılabilecektir. Milletler Cemiyeti Meclisinin kararları kesin olacaktır.

Madde 49 — İlgili devletlerden her birine düşen yıllık taksit tutarının 47. Madde hükümlerine göre kesinlikle saptanmasına gırişildiği günden başlayarak bir aylık süre içinde, işbu Kesime bağlı çizelgenin (A) Bölümünde gösterilen Osmanlı Devlet Borçlarının nominal anaparasının bölüştürülmesi biçimini saptamak üzere Paris’te bir Komisyon toplanacaktır. Bu bölüşme, taksitlerin dağılımı için kabul edilmiş olan oranlara göre ve istikraz sözleşmeleri ile işbu Kesimin hükümleri gözönünde tutularak yapılacaktır.

Birinci Fıkrada anılan Komisyon Türkiye Hükümetinin temsilcisi ile Osmanlı Devlet Borçları Yönetim Kurulunun bir temsilcisinden ve Birleştirilmiş Borçlar ile Rumeli Demiryolu Senetleri [Lots Turcs] dışındaki, borçlarla ilgili olanların bir temsilcisinden ve ilgili devletlerden her birinin atayacağı temsilcilerden oluşacaktır. Komisyonda anlaşmaya varılamayan tüm işler 47. Maddenin 4. Fıkrasında yazılı Hakeme götürülecektir.

Türkiye kendi payı için yeni borç senetleri çıkarmağa karar verirse, Türkiye Hükümeti temsilcisi ile Osmanlı Devlet Borçları İdare Kurulu temsilcisinden ve Birleştirilmiş Borçlar ile Rumeli Demiryolu tahvilleri dışındaki borçlar temsilcilerinden oluşan bir Komite aracılığı ile, her şeyden önce Türkiye’ye ilişkin olmak üzere, Borçların anaparasının bölüşümü yapılacaktır. Yeniden çıkarılacak borç senetleri Komisyona verilecek ve Komisyon, Türkiye’nin aklanmasını ve Osmanlı Devlet Borçlarından kendilerine birer pay yüklenen öteki devletlere karşı senet sahiplerinin haklarını gösteren koşullar içinde, söz konusu senetlerin sahiplerine verilmesini sağlayacaktır. Osmanlı Devlet Borçlarından her devletin payını temsil etmek üzere çıkarılacak senetler, Bağıtlı Taraflar ülkelerinde her türlü damga resminden ya da söz konusu senetlerin çıkarılmasından doğacak başkaca vergilerden bağışık tutulacaktır.

İlgili devletlerden her birine düşen yıllık taksitlerin ödenmesi, nominal anaparanın bölüşülmesine ilişkin bu Maddede yazılı bulunan hükümler nedeniyle, ertelenmeyecektir.

Madde 50 — 47 nci Maddede yazılı yıllık taksitlerin ve 49. Maddede söz konusu olan Osmanlı Devlet Borçları nominal anaparasının bölüşülmesi aşağıdaki biçimde yapılacaktır :

Birincisi : 17 Ekim 1912 gününden önceki istikrazlar ile onlara ilişkin yüklemler, 1912-1913 Balkan Savaşları sonucunda bulunduğu durumda, Osmanlı İmparatorluğu ile savaş sonunda Osmanlı Devletinden kendilerine toprak ayrılan Balkan Hükümetleri ve işbu Andlaşmanın 12. ve 15. Maddelerinde söz konusu Adaların kendilerine verildiği devletler arasında bölüşülecek ve bu savaşlara son, veren Andlaşmaların ya da daha sonra yapılmış Andlaşmaların, yürürlüğe konulmasından sonra ortaya çıkan toprak değişiklikleri gözönünde tutulacaktır.

İkincisi : Bu ilk bölüşmeden sonra, Osmanlı Devletinin üzerinde kalan istikrazların borç artığı ile onlara ilişkin yıllık taksitler artığına, Osmanlı Devletince 17 Ekim 1912 günü ile 1 Kasım 1914 günü arasında yapılan istikrazlar ve bunlara ilişkin yıllık taksitler eklenince çıkacak toplam Türkiye ve Asya’da yeni kurulmuş olup işbu Andlaşma uyarınca Osmanlı devletinden, kendilerine toprak ayrılan devletler ve sözü geçen Andlaşmanın 46. Maddesinin son -Fıkrasında belirtilen toprak kendisine bağlanan Devlet arasında bölüşülecektir.

Anaparanın bölüşülmesi, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününde her istikrazın anaparasının tutarı üzerinden yapılacaktır.

Madde 51 — 50. nci Maddede açıklanan bölüşüm sonucu olarak Osmanlı Devlet; Borçlarının yıllık taksitlerinden ilgili devlete düşen pay aşağıdaki gibi saptanacaktır.

Birincisi : 50 nci Maddenin 1. Fıkrasında açıklanan bölüşüm için, önce 12. ve 15. Maddelerde sözü geçen Adalar ile Balkan savaşları sonucunda Osmanlı Devletinden ayrılan toprakların topuna düşecek pay tutarının saptanmasına girişilecektir.

İşbu payın 50. Maddenin birinci fıkrası hükümleri gereğince bölüşülecek yıllık taksitler toplamına göre tutarı, şözkonusu Adalar ve ayrılan ülkelerin, birlikte olarak, genel gelirleri toplamı ortalamasının, 1907 yılında konulan ek gümrük vergisi gelirleri ile birlikte, 1910-1911 ve 1911-1912 bütçe yılları sırasında Osmanlı Devletinin genci gelirler toplamı ortalamasıyla eş oranda olacaktır.

Böylece saplanacak tutar, kendilerine yukarıdaki fıkrada sözü-geçen toprakların verildiği devletler arasında daha sonra bölüşülecek ve, bunun sonucu olarak, söz konusu devletlerden her birine düşecek payın, aralarında bölüşülecek genel toplama oranla tutarı bu devletlerden her birine bağlanan toprakların gelirleri ortalamasının Balkan Savaşları sonucunda Osmanlı Devletinden ayrılan toprakların ve 12. 15. Maddelerde sözü geçen Adaların toplamının 1910-1911 ve 1911-1912 bütçe yılları içindeki genel gelirleri ortalamasıyla eş oranda olacaktır. İşbu Fıkrada söz konusu gelirlerin hesaplanmasında gümrük gelirleri sayılmayacaktır,

İkincisi : 46. Maddenin son fıkrasında sözügeçen topraklarla birlikte, işbu Andlaşma uyarınca Osmanlı Devletinden ayrılan topraklara gelince, ilgili her Devlete düşen payın, 50. Maddenin 2. fıkrası hükümlerine göre bölüşülecek yıllık taksitlerinin genel toplamına oranı, ayrılan ülkenin ortalama gelirinin, 1910-1911 ve 1911-1912 bütçe yıllarında (1907 yılında konulan ek gümrük vergileri gelirleri ile birlikte) topraklar ve Adalar payı çıkarıldıktan sonra bulunacak tutarın oranıyla eş olacaktır.

Madde 52 — İşbu Kesime bağlı çizelgenin, (B) Bölümünde yazılı avanslar Türkiye ile 46. Maddede anılan öteki devletler arasında aşağıdaki koşullara göre bölünecektir :

Birincisi : Çizelgede belirli olup 17 Ekim 1912 de mevcut bulunan avanslar konusunda işbu andlaşmanın yürürlüğe konulması gününde ödenmemiş anapara var ise, bu anapara ve 53. Maddenin 1. fıkrasında yazılı günlerden beri toplanmış faizler ile söz konusu günlerden beri yapılan ödemeler, 50. Maddenin 1. ve 51. Maddenin gene 1.fıkrasında belirtilmiş hükümlere göre bölüşülecektir.

İkincisi : İşbu ilk bölüşme sonucunda Osmanlı Devletine düşen paralar ve çizelgede belirtilmiş olup devletin, 17 Ekim 1912 günü ile l Kasım 1914 günü arasında anlaşmaya bağladığı avanslar ve işbu Andlaşmanm yürürlüğe konulması gününde eğer var ise, ödenmemiş olan anapara, ile l Mart 1920 gününe dek toplanmış faizler ve o günden beri yapılan ödemeler 50. Maddenin 2. ve 51. Maddenin 2. fıkralarında belirtilen, hükümlere göre bölüşülecektir.

Osmanlı Devlet Borçları Yönetim Kurulu söz konusu avanslardan ilgili devletlerin her birine düşen pay tutarını, işbu Andlaşmanın, yürürlüğe konulmasından başlayarak, 3 aylık, süre içinde saptayacak ve bu tutarı söz konusu devletlere bildirecektir.

Türkiye dışındaki devletlere yüklenen paralar, söz konusu devletlerce Devlet Borçları Yönetim Kuruluna ödenecek ve bu Kurulca da, ya alacaklılara ya da Türkiye’nin anılan devletler hesabına gerek faiz, gerek anapara akçesi olarak ödemiş bulunduğu paralar tutarını karşılayıncaya dek, Türkiye Hükümeti hesabına gelir yazılacaktır.

Yukarıdaki fıkrada öngörülen, ödemeler, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak, eşit 5 yıllık taksit ile yapılacaktır. Bu ödemelerin Osmanlı Devleti alacaklılarına yapılacak bölümü, avans sözleşmesinde yazılı yıllık faizleri içerecek ve Türkiye Hükümetine düşen, bölümü ise faizsiz ödenecektir.

Madde 53 — Balkan Savaşları sonunda kendilerine Osmanlı Devletinden toprak ayrılmış olan devletlerin borçlu olup işbu Kesime ekli çizelgenin (A) Bölümünde yazılı Osmanlı Devlet Borçları istikrazlarının yıllık taksitleri, söz konusu toprakların anılan devletlere geçmelerini açıklayan Andlaşmaların yürürlüğe konulması gününden başlayarak ödenmesi gerekecektir. 12. Maddede belirtilen Adalara gelince, bunların yıllık taksitinin 1/14 Kasım 1913 gününden başlayarak ve 15. Maddede söz konusu olan Adaların yıllık taksitin ise 17 Ekim 1912 gününden başlayarak ödenmesi gerekecektir.

İşbu Andlaşma gereğince Osmanlı Devletinden ayrılan Asya’daki topraklar üzerinde yeni kurulmuş devletlerin ve 46. Maddenin son Fıkrasında yazılı topraklar kendisine bağlanan devletin borçlu oldukları yıllık taksitlerin l Mart 1920 gününden başlayarak ödenmesi gerekecektir.

Madde 54 — İşbu Kesime ekli çizelgenin (A) Bölümünde sayılan 1911, 1912 ve 1913 Hazine Tahvilleri, Sözleşmelerde saptanan ödeme gününden başlayarak, 10 yıllık bir süre içinde kararlaştırılmış faizleri ile birlikte ödenecektir.

Madde 55 — Türkiye; ile birlikte, 46. Maddede anılan, devletler, işbu Kesime bağlı çizelgenin (A) Bölümünde belirtildiği üzere, Osmanlı Devlet Borçlarından kendilerine düşen ve 53. Maddede belirtilen günlerden başlayarak, ödenmesi gerektiği halde ödenmemiş bulunun yıllık taksitler tutarını Osmanlı Devlet Borçları Yönetim Kuruluna ödeyeceklerdir. Bu ödeme işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak, 20 yılda eşit taksitler ile ve faizsiz olarak yapılacaktır.

Türkiye’den başka devletlerce Devlet; Borçları İdare Kuruluna ödenen yıllık taksitler bu Kurulca, söz konusu devletler hesabına Türkiye tarafından ödenmiş olan paraların tutarını karşılayınca dek, Türkiye’nin henüz borçlu bulunduğu toplanmış taksitlerden çıkarılacaktır.

Madde 56 — Bundan böyle, Osmanlı Devlet Borçları Yönetim Kurulunda Alman, Avusturyalı ve Macar senet sahiplerinin, temsilcileri bulunmayacaktır.

Madde 57 — Osmanlı Devlet Borçları istikraz ve avanslarına ve karşılığı Mısır vergisi ile sağlanmış olan, 1855, 1891 ve 1894 Osmanlı istikrazlarına ilişkin faiz kuponlarının sunulması süreleri ile söz konusu istikrazlardan kurası çıkmış olan senetlerin ödenmesi için sünme süreleri, Bağıtlı Yüksek Tarafların topraklarında 29 Ekim 1914 gününden başlayarak, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından sonra 3 ayın bitimine dek ertelenmiş sayılacaktır.

BİRİNCİ KESİME BAĞLI
EK: I
l Kasım 1914 gününden önceki Osmanlı Genel Borçları Çizelgesi
A BÖLÜMÜ

LozanBarisAntlasmasi-1

B BÖLÜMÜ

LozanBarisAntlasmasi-2

KESİM : II
ÇEŞİTLİ HÜKÜMLER

Madde 58 — Bir yandan Türkiye, öte yandan (Yunanistan dışında) öteki Bağıtlı Devletler, gerek Türkiye ile bu Devletlerin, gerek (tüzel kişiler de kapsamı içine girmek üzere) onların uyruklarının 1 Ağustos 1914 günü ile bugünkü Andlaşmanın yürürlüğe konulması günü arasında geçen süre içinde, gerek savaş eylemleri, gerek istiraval, el koyma, kullanım ya da zoralım önlemleri yüzünden doğan, kayıp, zarar ve ziyanlar nedeniyle her türlü para istemlerinden, karşılıklı olarak vazgeçerler.

Bununla birlikte, yukarıdaki hüküm işbu Andlaşmanın III. Bölümünde yazılı hükümleri (Ekonomik hükümler) zedelemeyecektir.

Almanya ile yapılan, 28 Haziran 1919 günkü Barış Andlaşmasının 259. Maddesinin. (1) Fıkrası ve Avusturya ile yapılan 10 Eylül 1919 günlü Barış Andlaşmasının 210. Maddesinin (1). Fıkrası gereğince, Almanya ve Avusturya tarafından devredilmiş olan altın para üzerindeki her türlü haklarından, Türkiye (Yunanistan dışarıda kalmak üzere) öteki Bağıtlı Devletler yararına vazgeçer.

Birinci Tertip Türk Tahvilleri konusunda, gerek 20 Haziran 1331 (3 Temmuz 1915) günkü Sözleşme ile, gerek bu Tahvillerin, arkasında yazılı metne göre, Osmanlı Devlet Borçları Yönetim Kuruluna yüklenmiş olan tüm ödeme yükümleri ortadan kaldırılmıştır.

Bunun gibi Türkiye, Osmanlı Hükümetince İngiltere’ye ısmarlanmış olup Britanya Hükümetince 1914 yılında müsadere edilmiş savaş gemileri için ödenmiş bulunan paraların geri verilmesini, ne Britanya Hükümetinden, ne de onun uyruklarından istememeği kabul ve bu konuda her türlü istemlerinden vazgeçer.

Madde 59 — Yunanistan, savaş yasalarına aykırı olarak Anadolu’da Yunan Ordusunun ya da yönetiminin eylemlerinden doğan zararların onarımı yükümünü tanır.

Öte yandan, Türkiye, Yunanistan’ın savaşın uzamasından ve onun sonuçlarından doğan parasal durumunu gözönünde tutarak onarım konusunda Yunan Hükümetine karşı her türlü istemlerinden kesinlikle vazgeçer.

Madde 60 — Gerek Balkan Savaşları sonucunda, gerek işbu Andlaşma ile Osmanlı İmparatorluğundan kendilerine toprak verilmiş ya da verilmekte olan Devletler, Osmanlı İmparatorluğunun işbu topraklar üzerindeki tüm taşınır ve taşınmaz mallarına, karşılık ödemeden, sahip olacaklardır.

Şurası kararlaştırılmıştır ki, 26 Ağustos 1324 (8 Eylül 1908) ve 20 Nisan 1325 (2 Mayıs 1909) günlü iradelerin [Padişah’ın Kararları] Hazine-i Hassa’dan [Saray’ın mal ve mülkü] Devlete geçirilmesini emrettiği taşınır ve taşınmaz mallar ile 30 Ekim 1918 de Hazine-i Hassa’ca kamu hizmetleri için yönetilmekte bulunmuş olan taşınır ve taşınmaz mallar, söz konusu Devletlerin, bu mallara ilişkin, konularda Osmanlı İmparatorluğu yerine geçmeleri gerekeceğinden, bu mallar üzerinde kurulmuş olan Vakıflar geçerli sayılmak üzere, yukarıdaki fıkrada anılan taşınır ve taşınmaz malların kapsamı içine girecektir.

Gerek Balkan Savaşları sonucunda, gerek daha sonra Yunanistan’a geçmiş olan eski Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde bulunup Hazine-i Hassa’dan Devlete geçen taşınır ve taşınmaz mallar konusunda Türkiye Hükümeti ile Yunan Hükümeti arasında çıkan anlaşmazlık, yapılacak bir Hakem anlaşmasıyla ve 1-14 Kasım 1913 günlü Atina Andlaşmasına ekli 2 sayılı Özel Protokol gereğince, La Haye’de bir Hakem Mahkemesine sunulacaktır.

Bu Maddenin hükümleri Hazine-i Hassa adına tescilli ya da onun yönettiği, işbu Maddenin 2. ve 3. Fıkralarında öngörülmeyen, taşınır ve taşınmaz malların hukuksal niteliğini değiştirmiyecektir.

Madde 61 — İşbu Andlaşma gereğince Türkiye’den başka bir Devletin uyruğuna geçmiş olup sivil ve askersel emeklilik ve açıkta tutulma, yetim ve dul maaşlarından [Pension] yararlananlar, maaşları nedeniyle Türkiye Hükümetine karşı hiç bir istemde bulunamayacaklardır.

Madde 62 — Almanya ile 28 Haziran 1919’da yapılan Versailles Barış Andlaşmasının 261. Maddesi ve 10 Eylül 1919’da Avusturya ile, 27 Kasım 1919’da Bulgaristan ile ve 4 Haziran 1920’de Macaristan ile yapılan Barış Andlaşmalarının koşut Maddeleri uyarınca, Türkiye’den alacaklı bulundukları tüm alacakların öteki Bağıtlı Devletlere geçirilmesini [transfert Türkiye kabul eder.

Öteki Bağıtlı Devletler, bu konuda Türkiye’ye düşen borçlardan onu aklar.

Türkiye’nin Almanya, Avusturya, Bulgaristan ve Macaristan’dan alacakları da sözü geçen Bağıtlı Devletlere geçirilmiştir.

Madde 63 — Türkiye Hükümeti, öteki Bağıtlı Devletlerle anlaşmış olarak, Savaştan sonra Türkiye’ye satılacak malların semenleri için Alman Hükümetinin Türkiye Hükümetince çıkarılan kağıt paraları belirli bir kambiyo fiyatı ile kabul edeceği konusunda Savaş sırasında üstlendiği yüklemlerden Alman Hükümetini akladığını açıklar.

BÖLÜM : III
EKONOMİK HÜKÜMLER

Madde 64 — Bu Bölümde “Müttefik Devletler” teriminden anlaşılan Türkiye’nin dışındaki Bağıtlı Devletlerdir. “Müttefikler uyrukları” terimi, Türkiye’nin dışındaki, Bağıtlı Devletler uyruklarından olanların ya da bu Devletlerden birinin koruyuculuğu altındaki bir Devlet ya da ülke uyruklarından olan gerçek kişiler, ortaklıklar, dernekler [associations] ve kuruluşları [etablissements] kapsamaktadır.

Bu bölümün “Müttefikler uyruklarına” ilişkin hükümlerinden, Müttefik Devletler uyruğuna sahip olmamakla”‘ birlikte, gerçekte bu Devletlerce korunmakta bulunmaları nedeniyle, Osmanlı makamlarınca Müttefik uyruğu gibi işleme bağlı tutulmuş ve bu yüzden zarar görmüş olan kişiler de yararlanacaktır.

KESİM : I
MALLAR, HAKLAR VE ÇIKARLAR

Madde 65 — 29 Ekim 1914 günü Müttefik Devletler uyruğu bulunan kişilerin olup işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulduğu gün Türk kalacak topraklar üzerinde kimliği belirlenecek mallar, haklar ve çıkarlar, bulundukları durumda, hak sahiplerine hemen geri verilecektir.

Buna karşılık, Türk uyruklarının olup 29 Ekim 1914 günü Müttefik Devletlerin egemenliği ya da koruyuculuğu altında bulunan, ya da Balkan Savaşları sonunda Osmanlı İmparatorluğundan ayrılarak bugün söz konusu Devletlerin egemenliği altında tutulan topraklar üzerinde kimliği belirlenebilecek mallar, haklar ve çıkarlar da, bulundukları durumda, hak sahiplerine hemen geri verilecektir.

Bundan başka, bu Andlaşma ile Osmanlı İmparatorluğundan ayrılmış topraklar üzerinde bulunup Türk uyruklarının olan ve Müttefik Devletler makamlarınca arıtımlara ya da başkaca olağanüstü önlemlere konu olmuş bulunan mallar, haklar ve çıkarlar konusunda da özdeş işlem uygulanacaktır.

İşbu Andlaşma ile Osmanlı İmparatorluğundan ayrılan bir ülkede bulunup Osmanlı Hükümetince olağanüstü savaş önlemlerine konu olduktan sonra, o ülkede egemenliğini sürdüren Bağıtlı Devletin bugün elinde bulunan kimliği belirlenebilecek mallar, haklar ve çıkarlar meşru hak sahiplerine, bulundukları durumda, geri verilecektir. Sözkoııusu ülke üzerinde egemenliğini sürdüren Bağıtlı Devletçe arıtılmış olan taşınmaz mallara da özdeş işlem uygulanacaktır. Kişiler arasında bunların dışındaki tüm hak istemleri, yetkili yerel mahkemeler önünde ileri sürülecektir.

Üzerinde hak ileri sürülen malların kimliğine ya da geri verilmesine ilişkin tüm anlaşmazlıklar bu Bölümün V. Kesiminde yazılı Karma Hakem Mahkemesine sunulacaktır.

Madde 66 — 65. Maddenin birinci ve ikinci Fıkraları hükümlerinin yerine getirilmesi için, Bağıtlı Yüksek Taraflar, hak sahiplerini, en ivedi bir yöntem ile, kendilerinin rızası olmaksızın yüklenmiş olabilecek her türlü yüklem ya da yararlanma haklarından [charges ou servitudes] arınmış olarak malları, hakları ve çıkarlarına tasarruf edecek duruma koyacaklardır. Söz konusu mallar, haklar ve çıkarları, geri verme işlemini yapacak olan Hükümetten daha önce doğrudan doğruya ya da dolayısıyla elde etmiş olup da, geri verme yüzünden zarar görmüş bulunacak üçüncü kişilerin zarar- giderimi de o Hükümete düşecektir. İşbu zarar – giderim konusunda ortaya çıkabilecek anlaşmazlıkların çözümlenmesi genel mahkemelerin [Tribunaux de droit commun] yetkisi içine girecektir.

Öteki tüm durumlarda, zarar – giderim için ilgili kişilere karşı dava açmak zarar gören üçüncü kişilere düşecektir.

Bu amaçla, düşman malları, hakları ve çıkarları üzerinde Bağıtlı Yüksek Taraflarca girişilen tüm tasarruf işlemleri ve başkaca olağanüstü savaş önlemleri, arıtma işlemi henüz sona ermemiş ise, hemen kaldırılacak ve durdurulacaktır. Sahiplerinin istemleri, söz konusu mallar, haklar ve çıkarlar, kimliği belirlenir belirlenmez, geri verilmek üzere yerine getirilecektir.

65. Madde ile geri verilmesi öngörülen mallar, haklar ve çıkarlar, işbu Andlaşmanın imzası günü Yüksek Tarafların Hükümetlerinden birinin makamlarınca arıtılmış bulunuyorsa, bu Hükümet, arıtma semenini sahiplerine ödeyerek, söz konusu mallar, haklar ve çıkarları olduğu gibi geri vermek zorunluğundan kurtulacaktır. Eğer sahibinin isteği üzerine, V. Kesimde öngörülen Karma Hakem Mahkemesi, arıtmanın, değer fiatı sağlayacak koşullar içinde yapılmamış olduğuna karar verirse, bu Mahkeme taraflar arasında bir anlaşmaya varılmadığı durumda, haklı göreceği ölçüde arıtma semenini artırabilecektir. Mal sahibi ile, varılacak anlaşma ya da sözü geçen Karma Hakem Mahkemesi kararı gününden başlayarak iki aylık süre içinde ödeme yapılmamış ise, söz konusu mallar ve çıkarlar geri verilecektir.

Madde 67 — Bir yandan Yunanistan, Romanya, Sırp – Hırvat-Sloven Devleti, öte yandan Türkiye, kendi Orduları ve yönetim makamlarınca Türkiye topraklarında ya da Yunanistan, Romanya ve Sırp-Hırvat – Sloven Devleti topraklarında bulunan her türlü taşınmaz malların ülkelerinde aranması ve geri verilmesi konusunda hem gerekli yönetimsel önlemler alınması, hem de ilgili tüm belgelerin teslimi yolu ile kolaylık gösterilmesini, karşılıklı olarak, yükümlenirler.

Bu araştırma ve geri verme Alman, Avusturya, Macar ve Bulgar Orduları ve Yönetim makamlarınca Yunan, Romanya ya da Sırp-Hırvat-Sloven Devleti toprakları üzerinde (saisis on séquestrés) olup ta Türkiye’ye ya da onun uyruklarına geçirilmiş bulunan yukarıda söz konusu eşya ile Yunan, Romanya ya da Sırp-Hırvat-Sloven Devleti Ordularınca Türk topraklarından alınarak ya da haczedilerek Yunanistan’a, Romanya’ya ya da Sırp – Hırvat – Sloven Devletine ya da onların uyruklarına geçirilmiş olan eşya için de yerine getirilecektir.

Bu araştırma ve geri vermeğe ilişkin dilekçeler, Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak, altı ay içinde sunulacaktır.

Madde 68 — Türkiye’nin Yunan Ordusunca işgal edilmiş bulunan bölgelerimle Yunan makamları ya da yönetimi ile Türk uyrukları arasında yapılmış sözleşmelerden doğan borçlar, işbu sözleşmelerde yazılı koşullar içinde, Yunan Hükümetince ödenecektir.

Madde 69 — 1 Ağustos 1914’de yararlandıkları rejim gereğince, Müttefik Devletler uyruklarının ve mallarının bağlı olmadığı hiç bir vergi, resim ya da ek resim, 1922-23 Bütçe yılından önceki Bütçe yılları için, söz konusu uyruklardan ya da onların malları üzerinden alınmayacaktır.

1922-23 Bütçe yılından önceki yıllar için 15 Mayıs 1923 gününden sonra vergi alınmış bulunuyor ise, işbu Andlaşma yürürlüğe konulur konulmaz, bu paralar hak sahiplerine geri verilecektir.

15 Mayıs 1923 gününden önce alınan paralar konusunda hiç bir istemde bulunulamayacaktır.

Madde 70 — 65, 66, 68 ve 69. Maddelere dayanan istemler, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak, 6 aylık süre içinde yetkili makamlar önünde ve bu yoldan anlaşmaya varılamazsa, gene bu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak 12 aylık bir süre içinde Karma Hakem Mahkemesi önünde ileri sürülecektir.

Madde 71 — Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Romanya ve Sırp – Hırvat – Sloven Devleti ya da onların uyrukları, kendi mal, hak ve çıkarları konusunda 29 Ekim 1914 gününden önce Osmanlı Hükümeti önünde istem ileri sürmüş ya da dava açmış bulunuyorsa, işbu Bölümün hükümleri, söz konusu istemler ya da davaları hiçbir biçimde zedelemeyecektir. Britanya, Fransa, İtalya, Romanya ve Sırp – Hırvat – Sloven Hükümetleri önünde Osmanlı Hükümeti ya da uyruklarınca ileri sürülen istemler ya da açılan davalar konusunda da özdeş işlem yapılacaktır. Bu istemler ya da davalar Türkiye Hükümeti ve bu Maddede adları geçen öteki Hükümetler önünde, Kapitülasyonların kaldırılmış olması da gözönünde tutularak, özdeş koşullar içinde izlenecektir.

Madde 72 — Bugünkü Andlaşma ile Türk kalan topraklar üzerinde Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan’ın ya da onların uyruklarının olup da işbu Antlaşmanın yürürlüğe konulmasından önce Müttefik Hükümetlerce alınmış ya da işgal edilmiş bulunan mallar,haklar ve çıkarlar, söz konusu Hükümetler ile Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan Hükümetleri ya da onların ilgili uyrukları arasında gerekli anlaşmaların [arrangcments] yapılmasına dek, Müttefik Hükümetlerin ellerinde kalacaktır. Eğer bu mallar, haklar ve çıkarlar arıtılmış ise, bu arıtma işlemi doğrulanmaktadır.

İşbu Andlaşma ile Türkiye’den ayrılmış olan ülkeleri yöneten [exerçant l’autorité] Hükümetler bu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak bir yıl içinde, o ülkelerde bulunan Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan ya da onların uyruklarının malları, hakları ve çıkarlarını arıtabileceklerdir.

Şimdiye dek yapılmış olsun, ya da olmasın, arıtmaların semeni, eğer bu mallar Alman, Avusturya, Macar ve Bulgar Devletlerinin ise, ilgili Devlet ile yapılmış olan Barış Andlaşması uyarınca kurulmuş Onarım Komisyonuna (Commisison de Réparations) ödenecektir. Eğer arıtılan mallar özel kişilerin ise, semenleri doğrudan doğruya sahiplerine verilecektir.

Bu maddenin hükümleri Osmanlı Anonim Ortaklıklarına uygulanamaz.

İşbu maddede öngörülen önlemler nedeniyle Türkiye Hükümeti hiç bir biçimde sorumlu olmayacaktır.

KESİM : II
SÖZLEŞMELER VE SÜRE AŞIMLARI

Madde 73 — 82. Maddede tanımlandığı üzere, sonradan düşman durumuna gelmiş olan Taraflar arasında o Maddede yazılı günden önce yapılmış olup aşağıda gösterilen türlerdeki sözleşmeler, içerdikleri hükümlere ve işbu Andlaşmanın hükümlerine bağlı bulunmak koşulu ile yürürlükte kalırlar.

a) Taşınmaz malların satışına ilişkin sözleşmeler (satış işlemi yöntemine uygun biçimde henüz gerçekleştirilmiş olmasa bile 82. Madde uyarınca Tarafların düşman durumuna geldiği günden önce teslim işlemi fiilen yapılmış ise);

b) Özel kişiler arasında yapılmış kira, kira bedeli ve kira vaadi sözleşmeleri [baux, contrats de location et promesses de location];

c) Özel kişiler arasında yapılan maden, orman ya da tarım topraklarının işletilmesine ilişkin sözleşmeler;

d) İpotek, sağlanca [gagc] ve inanca [nantissement] Sözleşmeleri;

e) Bağlı oldukları yasaya göre ortaklarının kendilerinden başka bir kişiliği bulunmayan kollektif ortaklıklarına (partnerships) uygulanmamak üzere, ortaklık kurucu sözleşmeleri;

f) Konusu ne olursa olsun, gerçek kişiler ya da Ortaklıklar ile Devlet, iller, Belediye ve benzeri öteki yönetimsel tüzel kişiler arasında yapılan sözleşmeler;

g) Aile hukukuna ilişkin sözleşmeler;

h) Bağışlara ya da, ne nitelikte olursa olsun, kazandırmalara [teberru, libéralités] ilişkin sözleşmeler.

İşbu Madde, sözleşmelere, yapıldıkları sırada kendiliklerinden taşıdıkları değerden başka bir değer verilmesi için ileri sürülemez, işbu Madde ayrıcalık sözleşmelerine uygulanmayacaktır.

Madde 74 — Sigorta Sözleşmeleri için işbu Kesimin Ekinde yazılı hükümler uygulanır.

Madde 75 — 73. ve 74. Maddelerde sayılan Sözleşmeler ve ayrıcalık sözleşmeleri dışarıda tutulmak üzere, sonradan birbiriyle düşman durumuna gelen kişiler arasında yapılmış sözleşmeler, tarafların düşman oldukları günden başlayarak kaldırılmış sayılacaktır.

Bununla birlikle, sözleşmenin bağıtlılarından her biri, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak üç ay içinde, gerekiyorsa, öteki tarafa sözleşmenin yapıldığı günkü koşullar ile, onun yürürlükle bırakılması istenildiği günkü koşullar arasındaki farkı karşılayacak bir zarar – giderim ödemek üzere, sözleşmenin uygulanması isteminde bulunabilecektir. Bu zarar – giderim, taraflar arasında bir anlaşmaya yarılamazsa, Karma Hakem Mahkemesince saptanacaktır.

Madde 76 — İşbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından önce 73, 74 ve 75. Maddelerde yazılı sözleşmelerin Bağıtlı Devletler uyruklarından olan tarafları arasında ve özellikle bu sözleşmelerin sona erdirilmesi, sürdürülmesi, uygulama biçimi ya da onlarda değişiklik yapılmasıyla ilgili olarak ve ödenecek paranın türüne ya da kambiyo değerine ilişkin anlatmalar da bunun kapsamı, içine girmek üzere tüm işlemlerin [transaction] geçerliliği doğrulanmıştır.

Madde 77 — 30 Ekim 1918’den sonra Müttefikler uyrukları ile Türk uyrukları arasında yapılmış sözleşmeler geçerli sayılıp genel hukuk hükümlerine bağlı olacaktır. 30 Ekim 1918 gününden sonra, 16 Mart 1930 gününe dek, İstanbul Hükümeti ile, yöntemine uygun biçimde yapılmış sözleşmeler de geçerli sayılıp genel hukuk hükümlerine bağlı olacaktır.

16 Mart 1920’dan sonra İstanbul Hükümeti ile, yöntemine uygun biçimde ve bu hükümetin edimsel yönetimi altındaki ülkelerle ilgili olarak yapılmış tüm sözleşmeler ile anlaşmalar, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak üç aylık bir süre içinde, ilgililerin istemleri üzerine, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulacaktır. Bu sözleşmeler gereğince yapılmış olan ödemeler ödemeyi yapmış olan tarafın kredisine, yöntemine uygun biçimde geçirilecektir.

Onaylanmazsa, ilgili tarafın, eğer gerekiyorsa, doğrudun doğruya ve gerçekten gördüğü zararı karşılayacak ölçüde bir zarar- giderim hakkı olacak ve bu zarar – giderim, anlaşma yolu ile bir çözüm bulunamazsa, Karma Hakem Mahkemesince saptanacaktır,

Bu Maddenin hükümleri ne ayrıcalık sözleşmelerine, ne de ayrıcalığın geçirimine uygulanamaz.

Madde 78 — Sonradan düşman durumuna gelmiş taraflar arasında, ayrıcalık sözleşmeleriyle ilgili olarak ortaya çıkan, ya da yukarıda anılan 6 aylık sürenin sona ermesinden önce ortaya çıkabilecek olan tüm anlaşmazlıklar, Karma Hakem Mahkemesince çözümlenecektir. Ancak, tarafsız devletlerin yasalarının uygulanması nedeniyle bu devletlerin ulusal Mahkemelerinin yetkisi içine giren, anlaşmazlıklar bu hükmün dışında kalacaktır.

Bu son durumda, söz konusu anlaşmazlıklar, Karma Hakem Mahkemesince değil, bu ulusal mahkemelerce çözümlenecektir.

Bu madde uyarınca Karma Hakem Mahkemesinin yetkisi içine giren anlaşmazlıklara ilişkin şikayetler, bu Mahkemelerin kuruluşu gününden başlayarak 6 aylık bir süre içinde, yapılmış olmalıdır. Bu süre sona erince, Karma Hakem Mahkemesine sunulmamış olan anlaşmazlıklar, genel hukuk hükümlerine göre yetkili mahkemelerce çözümlenecektir.

Bu Maddede hükümleri, ne savaş sırasında aynı ülkede oturmuş ve kişileri ile mallarına özgürce tasarruf etmiş olan tüm taraflar arasında yapılmış sözleşmelere, ne de Tarafların düşman duruma girdikleri günden önce yetkili bir Mahkemece hükme bağlanmış anlaşmazlıklara uygulanamaz.

Madde 79 — Bağıtlı Yüksek Taraflar ülkeleri üzerinde düşmanlar arasındaki ilişkilerde süre aşımına, hakkın yitirilmesi ya da yasal sürenin geçişi nedeniyle davaya bakılması
konularında, her türlü süreler, ister savaşın başlamasından önce, ister ondan sonra işlemeğe başlamış olsun, 29 Ekim 1914’den bugünkü Andlaşmanın yürürlüğe konulmasını izleyen üç
aylık bir surenin sona ermesine dek durdurulmuş sayılacaktır.

İşbu hüküm, özellikle faiz ve hisse senedi geliri kuponlarının sunulması sürelerine ve kura çıkıp ödenmesi gereken senetlerin ya da ödenecek başkaca herhangi bir senedin sunulma sürelerine uygulanır.

Romanya’ya ilişkin konularda, yukarıda yazılı süreler 27 Ağustos 1916 gününden başlayarak durdurulmuş sayılacaktır.

Madde 80 — Düşmanlar arasındaki ilişkilerde, savaştan önce düzenlenmiş olan hiç bir ticaret senedi, yalnızca kabul ya da ödeme için gerekli süre içinde sunulmaması, ya da Savaş sırasında çekicilere ve cirantalara kabul edilmemek ya da ödenmemek nedeniyle bildirim yapılmaması, ya da protesto ve her hangi bir işlemin eksik bulunması nedeniyle geçersiz sayılmayacaktır.

Eğer bir ticaret senedinin kabul ya da ödenmesi için sunulması zorunluğu ya da kabul edilmemesi ya da ödenmemesinin çekici ya da cirantalara bildirimi zoruııluğu ya da o senedin protesto edilmesi zorunluğu için gerekli süre, Savaş sırasında sona ermiş ve senedi sunma ya da protesto etme ya da kabul etmeme ya da ödenmemesini bildirmek durumunda olan taraf bunu Savaş sırasında yapmamış ise, senedi sunmak, kabul etmemek ya da ödenmemesini bildirmek ya da protesto da bulunmak için kendisine işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak üç aylık, süre tanınacaktır.

Madde 81 — Ödenmesi zamanı gelmiş borçlara karşılık olarak Savaştan önce yapılmış sağlanca ya da ipotekleri paraya çevirmek için Savaş sırasında yapılmış olan satışlar, borçluya haber vermek üzere gerekli işlemler tümüyle yerine getirilmiş olmasa bile, borçlunun her türlü zarar ve ziyanlar konusunda hesapların sonuçlandırılması için alacaklıyı Karma Hakem Mahkemesine çağırabilmesi kesin hakkı saklı kalmak üzere geçerli sayılacaktır.

Mahkeme, taraflar arasındaki hesapları arıtmak,: sağlanca ya da ipotek olarak verilen malın verilme koşullarını incelemek ve eğer alacaklı kötü niyetle davranmış ya da malın satışından kaçınmak için ya da bu satışın hakça bir fiyat ile yapılmasını sağlamak için elinde bulunan her olanağa başvurmamış ise, borçlunun satış nedeniyle uğradığı zararı gidermek gereğini alacaklıya yüklemek ye ikisine sahip bulunacaktır.

Bu hüküm ancak düşmanlar arasında uygulanacak ve yukarıda yazılı işlemlerden 1 Mayıs 1923 gününden sonra yapılmış olanları kapsamayacaktır.

Madde 82 — Bu Kesimin anlamına göre, bir sözleşmenin taraflarını oluşturan kişiler, aralarında ticaretin fiilen olanaksız, bulunduğu ya da bu kişilerden birinin bağlı olduğu, yasalar, Hükümet kararları ya da yönetmelikler ile ticaret yasaklandığı ya da yasalara aykırı bir nitelik aldığı günden başlayarak düşman sayılacaktır.

Sözleşme yapanlardan biri, Savaş sırasında, onun için düşman olan bir ülkede oturarak kişi ve mallan ürerinde özgürce tasarrufta bulunabilmiş olduğu bir durumda, Bağıtlı Yüksek Taraftarlardan birinin ülkesi üzerinde, (Ortaklıklar da kapsamı içine girmek üzere) düşman kişiler ve onların temsilcileri [Agents] arasında yapılmış sözleşmeler 73, 74, 75, 79 ve 80. maddeler hükümlerinin, dışında kalarak genel bükümlere bağlı tutulacaktır.

Madde 83 — İşbu Kesimin hükümleri Japonya ile Türkiye arasında uygulanmayacak ve bu hükümlere konu olan sorunlar adı geçen, iki ülkenin her birinde yerel yasalar uyarınca çözümlenecektir.

EK
I. YAŞAM SİGORTALARI
(1)

Bir sigortacı ile sonradan düşman olmuş bir kişi arasında yaşam sigorta sözleşmeleri, savaş durumunun başlaması ya da o kişinin düşman olması nedeniyle, ortadan kalkmış sayılmayacaktır.

Yukarıdaki Fıkraya göre ortadan kalkmış sayılmayan bir sözleşme hükümleri uyarınca savaş sırasında ödenmesi gerekmiş olan her sigorta edilmiş paranın savaştan sonra ödenmesi gerekecektir, işbu paraya, ödenmesi gerekli olduğu zamandan ödendiği güne dek, yıllık yüzde beş faiz eklenecektir.

Savaş sırasında sigorta primlerinin ödenmemesinden ya da sözleşme hükümlerinin uygulanmamasından dolayı eğer bir sözleşme hükümsüz ya da etkisiz, kalmış ise, sigortalı kişi ya da vekilleri ya da hak sahipleri, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak oniki ay içinde her zaman poliçenin hükümsüz kaldığı ya da ortadan kalkmış sayıldığı günkü değerini sigortacıdan yıllık yüzde beş faiziyle birlikte isteyebilecektir.

Yaşam sigorta sözleşmeleri, 29 Ekim 1914 gününden önce imza edilip sözleşmelerin hükümlerine göre primlerin ödenmemesinden dolayı, işbu Andlaşmadan önce kaldırılmış ya da miktarı azaltılmış olan Türk uyrukları, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak üç ay içinde ve eğer o sırada yapıyorlarsa, sigorta edilen sermayenin bütünü için poliçelerini yeniden düzenlemeğe yetkili olacaklar ve bu amaçla, sigorta kumpanyası doktorunun yapacağı ve kumpanyanın uygun göreceği bir sağlık muayenesinden, geçtikten
sonra toplanmış primleri, yüzde beş toplanmış faizi ile birlikte, ödemek zorunda kalacaklardır.

(2)

Bugün bir Müttefik devlet uyruğu olan Ortaklıklar ile Türkiye uyrukları arasında 1914 yılı 29 Ekim’inden önce yapılmış olup Türk Lirasından başka bir para ile ödenmesi öngörülmüş ve primleri 18 Kasım 1915 gününden önce ve sonra ya da yalnızca o günden önce ödenen yaşam sigortası sözleşmeleri aşağıdaki biçimde sonuçlandırılacaktır.:

Birincisi : 18 Kasım 1915 gününden önceki zamanlar için sözleşmede yazılı türde para ile ve bu tür parayı çıkaran ülkenin kuruna göre sigorta edilen kişinin hakları poliçenin genci koşullarına uygun olarak saptanacaktır. Örneğin altın Frank, ya da kâğıt para Frank olarak belirlenen her para Fransız Frankı ile ödenecektir.

İkincisi : 18 Kasım 1915 gününden sonraki süre için Türk Lirasının değeri Savaştan önceki değerine eşit sayıldığından Türk kâğıt parasıyla ödenecektir.

Sözleşmeleri Türk parasından başka bir para ile yapılmış olan Türkiye uyrukları, 18 Kasım 1915’den beri primlerini sözleşmelerde yazılı para ile ödediklerini kanıtlarlarsa, söz konusu sözleşmeler 18 Kasım 1915’den sonraki zamanlar için bile işbu parayı çıkarmış olan, ülkenin kuruna göre ödeyecektir.

Bugün Müttefik bir devletin uyrukluğunu taşıyan Ortaklıklarla 29 Ekim 1914 tarihinden önce Türk parasından başka bir para ile yapılmış ve primlerinin ödenmesi dolayısıyla, şimdiye dek yürürlükte kalmış olan sözleşmelerin sahibi Türkiye uyrukları, işbu Andlaşmaıım yürürlüğe konulması gününden başlayarak üç ay içinde, bu söyleşmelerde yazılı para ile ve o parayı çıkaran ülkenin kuruna göre, sermayelerini bütünlemesi için poliçelerini yeniden düzenlemek hakkına sahip olacaklardır. Bunun için, 18 Kasım 1915’den beri süreleri dolmuş olan primleri o para ile ödeyeceklerdir. Buna karşılık, sözügeçen kişilerin o günden sonra Türk parası ile ödedikleri primler kendilerine gene o para ile geri verilecektir.

(3)

Türk Lirası olarak yapılmış olan sigorta sözleşmelerinde iso, ödeme Türk parasıyla olacaktır.

(4)

Sigorta Ortaklığı ile bir özel sözleşme yaparak poliçelerinin değerini ve primlerinin ödeme biçimini önceden düzenlemiş ohın, sigortalı kişilere ve işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması günündü poliçeleri kesinlikle ödenmiş olan kişilere 2. ve 3, Fıkraların hükümleri uygulanmayacaktır.

(5)

Yukarıdaki Fıkraların uygulanmasında, tarafların karşılıklı yükümlerini hesaplarken, kişi ömrü tahminleri ile faiz tutarının karışımına dayanan sigorta sözleşmeleri, yaşam üzerine yapılmış sigorta sözleşmesi hükmünde sayılacaktır.

II. DENİZ SİGORTALARI
(6)

Tarafların düşman durumuna gelmelerinden önce risk başlamış olması ve sigortacının bağlı olduğu Devlet ya da o Devletin Müttefiklerince girişilmiş savaş eylemleri sonucundaki zararları gidermeye ilişkin bulunmaması koşulu ile, deniz sigorta sözleşmeleri, içerdikleri hükümler geçerli ise, ortadan kaldırılmış sayılmayacaktır.

III. YANGIN SİGORTALARI VE ÖTEKİ SİGORTALAR
(7)

Yukarıdaki Fıkrada yazılı koşullarla, yangın ya da öteki tüm sigorta sözleşmeleri ortadan kaldırılmış sayılmayacaktır.

KESİM : III
BORÇLAR

Madde 84 — Bağıtlı Yüksek Taraflar, Savaştan önce yapılmış sözleşmeler gereğince, savaştan önce ya da savaş sırasında ödenmesi zamanı gelmiş olup Savaş nedeniyle ödenmemiş bulunan borçların, sözleşmelerde yazılı koşullar içinde ve üzerinde anlaşılan para ile, o paranın çıkarıldığı ülkedeki kuru üzerinden ödeneceğini kabul ederler.

İşbu Bölümün II nci Kesimi Ekinin hükümlerini bozmamak koşulu ile, şurası kararlaştırılmıştır ki, Savaştan önceki bir sözleşme uyarınca yapılması gereken ödemeler, Savaş sırasında söz konusu sözleşmede gösterilen paradan başka bir para ile, bir parçası ya da bütünüyle alınmış bulunan paraların karşılığı ise, bu ödemeler gerçekte alınmış olan paraları, alındığı para ile ödeyerek yapılabilecektir. Bu hüküm, işbu Antlaşmanın yürürlüğe konulmasından önce, ilgililer arasında uzlaşma yolu ile belirlenmiş olan ona aykırı hükümleri bozmayacaktır.

Madde 85 — Osmanlı Devlet Borçlarının işbu Kesimin ve işbu Bölümün (Ekonomik Hükümler) öteki Kesimlerinin dışında bırakılmasında anlaşmaya varılmıştır.

KESİM : IV
SINAÎ, EDEBÎ VE GÜZEL SANATLAR MÜLKİYETİ

Madde 86 — İşbu Andlaşma hükümleri nakli tutulmak koşulu ilef sınaî, edebî ya da güzel sanatlar mülkiyet hakları, Bağıtlı Devletlerden her birinin yasaları uygulanarak, 1 Ağustos 1914’te sahip oldukları duruma göre, Bağıtlı Yüksek Taraflar topraklarında, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak, bu haklardan savaş durumunun başladığı sırada yararlanmış olan kişilerin ya da onların hak sahiplerinin yararına yeniden tanınacak ya da geri verilecektir. Bunun gibi, eğer Savaş ortaya çıkmasaydı, bir sınaî mülkiyetin, bir edebî ya da güzel sanat yapıtının korunması için yasaya uygun biçimde yapılmış bir istem üzerine, Savaş süresince elde edilebilecek haklar da, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak, söz konusu haklara sahip bulunan kişiler yararına olarak tanınacak ve geri verilecektir.

Yukarıda yazılı hükümler gereğince, geri verilecek hakları zedelemeksizin Savaş sırasında Müttefik Devletlerden birinin yasama, yürütme ya da yönetim makamınca alınmış olabilecek önlemlere dayanarak, Osmanlı uyruklarına ilişkin sınaî, edebî ya da güzel sanatlar mülkiyeti konusunda yapılan tüm işlemler (lisans yerilmesi de dahil olarak) yürürlükte kalacak ve hükümleri bütünüyle geçerli olacaktır. Bu hüküm, her hangi bir Müttefik Devlet uyruklarının hakları konusunda Türk Makamlarınca alınmış önlemler için de tıpkısıyla geçerlidir.

Madde 87 — 1 Ağustos 1914 gününden önce edinilmiş olan, ya da eğer Savaş çıkmasaydı, Savaştan önce ya da Savaş süresince yapılmış bir istem ile o günden beri edinilmesi olanakh bulunan şunaî mülkiyet haklarını elde etme ya da koruma, ya da bu konuda itiraz ileri sürebilmeleri için, öteki her bir Bağıtlı Devlet ülkesinde Türk uyruklarına ve Türkiye’de söz konusu Devletlerin uyruklarına, ek resim ve hiç bir tür ceza olmaksızın, her işlemi ve formaliteyi yapmak, her türlü resimleri ödeme ve, genel olarak, her devletin yasalarının gerektirdiği tüm yükümlülükleri yerine getirmek üzere, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak, en az bir yıl süre tanınacaktır.

Kimi işlemlerin yapılmaması ve kimi formalitelerin bütünlenmemesi ya da bir resimin ödenmemesi nedeniyle düşük sayılmış olan sınaî mülkiye hakları – buluş belgeleri ile çizilmiş planlara ilişkin konularda bunların geçersiz görüldüğü süre içinde, onları işleten ya da kullanan üçüncü kişilerin haklarını korumak için9 her Devletin hak gözetirce zorunlu sayacağı önlemleri alabilmesi koşulu ile — yeniden geçerli duruma getirilecektir.

Bir buluş belgesinin yürürlüğe konulması, ya da fabrika ya da bir ticaret markasının, ya da bir çizilmiş planının kullanılması için verilen sürede, l Ağustos 1914 ile işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması günü arasındaki zaman hesaba katılmayacak ve ayrıca, 1 Ağustos 1914 gününde geçerli olan hiç bir buluş belgesinin ve fabrika ya da ticaret markasının ya da çizilmiş planın, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak, iki yıl geçmedikçe, yalnızca yürürlüğe konulmaması ya da kullanılmaması nedeniyle, düşük ya da iptal edilmiş sayılmaması kararlaştırılmıştır.

Madde 88 — Bir yandan Türkiye uyrukları ile Türkiye’de yerleşmiş olan ya da Türkiye’de sanatlarını yapmakta bulunan kişiler, öte yandan Müttefik Devletlerin uyrukları ile Müttefiklerin ülkelerinde yerleşmiş ya da sanatlarını yapan kişiler ve bu kişilerin Savaş sırasında kimi haklarını devretmiş olduğu üçüncü, kişiler taraflarından, Savaşın başlaması ile işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması günü arasında geçen süre içinde, öteki Tarafın ülkesinde ortaya çıkmış olup Savaş sırasında her hangi bir zamanda mevcut bulunmuş olan ya da 86 ncı Maddeye dayanarak yeniden, tanınması gereken sınaî, edebî ya da güzel sanatlar mülkiyet haklarını çiğnemiş gibi sayılabilen eylemeler nedeniyle bir dava açılamayacak ve hiç bir istemde bulunulamayacaktır.

Yukarıda söz konusu eylemler içine, Bağıtlı Yüksek Taraflar Hükümetleri ya da onlar hesabına ya da onların izni ile öteki kişilerce sınaî, edebî, ya da güzel sanatlar mülkiyet haklarının kullanılması ve bu haklara ilişkin ürünler, araçlar, gereçler ya da her türlü eşyanın satışı, satışa çıkarılması ya da kullanılması eylemleri de girmektedir.

Madde 89 — Sınaî mülkiyet haklarından yararlanma, ya da edebiyat ya da güzel sanatlar alanlarındaki yapıtları çoğaltma konusunda, bir yandan Müttefik Devletler uyrukları ya da
onların ülkelerinde oturan ya da orada sanatlarını sürdürmekte olan kişiler ile, öte yandan Osmanlı uyrukları arasında savaş durumundan önce yapılmış olan Lisans Sözleşmeleri,
Türkiye ile Müttefik Devletler arasında başlayan savaş durumu gününden sonra ortadan kaldırılmış sayılacaklardır.

Bununla birlikte, her durumda, bu tür bir sözleşmeden yararlanmış olan kimse, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulduğu günden başlamak üzere altı ay içinde, hak sahibinden yeni
bir lisans isteyebilecek ve bunun koşulları, Taraflar arasında anlaşma yolu ile kararlaştırılmazsa, işbu Bölümün beşinci Kesiminde yazılı Karma Hakem Mahkemesince saptanacaktır. O zaman, Mahkeme, gerekiyorsa, Savaş sırasında haklarının kullanılması nedeniyle, haklı göreceği ödenmesi gereken parayı saptayabilecektir.

Madde 90 — İşbu Andlaşma uyarınca Türkiye’den ayrılan ülkeler halkı, gerek bu ayrılışa, gerek onun sonucu olarak doğacak uyrukluk değişikliğine karşın, Osmanlı yasalarına göre, bu değişiklik sırasında sahip oldukları sınaî, edebî ve güzel sanatlar mülkiyet haklarından Türkiye’de bütünüyle yararlanmayı sürdüreceklerdir.

Bu andlaşma ile Türkiye’den ayrılan ülkelerde, bu ayrılış sırasında yürürlükte olan ya da 86 ncı Madde gereğince yeniden yerine getirilecek ya da geri verilecek olan sınaî, edebî ve
güzel sanatlar mülkiyet hakları, söz konusu toprakların geçeceği Devletçe tutanacak ve Osmanlı yasalarının tanıdığı süre boyunca bu ülkeler üzerinde yürürlükte kalacaktır.

Madde 91 — Osmanlı İmparatorluğu Hükümetinin İstanbul’da ya da başka yerlerde 30 Ekim 1918 gününden beri, yöntemine uygun biçimde, vermiş olduğu buluş belgeleri ya da fabrika markaları koiaısunda yapılan tescil işlemleri ve bunun gibi, işbu buluş belgeleri ile fabrika markalarının, devir ve teslimine ilişkin her türlü kayıt ya da tescil işlemleri, ilgililerin işbu Andlaşmanın yürürlüğe sokulması gününden başlayarak üç ay içinde, verecekleri dilekçeler üzerine, Türkiye Hükümetine bildirilecek ve bu Hükümetçe tescil edilecektir, işbu tescilin hükmü, önceki tescil gününden başlayarak geçerlidir.

BÖLÜM : V
KARMA HAKEM MAHKEMESİ

Madde 92 — Bir yandan Müttefik Devletlerden her biri, öte yandan Türkiye arasında, bu Andlaşmanın yürürlüğe konulduğu günden başlayarak üç aylık süre içinde, birer Karma Hakem Mahkemesi kurulacaktır.

Bu Mahkemelerden her biri, ikisi ilgili Hükümetlerin her birince atanmak üzere, üç üyeden oluşacaktır. Bu Hükümetler birden fazla kişiyi atamak yetkisine sahip olacaklar ve Mahkemede üye sıfatıyla bulunacak kişiyi, duruma göre, bunlar arasından, seçeceklerdir. Başkan ilgili iki Hükümet arasında anlaşılarak atanacaktır.

Bu Andlaşmanın yürürlüğe konulduğu günden başlayarak iki aylık süre içinde bu anlaşma gerçekleştirilemezse, söz konusu Başkan, ilgili Hükümetlerden birisinin istemi üzerine, Lahey Uluslararası Sürekli Adalet Mahkemesi Başkanınca, Savaş sırasında tarafsız kalmış olan Devletler uyrukluğımdaki kişiler arasından atanacaktır.

Eğer bu iki ay içinde ilgili Hükümetlerden biri kendisini Mahkemede temsil edecek üyeyi seçemeyecek olursa, öteki ilgili Hükümetin istemi üzerine, söz konusu üyenin atanması
Milletler Cemiyeti Meclisince yapılacaktır.

Mahkeme üyelerinden biri ölür ya da çekilirse, ya da görevlerini herhangi bir nedenle, yapamayacak bir durumda bulunursa, atama için saptanmış yönteme göre, yerine ötekinin atanması yoluna gidilecektir. Bu iki aylık süre ölümün, çekilmenin ve görev yapılması olanaksızlığının, yöntemine göre, kanıtlanmış bulunduğu günden başlayacaktır.

Madde 93 — Karma Hakem Mahkemelerinin merkezi İstanbul olacaktır. Eğer sorunların nicelik ve niteliği gerekli kılarsa, ilgili Hükümetler her Mahkemede bir ya da birkaç Şube kurmak yetkisine sahip olacaklardır. Bu Şubelerden, her birinin toplanması için duruma göre, her hangi bir yer saptanabilecektir. Şubelerden her biri bir ikinci Başkan ile, 92. Maddenin 2 ilâ 5. Fıkralarında yazılı olduğu üzere atanmış iki üyeden oluşacaktır.

Her Hükümet Mahkeme önünde kendisini temsil etmek için bir ya da bir kaç memur (Ajan) atayacaktır.

Eğer Karma bir Hakem Mahkemesinin ya da Şubelerinden birisinin kuruluşundan başlayarak iki yıl sonra işbu Mahkeme ya da Şube işlerini bütünlememiş olursa ve o Mahkeme ya da Şubenin toplandığı yerin bulunduğu topraklara sahip olan Devlet istemde bulunursa söz konusu Hakem Mahkemesi ya da Şubesi bu toprakların dışına taşınacaktır.

Madde 94 — 92. ve 93. Maddeler uyarınca kurulan Karma Hakem Mahkemeleri, işbu Andlaşma gereğince kendi yetkilileri içine giren anlaşmazlıklar konusunda hüküm vereceklerdir.

Üyelerinin çoğunluğunun verdiği karar Mahkemenin kararı olacaktır.

Bağıtlı Yüksek Taraflar, Karma Hakem Mahkemelerinin kararlarını kesin saydıklarını ve kendi uyrukları için bunların uyulmasını zorunlu kılacaklarını ve Mahkeme kararları kendilerine bildirilir bildirilmez hiç bir uygulama [tenfiz] kararı alınmasına gerek olmaksızın, bunların tüm toprakları üzerinde yerine getirilmesini sağlamayı kabul etmişlerdir.

Bundan başka, Bağıtlı Yüksek Taraflar özellikle Mahkeme kararlarının iletilmesine ve kanıtların toplanmasına ilişkin konularda kendi Mahkeme ve makamlarının. Karma Hakem Mahkemelerine ellerinden gelen, her türlü yardımı doğrudan doğruya yapmağı üstlenirler.

Madde 95 — Karma Hakem Mahkemeleri adalete, hak gözetirliğe ve iyiniyete uygun biçimde çalışacaklardır.

Her Mahkeme, önünde kullanılacak dili saptayacak ve sorunları iyice anlayabilmek üzere, gerekli çevirileri yaptıracak ve izlenecek yargılama yöntem kurallarını ve sürelerini belirleyecektir. Bu kuralların düzenlenmesinde, aşağıdaki ilkelere uyulacaktır.

(1) Yargılama yöntemi, bir tasarı [lâyiha] ve buna bir karşılaşan verilmesini öngörecek, ayrıca bir karşı- tasarının yumlı ile onun da yanıtının verilmesi olanağım içerecektir. Eğer taraflardan biri sözlü düşünceler ileri sürmek ya da sürdürmek isteminde bulunursa, öteki tarafa da, böyle bir durumda, aynı biçimde davranma yetkisi tanınması koşulu ile, buna izin verilecektir.

(2) Mahkeme soruşturma yapılmasını, belgeler sunulmasını, bilirkişiye başvurulmasını emretmek; yerinde keşif [experlise] ye incelemede bulunmak, her türlü bilgiyi islemek, tanıkları dinlemek ve taraflardan ya da temsilcilerinden her türlü sözlü açıklama istemek konularında tüm yetkiye sahip olacaktır.

(3) İşbu Andlaşmada yazılı tersine hükümler dışanla tutulmak üzere, Mahkemenin kuruluşu gününden başlayarak altı aylık sürenin bitiminden sonra, söz konusu Mahkemenin bir kararı ile verilmiş ve uzaklık ya da zorlayıcı nedenlerle, kural – dışı olarak haklı görülmüş bir özel izin bulunamadıkça, hiç bir istem ve sav kabul edilmeyecektir.

(4) Bir yıl içinde, toplamı sekiz haftaya geçmeyecek olan tatil dönemleri dışında, işlerin ivedilikle görülmesini sağlamak üzere, her hafta yeterince toplantı yapmak Mahkemenin görevi olacaktır.

(5) Hükümler, işin Mahkemece görüldüğünü gösteren yargılamanın bitiminden başlayarak en geç iki ay sonra verilmiş olmalıdır.

(6) Konunun gerektirdiği duruşmalar ve her durumda, hükümlerin okunması açık celsede olacaktır.

(7) Her Karma Hakem Mahkemesi, işlerin iyi biçimde yürütülmesine yararlı görürse, çalışma yeri dışında bir ya da bir kaç toplantı yapmak yetkisine sahip olacaktır.

Madde 96 — ilgili Hükümetler her bir Mahkeme için, aralarında anlaşarak, bir genel Sekreter atayacak ve her biri ona bir ya da birkaç Sekreter verecektir. Mahkemenin, ilgili Hükümetlerin onayı ile, yardımlarına gerek göreceği kişileri tutabilmesi bakımından, Genel Sekreter ve Sekreterler onun emri altında bulunacaktır.

Her Mahkeme Sekreterliğinin Büroları İstanbul’da olacaktır. Başka herhangi bir yerde yardımcı Büro kurmak ilgili Hükümetlerin işidir.

Her Mahkeme kendisine verilecek olan işlere ilişkin arşivleri, yazı ve belgeleri kendi Sekreterliğinde saklayacak ve görevinin bitiminde bunları toplantı yerinin bulunduğu Hükümetin Arşiv Dairesine verecektir. Bu arşivler ilgili Hükümetlere her zaman açık olacaktır.

Madde 97 — Her Hükümet atadığı Karma Hakem Mahkemeleri üyeleri ile atayacağı memur ya da Sekreterlerin ücret ve ödeneklerini ödeyecektir.

Başkan ile Genel Sekreterin ücret ve ödenekleri ilgili Hükümetlerce, aralarında anlaşarak, saptanacak ve bu ücret ve ödenekler ile Mahkemenin ortak harcamaları her iki Hükümetçe yarı yarıya ödenecektir.

Madde 98 — İşbu Kesim Japonya ile Türkiye arasında ortaya çıkmış olup, bu Andlaşma uyarınca Karma Hakem Mahkemesinin yetkisi içinde bulunması gereken işlere uygulanmayacaktır; bu işler iki Hükümet arasında anlaşma yolu ile çözümlenecektir.

KESİM : VI
ANDLAŞMALAR

Madde 99 — İşbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından sonra ve onun içerdiği hükümler bozulmaksızın, aşağıda sayılan ekonomik ya da teknik nitelikteki çok taraflı Andlaşmalar, Sözleşmeler, Anlaşmalar, Türkiye ile öteki Bağıtlı Devletlerden, bunlara taraf olanlar arasında yeniden yürürlüğe gireceklerdir.

(1) Denizaltı kablolarının, korunmasına ilişkin 14 Mart 1884, l Aralık 1886 ve 23 Mart 1887 günlü Sözleşmeler ile 7 Temmuz 1887 günlü bütünleyici [de clôture] Protokol;

(2) Gümrük tarifelerinin yayımlanmasına ve gümrük tariflerinin yayımlanması için uluslararası bir Birlik kurulmasına ilişkin 5 Temmuz 1890 günkü Sözleşme;

(3) Paris’te Uluslararası Sağlık Ofisi kurulmasına ilişkin, 9 Aralık 1907 Anlaşması [Arrangement];

(4) Roma’da uluslararası bir Tarım Enstitüsü kurulmasına ilişkin 7 Haziran 1905 günlü Sözleşme;

(5) Escaut Irmağı üzerinde geçiş resminin satın alınmasına ilişkin 16 Temmuz 1863 günlü Sözleşme;

(6) İşbu Andlaşmanın 19. Maddesindeki özel hükümleri saklı kılmak koşulu altında, Süveyş Kanalının özgürce kullanılmasını güvence altına alacak bir rejim saptanmasına ilişkin 29 Ekim 1888 günlü Sözleşme;

(7) 30 Kasım 1920 günlü Madrit’te imzalanan Sözleşme ve Anlaşmalarla birlikte, Evrensel Posta Birliğine ilişkin Sözleşme ve Anlaşmalar;

(8) 10/12 Temmuz 1875 günü Sen-Petersburg (bugünkü Leningrad) da imzalanan Uluslararası Telgraf Sözleşmeleri ve 11 Haziran 1908 de Libzon’da Uluslararası Telgraf Konferansında kararlaştırılan Tüzükler ve Tarifeler;

Madde 100 — Türkiye aşağıda sayılan Sözleşmelere ya da Anlaşmalara katılmağı ve onları onaylamağı yükümlenir.

(1) Otomobillerin uluslararası dolaşımına ilişkin 11 Ekim 1909 günlü Sözleşme;

(2) Gümrük resmine bağlı vagonların kurşunlanarak kapatılmasına ilişkin 15 Mayıs 1886 günlü Anlaşma ve 18 Mayıs 1907 günkü Protokol;

(3) Denizlerde çarpışına, yardım ve kurtarma işlerine ilişkin kimi kuralların birleştirilmesiyle ilgili 23 Eylül 1910 günlü Sözleşme;

(4) Hastahane gemilerinin limanlarda resim ve vergilerden bağışıklığına ilişkin 21 Aralık 1904 günlü Sözleşme;

(5) Kadın ticaretinin yasaklanmasına ilişkin 18 Mayıs 1904, 4 Mayıs 1910 ve 30 Eylül 1921 günlü Sözleşmeler;

(6) Fuhuş ile ilgili yayınların yasaklanmasına ilişkin 4 Mayıs 1910 günlü Sözleşme;

(7) 54, 88 ve 90. Maddelerin saklı kalması koşulu ile9 17 Ocak 1912 günlü Sağlık Sözleşmesi;

(8) Filoksera hastalığına karşı alınacak önlemlere ilişkin 3 Ekim 1881 ve 15 Nisan 1889 günlü Sözleşmeler;

(9) Afyon konusunda 23 Ocak 1912 günü La Hayc’de imzalanan Sözleşme ile 1914 Ek Protokolü;

(10) 5 Temmuz 1912 günlü Uluslararası Telsiz Telgraf Sözleşmesi;

(11) Afrika’da alkollü maddelerin bağlı tutulacağı rejime ilişkin Saint – Germain-en-Laye’de imzalanan 10 Eylül 1919 günlü Sözleşme;

(12) 26 Şubat 1885 günlü Berlin Genel Bağıtı ile 2 Temmuz 1890 günlü Brüksel Demeci ve Genel Senedinin yeniden incelenmesi konusunda Saint – Germain – en – Laye’de imzalanan 10 Eylül 1919 günlü Sözleşme;

(13) Eğer Türkiye 1 Mayıs 1920 günlü Protokol hükümlerinin uygulanmasıyla coğrafya durumunun, gerektirdiği değişikliklere kavuştuğunu görürse. Havayolu ile Gezilerin Düzenlenmesine ilişkin 13 Ekim 1919 günkü Sözleşme;

(14) Kibrit yapımımla beyaz fosfor kullanılmasının yasaklanmasına ilişkin, 26 Eylül 1906 günü Berne’de imzalanan Sözleşme, Türkiye, bunlardan başka, telli ve telsiz telgraflara ilişkin uluslararası yeni Sözleşmelerin düzenlenmesine katılmağı yükümlenir.

BÖLÜM: IV
ULAŞIM YOLLARI VE SAĞLIK İŞLERİ
KESİM : I
ULAŞIM YOLLARI

Madde 101 — Türkiye, transitin serbestliğine ilişkin, Barselon Kon-ferausmea 14 Nisan 1921 günü kabul edilmiş olan Sözleşme ile Statüye ve uluslararası nitelikte, gidiş – gelişe elverişli su yollarına uygulanacak rejime ilişkin anılan Konferansça 19 Nisan 1921 günü kabul edilmiş bulunan Sözleşme ve Statü ile Ek Protokole katıldığını açıklar.

Böylece, Türkiye işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlamak üzere, bu Sözleşme, Statü ve Protokoller hükümlerinin yürürlüğe konulmasını yükümlenir.

Madde 102 — Türkiye, deniz kıyısı bulunmayan Devletlerin gemi bayrağına sahip olma haklarının tanınmasına ilişkin 20 Nisan 1921 günlü Barselon Deklarasyonuna katıldığını açıklar.

Madde 103 — Türkiye, 20 Nisan 1921 günlü Barselon Konferansının uluslararası rejime bağlı limanlara ilişkin öğütleme Kararlarına katıldığını açıklar.

Türkiye bu rejini altına konulacak limanları daha sonra bildirecektir.

Madde 104 — Türkiye, 20 Nisan 1921 günlü Barselon Konferansının uluslararası demiryollarına ilişkin öğütleme kararlaıma katıldığını açıklar. Bu öğütlemeler işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmadı gününden başlayarak, Türk Hükümetince, karşılıklı olmak koşulu ile uygulanacaktır.

Madde 105 — Türkiye, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından sonra, 14 Ekim 1890, 20 Eylül 1893, 16 Temmuz 1895, 16 Haziran 1898 ve 19 Eylül 1906 günlerinde Bern’de imza edilen Demiryolları ile eşya taşınmasına ilişkin Sözleşmelere ve Düzenlemelere [Arrangements] katılmağı yükümlenir.

Madde 106 — Yeni sınırların geçeceği yerler nedeniyle, bir ülkenin iki bölümünü birbirine bağlayan bir demiryolu öteki ülkeyi kesiyor ya da bir ülkeden başlayan bir demiryolu kola başka bir ülkede- son buluyorsa, iki ülke arasındaki ulaşıma ilişkin konularda işletme koşulları, özel olarak kararlaştırılan hükümler saklı kalmak üzere, ilgili Demiryolu Yönetimleri arasında yapılacak bir anlaşma ile düzenlenecektir; bu Yönetimler anlaşma koşulları üzerinde uyuşmazlarsa, bunlar hakem yolu ile belirlenecektir.

Türkiye ve onunla sınırı olan Devletler arasındaki sınır üzerinde tüm tren istasyonlarının kurulması ve bu istasyonlar arasındaki demiryolların işletilmesi özdeş koşullar içeren anlaşmalarla düzenlenecektir.

Madde 107 — Geldiği ya da gittiği yer Türkiye ya da Yunanistan olup Yunan-Bulgar sınırı ile, Kuleliburgaz yakınına düşen Yunan-Türk sınırı arasındaki Doğu Demiryollarının üç kesiminden transit olarak yararlanan yolcular ve ticaret eşyasından işbu transit nedeniyle hiç bir resim ya da harç alınmayacak ve hiç bir pasaport ya da gümrük kontrolü işlemi yapılmayacaktır.

İşbu Maddenin uygulanması Milletler Cemiyeti Meclisinin seçeceği bir Komiserce sağlanacaktır.

Yunan ve Türk Hükümetleri bu Komiser katında yukaııda sözüedilcn hükümlerin uygulanmasına ilişkin her soruna Komiserin ilgisini çekmekle görevli ve bu görevin yapılması için gerekli tüm kolaylıklardan yararlanacak bir temsilci atamak hakkına sahip olacaklardır. Bu Temsilciler, gereksinim duyacakları alt memurların sayısı ve niteliği konusunda Komiserle anlaşacaklardır,

Söz konusu hükümlerin uygulanmasına ilişkin olup çözümlemeği başaramadığı her sorunu, Milletler Cemiyeti Meclisinin kararına sunmak bu Komiserin yetkisi içinde bulunacaktır. Yunanistan ve Türkiye Hükümetleri, çoğunlukla karar alacak olan işbu Meclislin her kararına uymağı yükümlenirler.

Bu Komiserin maaşı ve yapacağı hizmete ilişkin harcamaları Yunan ve Türk Hükümetlerince eşit biçimde karşılanacaktır.

Türkiye daha sonra Edirne’yi Kuleliburgaz ile İstanbul arasındaki demiryoluna bağlayan bir demiryolu yaparsa, işbu Maddenin, Kuleliburgaz ve Bosnaköy yanındaki Yunanistan – Türkiye sınır noktaları arasında, iki yönlü transite ilişkin hükümleri geçersiz kalacaktır.

İlgili Hükümetlerden her biri, bu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlamak üzere, beş yıllık bir süre sonunda işbu Maddenin 2-5. Fıkralarında öngörülen denetlemeği sürdürmeğe neden olup olmadığı konusunda bir karar vermesi için Milletler Cemiyeti Konseyine başvurmak hakkına sahip olacaklardır. Bununla birlikte, Yunan – Bulgar sınırı ile Bosnaköy arasında bulunan Doğu Demir-yollarının iki kesimi üzerindeki transite ilişkin olan 1. Fıkra hükümlerinin yürürlükte kalması kararlaştırılmıştır.

Madde 108 — Gerek Osmanlı Hükümetinin ya da özel Ortaklıkların olup işbu Andlaşma uyarınca Osmanlı İmparatorluğundan ayrılan topraklarda bulunan limanlar ile demiryollarının geçirimine ilişkin, gerek Bağıtlı Devletler arasında ayırcalık hakkı sahiplerine ve memurlarının emeklilik işlerine ilişkin olarak önceden konulmuş ya da konulacak özel hükümler saklı kalmak üzere, demiryollarının geçirimi aşağıdaki koşullara göre yapılacaktır.

1°. Tüm demiryolları için yapılmış yapıt ve tesisler bütünüyle ve olanaklı olduğu ölçüde iyi durumda bırakılacaktır.

2°. Kendisinin yürüyücü gereçleri (matériel roulant) bulunan bir demiryolu ağının tümü devredilmiş bir toprak üzerinde ise, bu gereçler 30 Ekim 1918 günlü son envantere göre bütünü ile bırakılacaktır.

3°. İşbu Andlaşma gereğince yönetimleri ayrılacak demiryollarının yürüyücü gereçlerinin bölüşülmesi, çeşitli parçaları kendilerine verilen Yönetimler arasında dostça anlaşma yolu ile saptanacaktır. Bu anlaşma, 30 Ekim 1918 günlü son envantere göre, söz konusu demiryolu üzerindeki kayıtlı gereçlerin önemini, servis yolları ile birlikte, demiryollarının uzunluğunu, ulaşımın nitelik ve niceliğini hesaba katacaktır. Anlaşmaya varılamazsa, anlaşmazlıklar hakem yolu ile çözümlenecektir. Hakem kararı, gerekiyorsa, her kesimde bırakılması gereken lokomotifleri, yolcu ve yük vagonlarını gösterecek, bunların devralınması koşullarını belirleyecek ve eldeki atölyelere götürülen gereçlerini kısa bir süre içinde, bakımını sağlamak için zorunlu görülecek düzenlemeleri ortaya koyacaktır.

4°. Ana maddeler, oturma eşyası ve aletler, yürüyen gereçlerin bağlı tutulduğu koşulların tıpkısına bağlı olacaktır,

Madde 109 — Tersine hükümler olmadıkça, eğer yeni bir sınırın çizilmesi yüzünden bir Devletin sularının düzeni (kanallar açılması, su baskınları, sulama, drenaj, ya da onların benzeri işler) öteki bir Devletin toprağında yapılacak işlere bağlı bulunduğu, ya da bir Devletin toprakları üzerinde, Savaştan önceki yapılacak işlere öteki bir Devletin topraklarından çıkan sular ya da idrolik enerji kullanılıyorsa, ilgili Devletler arasında, her birinin çıkarlarını ve kazanılmış haklarını koruyacak nitelikte, bir anlaşma yapmaları gerekir.

Anlaşma olmazsa sorun hakem yolu ile çözümlenecektir.

Madde 110 — Romanya ve Türkiye, Köstence – İstanbul [telgraf] kablosunun işletme koşullarını hakça saptamak üzere, aralarında anlaşacaklardır. Anlaşma olmazsa, sorun hakem yolu ile çözümlenecektir.

Madde 111 — Türkiye, gerek kendi, gerek uyrukları adına, artık kendi topraklarına erişmeyen kabloların tümü ya da parçaları üzerinde, ne nitelikte olursa olsun, tüm hak ya da ayrıcalıklardan vazgeçer.

Eğer yukarıdaki Fıkra gereğince geçirimi yapılmış olan kablolar ya da kabloların bir bölümü özel mülkiyetten ise sahiplerinin zararlarının giderimi, mülkiyetin geçtiği Hükümlerce karşılanacaktır. Zarar giderimin tutarında anlaşma olmazsa, bu tutar hakem yolu ile saptanacaktır.

Madde 112 — Türkiye kendi topraklarında en az bir bağlantısı olan kablolar üzerinde daha önce sahip olduğu mülkiyet haklarını koruyacaktır.

Bu kabloların Türk topraklarına giriş haklarının kullanılması ve onların işletilmesi koşulları ilgili Devletlerce, dostça anlaşarak, düzenlenecektir. Anlaşma olmazsa, anlaşmazlık hakem yolu ile çözümlenecektir.

Madde 113 — Bağıtlı Yüksek Taraflar, her biri kendisiyle ilgili olarak, Türkiye’de yabancı postahaneleriıı kaldırılmasını kabul ettiklerini açıklarlar.

KESİM : II
SAĞLIK İŞLERİ

Madde 114 — İstanbul Sağlık İşleri Yüksek Kurulu (Conseil Supérieur de Santé de Constantinople) kaldırılmıştır. Türkiye’nin kıyıları ve sınırlarının sağlık örgütüyle Türk yönetimi görevlidir.

Madde 115 — Oranları ve koşulları hakça olacak tek düzen bir sağlık tarifesi, Türk bayrağı ile yabancı bayrakları ayırt etmeksizin, tüm gemilere ve Türkiye uyruklarına uygulanan özdeş koşullarla, yabancı Devlet uyruklarına uygulanacaktır.

Madde 116 — Türkiye, açıkta kalmış olan eski sağlık memurlarının, İstanbul Sağlık İşleri Yüksek Kurulunun paralarından ayrılarak verilmek üzere, zarar giderimi haklarına ve işbu Kurulun bugünkü eski memurlarının ve onların yerine geçen hak sahiplerinin, kazanılmış öteki tüm haklarına bütünüyle saygı göstermeği üstlenir. İşbu haklara, eski İstanbul Sağlık İşleri Yüksek Kurulu’nun yedek akçesinin, ayrılması biçimine ve eski Sağlık Yönetiminin kesin arıtımına ilişkin tüm işler ile onlara benzer ya da bağlı olan öteki tüm sorunlar, özel (ad hoc) bir Komisyonca çözümlenecektir. Bu Komisyon, Almanya, Avusturya ve Macaristan dışındaki İstanbul Sağlık İşleri Yüksek Kuruluna katılmış olan devletlerden her birinin bir temsilcisinden oluşacaktır. Gerek yukarıda sözü edilen arıtma, gerek bu arıtımdan sonra kalan paraların tahsis yönüne ilişkin olarak, işbu Komisyonun üyeleri arasında anlaşmazlık çıkarsa, Komisyonda temsil edelin Devletlerden her biri, son kararı alacak olan Milletler Cemiyeti Meclisine başvurma hakkına sahip bulunacaktır.

Madde 117 — Türkiye ile Mekke’de Hac ödevinin, Kudüs ziyaretinin ve Hicaz Demiryollarının korunmasında ilgili bulunun Devletler, uluslararası Sağlık Sözleşmelerinin hükümleri uyarınca, özel önlemler alacaklardır. Uygulamada eksiksiz bir tekdüzen sağlamak amacıyla, bu devletler ile Türkiye, Hac ve ziyaretlere ilişkin sağlık Eşgüdüm Komisyonu kuracaklardır. Bu Komisyonla Türkiye Sağlık Daireleri ve Mısır Deniz ve Karantina Sağlık Kurulu temsil edilecektir.

Bu Komisyon, toprakları üzerinde toplanacağı Devletin önceden iznini alacaktır.

Madde 118 — Hac ve ziyaretlere ilişkin Sağlık İşleri Etüdüm Komisyonu’nun çalışmaları konusunda, gerek Milletler Cemiyeti Sağlık Komitesine ve Uluslararası Genel Sağlık Ofisine, gerek Hac ve ziyaretle ilgili her ülkenin istemde bulunacak Hükümetine raporlar gönderilecektir. Komisyon, kendisine Milletler Cemiyetince, Uluslararası Genel Sağlık Ofisine ya da ilgili Hükümetlerce yöneltilecek tüm sorular üzerine görüşünü bildirecektir.

KESİM: V
ÇEŞİTLİ HÜKÜMLER

1. SAVAŞ TUTSAKLARI

Madde 119 — Bağıtlı Yüksek Taraflar, ellerinde kalmış olan savaş tutsakları ile sivil tutukluları hemen ülkelerine geri yollamağı yükümlenirler.

Yunanistan ve Türkiye’nin, her birinin elinde bulunan savaş tutsakları ve sivil tutukluların mübadelesi bu Hükümetler arasında 30 Ocak 1923 günü Lozan’da imza edilmiş olan özel Anlaşmanın konusunu oluşturmaktadır.

Madde 120 — Disipline aykırı eylemler nedeniyle cezaya çarptırılması gereken ya da çarptırılmış olan savaş tutsakları ve sivil tutuklular, cezalarının bütünlenmesine ya da onlara ilişkin yasal kavuşturmanın sona ermesine bakılmaksızın, geri yollanacaktır.

Disiplin cürümleri dışındaki eylemeleri nedeniyle cezaya çarptırılması gereken ya da çarptırılmış olanların tutuklulukları sürdürülebilecektir.

Madde 121 — Bağıtlı Yüksek Taraflar, kaybolanların aranması ya da geri gönderilmeme isteğinde bulunmuş olan savaş tutsakları ve sivil tutukluların kimliklerinin belirlenmesi için, her biri kendi toprakları üzerinde, her türlü kolaylığı göstermeği yükümlenirler.

Madde 122 — Bağıtlı Yüksek Taraflar, işbu Aııdlaşma yürürlüğe konulur konulmaz, savaş tutsakları ve sivil tutukluların olduğu ya da olmuş bulunduğu halde alıkonulmuş tüm eşya, para, hisse senetleri, tahviller, belgeler ya da her türlü kişisel eşyanın geri verilmesini yükümlenir

Madde 123 — Bağıtlı Yüksek Taraflar, kendi Ordularınca ele geçirilmiş olan savaş tutsaklarının geçimleri için harcanan paraların ödenmesinden karşılıklı olarak vazgeçtiklerini açıklarlar.

2. MEZARLIKLAR

Madde 124 — Aşağıda 126 Maddenin özel hükümleri zedelenmeksizin, Bağıtlı Yüksek Taraflar, içlerinden her birinin 29 Ekim 1914’ten beri savaş alanında, ya da yaralanma, kaza ya da hastalık sonucunda ölen kara ve deniz askerleri ile o günden beri, tutsaklık sırasında ölmüş savaş tutsakları ve sivil tutukluların, kendi egemenlikleri altında bulunan topraklar üzerindeki mezarlıklarına, mezarlarına, toplu ceset çukurlarına ve adlarına dikilen anıtlara saygı gösterecek ve onların bakımını yapacaklardır.

Bağıtlı Yüksek Taraflar, içlerinden her birinin söz konusu mezarlıkları, mezarları ve toplu ceset çukurlarını belirlemek, kaydını yapmak, yönetmek ve bunların bulundukları yerlerde uygun anıtlar dikmekle görevlendirecekleri Komisyonlara, kendi toprakları üzerinde görevlerini yapmak için, tüm kolaylıkları gösterme konusunda anlaşacaklardır. Bağıtlı Taraflar, yukarıda sözügeçen kara ve deniz askerlerinin kemiklerinin yurtlarına geri gönderilmesi konusundaki istemleri yerine getirebilmek için, ulusal yasalar hükümleri ve genel sağlığın gerekleri saklı kalmak koşulu ile, her türlü kolaylığı, karşılıklı olarak göstermeye söz verirler.

Madde 125 — Bağıtlı Yüksek Taraflar,

Birincisi : Tutsak iken ölen savaş tutsakları ve sivil tutukluların, kimliklerinin belirlenmesi için yararlı tüm bilgilerle birlikte eksiksiz bir listesini;

İkincisi : Kimlikleri belirlenmeksizin gömülmüş ölülerin, mezarlarının sayısı ve yerleri konusunda her türlü bilgileri, karşılıklı olarak, birbirlerine vermeği yükümlenirler.

Madde 126 — Romanya topraklarında 27 Ağustos 1916’dan beri ölen Türk kara ve deniz askerleri ve savaş tutsaklarının mezarları, toplu ceset çukurları ve adlarına dikilen anıtların bakımı ile sivil tutuklulara ilişkin 124. ve 125. Maddelerden doğan başkaca herhangi bir yükümlülük için Romanya Hükümeti ile Türkiye Hükümeti, arasında özel bir Andlaşma yapılacaktır.

Madde 127 — 124. ve 125. Maddelerin genel nitelikteki hükümlerini bütünlemek için, bir yandan Britanya İmparatorluğu, Fransa ve İtalya Hükümetleri, öte yandan Türkiye ve Yunanistan Hükümetleri 128.den 136’ya dek olan Maddelerdeki özel hükümleri kararlaştırmışlardır.

Madde 128 — Türkiye Hükümeti, Britanya İmparatorluğu, Fransa ve İtalya Hükümetlerine karşı kendi toprakları, üzerinde onlann savaş alanında ya da yaralama, kaza, ya da hastalık sonucu ölmüş olan kara ve deniz askerleri ile tutsak iken ölen savaş tutsakları ve sivil tutukluların mezarları, mezarlıkları, toplu ceset çukurları ve adlarına dikilmiş anıtlarının üzerinde bulunduğu arsaları o devletlere ayrı ayrı ve süresiz olarak bırakmağı yükümlenir.

Bundan başka söz konusu mezarlara, mezarlıklara, toplu ceset çukurlarına ve anıtlara serbestçe girilmesine ver gerekiyorsa, cadde ve yolların yapılmasına izin vermeği yükümlenir. Yunan Hükümeti, kendi topraklarına ilişkin .olarak, özdeş yükümlülükleri üstlenir.

Yukarıdaki hükümler, verilen arsalarda Türk egemenliğini ya da, duruma göre, Yunan egemenliğini zedelemez.

Madde 129 — Türkiye Hükümetince verilecek arsalar içinde, özellikle Britanya İmparatorluğu için 3 sayılı haritada gösterilmiş olan Anzak adlı kesim (Arıburnu) de bulunacaktır.

Britanya İmparatorluğunun yukarıda belirtilen arsalardan yararlanması şu koşullar içinde olacaktır :

(1) Bu arsalar, işbu Andlaşma ile belirlenen kullanma amacından başka bir biçimde kullanılmayacak; böylece hiç bir askersel ya da ticarî amaçla ya da verilmesine neden olan yukarıda belirli amaca aykırı, başkaca hiç bir amaçla kullanılmayacaktır.

(2) Türkiye Hükümeti, mezarlıklarla birlikte, söz konusu arsaları her zaman denetlemek hakkına sahip bulunacaktır.

(3) Mezarlıkların korunmasında sivil bekçilerin sayısı, her mezarlık için bir bekçiyi geçmeyecektir. Mezarlıkların dışındaki arsalar için özel bekçiler olmayacaktır.

(4) Söz konusu arsalarda, mezarlıkların gerek içinde, gerek dışında, bekçiler için zorunlu konutlardan başka hiç bir konut yapılmayacaktır.

(5) Söz konusu arsaların deniz kıyısı üzerinde, kişi ve inal indirip bindirmeğe yararlı hiç bir rıhtım, mendirek, ya da iskele yapılmayacaktır.

(6) Gerekli tüm resmî işlemler yalnız Boğazların iç kıyılarında yapılabilecek ve arsalara ancak bu işlemlerin yapılmasından sonra girilebilecektir. Türk Hükümeti, olanaklı bulunduğu ölçüde, kolay olması gereken bu işlemlerin, işbu Maddenin öteki hükümleri zedelenmemek koşulu ile, Türkiye’ye giden başka yabancılar için konulmuş işlemlerden daha zor olmamasını ve her türlü yersiz gecikmeyi önleyici biçimde yapılmasını kabul eder.

(7) Söz konusu yerleri ziyaret etmek isteyen kişiler silâhlı olmayacaklardır. Türk Hükümeti işbu kesin yasaklamanın, uygulanmasını izlemek hakkına sahip bulunacaktır.

(8) 150 kişiden fazla olan her ziyaretçi kafilesinin varışından en az bir hafta önce Türk Hükümetine bilgi verilmesi gerekecektir.

Madde 130 — Mezarlara, mezarlıklara ve toplu ceset çukurlarına ve anıtlara ilişkin sorunları yerinde çözümlemekle görevli olarak Büyük Britanya, Fransa ve İtalya Hükümetlerinden her biri birer Komisyon atayacaktır. Bu Komisyonlarda Türk ve Yunan Hükümetleri de birer temsilci bulunduracaktır.

İşbu Komisyonlar özellikle :

(1) Cesetlerin gömüldüğü ya da gömülmüş olabileceği bölgeleri bulmak ve mezarları, toplu ceset çukurlarını ve anıtları saptamak;

(2) Mezarların, gerekiyorsa, bir arada toplanmadı koşullanın saplamak; Türk topraklarında Türk temsilcisi ve Yunan topraklarında Yunan temsilcisi ile anlaşarak, toplu mezarlıklar ile çukurların ve dikilecek anıtların yerlerini belirlemek; kullanılacak arsa genişliğini, zorunlu en düşük düzeyde tutarak, bu yerlerin sınırlarını belirlemek;

(3) Kendi uyrukları irin yapılmış ya da yapılacak mezarlıkların, çukurların ve anıtların kesin planlarını, bağlı oldukları Hükümetleri adına, Türk ve Yunan Hükümetlerine bildirmekle görevlidirler.

Madde 131 — Kendilerine arsa ayrılan Hükümetler, işbu toprakları yukarıda öngörüldüğünden başka biçimde kullanmamağı ve kullanmağa izin vermemeği yükümlenir. Söz konusu arsalar deniz kıyısında bulunuyorsa, kıyı toprakları verildiği Hükümetlerce her hangi bir kara ve deniz gücü için ya da ticaret amacıyla kullanılmayacaktır. Üzerinde mezarlar ve mezarlıklar yapılmasından vazgeçilecek ve anıt dikilmesi için kullanılmayacak topraklar yine Türk ya da, duruma göre Yunan Hükümetine kalacaktır.

Madde 132 — 128. inciden 130. uncuya kadar olan Maddelerde yazılı arsaların süresiz olarak ve bütünüyle yararlanmaları için Britanya, Fransa ve İtalya Hükümetlerine bırakılmasına ilişkin yasal ve yönetimsel gerekli önlemler, Türk Hükümeti ve Yunan Hükümetince, 130. Maddenin 3. Fıkrasında öngörülen bildirimi izleyecek olan altı ay içinde alınacaktır.

Eğer kamulaştırmak yoluna, gitmek gerekirse, Türk ve Yunan Hükümetleri bu kamulaştırımları, her biri kendi toprakları, üzerinde, giderlerini kendileri karşılayarak yapacaktır.

Madde 133 — Britanya, Fransa ve İtalya Hükümetleri, uyruklarının mezarlarının, mezarlıklarının, toplu ceset çukurlarının ve anıtlarının yapımı, düzenlenmesi ve bakımı islerini uygun, görecekleri her hangi bir Kuruma bırakmakta özgür olacaklardır. Bu Kurumlar askersel bir nitelikle bulunmayacaktır. Mezarların bir araya getirilmesini, mezarlık ve toplu ceset çukurlarının kurulmasını sağlamak üzere, cesetlerin mezarlardan çıkarılması ve başka bir yere götürülmesi ve kendilerine arsa ayrılan Hükümetlerce yurtlarına geri yollanması kararlaştırılacak cesetlerin mezarlardan çıkarılıp taşınması işlerini yaptırmak hakkına yalnız bu kurumlar sahip olacaktır.

Madde 134 — Britanya, Fransa ve İtalya Hükümetleri Türkiye’de bulunan mezarların, mezarlıkların, toplu ceset çukurlarının ve anıtların korunması işini kendi uyrukları arasından atanmış bekçilerle sağlama hakkına sahip olacaklardır. Türk makamlarınca tanınacak olan bu bekçiler mezarların, mezarlıkların, toplu ceset çukurlarının ve anıtların korunmasını sağlamak üzere, bu makamlardan yardım göreceklerdir. Bekçilerin, hiç bir askersel niteliği olmayacaktır; ancak kendilerini savunmak için bir tabanca ya da otomatik tabanca taşıyabileceklerdir.

Madde 135 — 128. inciden 131. inceye dek Maddelerde söz konusu arsalar Türkiye ve Türk makamları ve duruma göre, Yunanistan ve Yunan makamlarınca hiç bir kira bedeline, resim ya da vergiye bağlı tutulmayacaktır. Britanya, Fransa ve İtalya Hükümetleri temsilcileri ile mezarları, mezarlıkları, toplu ceset çukurlarını ve anıtları ziyaret isteğinde bulunan kişiler için oralara girmek her zaman serbest olacaktır. Türk Hükümeti ve Yunan Hükümeti söz konusu arsalara çıkan yolların bakımını süresiz biçimde üstleneceklerdir.

Türk Hükümeti ve Yunan Hükümeti yukarıda sözü edilen mezarların, mezarlıkların, toplu ceset çukurlarının ve anıtların bakımıyla görevli kişilerin gereksinimleri ve toprakların sulanması için yeterince suyu sağlayabilmeleri konusunda Britanya, Fransa ve İtalya Hükümetinlerine her türlü kolaylığı göstermeği yükümlenirler.

Madde 136 — Britanya, Fransa ve İtalya Hükümetleri, Türkiye’den ayrılan topraklarda bulunanlarla kendi Hükümetlerine bağlı topraklarda gömülü Türk kara ve deniz askerleri için mezarlar, mezarlıklar, toplu ceset çukurları ve anıtlar kurulması için 128. Madde ile 130. uncudan 135. inciye dek olan Maddeler hükümlerinden yararlanmak hakkını Türkiye Hükümetine tanımayı yükümlenirler.

3. GENEL HÜKÜMLER

Madde 137 — Bağıtlı Yüksek Taraflar arasında tersine kararlaştırılan hükümler dışında, 20 Ekim 1918 gününden başlayarak işbu And-laşmamu yürürlüğe konulmasına dek İstanbul’u
işgal eden Devletler uyruklarının, yabancıların ya da Türk uyruklarının hakları, malları ve çıkarları ve bunlardan her birinin Türk makamları ile olan ilişkileri konusunda adıgcçen devletler makamlarınca ya da onlarla anlaşarak alınmış kararlar ya da verilen buyruklar geçerli sayılacak ve bunlar nedeniyle adı geçen Devletler ya da onların makamları aleyhine hiç bir istem ileri sürülemeyecektir.

Yukarıda sözü edilen kararlar ya da buyruklar nedeniyle uğranılan bir zarardan, doğan başkaca tüm istemler Karma Hakem Mahkemesine götürülecektir.

Madde 138 — Genel affa ilişkin bugünkü Demecin IV. ve VII. paragrafların hükümleri zedelenmemeli koşulu ile, yargısal konularda 30 Ekim 1918 gününden başlayarak işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasına dek, Türkiye’de İstanbul’u işgal eden Devletlerin yargıçları, mahkemeleri ya da makamlarınca ve 8 Aralık 1921 günü kurulan Karma Yargı Komisyonunca Türkiye’de verilen kararlar ve emirler, uygulanmaya ilişkin önlemlerle birlikte, geçerli olacaktır.

Şu da var ki, bir askersel mahkeme ya da bir polis mahkemesince hukuksal konularda verilen ve kendisini yararlandıran bir yargısal karar nedeniyle her hangi bir kişi, karşılaştığı bir zararın giderimi için bir istemde bulunursa, işbu istem Karma Hakem Mahkemesine sunulacak ve bu Mahkeme de, gerekiyorsa, bir zarar giderimi ödenmesine ya da geri verme işlemine karar verebilecektir.

Madde 139 — Sivil yönetime, yargısal ya da maliye makamlara ya da Vakıflar Yönetimine ilişkin olup, Türkiye’de bulunmakla birlikte, Osmanlı İmparatorluğundan ayrılan bir toprağın Hükümetini özellikle ilgilendiren arşivler, sicil defterleri, planlar, senetler ve öteki belgeler ile, buna karşılık olarak, Osmanlı İmparatorluğundan ayrılan bir toprak üzerinde bulunup Türk Hükümetini özellikle ilgilendiren arşivler, planlar, senetler ve öteki belgeler, karşılıklı olarak, birbirlerine geri verilecektir.

Yukarıda sözügeçen arşivler, sicil defterleri, planlar, senetler ve öteki belgeleri elinde bulunduran Hükümet, kendisini de bunlarla ilgili görüyorsa, ilgili öteki Hükümete, istem üzerine, onların fotokopilerini ya da onaylı örneklerini vermek karşılığında, asıllarını alıkoyabilecektir.

Gerek Türkiye’den, gerek ayrılan topraklardan alınıp götürülmüş olan arşivler, sicil defterleri, planlar, senetler ve öteki belgeler özellikle alındıkları topraklara ilişkin ise, bunların geri verilecektir.

İşbu işlemlerin gerektirdiği harcamalar, istemde bulunan Hükümetçe yapılacaktır.

Yukarıdaki hükümler, eski Osmanlı İmparatorluğunun iken 1912 yılından sonra Yunanistan’a geçen yerlede bulunan taşınmaz mallar ya da Vakıflara ilişkin sicil defterlerine de özdeş koşullarla uygulanır.

Madde 140 — Türkiye ile öteki Bağıtlı Devletler arasında, Savaş sırasında ve 30 Ekim 1918 gününden önce, her birinin ele geçirdiği deniz ganimetleri, birbirlerine karşı hiçbir işlem ve sav konusu olmayacaktır. İstanbul’u işgal eden Devletlerce anılan günden sonra, Silah Bırakışımının bozulması nedeniyle, elkonulan mallar [saisies] konusunda da bu hüküm geçerli olacaktır.

Şurası kararlaştırılmıştır ki, İstanbul’u işgal eden Devletlerin Hükümetleri ya da Türk Hükümetince, 29 Ekim 1914 gününden 1 Ocak 1925 gününe dek, kendi limanlarında kullanılmış olan her türlü tekneler, küçük tonajlı gemiler, yatlar ve mavunalar konusunda gerek sözü edilen Devletlerin Hükümetleri ve uyruklarınca, gerek Türk Hükümeti ve uyruklarınca hiçbir istem ileri sürülmeyecektir. Bununla birlikte, işbu hüküm, genel affa ilişkin bugünkü Demecin, IV. Paragrafı hükümlerini zedelemediği gibi, 29 Ekim 1914 gününden önceki haklara dayanarak, kişilerce başka kişilere karşı ileri sürülecek istemleri de bozmayacaktır.

Yunan kuvvetlerince 30 Ekim 1918 gününden sonra zaptolunan Türk bayraklı gemiler Türkiye’ye geri verilecektir.

Madde 141 — İşbu Andlaşmanın 25. Maddesinin ve 28 Haziran 1919 günkü Versay Barış Andlaşmasının 155. 250. ve 440. Maddeleri ile VIII. Bölümünün (Onarım), III. Ekinin uygulanmasıyla ilgili olarak Savaş sırasında Alman Hükümeti ya da uyruklarınca Osmanlı Hükümeti ya da uyruklarına devredilmiş olan tüm Alman gemileri için Alman Hükümetine ya da uyruklarına karşı doğmuş olabilecek her türlü yükümlülüklerden Türkiye Hükümeti ve uyrukları, şimdi o gemileri elinde bulunduran Müttefik Hükümetlerin izni gerekmeksizin, aklanmıştır. Türkiye ile onun yanında savaşmış olan öteki devletlerin ilişkilerinde de, gerekiyorsa bu hüküm geçerlidir.

Madde 142 — Yunanistan ile Türkiye arasında Rum ve Türk nüfus mübadelesine ilişkin 30 Ocak 1923 günü yapılan özel Sözleşme, bu iki Bağıtlı Yüksek Taraf arasında, işbu Andlaşmanın bir parçası imiş gibi, onun güç ve değerinde olacaktır.

Madde 143 — İşbu Andlaşma, olanaklı olduğunca, kısa bir süre içinde onaylanacaktır.

Onay belgeleri Paris’te sunulup saklanacaktır.

Japon Hükümeti onayın yapılmış olduğum Paris’teki Siyasal Temsilcisi aracılığı ile Fransız Cumhuriyeti Hükümetine bildirmekle yetinebilecek ve bu durumda, onay belgesini de, olanaklı olduğunca, ivedilikle sunacaktır.

İmzacı her bir Devlet, Andlasmayı kendisine imza edilmiş ve Lozan Konferansının Son Senedinde gösterilmiş olan Bağıtlarla birlikte -eğer bunlar da onayı gerektiriyorsa- bir tek belge ile onaylayacaktır.

Bir yandan Türkiye, öte yandan Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya ya da onların arasından üçü, onay belgelerini sunar sunmaz, ilk sunuş tutanağı düzenlenecektir.

Bu ilk sunuş tutanağı gününden başlayarak, Andlaşma böylece, onu onaylamış olan, Bağıtlı Yüksek Taraflar arasında yürürlüğe girecektir. Öteki Devletler için, daha sonra onay
belgelerinin sunma gününde yürürlüğe girecektir.

Bununla birlikte, Yunanistan ve Türkiye ile ilgili olarak, 1. Madde ve 2. Maddenin 2 sayılı Fıkrası ile 5-11. Maddeleri, hükümleri Yunan ve Türk Hükümetleri kendi onay belgelerini sunar sunmaz, yukarıda sözü geçen tutanak daha düzenlenmemiş olsa bile yürürlüğe girecektir.

Fransa Hükümeti onay belgelerinin sunuş tutanaklarının, aslına uygun, birer örneğini tüm imzacı Devletlere verecektir.

Yukarıdaki hükümlere olan inançla, yetkili Temsilciler işbu Andlaşmayı imza etmişlerdir.

Yirmi dört Temmuz bin dokuz yüz yirmi üç günü, Lozan’da yalnız bir örnek olarak düzenlenmiş olup, bu örnek Fransız Cumhuriyeti Arşivlerinde saklanacak ve bu Hükümet Bağıtlı Devletlerden her birine onun aslına uygun bir örneğini verecektir.

HORALCE RUMBOLD
PELLÉ
GARRONI
G. C. MONTAGNA
K. OTCHIAI
E. K. VÉNISÉLOS
CONSTANTİN DlAMANDY
CONSTANTİN CONTZESCO
 

M. İSMET
DR. RIZA NUR
HASAN

Kaynakça: Baskın Oran internet sitesi www.baskinoran.com

kaynağı değiştir]

1920 yazına gelindiğinde I. Dünya Savaşı'nın galipleri mağluplar ile hesaplaşmalarını bitirmiş, savaşı kaybeden ülkelere barış antlaşmalarının kabul ettirilmesi süreci tamamlanmıştı. İttifak devletlerinden Almanya'yla 28 Haziran 1919'da Versay'da, Avusturya'yla 10 Eylül 1919'da Saint-Germain'de, Bulgaristan'la 27 Kasım 1919'da Neuilly'de, Macaristan'la 4 Haziran 1920'de Trianon'da barış anlaşmaları imzalatılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu ile ise 10 Ağustos 1920'de Sevr'de Fransa'nın başkenti Paris'in 3 km batısındaki Sevr banliyösünde bulunan Seramik Müzesi'nde antlaşma imzalanmıştır.

İtilaf Devletleri, I. Dünya Savaşı esnasında 1916 senesinde Sykes-Picot projesi doğrultusunda Osmanlı İmparatorluğu'nu bölme planları yapmışlardı. Fakat 1917'de Alman yanlısı Yunanistan Kralı'nın devrilmesi ve Müttefiklerin desteği ile Venizelos'un yönetime gelmesi ve Yunanistan'ın İngilizlerin yanında I. Dünya Savaşı'na girmesi, sonrasında Rusya'daki Bolşevik İhtilali ve Rusya'nın Müttefik Devletlerden ayrılması, daha sonra 1918 Ocak ayında ABD başkanı Woodrow Wilson'ın açıkladığı galip devletlerin mağlup devletlerden toprak talep etmeyeceklerine dair ilkeleri ile Anadolu'nun parçalanmasına izin vermemesi, yine bu doğrultuda İngilizlerin 1918 Ocak ayında Hindistanlıları kendi yanlarında savaşa ikna etmek için Türklere, başkent İstanbul'a ve hilafete dokunulmayacağına dair söz vermesiyle 1.160.000 asker edinmeleri gibi gelişmeler, ayrıca 15 Mayıs 1919'daki İzmir işgaline İngiliz kabinesindeki Edwin Montagu, Arthur Balfour, Lord Curzon, Winston Churchill gibi bakanların karşı çıkması ve Hindistan Hükûmeti'nden gelen delegasyonun Paris'teki Dörtlü Konsey önünde Müslümanların huzursuzluğunu ortaya koyduğu ciddi argümanlar Anadolu'nun bölünmesi planlarının askıya alınmasına neden oldu.[1][2][3][4]

Diğer taraftan I. Dünya Savaşı'nda Bulgaristan'ın Selanik Cephesi'nde yenilmesi ve Suriye-Filistin Cephesi'nin çökmesi üzerine Osmanlı İmparatorluğu savaşta mağlup olunca Sadrazam Talat Paşa ve Harbiye NazırıEnver Paşa hükûmeti 8 Ekim 1918'de düşmüştü.[5]Mustafa Kemal Paşa'nın isteğiyle 14 Ekim 1918'de Ahmet İzzet Paşa kabinesi kurulmuş, yeni kabinenin Bahriye Nazırı olan Rauf Orbay'ın imzaladığı Mondros Mütarekesi ile 30 Ekim 1918'de Osmanlı İmparatorluğu savaştan çekilmişti.[6] Savaş sonrası 18 Ocak 1919'da Paris Barış Konferansı başladı. Konferansta Yunan Başbakan Venizelos'un, İzmir'de Yunan nüfusunun çoğunlukta olduğunu iddia ederek Wilson prensipleri gereği bölgeyi ilhak talebi İtalyanları kızdırdı.[7] 16 Mart 1919'da ise Konstantinopolis Ortodoks Patriği, Antalya'nın Ortodoks Yunan Devletine ilhakını talep etti.[8] Bunun üzerine İtalyanlar, İngilizlerin reddetmesine rağmen, konferans kararlarını beklemeden bütün sorumluluğu üstlenerek 23 Mart'ta resmî bir karar aldılar ve Yunanistan'ın bölgeyi ilhak etmesini engellemek için Antalya, Konya ve Muğla'yı işgal ettiler.[7] Ardından, zaten Yugoslavya'nın bir parçası olan Fiume'nin İtalya tarafından keyfi olarak ele geçirilmesi geldi. İtalya, Adriyatik Denizi'nin tamamını ele geçirme niyetindeydi.[6][9] Olay Barış Konferansı'nda harareti yükseltti. ABD Başkanı Woodrow Wilson İtalyanları açgözlü davranmakla suçlayınca İtalya 24 Nisan 1919’da görüşmelerden ayrıldı. İngiliz Başbakan Lloyd George ise İtalyanları cezalandırmak, Anadolu'daki İtalyan etkisini sınırlamak, İtalyanların İzmir'i de işgal etmesini önlemek ve Yunan nüfusu korumak için Yunan birliklerinin 5 Mayıs'ta İzmir'e gönderilmesini teklif etti. Lloyd George, İtalyanlar işgale girdikten sonra onları bölgeden çıkarmanın zor olacağını belirtti. Karar, mümkünse, İtalyanlar 7 Mayıs'ta Paris'e dönmeden önce alınmalıydı. Bunun üzerine Fransız Başbakan Clemenceau ve ABD Başkanı Wilson, 6 Mayıs'ta, Yunan birliklerinin İzmir'e çıkarılması teklifine onay verdi. Karar, danışmanlarla uygun şekilde istişare edilmeden büyük bir gizlilik içinde verildi.[5][6][7][8][10]

İzmir işgali, gerçekte, Anadolu'daki İtalyan etkisini sınırlamak için tasarlanmıştı fakat bu teklif, İngiltere'de büyük bir infiale neden oldu. Askeri ve diplomatik çevrelerde ve İngiliz kabinesinde büyük endişeyle karşılandı. Montagu, Curzon ve Balfour'dan istifa tehditleri geldi.[1][11] Savaş Bakanı Winston Churchill ve Genelkurmay Başkanı Mareşal Wilson kararı sert şekilde eleştirdi: "Müslüman dünyasında öylesine yoğun ve haklı bir infiale yol açacaktı ki, İngiliz İmparatorluğu askeri olarak bunu gerçekleştirmek mümkün olsa bile, buna rıza göstermeyi göze alamazdı." İslam dünyasının lideri olan Türkiye'yi bölmek, Hindistan da dahil olmak üzere Müslüman dünyayla “ebedi savaş” anlamına geliyordu. Ayrıca İzmir işgali, bir Türk-Yunan savaşı demekti. İngiliz Dışişleri ve Savaş Bakanlığı işgale karşıydı.[1][11][12][13]

Curzon ve Churchill, Lloyd George'u Yunan çıkartmasına izin vermemesi konusunda uyarmışlardı.[15] İngiliz kabinesi ikiye bölünmüştü. Başbakanlık Yunan taraftarı olsa da, Savaş Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Hindistan Bakanlığı, Türkiye ile dost olmaktan yanaydı. Dışişleri bakanı Lord Curzon ve İngiliz kabinesinin dehşete düşmüş diğer bakanları, Paris'teki İngiliz barış delegasyonu ile görüşmeler yapmak için 18 Mayıs 1919'da Londra'dan Paris'e geldiler.[16][17]

İngiliz egemenliğindeki Hindistan'da ise Müslümanlar, Sultan'ın dünya Müslümanları üzerindeki manevi liderliğinin sonunun gelebileceği ihtimâlinden mutsuzdu. Hindistan'daki camiler, sıklıkla halife için dua ettiler. Küçük bir azınlık açıkça Osmanlı'nın yanında yer aldı ve bu yüzden hapse atıldı veya idam edildi; diğerleri, bunun oluşturduğu korku ortamı ile sessiz kaldı. 1919'da İtilafların, Osmanlı İmparatorluğu'nu bölmeyi, padişahı tahttan indirmeyi ve hilâfeti kaldırmayı planladıklarına dair söylentiler Hindistan'a ulaştığında, Müslüman gazeteler, İngilizlerden padişahı korumalarını isteyen makaleler yayınladılar ve yerel ileri gelenler hilâfet komiteleri kurdular. ABD Başkanı Woodrow Wilson'ın halifeliği korumak için söz verdiğine dair çok sayıda dilekçe İngiliz makamlarına ulaştı. Hilâfet ve İslam birliği adına kurulan Hint Hilâfet Hareketi adı altındaki oluşum kısa sürede büyüdü. İngiliz murahhas heyetleri, görünüşte önemsiz bir mesele gibi görünen halifeliğin kaldırılmasının, aniden Hindistan'da başlıca sorun hâline gelmesiyle alarma geçti.[18]

İngiliz istihbarat subayı Yarbay Smith, 13 Mayıs 1919'da şöyle bir rapor sundu: "Eğer Yunanlar tarafından bir işgal yapılacaksa bu, ancak, her şeyden önce, Fransız veya İngiliz kuvvetleri tarafından bölgenin kontrolü ve polisliğinin üstlenilmesi ile yönetimin kontrol altına alınması ve daha sonra geri çekilen birliklerin yerini aşamalı olarak Yunan birliklerine devretmesiyle gerçekleştirilebilir." İtilâfların vesayeti ve koruması altında bir Yunan çıkartması ve işgali gerçekleşmesi planlanıyordu. Böylece herhangi bir Türk-Yunan çatışmasının önüne geçilecekti. Fakat bu yapılmadı ve böylece İzmir'deki Yunan varlığı son derece elverişsiz koşullar altında başlayıp Anadolu'da bir Türk direnişi oluşmasına sebep oldu.[19] Yunanların bu işgaliyle bütün Türkiye ayağa kalktı: “Başka milletlere katlanabilirdik ama Yunanlara asla.” Mustafa Kemal'in bir kurtarıcı olmasını sağlayan şeyin, İngilizlerin yaptığı bu yanlış hareket olduğunda şüphe yoktur. İzmir gerçekten İngiliz veya Fransız birlikleri tarafından işgal edilmiş olsaydı Mustafa Kemal asla böyle bir etkiye sahip olamayacaktı. Şimdi ise yalnızca kabaran öfke dalgalarını güçlü bir ırmağın kanalına yönlendirmesi yeterliydi.[20] Türkler, güçlü ve muzaffer bir İngiliz ordusunun yasadışı işgaline bile dayanabilirdi ama eski bir tebaa olan Yunanlar tarafından yapılan işgal, neredeyse kabul edilemez bir rezaletti. Yunan istilası, İstanbul'un her yerinde kitlesel gösteriler ve ayaklanmalar meydana getirdi. İzmir işgali, düşman süngü çemberi içinde yarı koma halindeki harap, morali bozuk bir milleti öfkeli bir uyanıklık durumuna sokmuştu.[21]

Daha sonra ise İngilizlerin; İtalya ve Fransa'yı tamamen bölgeden uzaklaştırarak Anadolu'nun parçalanmasını engellemek ve Rus yayılmacılığına karşı önlem almak için Ermenistan, Türkiye, İstanbul ve Boğazlar boyunca bölge üzerinde bir Amerikan mandası teklif etmesi[22] ve ABD'nin bunu değerlendirme sürecinin uzaması sonucu Osmanlı İmparatorluğu ile yapılacak sulh antlaşmasının imzalanması epey gecikmişti.[23] İngiliz kabinesi, Lord Curzon'un önerisi üzerine, 19 Mayıs 1919'daki kabine toplantısında tüm Türkiye üzerinde bir ABD mandası teklif edilmesine karar verdi.[24] Bu teklif, antlaşmanın 6 ay gecikmesine neden oldu. Bu süre Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'da gerçek bir milli direniş oluşturabilmesi ve İstanbul Hükûmetini devirebilmesi için tam da ihtiyacı olan süreydi.[25]

Lord Kinross: “Curzon'un öteden beri sezdiği gibi Mustafa Kemal'in tam da bu kadar bir süreye ihtiyacı vardı.”[26]

Fransız Başbakan Clemenceau ve ABD Başkanı Wilson ile 21 Mayıs 1919'da görüşen İngiliz Başbakan Lloyd George, Lord Curzon'un isteği üzerine İstanbul ve Boğazlar, Ermenistan ve tüm Anadolu üzerinde bir ABD mandası teklif etti. Ermenistan, İstanbul ve İzmir hariç tüm Anadolu'nun Amerikan mandası altında Türklere bırakılacağını vurguladı. ABD eğer Anadolu mandası almazsa Türklerin Anadolu'da yalnız bırakılması gerektiğini savundu.[27] Karara sinirlenen Fransa Başbakanı Clemenceau, “Bu, Lord Curzon'un işi olmalı. Fransa'yı Türkiye'den kesin olarak dışlıyorsunuz. Kaldı ki Fransa, Avrupa'da, Türkiye ile iktisadi ve mali bağları en fazla olan memlekettir” dedi.[22][28]

27 Haziran 1919'da Paris Konferans Heyeti, İngilizlerin teklifi ile, Amerika Birleşik Devletleri Hükûmeti Türkiye'nin herhangi bir bölgesi için manda alıp almayacağına karar verene kadar, Türkiye ile Barış Antlaşması'nın askıya alınmasına karar verdi.[29] Böylece Lord Curzon, Türkiye ile ilgili barış müzakerelerinin 12 Şubat 1920'de başlayan Londra Konferansı'na kadar ertelenmesini sağladı. Halbuki "çok erken yapılacak bir barış", Türk-Yunan çatışmasını önlemek için tek çareydi. Aynı zamanda Yunan Başbakan Venizelos, Yunanistan'ın Anadolu'daki varlığını çok uzun süre finanse edemeyecek olması nedeniyle zamanın kısıtlı olduğunu düşünüyordu. Zaman Venizelos'un aleyhine ve Mustafa Kemal'in lehine işliyordu. Sonuçta 1912 yılından beri savaşlar sürüyordu. Çözüm ne kadar uzatılırsa Yunanistan gibi küçük bir ülke için finansal zorluk o ölçüde artacaktı.[30]

Diğer taraftan Lord Curzon, İngiliz kabinesine daha önce verdiği memorandumda, Türkiye üzerinde bir ABD mandası teklif edilse bile ABD'nin bu öneriyi kabul etmesinin pek mümkün görünmediğini kendisi de belirtmişti.[31] ABD Başkanı Wilson, ABD'nin bölgede bir manda almak için en isteksiz konumda olduğunu söylemişti.[32] Yine Lord Curzon, Türklerle imzalanacak kapsamlı bir antlaşmanın geciktirilmesinin de büyük bir hata olacağını söylemişti.[33] Paris Barış Konferansı'ndaki dört aylık ihmal zaten durumda ciddi bir bozulmaya yol açmıştı. Nisan 1919'da Curzon, gecikme sebebiyle neredeyse çıldırmıştı, “İslam'ın kurtarılması için zaman veriliyor.[34][35] Fransızların, Bolşeviklere karşı, Ukrayna ve Kırım'daki yenilgisi, İngilizlerin Kafkasya ve Hazar'dan çekilmesi, İzmir'deki pozisyon ve İngilizlere karşı Türk hakimiyetini yeniden tesis etmek için çıkan Mısır'daki isyan; Türkiye'de ortaya çıkabilecek ciddi bir krizle baş edilmesinden korkulmasına neden olmaktaydı.[36][37][Not 1] Bu nedenlerle Curzon, 19 Mayıs'a kadar, "Türklerin işini bitirdiğini varsaymanın tehlikeli olduğu ve kapsamlı bir antlaşmayı geciktirmenin aptallık olacağı" görüşünü savunuyordu[33] ve Anadolu'da herhangi bir mandaya karşıydı. Curzon, ayrıca, 19 Mayıs'a kadar Boğazlar ve İstanbul'da da tek bir güç yerine uluslararası bir komisyon kurulmasını istiyordu. “Genel olarak bakıldığında, kendisine teklif edilse bile Amerika'nın İstanbul'da bir mandayı kabul etmesi pek olası görünmüyor. Türk'ü başkent İstanbul'da tutmanın dışında, tek olası alternatif, bir tür uluslararası otoritedir.”[31] Fakat Curzon, 19 Mayıs'ta Boğazlar ve İstanbul'da uluslararası bir komisyon yerine sadece Amerikan mandasını savundu.[24][31][33][36][37][38][35][39][Not 2]

Lord Curzon'un bölgede ABD mandası önerisi üzerine antlaşmanın imzalanmasının aylarca ertelenmesi sonucu İstanbul Hükûmeti'nin ülke içindeki kontrolü çok hızlı bir şekilde azalırken Anadolu süratle milliyetçilerin kontrolü altına girmeye başladı. Milliyetçi hareketi ortaya çıkaran şey İzmir'in işgal kararıydı. İzmir işgali, Mustafa Kemal için bir talihti. Lord Curzon'un da tahmin ettiği gibi, tüm Türkiye ayağa kalkmak için hazırdı ve gecikmenin her anı Türklerin lehineydi. Bernard Lewis şöyle dedi: “Her şey hazırdı, sadece lider bekleniyordu.” Mustafa Kemal'in Anadolu'ya gitmesini sağlayan ise asayişi yeniden temin etmek için Samsun'a bir subay gönderilmesinde ısrar eden İngilizlerdi. Yunanların İzmir'e ayak basmasının ertesi günü, İngilizlerden aldığı bir vize ile İstanbul'dan ayrılan Mustafa Kemal, tüm Anadolu'ya geniş yetkilerle atanmıştı.[23][40]

« Türkiye'nin parçalanmış ve tükenmiş ordularını yeniden organize etme konusunda Anadolu'daki faaliyetleri hakkında hiçbir bilgi alamadım. Askeri istihbaratımız hiç bu kadar akılsız olmamıştı.[41] »

(İngiliz Başbakan David Lloyd George)

Fakat ABD'nin kararından önce İtilâf, Amerikan başkanlık kampanyasının sonuçlarını ve Amerikan Senatosunun kararını beklemek zorundaydılar. Bu gecikme, Türkiye ile hızlı bir barışın sonuçlanmasına yeni engeller ekledi. Curzon'un sekreteri, Türkiye'de erken bir barış olasılığının en düşük düzeyde olduğunu vurguladı.[30] ABD'nin bölgede incelemeler yapmak üzere gönderdiği, Sivas Kongresi'nde de gözlemci olarak bulunan ve Mustafa Kemal ile görüşen General Harbord, raporunda, Türklerin amacının tercihen Amerikan mandası altında İmparatorluğun toprak bütünlüğünü korumak olduğunu ifade ediyordu.[42] Mustafa Kemal, Amerikan Hükûmetinden ülkenin koşullarını araştırmak için bir komisyon gönderilmesini istedi. Fakat Washington'daki Senato, Türkiye üzerinde bir manda ile hiç ilgilenmedi.[43] Değerlendirme sürecinin sonunda ABD başkanı Woodrow Wilson, bölgede bir manda almak yerine sadece Türk-Ermeni sınırını çizmek üzere hakem olmakla yetindi.[30][44]

Anadolu'daki Türk milliyetçiliğinde böylesine önemli bir büyüme meydana gelirken ABD'nin kararını beklemek, İngiliz diplomasisindeki büyük bir gaf olduğunu kanıtladı.[45]Curzon'un 19 Mayıs 1919'da Türk hükûmeti ile yapılacak olan antlaşmanın imzalanmasını geciktirmesi Mustafa Kemal için harika bir fırsata dönüştü.[24][25][40][46] Gecikmenin her anında Mustafa Kemal daha da güçleniyordu.[40] Bu dönemde Anadolu'da artan Türk direnişi, Paris'teki barış şartları için giderek daha ciddi bir tehdit oluşturuyordu. İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komisyonundan gelen ciddi raporların ise Londra'daki Dışişleri Bakanı Lord Curzon tarafından genellikle göz ardı edilmesi, Türkiye ile başarılı bir barış için iyiye işaret değildi.[45] Bunun yerine Curzon, en doğru tercihin Mustafa Kemal'in başında olduğu yeni bir Türkiye'nin ortaya çıkmasına izin vermek olabileceği sonucuna varıyordu. Fakat Lloyd George'u ikna edemedi.[47]Lloyd George, barışı kendi istediği gibi yönetmeye kararlıydı. Mümkün olan her yerde Curzon'u görmezden geldi.[48] Curzon'un sürekli bir çatışma içinde olduğu Lloyd George'un farklı fikirleri vardı. Ancak Lloyd George, Ortadoğu'da ve Türkiye'de olup bitenlerden habersizdi.[49]

Versay antlaşmasını müzakere eden Lloyd George, Avrupa ve Rusya'daki işlerin kontrolünü büyük ölçüde elinde tutarken Curzon ise dünyanın geri kalanı ve Türkiye ile ilgileniyordu. Curzon, benzersiz bir Asya tecrübesine sahip bir dışişleri bakanıydı.[50] Türkiye hakkında Paris Barış Konferansı'ndaki herkesten daha çok bilgiye sahipti ve Türkiye'deki tüm gelişmeleri küçük ayrıntılarına kadar takip ediyordu.[51][52] Curzon, Türkiye için hafif barış şartlarını savundu, fakat Lloyd George ile uğraşmak zorunda kaldı.[53]

Diğer taraftan, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon, merkez-i hilafet ve Türkiye'nin başkenti olan İstanbul'un Türklerden alınmasını ve yeni Türkiye'nin Asya merkezli bir devlet olmasını isteyerek başkentin Anadolu'da bir yere taşınmasında ısrar ediyordu. Anadolu'nun dağlık bölgelerinde güvenli bir şekilde kurulmuş bir Türk başkentiyle, “İstanbul nüfusunun yalnızca yüzde kırkını oluşturan” Türklerin çoğu, Boğazlar boyunca yeni yuvalar aramaya sevk edilmeliydi.[54][55][56][Not 3] Curzon'a göre yeni başkent Bursa, Konya veya Ankara olabilirdi.[7][57] Çünkü İstanbul siyasi gücün sembolüydü. Türklerin İstanbul'daki varlığı, hakimiyetlerinin dışarıya yönelik belirgin ve görünür bir işaretiydi.[24][55] İstanbul'daki Sultan, halife olarak İngiliz İmparatorluğundaki Müslüman nüfus için tek gerçek ve gizli tehdit olan Panislamizm anlayışının temsilcisiydi ve İngiliz egemenliğindeki Hindistan'da büyük bir prestije sahipti.[56][58] Curzon şöyle dedi: “Sultan İstanbul'da kaldığı sürece, İslam dünyası onu hiçbir zaman gerçekten mağlup ettiğimize inanmayacak ve derhal bizim için hem gelecekteki reaksiyonların hem de tüm sorunların merkezi haline gelecektir. Konstantinopolis'in geleceğini Hindistan açısından değil, tüm dünyanın geleceği açısından çözmeye çalışmalıyız.[56][59][60] Dünyadaki tüm Müslümanlar tarafından, savaşta tamamen mağlup olan Türkiye'nin, artık İslam'ın muzaffer ordusu olarak görülemeyeceğinin anlaşılması için bu yapılmalıydı. Böylece Türkiye'nin İslam dünyasındaki itibârı yok edilecekti.[55][56][60][61] Curzon ayrıca şöyle dedi: “İstanbul, Türkiye'nin Avrupa'daki bir ileri karakoludur.[24] Orada oldukları sürece, Balkanlar'da ve tüm komşuları arasında sürekli olarak oyun kurucu oldular. Bu, Türk'ü, kendisini bir süper güç olarak görmeye teşvik etti. Onu, bir gücü diğerine karşı kullanabilecek bir konuma getirdi.”[61][24] Başkentin taşınması, tek büyük Müslüman güç olan Türkiye'nin İslam dünyası üzerindeki yüksek prestijini ortadan kaldıracak, nüfusu Türk olmayan bölgelerin Türk İmparatorluğu'ndan kolaylıkla kopartılmasını sağlayacak ve ayrıca Türk'ün Avrupa'daki nüfuzunu elinden alacaktı.[58][60][62] Yahut başkent taşınırken, halife olan Sultan, bir 'Vatikan' usulü, saltanatı elinden alınarak sadece halife sıfatıyla sembolik olarak Boğazlar'da kalmaya devam edebilirdi.[24][55][58][59][60][61][62][63][64][65]

« Yapmamamız gereken bir şey var ki bu bizim politikamızın bir gereğidir, hilafet meselesine doğrudan dokunmamalıyız. Hilafet elbette bizi endişelendirecek. Fakat bu kararı etkilemek için görünürde hiçbir adım atmamalıyız.[67] »

(George Nathaniel Curzon - 16 Aralık 1918)

Konstantinopolis'i elinde tutan güce muazzam bir stratejik ve siyasi önem verilir. Tarih bunu kanıtlamıştır. Asırlar boyunca Türkiye'nin dünyanın en büyük güçlerinden biri olduğu izlenimini veren İstanbul'daki Türk varlığıydı. Onun Avrupa'daki varlığının, İslam'ın dünya çapındaki itibarını ve gücünü artırmada ve Pan-İslam inancını teşvik etmede çok büyük bir etkisi oldu.

Türk İstanbul'dan çıkarılırsa bana göre hilafet sorunu sonsuza kadar çözülür. Osmanlı hânedânı asırlar boyunca hilafeti nasıl elinde tutabildi? Bunun iki temel sebebi var. Birincisi, Kutsal Topraklar, Sultan'a, tüm dünyadaki Müslümanlar üzerinde büyük bir manevi ayrıcalık ve yetki verdi. İkincisi, İstanbul, Türkiye'nin büyük bir İslami güç olarak görünmesini sağladı. Türkiye, Kutsal Yerler'den sonra Konstantinopolis'i de kaybederse, bana öyle geliyor ki, hilafeti elinde tutma şansı yok olacaktır. İslam dünyası, İstanbul, Mekke ve Medine'den çıkarılan ve Asya'nın dağlık bölgelerine sürülen bir Sultan'ı halife olarak kabul etmeyecektir.[68]

— Lord Curzon - 23 Aralık 1918
1915'ten 1924'e kadar kesintisiz 9 yıl İngiliz kabinesinde yer alan ve Aralık 1916'dan itibaren I. Dünya Savaşı'nda İngiliz savaş politikasını yöneten beş bakandan biri. İngiliz Savaş Kabinesinin Türkiye politikasından sorumlu Doğu Komitesi Başkanı (Mart 1918 - Ocak 1919). İngiliz İmparatorluğuDışişleri Bakanı (Ocak 1919 - Ocak 1924) ve Lozan Konferansı İngiliz heyet başkanı George Nathaniel Marquess Curzon of Kedleston, bilinen adıyla Lord Curzon.
Türklerin İstanbul'daki varlığı Avrupa için sorunların ve entrikanın kaynağı oldu. Eğer onları Anadolu'ya çekebilseydik hepimiz Avrupa atmosferinden bir tür istenmeyen havanın kaybolduğunu hissedebiliriz.[69]
— Lord Curzon - 23 Aralık 1918
Türk'ün İstanbul'daki varlığı, Balkan halklarının tam kurtuluşunun önünde aşılmaz bir engel oldu. Orantısız askeri harcamaları kendi halkının düzgün ya da iyi yönetimini eşit derecede engelledi. Türk'ün tüm gücü elinden alındığında saygın olmasa da zararsız bir hale gelecektir ve bizimle ilişkileri tekrar başladığında, Avrupa'nın ihtirasları ile, İstanbul'dan çıkarılmasının İslam dünyasında oluşturacağı büyük öfkeye karşı iyi niyetli bir tampon bile sağlayabilir.[31][61]
— Lord Curzon - 2 Ocak 1919
Türklerin İstanbul'dan çıkarılmasının güçlü bir savunucusuyum; ve diğer birçok politikacının dışında, benim için belirleyici görünen sebep şudur:

Sultan'ın İslam dünyasının her yerindeki gücü ve itibarı, iki esas temele dayanıyor;
birincisi, Kutsal Topraklara sahip olması ve ikincisi konumu, İstanbul.
Sultan, halife olarak Doğu dünyasının tarihi başkentinde, kendisini çevreleyen hiyeratik prestij hâlesiyle kaldığı sürece, dünya müslümanları onu sadece manevi liderleri olarak görmekle kalmayacak, aynı zamanda yenilmemiş olarak da görecekler. Böylece Türkiye, gelecekte uluslararası durumda rahatsız edici, endişe verici bir güç olmaya devam edecektir.
Türk Hükûmeti orada kaldığı sürece İstanbul, dünyadaki tüm Müslümanların yöneldiği merkez ve etrafında döndükleri eksen olacak ve İslam dünyasının desteğini alan Türkler, bu sayede, Avrupa'nın rekabetleri ve kıskançlıkları üzerine oyun kurmaya devam edecekler.
Konstantinopolis'ten çıkarıldıktan sonra, Türkiye, İran veya Afganistan ile hemen hemen aynı temelde bir Asya devleti olacak ve Türkler, dünya milletleri arasında, en azından, ikinci veya üçüncü sıraya düşeceklerdir.
Dahası, Müslüman dünyası Türk'ün Konstantinopolis'te kalmasını bir zafer işareti ve kovulmasını yenilginin en büyük kanıtı olarak görecektir, çünkü Avrupa'dan çıkarılmasının Müttefiklerin savaş hedeflerinden biri olduğu iyi biliniyor.[70]

— Lord Curzon - 5 Mart 1919
Sultan, halife olarak kaldığı ve İstanbul'da durduğu sürece, dünyanın Müslüman ülkeleri ona, gerçekten de, şimdi bile, sadece manevi liderleri olarak değil, aynı zamanda büyük, güçlü ve yenilmez bir devletin başkanı olarak bakıyorlar.

Bu koşullarda, Türk'ün Avrupa'dan çıkarılması elzemdir. Bu karar alınırsa derhal onun yerine ne tür bir idarenin kurulması gerektiği sorusu gündeme gelir. Türk'ün ortadan kaybolmasından sonra Konstantinopolis'te bir büyük gücün kurulması halinde hırsları ya tatmin olmayan ya da sadece yarı tatmin olan Balkanlar'daki bütün küçük Devletler, Konstantinopolis'teki egemen güç etrafında toplanacak ve ajitasyon ve entrika kariyerlerine devam edecekler. Bu, Doğu sorununun kapanması değil, yeniden açılması olacaktır.
Diğer taraftan Rusya'nın etrafını saracak birçok küçük devletin doğasındaki zayıflığa bakılırsa gelecekte kaçınılmaz olarak sınırlarını genişletmek ve eski egemenliğini mümkün olduğunca geri kazanmak için ısrar edecek güçlü ve canlanmış bir Rusya ortaya çıkacaktır. Böyle bir Devletin hırsları İstanbul'a yönelebilir ve böyle bir durumda Rusya ile İstanbul'da kurulan büyük güç arasında ortaya çıkacak çatışmada en ciddi öneme sahip yeni bir uluslararası sorun ortaya çıkabilir. Tek alternatif Boğazlar'da bir tek güç yerine Uluslararası bir yönetimin kurulmasıdır.[71]

— Lord Curzon - 12 Mart 1919
Görkemli bir barışı kutlamaya hazırlanan herkes için büyük bir şok etkisi oluşturacak bazı olaylara karşı tetikte olmalıyız. Herkes Almanya'nın muhtemel tavrını tartışırken Türkiye'de neler olabileceğine dair kimsenin kafa yormadığı görülüyor.[37]
— Lord Curzon - 25 Mart 1919
Türklerin İstanbul'dan çıkarılmalarına ilişkin kararı, Anadolu'da isyanlar ve katliamlar ve Doğu Müslüman dünyasında büyük kargaşaların izleyecek olması çok muhtemeldir.

Türklerin İstanbul'dan çıkarılması, bence, her ne kadar savaştaki yenilgilerinin en önemli kanıtı olarak kaçınılmaz ve arzu edilir olsa da, Türklerin mülteci durumuna düşürüleceği, pratikte hiçbir Türk İmparatorluğu ve muhtemelen hiçbir hilafet artık olmadığı anlaşıldığında, Doğu dünyasındaki Müslüman tutkulara ve bu asık suratlı hıncı kolayca vahşi bir çılgınlığa dönüştürebilecek en tehlikeli ve en gereksiz teşvikleri vereceğimize inanıyorum.[72]
Anadolu, bölünmemelidir. Savaşın herhangi bir aşamasında Müttefiklerden herhangi birinin bildirisinde, bizi yalnızca Türk'ün tüm gücünü elinden almaya değil, aynı zamanda Anadolu'yu bölüp el koymaya zorlayan herhangi bir duyuru bulamıyorum. Anadolu bir bütün olarak kalmayı tercih edecektir.

Neredeyse çok geç olmadan bir şeyler yapmalıyız. İslam'ın kurtarılması için zaman veriliyor. Zaman Türklerden yana ve bunu biliyorlar. Geçen her hafta, her bölgede yeni sorunlar ortaya çıkarır. Hindistan'da, tüm İslam coğrafyasında, hatta Londra'da bile. Türklerin başkent İstanbul'dan çıkarılmasına, Ayasofya'ya ve hilafete Hristiyan müdahalesine karşı aktif olarak ajitasyon yapılan her yerde. Türk, acil bir barıştan ne bekleyebilir? O, gecikmenin her anını bir kazanç olarak sayıyor. Paris'te herhangi bir çözüme ulaşılamaması ve İtilafların artan anlaşmazlıkları, onu, her gün kendisine dayatılacak koşullara direnmek için daha iyi bir konuma getiriyor ve hatta sonunda intikamını almasını bile sağlayabilir.[73]

— Lord Curzon - 18 Nisan 1919
Türkleri İstanbul'dan göndermeliyiz. Onları tüm dış vilayetlerinden, yani Arabistan, Irak, Filistin, Suriye ve Ermenistan'dan mahrum bırakmalıyız. Bununla birlikte, ülkenin bölünmesi, kesinlikle bizim için ölümcül olacaktır.

Doğu dünyasına olan güveni yeniden tesis edeceksek işgallere son verip Anadolu'yu Türklere bırakmalıyız. Eğer mümkün olursa Yunanları tekrar İzmir'den çıkarmalıyız. İtalyan iddialarına gelince, Anadolu'yu İtalyanlardan bütün bütün kurtarmalıyız. Tüm güçlerin, Türklere, kendilerine ait bir egemenlik bırakmak için, iddialarından genel bir feragat temelinde, Türkiye sorununu ele almaları mümkün olmaz mı?[74]

— Lord Curzon - 19 Mayıs 1919
Hem Yunan hem İtalyan ilerlemesi ne kadar devam ederse onları tekrar Anadolu'dan çıkarmak o ölçüde zorlaşacaktır. Dışişleri Bakanlığında bu işgalleri savunan veya memnuniyetle karşılayan hiçbir kimseyi bulamıyorum.[75]
— Lord Curzon - 20 Haziran 1919

Hilafeti, dünyadaki en büyük Müslüman gücüne sahip olan İngiliz siyaseti için gerçek bir tehdit olarak gören Curzon[56][58], Türkiye'nin asla parçalanmaması gerektiğini savunarak bunun yerine İslam dünyası üzerindeki nüfuzundan ve iddialarından vazgeçmiş, kendi içine kapanık ve böylece İngiltere için bir daha asla sorun haline gelemeyecek bir Türkiye istiyordu.[24][76][77] Türkiye Anadolu'ya sıkıştırılmalı, saf Asyatik bir ülke olmalı ancak bölünmemeliydi.[36][55] Curzon'un hedefleri, Türkiye'yi, İngiltere'nin Ortadoğu ve Hindistan'daki emperyal güvenliğine ölümcül bir tehdit olmaktan çıkarmak, Türkiye'nin İslami bir güç olarak görünmesini engellemek ve onu İslam dünyasının gözünden düşürmekti.[56][78] Curzon'un endişesi, İslam dünyasının lideri olan Türkiye'nin tüm müslümanları İngiltere'ye karşı bir araya getirebilme tehlikesiydi.[59][79] Fakat saltanat ve hilâfetin kaldırılıp başkentin Anadolu'ya taşınmasına, ülkenin parçalanması da ilâve edilmemeliydi.[36][72][80][81][82] Lord Curzon, bu tür değişikliklerin Müslümanların radikal duygularını alevlendireceğinden endişeleniyordu.[36][72] Böylece Türklerde milliyetçilik duygusunun patlamasının önüne geçilecekti.[49] Lord Curzon, 'Türklere iyi bir dönüş yapmak isteyen son adam' olmakla birlikte, Anadolu'da barış istediğini söyledi: “Yunanlar içeride yürüyorsa bu imkansız bir hedef.[83]İngiliz İmparatorluğunun eski Hindistan Genel Valisi olan Curzon, ayrıca, Hindistan'daki 70.000.000 Müslüman ile Afganistan, Mısır ve Arabistan'daki diğer Müslümanlardan endişeleniyordu.[84] İngiliz çıkarları gereği işgallere son vermek ve Anadolu'yu Türklere bırakmak şarttı.[24] Yunanistan Trakya'ya karşılık olarak Anadolu'yu tahliye etmeliydi.[Not 4] İzmir işgali yanlış bir karardı. Fransızlar ve İtalyanlar da bölgeyi boşaltmalıydılar.[24] Ancak bu yeni Türkiye; Arabistan, Irak, Suriye, Filistin ve Ermenistan ile ilişiğini kesmeli ve onlardan ayrıştırılmalıydı.[24] Türk'ün, iki kutsal şehir olan Mekke ile İstanbul'u kaybetmesi ve diğer milletler üzerindeki hakimiyetinin elinden alınması yeteri kadar sert bir darbe olacaktı.[24] Yine zaferin bir sembolü olarak Ayasofya Türklerden alınmalı ve dini kullanımı olmayan uluslararası bir anıt haline getirilmeliydi.[77] Curzon, I. Dünya Savaşı'ndan sonra, Almanya ve Avusturya-Macaristan'da olduğu gibi Türkiye'de de cumhuriyetin ilan edilmesi gerektiği fikrindeydi.[36][72] Böylece imparatorluk yıkılacak ve Türkiye Pan-islamcı, Pan-turancı veya yayılmacı bir politikadan vazgeçerek bir ulus-devlet haline gelecekti.[24][72][76][77][78][83][84][85]

« Türk'ün Boğazlar üzerindeki hakimiyetini elinden alacağız. Türkiye'yi, birtakım görsel düzenlemelerle, Suriye, Filistin, Arabistan ve Irak'tan ayrıştıracağız. Akabe'den Şam'a, Mekke'den Basra Körfezi'ne kadar tüm bölgelerde Türk bayrağının herhangi bir biçimde yeniden ortaya çıkmasının, gerçekten de, sonuçları vahim olacaktır.
Tüm bu bölgelerin herhangi bir şekil veya biçimde Türk otoritesinden kalıcı olarak dışlanmasını içermeyen hiçbir şartı kabul edemeyiz.[86] »

(George Nathaniel Curzon)

İngiliz ile Fransız murahhas heyetleri, ABD'nin bölgede herhangi bir manda yönetimi üstlenmemesi sonrası yapılan 22 Aralık 1919'daki ikili görüşmelerde, başkentin İstanbul'dan Anadolu'ya taşınması üzerinde anlaşmaya vardılar. İtalyanların ve Yunanların çekilmeleri ile Anadolu, herhangi bir manda yönetimi olmadan Türklerin eline bırakılacaktı. Toplantıda, Boğazlar'da kurulacak uluslararası komisyonun detayları belirlendi. Ayasofya için ise, dini ibadet amacıyla kullanılmaması gereken eski bir anıt olması kararlaştırıldı.[61][79][87][88][Not 5]

İngiliz kabinesi, Hindistan'dan sorumlu bakan Edwin Montagu'nun da etkisiyle, hilafete ve başkent İstanbul'a dokunulmayacağına dair Ocak 1918'de Hint Müslümanlarına verilen söz nedeniyle İslam dünyasının tepkisini çekebileceğini, askerî masrafların artacağını ve Sultan'ı İstanbul'da gözetim altında tutmanın İngiliz politikası için daha doğru olacağını öne sürerek başkentin taşınması kararını 6 Ocak 1920'de oy çokluğu ile veto etti.[89][90] Yine de başkentin taşınması kararı alınırsa Bursa, Ankara veya Konya şehirlerinden biri Sultan'ın ikamet edeceği başkent yapılacaktı.[91] Derin bir şok geçiren Curzon, “Bu, Avrupa'nın yaklaşık beş asırdır beklediği ve belki bir daha asla tekrarlanmayabilecek bir fırsat” dedi ve İstanbul'daki bir hükûmetin doğru hesaplanmış bir karar olmadığını, üretildiği zaman sürprizlere sebep olacağını ima etti. Çılgına dönen Curzon, protestosunu kabinedeki tüm bakanlara dağıttı.[61][80][92][93][94]

« İstanbul'daki Türk, Konya'daki Türk'ten çok farklı bir ölçüye sahiptir. O, salt gösterişli bir egemenliği elinde tutacaktır.[92] »

(George Nathaniel Curzon)

Ryan ve meslektaşı Forbes Adam da, Curzon'u desteklediler: “Özellikle Hindistan'daki Müslüman huzursuzluğunun ve Orta Asya'daki Bolşevik saldırı tehlikesinin, dengeyi, Sultan ve Hükûmetini, bir tür uluslararası kontrol altında, İstanbul'da tutma lehine çevirdiği anlaşılmaktadır. Fakat bu kararın yol açtığı başlıca dezavantaj şudur ki: Pan-İslamizm ve Pan-Turanizm güçlerinin İngiltere için taşıdığı tehlike, Türkiye'nin prestijinin korunmasına bağlıdır. Türkiye'nin prestiji, Sultan olan bir halifenin, İstanbul'da durmasına bağlıdır. İstanbul, bir imparatorluk şehridir ve Türk-İslam gücünün Avrupa'ya karşı zaferinin sembolüdür. Sultan ve Hükûmeti İstanbul'da durduğu sürece her iki fikir yaşamaya devam edecek ve uzun vadede İngiliz İmparatorluğu için Yakın Doğu'da sorunlar artarak çoğalacaktır.[93][95][96] Amiral De Robeck: “Türk Meclisi'nin Anadolu'da toplanması halinde, görkemli unvanları, akdetmeyi uygun gördüğü herhangi bir antlaşmanın ilk iki sayfasını dolduran Türk İmparatoru, şüpheli bir hilâfet ile küçük bir eyalet hükümdarı statüsüne indirilecektir.[97]

« Walter Edward Guinness: Biz Anadolu'yu hiç fethetmedik. Çok zor ve masraflı bir sefer olmadan da fethedemeyiz. Özellikle de Barış şartlarının açıklanmasındaki gecikme nedeniyle İstanbul Hükûmeti'nin kontrolü çok hızlı bir şekilde azalıyor ve Anadolu yavaş yavaş bir devlet haline geliyor. Fakat Türkleri İstanbul'dan çıkarmanın ve onları Anadolu'ya göndermenin etkisi, neredeyse kesinlikle İstanbul Hükûmeti'ni düşürüp tamamen Mustafa Kemal'i iktidara getirmek olacaktır.[99] »
Hükûmetin, Sultan'ın İstanbul'da kalması politikasını ifade ettiğini duymaktan çok memnun oldum. Hem Hindistan Müslümanları hem de Afganistan Müslümanları olan Müslümanlar arasında çok yaşadım. Hive, Buhara ve Orta Asya'dan gelenleri tanıyorum. Asya'daki ve özellikle Orta Asya'daki bu Müslümanların tamamı, Sultan ve Halîfelerinin bağımsız bir hükümdar olması gerektiğini dinlerinin temel bir ilkesi olarak görüyorlar.[100]
— Albay Charles Edward Yate

ABD'nin bölgede bir manda yönetimi üstlenmeyeceği anlaşılınca 12 Şubat 1920'deki Londra Konferansı'nda barış müzakereleri yeniden başladı. Türklerin Konstantinopolis'i elinde tutmasına ve Boğazlar'ın bir uluslararası komisyon tarafından yönetilmesine karar verildi. Venizelos İzmir'i ilhak etmek istese de Curzon, 'Türk özerk egemenliğini' önerdi.[101] İtalyanlar ise Anadolu'daki varlıklarının çok maliyetli bir girişim olduğunu kendileri de anlamışlardı. İtalya'nın yaşadığı ekonomik ve sosyal kriz, barışın önemini vurguladı. İtalyan toplumu hala derin bir kriz yaşıyordu. Neredeyse tüm İtalyan işçileri greve gitmiş, trenleri, posta hizmetlerini, endüstriyel ve tarımsal üretimi durdurmuştu.[102] İngilizler ve Fransızlar, İtalya'nın Anadolu'yu tamamen tahliye etmesini istediler. Fakat İtalya, Anadolu'yu boşaltmak için, İngilizlerin ve Fransızların kendisine Suriye ve Irak mandaları karşılığı tazminat vermelerini istedi. Bu nedenle İngilizler ve Fransızlar, 1915 Londra Paktı'nda İtalyanlara bırakılması öngörülen fakat Sevr'de verilmeyen Güneybatı Anadolu'da sadece İtalyan şirketlerinin faaliyet yürüteceğini İtalyanlara garanti ederek Türkiye'deki tüm İtalyan askerlerinin çekilmesini ve işgalin sonlandırılmasını talep ettiler. Aynı şekilde Kilikya bölgesinde de Fransız ekonomik çıkarları tanınırken, hem İtalya hem de Fransa Sevr Antlaşması'nın yürürlüğe girmesi durumunda Anadolu'daki ve etki alanlarındaki tüm askerlerini çekmeyi ve Anadolu'yu Türklere bırakmayı kabul ettiler.[101][102][103]

Mart 1920'de Londra'ya giden Yunan Başbakan Venizelos, burada Yunanistan'a karşı olumsuz bir hava ile karşılaştı. Winston Churchill, Mareşal Wilson ve Lord Curzon Anadolu'daki Yunan varlığına ilişkin taban tabana zıt görüşlerini Yunanistan Başbakanı'na iletti. Mareşal Wilson, 19 Mart 1920'de Venizelos ile yaptığı görüşmeye dair günlüğüne şöyle yazdı: "Ne insan ne de para olarak, ne Trakya'da ne de İzmir'de Yunanlara yardım etmeyeceğimizi Venizelos'a açıkça belirttik. Ona ülkesini mahvedeceğini, Türkiye ve Bulgaristan ile yıllarca savaşacağını, insanî ve malî kaybının Yunanistan için çok fazla olacağını söyledik." Churchill de, Venizelos'a, İngiltere'nin ne Trakya'da ne de Anadolu'da Yunan birliklerine yardım edemeyeceğini, yardımın sadece cephane ve mühimmat şeklinde olacağını açıkça belirtti. Venizelos ise, Kemalist güçlerin tehlikesini ana hatlarıyla belirtti ve saldırı için izin istedi. Saldırıdan sonra Venizelos, Yunan birliklerinin tekrar pozisyonlarına çekilebileceklerini söyledi. Fakat bu önerisi İngilizler tarafından reddedildi. Aynı zamanda Venizelos İtilâf tarafından yerine getirilmesi gereken bir görev olan Türk terhisinin yavaşlığından şikayetçiydi: "Toplam 300.000 kişilik bir kuvvetin yakında savaş durumuna gelmesi muhtemeldir ve 'olacak' dedi. Böyle bir orduya yetecek miktarda malzeme ve mühimmat ellerinde var."[104]

Diğer taraftan Lord Curzon, öngörüsünde haklı çıktı. 11 Mart 1920'de Curzon, Lordlar Kamarasında, 'İstanbul'da hiçe sayıldıkları bir duruma daha fazla boyun eğemeyeceklerini' ilan etti. 16 Mart 1920'de işgal gerçekleşti. Mustafa Kemal Paşa, Kasım 1919'da yeni meclisin Bursa'da açılmasını istemişti, böylece başkent pratik olarak Bursa'ya devredilmiş olacaktı. Ancak İstanbul Hükûmeti, Meclis-i Mebusan'ın İstanbul'da toplanması kararını alınca 18 Aralık 1919'da yapılan seçimler sonucu Meclis 12 Ocak 1920’de İstanbul'da açılmıştı. Böylece 28 Ocak 1920'deki Misak-ı Milli kararları sonrası yapılan 16 Mart 1920'de İstanbul'un işgali ile yeni meclis 23 Nisan 1920'de Ankara'da açılmış ve Yunanistan'ın karşısında millî bir hareket çoktan şekillenmişti. Önce İzmir'in İngiliz birlikleri yerine doğrudan Yunan birlikleri tarafından işgali, sonra barış antlaşmasının imzalanmasındaki gecikme ve son olarak da İstanbul'un işgali ile Mustafa Kemal, Türkiye'de iktidara gelmişti. İngilizler üçüncü defa Mustafa Kemal'e büyük bir siyasi bağışta bulunmuşlardı. Müzakerelerdeki gecikme tamamen Venizelos'un aleyhine ve Mustafa Kemal'in lehine olmuştu.[97][105][106][107]

18 Nisan 1920'deki San Remo Konferansı'nda ise David Lloyd George ve Elefterios Venizelos önderliğinde Sevr'in taslağı hazırlandı. Yunan Başbakan Venizelos, antlaşmayı Türklere kabul ettireceğini taahhüt etti.[108]

Fransız cephesinde ise Başbakan Georges Clemenceau, Yunan ilerleyişine tepki göstererek Yunan birliklerinin İzmir'e çıkarma emrine meydan okudu. Fransız siyaseti, Clemenceau hükûmetinin düşmesinden ve Alexandre Millerand'ın Başbakanlığı üstlenmesinden sonra daha fazla Türk yanlısı hale geldi. Haziran 1920'de, Antlaşma imzalanmadan önce, Fransız Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri, Paris'teki İngiliz büyükelçisine, Anadolu'daki Yunan varlığından rahatsız olan Fransız Ulusal Meclisi'nin imzalanacak barış anlaşmasını onaylayıp onaylayamayacağından şüphe duyduğunu vurguladı.[109] Fransızlar Türklerin Anadolu'ya silah taşımasına göz yummaya başlamışlardı. Yunanlarla çekişme halinde olan İtalyanlar, daha baştan beri Türkleri tutmakta ve birliklerini çekmeye hazırlandıkları şu sırada Türklere silah satmaktaydılar. İngilizlere gelince, onlar da en baştan beri Türklerin silahsızlandırılmasına pek önem vermemişlerdi. Türklerin silahlanması böylece sürüp gidiyordu.[110] Şubat 1920'nin başlarında Türkler, Müttefiklerin ateşkes hükümlerine göre tüfek, silah ve cephane bulundurdukları Gelibolu'daki kışlaya saldırdığında Lord Curzon, Gelibolu olayından sonra Yunanistan'dan mevcut askeri konumlarını korumalarını istemişti.[111] Bu sırada Versay merkezli Müttefik Devletler Yüksek Savaş Konseyi'nin, Yakın Doğu'da, emrinde, Yunanlar dışında başka bir askerî gücü bulunmuyordu.[112][113][114][Not 6]

« İtilaf o sırada Anadolu'daki mayanın çok iyi farkındaydı. Milliyetçi güç ve özgüven, İngiliz askeri güçlerinin geri çekilmesiyle doğru orantılı olarak büyüyordu. Aralık 1919'a gelindiğinde, İngiliz General Milne'nin Karadeniz Ordusu 9.836 kişiydi. Kilikya'da Fransızlar 13.000 askere komuta etti ve bunların çoğunluğu Ermeni idi. Antalya'daki İtalyan birliklerinin gücü 7.000'i geçmedi. Anadolu'daki tek büyük İtilaf kuvveti, İzmir'deki 75.000 Yunan askerinden oluşuyordu. İngiliz yüksek komiseri yazdı, "Barış koşullarının ertelendiği her hafta, Türkiye'nin bu koşulların getirebileceği herhangi bir aşağılamaya karşı çıkmak istediği direniş gücünü daha da kazandığı görülüyor."[115] »

(Howard Morley Sachar)

Bu projeyi vücuda getirmeye memur edilen Ermeni kuvveti üç zayıf tümenden ibârettir. Binâenaleyh imhâ politikasını Doğuda tatbik ettirecek bir kuvvet yoktur. Batıda ise bütün kuvvetini sarf etmiş olan Yunan ordusu bize aman dedirtmek için yeni bir vâsıtaya mâlik değildir. Bundan sonra işleyecek zamanlar hep bizim lehimizde cereyan edecektir.

İtilâf devletlerinin memleketlerinde daha büyük orduları ve teşkilâtları vardır. Fakat bugün buraya tahsis ettikleri kuvvetlerin azlığı ve bizim aleyhimizdeki projeyi yalnız Ermeni ve Yunan ordularından bekledikleri, kuvvetli esbâb ve istihbârâta müstenittir.[116]

— Erkânı Harbiye-i Umumiye Vekili İsmet Bey (İnönü), 29 Mayıs 1920
Sevr'in, Türkiye'ye, izledikleri yoldan dolayı verilen bir ceza olduğuna inanamıyorum. Cezanın etkili olabilmesi için caydırıcı olması gerekir. Bu ise caydırıcı olmaktan son derece uzak. Korkarım ki bu, sadece, yakında pek çok eli silahlı kimseyi görmemize neden olacak.[117]
— İngiliz Kraliyet Donanma Komutanı Lord Rosslyn Wester Wemyss, 4 Ağustos 1920

Dagobert Von Mikusch: “En şaşırtıcı olan şey, İtilâf Devletlerinin, Mustafa Kemal'e, kendi barış antlaşmalarını etkisiz kılacak olan hazırlıkları yapması için yeterli zamanı tanımasıydı.”[46]

Ankara'da TBMM'nin Sevr Antlaşması'na tepkisi çok sert oldu. Ankara İstiklâl Mahkemesinin 1 numaralı kararı ile anlaşmaya imza koyan 3 kişiyi ve Sadrazam Damat Ferit Paşa'yı idama mahkûm etti ve vatan haini ilan etti. Fakat öte yandan antlaşmanın imzalanmasından sadece 2 ay sonra Ekim 1920'de yeni Yunan kralı Aleksandros bir maymun ısırığı sonucu aniden öldü ve Yunanistan'da seçimlere gidildi.[113] Kasım 1920'de yapılan seçimlerde "Yunanistan'ın kurtarıcısı" ilân edilen İngiliz dostu Başbakan Venizelos 369 sandalyeden sadece 118'ini aldı. Kendisi milletvekili bile seçilemedi ve Venizelos hükûmeti düştü. 17 Kasım'da Venizelos, aktif siyâsetten emekli olduğunu açıkladı ve Fransa'ya gitti.[118] İngilizlerin 1917'de devirip sürgüne gönderdiği ve aynı zamanda Müttefiklerin, özellikle de Fransızların baş düşmanı olan eski kral I. Konstantin'in, Dimitrios Gounaris liderliğindeki yeni hükûmet tarafından yapılan referandumda %99 oy alarak tahtına geri dönüşü ile kriz doruk noktasına ulaştı. Alman imparatoru'nun damadı olan Kral Konstantin, I. Dünya Savaşı sırasında İttifak Devletlerini desteklemekle suçlanıyordu.[113][119][120]

İngiltere, Fransa ve İtalya; tahtına geri dönen Konstantin'i devlet başkanı olarak tanımayı reddettiler.[113][119] Bu ani değişim sonucu Yunanistan bir anda kendisini uluslararası sahnede izole buldu. Müttefikler, Yunanistan'a yapılan tüm desteklerini ve yapılması planlanan 850.000.000 altın frank tutarındaki krediyi kestiler. Bu sırada bütçesinin yaklaşık 3'te 2'sini Müttefik devletlerin sağladığı krediye borçlu olan Yunanistan, uygulanan ambargo sonucu birdenbire askeri ve ekonomik olarak zayıflamaya başladı.[113][121]

Bu hadise, İtilafı bir arada tutan zayıf bağları kırdı. Fransızlar artık Yunanistan'a hiçbir şey borçlu olmayacaklarını ve bu fırsatı Türk yanlısı bir politika izlemek için kullanabileceklerini hissettiler. Böyle bir politika Sevr'in revize edilmesini içeriyordu. İtalyanlar da benzer şekilde özgürleşmiş hissettiler. Birçok İngiliz politikacı, Sevr'in revizyonunun artık gerekli olduğu konusunda hemfikirdi.[120][122] Özellikle de İngiliz Dışişleri, Hindistan ve Savaş Bakanlıklarındaki üst düzey kişiler, Yunanistan'daki hükûmet değişikliğini, İngiltere'yi istikrarsız bir güce tehlikeli bir bağımlılıktan kurtarmak için ileri görüşlü bir fırsat olarak karşıladılar. Birçoğu her zaman Türkiye ile daha yumuşak bir anlaşmayı savunmuş ve İngiltere'nin, aksi takdirde, Müslüman tebaasını yabancılaştıracağından ve bu durumun İslam dünyasında genişleyen İngiliz İmparatorluğunun temelini baltalayacağından endişelenmişti.[113] Sadece İngiliz Başbakan Lloyd George, diplomatik düzeyde de olsa Yunanistan'ı desteklemeye devam etti. Muhafazakar parti lideri Bonar Law, bu ani değişiklik üzerine "Türklere karşı eski korumacı sevgisine geri dönerken" Savaş Bakanı Churchill'e göre ise "Antlaşmanın yararına yapıldığı Yunanistan" ortadan kaybolmuştu ve bir an önce Türklerle anlaşılması gerekiyordu: “Geçmişte baktığımız zaman, Rusya düşmanımızken Türk dostumuzdu. Türkiye düşmanımız iken Rusya dostumuzdu. Şimdi ise elimizde sadece Alman yanlısı bir Yunanistan var. Ve biz dünyanın en büyük Müslüman gücüyüz.” Hindistan'dan sorumlu Bakan Edwin Montagu, İslam dünyasından ve Hilâfet savunucularından gelen yoğun baskılar sebebiyle Trakya'nın bile Türkiye'ye geri verilmesi gerektiğini savunuyordu. Dışişleri Bakanı Lord Curzon ise, Türklerin Yunanları İzmir'de yenmesine izin vermeleri gerektiğini ve sonra da Türkler tarafından başarılmış gerçeğe boyun eğmeleri gerektiğini söylüyordu. Böylece olanlardan İngilizlerin hiçbir sorumluluğu kalmayacak şekilde Türkler galip getirilmiş olacaktı. Kasım 1920'ye gelindiğinde, Sevr'in, Lloyd George'dan başka hiçbir siyasi destekçisi kalmamıştı. Winston Churchill 16 Aralık 1920'de şöyle dedi: “Lord Curzon'un önerdiği şey, bizi İzmir'de bir Türk zaferiyle karşı karşıya bırakacak ve Türklerle olan pazarlık gücümüzün büyük bir bölümünü yok edecek.[123][124][125]

Çileden çıkmış bir maymun ısırığı tarihin seyrini değiştirdi. Trajediyi ise Konstantin'e karşı eski duyguların yeniden canlanması izledi.
— David Lloyd George[126]

Winston Churchill: “Yunanistan seçimlerinin sonuçlarını açıklayan telgraf geldiğinde ben tesadüfen kabine odasında Başbakan Lloyd George ile birlikteydim. Şok geçiriyordu ve Büyük Savaş sırasında yaşananları göz önünde bulundurarak dedi ki: "Artık Yunanistan'ı destekleyen sadece ben kaldım." Tek bir ana gemi olan Goeben'in kaçışının, Avrupa'nın güneydoğusuna ve Anadolu'ya hesapsız bir yıkım getirdiğini daha önce görmüştük. Bu maymunun ısırığından çeyrek milyon insanın öldüğünü söylemek belki de abartı olmaz. Konstantin'in dönüşü, İtilaf'ın Yunanistan'a olan tüm bağlılıklarını sona erdirdi ve tüm yasal yükümlülükleri iptal etti. Artık İtilaf için Türk karşıtı bir politika izlemeye gerek yoktu. Yeni Yunan Hükûmeti, tüm Venizelist bürokratları her türlü kamu istihdamından kovmakla meşguldü. Bundan böyle, kendi içinde parçalanan Yunanistan, tehlikeleriyle tek başına yüzleşecekti. Şimdi, İngiliz desteğinden yoksun, İtalyan rekâbeti ve Fransız düşmanlığı ile karşı karşıya kalan Konstantin, şaşırtıcı bir şekilde Anadolu'yu tahliye etmek yerine Venizelos'tan daha yayılmacı bir ruh haline büründü.[127]

Tüm Müttefik desteğini kaybeden ve Küçük Asya Harekâtında tamamen yalnız kalan Yunanistan'da aynı zamanda, Konstantin'in dönüşü ile ordudaki I. Dünya Savaşı ve Anadolu'daki ilerlemeden sorumlu olan tecrübeli pek çok Venizelist kumandanlar görevden alınırken[128], yerlerine daha önce ordudan atılmış olan yaklaşık 1500 tecrübesiz subay ataması yapıldı. Başkumandan Leonidas Paraskevopulos'un yerine de Konstantin'e çok yakın bir kişi olan General Anastasios Papulas getirildi.[129] Bir yandan Yunan ordusu Kralcılar ve Venizelistler olarak içinden bölünürken diğer yandan İtalya ile Fransa ise kesin bir dış politika değişikliğine gittiler ve Yunanistan'a karşı açık şekilde Türkiye'yi destekleme kararı alarak derhal Sevr antlaşmasının gözden geçirilmesinde ısrar ettiler.[130][131][132]

Fransızların talep ettiği şey, eski düşman Konstantin'in dönüşü üzerine yeni rejimi kınamak ve Yunanistan'a müttefik desteğini geri çekmek için ortak bir bildiriydi.[133] Fransa Cumhurbaşkanı Alexandre Millerand, Türklere karşı politikayı değiştirmenin zamanının geldiğini fark etti ve İtalya Dışişleri Bakanı Kont Carlo Sforza'yı kendisini ziyaret etmeye davet etti. 28 Kasım 1920'de Sforza, Elysée'de Millerand ile buluşmak için Roma'dan ayrıldı. Söyleşi, Türk Sorunu üzerine odaklandı. Millerand, bölgeyi istikrara kavuşturmak için gelecekte Yunanistan'a güvenmenin imkansız olduğunu söyledi. Sonuçta, Müttefiklerin askerî müdahale şansı yoktu. Geriye tek çözüm kalıyordu, 'Türklere destek vermek!'. Sforza, açık şekilde Millerand ile anlaştı.[134]

Fransa Yunanlara karşı, bilhassa Konstantin döndükten sonra daima Yunana düşman ve bizim lehimize hareket etti.
— Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşenk[135]

Yunan kralı Konstantin'in tahtına geri dönüşü sonrası 24 Ocak 1921'de, Paris'te bir İtilâf toplantısı düzenlendi. Fransa Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Aristide Briand toplantıda Konstantin'in Yunanistan'a dönüşünden sonra İtilâfların artık karârlarını yeniden gözden geçirmek zorunda olduklarını vurguladı. Briand, Sevr'in revizyonu için Yunanistan'a baskı yapmaya hazır olduğunu söyledi. Fransız kamuoyu, Konstantin yönetimindeki Yunan Hükûmeti'ni reddetme konusunda hemfikirdi. İtalya Dışişleri Bakanı Sforza, Briand'ın görüşlerini tamamen tasdik etti. Lloyd George, hâlâ bir şekilde Yunan çıkarlarından yanaydı. Lord Curzon ise Venizelos döneminde alınan İtilaf kredilerinin neredeyse tükenmek üzere olduğunu ve Konstantin'in herhangi bir yeni kredi alamadığını hatırlattı. Yunan ekonomisi ciddi şekilde bozulmaya başlamıştı. Er ya da geç, en fazla birkaç ay içerisinde bir mali çöküş kaçınılmazdı. Kalıcı barış için her siyasi görüşün onayını almak önemliydi. Curzon, Sevr'de revizyona gidilmesini teklif etti. Curzon; İstanbul ve Ankara'dan gelen Türklerin, Yunanların ve İtilaf Devletleri temsilcilerinin katılacağı bir konferans yapılmasını önerdi. Böylece Lord Curzon, Ankara'nın resmi olarak tanınmasını sağladı. Lloyd George, Ankara'nın İstanbul hükûmetine dahil olarak gelmesinin daha doğru olacağını söylese de Sforza Ankara'yı resmi olarak davet etti.[136][137]

Londra'ya gitmeden önce Fransa'da hukuk okumuş olan dönemin Yunan Başbakanı Nikolaos Kalogeropoulos, 16 Şubat 1921'de Fransız Cumhurbaşkanı Millerand ve Başbakan Briand ile görüşmek için Paris'e uğradı. Burada Fransa'nın çıkarlarının Ankara ile olduğunu ve Yunanistan'ın herhangi bir yardım almayacağını öğrendi. Kalogeropoulos, 18 Şubat 1921'de Londra'ya vardığında ve Lloyd George ile görüştüğünde, durumun çok ciddi olduğunu fark etti ve Gounaris'i acilen Londra'ya gelmesi için aradı. Ona yüksek sesle şunu söylemişti: "Edindiğim bilgi, Türklerin bizim sadece Anadolu'dan değil, Doğu Trakya'dan da ayrılmamızı talep edecekleridir."

21 Şubat'ta başlayan ve 12 Mart 1921'de sona eren konferansta, Fransa ve İtalya'nın, padişahı tamamen görmezden gelerek Kemalist Türkiye'nin yanında yer aldığı ortaya çıktı. Fransa, Kilikya'dan çekildi ve Türklere Sakarya Savaşı'nda kullandıkları büyük miktarda askerî teçhizat bıraktı, İtalyanlar ise Doğu Trakya ve İzmir'in topraklarının Türkiye'ye verilmesini destekleme sözü verdi. Nihai sonuç şuydu: Sevr Antlaşması'nın uygulanması ve geçerli olabilmesi için, Yunanistan, Türkiye ile savaşı sürdürmek ve onları yenmek ya da İzmir'den ayrılmak ve Doğu Trakya'ya çekilmek zorundaydı. Atina'ya dönen Gounaris, savaşmaya karar verdi. Ve Eskişehir, Kütahya ve Afyon savaşlarının yapıldığı bahar taarruzu başladı.

— MUHTEŞEM BELGELER - "Küçük Asya'da Yıkım", DIM. FOTIADIS, ATİNA, 1974[138]

Lord Curzon, Şubat 1921'de, Türklere olan İtalyan ve Fransız desteği ile kendi Başbakanının Yunan sevdalısı tutumları arasında orta yolu bulmaya çalışırken kendisini utanç verici bir konumda bulmuştu.[139]Lord Curzon'un en önemli adamlarından Harold Nicolson da 2 Mart 1921'de şöyle diyordu: 'Yunanistan ambargomuzun sadece devamı ile Mustafa Kemal'e verilen muazzam teşvik, kısa bir süre içinde Türkiye ile Yunanistan arasında, İtalya'nın desteğiyle Türkiye'nin galip geleceği bir savaşa yol açacaktır.'[140]

Yunan kralı Konstantin'in tahtına geri dönüşü sonrası, İtalya ve Fransa'nın Türk yanlısı talepleri doğrultusunda 21 Şubat 1921'de başlayan Londra Konferansı'nda, İtalyanlar ve Fransızlar, İzmir ve Doğu Trakya'nın Türkiye'ye verilmesini şart koştular: İtalyan temsilci Kont Sforza şöyle dedi, "Ankara'yı ayakta tutan tek şey özellikle İzmir'in işgaliydi. Bu sorun çözüldüğü an Ankara destekçilerini kaybedecek ve diğer sorunlar da kendiliğinden çözülecekti." Bu tarihlerde Fransız basını da İzmir ve Doğu Trakya'nın Türkiye'ye verilmesi gerektiğini yazıyordu. Fransa Başbakanı Aristide Briand, İzmir ve Doğu Trakya için bir soruşturma komisyonu kurulmasını talep etti. Briand ve Sforza, bu öneride Yunanları İzmir'den çıkarmanın bir yolunu gördüler. Böylece bundan sonra diğer sorunları çözmek kolaylaşacaktı. Böyle bir soruşturmayı Türk heyeti şartlı olarak kabul etse de Yunan heyeti soruşturmayı reddetti.[141][142][143][144] Lloyd George, Sevr'in zayıflamasına karşı çıkarken Lord Curzon'un ise konferanstaki revizyon teklifi şuydu: İzmir bölgesi Türk egemenliği altında kalacak, ancak Hristiyan bir valiyle yerel özerkliğe sahip olacaktı. İstanbul tahliye edilecek ve Türkiye'de 'kalıcı Boğazlar Komisyonu Başkanlığı' kurulacaktı. Ancak bu teklifi Atina da Ankara da kabul etmedi.[145]

Yunan heyeti, konferansta Lloyd George'a özel olarak danışabildi. Lloyd George, Yunanistan Dışişleri Bakanı Baltazzis'e özel olarak bilgi verdi ve ona uluslararası ve yerel dinamikleri açıkladı. Sadece Fransızlarla değil, aynı zamanda İngiliz Dışişleri Bakanı Curzon'a karşı da mücadele etmesi gerektiğini söyledi. Böylece Başbakan, yabancı bir hükûmete, kendi Dışişleri Bakanlığının taleplerine en iyi nasıl direneceği konusunda tavsiyede bulundu.[113]

Yunanlar, İzmir konusunda taviz verecek durumda olmadıklarını kesin bir dille belirttiler. Yunan ordusu zaten hazırdı. Yunan albay Sariyannis, kendilerine izin verilirse Ankara'ya kadar ilerleyeceklerini söylemişti. Yunan Hükûmeti her an bu harekâtı başlatmaya hazırdı. İzmir'in işgalinden bu yana geçen her gün Yunanistan'ın aleyhineydi. İtilâf Devletlerinin uyguladığı ambargo sebebiyle Yunan ekonomisi günden güne eriyordu. Türkler ise bu sırada Rusya ile bir antlaşma imzalamışlardı. Fransızlar da taraflarını belli etmişlerdi. Kilikya'daki Türk kuvvetleri Sakarya Muharebesi'nden hemen önce Batı cephesine kaydırılacaktı. İtalyanlar zaten en baştan beri Türklere destek veriyordu. Yunanların bu en iyi şanslarını kaçırmamak adına kaybedecek bir anları bile yoktu. Ayrıca Lord Curzon, konferansın ilk günü, henüz Türk heyeti gelmeden, Yunanlardan, mevcut askerî güçlerinin ve ayrıntılı savaş planlarının öğrenilmesini istemiş ve tüm Yunan stratejisinin ortaya çıkmasını sağlamıştı. Yunan heyeti son derece art niyetsiz olarak İtilâflara ayrıntılarıyla Yunan Ordusu’nun analizini yapmış ve cephedeki taarruz planlarını anlatmışlardı. “Kim Türklerin Fransızlar ve İtalyanlardan bunları öğrenmediklerinin teminatını verebilirdi?” Lloyd George, konferansın son günü, gerçek adil ve tarafsız bir savaş olması için, Türkler güçlenmeye devam ederken Yunanistan'ın da İtilâf Devletleri tarafından kısıtlanmaması gerektiğini söyledi.[146][147][148][149]

13 Mart'ta İtalya, Türk heyeti ile yaptığı antlaşmada Doğu Trakya ve İzmir'in Türkiye'ye iadesine ilişkin tüm talepleri etkin bir şekilde desteklemeyi taahhüt etti. Ayrıca şu anda Osmanlı topraklarında bulunan tüm İtalyan birliklerini geri çekeceğine dair resmi bir güvence verdi.[150] Fransız Hükûmeti de Türklerle bir uzlaşmaya vardı. 10 Mart'ta Mösyö Briand, Türk heyetiyle, derhal esir değişimi, yeni bir Suriye sınırı ve Kilikya'nın Fransız askeri tahliyesini sağlayan bir ateşkes imzalamıştı.[151] Alman yanlısı bir Yunanistan'ı bölgede asla istemeyen İtalya ve Fransa'nın sert şekilde Türk yanlısı politika göstermeleri üzerine Mart 1921'de savaş kararı alan Yunan kralı Konstantin'i, TBMM hükûmeti; Rusya, İtalya ve Fransa'nın yardımlarıyla mağlup etti. Lloyd George'un konferansta Yunanlara tavsiyeler vermesi, yanlışlıkla, Yunan Hükûmeti tarafından, Türklere yapılacak bir saldırı durumunda İngilizlerin kendilerini desteklemeye devam edeceği izlenimine kapılmalarına neden oldu. Yunanlar, Fransızların ve İtalyanların veya İngiliz hükûmetinin tutumu ne olursa olsun, 'Lloyd George ihtiyacımız olan hayati yardımı bize getirecek' diye düşündüler. Fakat Yunanistan'a hiçbir ekonomik yardım yapılmadı. Londra Konferansı, en azından, Türklere güçlerini arttırmaları ve daha fazla silah toplamaları için zaman kazandırmıştı.[152][153]

İngiliz politikacılar, Yunanların derhal geri çekilmesi için bastırmanın, Türkleri daha da talepkâr hale getirebileceği endişesiyle Türk-Yunan savaşında daha çok tarafsız gibi görünmeye çalıştılar. Mayıs 1921'de tarafsızlıklarını resmen ilan eden İngilizler, Yunan taarruzu başlamadan önce, Haziran 1921'de, Yunanlara bir arabuluculuk teklif ettiler. Fakat Türkleri yeneceklerinden umutlu olan Yunanların kendilerini İngilizlerin eline bırakmayı ve bu öneriyi reddetmesi Londra'da hoş karşılanmadı.[154] Temmuz 1921'deki büyük Yunan taarruzu başlamadan hemen önce, İstanbul'daki İtilâf birlikleri başkumandanı İngiliz General Harington'ın emriyle İnebolu'ya gelen İngiliz subaylar Türklere verilmek üzere askeri malzeme ve cephane getirdiler.[155]

13 Haziran 1921'de bir motörle İnebolu'ya Hanri ve Şturton isminde iki İngiliz binbaşısı gelir. Bunlar İstanbul'daki itilâf orduları Başkumandanı İngiliz generali Harington'un yakınlarındandırlar. Beraberlerinde bize teslim edilmek üzere bir miktar cephâne getirmişler ve bu gibi sevkiyâta adamları vâsıtası ile devam edeceklerini söylemişlerdir.[156]
— Yusuf Hikmet Bayur

Liberal partiye bağlı olan İngiliz Başbakan Lloyd George hâlâ bir şekilde Yunan çıkarlarından yana olsa da, İngiliz Savaş Bakanlığı ve Hindistan Bakanlığı Türkler ile dost olmaktan yanaydı. Yunanların İzmir'den çıkarılmasında kararlı olan ve Yunanistan'ın tüm yardım taleplerini reddeden Muhafazakar partili İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon ise Yunan mağlubiyetinden dolayı hiçbir sorumluluk almayacakları şekilde Türklerin galip geleceği bir politika takip edilmesi gerektiği görüşündeydi.[123][157][158] Lloyd George, tek başına, dolambaçlı ve makyavelci bir Yunan politikası yürütürken Lord Curzon ise cesaretli bir şekilde bunu engellemeye çalıştı. Curzon, Yunanistan'ı izole etmeye ve gözden geçirilmiş yeni bir antlaşmayı imzalamaya zorladı.[113]

İngilizler bol bol silâh satıyorlar. Yüzlerce makineli tüfek ve binlerce tüfek satılıyor. Şimdi bize teklif ediyorlar. Size istediğiniz noktada teslim edelim, diyorlar. İnebolu'ya, güzelce İngiliz gemisiyle almışlar.[159]
— Rıza Nur - 2 Ağustos 1921

Sakarya Muharebesi'nden sonra para, gıda ve cephane sıkıntısı çeken ve çok zor durumda olan Yunan Hükûmeti, İngiliz diplomatik müdahalesi için yalvarıyordu. Curzon ise Yunanistan'ın İzmir'den çıkarılması konusunda kararlıydı ve tüm yardım taleplerini reddetti. Başbakan Gounaris, Yunanistan'ın derhal ve tam bir geri çekilme emri vermesi gerektiği sonucuna vardı. Fakat Curzon Anadolu'nun şimdilik tahliye edilmemesini istedi. Venizelos, Anadolu'daki yerel Hristiyan nüfusun akıbetiyle ilgili endişelerini dile getirdi ve bölgenin yerel örgütlerin silahlandırılması ile korunabileceğini söyledi. Ancak Lord Curzon, Venizelos'un planını da reddetti. Bu tür çözümleri 'oldukça yanıltıcı' buldu. Yunanistan'da 22 Mayıs 1922’de kurulan yeni koalisyon hükûmeti son çare olarak İstanbul'un işgal edilmesini kararlaştırdı. Yunanların ekonomik ve askerî olarak altı ay dayanacak hali bile kalmamıştı. Temmuz 1922'de Anadolu'dan Tekirdağ'a gönderilen 25.000 asker ile, Trakya’da bulunan Yunan kuvvetleri 34.000 askere ulaştı. Fakat bu işgal planı İtilâf devletleri tarafından bir "hakaret" olarak değerlendirildi. Bu sırada Türk dostu olarak bilinen İngiliz General Townshend Konya'ya geldi ve 24 Temmuz 1922'de Mustafa Kemal ile görüştü. İngiliz General Townshend ile görüştükten sonra 27/28 Temmuz gecesi Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa ve Fevzi Paşa taarruz kararı aldılar. 6 Ağustos 1922'de Türk ordusu taarruz hazırlıklarına başladı. 26 Ağustos'ta başlayan Türk taarruzu ile Anadolu'yu tahliye etmeye hazırlanan Yunan ordusu bozguna uğratıldı. 9 Eylül 1922'de Türk ordusu İzmir'e girdi.[130][160][161][162][Not 7]

Ayrıca bakınız: Türk Kurtuluş Savaşı Batı Cephesi

Ermenistan cephesinde ise, bölgede ve Ermeniler üzerinde bir Amerikan veya İngiliz nüfuzu, Rusların en son istediği şeydi. Bu doğrultuda Türkiye ve Rusya gibi iki büyük devlete karşı iki ateş arasında kalan ve ordusunun bir kısmı Rus cephesinde bir kısmı Türk cephesinde bölünmüş olan Ermenistan teslim olmak zorunda kaldı. 2 Aralık 1920'de Sovyet hâkimiyetini kabul etti. Ermenistan sovyetleştirildi ve 3 Aralık 1920'de Gümrü Antlaşması ile Doğu Anadolu'daki toprak iddiasından vazgeçti. 4 Aralık'ta ise Rus orduları Erivan'a girdi.[120][163]

Ayrıca bakınız: Türk Kurtuluş Savaşı Doğu Cephesi

Sonuç olarak, Ermenilerin ve Yunanların yenilmesiyle Sevr, hiçbir ülkenin onaylamadığı ölü bir mektup olarak kaldı. Yunan ordusu, mağlubiyetten sonra, 27 Eylül 1922'de kral Konstantin'i tahttan indirdi ve Yunanistan'da hükûmet yeniden değişti. Hiç şüphe yok ki bu beklenmedik gelişme, Helensever Lloyd George'a yeni bir umut verdi. Venizelos'un ilhamı altında hızlı bir Yunan canlanmasının desteklenebileceğini düşünüyordu. Lloyd George; Dışişleri Bakanı Lord Curzon, İngiliz Genelkurmay Başkanlığı ve hatta Müttefik Yüksek Komutanı Ferdinand Foch tarafından Yunanları desteklememesi konusunda uyarıldı, ancak onları görmezden geldi ve Türkiye'yi, savaş ilânıyla tehdit eden bir bildiri yayınladı. Fakat koalisyon hükûmetindeki çoğunlukta olan muhafazakar isimler ise geleneksel olarak Rus yayılmacı politikasına karşı Türk yanlısıydı ve savaşı reddettiler. Lord Curzon, Lloyd George'un, Türklerle savaşma planını onaylamadı. Curzon, Mustafa Kemal'in İngilizlere saldırmaya kalkışmayacağı kanaatindeydi. Derhal devreye girerek Mudanya Mütarekesi'nin imzalanmasını sağladı ve Başbakan'a rağmen olası bir savaşı engelledi. İngilizlerin, Türklere destek veren İtalya ve Fransa gibi iki önemli müttefikinden ayrılamayacağı bir gerçekti. Curzon korkularını Chamberlain'e yazdı: "Yunanların güvenilmez ve bence değersiz ittifakını aramak sadece bu hükûmetin düşmesine neden olur. Ayrıca, tüm İtilâf birliğimizi de bir darbede yok edecektir." Curzon, dört yıl boyunca Başbakanın Dışişlerine karışmasına ve bunların bazen yol açtığı aşağılamalara boyun eğmişti. Çanak krizinden hemen sonra, 14 Ekim 1922'de Lloyd George, Manchester'da Türkleri kınayan şiddetli bir konuşma yaptı. Bu kadarı artık fazlaydı. 19 Ekim'deki Carlton Club toplantısında yapılan bir oylamada Curzon, hükûmeti istifaya zorladı ve Mustafa Kemal ile savaşmak isteyen Lloyd George'u devirdi.[164][165][166][167][Not 8]

Türkler bize saldırmak için fazlasıyla donanımsızlardı ve eğer bunu yapsalardı yenileceklerdi. Türkler yorgun ve zayıflardı, büyük silahlardan ve ağır savaş donanımlarından yoksunlardı. Yunan ordusu ise yok edilmemişti. Kesinlikle kazanmamız gerektiğinden emindim. Fakat İngiliz kamuoyu buna hazırlıklı değildi. Bir İngiliz yeterince savaşmıştı. Muhafazakar kesimde eski Türk dostluğu yeniden canlandı. Böylece koalisyon hükûmeti düştü.[168]
— David Lloyd George

Birleşik Krallık'taki koalisyon hükûmetinde, Liberaller, 133 milletvekili, Muhafazakarlar ise 383 milletvekiline sahipti. Muhafazakarlar, 14 Aralık 1918'deki seçimlerden sonra, koalisyonda mutlak çoğunlukta olmalarına rağmen, I. Dünya Savaşı'nın muzaffer Başbakanı olduğu için Liberal partiye bağlı olan Lloyd George'un Başbakan olarak devam etmesinde bir sakınca görmemişlerdi. Fakat muhafazakar partinin muhalefetine rağmen, Lloyd George'un Yunan yanlısı politikası, İngilizleri, neredeyse hiçbir müttefikinin onu desteklemeye istekli olmadığı bir savaşa sürüklemişti. Buna ilâve olarak Çanak Krizi'ni sert şekilde ele alması ise tam bir facia idi. Büyük savaşın muzaffer Başbakanının karizması kısa sürede ortadan kayboldu. Tüm bu gelişmelerden ve Türkiye üzerindeki yanlış politikalarından sonra Ekim 1922'de Andrew Bonar Law ile Lord Curzon'un başını çektiği Muhafazakar partinin çekilmesiyle koalisyon hükûmeti düştü. Muhafazakar parti lideri Bonar Law yeni Başbakan oldu, Curzon ise Dışişleri Bakanı olarak devam etti. Türk düşmanı Lloyd George'un düşmesi ve geleneksel Türk yanlısı muhafazakarların doğrudan iktidara gelişiyle, yapılacak barış antlaşmasının önündeki tüm engeller ortadan kalkmıştı. Bu doğrultuda Lord Curzon, Fransa Başbakanı Raymond Poincaré ile anlaşarak 28 Ekim 1922'de Ankara'yı Lozan Konferansı'na davet etti. Bu sefer Curzon, konunun ayrıntılarını tamamen kendi tarzında çözmekte özgürdü.[169][170]

Bununla birlikte, İzmir'in Kurtuluşu ile Lozan Antlaşması'na giden süreçte Birleşik Krallık, Başbakan Lloyd George'un isteğiyle içinde 2 uçak gemisinin de bulunduğu donanmayı[171] İstanbul'a göndermiştir. Aynı süreçte ABD de 13 yeni savaş gemisini[172] Türkiye sularına göndermiştir. Ayrıca, Amiral Bristol komutasındaki USS Scorpion gemisinin istihbarat görevi de yapmak suretiyle 1908-1923 arası sürekli olarak İstanbul'da bulunduğu bilinmektedir.[173]

İlk görüşmeler[değiştir

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır