Memleket Hikayeleri, Refik Halit Karayın yılında yayınlanan hikâye kitabıdır. Yazar tarafından yapılan ekleme ve değişikliklerle kitap 18 hikâye ile yılında tekrar yayınlanmıştır.
Memleket Hikâyelerinin, daki Osmanlıca 1. basımında toplam 14 hikâye vardır:
Karay, yılında kitabın 2. baskısına, daha önce dergilerde yayımladığı 4 hikâyeyi daha eklemiştir:
1. MEMLEKET HİKAYELERİ KONUSU:
İnsanların Anadoludaki yaşamları dile getirilmiştir. Anadolunun nasıl değiştiği, çağın manzarası, psikolojisi, mantığı, iç ve dış varlığı aktarılmıştır. Kitap 18 hikayeden oluşmaktadır ve her hikaye birbirinden bağımsızdır.
Aşağıda bu kitap içerisindeki hikayelerden Yatık Emine adlı hikaye ele alınmıştır.
2. MEMLEKET HİKAYELERİ (YATIK EMİNE) ÖZETİ:
Yatık Emine adında bir kadın vardır, bu kadın Ankarada fahişelik yaparak hayatını kazanmaktadır. İl merkezinde ard ard arda olaylar çıkmasına sebep olduğundan dolayı ilçede oturtulmak ve başka bir yere gitmesine engel olmak için Kaymakam, jandarma bölük komutanına emir gönderir, ayrıca kasabanın genel ahlakının bozulmaması için gerekli önlemler alınmasını da istemiştir. Jandarma bölük komutanın ismi Sabridir. Sabri ilk olarak Yatık Emineyi yanına çağırttırır ve olayların çıkmaması için kendisini uyarır Yatık Eminede tamam der uzaklaşır. Yatık Eminenin ilçede olmasından dolayı halk devamlı tedirginlik içerisindedir ve Yatık Emineyi dışlamaktadır. Yatık Eminenin yatacak bir yeri olmaması karşısında, ilk olarak hapishanede kadınlar koğuşuna konulur, hapishanedeki kadınların çirkin tavırları ile karşılaşır ve orada dövülür, ardından hapishaneden alınır.
Hastaneye gönderilir, orada iyi bir yaşam sürmeye başlar. Gürcü Server adında bir genç delikanlı hastanede görevlidir ve Yatık Emine ye yardımcı olmaktadır; fakat hastahaneden çıkartılarak kendisine bir ev tahsis edilmesi kararı Kaymakamlığın emriyle Sabriye ulasır, Sabri Yatık Emineye kıyıda köşede bulunan, ilçeden uzak bir yerde ev bulur; fakat evin içerisi boştur, hiçbir eşya yoktur. Yatık Emine burada sefil bir şekilde yaşamaktadır.
Gürcü Server adındaki kişi Yatık Emineye, gizli gizli yardım etmektedir ve ona eşya tahsis etmiştir. Yatık Emine bu olaydan memnun kalmıştır ve bir süre iyi bir yaşam sürmüştür. Bir ara evi terkettiğinde eşyaları, yakındaki halk tarafından fahişenin eşyası mı olur gerekçesiyle alınır ve Yatık Emine gene sefalet içinde yaşamaktadır. Sabri Yatık Emineye acımaktadır ve kendi adına Yatık Eminenin ekmek alması için fırıncı ile konuşur. Fırıncı her gün Yatık Emineye 1 ekmek vermektedir. Yatık Emine 1 ekmeğin kendisine yetmeyeceğini söyleyerek 3 ekmek alır. Fırıncı Emineyi Sabriye şikâyet eder ve artık Emine fırından ekmek alamamaktadır.
Günler, Emine için yaşanmaz hale gelir. (açlık, susuzluk, soğuk) Artık Emineden haber alınamamaktadır. Jandarma bölük komutanı Sabri bu olay için jandarma er ve çavuşu görevlendirmiştir. Jandarma er ve çavuş Yatık Eminenin yanına gitmek için yola koyulur ve evine vardıklarında Yatık Eminenin cesediyle karşılaşırlar.
3. MEMLEKET HİKAYELERİ (YATIK EMİNE) ANA FİKRİ:
İnsanlar ne durumda olurlarsa olsun yardım edilmeli, korunmalıdır.
4. YATIK EMİNE KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
YATIK EMİNE: Ankarada fahişelik yapmaktadır, hayatını ona göre kazanmaktadır, her söyleneni kabullenmektedir.
SABRİ: Rütbesi teğmen olup, işinde acemidir. Merhametli gibi görünmektedir; aslında acımasızdır ve Yatık Eminenin gözlerine tutkundur.
GÜRCÜ SERVER: Hastanede görev yapmaktadır ve Yatık Emineye kısa bir süreliğine yardım etmiştir.
5. KİTABİN YAZARI HAKKINDA BİLGİ:
Ayrıca bakınız ⇒ Refik Halit Karay
Memleket Hikayeleri Hakkında Bilgi
İlk defa yılında yayınlanan eserde, Refik Halit Karay, konularını I. Dünya Savaşı yıllarında yakından gördüğü Anadolu halk ve hayatından alan hikayelere yer vermiştir. Anadoluda yaşayan yerli tipleri o zamana kadar görülmemiş bir canlılıkla anlatmıştır. Anadolu, bu eserle ilk defa bütün gerçek varlığı ve iç dünyasıyla okuyucunun karşısına çıkar. Memleket Hikayelerinin çoğu, dünya dillerine çevrilmiş, tamamı Fransızcada yayınlanmıştır.
Memleket Hikayeleri Özetleri:
ŞEFTALİ BAHÇELERİ:
Bir yaz günü, Akdeniz kıyılarındaki bir kasabanın tabiatı tasvir edilir. Bu küçük Anadolu kasabasında, iklim çok yumuşak geçmekte, yaz günlerinde ise her yeri şeftali kokuları sarmaktadır. Akşamüzerileri, çoğu kasabaya yerleşmiş memurlar deniz kıyısına eğlenmeye giderler. İçkiler, türlü eğlenceler, yiyecekler, çalgılar bu akşamların vazgeçilmez alışkanlıkları olmuştur. Burası Anadolunun Sadabadıdır. Sazlar çalınır, gazeller okunur, her türlü keyif düşkünlüğü kol gezer. Bu kasabaya tayini çıkan memurlar buranın zevk ve sefasına alışmakta, buraya yerleşerek havuzlu, kameriyeli evler yaptırmaktadırlar. Devrin İstanbulda hoş görmediği eğlenceler, burada, rahatlıkla yapılmaktadır. Memurlar, resmi işleri tamamiyle boşlamıştır.
Bu kasabaya yeni bir yazı işleri müdürü tayin edilir. Adı Agâh olan yeni yazı işleri müdürü, kasabaya geldiği ilk gün dairede ikindi vakti kimsenin olmamasına çok şaşırır. Öğle vakti, dairedeki herkes şakalar yaparak şen şakrak sahile inmektedir. Agâh Bey bütün bunlara çok şaşırır. Kendisi idealist bir kişidir. Mülkiyeden çıktıktan sonra Avrupaya kaçmış, İstanbula gelince 4 ay boyunca nezarete alınmış, daha sonra da Anadoluya bu işe atanmıştır. Bu memuriyetle kendini göstermeye, bu köyü düzeltmeye karar vermiştir. Sürekli çalışacaktır. Fakat kasabadaki herkes aksine tembel, miskin ve eğlence düşkünüdür. Mutasarrıf ona ilk gün, rahatına bakmasını söylemiştir. Evkaf Memuru daha da ileri giderek, eğlenmesi için tüm imkânları önüne sürebileceğini ima etmiştir. Önceleri bütün bu tekliflere direnmiş, köyde tek başına kalmasına rağmen eğlencelere katılmamıştır. Sıkıntıdan boğulmakta, dairede kimse olmadığı için çalışamamaktadır. Hiçbir idealini gerçekleştiremeyeceğini anlamaya başlar.
Bir gün, muhasebeci dayatır, illaki şeftali bahçelerine gelmesini ister. İkindiüzeri, bir merkebe binerler; İğde, böğürtlen, şeftali ağaçları ile süslü, su sesleri içindeki bahçelere giderler. Sürekli yiyip içerler. Çok eğlenirler. Ertesi günü çok yorgun olduğu için Agâh Bey işe girmez. Fakat daha sonraki saatlerde yine şeftali bahçelerine gider, eğlenir, havuzda yüzer. Agâh Bey, artık tüm eğlencelere katılmaktadır. Diğer memurlar gibi o da bir merkep almıştır, sahile daha kolay inmek için. Agâh Bey artık hiç çalışmak istememekte, eğlencelerden daireye gidecek vakit bulamaktadır. Kasabaya geldiği ilk günkü yalnızlığını, çalışma aşkını düşündükçe kendine gülmekte ve Toyluk işte. demektedir.
BOZ EŞEK:
Irmaktan su taşıyan çocuklar, dağ yolunda yere yatmış bir ihtiyar ve yanında dolaşan boz bir eşek görürler. Çocuklar köye giderek Hüsmen Hocaya durumu haber verirler. Akşam olmaktadır. Hüsmen Hoca ile birkaç köylü ihtiyarı aramaya giderler. Yaşlı adam, sık sık solumakta, göğsünü göstermektedir. Ancak hırıltıyla konuşabilen ihtiyarın ölmek üzere olduğunu düşünürler. Fakat yaşlı adam gittikçe canlanır. Çocuk bakışlarıyla bakan yaşlı adamı ve eşeğini köye götürürler. Köyde, Hüsmen, herkese misafirlerinin olduğunu duyurur. Hava iyice kararmıştır. Köy, en yakın kasabaya iki gün u-zaklıkta olduğu için köye yabancı biri çok nadir gelmektedir. Ancak bir vilayetten diğerine geçen arabasız yolcular bazen bu köye uğramaktadır. Bu gelenler de bu fakir köyde el üstünde tutulmaktadır.
Yaşlı adam biraz rahatlar. Göğsünün böyle arada bir, olmadık yerde tuttuğunu anlatır. İhtiyara süt getirirler. İhtiyar içerken öksürerek konuşabilmektedir. Hasta, yaşlı adam bir ara çevresindekileri yanına çağırır ve onlara bir şeyler söyledikten sonra ruhunu teslim eder. Yaşlı yolcunun son isteği, eşeği ve kemerinde dizili sekiz altının Mekkeye vakfedilmesidir.
Köylüler, cenazeyi defnettikten sonra kara kara düşünmeye başlarlar. Vasiyeti yerine getirmeleri gerekmektedir. Kadıya danışmaya karar verilir. Hafta içinde Hüsmen, eşeği yanına alıp kasabaya gidecektir. Bu arada, eşeği bir emanet o-larak gören köylüler ona bir sürü yem verirler, hiçbir iş yüklemezler. Yüksüz bir şekilde boz eşek ile Hüsmen Hoca kasabaya gitmek üzere yola çıkar. Çok zor bir yolculuktan sonra kasabaya varan Hüsmen Hoca, önce jandarma çavuşuna gider, durumu anlatır. Jandarma çavuşu onu dinlemez bile, nargilesini höpürdetmekte, keyif yapmaktadır. Kadı zaten kasabada yoktur. Kaymakama giden Hüsmen, aynı muameleyle karşılaşır, iş, kadıya iki hafta sonraya ertelenir. Hüsmen, eli boş bir şekilde, durumunu bile anlatamadan çok zor şartlarda köyüne geri döner. Köylü, bu süre zarfında eşeğe misafir gibi bakar, kutsallık atfeder ona. Bu arada, eşek iyice beslenmektedir.
İkinci kez kasabaya gittiğinde kadının gelmediğini öğrenen Hüsmen Hoca acele ettiği için bir de azar işitir. Üçüncü seferde de şahit götürmediği için geri döner. Bu arada Hüsmen Hoca, bu geliş gidişlerle çok yıpranır, parası azalır. Böyle bir buçuk ay geçer.
Bir kasabadan dönüş esnasında Hüsmenin yanında boz eşek yoktur. Kadı, Mekkeye ulaştırılacağını söyleyerek alıkoymuştur. Bütün köylüler çok rahatlar, vasiyeti yerine getirmekten mutludurlar.
Olayın yılında, kasabaya pirinç satmaya giden Hüsmen Hoca, Pazar yerinin ortasında kadıyı (Lakabı Kabak Kadıdır.) boz eşeğin üzerinde görünce hayret ve ıstırap içinde kalakalır.
GARİP BİR HEDİYE:
Feridun iki saattir çarşıdaki kuyumcu dükkânları önünde dolaşmakta, hiçbirine girmeye cesaret edememektedir. Uzun zamandır her şeyini satmış, satabileceği yalnızca bir tıraş fırçası kalmıştır. İşlemeli, fildişi saplı fırçanın değeri olup olmadığını bilmemektedir. Ona bu fırçayı hediye eden Yahudi çok değerli olduğunu, bir gün işine yarayacağını söylemiştir. Feridun bu sözlere pek itibar etmemekte, Yahudinin onunla alay ettiğini düşünmektedir.
Feridun, bu çaresizlik içinde ağlayarak evine gitmek ister. Aylardan beri çektiği sıkıntılar, dertler içinde ölümü bir kurtuluş gibi görmektedir. Fakat yine de şansını denemeye karar verir ve bir kuyumcu dükkânına girer. Ürkekçe fırçanın değerli olup olmadığını sorar. Kuyumcu, Beş para etmez! diye geri verir. Oysa, Feridun bu fırçayı hediye eden Yahudi için canını tehlikeye atmıştır. On yıl önce, güvertede bir Yahudi eşyalarını istif etmektedir. Tam o sırada demir kancadan kurtulan iri bir denk tam başına inecekken Feridun, hemen fırlayarak Yahudiyi ölümden kurtarmıştır. Yahudi kendine geldikten sonra ona elindeki tıraş fırçalarından birini vererek çok değerli olduğunu söylemiştir. Feridun, bu sözlere hiç kıymet vermemiş, fırçayı kullanmıştır. Fakat zamanla savaştan sonra yarı sakat, işsiz, beş parasız kalınca İstanbula dönmüş, her şeyini satmak zorunda kalmış, bir gün Yahudinin bu sözünü hatırlayarak ümitlenmiştir. Fakat ümitleri boşa çıkmıştır. ^
Ahırkapı feneri arkalarına düşen yoksul mahalledeki karanlık ve bakımsız evlerine doğru annesinin yanına gider. Annesine durumu anlatır. Camdan İstanbuldaki zengin semtlere bakarken sinirlenen Feridun elindeki tıraş fırçasını sokağa fırlatır. İçinden Yahudiye kızmaktadır. Fakat, garip bir şey olur. Sokakta parçalanan fırça parlamaya başlar. Koşarak dışarı çıkan Feridun gözlerine inanamaz; çünkü fırçanın içinden iki elmas parçası çıkmıştır.
Sabah olunca tekrar kuyumcuya gider, elmasları gösterir. Kuyumcu, taşların çok değerli olduğunu söyler. Meğer, Yahudi gümrükten mal kaçırmak için adi bir fırçanın içine çok değerli iki pırlanta koymuştur.
Etiketler Temel EserLise Yüz Temel Eser
Memleket Hikayeleri, Refik Halit Karay
Memleket Hikayeleri; Anadoluya ait ilk hikayelerden örnekleriyle, Türk Edebiyatında önemli bir yere sahip olmuştur. Hikayelerde Anadolu ve oralarda yaşayan insanlar gerçek yönleriyle ve Türkçenin mükemmel kullanımıyla anlatılmıştır. Refik Halid KARAYın, de yayınlanan eseri ilk sosyal hikayelerimizden oluşmuş, bir dönemi en canlı şekliyle anlatmış, kaynak kitaplar arasında yerini almıştır. Kitapta yıllarına ait 18 hikaye yer almaktadır.
Yatık Emine
Hikaye, Ankaraya iki gün ötede ana yollardan uzak, küçük bir kasabada geçmektedir. Kasabada, her küçük Anadolu kasabasında yaşanan olayların durağanlığı vardır. Kasabada tek aykırı olay; Yatık Eminenin olay çıkardığı için sürgün olarak bu kasabaya gelişidir. Kasabalı bu karardan dolayı valiliğe şikayette bulunur, ancak karara uymaları emredilir. Yatık Emine ev bulana dek kadınlar hapishanesinde kalır.
Sokakta kalan kadına kalem odacılarından bir ihtiyar evinde kalması için izin verir. Ankaradan sürgün gelen Yatık Eminenin namı kısa zamanda bütün kasabaya yayılır, aslı olmayan pek çok hikaye dillerde dolaşır. Kasabanın kadın ve erkekleri merak içinde odacının evinin etrafında dolaşmaya başlar. Birgün, karısı evde olmadığı vakitte, eve gelen kapıcı yüzünden; mahallelinin ısrarıyla odacının karısı Yatık Emineyi sokağa atar. Kaymakam çare olarak hasteneye yerleştirilmesine karar verir. Hastaneye jandarmanın kötü muamelesiyle gelen genç kadın, her şeye boyun büktüğü için Yatık Emine adıyla anılmaktadır.
Kasabanın ileri gelenlerinin Yatık Emineye ilgisi artar. Hastaneden kasaba dışında bir eve yerleştirilir. Kimse Emineye yiyecek vermez. Hastanede çalışan Gürcü Server Emineye yardım eder ve dost hayatı yaşamaya başlar. Kasabanın ileri gelenleri olayı duyunca Serveri sürerler. Yatık Emine yalnız kalır. Evindeki bütün eşyaları çalınır. Kasabada hiçbir esnaf, hiç kimse yiyecek vermez.
Kış gelmiştir. Serverin daha önce aynı koğuşta yattığı çavuşla arkadaşı, Yatık Eminenin evine gitmeye karar verirler. Karanlıkta yola çıkarlar. Eminenin nasıl olsa ses çıkaramayacağını düşünerek evine varırlar. Ancak Yatık Emine günler öncesinden soğuk ve açlıktan ölmüştür. Amaçlarına ulaşamadıkları için küfür ede ede geri dönerler.
Şeftali Bahçeleri
Kasabanın dışında eşsiz güzellikte şeftali bahçeleri özellikle kasaba memurları için eğlence mekanı olmuştur. Bütün kademedeki memurlar fazla işleri olmadığından bu güzel mekanın tadını çıkarırlar. Yazı işleri müdürü olarak kasabaya gelen Agah Bey gördükleri karşısında ilk günden hayal kırıklığına uğramıştır.
Avrupada kalmış, disiplinli çalışmayla işleri yoluna koyacağı inancıyla, çalışmaya başlayan Agah Beyin; tüm memurlarla arası açılmıştır. Götürdüğü bütün teklifler ödenek azlığı, imkansızlık ve yokluk gibi nedenlerle kabul görmez. Yapılan eğlence tekliflerinin hepsini geri çevirir. Birgün yapılan gezi teklifini kabul eder. Şeftali bahçelerinin büyüleyici havasına kapılır. Ertesi günde havuzda yıkanmanın keyfini tadar.
Agah Bey kendisine diğer memurlar gibi bir katır alır. Katırın rakı ve mezeleri taşıması için güzel bir heybe alır. İlerleyen zamanda kadınlarla eğlenceye devam eder. Agah Bey bir yıl sonra hoş bahçe kokusunu ciğerlerine çeker, minderlere uzanıp gel keyfim gel diye söylenir
Koca Öküz
Mustafa köyün ileri gelenlerindendir. Kasabadaki memurlara hediyeler verir; karşılığında sözü geçer. Hacı lakabıyla anılan Mustafaya seven sevmeyen herkes saygı gösterir.
Birgün Hacı Mustafa bir öküz alır. Öküz ahırda kımıldamadan yiyip içip yatar. Ne yaparlarsa yapsınlar ayağa kaldıramazlar. Sonunda çaresiz kasabada kasabın birine satmaya karar verir. Kasap aldığı fiyatın iki mecidiye eksiğine öküzü alır. Ancak Hacı kasaba öküzü ahırdan almasını şart koşar.
Kasap ahıra gelir ve hayvanı önüne katıp götürür. Hacı bu işe çok kızar. Çalışmaya gitmek için kımıldamayan öküzün; ölüme gitmek için ayağa kalkmasına inanamaz. Sinirinden etrafındakilere kızar. Kasabada ise tellal öğleden sonra öküz kesileceğini haber verir
Vehbi Efendinin Kuşkusu
Vehbi Efendi ufak bir kazada Düyunu Umumiye idaresinde kantar katibidir. Evinde işe, işten eve gelen, erken yatıp erken kalkan, kimseyle ilgisi olmayan bir adamdır. Komşu kızı Hanifenin Vehbi Efendiye ilgisi vardır. Hanife ilgisini açıkca belli eder.
Mayıs ayında bir gece vakti, Hanife annesinin komşuda olduğunu ve korktuğunu söyleyerek Vehbi Efendinin yanına gelir. Vehbi Efendi tereddütünü yenerek Hanifeyi reddeder.
Mahalle imamı, Vehbi Efendiyi önemli bir konu görüşmek üzere çağırır. Hanifenin hamile olduğunu ve onunla evlenmesi gerektiğini yoksa kadıya bildireceğini söyler. Vehbi Efendi kimseye derdini anlatamaz. Nedense herkes Hanife ile evlenmesi gerektiğini söyler. Sonunda Vehbi Efendi ile Hanife evlenir. Tabakların Kamil, Vehbi Efendi kahvenin önünden geçerken arkadaşlarına Yutturduk öküze der.
Sarı Bal
Kasabanın dışında elekçilerin oturduğu bakımsız bir mahalle vardır. Geceleri sarhoşlar ve eğlence arayanlar bu mahalleye uğrar. Külahçıoğlu Hilmi Ağa eğlence için bir evin kapısını çalar. Burası meşhur Sarı Balın evidir. Sarı Bal, oyun oynayıp gelenleri eğlendirmekte maharetlidir.
Sarı Bal, kasaba için felakettir. Parası olmayan bu kasaba da olan parayı harcamak isteyenler Sarı Balın kapısını çalar. Hatta mevki sahibi kimselerde evine uğrar. Hilmi Ağa ve arkadaşları eğlenirken komiser baskın yapar. Yorganların altına dek bakarlar. Önce çocukları görürler. Daha sonra Sarı Balı açmak istemediği yorganı açması için zorlarlar. Yorganın altından kasabanın kaymakamı çıkınca herkes şaşırır. Ertesi gün kaymakam, kasaba içki, zina, her şeyin olduğu bahanesiyle istifa dilekçesini İstanbula yollar. Ancak gerçek neden daha önce ulaşmıştır.
Şaka
Servet Efendi, Şakir Efendi ve Nedim Bey üç arkadaştırlar. İşleri bitince önce uzun bir yürüyüş yaparlar, daha sonra Rum mahallesinden geçerek meyhaneye giderler. Gezinti yaparlarken Servet Efendi arkadaşlarına hoşlandığı kadını gösterir. Nedim Bey o kadını tanıdığını söyler. Şakir Efendi de ona destek verir. Nedim Bey kadının gece yarısı denize girdiğini anlatır.
Üç arkadaş geç vakte kadar meyhanede içerler. Dışarı çıkınca Servet Bey evin çok sıcak olduğunu, sahilde yürüyeceğini söyler. Deniz kıyısına vardıklarında bir kadın sesi duyduklarını sanırlar. Servet Bey elbiselerini çıkarır. Kadına şaka yapacağını söyleyerek denize girer. Servet Bey geri dönmeyince karakola haber verirler. Servet Beyin ağa dolanmış cesedi çıkar.
Küs Ömer
Zehra genç kızlığa yeni adım atmıştır. Hemen her konuda maharetli, güçlü kuvvetli Ömerle evlenmek üzeredir. Ömerin en büyük özelliği kaybettiği her durumda çekip gitmesidir.
Ömer ile Zehra evlenir. Zehra kazlarını da getirir. Kazlardan birisi, güreşlerden hep galip ayrılmış, nam salmıştır. Birgün Ömere kazların güreşmesi için baskı yaparlar. Ömerin saydığı insanlar da araya girince Ömer dövüşü kabul eder. Kıyasıya süren kaz kavgası sonucu Ömerin kazı yenilir. Ömer kazı oracıkta öldürür. Eve gider atına atlayıp uzaklaşır. O günden sonra Zehra Ömeri göremez.
Boz Eşek
Köyün çocukları koşarak köy çıkışında yaşlı bir adamın yattığını haber verirler. Hüsmen Ağa yaşlı adamın yanına gelir. Yaşlı adamı ve eşeğini köye getirirler.
Yaşlı adam ölür. Ölmek üzereyken Boz Eşeğini ve 8 altınını Mekkeye vakfettiğini vasiyet eder. Bunun üzerine yapılması gerekeni kasabadaki kadıya sormaya karar verirler. Hüsmen Ağa, kutsal yerlere vakfedilen eşeğe çok iyi bakar.
Hüsmen Ağa, Boz Eşeği alarak kasabaya gider. Ancak kadı yoktur. Ertesi hafta gelmesini söylerler. Ertesi hafta gider gene Kabak Kadıyı bulamaz. Aradan iki buçuk ay geçer. Köylüler eşeğe saygı duyarlar. İş yaptırmazlar. Arpa ile beslerler. Boz Eşek iyice irileşir. Hüsmen Ağa gene Boz Eşekle kasabaya gider. Köylüler, dönüşünü merakla beklerler. Hüsmen Ağanın tek başına döndüğünü görünce, kutsal bir vazifeyi yapmanın rahatlığını yaşarlar. Pratik bir kadı olan, Kabak Kadı lakaplı kasabanın kadısının işi hallettiğini düşünürler. Boz Eşek Mekkeye gidecek ve zemzem taşıyacaktır.
Bir yıl sonra Hüsmen Ağa kasabaya inince gözlerine inanamaz. Kalabalık içinden birisi, eşeğin sırtından etrafına selam vererek geçmektedir. Bu Kabak Kadıdır. Üzerine bindiği de Boz Eşektir.
Yatır
Köylü endişeyle, yaklaşan kışı beklemektedir. Çünkü yakacak odunları önceki yıllara göre çok azdır. İlistir Nuri aylak aylak gezmekten sıkılmış, hamam işletmeye karar vermiştir. Ancak odun azlığından dolayı, bir çare bulamazsa hamamı kapatmak zorunda kalacaktır. İlistir Nuri, köyün karşı tepesindeki çamları kesmenin tek kurtuluş olduğunu söyler. Köylü ise Maslak Dedenin yatırı olduğu için ağaçlara dokunulmayacağına inanmıştır.
İlistir Nuri, köyde sözü geçen yarı ermiş Abdi Hocaya bir arkadaşının rüyasını anlatır. Maslak Dede, ağaçlardan dolayı daraldığını, önünün açılmasını istediğini ve bu işi Abdi Hocaya havale ettiğini anlatır. Abdi Hoca daha önce bu işareti aldığını söyler. Etraftaki tek ağaçlık yerin çamlarını keserler. Hatta o kadar ileri giderler ki çam ağacı bırakmazlar. Ağaçlar kesilince şifalı kaynak suları da kurur
Komşu Namusu
Şakir Efendi, Osman Bey ve Baki Efendi aynı yerde görev yapan üç memurdur. Şakir Efendi, Osman Beye komşusu Baki Efendinin karısı tarafından aldatıldığını söyler. Sonunda konuyu Baki Efendiye açmaya karar verirler. İş çıkışı meyhanede konuyu açarlar. Baki Efendi, Şakir Efendinin evinden kendi evini gözlemeye başlar.
Baki Efendinin evinin önüne gelen şahıs etrafına bakar ve içeri girer. Şakir Efendi Baki Efendiye ne yapacağını sorar. Baki Efendide boşayacağını söyleyerek kızgınlıkla evden çıkar. Şakir Efendi, silah sesi duyacağını sanır. Ancak Baki Efendinin kapıdan az önce giren adamı yolcu ettiğini görür. Ertesi gün merakla ne olduğunu monash.pw kızarır, rahatını feda etmemek için her şeye katlanmış durumuyla Boş yere tasalanmışız, gelen doktor Hüsnü Bey; eşim sancılanmış ta der
Yılda Bir
Teselyalı Bekir, köylerden uzakta su değirmeni işletmektedir. İnsanlardan uzaktadır. Karısını Teselyada bırakmıştır. İçinde kadın özlemi vardır. Değirmene gelen yaşlı kadınlardan başka kimseyi görmemektedir.
Değirmenin yakınında konaklayan çingenelerin yanına gider. Çeribaşı buğdayları öğütmesi için Elifi de Bekirle birlikte değirmene yollar. Bekire karşı Elifte kayıtsız kalmaz. Bekir kadın özlemini gidermiştir. Elife ne zaman geleceğini sorar. Elif te seneye cevabını verir. Bekir hasretle ertesi yılı bekler. Elif nihayet gelir. Ancak bir sonraki yıl Elifi göremez. Çeribaşına Elifin nerede olduğunu sorar. Çeribaşı O kötüledi, kasabada kaldı cevabını verir. Daha sonra iyice yaşlanmış kadına buğdayları öğütmesi için Bekirle değirmene gitmesini söyler.
Sus Payı
Hasip Efendi, Hidayet Beyin ipek fabrikasında işçibaşı olarak çalışmaktadır. İşçilerin çalışma şartları çok ağır olduğundan; her yıl birkaç genç kız hastalanarak ölür. Hasip efendi özellikle Fotika isimli genç kız işe başlayınca çalışma koşullarının ağırlığını düşünmeye başlar. Günde on dört saat çalışıp, çok az ücret alan genç kızlar çabucak hasta olurlar ve sonunda ölürler.
Hasip Efendi, Fotikayı ölen karısına benzetir. Ona karşı ilgisi sevgiye dönüşür. Ancak birgün Fotika hastalanır ve ölür. Hasip Efendi, Hidayet Beye fabrikanın genç kızları öldürdüğünü ve işten ayrıldığını söyler. Hidayet Bey ise Hasip Efendiye zam yapar. Artık sekiz lira kazanan Hasip Bey vicdanını rahatlatacak bahaneler bularak işine devam eder
Kuvvete Karşı
Amerikan elçiliği hizmet vapurunda görevli, dokuz denizci her Pazar ceplerini dolduran İngiliz Liralarını Tarlabaşıyla Tokatlıyan arsında eğlenerek harcarlardı. Eğlence çok ileri giderler, ancak zayıf devletin polisi hiçbirşey yapamazdı. Amerika güçlü bir devletti ve Türk milleti bütün bu kabalıkları sineye çekmek zorundaydı.
Suphi, kız arkadaşı İzmaroyla birlikte Tarlabaşına eğlenmeye gider. Böyle bir akşamda sarhoş denizciler, İzmaroya sarkıntılık yapınca çaresiz kalır, denizcilerden birinin müdahalesi sayesinde oradan İzmaro ile birlikte kaçar. Ancak kendisine olan saygısını yitirir. Eve gidince İzmaronun da gözünde değeri kalmadığını düşünerek geri döner. Yolda yakaladığı denizcilere saldırır. Sonunda bütün kemiklerinin kırıldığını hisseder ve çamura düşer. Rum kızı İzmaro ise uzun bir süre bekledikten sonra üşüdüğünü fark ederek yatağa girer
Cer Hocası
Asım Mülkiye Okulunu bitirmiş, bir akrabası sayesinde memuriyete başlar. Fakat meşrutiyet ilan olununca memuriyetten atılır. Asımın rahat geçen hayatı altüst olur. Parası bitince daha önce yardım ettiği tanıdık arkadaşlarının yanına gider. Arkadaşları ile birlikte İstanbul dışında köyleri dolaşmaya, cer hocalığı yapmaya başlar. Vaazlar verir, namazını hiç kaçırmaz.
Köyün birinde Asımı çok severler. Eski imam köyde olmasına rağmen Asımın asıl imam olarak resmen atanmasını sağlarlar. Asım köy halkının bu davranışına çok kızar. Fakat aç kalma korkusu da yaşamaktadır. Eski yaşlı imamın durumunu görünce, biriktirdiği paralarla tüm sorunlarına rağmen İstanbula doğru yola çıkar.
Garip Bir Hediye
Feridun, elinde kalan malları satar, parası gene tükenince bir Yahudinin hediye ettiği traş fırçasını da satmaya karar verir. Bir deniz yolculuğu sırasında yahudinin hayatını kurtarmış, Yahudide ona çok değerli olduğunu söyleyerek traş fırçası hediye etmiştir. Kuyumcular, para etmeyeceğini söyleyince, akşam fırçayı yere fırlatır. Fırçanın sapı kırılınca iki değerli taş çıkar.
Feridun, fırça sapında taşların ne aradığını bilemez. Daha sonra gümrükten mal kaçırmak için bu tür yolların denendiğini öğrenir.
Bir Saldırı
Hayrullah Efendi, bir kış akşamı Boğaziçinin Anadolu yakasında bir iskeleye çıkar. Küçük bir köyün iskelesi olduğundan sadece dört kişi iner. Elinde feneri yokuşu çıkmaya başlar.
Hayrullah Efendi, birden yanağına dayanan silahı hissettiği an arkadan bir ses cüzdanını ister. Hayrullah Efendi hemen cüzdanını verir. Hırsız liradan sadece beş lira alır ve gider. Hayrullah Efendi hırsızı köyün bakkalına kadar takip eder. Daha sonra bakkala kim olduğunu sorar. Dört yıl savaştıktan sonra parasız kalmış, terhis edilmiş bir yedek subaydır.
Hayrullah Efendi ertesi gün, adamın evine bir kayık dolusu yiyecek gönderir. Kendisi ticaret yapıp para kazanırken; savaşan bu adama hakkını verdiğini düşünmektedir.
Ayşenin Yazgısı
Ayşe ile annesi çok fakir ve perişan bir halde yıkık, korkunç, harabeye dönmüş ve terkedilmiş bir köşkte bekçi gibi yalnız başlarına yaşamaktadırlar. Hergün antikacıların evine hizmetçilik yapmaya giden annesinin evde bulunmadığı yağmurlu bir günde, annesinin hizmetçilik yaptığı zengin ailenin 19 yaşındaki oğlu avdan dönerken Ayşe ile annesinin yaşamlarını sürdürdükleri harabeye sığınır. Ancak evde iş yapan Ayşe'yi yarı çıplak, pejmürde bir kılıkta gören genç avcı ona tecavüz etmek ister. Ayşe kendini savunurken, ayağı yanlışlıkla kayan avcı yere düşer, başını taşa çarpar ve ölür. Ayşe avcının köpeğini de öldürmek zorunda kalır ve her ikisinin cesedini sürükleyerek ahıra götürür ve gömer. Bir ay içinde avcı ile köpeğinin kaybolması çevrede unutulur. Bir ay sonra, bu kez de genç bir köylü annesinin evde bulunmamasını fırsat bilerek eve girer ve Ayşe'yi taciz eder. Ancak Ayşe bu köylüyü de avcıyı düşürüp öldürdüğü gibi öldürmemek, tekrar acı ve üzüntü çekmemek için korunmasız kendini bırakır.