meşru müdafaa nefsi müdafaa arasındaki fark / MEŞRU MÜDAFAA NEDİR?| MEŞRU MÜDAFAA SINIRIN AŞILMASI

Meşru Müdafaa Nefsi Müdafaa Arasındaki Fark

meşru müdafaa nefsi müdafaa arasındaki fark

kaynağı değiştir]

Dış bağlantılar[değiştir

İnsanoğlu bütün canlılar gibi kendisine karşı yapılan saldırılara karşı korunma refleksi gösterir. Bu sebeple tarihin her döneminde savunma hakkına değer verilmiş ve insanların kendilerini ya da başkalarını savunmak amacıyla saldırganlara verdiği zararlar bakımından cezalandırılmamaları yoluna gidilmiştir. Meşru müdafaa haklı savunma anlamına gelmekle suçlarla mücadele bakımından da önemli bir yere sahiptir. Nitekim TCK’nın Maddesinin gerekçesinde de meşru müdafaanın caydırıcı etkisinden bahsedilmiştir.  

Meşru müdafaa hakkı önemi ve işlevi bakımından TCK’da hüküm altına alınmış ve bir kanuna uygunluk nedeni sayılmıştır. TCK’nın Maddesi “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.” Hükmünü getirerek meşru müdafaanın sonuçlarını ve koşullarını belirlemiştir.

A- SALDIRIYA İLİŞKİN KOŞULLAR 

1- Bir Saldırı Bulunmalıdır. 

Saldırı kavramı hukuken koruma altında olan bir hakka yöneltilmiş zarar ya da tehlike oluşturacak eylemleri ifade eder. Meşru müdafaanın varlığı için gerekli ilk şart bir saldırının olmasıdır. Saldırı niteliğinde bir hareket ya da eylem yoksa meşru müdafaadan bahsedilemez. Çünkü savunma ancak saldırıya karşı yapılabilir. Savunma yapılan saldırının halen var olması gerekir. Bitmiş saldırılara karşı yapılan eylemler savunma olarak değerlendirilemez. Bunun yanında saldırının tekrarlanma ihtimali olursa meşru müdafaanın varlığı gündeme gelir. TCK gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıya karşı yapılan savunmayı meşru müdafaa olarak saymıştır. Bu bağlamda gerçekleşme ihtimali yüksek bir saldırıya karşı meşru müdafaada bulunulabilecektir. 

Saldırı fiziki şekilde gerçekleştirilmelidir. Sözlü saldırılar bakımından meşru müdafaa yapılamaz. Sözlü saldırılar haksız tahrik kapsamında değerlendirilebilir. Fakat sözlü bir saldırıya karşı fiziki savunma meşru savunma kapsamında itibar görmez. Hakaret ve sözlü sataşmalara karşı meşru savunma yapılamaz. 

Saldırganın özelliklerinin meşru müdafaa bakımından önemi bulunmamaktadır. Saldırı kimden gelirse gelsin meşru savunma yapılabilir. Saldırganın akıl hastası olması ya da yaşının küçük olması meşru savunmaya engel değildir. 

Saldırı eyleminin karşılıklı olması örneğin karşılıklı kavga ya da çatışma gibi durumlarda ilk haksız hareketin kimden geldiğine bakılır. Şayet saldırıyı başlatan taraf tespit edilebiliyorsa diğer taraf bakımından meşru müdafaanın varlığından söz edilebilir. Yargıtay 3. Ceza Dairesi örnek bir olay hakkında “Araç park etme meselesinden kaynaklı olayın taraflar arasında karşılıklı olması, kavga olayının karşılıklı olması ve meydana gelen kavganın sebebi ile ilk haksız hareketin kimden kaynaklandığının tespit edilip edilemeyeceği araştırılarak sonucuna göre sanıklar hakkında TCK maddesiyle ve maddelerinin uygulanıp uygulanamayacağının karar yerinde açıkça tartışılması gerektiği gözetilmeyerek eksik inceleme ve araştırma ile yazılı hükümlerin tesisi, hatalıdır.” Şeklinde karar vermiştir. 

Tüm bunların dışında savunma yapmak için saldırıya uğrayan kişi bakımından bir ayrım yapılmamıştır. Yani başkasının lehine meşru savunma yapılabilir. Yargıtay bir kararında Sanığın mağdurun zorla kaçırılmasını engellemek için müdahale ettiği diğer sanıkların kendisine yönelmesi üzerine, onları korkutmak ve mağdura karşı suç oluşturan eylemlerine son vermelerini sağlamak için silahla havaya bir el ateş etmekten ibaret eyleminin, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçunun yanında Sayılı TCK'nın /2-a. maddesinde düzenlenen silahla tehdit suçunu da oluşturup tek eylemle birden fazla suçun oluşması sebebiyle sanık hakkında aynı Kanunun maddesinde yer alan fikri içtima kuralına göre bu suçlara dair en ağır cezayı öngören TCK'nın /2-a maddesinin uygulanması gerekmekte ise de tüm dosya içeriğine göre söz konusu olayda sanığın eyleminin Sayılı TCK'nın 25/1. maddesinde düzenlenen meşru savunma sınırları içinde kaldığı gözetilerek beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi, isabetsizdir.” Şeklinde hüküm kurmuştur. 

Saldırıya uğrayan üçüncü kişinin saldırıya rızasının olması meşru müdafaa hali bakımından ayrıca değerlendirilir. Kişinin üzerinde tasarruf edemeyeceği haklar bakımından rızasının olması meşru müdafaa hükümlerinin uygulanmasına engel değildir. Örneğin kişi öldürülmeye rıza gösteremez. 

2- Saldırı Haksız Olmalıdır. 

TCK’da meşru müdafaanın uygulanabilmesi için haksız bir saldırının varlığından söz edilmiştir. Haksız saldırı ile saldırıda haksızlık ve hukuka aykırılığın bir arada bulunması kastedilmiştir. Saldırının hukuka uygunluk gerekçesi bulunuyorsa meşru müdafaadan söz edilemez. Suçluyu yakalayan polisin eylemi kanuna uygundur. Fakat bir polisin yetkisini aşması ya da hakkını kötüye kullanması durumunda meşru savunma yapılabilir. Ayrım yaparken saldırı niteliği taşıyan eylemin haklılığı ve hukuka uygunluğuna bakılır. 

Kasıtlı hareketlerle saldırıya sebebiyet veren kişilerin yaptıkları savunma meşru müdafaa olarak kabul edilemez. Örneğin hasmını yaralama niyetinde olan kişinin belirli bir plan dahilinde hasmını kendisine karşı kışkırtarak saldırıya sebebiyet vermesi saldırıya uğrayan meşru müdafaadan yararlanamaz. 

3- Saldırı Bir Hakka Yönelik Olmalıdır. 

Hak kavramından anlaşılması gereken bireylerin anayasa ile güvence altına alınmış temel hak ve özgürlükleridir. Savunmanın meşru sayılması için saldırı yapılan hakkın hukuk düzeni tarafından korunan bir hak olması gerekir. Yaşama, vücut bütünlüğüne, cinsel dokunulmazlığa, zilyetliğe, mülkiyete, şerefe, malvarlığı haklarına karşı yapılan saldırılar bakımından meşru savunma kabul edilebilir. Bu gibi hukuken korunan haklar dışındaki haklara yapılan saldırılara karşı meşru savunma yapılamaz. 

4- Saldırı Halen Mevcut Olmalıdır. 

Meşru savunma saldırı ile aynı zamanda yapılan savunmayı ifade eder. Saldırı bittikten sonra yapılan savunma meşru savunma değildir. Aradan belli bir zaman geçtikten sonra yapılan savunma korunma değil intikam saiki taşır ve koşulları varsa haksız tahrik hükümlerinin uygulanması gündeme gelir. 

Başladıktan sonra herhangi bir nedenle son bulmuş bir saldırıya karşı meşru savunma söz konusu olmaz. Örneğin elinde bıçak olan bir saldırganın bıçağı elinden alındıktan sonra öldürülmesi meşru savunma olmayacaktır. Nitekim Yargıtay bir kararında “maktulün yaşı ve otopsi raporunda belirlenen üstün fiziki yapısı da göz önüne alındığında, sanığın iddia ettiği şekilde yaşamına ve cinsel bütünlüğüne yönelik sürmekte olan bir saldırı bulunmadığı gibi önceki tarihlerde vuku bulmuş saldırının o an için tekrarının da muhakkak olmadığı, bu itibarla sanık açısından meşru savunma şartlarının oluşmadığı anlaşıldığından, sanığın meşru savunma şartları altında hareket ettiği yönündeki dosyada bulunan tutanak ve bilimsel raporlarla örtüşmeyen, cezadan kurtulmaya yönelik soyut savunmalarına itibar edilemeyeceği ve sanığın eşi maktulü yoğun tahrik altında kasten öldürdüğü kabul edilmelidir.” Şeklinde hüküm kurmuştur. 

Bunun yanında başlamamış olmakla beraber başlama olasılığı çok kuvvetli olan saldırılara karşı meşru savunma yapılabilir. Bu halde başlamasına kesin gözüyle bakılan saldırının savunmayı olanaksız ya da çok güç hale getirecek kuvvette olması gerekir. Cılız tehditler bakımından meşru savunma yapılamaz. Yargıtay'ın konuya ilişkin“Katılanların saldırıları henüz suç boyutuna ulaşmamış ise de; başlamamış ancak başlaması kesin olan ve başladığında savunmayı olanaksız ya da çok güç hale getirecek bir tecavüze karşı yapılan savunmanın meşru olduğu konusunda gerek öğretide gerekse uygulamada herhangi bir duraksamanın mevcut olmaması hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın eylemi, konut dokunulmazlığına yönelmesi muhakkak bir saldırıyı, o anki hal ve şartlara göre, savunma amacına matuf ve orantılı bir şekilde defetme niteliğinde olduğundan, olayda meşru savunma koşullarının gerçekleştiği kabul edilmelidir.” Şeklinde bir kararı mevcuttur.

B- SAVUNMAYA İLİŞKİN KOŞULLAR 

1- Savunmada Zorunluluk Bulunmalıdır. 

Saldırıya uğrayanın kurtulmak için başka çaresinin bulunmaması gerekir. Zorunlu savunmadan söz edebilmek için yine başlamış bir saldırının varlığı gereklidir. Saldırıya uğrayan kişinin saldırıdan kaçarak kurtulması beklenemez. Yani saldırıya uğrayan kişi kaçma olanağı bulunsa dahi kaçmayarak savunma yapabilir. Kaçmamak meşru savunmanın uygulanmayacağı anlamına gelmez. Zira meşru müdafaa kurumu bireylerin onur ve şereflerini koruma amacı da gütmektedir. Alman ceza hukukunun önemli isimlerinden olan Claus Roxin'in aşağıda paylaştığımız değerlendirmesi meşru müdafaa kurumunun önemini bizce en iyi şekilde anlatmıştır. Yine meşru müdafaa da kaçma hususu da bu eksende değerlendirilmelidir. 

"Meşru müdafaa, kişinin hukuk düzenine güvenerek şerefli yaşamasının teminatıdır."

2- Savunma Orantılı Olmalıdır. 

Savunma saldırıyı etkisiz hale getirmenin ötesine geçmemelidir. Saldırganın saldırıda kullandığı araç ile savunma yapanın savunmada kullandığı araçlar arasında bir oranın bulunması gerekir. Saldırı ve savunmada aynı araçların kullanılması zorunlu değildir. Elinde bıçak olan saldırgana karşı silahla savunma yapmak mümkündür. Fakat silahın kullanımı ölçülü olmalıdır. Ölçü belirlenirken her somut olay ayrı değerlendirilecektir. Elinde bıçak olan saldırganın durdurulması için havaya ateş etmek yeterli olabileceği gibi saldırganın saldırısına devam etmesi halinde silahla yaralamak da meşru savunma kapsamında kalabilecektir. Fakat saldırganı bacağından vurmak yerine hayati organlarını hedef almak meşru savunma sayılmaz. Bazı durumlarda savunmanın ölçüsü kişilerin fiziksel özelliklerine göre de belirlenebilir. Örneğin bir kadının güçlü bir erkeğe silahsız bir şekilde verebileceği zarar çok ciddi olmayacaktır. Fakat saldırıya uğrayan bir kadın olmakla saldırganın güçlü bir erkek olduğu varsayımında kadının kendini bıçakla savunması meşru savunma sayılabilir. Yine böyle bir durumda da savunmanın saldırıyı def etme sınırının üzerine çıkmaması aranır. Yine olaya örnek oluşturcak bir yargıtay kararında “Dava; kasten öldürmeye teşebbüs suçuna ilişkindir. Olay günü çıkan tartışmada, akciğer ve diyafram yaralanmalarına, hemotoraksa, yaşamsal tehlike geçirmesine, ağır 6. derecede kemik kırıklarına ve yüzde sabit ize neden olacak şekilde bıçakladığı, bu saldırıyı defetmek için bıçağını çıkararak hayati tehlike geçirecek şekilde yaraladığı olayda; Sanık tarafından kendisinin vücut bütünlüğüne yönelmiş bıçaklı saldırıyı defetmek amacıyla, saldırı ile orantılı bir şekilde bıçakla karşılık verdiği nazara alındığında, sanığın eyleminin yasal savunma sınırları içerisinde kaldığı ve Sayılı TCK'nun 25/1. ve Sayılı CMK'nun /2-d. maddesi uyarınca beraatine karar verilmesi gerekir.” şeklinde hüküm kurulmuştur. 

Savunma ile saldırı arasındaki ölçü her somut olayda ayrı değerlendirmeye tabi tutulur. Savunmanın meşruluğu sınırlandırılmış değildir. Kanun koyucu ölçülülük ilkesini getirmiş fakat hangi durumlarda ölçünün aşılacağını saymamıştır. Bu nedenle her olay kendi dinamiklerine göre değerlendirilmek suretiyle savunmanın meşruluğu hakim tarafından takdir edilecektir. 

3- Savunma Saldırana Karşı Yapılmalıdır.

Savunma saldırıyı gerçekleştirene karşı yapılmalıdır. Saldırıyı gerçekleştirenin yanındaki bir kişiye karşı savunma yapılırsa bu savunma meşru sayılmaz.

Saldırıya uğrayan kişi maddi olduğu kadar manevi açıdan da zarar görmektedir. Bu zarar neticesinde psikolojik durumu etkilenen bazı insanlar duygu ve düşüncelerini kontrol edemeyecek duruma gelirler. Haliyle davranışlarında da kontrolsüzlükler gözlemlenir. İşte bu kontrolsüzlük bir saldırıyı def etmek amacıyla yapılan savunma sırasında ortaya çıkarsa meşru müdafaanın sınırlarının aşılması hali gündeme gelir. 

TCK’nın 27/1. Maddesi “Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez.” Şeklindedir. Maddeden anlaşılacağı üzere savunmanın sınırı korku, heyecan ya da telaştan ileri gelmişse fail cezalandırılmayacaktır. Burada kullanılan maruz görülebilecek şeklindeki ifade ayrı bir araştırma yapılmasını gerektirmez. Her saldırı durumunda mutlaka heyecan, korku ya da telaş meydana gelir ve mazur görülür. Nitekim Yargıtay bir kararında polis olan sanık hakkında“Hırsızlık yaptıkları anlaşılan ve haklarında hırsızlık suçundan da yargılanan katılan ve arkadaşının olay sırasında görevli polis memurlarının dur ihtarına uymayarak kaçtıkları, silah kullanma konusunda eğitim almış bulunan sanığın kaçan failleri yakalamak amacıyla içinde oldukları aracı durdurmak için tekerlerine ateş etme imkanı bulunmasına rağmen, kendisinin de yaralanması sebebiyle heyecanlanarak meşru savunma sınırını kasıt olmaksızın aşarak aracın içine doğru ateş ettiği ve katılanı yaraladığı anlaşıldığından, TCK'nin 27/1. maddesi delaletiyle 89/, maddelerine göre cezalandırılması yerine delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek, olası kasıtla yaralama suçundan yazılı şekilde hüküm kurulması, hatalıdır.” Şeklinde hüküm kurmuştur. 

Meşru savunmanın sınırlarının kasten aşılmış olmaması önem arz eder. Nitekim savunma panik ya da korku sebebiyle değil de kin gütme saikiyle gerçekleştirilirse fail ceza almaktan kurtulamayacaktır. Yargıtay'ın konuya ilişkin“Sanığın saldırıyı o andaki hâl ve şartlara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile hareket etmeyip haksızlık karşısında öfkeye kapılarak son derece orantısız şekilde tepki gösterip tüfeğinin ucuna takılı süngüyü maktulün göğsüne saplayarak haksız tahrik altında maktulün ölümüne yol açtığı anlaşıldığından, sanık hakkında meşru savunma veya meşru savunmada sınırın aşılması hükümlerinin uygulanma imkânının bulunmadığının kabulü gerekmektedir.”şeklinde bir kararı mevcuttur.

1- Meşru savunma ile korunabilecek bir hak var olmalıdır. 

2- Saldırıya ilişkin tüm koşullar bulunmalıdır. 

3- Ölçülülük şartı savunan lehine ihlal edilmelidir. 

4- Sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan korku ya da telaştan ileri gelmiş olmalıdır. 

Yukarıdaki şartların varlığı halinde bir hukuka uygunluk nedeni olan meşru müdafaa kurumunun gündeme gelmesiyle fail cezalandırılmaktan kurtulacaktır. 

81, 29, 62 maddelerinden hüküm kurulması hatalıdır.” ifadelerini kullanmıştır.

Transpro

T.C

YARGITAY

CEZA GENEL KURULU

ESAS NO/

KARAR NO/96

KARAR TARİHİ

MAHKEMESİAğır Ceza

 

 

Sanık 'un; 'yı kasten öldürme suçundan TCK'nun 81/1, 29, 62, 53, maddeleri gereğince on yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba; 'yı kasten yaralama suçundan TCK'nun 86/1, 86/3-e, 29, 62, maddeleri uyarınca beş ay onsekiz gün hapis, 'yı kasten yaralama suçundan TCK'nun 86/1, 86/3-e, 29, 62, maddeleri uyarınca üç ay yirmiiki gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, ruhsatsız silah taşımak suçundan sayılı Kanunun 13/1, TCK'nun 62, 52/2, maddeleri uyarınca on ay hapis ve Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, müsadereye ve her üç suçtan kurulan hükümlerin CMK'nun /5. maddesi uyarınca açıklanmasının geri bırakılmasına, 'u kasten yaralama suçundan ise beraatine,

Sanık 'nın; 'u kasten yaralama suçundan TCK'nun 86/1, 86/3-e, 62, maddeleri uyarınca bir yıl on ay onbeş gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, ruhsatsız silah taşımak suçundan sayılı Kanunun 13/1, TCK'nun 62, 52/2, 53 ve maddeleri uyarınca on ay hapis ve Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, müsadereye,

Sanık 'nın; 'u kasten yaralama suçundan TCK'nun 86/1, 62, maddeleri uyarınca bir yıl on ay onbeş gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve CMK'nun /5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin, Ağır Ceza Mahkemesince verilen gün ve sayılı hükmün sanıklar müdafileri ile katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince gün ve sayı ile;

"1- a) Sanık ’un mağdur ve ’i kasten yaralama ile sayılı Kanuna muhalefet suçları yönünden CMK’nun maddesi uyarınca verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararlar aynı kanunun / maddesi uyarınca itiraz kanun yoluna tabi olduğundan, itiraz merciince incelenmek üzere kararların inceleme dışı tutulmasına karar verilmiştir.

b) Dosya içeriğine ve gösterilen gerekçeye göre; sanık hakkında ağır tahrik altında kasten maktül ’yı öldürme suçunun kabulünde ve mahkûmiyet hükmü kurulmasında isabetsizlik görülmemiş, tebliğnamedeki eylemin yasal savunma şartlarında işlendiğine dair bozma öneren düşünceye iştirak edilmemiştir.

2- Sanık ’nın mağdur ’i kasten yaralama ve sayılı Kanuna aykırılık, sanık ’un ’yı kasten öldürme suçlarından kurulan hükümlerin incelenmesinde;

a- Sanık hakkında kurulan hüküm yönünden;

Suçtan zarar gören ve maktulün oğulları olan mağdur sanıklar ve vekillerinin sanık hakkında adam öldürme suçundan açılan davayla ilgili olarak duruşmada sanığın cezalandırılması talebi ile katılma talebinde bulunduğu halde katılmaları konusunda bir karar verilmediği anlaşılmış ise de, Dairemizce benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulunun tarih ve / sayılı kararında belirtildiği üzere, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp karara bağlanmayan katılma isteğinin temyiz incelemesi sırasında herhangi bir inceleme ve araştırmayı gerektirmiyorsa karara bağlanması mümkün olduğundan, sayılı CMK’nun /2. maddesi uyarınca, suçtan zarar gören ve maktulün oğulları olan ve ’nın, sanık hakkında ’yı öldürme suçundan açılan kamu davasına katılan olarak kabullerine karar verilerek yapılan inceleme sonucunda;

Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık ’un ’yı öldürme suçunun sübutu kabul, oluş ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suç niteliği tayin, cezayı azaltıcı tahrike ve takdire ilişen sebeplerin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde isabetsizlik görülmemiş olduğundan sanık müdafiinin eksik incelemeye, yasal savunma şartlarının varlığına ve sair nedenlere yönelen, müdahiller ve vekillerinin ağır tahrikin bulunmadığına ilişen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle,

Sanık hakkında ’yı öldürme suçundan kurulan hükmün tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak onanmasına, tayin olunan cezanın miktarı ve tutuklu kaldığı süre dikkate alınarak sanık müdafiinin tahliye talebinin reddine,

b) Sanık hakkında kurulan hükümler yönünden;

aa) Sanık 'nın mağdur ’e yönelik eyleminde;

Mağdur 'in tedavisi sırasında vücudundan çıkarılarak tutanakla teslim edilen üç adet mermi çekirdeği parçaları ile ele geçen üç tabancanın Adli Tıp Kurumunun ilgili ihtisas dairesine gönderilerek söz konusu mermi çekirdeği parçalarının hangi tabancadan atıldığının, sanık ’te ele geçen tabancanın olayda kullanılıp kullanılmadığının tespiti yapıldıktan sonra sanığın hukuki durumunun tayini gerektiği gözetilmeksizin eksik inceleme ile hüküm kurulması,

bb) Sanık hakkında sayılı Kanuna aykırılık suçundan kurulan hükümde;

Sanık ’nın ve tanığın ifadesine göre sanıkların olay yerine gelmeden önce araçtan indikten sonra sanık ’in babası olan maktulün üzerinde bulunan dokuz mm'lik tabancayı olay çıkmaması için aldığı ve bu tabancayı olay yerine kadar olan kısa mesafede taşıdığı anlaşılmakla, sanığın suç kastının bulunup bulunmadığının ve sayılı Kanuna aykırılık suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığının karar yerinde tartışmasız bırakılması" isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise gün ve sayı ile;

"Gayrimenkul ihtilafından dolayı olaydan bir gün evvel, katılan sanık ’nın telefonda sanık ’a sarfettiği 'bizimle dalga mı geçiyorsunuz, arsaların metrekare birim fiyatları TL arasındadır, bu işi sinkaf ederim, en fazla on seneme malolur' tarzındaki sözlerin mevcudiyeti ve ertesi gün de ’nın oğulları ve ile birlikte sanık ’in işyerine giderek sanık 'in boğazına sarılmak ve omzundan yere çökerterek silahını çekmek ve olay yerinde bulunan sanık ’in müdahalesi nedeniyle elinin aşağıya indirilmesinin sağlanması sayesinde, sanık ’in sol uyluğundan TCK'nun 86/1. maddesi derecesinde yaralandığı, ayrıca ekspertiz raporuyla belirtildiği üzere vücuda isabet etmeyen ancak pantalonuna isabet etmiş üç adet daha kurşun deliğinin bulunduğunun tesbit edildiği, maktul tarafın bununla da yetinmeyerek, maktul ’nın oğulları ve ’nın tekme tokatla saldırdıkları, sanık ’un kardeşi ’a da yönelttikleri ve onu yere düşürdükleri, sanık ’nın hamili bulunduğu tabancayla ’a ayrıca da el ateş ederek, ayaklarında açık ağır kırığa yol açacak şekilde yaraladığı, bu suretle silahla ilk saldırıyı başlatanın soyadlı sanıklardan maktul olup, devamını gerek tekme tokatlarla ve gerekse silahla getirenlerin de, maktul ’ya ilaveten maktulün oğulları ve olduğu, saldırıya uğrayanların ise sanık ve kardeşi katılan olması ve muhtelif şekilde yaralanmaları karşısında, işbu birden fazla silahla ve kaba kuvvetle ve üstelik toplu saldırının mevcudiyeti karşısında, sanık 'un rastgele atışlarla ve sadece tek isabetle maktul ’nın ölümüne sebebiyet verdiği olayda eylemin meşru savunma koşullarında işlendiğinin kabulünde zaruret bulunduğu, anlaşılmaktadır.

Haksız tahrik TCK'nun maddesinde, ceza sorumluluğunu azaltan nedenlerden bir tanesi olarak düzenlenmiştir. Bu hüküm gereğince, haksız tahrikin etkisi altında işlediği suçtan dolayı faile verilecek ceza, belirli bir oranda indirilecektir. Tahrik durumunda failin iradesinde bir zayıflama meydana geldiği düşünüldüğünden, haksız tahrik, kusurun irade unsuru üzerinde etkili olan bir faktör sayılmaktadır.

Meşru savunma ise TCK'nun maddelerinde düzenlendiği üzere; 'bir kimsenin ağır ve haksız maddi bir saldırıyı kendisinden veya başkasından uzaklaştırmak amacı ile gösterdiği zorunlu tepkidir.' Meşru savunma halinde işlenen fiil, hukuka uygundur. Bunun sebebini hukuk düzeninin, hakkın saldırıya uğramasına izin vermeyeceği esası belirlemektedir.

Saldırıya ilişkin koşullar: Öncelikle saldırı bulunmalıdır. Ancak saldırının varlığını geniş manada almak ve başlayacağı muhakkak olan saldırıya başlanmış, keza bitmiş olmasına rağmen tekrarından korkulan bir saldırıyı da henüz sona ermemiş saymak gerekir.

Savunmaya ilişkin koşullara bakıldığında ise; savunmada zorunluluk bulunup bulunmadığı değerlendirilmelidir. Saldırıya uğrayanın sadece ve bizzat fail olması da gerekmez. Failin nedeni, savunmaya yönelik olmalı ve kendisini veya yakınını veya üçüncü kişiyi ya da hepsini savunma zaruretinde bulunmalıdır. Öyle ki; failin karşılaştığı koşullarla ve vasıtalarla eş olmayan şekilde savunması veya saldırganları etkisiz hale getirdikten sonrada savunma ve tepkilerinde ısrar etmesi halinde ise, zaruret sınırının aşılmasından söz edilebilecektir. Bu bağlamdada, mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaş kapsamında hareket edilip edilmediğinin değerlendirilmesi gerekecektir.

Bu itibarla; hem 'meşru müdafaa', hem de 'haksız tahrikte' bulunması gereken ortak şart; 'haksız bir saldırının varlığıdır' ancak; kişinin hukukça korunan bir hakkına yönelik devam eden bir saldırıya yönelik bir eylemde bulunması durumunda, 'meşru müdafaa' ve 'haksız tahrik' arasında bir yoğunluk farkı bulunduğundan, sadece TCK'nun 25/1. maddesinde düzenlenmiş olan 'meşru müdafaa' hükmü tatbik edilmelidir. haksız tahrik müessesesi, meşru müdafaaya dâhil olup, meşru müdafaanın varlığı halinde tahrikten söz edilemeyecektir. Yerleşik içtihatlarda bu yoldadır. Ancak, haksız saldırı bittikten sonra bir karşı koyma durumu sözkonusu olursa işte o zaman, TCK'nun maddesi değil, TCK'nun maddesi sözkonusu olabilir.

Bu genel açıklamalardan sonra olaya bakıldığında; etraflıca açıklandığı üzere, ölen , önce sanığa, akabinde de ölenin oğulları ve de, sanığın kardeşi ’e tekme tokat ve ayrıca silahla haksız saldırıyı başlatınca ve buna bağlı olarak hem kendisi ve hem de kardeşi yaralanınca, buna engel olmak amacıyla maktul ve oğullarına silahla ve rastgele atışlarla ateş eden sanık ’in, maktul ve oğulları yere düşünce de, savunmasını sona erdirmiş olduğu ve olayı iradi olarak bitirdiği anlaşılmıştır.

 

Tüm bu somut tespitlere bakıldığında; sanık ’un kendisinin ve kardeşinin hukukça korunan yaşam haklarına yönelik devam eden haksız bir silahlı saldırıya başka türlü savunma imkanı olmaksızın ve olaydan doğan heyecan, korku ve telaşın reddedilemeyecek varlığından dolayı da saldırı ile orantılı bir şekilde hareket etmek suretiyle karşılık verdiği kabul edilebilecek şekilde hareket ettiği, sonuç ve vicdani kanaatine varılmıştır." görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

CMK'nun maddesi uyarınca inceleme yapan Yarıtay Ceza Dairesince gün ve sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

İtirazın kapsamına göre inceleme, sanık hakkında kasten öldürme suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;

1- Sanığın eylemini meşru savunma şartları altında gerçekleştirip gerçekleştirmediği,

2- Eylemini meşru savunma şartları altında gerçekleştirdiğinin kabulü halinde ise meşru savunmada sınırın aşılıp aşılmadığı,

Noktalarında toplanmaktadır.

İncelenen dosya kapsamından;

tarihli balistik raporunda; olay yerinde bulunduğu bildirilen 13 adet 9 mm çapındaki mermi kovanı ile 1 adet mermi çekirdeği ve 1 adet mermi çekirdeği gömlek parçasının sanık 'un silahından; 6 adet mm çaplı mermi kovanı ile 1 adet mermi çekirdeği ve 4 adet mermi çekirdeği gömlek parçasının ise ölen 'nın silahından atıldıklarının belirtildiği,

tarihli ekspertiz raporunda, 'nın her iki el içinde ve sağ el dış yüzünde, maktulün sol el içinde, 'un sağ el dış kısmında atış artığı tespit edildiği; sanık ile ve 'da atış artığı bulunmadığı bilgilerine yer verildiği,

 

Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Daire Başkanlığınca düzenlenen tarihli otopsi raporunda; ölen 'nın vücudunda, göğüs ön yüzde, orta hattın 5 cm sağında, etrafında vurma halkası bulunan 1 cm'lik ateşli silah mermi giriş deliği, sırtta sol hatta L1 omuru seviyesinde 1 cm'lik ateşli silah mermi çıkış deliği bulunduğu, göğüs ön yüzden giren merminin, cilt-cilt altını katederek batın boşluğuna girdiği, karaciğeri önden arkaya, sağdan sola katettikten sonra ince bağırsak ve mezenterde yaralanma oluşturarak abdominal aortta tam kat parçalı yırtık oluşturduğu, L1 omurunu sıyırarak vücudu terk ettiği, bu yaranın müstakilen öldürücü nitelikte olduğu, ölümün bu yaralanmaya bağlı iç organ ve büyük damar yaralanması sonucu gelişen iç kanama sonucu meydana geldiğinin bildirildiği,

Anlaşılmaktadır.

Mağdur ; olay günü ağabeyi ve arkadaşları tanık ile birlikte işyerlerinin önünde bulundukları sırada, maktul ile oğulları ve 'in kendilerine doğru geldiklerini, 'nın küçük oğlu 'ın biraz geride beklediğini, 'nın, 'e konuşmak istediğini söylediğini, ağabeyinin ise, "artık benim konuşacak bir şeyim kalmadı" şeklinde cevap verdiğini, 'nın bunun üzerine belinden silahını çıkarıp sol eli ile ağabeyinin omzuna bastırarak kafasına silahı doğrulttuğunu, bu arada gerek abisi gerekse yanında bulunan 'nin 'ya silahı indirmesi için müdahale ettiğini, 'nın silahını ateşleyip, abisini yaraladığını, bu arada 'nın oğulları ve 'in de tekme tokat kendisine saldırdıklarını, ayrıca yerdeyken 'in yanında getirmiş olduğu silahla kendisine ateş ettiğini, 'nın da 'ten bir dakika sonra tekrar ateş etmeye başladığını, bir süre sonra aldığı yaranın acısıyla kendisini kaybettiğini, abisi 'in de zorunlu olarak kendilerini korumak için bunlara karşılık verdiğini, rastgele ateş açtığını, belki kendisine isabet eden mermilerden abisine ait silahtan da çıkmış mermi olabileceğini, olayda hiç kimseye karşı silahlı ve silahsız müdahalede bulunmadığını, tamamen olayın mağduru olduğunu ifade etmiş,

Tanık ; ve 'i tanıdığını, olay tarihinde de bir iş nedeniyle onların işyerine gittiğini, dışarıda ile karşılaştıklarını, daha sonra da 'in bulunduğu çay ocağından çıkınca onunla da selamlaştığını, işyerinin önünde ayakta dururken sonradan isminin olduğunu öğrendiği maktulün arkasında iki ya da üç kişi olduğu halde yanlarına doğru geldiğini, bu esnada 'in "Benim senin oğlunla konuşacak bir şeyim yok" deyince 'nın sol eli ile 'in sol omzundan tutup, sağ eli ile de belinden çıkardığı silahı havaya kaldırdığını, 'i kafasından vuracak zannıyla hemen müdahale edip tabancayı tutarak aşağı doğru indirmeye çalıştığını, bu sırada 'nın bir el ateş ettiğini, 'in sol baldırından yaralandığını, 'i işhanın içerisine sokmaya çalıştığını, bu esnada 'nın bir el daha ateş ettiğini fakat 'e isabet ettiremediğini, olay yerinde 'nın dışında onunla birlikte gelen şahıslardan birinde daha tabanca gördüğünü, bu şahsın tabancasını havaya doğru kaldırmış vaziyette olduğunu, 'i iş hanına sokmaya çalışırken dışardan üç-dört el silah sesi daha duyduğunu, 'in "'i dışarda vuruyorlar" dediğini ve yanında bulunan tabancanın ağzına mermi vererek bulunduğu yerdeki duvarın dibinden rastgele, tam olarak sayısını hatırlamadığı sayıda ateş ettiğini, 'in kaldırıma doğru çıktığını, kendisinin de peşinden dışarı çıktığını, arabasını bıraktığı yerin arka kısmında 'i sırt üstü yatarken, onun altında da 'i sırt üstü yatarken gördüğünü, birbirleri ile temas halinde olduklarını, 'in yanına kadar geldiğini, 'in ayaklarında birkaç mermi deliği gördüğünü, kafasının yarılmış olduğunu, yüzünde de darp izi bulunduğunu, yine ağzından da kan geldiğini gördüğünü beyan etmiş;

; babasının sürekli silah taşıdığını, Kıbrıs gazisi olduğunu, olay yerine giderken babasının "bu iş kaba kuvvet ile halledilmez konuşma ile halledilir" dediğini, olumsuz bir durum olma ihtimaline binaen, babasından silahını aldığını, üzerinde başka silah daha olduğunu bilmediğini, ve 'da silah olmadığını, ofise doğru yürüyerek geldiklerini, önde babası, arkasında ve , en arkada da kendisinin olduğu halde ile karşı karşıya geldiklerini, babası ile 'in karşılıklı konuşsunlar diye beklediklerini, babasının işyerinden içeri girmek için hamle yapmak istediği sırada 'in önüne geçtiğini, aralarında bir-iki saniyelik konuşma olduğunu ve sonrasında kavga çıktığını, birbirlerine girdiklerini, babası ile sanık 'in silahlarını çekmiş olduklarını ve ikisinin de ateş ettiklerini gördüğünü, ile yere düşünce 'ın sadece ayırmak için müdahale ettiğini, 'in onlara doğru ateş ettiğini, o esnada babasının da ateş ettiğini gördüğünü, ve 'in yerde yattıklarını, 'in bir üst basamaktan ve işyerinin önünden elinde silah ile saklanarak kendilerine doğru rastgele ateş ettiğini, tahminen ile aralarında metre mesafe bulunduğunu, ateş edince kendisinin de babasına ait silahı çekip havaya kaldırdığını, ateş etmediğini, o esnada ayağından vurulduğunu anladığını, sol ayak topuğundan yaralandığını, bir aracın önüne geçip saklandığını, abisinin sokağın başına doğru süründüğünü gördüğünü, ateş seslerinin yirmi saniye kadar daha devam ettiğini, babasının ufak kardeşine doğru koştuğunu, arkasından da düştüğünü, daha sonra kardeşinin peşinde koşarken babasının da ateş ettiğini, bu anlattıklarının ilk atışlar olduğunu, babasının olay yerinden uzaklaşıp giderken yine silah sesleri duyduğunu, 'in ateş ettiğini, başka ateş edenin bulunmadığını, babasının sırtından vurulduğunu düşündüğünü, babasının kaçarken elinde silah görmediğini, kendisinin ateş etmediğini, babasının silahına da herhangi bir şekilde dokunmadığını, olay yerine geldikleri araçlarını olay yerine yaklaşık bir kilometre uzağa park ettiklerini söylemiş,

Ölenin diğer oğulları ve da ile benzer anlatımlarda bulunmuştur.

Sanık ; sabah saat civarında iş yerlerinin bulunduğu binanın girişindeki çay ocağına girdiğini, çay içip çıktığında dükkanının önünde Deniz adlı arkadaşını gördüğünü, kardeşi 'in de yanında olduğunu, ile sohbet ettikleri esnada sol taraftan üç-dört kişilik bir grubun geldiğini, baktığında da , ve maktulü gördüğünü, maktule "sizinle artık işim kalmadı" dediğini, maktulün sol eli ile kendisinin sol omzunu tuttuğunu, arkadan silah çıkarıp kafasına doğru tuttuğunu, 'nin müdahale ettiğini ve sağ omzundan yere bastırdığını, yere düşünce maktulün silahının iki kez patladığını, maktulün silahından çıkan kurşunlardan birinin sol üst baldır dış kısmından girip iç kasık bölgesinden çıktığını, diğerinin ise isabet etmediğini, ile aralarında iki-üç metre kadar mesafe bulunduğunu, kendisini yaraladıktan sonra maktulün aynı silahla bu defa kardeşi 'e yöneldiğini, 'e yönelmeden önce ve 'in 'e saldırdıklarını, 'de de silah bulunduğunu, 'in ve maktulün kardeşi 'e ateş ettiğini net olarak gördüğünü, 'in ağzından, kafasından kan geldiğini, o esnada ve maktulün ateşe devam ettikleri için kendisinin de bulundurma ruhsatlı silahını çekip gelişigüzel yere doğru ateş ettiğini, tahminen sekiz-on el ateş ettiğini ve hedef gözetmediği için de bu atışların nereye gittiğini bilemediğini, amacının kardeşini kurtarmak olduğunu, maktulün olay yerinden kaçarken de bir el daha kendisine doğru çaprazlama ateş ettiğini ancak isabet ettiremediğini, 'in elinde silahla kaçtığını, 'in yerden silah alıp kendisine doğrulttuğunu ancak ateş edemediğini, silahının bulundurma ruhsatlı olduğunu, tüm olayın iki dakika içinde gerçekleştiğini savunmuştur.

Uyuşmazlık konularının sırasıyla ele alınmasında fayda bulunmaktadır.

1- Sanığın eylemini meşru müdafaa şartları altında gerçekleştirip gerçekleştirmediği;

Meşru savunma, gerek sayılı Kanunun 49/2. maddesinde, gerekse sayılı Türk Ceza Kanununun maddesinde bir "hukuka uygunluk nedeni" olarak düzenlenmiştir. Meşru savunmanın şartlarına ilişkin olarak ve sayılı Kanunlar arasındaki en önemli fark, "meşru savunma yoluyla korunan hakkın niteliğine" ilişkindir. Bunun dışındaki şartlar açısından her iki düzenleme ile yerleşik uygulamalar arasında ciddi bir fark bulunmamaktadır.

sayılı TCK'nun 49/2. maddesindeki düzenleme; "Gerek kendisinin, gerek başkasının nefsine veya ırzına vuku bulan haksız bir taarruzu filhal def’i zaruretinin bâis olduğu mecburiyetle işlenilen fiillerden dolayı faile ceza verilmez" şeklinde olup, anılan düzenleme ile meşru savunmanın, kişinin kendisinin veya başkasının sadece nefsine veya ırzına yönelik saldırılarda söz konusu olabileceği hüküm altına alınmıştır. Uygulamada en geniş yorumla maddenin "diğer kişilik haklarına yönelik saldırılarda" dahi uygulanabileceği kabul edilmiş ise de, mal varlığına yönelik saldırıları önlemek maksadıyla işlenen fiiller bu kapsamda değerlendirilmemiştir.

Buna karşılık, sayılı TCK'nun 25/1. maddesinde; "Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı, o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez" şeklinde daha geniş bir hükme yer verilmiştir. Anılan düzenlemeye göre, meşru müdafaanın kabulü için saldırının "korunmaya değer nitelikteki herhangi bir hakka yönelmiş olması" yeterli görülmüştür.

Gerek öğretide, gerekse yerleşmiş yargısal kararlarda vurgulandığı üzere; sayılı TCK’nun 49/2 ve sayılı TCK’nun 25/1. maddelerinde düzenlenen ve hukuka uygunluk nedenlerinden birini oluşturan meşru savunma, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmakta ve bu nedenle de eylemi suç olmaktan çıkarmaktadır. Bir olayda meşru savunmanın oluştuğunun kabul edilebilmesi için saldırıya ve savunmaya ilişkin şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1- Saldırıya ilişkin şartlar:

a) Bir saldırı bulunmalıdır.

b) Bu saldırı haksız olmalıdır.

c) Saldırı meşru savunma ile korunabilecek bir hakka yönelik olmalıdır. Bu hakkın, kişinin kendisine veya bir başkasına ait olması arasında fark yoktur.

d) Saldırı ile savunma eşzamanlı bulunmalıdır.

2- Savunmaya ilişkin şartlar:

a) Savunma zorunlu olmalıdır. Zorunluluk ile kastedilen husus, failin kendisine veya başkasına ait bir hakkı koruyabilmesi için savunmadan başka imkanının bulunmamasıdır.

b) Savunma saldırana karşı olmalıdır.

c) Saldırı ile savunma arasında oran bulunmalıdır.

Savunmanın, meşru savunma şartlarının bulunduğu sırada başladığı, ancak orantılılık ilkesinin ihlal edilmesi nedeniyle meşru savunmanın gerçekleştiğinin kabul edilmediği durumlarda, "sınırın aşılması" söz konusu olabilmektedir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

 

Müteahhitlik yapan sanık ile maktul ve ailesi arasında, maktulün evinin bulunduğu arsadan kaynaklanan bir hukuki ihtilaf bulunduğu, tarafların sorunu halledebilmek için birkaç kez görüştükleri ancak bir çözüme ulaşamadıkları, son görüşmelerinden bir-iki gün sonra, maktulün oğlu 'in, sanık 'e telefon ederek arsa yerine satış bedelini ödemeleri durumunda anlaşabileceklerini söylediği, bunun üzerine 'in fiyat araştırması yaptırdıktan sonra 'i telefonla arayarak, emsal arsa fiyatının metrekare başına ilâ TL olduğunu belirttiği, bu cevabı beğenmeyen 'in “siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz, emsal arsaların metrekare fiyatı ilâ TL, ben böyle işi sinkaf ederim, erkeksen yarın işyerinde olursun en fazla on sene yatarım” diyerek telefonu kapattığı, olay günü; maktul 'nın yanına oğulları , ve 'ı alarak sanık ve ailesine ait müteahhitlik bürosuna gitmek için yola çıktığı, maktulün 7,65 mm çaplı; oğlu 'in ise 9 mm çaplı tabancalarını yanlarına aldıkları, geldikleri aracı park ettikten sonra yürüyerek olay yerine gittikleri, sanık , kardeşi ve tanık 'nin büronun bulunduğu işhanının önünde ayakta konuştukları, bu sırada maktul ve oğullarının olay yerine gelmesi ile başlayan kavga sırasında, maktul 'nın sanık 'i omzundan tutarak kendine doğru çektiği ve belinden çıkardığı tabancasını sanığa doğrulttuğu, tanık 'nin müdahalesi sonucu yere düşen sanığa iki el ateş eden maktulün, sanığı sol uyluğundan basit bir tıbbi müdahale ile giderilemeyecek ve yaşamsal tehlike doğurmayacak şekilde yaraladığı, bu esnada maktulün oğulları ve 'in de sanığın kardeşi 'e saldırarak darp etmeye başladıkları, tanık 'nin yaralanan sanık 'i işhanının girişine çekmesi üzerine, maktulün bu kez oğlulları ve tarafından yere düşürülerek darp edilen 'e ateş ederek diz üstü ve diz altından dört isabetle yaşamsal fonksiyonları ağır (6.) derecede etkileyecek, sol femur ve sol tibia açık kırığına neden olacak şekilde yaraladığı, sanığın maktulün kendisine ve kardeşi 'e yönelen bu silahlı saldırısını defetmek maksadıyla rastgele silahla ateş ederek tek isabetle maktul 'nın oğlu 'i üst bacak bölgesinden, maktulün diğer oğlu 'i sol topuk bölgesinden yaraladığı, maktul 'yı ise göğüs ön yüzden vurarak ölümüne neden olduğu olayda; kendisini silahla yaralayan ve akabinde darp edilmiş vaziyette yerde yatmakta olan kardeşi 'e de dört el silahla ateş eden maktüle devam eden yaşama hakkına yönelik haksız saldırısını bertaraf etmek maksadıyla o anki hal ve koşullara göre başka türlü hareket etme imkanı bulunmadığından hamili bulunduğu silahıyla ateş ederek maktulün ölümüne neden olan sanığın eylemini meşru savunma şartları altında gerçekleştirdiği kabul edilmelidir.

Çoğunluk görüşüne iştirak etmeyen dört Genel Kurul Üyesi; "İtirazın reddine karar verilmesi gerektiği" görüşüyle karşıoy kullanmışlardır.

2- Meşru müdafaada sınırın aşılıp aşılmadığı;

Sınırın aşılmasını sayılı TCK’na göre oldukça farklı şekilde düzenleyen sayılı TCK’nun maddesinde;

"1)Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yer alan cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.

2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez" denilmektedir. Kanun maddesi ve gerekçedeki anlatımın aksine öğretide kabul edilen görüşe göre, "Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması" ibaresini "Hukuka uygunluk hallerinde sınırın aşılması" olarak anlamak gerekir. (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 9. bası, Ankara, , s. ; Ersan Şen,Yeni TCK Yorumu, Vedat Kitapçılık, İstanbul, , C.1, s; Mahmut Koca, Yeni TCK’nda Hukuka Uygunluk Nedenleri, Ceza Hukuku Dergisi, S.1, Ekim , s vd.; Sedat Bakıcı, Ceza Hukuku Genel Hükümleri, 2. bası, s vd.; Haydar Metiner-Ahsen Koç, TCK Genel Hükümleri, Ankara, , C.1, s. vd.) Nitekim sayılı CMK’nun hüküm çeşitlerini düzenleyen maddesinin sistematiği de bu anlayışı desteklemektedir.

sayılı Türk Ceza Kanununda dört hukuka uygunluk nedeni düzenlenmiş olup, bunlar; meşru savunma, hakkın kullanılması, kanunun emrini ifa ve ilgilinin rızasıdır. Hukuka uygunluk nedeninin bulunması, eylemin suç olmasını engelleyeceğinden, fail hakkında sayılı CMK’nun maddesinin 2. fıkrasının (d) bendi uyarınca beraat kararı verilecektir. Buna karşın, "sınırın aşılması" bir hukuka uygunluk nedeni olmayıp, TCK’nun maddenin 1. fıkrasındaki durum itibarıyla kusurluluğu azaltan, maddenin 2. fıkrasındaki durum itibarıyla da kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlerden bir tanesidir. Başka bir deyişle, hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde "beraat" kararı değil, anılan maddenin 1. fıkrasına göre indirimli ceza veya 2. fıkrasına göre CMK’nun maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi gözetilerek "ceza verilmesine yer olmadığı" kararı verilecektir.

TCK’nun maddesinin 1. fıkrasında, fail bir hukuka uygunluk nedeninin sınırını aşmakta ise de, bunu bilerek ve isteyerek yani kasten yapmamaktadır. Ancak, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılabiliyorsa, fail sınırı kast olmaksızın aşmış olması dolayısıyla taksirinden sorumlu tutulmaktadır.

Aynı maddenin 2. fıkrasında, hukuka uygunluk nedenlerinden sadece meşru savunma için sınırın aşılmasına ilişkin özel bir düzenleme öngörülmüştür. Buna göre bu hükmün uygulanabilmesi için;

1- Meşru savunma ile korunabilecek bir hakkın bulunması,

2- Saldırıya ilişkin şartların var olması,

3-Savunmaya ilişkin şartlardan "ölçülülük ya da orantılılık" şartının, savunma lehine ihlal edilmesi suretiyle sınırın aşılması,

4- Sınırın aşılmasının mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi gerekmektedir.

Tüm bu şartların birlikte gerçekleşmesi halinde, meşru savunmada sınırı aşan faile CMK’nun /3-c maddesi uyarınca ceza verilmeyecektir. Bu durumda, kişinin, maruz kaldığı saldırı karşısında içine düştüğü heyecan, korku veya telaş dolayısıyla davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkması söz konusu olacağından, meşru savunmada sınırın aşılmasından dolayı kusurlu sayılmayacağı kabul edilir. Dolayısıyla, belirleyici olan maruz kalınan saldırının kişiyi içine düşürdüğü psikolojik durumdur. Zira kişi sırf maruz kaldığı saldırının etkisiyle, "heyecan, korku veya telaşa" kapılarak meşru müdafaada sınırlarını aştığında bu maddeden yararlanabilecek, buna karşılık saldırının etkisinin yanında, saldırıdan kaynaklanmış olsa bile, öfke gibi nedenlerle sınır aşıldığında ise aynı korumadan faydalanılması söz konusu olmayacaktır. Başka bir deyişle, failin amacı, saldırının defedilmesinden çok, kin duygusunu tatmine yönelik ise meşru savunmada sınırın aşılması değil, ancak haksız tahrik söz konusu olabilecektir.

Nitekim Ceza Genel Kurulunun gün ve ile gün ve sayılı kararlarda da aynı hususlara vurgu yapılmıştır.

 

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Birinci uyuşmazlık konusunda açıklandığı üzere meşru savunma durumunda olan sanığın maktulün oğulları ve 'e yaptığı gibi hayati bölgesine hedef almadan ateş ederek saldırıyı bertaraf etmesi mümkün iken yakın mesafeden maktulü göğsünden vurması eyleminde, saldırı ve savunmaya ilişkin diğer şartların bulunduğunda şüphe bulunmamakta ise de, savunma ile saldırı arasındaki denge savunma lehine bozulmuş olup dolayısıyla da ölçülülük ya da orantılılık ilkesi ihlal edilmiştir. Ancak üç oğlu ile birlikte olay yerine gelen ve oğullarında da silah bulunan maktül tarafından silahla yaralanan ve darp edilmiş vaziyette yerde yatan kardeşine de maktül tarafından ateş edildiğini gören sanığın olayın gelişimi ve gerçekleşme biçimi nazara alındığında meşru savunmada sınırı mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaş ile aştığının kabulü gerekir. Sanığın maruz kaldığı saldırının etkisiyle içine düştüğü psikolojik hal nedeniyle heyecanlanması, paniğe kapılması ve hatta korkması, bunun sonucunda da meşru savunma sınırını aşması hayatın olağan akışında beklenebilecek bir durum olup, somut olayda TCK’nun maddesinin 2. fıkrasının uygulanma şartları gerçekleşmiştir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi ; "Yerel mahkeme ve Özel Dairenin eylemin haksız tahrik altında işlenmiş kasten öldürme suçunu oluşturduğu düşüncesinin aksine; sanık 'in maktul 'ya karşı eyleminin meşru savunma koşulları altında gerçekleştirildiği konusunda, Ceza Genel Kurulu çoğunluğu ile aramızda herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır. Muhalif kalınan husus, eylemin TCK'nın 25/1. maddesi kapsamında mı, yoksa 27/2. maddesi kapsamında mı değerlendirilmesi gerektiğine ilişkindir. Genel Kurul çoğunluğunca eylemin TCK'nın 27/2. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine karar verilmiştir. Kanaatimiz ise; meşru savunma koşullarının oluştuğundan bahisle TCK'nın 25/1. maddesine istinaden beraate hükmedilmesi gerektiği yönündedir. Bu nedenle, karşıoy kullanmak zarureti hasıl olmuştur.

Karşıoy gerekçesi aşağıdaki gibidir:

Bir eylemin suç sayılabilmesi için, suçun maddi ve manevi unsurlarının bulunması yanında, hukuka uygunluk nedenlerinden herhangi birisinin de bulunmaması gerekir. Aksi halde, hukuka aykırılık sözkonusu olmayacağından, suç ta oluşmayacaktır. TCK'da dört ayrı hukuka uygunluk nedenine yer verilmiştir. Bunlar; meşru savunma, hakkın icrası, ilgilinin rızası ve kanunun emrini yerine getirme olup konumuzu ilgilendiren ise meşru savunmadır.

Meşru savunma, TCK'nın 25/1. maddesinde; 'Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.' şeklinde düzenlenmiştir.

Meşru savunmada sınırın aşılması ise, TCK'nın maddesinde, hukuka uygunluk nedeni olarak değil de, kusurluluğu etkileyen sebeplerden birisi olarak düzenlenmiştir. Madde metni şu şekildedir: '(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılabiliyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur. (2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez.'

 

Sanık hakkında; meşru savunma halinde CMK'nın /2-d maddesi uyarınca beraate, meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan dolayı aşılması durumunda CMK'nın /3-c maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına, sınırın kast olmaksızın aşılması halinde ise indirimli cezaya hükmedilir.

TCK'nın 25/1. maddesi kapsamında 'meşru savunmanın varlığı' kabul edildiğinde, eylem hukuka uygun hale geldiğinden, suç oluşmamıştır. TCK'nın 27/2. maddesi kapsamında, meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan dolayı aşılması durumunda ise ortada bir suç vardır ancak bu suç açısından sanığın 'kusursuz' olduğu kabul edilmektedir. Dolayısıyla, bu durumdaki sanığa ceza verilmemesi yöntemi benimsenmiştir.

TCK'nın 27/2. maddesindeki durumun gerçekleşebilmesinin önşartı da TCK'nın 25/1. maddesinde düzenlenmiş bulunan 'meşru savunmanın saldırı ve savunmaya' ilişkin koşullarının gerçekleşmiş bulunmasıdır.

Konunun daha iyi anlaşılabilmesi açısından, meşru savunmanın koşullarından kısaca bahsetmek gerekebilir:

1)Saldırıya ilişkin şartlar

a)Bir saldırı olmalıdır.

b)Saldırı haksız olmalıdır.

c)Saldırı korunabilen bir hakka yönelmelidir.

d)Saldırı halen devam ediyor olmalıdır. Devam eden bir saldırıdan maksat, halihazırda gerçekleşen veya henüz gerçekleşmemiş ama gerçekleşmesi yada bitmiş ama tekrarı muhakkak olan bir saldırıdır.

2)Savunmaya ilişkin şartlar

a)Savunmada zorunluluk olmalıdır. Zorunluluktan maksat, failin kendisine veya başkasına ait hakkı koruyabilmesi için savunmadan başka imkanının olmamasıdır.

b)Savunma saldırana karşı olmalıdır.

3)Orantılılık (Ölçülülük) şartı

Savunma ile saldırı orantılı olmalıdır. Orantılılıktan kasıt, savunmanın saldırıyı etkisiz bırakacak nitelik ve ölçüde olmasıdır.

Savunmanın hukuka uygun olabilmesi için savunma hakeretinin, maruz kalınan saldırıyı defedecek ölçüde olması gerekir. Savunma ile saldırının orantılı olmaması durumunda ise, meşru savunmada sınırın aşılmasından bahsedilir. Bu nedenle, burada üzerinde durulması gereken konu, 'orantılılık' koşuludur:

Kanunumuzda bu koşul, 'saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu' biçiminde ifade edilmiştir. Dolayısıyla, savunmanın saldırıyı defedecek ölçüde olup olmadığı 'o andaki hal ve koşullara göre' belirlenmelidir. Buna göre; burada önemli olan husus, savunmada kullanılan aracın saldırıyı uzaklaştırmaya yetecek ölçüde kullanılıp kullanılmadığıdır.

Sınırın aşılıp aşılmadığını belirlemede, Yargıtay’ın sayılı Kanun döneminde vermiş olduğu kararlar, sayılı Kanun döneminde de yol gösterici olmaya devam edecektir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun gün ve /75 sayılı kararı ile Birinci Ceza Dairesenin birçok kararında açıkça ifade edildiği gibi, 'Sanığın içinde bulunduğu ruh halinin bir tarzda göz önünde tutulması gerektiği gibi, saldırının halen varlığını geniş manada anlamak ve başlayacağı artık muhakkak olan saldırıyı başlamış, keza bitmiş olmasına rağmen tekrarından korkulan bir saldırıyı da henüz bitmemiş saymak zorunludur. Kişiye yasal savunmada hiçbir şekilde kaçma yükümlülüğü yüklenemez.'

Başlangıçta saldırıya ve savunmaya ilişkin koşulların bulunmasına rağmen, 'orantılılık' koşulu ihlal edilmek suretiyle, meşru savunmada sınır üç şekilde aşılabilmektedir:

1)Sınır doğrudan kast veya olası kast ile aşılmış ise, fail meydana gelen neticeden sorumlu olacaktır.

2)Sınır bilinçli veya basit taksirle aşılmış ise; maddenin 1. fıkrası uyarınca hareket edilmelidir.

3)Sınır mücbir sebeple (mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan dolayı) aşılmış ise; maddenin 2. fıkrasının uygulanması gerekir.

Şu halde; meşru savunmanın saldırıya ve savunmaya ilişkin koşulların varlığının tespit edildiği hallerde; sınırın aşılıp aşılması belirlenerek, sınırın taksirle ya da mücbir sebeple aşıldığı hallerde madde tatbik edilmeli, kasten aşıldığı hallerde ise suçun kanunda yazılı cezası verilmelidir.

Kanunun maddesinin 1. fıkrası ceza sorumluluğunu kaldıran tüm nedenlerle ilgili olarak (sadece meşru savunma değil) uygulanabilirken, 2. fıkrada, sadece meşru savunma ile ilgili olmak üzere, sınırın aşılması halinde kusurluluğu ortadan kaldıran bir hale yer verilmiştir. Buna göre, meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez. Bu gibi hallerde, failin, içinde bulunduğu ruh durumu göz önünde tutularak, saldırı veya tehlike karşısında gereğinden fazla ve sınırı aşan bir karşı koymada bulunduğunun farkında olup olmadığının araştırılması gerekir.

Bununla birlikte; sınırın mücbir sebeple aşılıp aşılmadığı hususu ancak sınırın aşıldığının duraksamasız olarak tespit edilebildiği durumlarda önem kazanır.

Bu aşamada; meşru savunmada sınır ne zaman aşılmış olacaktır ya da orantılılık ilkesinin ihlal edilip edilmediği hangi ölçülere göre belirlenmelidir, sorusunun cevabı önem kazanmaktadır:

Öldürmek suretiyle meşru savunmada bulunulan olaylarda, meşru savunmada bulunulmak suretiyle ihlal edilen, 'bir insanın yaşama hakkı' olduğuna göre, saldırının da o derece önemli bir hakka yönelmesi gerekir. Bu hakların başında yaşama hakkının geldiğinde kuşku yoktur. Başka bir deyişle, kişi kendisinin veya başkasının yaşam hakkına yönelik bir saldırı vuku bulduğunda, bunu saldırganın yaşam hakkında son vermek suretiyle defedebilir. Bunun için, yaşam hakkına yönelik saldırının devam ediyor olması, başlamamış ancak başlayacağı mutlak olması ya da bitmiş ancak tekrar başlayacağı muhakkak olması gerekir. Önemli olan saldırının o an itibarıyla ulaştığı nokta değil, müdahale edilmediği takdirde ulaşabileceği noktadır. Dolayısıyla, bir kişi kavga sırasında tabancasını çektikten sonra, karşıdaki kişinin kafasına, göğsüne değil de, ayağına ya da sağına, soluna, boşluğa ateş ediyor olsa bile, bu hareketin muhatabı olan kişi açısından saldırganı öldürme suretiyle meşru savunmada bulunma hakkı doğmuş olur. Zira, bu durumda meşru savunmanın koruduğu değer 'yaşam hakkı' olup kişinin yaşam hakkını korumak için daha ciddi bir yaralanmaya maruz kalması beklenemez. Gergin bir ortamda silahın doğrultulduğu an yaşam hakkına yönelik saldırının başladığı ve eş zamanlı olarak savunmaya hak kazanıldığı andır. Bu durumun aksinin kabulü, belirtilen durumlarda meşru savunmayı anlamsız kılacaktır. Nitekim, dolu bir tabancanın kişiye yöneltilmesi ile ateşlenmesi arasındaki zaman farkı ancak saniyelerle ölçülebilir, aynı şekilde bir kişinin ayağına ateş edildikten sonra göğsüne ateş edilmesi için tabancanın ucunun yukarıya doğru 20 cm daha kaldırılması yeterli olacaktır. Bu durumda, saldırıya maruz kalana, 'saldırgan seni gerçekten öldüreceğini ortaya koyana kadar bekle' anlamına gelecek şekilde yorumda bulunmak, meşru savunma müessesesini anlamsız hale getirecektir. Bir başkasına hasmane bir tutumla silahını tevcih eden kişinin, karşısındaki tarafından meşru savunma koşulları altında öldürülme riskini göze aldığının kabul edilmesi gerekir. Hukuk düzeni, yaşam hakkına saldırılan kişiye, kaçma, saklanma, sabretme, acıma gibi yükümlülükler de yükleyemez. Saldırıya maruz kalan, imkan ve fırsatını bulduğu takdirde saldırganı öldürebilmelidir. Yine saldırının, savunmada bulunan kişinin yaşam hakkına yönelik olması ile üçüncü bir kişinin yaşam hakkına yönelik olması arasında bu açıdan fark bulunmamaktadır.

Somut olaya ilişkin değerlendirmeye gelince;

Yerel mahkeme kabulünün aynen, 'mağdıır-sanıklar ve ’nın maktulün oğlu, sanık ile katılan ’un kardeş oldukları, ailesi ile Karul ailesi arasında İstanbul Mahallesi, ada, 9 parsel sayılı taşınmazın sanık ’un amcasının oğlu ve tarafından amcaları ’a satılması konusunda anlaşmazlık bulunduğu, sanığın babası ’un taşınmazı bir inşaat firmasına satması nedeniyle maktul ve oğullları ile sanık tarafı arasında arsanın metre kare fiyatı konusunda anlaşmazlık çıktığı, sanık 'in ihtilaflı arsa karşılığı metre kare fiyatı TL vermeyi teklif ettiği, olay günü öncesi sanık ile mağdur-sanık ’nın telefonda arsa değeri konusunda tartıştıkları, mağdur- sanık ’in telefonda sanık 'e 'siz benimle dalga mı geçiyorsunuz, böyle işin a koyarım, arsaların metre karesi TL arasında, adamsanız yarın yazıhanede durursunuz, en fazla 10 seneye malolur' diye küfredip tehdit ettiği, olay günü olan günü saat sıralarında maktul ile 3 oğlu mağdur- sanıklar Honca, ve tanık 'nın birlikte sanık ve kardeşi katılan ’in desi üzerindeki işyerine arsa fiyatı meselesini görüşmek üzere geldikleri, maktülün oğlu ’ın kendilerine ait araç yanında kalıp olaya katılmadığı, maktul ile mağdur sanıklar ve ’in işyerinin önünde çay içmekte olan sanık 'in yanına geldikleri, katılan ’in de 'in yanında bulunduğu, maktul 'nın sanık 'e arsa fiyatını konuşmak için geldiklerini söylemesi üzerine, sanık 'in 'konuşacak bir şey kalmadı' diye maktulü terslediği, bunun üzerine maktulün sanık 'in boynundan sıktığı, silahını çıkardığı, sanık 'in de emanette kayıtlı bulundurma ruhsatlı Jericha marka silahını çıkardığı, sanık 'in yanında bulunan tanık 'nin maktülün elinden tutarak olayın büyümesini engellemeye çalıştığı, bu sırada maktul 'nın silahını ateşleyerek sanık 'i sol uyluk bölgesinden yaraladığı, maktülün oğulları mağdur-sanıklar ve 'nın da sanık 'in kardeşi 'e saldırıp yere düşürüp tekme tokatla vurmaya başladıkları, sanık 'nın emanette kayıtlı seri numaralı ruhsatsız silahla 'e doğru bir kaç el ateş edip yerde yatan 'i ayağından yaraladığı, maktul 'nın da 'e doğru ateş ettiğini gören sanık 'in evde bulundurma ruhsatlı ancak üzerinde taşıdığı tabanca ile maktul ve mağdur-sanık ve 'e doğru birden fazla ateş ettiği, sanık 'in silahından çıkan mermilerinden birinin maktul 'ya isabet ettiği, dosya arasında mevcut ATK'nun 26/02/ günlü otopsi raporuna göre maktülün göğüs ön yüz orta hat 5 cm sağından giren mermi sonucu maktülün kaldırıldığı hastanede öldüğü, sanık 'in silahından çıkan mermilerle de mağdur-sanıklar ve 'nın bacaklarından yaralandıkları ' şeklinde olduğu ve Özel Dairece de bu kabulün benimsendiği olayda;

ve Karul aileleri arasında yaşanan anlaşmazlıklar ve tartışma nedeniyle, olay günü maktul ve oğullarının, sanık 'un bulunduğu işyerine gelmelerinin hemen ardından, 'in kendisini terslemesine kızan 'nın, tabancasını çekip 'e doğrulttuğu, bunun üzerine 'in de tabanca çıkarttığı, tam o sırada 'nın ateş edip 'i bacağından yaraladığı, aynı anda 'nın oğulları ve 'in, 'in kardeşi 'e saldırıp yere düşürdükleri, daha sonra 'in yere düşen 'i ayağından vurduğu, ve 'in de tarafından silahla yaralandıkları, maktul ve sanıktan her birinin birçok kez ateş ettiği ve tüm olayın bir dakikadan daha az bir sürede dar bir ortamda gerçekleştiği cihetle;

Maktulün olay yerine geldikten birkaç saniye sonra tabancasını çekip sanığa ateş etmesinin 'sanığın yaşam hakkına yönelik' haksız bir saldırı olması nedeniyle, bu hareketle birlikte sanık açısından savunmaya ilişkin koşulların oluştuğu, kaldı ki, maktulün bununla yetinmeyip rastgele ateş etmeye devam ettiği, bunun olay yerinde ele geçen mermi kovanlarından açıkça anlaşıldığı, sanığın da gerek kendisinin, gerekse olay yerinde bulunan diğer yakınlarının yaşam hakkına yönelik saldırıyı defetmek için maktule bir el ateş edip onu göğsünden vurduğu ve ölümüne neden olduğu anlaşılmaktadır.

Olayda saldırı ile ile savunma arasında orantı bulunmaktadır. Zira, maktulün başlamış ve devam eden bir saldırısı vardır, bu saldırı gerek sanık, gerekse olay yerindeki diğer yakınlarının yaşama hakkına yönelik ciddi bir tehdit oluşturmaktadır, sanığın ise bu saldırıyı bertaraf etmek için başka bir imkanı yoktur. Nitekim, saldırı devam ettiği sürece, saldırgan etkisiz hale getirilinceye kadar ateş etme hakkının bulunduğu kabul edilmesi gereken sanık tarafından, maktule sadece bir kez ateş edilmiş olması da sınırın aşılmadığını açıkça göstermektedir. Keza, maktulün ayağından vurulması gibi tedbirlerin saldırıyı önleyebilme ihtimalinin bulunmaması, kaçma, saklanma gibi hareketlerin de meşru savunmanın mahiyetiyle bağdaşmaması nedeniyle, 'sanık kendisine ve yakınlarına dar bir ortamda ateş etmeye devam eden bir kişiye karşı nasıl davransaydı sınırı aşmamış olurdu' sorusunun, sanığın gerçekleştirdiği eylem dışında bir cevabı yoktur.

Açıklanan bütün nedenlerle; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının, sanık hakkında TCK'nın 25/1. maddesi uyarınca meşru savunma nedeniyle 'beraate' hükmedilmesi gerektiğinden bahisle kabul edilmesi gerektiği düşüncesinde olduğumdan; itirazın, sanık hakkında TCK'nın 27/2. maddesi uyarınca uygulama yapılması gerektiği gerekçesiyle kabulüne ilişkin çoğunluk düşüncesine iştirak etmiyorum."

Ondört Genel Kurul Üyesi de; benzer düşüncelerle karşı oy kullanmışlardır.

Sonuç olarak Yargıtay monash.pwşsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Dairenin onama kararının sanık yönünden kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün, adı geçen sanığın kasten öldürme fiilini meşru savunmada sınırın aşılması suretiyle işlendiğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına, bozma kararı gereğince bu suçtan tutuklu bulunan sanığın tahliyesine karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay Ceza Dairesinin gün ve sayılı onama kararının sanık yönünden KALDIRILMASINA,

3- Ağır Ceza Mahkemesinin gün ve sayılı hükmünün, sanığın kasten öldürme fiilini meşru savunmada sınırın aşılması suretiyle işlediğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,

4- Bozma kararı gereğince bu suçtan tutuklu bulunan sanığın TAHLİYESİNE, başka bir suçtan hükümlü veya tutuklu bulunmadığı takdirde derhal salıverilmesinin temini için YAZI YAZILMASINA,

5- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, tarihinde yapılan müzakerede her iki uyuşmazlık yönünden de oyçokluğuyla karar verildi.

Benzer �r�nler

    ADAM ÖLDÜRME HAKSIZ TAHRİK, MAKTUL EŞİN SADAKAT BORCUNA AYKIRI DAVRANIŞI

    ADAM ÖLDÜRME HAKSIZ TAHRİK, MAKTUL EŞİN SADAKAT BORCUNA AYKIRI DAVRANIŞI

    {ozellik}

    Detay

    ÇEKİN ÜZERİNDEKİ TUTARIN RAKAMLA VE YAZIYLA FARKLI OLMASI

    ÇEKİN ÜZERİNDEKİ TUTARIN RAKAMLA VE YAZIYLA FARKLI OLMASI

    {ozellik}

    Detay

    MEMURLARIN YARGILANMASI YETKİLİ MERCİ İZNİNE TABİDİR

    MEMURLARIN YARGILANMASI YETKİLİ MERCİ İZNİNE TABİDİR

    {ozellik}

    Detay

    RUHSATSIZ SİLAH BULUNDURMA, ADLİ PARA CEZASI UYGULAMASI İLE, AYR UYGULANMAZ

    RUHSATSIZ SİLAH BULUNDURMA, ADLİ PARA CEZASI UYGULAMASI İLE, AYR UYGULANMAZ

    {ozellik}

    Detay

    ŞÜPHELİNİN SAVUNMASININ ALINMAMASI İDDİANAMENİN İADE SEBEBİ OLMAYACAĞI

    ŞÜPHELİNİN SAVUNMASININ ALINMAMASI İDDİANAMENİN İADE SEBEBİ OLMAYACAĞI

    {ozellik}

    Detay

kaynağı değiştir]

Türk Ceza Kanunu'nda "meşru müdafaa" ifadesine yalnızca "yabancı devlet aleyhine asker toplama" ile ilgili maddede bir defa yer verilmiştir. Buna göre, savaş halinde ülke topraklarını işgal eden yabancı devlet kuvvetlerine karşı meşru müdafaa gerçekleştirmek üzere asker toplamak suç teşkil etmemektedir.[4]

Sokakta meşru müdafaa teknikleri[değiştir

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır