mezheplerin doğuş sebepleri / İslâmda Mezheplerin Yeri ve Çıkış Nedenleri Şiiri - Hanifi Kara

Mezheplerin Doğuş Sebepleri

mezheplerin doğuş sebepleri

MEZHEPLER VE DOĞUŞ SEBEPLERİ (l)

Müslüman'ın mezhebi Kuran'ın mezhebidir. Müslüman Kuran'ın dışında başa bir mezhebe tabi olamaz. Mezheplerin ortaya çıkışı siyasidir. Mezhepler ikinci asırdan itibaren oluşmaya başlamıştır. Din hakkında bilgilenmek isteyen Müslümanlar bilgi sahibi olan âlimlere sorular sormuşlardır, onlarda o insanları bilgilendirmişlerdir. Bu bilgiler, zamanla bir araya getirilmiş ve bilgi veren âlimin adı kullanılarak kurumsallaştırılmıştır. Daha sonra bu kurumlar, mezhepleri kurum haline getirenler tarafından „hak mezhepler" adıyla piyasaya sürülmüş ve dört sayısı ile de sınırlandırılmıştır.

Allah Kitabı'nda: "Kuran'ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı." (Nisa suresi, 82) buyururken, mezhepleri kurumsallaştıranlar, Allah'ın dinini çelişkiler dini haline getirmişlerdir. Mesela:
-Kan şafi mezhebine mensup bir müslüman`ın abdestini bozmazken, Hanefi mezhebine mensup bir Müslüman'ın abdestini bozmaktadır.
-Hanefi mezhebi gusül abdestinin farzının üç olduğunu iddia ederken, Şafi mezhebi bir olduğunu iddia etmektedir.
-Hanefi mezhebi, mensubu olan bir kadına tek başına 96 kilometrelik mesafeden fazla yolculuk yapamazsın derken, Şafi mezhebi yol güvenliğini esas alarak bu görüşe katılmamaktadır.
-Hanefi mezhebi balığın dışındaki deniz ürünlerinin yenilmemesi gerektiğini söylerken, Şafi mezhebi denizden babam çıksa yerim demektedir.

Çoğaltmak mümkündür. Sadece bu kadarı bile mezhepler tarafından Allah'ın dininin ne hale getirildiğini göstermek açısından yeterlidir. Mezhepleri din haline getirenler kadar, o dinlere inanan insalarda sorumludur. Allah Müslüman'ın her ihtiyacını Kura'n mezhebinde bildirmiştir, açıklamıştır. Kura'n mezhebinin dışında mezheb arayanlar, bilmelidirler ki, o mezhep Kuran'ın mezhebi değildir.

Dinde mezhep yoktur. Çünkü mezhep çelişki demektir. Biz Allah'ın dinini çelişkiler dini haline getirenleri Allah'a havale ediyoruz. Peygamberimiz şöyle buyurur: "Pek çok müftü fetva verse de sen kalbine danış." (Süyûtî Câmi'u's-Sağîr I/)

Mezhepler konusunu, AÜ İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Bölümü İslam Mezhepleri Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hasan Onat enine boyuna işlemiş, hem de güzel işlemiş. Konu ile ilgili olan bu yazıyı aynen sizlere aktarıyorum. Allah istifade edebilenlerden eylesin

Mezhep Kavramı ve Mezheplerin Doğuş Sebepleri

Mezhep, Arapça'da gitmek anlamına gelen "zehebe" fiilinden türemiştir; kelime olarak "gidilen yol" demektir.

İslâm'ın "itikâdî ve amelî sahadaki düşünce ekolleri" diyebileceğimiz mezhepler, dinin anlaşılma biçimleri ile ilgili tezâhürlerdir. Siyâsî, ictimâî, iktisadî, coğrafî, tarihî ve benzeri sebepler, dinin anlaşılması planında, belirli fikirlerin ya da şahısların etrafında odaklaşmalara yol açmıştır. Böylece, din anlayışında yer yer farklılaşmalar husule gelmiştir. Bu farklılaşmaların, zamanla sistematik özellik kazanarak, düşünce ve davranışları etkilemeye başlaması, kurumlaşarak ve sosyal hayatta derin izler bırakarak varlığını sürdürmesi, karşımıza "mezheb" olgusunu çıkartmaktadır.

Müslümanlar, Hz. Muhammed'in vefatından sonra, muhtelif sebeplerle, dini farklı anlamaya, farklı görüşler üretmeye başlamışlardır. Bu farklılaşmalar, mezheplerin oluşumunu hazırlayan sürecin ilk aşaması olarak alınabilir. Her insan başlı başına bir dünya olduğuna göre, din anlayışında özgün bir boyut kaçınılmazdır. Üstelik bu özgün boyut, sevgi, saygı ve hoşgörü ortamında muazzam bir zenginlik sağlayabilir. Ancak, insanın sosyal bir varlık oluşundan kaynaklanan doğal örgütlenme arzusu, siyaset, ekonomi, sosyal değişme, kısaca insanın yapısından ve içinde yaşadığı koşullardan kaynaklanan birtakım sebepler, farklılaşma ile başlayan süreci, kurumlaşma aşamasına doğru sürüklemektedir. Sonuçta, ortaya, sayıları binlere ulaşan mezhepler çıkmaktadır.

İslâm Düşünce Tarihi'nde, mezheb dendiği zaman, hem siyasî ve itikâdî nitelik taşıyanlar, hem de fıkhî, amelî nitelik taşıyanlar anlaşılmaktadır. Özellikle Türkçe'de, mezhep, her iki alanı da ifade etmek için kullanılmaktadır. Arapça'da, siyâsî ve itikâdî alandaki farklılaşmalar daha çok "fırka" kelimesi ile ifade edilmektedir. "İki şeyi birbirinden ayırmak, birinin diğerinden farklı olduğunu ortaya koymak" gibi anlamlara gelen "fereka" kökünden türeyen "fırka" kelimesinin, bir anlamda,"Müslümanları ayrılıklara düşüren inançları ve kütleleşmelere ön ayak olan fikirleri yermek ve kötülemek için" kullanıldığı söylenebilir. Bu bağlamda,"fırka" kavramının Kuran'la irtibatlandırılması mümkündür. Al-i İmrân sûresinin âyetinde, "Toptan Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın (ve la teferrekû)" buyrulmakta, bölünme, parçalanma, ayrılık yaratma kınanmaktadır. İslâm Mezhepleri Tarihi, daha çok "fırka" kavramı ile karşılanan siyâsî ve itikâdî nitelikli mezhepleri inceleyen, "İslâm Düşünce ekollerini araştıran bir bilim dalıdır. Fıkhî-amelî mezhepler, İslâm Hukuku'nun ilgi alanına girmektedir.

Din ve Mezhep İlişkisi

Din, insanlık tarihinin şahit olduğu, kökü insanlık kadar derinlerde olan bir olgudur. İnsanın olduğu her yerde, din de vardır. Dinler tarihi alanında yapılan araştırmalar, tarih boyunca bütünüyle dinden uzak bir toplumun mevcut olmadığını ortaya koymuştur. İşin ilginç yanı, yaygın inanç şeklinin ağırlıklı olarak Tek Tanrı inancı olmasıdır[1].

Din temelde, akıl sahibi olan insanoğlunu, kendi hür iradesiyle hayırlara sevk eden bir "vad'ı İlâhî"dir[2]. Elmalı'nın ifadesiyle "Din-i hakkın faslı mümeyyizi zevilûkulü hüsnü ihtiyari ile bizzat hayrata sevk etmektir. Tabiri aharla dini hak zorla değil, seve seve hayır yapan fâili muhtar insanlar yetiştiren bir kanunu terbiyedir ve bütün saadetler de hayrın fâilidir"[3].

Din, insanın en iyi şekilde insanlığını gerçekleştirebilmesi; birey ve toplum planında fıtrata uygun, insan onuruna yaraşır, ahlâklı bir hayat imkânının sağlanması; insanın, kendi özüne yabancılaşmasının önlenmesi; özellikle aşkın alan hakkında doğru bilgilenmenin temini ve değerler alanında keyfiliğin imkânlar nispetinde ortadan kaldırılması için vardır. Başka bir ifadeyle, din insan içindir ve doğrudan bir araç niteliği taşımaktadır. Amaç, insandır; insanın insanlığını gerçekleştirmesidir; insanın insanca yaşamasıdır. İnsan için olan dinin ana hedeflerinin gerçekleşip gerçekleşmediği, ya da dinin ne ölçüde fonksiyonel olduğu elbette tartışılacaktır. Ancak, dinin, -hangi isimde ve formda olursa olsun-, insanlık tarihi boyunca etkin olduğu; hatta insanlığın doğal akışına damgasını vurduğu herhalde tartışılamayacak kadar açıktır.

İslâm, son peygamber olan Hz. Muhammed'e Allah katından gelen vahyin etrafında şekillenmiş bir din olup, onun sağlığında tamamlanmıştır[4]. Hz. Muhammed, "örnek" insan sıfatıyla İslâm'ın nasıl hayata geçirileceğini bizzat yaşayarak gözler önüne sermiştir. Hz. Muhammed, Allah katından vahiy alan son peygamberdir. Hz. Muhamed'in sağlığında, Kur'ân'da iman esası olarak belirtilen Allah'a, ahiret gününe ve Hz. Muhammed'in peygamber olduğuna inanan bir müminler topluluğu meydana gelmiştir. İslâm'ın temel inanç ilkelerine inanan her insan, Müslüman adını almıştır.

Hz. Muhammed'in sağlığında, sadece Müslüman insan vardır; herhangi bir mezhep, tarikat, cemaat ya da din anlayışını merkeze alan bir zümreleşme, bir örgütlenme söz konusu değildir.

Hz. Muhammed'in vefatını müteakip, siyasî görüş ayrılıkları, kabilecilik, çıkarlar, İslâm'ın yayılma sürecinde karşılaşılan yeni kültürler, sosyal değişme, din anlayışında doğal olarak ortaya çıkacak olan farklılaşmaların kurumlaşmasına yol açmıştır. Daha sonraları "mezhep" adını alan bu oluşumlar, dinin anlaşılma biçimleri ile ilgili tezahürlerden ibarettir. Bir başka ifadeyle, mezhepler, din değil; dinin anlaşılma biçimleridir.

Mezhepler dinin anlaşılma biçimleri ile ilgili tezahürler olduğu için, her ne sebeple olursa olsun, mezhep ve din kavramlarının özdeşleştirilmesi mümkün değildir. İslâm dini ilahî bir dindir. İslâm'ın anlaşılması planında ortaya çıkan her türlü oluşum insan ürünüdür, beşerîdir.

Hz. Peygamber'in vefatından sonra, vahiy kapısı kapanmış olduğu için, hiç kimsenin, genel geçer nitelikli, doğruluğu tartışılamayacak, Allah katından gelen özel bir bilgi sahibi olduğunu iddia etme hakkı, İslâmî açıdan mümkün değildir. İslâm'ın din olarak evrensel ilkeleri, Hz. Peygamber'in sağlığında nihâî şekline kavuşmuştur. Bu sebepten, Hz. Peygamber'in sağlığında sergilenen din anlayışının evrensel ve mahallî olmak üzere iki boyutu mevcuttur. Zamana zemine bağlı olmayan, gelecek açısından bağlayıcı nitelik taşıyan, özellikle inanç, ibadet ve nihâî hedefler noktasında kendisini gösteren boyut evrenseldir. Evrensel olmayan boyut, sadece Hz. Peygamber'in yaşadığı zaman dilimini ilgilendirir. Bunun geleceğe olduğu gibi taşınması, gelecek açısından bağlayıcı nitelik taşıması mümkün değildir. Ancak, Hz. Peygamber'in sağlığında ortaya çıkan din anlayışı, bir bütün olarak, daha sonraki dinî nitelikli oluşumların istikametinin belirlenmesi açısından bir kıstas özelliği taşımaktadır.

Hz. Peygamber'in vefatını müteakip ortaya çıkan, dinî nitelik taşıyan bütün oluşumlar, İslâm'ın anlaşılma biçimleridir. Bütünüyle beşerî olan bu tür oluşumların İslâm'la özdeşleştirilmesi, hem İslâm'ın evrenselliğine, hem de insan gerçeğine aykırı olur. Artık, dinin anlaşılma biçimleri söz konusudur. İnsanlar, içinde bulundukları ortama göre, bilgi birikimlerine göre, Kur'ân'ın öngördüğü istikamette İslâm'ı anlamaya ve yaşamaya çalışmak durumundadırlar. Beşerî nitelik taşıyan bütün olgu ve oluşumlar, tabiatı gereği, her türlü tahlil ve tenkide açık olacağı için, her ne sebeple olursa olsun, dinin anlaşılma biçimlerinin din gibi mütalaa edilmesi, geleneğin din haline getirilmesi, dinin etkinlik alanının daraltılması anlamına gelecektir. Bu durum, din anlayışının geçmişe göre şekillenmesine yol açacağı için, İslâm'ın evreselliği ile bağdaşmayacaktır.

Hak Mezhep, Bâtıl Mezhep ve Dört Hak Mezhebin Anlamı

İslâm'ın bir din olarak teşekkülü, Hz. Muhammed'in yaklaşık 23 yıl süren peygamberliği dönemi ile sınırlıdır. Hz. Peygamber, vahiy ve aklı birlikte etkin kılarak, İslâm'ın anlaşılması ve sağlıklı bir şekilde hayata geçirilmesi konusunda sağlam bir "model" ortaya koymuştur. Hz. Peygamber'in vefatından sonra Müslümanlara düşen, bu sağlam "model"den yararlanarak, vahyi eksen alarak, zamana ve zemine en uygun, insan fıtratı ile çelişmeyen sağlıklı din anlayışına ulaşmaktır. Kur'ân'ın eksen alınması ve monash.pwber'in ortaya koyduğu "model", sosyal değişmeye paralel olarak yenilenecek anlayış biçiminin istikametini belirleyecektir.

İslâm tarihi boyunca ortaya çıkan her mezhep, kendisinin, İslâm'ın en iyi temsil eden, en doğru, en sahih mezhep olduğunu iddia etmiştir. İnsanlar, kendi mezheplerini önplana çıkartabilmek için, diğer mezhepleri kötülemek ihtiyacı hissetmişlerdir. Öyle ki, mezheplerin pek çoğunun lehinde ve aleyhinde hadisler uydurulmuştur. Her mezhebin mensupları, kendi mezheplerinin hak (doğru, gerçek, sahih) mezhep, diğer mezheplerin de bâtıl (gerçeğe uymayan, doğru ve sahih olmayan) mezhep olduğuna inanmışlardır.

Her mezhebin, Kur'ân'a uygun olan ve uygun olmayan görüş ve düşüncelerinin olması her zaman imkân dahilindedir. Çünkü bütün mezhepler insan ürünü olan oluşumlardır.

İnsanoğlu, zaman zaman araç-amaç kargaşasından pek yakasını kurtaramamaktadır. Din, insan için bir araçtır; mezhepler de, hem dinin anlaşılması için, hem de insan için bir araçtır. Araç olan mezheplerin, çeşitli sebeplerle amaç konumuna yükseltilmesi, her mezhebin, hatta her dinî grubun kendisinin kurtuluşa ermiş fırka (Fırkayı Naciye) olduğunu iddia etmesi gibi bir sonuç doğurmuştur[5]. Bunun anlamı, en azından mezheplerin birtakım temel görüşlerinin din gibi telakki edilmesi ve dinin birtakım temel fonksiyonlarının mezheplere yüklenmesi demektir. Mezhepler ve bütün dinî gruplar, en ileri noktada, İslâm'ın sadece bir tür anlaşılma biçimi olarak görülmelidir.

Kurumlaşan farklılaşmaların niteliği, mezhep adı verilen oluşumların, İslâm'a göre konumunun belirlenmesini sağlamaktadır. Kuran'da belirtilen temel inanç esaslarına bütünüyle zıt olan oluşumlar,"gulat" adı verilen aşırı fırkaların vücut bulmasına yol açmıştır. Öte yandan, Kura'n ilkeleriyle ters düşmeyen mezheplerin, isimleri, görüş ve düşünceleri, şekilleri ne olursa olsun, İslâm dairesi dışına itilmesi, İslâm'a uygun bir davranış biçimi değildir.

Bir mezhebin hak veya bâtıl mezhep olduğunun tek ölçüsü Kur'ân-ı Kerim'dir. İnanç noktasında Kur'ân'a ters düşmeyen her mezhep hak mezheptir; Kur'ân'ın öngördüğü istikâmeti yitiren mezhepler de bâtıl mezheplerdir. Ancak, Kur'ân'ın, inanç noktasında kurumlaşmaya pek sıcak bakmadığını, her insanın aklıyla ve kendi hür iradesiyle imana ulaşacağını, "hiç kimsenin bir başkasının günahını yüklenemeyeceğini" ısrarla belirttiğini hatırlamakta fayda vardır. Kur'ân, inancı biçimlendiren geleneği "ataların dini" adı altında şiddetle eleştirir. Bu doğrultuda düşünecek olursak, "hak mezhep- bâtıl mezhep" ayrımından çok, Kur'­ân istikametinde olan, ya da olmayan Müslüman'dan söz etmenin daha doğru olacağını söyleyebiliriz. Çünkü inanç noktasında önemli olan bireysel tavırlardır. Bir mezhebe mensup olmak, hangi mezhep olursa olsun, bireyin Müslümanlığını garanti altına almaz.

Bir kimse, kim olursa olsun, hangi mezhebe mensup bulunursa bulunsun, Allah'a, ahiret gününe, Hz. Muhammed'in peygamberliğine inanıyorsa, İslam dairesi içindedir. Hiç bir mezhep, hiç bir kimsenin Müslüman olup olmadığını belirleme hakkına sahip değildir.

Mezheplerin hak olup olmadığı şeklindeki bir tasnif, sadece, temel ilkeleri açıkça Kur'ân'a aykırı olan mezhepleri belirleme noktasında bir anlam taşıyabilir. "Dört hak mezhep" ifadesiyle kastedilen, yaşayan dört fıkıh ekolüdür. Bunlar, Hanefîlik, Hanbelîlik, Şafiîlik ve Malikîlik'tir. Oysa Müslümanlar arasında yüzlerce mezhep ortaya çıkmıştır. Bunlardan pek azı günümüze kadar yaşama şansı bulmuştur. Hak mezheplerin sayısını bu dört mezheple sınırlamak, İslâm tarihi boyunca ortaya çıkan yüzlerce mezhebi görmezlikten gelmek demek olur.

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, İslâm dini bireysel kurtuluşu esas alır. İslâm'ın Kur'ân'da belirtilen temel ilkelerine inanan her insan, hangi mezhepten olursa olsun, İslam dairesi içindedir. Müslüman olan bir kimse, mezhebinin adı ne olursa olsun, "hak mezhep" mensubudur.

Mezheplerin Ortaya Çıkışı

Hz. Peygamber'in sağlığında, ne siyâsî ve itikâdî mezheplerden, ne fıkhî-amelî mezheplerden söz edebiliriz. Mezhepler, Hz. Peygamber'in vefatından çok sonraları teşekkül etmeye başlamıştır. İlk ortaya çıkan mezhep, Haricîlik'tir. Daha sonra, Mürcie, Şia, Mu'tezile gibi itikâdî yönü ağır basan mezhepler oluşmuştur. Fıkhî mezheplerin oluşumu ise, hicri ikinci asra ve daha sonralara rastlamaktadır. Ehl-i Sünnet ise, Haricilik, Mürcie, Mu'tezile ve Şia gibi büyük mezheplerin görüşlerini sistemleştirip, Müslümanların çoğunluğundan farklı olduklarına inanıp, farklı oldukları hususları açıkça ortaya koymalarından sonra, geride kalan, ancak çoğunluğu teşkil eden Müslümanların görüş ve düşüncelerinin sistemli bir biçimde ifade edilmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Bu haliyle Ehl-i Sünnet'in Haricilik, Şiilik gibi bir mezhep olarak telakki edilmesi, doğrusu biraz zor görünmektedir.

Hz. Peygamber'e gelen ilk vahiyle birlikte, tarihî bir akış başlamıştır. Bunu bir dağın eteğinden fışkıran bir kaynağa benzetebiliriz. Allah'a, Ahiret gününe ve Hz. Muhammed'in peygamber olduğuna inanan insanların oluşturduğu İslâm toplumu, kaynaktan fışkırarak denize doğru akan nehir misali, insanlığın sonuna dek, tarihî akışına devam edecektir. Bu akış esnasında, zaman zaman, zemine uygun olarak birtakım kollar, "çoğunluk"tan ayrılarak yeni oluşumları gerçekleştirmiştir. Bu kolların bir kısmı, tarihin karanlıklarında gömülüp gitmiştir. Bir kısmı "çoğunluk"a paralel olarak akışını sürdürmüştür. Bazen de, "çoğunluk"un içinde birtakım iç akıntılar meydana gelmiştir. Bu sürecin ana çizgilerini, Mezhepler Tarihi'nin renkli sayfalarında görmek mümkündür. Mezhepler Tarihi, inanç ve gönül dünyâlarını vahye uygun hale getirerek, hayatı Tevhid eksenine göre şekillendirerek insanlığın zirvesini yakalayan insanlarla, arzu ve heveslerini, ya da önlerine çıkan her şeyi putlaştırarak insanlık sınırlarının ötesinde kalan insanları, bir ibret levhası olarak gözler önüne sermektedir.

Mezheplerin Doğuş Sebepleri

Siyâsî ve itikâdî mezheplerin doğuşunda etkili olan pek çok sebep vardır. Ancak, ağırlıklı sebeplerin, isimden de anlaşılacağı gibi, siyâsî ve itikâdî nitelik taşıdığı hemen söylenebilir. Siyâsî ve itikâdî faktörler, başka sebeplerin de etkisiyle, dinin anlaşılma biçimi üzerinde etkili olmaya başlamış; anlayış planında belirgin farklılaşmalar ortaya çıkmıştır. Bu farklılaşmalarda birinci derecede etkin olan husus insandır, insanın temel özellikleridir. Çünkü dini anlayan da, yaşamaya çalışan da insandır.

Mezheplerin doğuş sebeplerini iyi anlayabilmek için, birey ve toplum planında, insan unsurunun önemini iyi belirlemekte fayda vardır. Çünkü, bütün mezhepler insanın ürünüdür. İnsan unsuru devre dışı bırakıldığı taktirde, mezhepleri anlamak pek mümkün olmayacaktır.

Diğer taraftan, anlayış planında yeni şekillenmelerin konusu din olduğu için, "din"in yapısından, özelliklerinden kaynaklanan sebepler, kendiliğinden varolmak durumundadır. Gerek kutsal metinlerin anlaşılması, gerekse peygamberin konumu farklılaşmalarda etkili olmuştur.

Bu arada, İslâm öncesi Arap kültürü ve İslâm'ın yayılması esnasında karşılaşılan yeni kültür ve medeniyetler de, farklılaşmalarda etkili olan unsurlar arasındadır.

Devam edecek

Rüştü Kam

[1] Bk.G.Tümer, A. Küçük, Dinler Tarihi, 29 vd.
[2] Muhammed Hamdi Yazır,Hak Dini Kur'ân Dili,I,
[3] Aynı eser, I,
[4] Mâide, 3.
[5] Hz. Peygamber'e atfedilen Müslümanların yetmişüç fırkaya ayrılacağı, bunlardan sadece birisinin "Fırka-ı nâciye" kurtuluşa eren fırka olacağı şeklindeki hadis, hemen hemen bütün Mezhepler Tarihçileri'ni etkilemiştir. Ayrıca, her fırka, kendisinin kurtuluşa eren fırka olduğunu da iddia etmiştir. Bu konuda geniş bilgi için bk. Mevlut Özler, Islam Düşüncesinde 73 Fırka Kavramı, Ist.

Yazarın Diğer Yazıları

Mezheplerin doğuşu nasıl olmuştur; Peygamber Efendimiz zamanında durum neydi?..

Değerli kardeşimiz,

İslâm'da dinî hükümlerin iki kaynağı vardır:Kitap ve sünnet. Bu ikisinden sonra müracaat edilecek kıyas ve icma da esas itibariyle, yine bu iki kaynağa bağlıdır. Bunların dördüne birden “dört usul, dört şer’î delil” adı verilir. Bütün dinî hükümler bu dört delilden çıkarıldığı için, bunlara dayanır. Bu dört delil sırasıyla şöyledir:

1. Kitap:

Kitaptan maksat Kur’ân-ı Kerim’dir. İslâm dininin en esaslı kaynağı olan yüce kitabımız Allah tarafından nasıl indirilmişse öylece muhafaza edilmiş, bir harfi dahi değişmemiştir. Çünkü, onun muhafazasını yüce kelâmın sahibi Cenab-ı Hak üzerine almış ve korumuştur. İşte dinî bir meselede ilk müracaat edilecek kaynak Kur’ân-ı Kerim’dir.

2. Sünnet:

Sünnetten maksat, Resul-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) mübarek sözleri, işleri ve görüp de men etmeyerek sükût buyurdukları halleridir. Sünnet olarak tarif edilen Peygamberimizin (asm) bu hallerine aynı zamanda hadis denir.

Sahabiler, Kur’ân’da yer alan dinî hükümlerin tafsilatıyla ilgili binlerce hadisi ezberleyip muhafaza ederek kendilerinden sonra gelen ve "Tâbiîn" denilen ikinci nesle nakletmişlerdir. İlk olarak Hicrî tarihinde Ömer bin Abdülaziz’in gayretleriyle dinî hükümlerin tafsilati ile ilgili dört bin kadar hadis-i şerif toplanmıştır. Kur’ân-ı Kerim’den sonra sünnet dinî hükümlerin tesbitinde çok esaslı bir yer tutmaktadır.

3. Kıyas:

Bir meselede sabit olan bir hükmün benzerini, diğer bir meselede içtihad sonunda açığa çıkarmaktır. Diğer bir ifade ile, kitap, sünnet veya icma ile sabit olan bir meseledeki hükmü, aynı sebep, aynı hikmete dayanan başka benzer bir meselede tatbik etmektir. Kıyası, ancak müçtehid derecesindeki bir âlim yapabilir.

4. İcma:

İcma, bir (aynı) asırda yaşayan İslâm müctehidlerinin, bir meseledeki dinî hüküm hakkında ittifak etmeleridir. Buna göre kitap ve sünnette, hakkında bir nas bulunmayan bir meselede müçtehidlerin içtihad ederek verdikleri hükümlerde ittifak meydana gelirse, bu hüküm “icma-i ümmet”le sabit olmuş demektir. Hakkında icma olan bir mesele, artık kuvvetli bir mesele haline gelmiş demektir. Bu hükme şu hadislerde de işaret edilmiştir:

“Ümmetim dalâlet üzerinde ittifak etmez.”1

"Müslümanların güzel gördüğü bir şey, Allah katında da güzeldir.”2

İçtihad-Müçtehid:

İbadet ve muamelatla ilgili bir hükmü dinî delilinden çıkarmak için güç sarfetmeye içtihad denir. Bu hükümleri delillerinden çıkaran âlime de müçtehid adı verilir. Müçtehid, Kur’ân, sünnet ve İslâm hukuku ile ilgili bütün meselelerde tam bir bilgi sahibi olmalıdır.

Peygamberimizin (asm) zamanından beri İslâm âlimleri, dinî bir hükme ihtiyaç duydukları meselelerde Kitap ve sünnette açık bir delil bulamadıkları zaman kendi içtihatları ile amel etmişlerdir. Peygamberimiz (asm), sahabilerine bu hususta müsaade etmişti. Nitekim Peygamber Efendimiz (as), sahabilerin âlim ve fakihlerinden Muâz bin Cebel'i (r.a.) Yemen’e hâkim olarak tayin ettiğinde ona sordu:

“Oraya vardığın vakit ne ile hükmedeceksin? Sana bir şey sorulduğu yahut bir dâvâcı geldiğinde o müşkülü nasıl halledeceksin?”
Muâz: “Allah’ın kitabı Kur’ân ile.”
Resulullah: “Kitapta bulamazsan?”
Muaz: “Resullullahın sünnetiyle.”
Resulullah: “Onda da bulamazsan?”
Muaz: “Onda da bulamazsam kendi içtihadımla hükmederim.”
Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz, “Allah’a hamd olsun ki, peygamberlerin elçisini {Muâz’ı}, peygamberlerinin razı olduğu şeye muvaffak buyurmuştur.” diyerek Muaz’ın bu sözlerinden dolayı memnuniyetini dile getirdi.3

Hz. Peygamber (asm), hayatta iken sahabiler arasında herhangi bir ihtilaf' yoktu. Dinin usul ve füruunda sahabilerden bazısının anlamadığı bir mesele çıkarsa, Hz. Peygamber (asm)'e sorar, o da açıklardı.

Peygamberimiz (a.s.m.) ebedî âleme göçtüğünde Kitap ve sünnet sahabîlerin ezberinde bulunuyordu. Ancak sahabîler arasında Kur’ân-ı Kerim ile sünneti zaptetmek, onların ahkâm ve mânâlarını iyi anlamak hususunda ilmî kıfayeti olanlar fetva veriyorlardı. Bunlara sahabîlerin âlimleri ve fakihleri denmektedir. Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah bin Mes’ud, Hz. Âişe, Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Abbas ve Ebû Musa el-Eş’arî bunlardan en meşhur olanlarıydı.

Dört Halife devrinde ve daha sonraki zamanlarda Müslümanlar karşılaştıkları meseleleri bu zatlara gelip soruyorlar, onlar da Kitap ve sünnete göre hüküm veriyorlar; bu ikisinde de bulamazlarsa kıyas yoluyla meseleyi hallediyorlardı. Böylece sahabîler zamanında pekçok meselede “icmâ” sabit oluyor; İslâm hukuku, fıkıh teşekkül ediyordu.

Bu arada, bu sahabîler bazı beldelere yerleşerek ilim ve irfanlarıyla İslâma hizmet ettiler. Meselâ, Hz. Ali ile Abdullah bin Mes’ut Kûfe’de, Enes bin Malik ile Ebû Musa el-Eş’arî Basra’da, Abdullah bin Ömer ile Zeyd bin Sâbit Medine’de yüzlerce talebe yetiştirdiler. Sahabîlerin yetiştirdiği bu talebelere “Tâbiîn” denmektedir. Resulullah (asm)'ın bıraktığı ilim mirası bu nesle intikal etti. Bunların içinde içtihad edebilecek seviyeye gelmiş pekçok âlim vardı. Meselâ, İbrahim en-Nehâî, Hasan el-Basrî, Tâvus bin Kaysan bunlardan birkaçıdır.

Tâbiîn, sahabîlerin rivayet ettikleri hadisleri ve onların içtihadlarını derleyip biraraya topladılar. Bunun yanı sıra hakkında âyet, hadis ve sahabîlerin içtihadının mevcut olmadığı meselelerde kendileri de içtihadda bulundular. Çevrelerinde halkalanan talebeleri yetiştirmeye gayret ettiler. İslâm hukukunun temelini kurma, karşılaşılan yeni meseleleri enine boyuna inceleyip hükümlerini açıklama hususunda talebelerine rehberlik ettiler. Bu nesle de “Tebe-i Tâbiîn” adı verilmektedir. İmam-ı Âzam, İmam-ı Malik, İmam-ı Şâfiî, Ahmed bin Hanbel, Süfyan-ı Sevrî, Sufyan bin Uyeyne bu neslin meşhurlarındandır. Bu zatların içinden, meselâ İmam-ı Âzam Sahabîlerden bir kısmını görmüşse de, ilmî hüviyeti itibariyle Tebe-i Tâbiîne dahildir.

İşte fıkhî mezheplerin teşekkülü bu zamana rastlar. Tebe-i Tâbiîn imamları, sahabenin ve tâbiînin içtihadlarını topladılar. İhtiyaç oldukça kendileri de birçok meselede içtihadda bulundular. Müslümanların karşılaşmış olduğu binlerce meselede fikrî çalışmalar yapıp belli esaslar koydular. Bu zatlar çeşitli şehirlerde ikamet ediyorlardı, ilmî çalışmalarını bulundukları beldede yapıyorlardı.

Diğer taraftan her birinin fetva metodu da farklıydı. Bazısı sadece Kur’ân ve sünneti esas alıyor, bazısı bunların yanında kıyası kabul ediyor; bir kısmı Kur’ân, sünnet ve sahabenin icmâı ışığında kendi reyiyle fetva veriyordu. Bir kısmı da bulunduğu bölgenin örf ve âdetlerini dikkate alıyordu. Bu çeşit içtihad ve fetvalar Müslümanların dinî yaşayışını iyice rahatlatmıştı.

Müçtehidlerin bu içtihadları İslâmın temel esaslarında olmayıp ikinci derece fer’î meseleler üzerinde yapılıyordu. Zamanla aynı meselede birtakım farklı içtihadlar ve izahlar ortaya çıktı. Müslümanlar ise kendi bölgelerinde yaşayan müçtehidin içtihadını kabul ediyor, ibadet ve muamelat hayatını ona göre yapıyordu.

Bu tercih ve taraftarlık, zamanla yerini “gidilen yol” mânâsına gelen “mezhep”lere terk etti. O devir, başta hadis ve tefsir olmak üzere birçok İslâmî ilimlerin tahsil edildiği münbit bir zemindi. Müctehid derecesinde çok sayıda ulema mevcuttu. Her müçtehidin görüş ve fetvasını kabul eden ve tâbi olan halk bulunduğundan, neticede her imam bir mezhebin temsilcisi olarak kabul edildi. Bu durum, sonunda yüzlerce mezhebin vücut bulmasına vesile oldu.

Zaman geçtikçe mezhep imamı durumunda olan âlimlerin çoğu kendilerinden daha âlim gördükleri veya aynı meselede, aynı içtihadda ittifak ettikleri imamların mezhebine girdiler. Zaten mezhep sahibi müçtehidlerden hiçbirisi, “Biz bir mezhep kurduk, bize uyunuz, bizim mezhebimizi kabul ediniz, o mezhebi benim ismimle söyleyiniz.” diye bir dâvet ve telkinde de bulunmamıştır. Onlar, sadece meclislerine gelen kimselere dinî ilimleri öğretir, kendilerine gelen meselelere hal çareleri aramaya çalışırlardı. Bir meselenin dinî hükmü kendilerinden sorulduğu zaman onu açıklarlardı. Bu imamlardan ders alan talebeler, söz ve içtihadlarını kabul eden âlimler ve halk kendilerine tabi olurdu. Böylece bunların sözleri ve içtihadları bir mezhep şekline gelirdi.

Çünkü bu mübarek zatlar içtihad yaparken nefsî ve indî görüşten tamamen uzak bulunurlardı. İlmî enaniyet ve taassup onlarda mevcut değildi. Hakkı, doğruyu ve güzeli nerede bulurlarsa kabul ederlerdi.

Müçtehidlerin yapmış olduğu içtihadlarının bir mezhep haline elip yayılmasında talebelerinin büyük gayreti oldu. Bundan dolayı bazı imamların talebeleri hocalarının içtihadlarını tertip ve tasnif ederek bir sistem haline getirirken, pekçoğu bu meselede aynı muvaffakiyeti gösteremedi.

İlk başta teşekkül eden birçok mezhep, talebe ve müntesiplerinin azalması sonunda hayatiyetini devam ettiremedi, kitap sayfalarında kaldı. Bugün, Ehl-i Sünnet mezhepleri içinde dört tanesi yaşamaktadır: İmam Ebû Hanife ve Hanefi mezhebi, İmam Mâlik ve Mâlikî mezhebi, İmam Şâfiî ve Şâfiî mezhebi, İmam Ahmed bin Hanbel ve Hanbelî mezhebi.

Kaynaklar:

1. İbni Mâce, Fiten: 8.
2. Müsned, I/
3. Tirmizî, Ahkâm: 3; Ebû Dâvud, Akdiyye: 11; İbni Mâce, Menâsik:

(bk. Mehmed PAKSU, İbadet Hayatımız)

Selam ve dua ile
Sorularla İslamiyet

İÇİNDEKİLER

Mezhepler Tarihine Giriş

Mezhepler Tarihine Giriş

Değerler Eğitim Merkezi tarafından yayımlanan bu eser, Mezhepler tarihinin gelişimi, kavramları, eserleri, sorunları ve modern dönemde mezhepler tarihi yazıcılığı gibi temel sorunları içermektedir. YENİ

KISALTMALAR. 6

GİRİŞ. 1

BİRİNCİ BÖLÜM.. 3

MEZHEPLER TARİHİ’NİN TANIMI, AMACI, LÜZUMU VE DİĞER BİLİMLERLE İLİŞKİSİ3

I. MEZHEPLER TARİHİ’NİN TANIMI. 3

II. MEZHEPLER TARİHİ’NİN AMACI VE LÜZUMU.. 4

III. MEZHEPLER TARİHİNİNDİĞER BİLİM DALLARIYLA İLİŞKİSİ. 4

A. KELAM 5

B. İSLAM TARİHİ5

C. DİNLER TARİHİ VE DİN FENOMENOLOJİSİ6

D. DİN SOSYOLOJİSİ7E. DİN PSİKOLOJİSİ7

İKİNCİ BÖLÜM.. 9

MEZHEPLER TARİHİNİN İNCELEME ALANLARI VE TEMEL KAVRAMLARI9

I. MEZHEPLER TARİHİ’NİN İNCELEME ALANLARI. 9

A. MEZHEP İSİMLERİNİN AÇIKLANMASI9

B. MEZHEPLERİN DOĞUŞ SEBEPLERİ9

C. MEZHEPLERİN TEŞEKKÜL SÜRECİ9

D. MEZHEPLERİN MEKAN VE COĞRAFYAYLA İLİŞKİSİ10

E. MEZHEBİNHANGİ KİŞİ/KİŞİLER VEYATOPLUMSAL YAPIYLA BAŞLADIĞI10

F. MEZHEPLERİN İLK VE SONRAKİ TEMSİLCİLERİ10

G. MEZHEPLERİN TEMEL FİKİRLERİVE KAVRAMLARI10

H. MEZHEPLERİN EDEBİYATI10

İ. MEZHEPLERİN FIRKALARA VEYA ALT GRUPLARA AYRILIŞI11

K. MEZHEPLERİN YAYILDIĞI BÖLGELER.. 11

L. DİĞERMEZHEPLERLE İLİŞKİLERİ VE TARTIŞMA KONULARI11M. MEZHEPLERİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU.. 11

N. MEZHEPLERİN İSLAM DÜŞÜNCESİNE KATKILARI12

O. MEZHEPLERLE İLGİLİ YAPILAN ÇAĞDAŞ ARAŞTIRMALAR.. 12

II. MEZHEPLER TARİHİ’NİN TEMEL KAVRAMLARI. 12

A.FIRKA, FIRKAY-I NÂCİYE VE MEZHEP.. 12

B. MAKÂLE VE MAKÂLÂT. 13

C. MİLEL VE NİHAL.. 13

D. EHL-İ SÜNNET VE’L-CEMÂ’AT VE EHL-İ FURKAT. 14

E. EHL-İ BİD’AT/ASHÂBU’L-BİD’A VE EHLU’L-EHVÂ/ASHÂBU’L-EHVÂ.. 14F. HAKK/ EHL-İ HAKK-BATIL / EHL-İ BATIL.. 15

III. DİN-MEZHEP İLİŞKİSİ. 15

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM.. 18

MEZHEPLERİN DOĞUŞ SEBEPLERİ VE ZİHNİYETLER OLARAK TİPOLOJİLENDİRİLMESİ18

monash.pwLERİN ORTAYA ÇIKIŞ SEBEPLERİ. 18

monash.pw UNSURU.. 18

monash.pwSAL YAPI18

C. SİYASÎ OLAYLAR.. 19

D. ESKİ KÜLTÜR VE MEDENİYETLER.. 20

monash.pw METİNLER.. 22

II. MEZHEPLERİN ZİHNİYETLERE GÖRE TİPOLOJİLENDİRİLMESİ. 23

A. TEPKİSEL-KABÎLEVÎ DİN ANLAYIŞI23

B. AKILCI-HADÂRÎ DİN ANLAYIŞI24

C. GELENEKÇI-MUHAFAZAKÂR DİN ANLAYIŞI25

D. POLİTİK-KARİZMATİK LİDERCİ DİN ANLAYIŞI26

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM.. 28

MEZHEPLER TARİHİ BİLİMİNİN DOĞUŞU VE GELİŞİMİ28

I. MEZHEPLER TARİHİ BİLİMİNİN DOĞUŞUNU HAZIRLAYAN SEBEPLER.. 28

II. MEZHEPLER TARİHİ BİLİMİNİN GÜNÜMÜZE KADAR GEÇİRDİĞİ EVRELER.. 29

A. BAŞLANGIÇ DÖNEMİ29

B. TEDVÎN VE TASNİF DÖNEMİ30

C. OLGUNLUK DÖNEMİ33

D. TAKLÎD VE DARALMA DÖNEMİ36

BEŞİNCİ BÖLÜM.. 38

MEZHEPLER TARİHİ’NİNTEMEL KAYNAKLARI38

I. KALHÂTÎ (IV/X. ASIR), EL-KEŞF VE’L-BEYÂN’IN MEZHEPLER KISMI. 38

II. EBÛ MUTİ' EN-NESEFÎ MEKHÛL B. FAZL (/), KİTÂBÜ'R-RED ALE'L-BİDA'39

III. EBÛ'L-KÂSIM ABDULLAH B. AHMED B. MAHMUD EL-BELHÎ EL-KA‘BÎ EL-HORASANÎ (/), KİTÂBU’L-MAKÂLÂT.. 40

monash.pwÛ MUHAMMED EL-HASAN B. MÛSÂ EN-NEVBAHTÎ EL-BAĞDÂDÎ (/): FIRAKU’Ş-ŞÎA.. 41

monash.pwÛ TEMMÂM EL-İSMÂİLÎ EL-HÂREZMÎ (IV./X. ASIR ?), KİTÂBU'Ş-ŞECERE (BÂB EŞ-ŞEYTÂN KISMI). 42

monash.pw HAZM EBÛ MUHAMMED ALİ B. AHMEDB. SAÎD EL-ENDÜLİSÎ(/),EL-FASL FÎ'L-MİLEL VE'L-EHVÂ’ VE'N-NİHAL.. 43

VII. EBÛ MUHAMMED EL-YEMENÎ (VI./XII. ASRIN BAŞLARI ?), KİTÂBU’L-FIRAK (AKÂİDÜ'S-SELÂSE VESEB'İN FIRKA). 45

VIII. EBÛ’L-HASAN EL-EŞ'ARÎALİ B. İSMÂÎL (/), MAKÂLÂTÜ'L-İSLÂMÎYYÎN VE İHTİLÂFÜ'L-MUSALLÎN.. 47

IX. KLASİK MEZHEPLER TARİHÇİLERİNİN MEZHEPLERİ ELE ALIŞ YÖNTEMLERİ. 50

A. TARİHSEL VEYA BETİMLEYİCİ YÖNTEM 50

B. ANALİZ VE KARŞILAŞTIRMA YÖNTEMİ50

C. ELEŞTİREL ANALİTİK YÖNTEM 50

D. SAVUNMACI VE REDDİYECİ YÖNTEM 50

E. COĞRAFÎ DAĞILIMA GÖRE İNCELEME.. 51

F. FIRKALARI ALFABETİK SIRAYLA İNCELEME.. 51

ALTINCI BÖLÜM.. 52

MEZHEPLER TARİHİ’NİN SORUNLARI52

I. MEZHEPLER TARİHİKAYNAKLARININ GÜVENİLİRLİĞİ SORUNU.. 52

II. MEZHEPLERİN TASNİFİ SORUNU.. 53

III. MEZHEPLERİ İSİMLENDİRME SORUNU.. 55

A. BİR ALİMİN VEYA KURUCU KABUL EDİLEN BİR ŞAHSIN ADINA NİSBETLE İSİMLENDİRME.. 55

B. TERİMLERE VEYA FİKİRLERE DAYALI İSİMLENDİRME.. 55

C. FIRKALARI İLK ORTAYA ÇIKTIKLARI YERE VEYA GÜÇLÜ OLDUKLARI ŞEHRE NİSBETLE İSİMLENDİRME.. 56

D. AŞAĞILAMA VE HAKARET AMAÇLI İSİMLENDİRME.. 56

E. TARİHÎ BİR OLAYA DAYANDIRMAK SURETİYLE İSİMLENDİRME.. 57

F. AYET VE HADİSLERDE GEÇEN KELİMELERDEN HAREKETLE İSİMLENDİRME.. 57

IV. KAVRAM KARMAŞASI SORUNU.. 57

V. MEZHEPLERİN İTİKADİ/KELÂMÎ YAPILAR OLARAK ELE ALINMASI SORUNU.. 58

VI. MEZHEPLERİ HZ. PEYGAMBER VEYA İLK DÖNEMLE İLİŞKİLENDİRME SORUNU.. 59

VII. TARİHSEL KİŞİLİĞİN MENKABEVÎ KİŞİLİKLE VEYA EFSANEYLE GERÇEKLİĞİNKARIŞTIRILMASI SORUNU.. 60

VIII. FİKİRLERİN ANONİMLEŞTİRİLMESİ SORUNU.. 60

IX. MEZHEPLERİN GÖRÜŞLERİNİNTESPİTİ SORUNU.. 61

YEDİNCİ BÖLÜM.. 63

CUMHURİYET DÖNEMİNDE MEZHEPLER TARİHİVE TARİHÇİLİĞİ: YENİ METODOLOJİ ARAYIŞLARI63

I. CUMHURİYET DÖNEMİNDE MEZHEPLER TARİHİ’NİN KISA TARİHÇESİ. 63

II. CUMHURİYET DÖNEMİNDE MEZHEPLER TARİHİNDE YENİ AÇILIMLAR.. 64

monash.pw-POZİTİVİST(İÇTİMAİYÂTÇI) YAKLAŞIM: YUSUF ZİYA YÖRÜKÂN.. 64

B. TARİHSEL-SOSYOLOJİK YAKLAŞIM: MUHAMMED B. TAVİT ET-TANCÎ67

C. NORMATİF-TEOLOJİK YAKLAŞIM 69

D. ZİHNİYET ÇÖZÜMLEYİCİPSİKO-SOSYAL YAKLAŞIM 70

III. CUMHURİYET DÖNEMİNDE MEZHEPLER TARİHİ ALANINDA YAPILAN ÇALIŞMALARIN DEĞERLENDİRİLMESİ. 71

SONUÇ. 74

EKLER. 75

EK 1:75

TABLOLAR LİSTESİ75

TABLO 1: MÜRCİÎ MAKÂLÂT GELENEĞİNDE MEZHEPLERİN 6 x 12 +1 = 73 FORMÜLÜNE GÖRE TASNİFİ. 75

TABLO 2:İSMAİLÎ MAKÂLÂT GELENEĞİNDE MEZHEPLERİN 24 x 3 +1 = 73 FORMÜLÜNE GÖRE TASNİFİ. 76

TABLO 3: HADİS TARAFTARLARI MAKÂLÂT GELENEĞİNDE MEZHEPLERİN 18 x 4 +1 = 73 FORMÜLÜNE GÖRE TASNİFİ. 77

TABLO 4: MAKÂLÂT VE FIRAK KİTAPLARINDA MUTEZİLE’NİN ALT KOLLARI. 78

EK 2: GÜNÜMÜZE ULAŞMIŞ MAKÂLÂT TÜRÜ ESERLER.. 80

EK 3:İSLAM MEZHEPLERİ KONUSUNDA İLERİ OKUMA İÇİN TÜRKÇE SEÇME BİBLİYOGRAFYA.. 83

KAYNAKÇA

MEZHEPLER TARİHİNE GİRİŞ (TANITIM YAZISI)

Prof. Dr. Sönmez Kutlu

Dem, 1. Baskı, İstanbul, , s.

Tanıtım: Arş. Gr. Yaşar Kocadağ

Hz. Peygamber’in ölümünden sonra meydana gelen toplumsal değişimin sonucunda dinî ve siyasi gayelerle vücut bulmuş İslam düşünce ekollerini incelemek üzere doğan bilim dalına mezhepler tarihi diyoruz. Mezhepler tarihi İslam bilim tarihinde konuları, sorunları ve kendine özgü yöntemleriyle bağımsız bir disiplin olarak yerini almıştır. Bu bilimin temelleri, kendi görüşlerini açıklamak, yaymak ve muhaliflerinin eleştirilerine cevap vermek için küçük makaleler veya kitapçıklar yazan fırka mensuplarınca atılmış, daha sonra bu bilim, kişiler ve fikirler etrafındaki bütün siyasi ve itikadi zümreleşmeleri, teşekkül süreçlerini, tarihçelerini, fikirlerini, inançlarını, mensuplarını ve yayıldığı bölgeleri ele alan bilimsel hüviyete kavuşmuşmonash.pw Mezhepleri Tarihi’de usûl sorunu, fırkaların ortaya çıktığı andan itibaren, Mezhepler tarihi araştırmacılarını meşgul etmektir. Mezhepler/fırkalar konusunda bilimsel bilgi üretebilmek için farklı yazarlar, bu bilim dalına özgü bir yöntem geliştirmeye çalışmışlardır. Bunların ilklerinden birisi, İslam Mezhepler Tarihçiliğinin zirvesinde yer alan Şehristanî gelmektedir. O, el-Milel ve’n-Nihal adlı eserinde, Giriş kısmını bu konuya ayırmıştır. Beş Mukaddime’den oluşan bu bölüm, Mezhepler Tarihi geleneğinde son derece önemlidir. Modern dönemde ise Yusuf Ziya Yörükân, İslam Mezhepleri Tarihi’nde usûl sorunuyla yakından ilgilenmiş ve yeni açılımlar getirmiştir. Yakın dönemlerde ise, Ethem Ruhi Fığlalı, Hasan Onat ve Sönmez Kutlu Yörükân tarafından başlatılan çalışmaları sürdürmektedir. İSAV’ın İslam Mezhepleri Tarihi’nde Usûl Sorunu adlı ihtisas toplantısı, bu alanda üretilen bilginin yeniden değerlendirilmesine sebep olmuştur. Sönmez Kutlu ve Mehmet Ali Büyükkara’nın konuyla ilgili sunduğu tebliğler, alana yeni bir açılım getirmiştir. Kutlu, uzun zamandır konuyla ilgili yaptığı araştırmaları, Değerler Eğitim Merkezi’nin çeşitli bilim dallarıyla ilgili “giriş” mahiyetindeki bir projesi çerçevesinde, Mezhepler Tarihine Giriş adıylakitaplaştırmış ve okuyucunun dikkatine sunmuştur.

Mezhepler Tarihine Giriş, yedi bölüm ve eklerden oluşmaktadır. Mezhepler tarihi’nin Tanımı, Amacı, Lüzumu ve Diğer Bilimlerle İlişkisi adlı Birinci Bölüm’de mezhepler tarihinin tanımı yapılmış, amacı ve lüzumu incelenmiştir. Mezhepler Tarihi’nin diğer bilim dallarıyla ilişkisi başlığında Mezhepler Tarihi’nin kelam, İslam tarihi, dinler tarihi ve din fenomenolojisi, din sosyolojisi ve din psikolojisi bilim dallarıyla olan farklı ve benzer yönler analiz edilmiştir. İlk dönemlerde Kelam ilmiyle sıkı bir işbirliği içerisinde gelişmiş olan Mezhepler Tarihi’ni Kelam bilim dalından ayıran özellikler olarak yazar tarafından şunlar ifade edilmiştir: “Mezhepler Tarihi her bir mezhebin itikâdi ve siyasi görüşlerinin hangi şartlar içerisinde nasıl oluştuğunu kendi bütünlüğü ve insicamı içerisinde incelemektedir. Ayrıca Mezhepler Tarihi fikirlerin oluşum süreçlerini zaman-mekan ve fikir-hadise ya da hadise-fikir ilişkisi çerçevesinde açıklamaya çalışır. Kelam, klasik dönemde, İslam akidelerini daha ziyade, zaman ve zeminden, toplumsal yapılardan bağımsız olarak savunmak gibi bir görev üstlenmiştir. Mezhepler Tarihi, fikirlerin nüve hâlinden başlayarak son şeklini nasıl aldığı ve kurumsallaşarak fikrî zümrelere nasıl dönüştüğünü incelerken Kelam daha çok fikirlerin son şekliyle ve İslam akaidine ters düşen görüşlerin eleştirisiyle ilgilenmektedir. Mezhepler Tarihi, modern dönemde, klasik dönemdekine nazaran savunmacılıktan vazgeçip mezhepleri “ne ise o şekilde” betimleyici bir yöntemle ortaya koymaya çalışmaktadır.”

Mezhepler Tarihi’nin İnceleme Alanları ve Temel Kavramları isimli İkinci Bölüm, Mezhepler Tarihi’nin inceleme alanları, temel kavramları ve din-mezhep ilişkisi başlıklarından oluşmaktadır. Mezhepler Tarihi’nin inceleme alanları başlığında mezhep isimlerinin açıklanması, mezheplerin doğuş sebepleri, mezheplerin teşekkül süreci, mezheplerin mekan ve coğrafyayla ilişkisi, mezheplerin hangi kişiyle veya toplumsal yapıyla başladığı, mezheplerin ilk ve sonraki temsilcileri, mezheplerin temel fikirleri ve kavramları, mezheplerin edebiyatı, mezheplerin fırkalara veya alt gruplara ayrılışı, mezheplerin yayıldığı bölgeler, diğer mezheplerle ilişkileri ve tartışma konuları, mezheplerin günümüzdeki durumu, mezheplerin İslam düşüncesine katkıları, mezheplerle ilgili yapılan çağdaş araştırmalar üzerinde durularak alanın sınırları belirlenmeye çalışılmıştır. Günümüz İslam dünyasındaki çağdaş İslam akımlarının da Mezhepler Tarihi’nin günümüzdeki ayağını oluşturacak şekilde incelenmiş olması son derece önemli bir gelişmedir. Mezhepler Tarihi’nin temel kavramları başlığında fırka, fırka-yı nâciye ve mezhep, makâle ve makalat, milel ve nihal, ehl-i sünnet ve’l-cemaat ve ehl-i furkat, ehl-i bidat/ashâbu’l-bid’a ve ehlu’l-ehvâ/ashâbu’l-ehvâ, hakk/ehl-i hakk-batıl/ehl-i batıl kavramları izah edilmiştir. Din-mezhep ilişkisi başlığında, dinle mezhebin aynileştirilemeyeceği, hiçbir mezhebin dini temsi edemeyeceği ve mehheplerin tarihsel süreçte önemli değişim ve dönüşümlere uğrayabileceği, bunun sonucunda dinî düşüncenin gelişmesinin önünde bir engel oluşturabileceği tespit edilmiştir.

Mezheplerin Doğuş Sebepleri ve Zihniyetler Olarak Tipolojilendirilmesi isimli Üçüncü Bölüm, mezheplerin ortaya çıkış sebepleri ve mezheplerin zihniyetlere göre tipolojilendirilmesi başlıklarından oluşmaktadır. Mezheplerin ortaya çıkış sebepleri başlığında insan unsuru, toplumsal yapı, siyasi olaylar, eski kültür ve medeniyetler ve dini metinler açıklanmıştır. Mezheplerin zihniyetlere göre tipolojilendirilmesi başlığı tepkisel-kabilevi din anlayışı, akılcı-hadari din anlayışı, gelenekçi-muhafazakâr din anlayışı ve politik-karizmatik liderci din anlayış şeklinde yazar tarafından ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır. Kutlu, mezhepleri, 73 fırka şeklindeki geleneksel şematik yaklaşımdan farklı olarak zihniyetlere göre sınıflandırmış vebu sınıflandırmaya günümüz İslami akımları da dahil etmiştir. Böyle bir sınıflandırma Mezhepler Tarihi yazıcılığında yenidir. Yalnız Kutlu daha önce yazdığı makalelerinde, zihniyetleri ve söylemleri beş ayrı tipoloji şeklinde ele alıp açıklamaktadır. Burada beşincisini, yani “keşifçi-inzivac din söylemi”ni sadece isim olarak belirtmiş, ancak bunu açıklamamıştır. Belki tasavvufî tarikatları ilgilendirdiği için buna yer vermemiş olabilir, fakat budin söylemine yer verilseydi daha iyi olurdu. Bu kısım, sonraki baskılarda ilave edilebilir.

Mezhepler Tarihi Biliminin Doğuşu ve Gelişimi isimli Dördüncü Bölüm, Mezhepler Tarihi biliminin doğuşunu hazırlayan sebepler ve Mezhepler Tarihi biliminin günümüze kadar geçirdiği evreler başlıklarından oluşmaktadır. Doğuşunu hazırlayan sebepler izah edildikten sonra günümüze kadar geçirdiği evreler başlığında başlangıç dönemi, tedvîn ve tasnif dönemi, olgunluk dönemi, taklit ve daralma dönemi incelenerek açıklığa kavuşturulmuştur. Mezhepler Tarihi’nin genel İslam bilimlerinin tedvin ve tasnifi çerçevesindeki yeri tespit edilmiş ve Mezhepler Tarihi’nin gelişim evreleri alanın klasik metinleri üzerinden tahlil edilmiştir.

Mezhepler Tarihi’nin Temel Kaynakları isimli Beşinci Bölüm’de, Kalhâtî ‘nin(IV/X. Asır) El-Keşf ve’l-Beyân’ın mezhepler kısmı, Ebû Muti’ En-Nesefî Mekhûl b. Fazl’ın(/) Kitâbü’r-Red Ale’l-Bida’’sı, Ebû’l-Kâsım Abdullah b. Ahmed b. Mahmud el-Belhî el-Ka’bî el-Horasanî’nin (/) Kitâbu’l-Makalat’ı, Ebû Muhammed el-Hasan b. Mûsâ en-Nevbahtîel-Bağdâdî’nin (/) Fıraku’ş-Şîa’sı, Ebû Temmâm el-İsmâilî el-Harezmî ‘nin (IV./X. asır?) Kitâbu’ş-Şecere’si(Bâb eş-Şeytân Kısmı), İbn Hazm Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Saîd el-Endülisî ‘nin (/) el-Fasl fî’l-Milel ve’l-Ehvâ’ve’n-Nihal’i, Ebû Muhammed el-Yemenî’nin (VI./XII. asrın başları ?) Kitâbu’l-Fırak’ı (Akâidü’s-Selâse ve Seb’in Fırka), Ebû’l-Hasan el-Eşarî Ali b. İsmâîl’in (/) Makalatü’l-İslamiyyîn ve İhtilâfü’l-Musallîn’iincelenerek bu eserlerin İslam düşüncesi ve özellikle de mezhepler tarihi bilimi açısından önemi ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir. Bu eserlerin seçiminde her bir mezhebe ait makalak ve fırak geleneğinden birer örnek seçilerek şekil ve içerik analizi yapılmıştır. Klasik mezhepler tarihçilerinin mezhepleri ele alış yöntemleri başlığı tarihsel veya betimleyici yöntem, analiz ve karşılaştırma yöntemi, eleştirel analitik yöntem, savunmacı ve reddiyeci yöntem, coğrafi dağılıma göre inceleme ve fırkaları alfabetik sırayla inceleme şeklinde ayrı ayrı incelenmiştir.

Mezhepler Tarihi’nin Sorunları isimli Altıncı Bölüm, mezhepler tarihi kaynaklarının güvenilirliği sorunu, mezheplerin tasnifi sorunu, mezhepleri isimlendirme sorunu, kavram karmaşası sorunu, mezheplerin itikadi/Kelami yapılar olarak ele alınması sorunu, mezhepleri Hz. Peygamber veya ilk dönemle ilişkilendirme sorunu, tarihsel kişiliğin menkıbevi kişilikle veya efsaneyle gerçekliğin karıştırılması sorunu, fikirlerin anonimleştirilmesi sorunu ve mezheplerinin görüşlerinin tespiti sorunu şeklinde mezhepler tarihi biliminin problemleri ortaya konmuştur. Kutlu, daha önce yazdığı İslam Mezhepleri Tarihinde Usûl Sorunu adlı makalesinde, alanın sorunlarına çok kısa değinmiş ve daha çok çözüm önerileri üzerinde durmuştu. Burada bu eksikliği gedererek, alanın sorunlarına ciddi bir şekilde eğilmiş ve bu sorunları ele almıştır.

Cumhuriyet Dönemi’nde Mezhepler Tarihi ve Tarihçiliği: Yeni Metodoloji Arayışları isimli Yedinci Bölüm, Cumhuriyet dönemi’nde Mezhepler Tarihi’nin kısa tarihçesi, bu dönemde Mezhepler Tarihi’nde yeni açılımlar ve Mezhepler Tarihi alanında yapılan çalışmaların değerlendirilmesi konuları incelenmiştir. Özellikle Cumhuriyet dönemimde Mezhepler Tarihi biliminin geçirdiği evreler ayrıntılı bir şekilde irdelenmiştir. Cumhuriyet dönemi’nde Mezhepler Tarihi’nde yeni açılımlar olarak, sosyal-pozitivist (içtimaiyatçı) yaklaşım: Yusuf Ziya Yörükân; tarihsel-sosyolojik yaklaşım: Muhammed b. Tavit et-Tancî; normatif-teolojik yaklaşım, zihniyet çözümleyici psiko-sosyal yaklaşım gibi yaklaşımlar tespit edilmiştir. Burada bilim dalının geçirmiş olduğu metodoljik evrimler kendisine katkıda bulunan şahıslarla birlikte izah edilmiştir.

Ekler kısmında yazar Mürcii makalat geleneğinde mezheplerin 6x12+1=73 formülüne göre tasnifi, İsmaili makalat geleneğinde mezheplerin 24x3+1=73 formülüne göre tasnifi ve hadis taraftarları makalat geleneğinde mezheplerin 18x4+1=73 formülüne göre tasnifini tablolaştırarak, farklı mezheplerin 73 sayısına ulaşmak için hangi yöntemleri kullandığını açık bir şekilde ifade etmiştir. Yine makalat ve fırak kitaplarında Mutezile’nin alt kollarını tablolaştırarak Mutezili fırkaların bazı mezhepler tarihi eserlerindeki takdim farklılıkları gösterilmeye çalışılmıştır. Günümüze ulaşmış makalat türü eserler (makalat yazarlarının ölüm tarihlerine göre), İslam Mezhepleri konusunda ileri okuma için Türkçe seçme bibliyografya ekiyle eser sonlandırılmıştır.

Mezhepler Tarihi bilimine giriş niteliğinde hazırlanmış olan bu eser, alanla ilgili yeni kavramsallaştırmalar ve tasnifler getirmiştir. İslam Mezhepleri Tarihi bilimine ilgi duyan genç araştırmacılar için bir yol haritası niteliğindedir. Özellikle bilimlere giriş niteliğindeki eserlerin azlığını göz önünde bulundurursak, bu eserin mezhepler tarihiyle ilgilenmek isteyen öğrenciler ve araştırmacılar için önemi izahtan varestedir. Bu eser, şimdilik lisans, yüksek lisans ve doktora seviyesindeki araştırmacıların ihtiyaçlarına cevap verecek niteliktedir. AncakKutlu’nun konuyla ilgili daha kapsamlı bir çalışma yaptığını biliyoruz. Bu ve diğer çalışmalarıyla alana yaptığı çalışmalar dolayısıyla kendisine teşekkür ediyoruz ve diğer çalışmalarını, özellikle bu çalışmanın genişletilmiş halinin yayımlanmasını sabırsızlıkla bekliyoruz.

Asırlara göre şeriatlar değişir. Belki bir asırda, kavimlere göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir. En son peygamber olan Hz. Muhammed’den(sav) sonra İslamiyet, her asırda, bütün insanlığa yeterli geldiğinden, farklı şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır. Fakat teferruatta, bir derece ayrı ayrı mezheblere ihtiyaç kalmıştır.

Evet nasıl ki mevsimlerin değişmesiyle elbiseler değişir, mizaçlara göre ilaçlar farklılık arz eder. Öyle de, asırlara göre şeriatlar değişir, milletlerin kabiliyetlerine göre hükümler farklılaşır. Çünkü şeriat hükümlerinin teferruat kısmı, insanların hallerine, durumlarına bakar. Ona göre gelir, ilâç olur.

Geçmiş peygamberler  zamanında, insan tabakaları, sınıfları birbirinden çok uzak, karakter ve huy bakımından hem bir derece kaba, hem şiddetli ve basit fikirli ve medeni olmaktan uzak, bedeviyete yakın olduğundan, o zamandaki şeriatlar, onların haline muvafık bir tarzda ayrı ayrı gelmiştir. Hattâ bir kıt'ada bir asırda, ayrı ayrı peygamberler ve şeriatlar bulunurmuş. Sonra âhirzaman Peygamberinin gelmesiyle, insanlar güya ibtidaî(ilkokul) derecesinden, idadiye(lise) derecesine terakki ettiğinden, çok inkılabat ve ihtilatat ile akvam-ı beşeriye birtek ders alacak, birtek muallimi dinleyecek, birtek şeriatla amel edecek vaziyete geldiğinden, ayrı ayrı şeriata ihtiyaç kalmamıştır, ayrı ayrı muallime de lüzum görülmemiştir. Fakat tamamen bir seviyeye gelmediklerinden ve sosyal hayat seviyesi her yerde aynı seviyede olmadığından, farklı farklı mezmebler ortaya çıkmıştır.

Bir kısım mağrur insanlar: “Şu meseleler, içtihadi meselelerdir. Bunlarda, mezhebler birbirine muhalif gidiyor. Hem onlar da bizim gibi insanlardır, hata edebilirler. Öyle ise biz de onlar gibi içtihad ederiz, istediğimiz gibi ibadetimizi yaparız. Onlara tabi olmaya ne mecburiyetimiz var? diyerek dört mezheb imamına denklik iddaa ederler/ettiklerinin farkına varmazlar. Böylelikle şeytanın bu hilesiyle, başlarını mezheblerin zincirinden çıkarıyorlar.

Allah ashab-ı kirama, tâbiine ve müctehid fakihlere, peygamberimizin(sav) hayat tarzı olan sünnetini kıyamete kadar sürecek şekilde korumayı ilham etti. O, dilediği her şeye kâdirdir.

Hz. Peygamber(sav) zamanında fıkıh tedvin edilmemişti. O zaman hükümlerle ilgili araştırmalar da daha sonra fakihlerin yaptıkları gibi değildi. Fakihler, bütün güçlerini kullanarak, rükünleri, şartları, edepleri, ayrı ayrı ve delilleriyle açıklıyorlardı. Halbuki Hz. Peygamber(sav) dönemi böyle değildi. O, abdest alıyordu ve sahabe de onun abdest alışını görüyor, öyle abdest alıyordu. O namaz kılıyor, onun namaz kıldığını görüyorlar ve onlar da onun gibi namaz kılıyorlardı. Hacda da onun nasıl Hacc ettiğine baktılar ve öyle haccettiler. Hz. Peygamberin durumu genelde böyleydi.

Sahabeler, meydana gelen olaylar hakkında Hz. Peygambere(sav) fetva sorarlar, o da fetva verirdi. Ona yargı ile ilgili olaylar getirilirdi ve bunları karara bağlardı. Sahabenin her biri de onun ibadetlerinden, fetvalarından ve kararlarından görme imkanı bulduklarını hıfz ettiler ve anladılar. Her birisine işaret eden alametleri, ibadet, fetva ve kararların hangisinin mübah, hangisinin müstehap olduğunu ve kimini de neshe hamlettiler. Kendi aralarında konuşurlarken, sözün hangi maksatla kullanıldığını anlıyorlar ve açık ifadeyi de, işareti de, imayı da rahatça biliyorlardı. Hz. Peygamberin döneminde sahabe bu haldeydi. Sonra çeşitli yerlere dağıldılar. Her biri bir bölgede örnek insan oldu. Olaylar çoğaldı, yeni meseleler ortaya çıktı. Onlara fetva soruldu ve her biri kendi istinbatına göre cevap verdi. Eğer sorunun cevabı, daha önce bildikleri veya istinbat ettikleri arasında yoksa kendi görüşleriyle ictihad ettiler. Hz. Peygamberin nass olarak ifade ettiği meselelerin illetini(gerçek nedenini) bildiler ve illetin bulunduğu yerde hükmü genelleştirdiler. Hz. Peygamberin maksadına uygun cevabı bulmak için hiçbir çabadan kaçınmadılar. İşte bu sırada aralarında çeşitli sebeblerle görüş ayrılıkları meydana geldi.

Görüldüğü gibi Hz. Peygamberin ashabının görüşleri farklılık arz etmektedir. Tabiinden her biri de, sahabenin görüşlerinden, alabildiğini aldı. Hadislerden ve sahabenin sözlerinden duyduklarını ezberledi, anladı, farklı olanları kendi imkanı ölçüsünde değerlendirdi. Aralarında tercih yaptı. Bu durumda tabiin alimlerinin her birinin kendine has görüşü(mezhebi) oluştu.


nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır