Milli Edebiyat Dönemi Tiyatrosu Genel Özellikleri, Temsilcileri, Eserleri
Milli Edebiyat Dönemi Tiyatrosu Genel Özellikleri, Milli Edebiyat Tiyatrosu Temsilcileri, Milli Edebiyat Tiyatro Eserleri,
monash.pw değerli akademisyen-öğretmen-öğrenci-edebiyat sever takipçileri.
monash.pw ailesi olarak her dönem olduğu gibi yeni dönemde de sizler için kitap cevapları, konu anlatımı, pdf ders notları ile her zaman yanınızdayız..
Bu sayfamızda siz değerli takipçilerimiz için Milli Edebiyat Dönemi Tiyatrosu Özellikleri Temsilcileri Konu Anlatımı Ders Notları üzerine bir paylaşım yapacağız.
Siz de eğer bize ve tüm eğitim camiasına yardımcı olmak adına hazırladığınız yazılıları-notları-soruları-videoları paylaşmak isterseniz mail adresinden bize ulaşabilirsiniz.
doğru konum = derskonum
İYİ ÇALIŞMALAR
Milli Edebiyat Dönemi Tiyatrosu Özellikleri Temsilcileri Konu Anlatımı Ders Notları
VİDEO ANLATIM AŞAĞIDA
*Tanzimat Döneminde başlayıp sonraki dönemlerde önemsenmeyen tiyatro Millî Edebiyat Dönemi'nde tekrar canlanmıştır. * II. Meşrutiyetin ilanından başlayarak yılına kadar geçen sürede, tiyatro yeniden canlanmıştır. *Halkın milliyetçilik, yurtseverlik, bağımsızlık ve özgürlük duyguları daha çok tiyatro eserleriyle kamçılanmış, tiyatro yoluyla halkta bir coşku ve heyecan yaratılmıştır. *Türkçülük akımı diğer türlerde olduğu gibi tiyatroda da kendini hissettirmiştir. *Tiyatro; şiir, roman hikâye gibi türlerin gölgesinde kalmıştır.
|
*Günümüz "Şehir Tiyatroları"nın temelini oluşturan "Darülbedayi" te kurulmuştur. Paris'te ünlü bir tiyatronun müdürü olan Pierre Antuan tarafından Darülbedayi (Darülbedayi-i Osmani) 27 Ekim
*İlk oyun ancak yılı başında sahneye konulabilmiştir. Bu oyun Hüseyin Suat'ın Çürük Temel adlı uyarlamasıdır.
*Modern Türk tiyatrosunun asıl kurucusu Muhsin Ertuğruldur .Ertuğrul;Devlet Tiyatroları genel müdürlüğü de yapmış, tiyatronun sağlam temellere oturtulması için büyük bir çaba göstermiştir.
*Darülbedayinin yanında Darülelhan adıyla müzik bölümü açılmış, böylece Türk operasının temelleri atılmıştır.
*İlk Türk kadın tiyatro oyuncumuz Afife Jale bu dönemde sahneye çıkmıştır.
13 Nisan tarihinde, Hüseyin SuatınYamalar adlı oyununda, Emel rolü ile ilk kez sahneye çıkan sanatçının asıl ismi Afifedir, bu oyunda "Jale" takma ismini kullandığı için daha sonraları Afife Jale adıyla anılmıştır
*Oyunlar, teknik yönden mükemmel olmasa da önceki dönemlere oranla kalitelidir.
*Dil ve üslup yönünden doğallığı yakalamıştır.
*Yazılan oyunlarda mekân ve kişiler genellikle Anadoludan seçilmiştir.
*Yerli piyeslerin yazılması için sanatçılar teşvik edilmiştir.
*Musahipzade Celal, İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci dönemin önemli tiyatro yazarlarındandır.
Musahipzade Celal :Bir Kavuk Devrildi, Aynaroz Kadısı, Pazartesi Perşembe, Kafes Arkasında, Selma, Fermanlı Deli Hazretleri, Köprülüler, Atlı Ases, Macun Hokkası, Lale Devri, İstanbul Efendisi, Balaban Ağa İbnürrefik Ahmet Nuri SekizinciGücü Gücü Yetene, Kadın Tertibi, Kısmet Değilmiş , Hisse-i Şayia, Sekizinci, Ceza Kanunu |
Yakup Kadri : Nirvana
Reşat Nuri :Hançer, Eski Rüya, Ümidin Güneşi, Gazeteci Düşmanı, Şemsiye Hırsızı, İhtiyar Serseri (üç oyun),Taş Parçası, Yeşil Gece, İstiklâl, Hülleci, Yaprak Dökümü, Eski Şarkı, Balıkesir Muhasebecisi, Tanrıdağı Ziyafeti, Bir Köy Öğretmeni, Çalıkuşu, Kavak Yelleri
Refik Halit:Deli
VİDEO ANLATIM AŞAĞIDA
Tags:Milli Edebiyat Dönemi Tiyatrosu Genel ÖzellikleriMilli Edebiyat Tiyatro EserleriMilli Edebiyat Tiyatrosu Temsilcileri
Daha yeni Daha eski
").addClass("theiaStickySidebar").append(monash.pwen()),monash.pw(monash.pwSidebar)}monash.pwBottom=parseInt(monash.pw("margin-bottom")),monash.pwgTop=parseInt(monash.pw("padding-top")),monash.pwgBottom=parseInt(monash.pw("padding-bottom"));var n=monash.pw().top,s=monash.pweight();function d(){monash.pwcrollTop=0,monash.pw({"min-height":"1px"}),monash.pw({position:"static",width:"",transform:"none"})}monash.pw("padding-top",1),monash.pw("padding-bottom",1),n-=monash.pw().top,s=monash.pweight()-s-n,0==n?(monash.pw("padding-top",0),monash.pwSidebarPaddingTop=0):monash.pwSidebarPaddingTop=1,0==s?(monash.pw("padding-bottom",0),monash.pwSidebarPaddingBottom=0):monash.pwSidebarPaddingBottom=1,monash.pwusScrollTop=null,monash.pwcrollTop=0,d(),monash.pwll=function(e){if(monash.pw(":visible"))if(i("body").width()
ZİYA GÖKALP ()
[1]
MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ ROMAN VE HİKÂYECİLİK HAZIRLAYAN: MELİSA AKGÜL NO
[2]
1. Milli Edebiyat Kavramı Milli Edebiyat, yalnız Türk edebiyatında değil, dünya edebiyatında da üzerinde durulan bir kavramdır. Wellek ve Warren, Edebiyat Biliminin Temelleri adlı serlerinde bu kavrama dikkat çekerek Milli Edebiyat tabirinin kullanım sahasına değinirler. Wellek ve Warren’e göre Milli Edebiyat, bir millete ait olan edebiyattır. Milli edebiyat, coğrafya ve dil özelliklerine göre kategorilere ayrılmıştır. Batıda Milli Edebiyat kavramı ortak değerleri, yaşam şeklini ve dili içeren bir bütün olarak algılanır. Milli kimlik anlayışının Türk edebiyatı için belirgin bir biçimde ortaya çıkması Balkan Harbi ile birlikte gündeme gelmiştir. Balkanlardaki toprak kaybı, Osmanlıcılık fikrinin artık ömrünü tamamladığını göstermiştir. Bundan sonraki süreç, Türk milliyetçiliğinin ön plana çıkmasıyla ilerlemeyi gerektirmiştir.
[3]
Yaşanan süreç, milli bir edebiyat anlayışına zemin hazırlamıştır. Türk edebiyatında milli edebiyat kavramı hem “bir başlangıç ve bir bitiş tarihiyle belirleyebileceğimiz, iki zaman arasındaki bir edebi faaliyeti”, hem de “bir milletin edebiyatının tamamını” ifade eder. Dünya edebiyatında Milli Edebiyat adı altında belli bir zaman aralığını kapsayan bir edebi dönem yoktur. Türk edebiyatında bir döneme de isim olan Milli Edebiyat, kavram olarak pek çok yazar ve düşünür tarafından tartışılmıştır. Gerek Batı edebiyatında gerekse Türk edebiyatında Milli Edebiyat kavramı ile ilgili ortak kanaat, bir milletin ortak kültürünü yansıtan her şeyin milli edebiyat olduğu yönündedir. Ortak kültürün sacayağı olarak da coğrafya, dil ve birey kavramları öne çıkar.
[4]
2. Milli Edebiyat Döneminin Sosyal ve Siyasi Zemini Milli Edebiyat Dönemi, Türk edebiyatında gerek içerik, gerekse dil ve anlatım bakımından büyük değişikliklerin yaşandığı bir süreçtir. Bu dönemde İstanbul dışına çıkan yazarlar, Anadolu’yu yakından tanıma fırsatı bulurlar. Osmanlı döneminde belirgin bir farkla hissedilen merkez-taşra ayırımı bu dönemde eserlerde kendini somut bir biçimde hissettirir. Bu süreçte Anadolu’ya açılma eğiliminin hız kazanmasında en önemli faktör Milli Mücadele’nin başlamasıdır. Ancak bunun yanında başka pek çok sebep de etkili olmuştur. Türk Edebiyatı’nda yılları arası olarak kabul edilen Milli Edebiyat Dönemi; Kurtuluş Savaşı, Balkanlardaki çözülüş, iç karışıklıklar, çok sayıda fikir akımıyla en karmaşık dönemlerden biridir. II. Abdülhamid idaresinin yılında ortadan kalkmasıyla o zamana kadar kendini ifade edemeyen Osmanlı aydını bir anda kendini bir hürriyet ortamı içinde bulur. Bu hür ortamda yoğun bir fikrî hareketlilik başlar.
[5]
Ülkenin içinde bulunduğu karmaşa, Balkanlardaki iç karışıklık ülkeyi kurtarmak için birtakım kurtuluş reçetelerini de öne çıkarır. Fikrî anlamda çeşitliliğin bol olduğu bu dönemde dört fikir akımı öne çıkar: Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük. Bu akımlardan Osmanlıcılık, başlangıçta bir çözüm gibi algılanır. Ancak “Arnavutluk isyanı ve Araplarla Kürtler arasında başlayan bazı milliyetçilik hareketleri imparatorluğun siyasi bütünlüğünün sürdürülmesi bakımından, Müslüman unsurların da tam bir anlaşma içinde bulunmadığını” gösterdiği için Osmanlıcılık akımının işe yaramayacağı fark edilir ve kısa süre sonra bu anlayıştan vazgeçilir. İslamcılık anlayışının II. Abdülhamid tarafından da benimsediği bilinmektedir. Abdülhamid devri Panislâmizmi’nin iki ekseni vardır. Bunlardan biri, Osmanlı Müslüman tebaasını İslâm bayrağı altında toplama çabasıdır. Bir diğer eksen, dış ülke Müslümanlarının halifelik makamı etrafında toplanması düşüncesidir. İslamcılık anlayışının Milli Edebiyat döneminde önemli savunucusu Mehmet Âkif’tir. Bu dönemde bu ideolojiyi savunanlar arasında Sait Halim Paşa, M. Şemsettin (Günaltay), Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi, Hacı Zihnî Efendi, Eşref Edip gibi isimler sayılabilir.
[6]
Milliyetçilik ideolojisi için de bu dönemde birtakım çabalar gösterilmiştir. yüzyılın başlarından itibaren dünyada yoğun bir şekilde görülen Milliyetçilik akımı Osmanlı için de bir kurtuluş vasıtası olarak görülmüştür. Ziya Gökalp, Necip Âsım, Şemsettin Sami, Bursalı Tahir gibi isimler Milliyetçilik ideolojisine fikrî anlamda destek vermiş, yazdıkları eserlerde Türklerin ilme yaptıkları hizmetler, Türk dili ve kültürünün zenginliği gibi konuları işleyerek bu ideolojiyi savunmuşlardır. Tanzimat’tan beri hararetli bir konu olan Batıcılık ideolojisi de bu dönemin fikir akımları arasındadır. Bu akımın en büyük taraftarları Tevfik Fikret ve Abdullah Cevdet’tir. Abdullah Cevdet’in yılında çıkarmaya başladığı İctihad dergisi bu ideolojinin önemli yayın organıdır. İctihad dergisinde batılılaşmanın bir programı belirlenmiş ve o doğrultuda birtakım kararlar da alınmıştır. Garpçıların programlarını oluştururken tamamen şeklî unsurlara yönelmeleri, bu anlayışın benimsenmesine engel olmuştur.
[7]
3. Milli Bir Edebiyat Oluşturma Çabaları Milli Edebiyat döneminde millileşme faaliyeti edebi ve fikrî sahada hız kazanır. Milli bir dil ve milli bir şuurla hareket etmenin önemine dikkat çekilir. Millilik anlayışının milli bir dille gerçekleşebileceğine inanan aydınlar, dilin ve edebiyatın yabancı unsurlardan arındırılması gerektiğini savunurlar. Bunun için atılan en somut adım, Yeni Lisan hareketi olmakla birlikte, bu hareketin öncesinde “beyaz lisan” kavramından söz edilir. Ömer Seyfettin “beyaz lisan sıfatını kullanan ilk şahıs” olarak öne çıkar. Bu kavrama Yahya Kemal de yer verir. Dilde sadeleşme ile ilgili atılan önemli adımlardan biri de Genç Kalemler dergisidir. Genç Kalemler, II. Meşrutiyet sonrasında sistemli bir şekilde ortaya çıkan Türkçülük ideolojisinin yayın organıdır. Genç Kalemler mecmuasının sürekli yazı kadrosunda şu isimler görülmektedir: Ömer Seyfettin, Ali Canip, Ziya Gökalp, Kâzım Nami (Duru), M. Nermi, Râsim Haşmet, Aka Gündüz, Nesîmî Sârım, H. Hüsnü, Muvaffak Galip, Âkil Koyuncu, Subhi Edhem
[8]
Genç Kalemler’in dil ile ilgili en büyük çıkışları 11 Nisan tarihinde Ömer Seyfettin’in yazdığı Yeni Lisan makalesidir. Bu makalede dil ve edebiyatın o günkü durumu ile ilgili bir değerlendirme yapılır. Türk edebiyatının şark edebiyatı tesiriyle bir dönem İran’a, batılılaşma süreci başladıktan sonra ise garp edebiyatı tesiriyle Fransa’ya doğru kaydığı dile getirilir. Bu duruma çözüm önerileri sunulur. Makale, dilde tasfiyeye gidilmeden, yani Arapça ve Farsça kelimeleri tamamen dilden atmadan bir yenilik yapılması taraftarıdır. İstanbul Türkçesi’nin esas alınması ve konuşma dili ile yazı dili arasındaki derin farkın kapatılması gerektiği savunulur. Genç Kalemler mecmuasının ömrü çok uzun olmaz. Dergi, Balkan Harbi sebebiyle yılının Eylül ayında sayı ile kapanır. Derginin yazı kadrosu da dağılır ve birçoğu faaliyetlerine İstanbul’da başka dergilerde devam ederler.
[9]
4. Milli Edebiyat Döneminde Roman ve Hikâye Milli Edebiyat anlayışının faal olmaya başladığı öncesinde Fecr-i Âti topluluğu dikkat çeker. Fecr-i Âti, Servet-i Fünûn topluluğuna tepki olarak kurulmuştur. Fecr-i Âti mensupları Servet-i Fünûn edebiyatçılarını taklitçilik ve batı hayranlığı neticesinde Türk edebiyatını kendi özünden uzaklaştırmakla suçlarlar. Devrin tanınmış isimlerinden Ahmet Haşim, Emin Bülent Serdaroğlu gibi şairlerin de desteğiyle Fecr-i Âti topluluğu belli bir tanınırlık seviyesine ulaşır. Ancak kısa bir süre sonra topluluk, Servet-i Fünûn’u taklit etmekten öteye geçememekle itham edilir. Topluluk, belli bir sanat anlayışının olmaması, mensuplarının her birinin bağımsız hareket etmeleri ve aralarındaki mizaç farkları sebebiyle dağılır (). Aynı yıl, Genç Kalemler mecmuası da kapanır. Bu sebeple Milli Edebiyat dönemi şiiri karışık bir süreç geçirir. Bu dönemin şiir anlayışına arayış hâkimdir.
[10]
Bu dönemde Nâyiler, Nev-Yunaniler gibi irili ufaklı birtakım topluluklar da ortaya çıkmış ancak etkin olamadan dağılmışlardır. Milli Edebiyat döneminde şiirde durum böyle iken tiyatro çalışmalarında bir hızlanma görülür. ’den sonra yoğunlaşan tiyatro çalışmaları Milli Edebiyat döneminde ivme kazanmış, özel tiyatroların yanında devlet tiyatroları da açılmıştır. Dârü’l Bedâyi-i Osmânî yılında kurularak çalışmalarına başlamıştır. Dârü’l Bedâyi’nin tüzüğünde telif piyesler yazılmasını teşvik eden bir maddeye yer verilmiş ve yerli piyesler yazılmasının önemine dikkat çekilmiştir. Uzun bir geçmişi olmayan tiyatro, teknik anlamda çok büyük bir merhaleye ulaşmasa da dil ve üslûbun tabiiliğinde önemli bir ilerleme göstermiştir. Milli Edebiyat döneminde henüz tam manasıyla kusursuz bir tiyatro yazarlığından söz etmek için erkendir.
[11]
Dönemin öne çıkan tiyatro yazarları Musahipzâde Celal ve İbnürrefik Ahmed Nuri Sekizinci’dir. Milli Edebiyat döneminde mizah ve hiciv de hatırı sayılır bir verimliliğe sahiptir. Neyzen Tevfik (Kolaylı), Halil Nihad (Boztepe), Hüseyin Rıfat (Işıl) bu dönemin mizah ve hiciv yazarları arasındadır. tarihinden sonra Türk hikâye ve romanında o zamana kadar bireysel temaların dışına çıkmayan yazarlar, yavaş yavaş sosyal konulara eğilmeye başlarlar. Artık edebi eserlerde mekân yalnızca İstanbul değildir; Anadolu ve taşra gerçeği de eserlere konu olmaya başlar. Milli Edebiyat akımının hikâye ve roman alanındaki en önemli özelliklerinden biri, Memleket Edebiyatı çığırının başarılı ilk örneklerinin verilmiş olmasıdır. Bu tarzda verilen örneklerle memleket edebiyatının önü açılmış, Anadolu yoğun bir şekilde eserlerde işlenmeye başlamıştır.
[12]
Millî Edebiyat Döneminde Roman Edebiyatta Anadolu’ya ve taşra gerçeğine yöneliş Milli Edebiyat Dönemi’nde hız kazanmakla birlikte öncesinde seyrek de olsa köy, köylü konularını ele alan eserler görülür. Nabizâde Nazım’ın Karabibik (), Mizancı Murad’ın Turfanda mı Yoksa Turfa mı? () romanları köyü ele alan romanlardır. Karabibik romanı doğrudan doğruya köylünün hayatını konu edişi, köyü ve köylüyü gerçeğe bağlı kalarak verişiyle köy roman ve hikâyeciliğinin ilk önemli örneklerinden biri olarak dikkat çeker. Milli Edebiyat dönemi romanı, o güne kadar ferdi konulara eğilen ve ferdi meselelerin dışına çıkmayan Servet-i Fünun romanından farklı bir görüntü arz eder. Milli Edebiyat dönemi romanı bir cephesiyle aydın ile halk yüzleşmesini açığa çıkarır. Dönemin önemli romancılarından Yakup Kadri’nin Yaban romanında bu yüzleşme dikkat çeker.
[13]
«Romanın başkahramanı Ahmet Celal, savaşta bir kolunu kaybetmiş bir zabittir. Bu kaybından dolayı hayata küser ve Anadolu’nun ücra bir köyüne sığınır. Kurtuluş Savaşı tüm şiddetiyle devam ederken, Kuvayı Milliye birlikleri oluşturulurken Ahmet Celal de köyü gözlemleme ve Milli Mücadele’yi köylünün gözünden izleme fırsatı bulur. Ahmet Celal’in günlüğüne yazdıklarından ibaret olan romanda bir ulusun var olma mücadelesi verdiği bir süreçte köylünün Kurtuluş Savaşı’na karşı takındığı ilgisiz tavır öne çıkar. Köyün erkekleri, mahsulün yerde kalmaması için askere alınmamayı temenni ederler. Bu yaklaşım, o zamana kadar Anadolu insanının Milli Mücadele’ye bakışını idealize ederek veren anlayışa tamamen terstir. Ahmet Celal, bir aydın olarak Türk köylüsünü bu tavrını yanlış bulmakla birlikte hatanın daha çok Anadolu’yu o zamana kadar ihmal eden mekanizmada, yani devlette olduğunu düşünür: “Zavallı köylü çocuğu! Sen, iki üvey ananın yavrususun. Biri demin seni döven anandır, öbürü de seni her gün döven, doğduğundan beri her gün döven yurdundur. İkisinin acısı arasında, böyle kavrulup gitmişsin.»
[14]
Yaban romanı, Anadolu’nun acı gerçeklerini anlatırken Türk aydınının, yöneticilerin bir özeleştirisini de yapar. O zamana kadar aydın ile köylü arasındaki uçurumun ne derece derin olduğu fark edilmemişken Ahmet Celal, köyde kaldığı süre içinde bunu fark eder. Bunu bir örnekle dile getirir: «Geçen gün, kırlarda dolaşırken ayağım bir konserve kutusuna çarpmıştı. Durup bakmıştım. Bu kutu Amerika’dan gelmiş bir kutu idi ve üstünde İngilizce bir şeyin adı yazılı idi. Bu kutuyu buraya hangi yolcular bıraktı? Kim bilir ne zamandan beri kaldı, bilmiyorum. Fakat tuhaf bir ilgiyle eğildim, elime aldım, baktım âdeta eski bir âşinayı görür gibi oldum. Ben, bu topraklarda, işte bu teneke kutunun eşiyim. (Karaosmanoğlu, 55)» Yaban romanındaki Anadolu ile yüzleşme ve hesaplaşma bu romanı dikkat çekici kılan en önemli özelliklerdendir. Yakup Kadri’nin Milli Mücadele’ye eğildiği diğer romanları olan Ankara, Panorama, Sodom ve Gomore romanlarında ise mütareke döneminin karmaşık ortamında yaşananlara yer verilir. Kiralık Konak romanında, çöken bir imparatorluk üzerinden bir devrin kapandığına değinilir. Bu dönemin diğer bir roman yazarı olan Reşat Nuri Güntekin de Çalıkuşu romanında tıpkı Yaban romanında olduğu gibi kahramanını Anadolu’ya gönderir. Romanın kahramanı Feride’nin günlüklerinden Anadolu’nun durumu aktarılır. Manzara yine harap bir Anadolu’dur.
[15]
Milli Edebiyat döneminin bir diğer önemli romancısı Halide Edip Adıvar’dır. Halide Edip, Milli Mücadele’ye ciddi katkılar sunan bir kadın yazar olarak Milli Edebiyat Dönemi Türk Edebiyatı’nın en dikkat çeken isimleri arasındadır. Halide Edip denilince akla ilk gelenler arasında yer alan Sultanahmet Mitingleri yakın tarihimizin kara günlerinde bir bomba gibi patlar. Halide Edip bu mitinglerle hem ümidini yitirmemesi için halka moral verir, hem de çok büyük bir ilgi çeker. Cevdet Kudret, Halide Edip’in romanlarının üç kategoride incelenmesi gerektiğine işaret eder. Bunlardan ilki, ruh çözümlemelerine dayalı romanlardır. Bu romanlarda yazar, aşk konusuna ağırlık vermiş, bireysel konuları, özellikle de kadın psikolojisini irdelemiştir. Bu romanlarına Seviye Talip, Handan, Mev’ud Hüküm, Kalp Ağrısı adlı eserleri örnek gösterilebilir. İkinci kategoride ele alınacak romanları ise Kurtuluş Savaşı’nı işlediği romanlarıdır. Bu romanlarında Milli Mücadele dönemine yer verilir. Ateşten Gömlek ve Vurun Kahpeye romanları bunlar arasındadır.
[16]
Son dönem romanları ise töre romanları olarak sınıflandırılabilir. Toplum hayatına ait meseleleri ele aldığı bu romanlara Sinekli Bakkal, Tatarcık, Sonsuz Panayır, Sevda Sokağı Komedyası gibi eserleri örnek gösterilebilir. Halide Edip, romanlarında anlaşılır bir dil kullanır. Ancak romanlarında sıkça gramer hatalarına rastlanır. Birçok cümleleri dil bilgisi bakımından sakat, bozuk; üslubu dolambaçlı, özensiz, çapraşıktır. Adıvar’ın başlangıçta sanat için sanat anlayışını özellikle Milli Mücadele dönemi romanlarında tamamen terk ettiği ve realist bir yaklaşımla eserlerini kaleme aldığı dikkat çeker. Bu dönemin bir başka romancısı Ahmet Hikmet Müftüoğlu’dur. Müftüoğlu’nun Gönül Hanım adlı romanı Türkçülük ideolojisinin tesirinde yazılmış bir romandır. Roman, bir aşk hikâyesi etrafında kurgulanır. İstanbul’dan Moğolistan’a, Orhun Âbideleri’ne kadar uzanan meşakkatli bir yolculukta iki gencin aşkları işlenir. Roman, bir cephesiyle İsmail Gaspralı’nın “dilde, fikirde, işte birlik” düşüncesini yansıtır. Turan idealini yoğun bir şekilde işler.
[17]
Dönemin bir başka romancısı da Refik Halit Karay’dır. Yazar, sürgünden döndükten sonra daha çok roman türünde eserler kaleme alır. Refik Halit Karay’ın yurt dışına sürgüne gönderilmeden önce yazdığı tek romanı İstanbul’un İçyüzü’dür. Cevdet Kudret, Karay’ın roman ve hikâyelerini sürgünden önce yazdıkları ve sürgünden sonra yazdıkları olmak üzere ikiye ayırmak gerektiği kanaatindedir. Cevdet Kudret, sürgünden önce gözlemlere dayanarak yurt gerçeklerine yönelen yazarın, sürgünden dönünce konuları türlü ülkelerde ve zamanlarda gecen, çoklukla düzmece olaylarla örülü, biraz Pierre Loti, biraz da Pierre Benois kırması birtakım “egzotik” havalı macera romanları yazdığını söyler. Refik Halit, Milli Edebiyat dönemi yazarları içinde romanlarında İstanbul dışına pek çıkmayan yazarlardandır. Romanlarında gözleme sıkça yer verir. Realist bir romancıdır.
[18]
Karay, keskin bir gözlem gücüyle yazdığı romanlarında olabildiğince realist bir yaklaşım sergiler. Bazı romanlarında gizemli bir atmosfer oluşturmak için farklı yöntemler kullanır. Yeraltında Dünya Var, İki Bin Yılın Sevgilisi gibi romanları bu tarzda yazılmıştır. Refik Halit Karay’ın romancılığını yönlendiren olaylarda biri de yazarın Milli Mücadele aleyhinde yazdığı yazılar yüzünden yılında Yüz ellilikler listesinde yer alması ve Türkiye’den ayrılmak durumunda kalmasıdır. Refik Halit’in sürgün hayatı yılında sona erdiğinde yazar Türkiye’ye döner. Bu tarihten sonra yazdığı romanlarında sürgünde olduğu dönemin izleri vardır. Çete, Sürgün, Anahtar romanları bunlardan birkaçıdır.
[19]
Milli Edebiyat döneminin çok fazla öne çıkmayan yazarı Aka Gündüz () de pek çok roman kaleme alır. Romanlarında keskin bir gözlem yeteneği görülür. Ayrıca, Raif Necdet Kestelli, Müfide Ferit Tek, Halide Nusret Zorlutuna, Şükûfe Nihal, Mithat Cemal Kuntay gibi isimler de bu dönemde eser veren romancılardır. Bu isimlere Milli Edebiyat döneminin ilk roman örneği Küçük Paşa ()’nın yazarı Ebubekir Hazım Tepeyran’ı da eklemek gerekir.
[20]
Milli Edebiyat Döneminde Hikâye Milli Edebiyat dönemi hikâyeciliğinde Anadolu’ya yönelişin hız kazanmasının bir sebebi de Milli Mücadele’dir. Devrin hikâyecilik anlayışını şekillendiren ve o zamana kadar devam eden hikâyecilik anlayışından ayıran iki önemli belirleyici unsurdan biri eserlere Anadolu’nun mekân olarak girmesi, diğeri de dilde sadeleşmedir. Bu devrin en önemli hikâye yazarlarından olan Refik Halit Karay, Tanpınar’ın ifadesiyle hikâye yazmaya Garp edebiyatında Maupassant, Türk edebiyatında ise Halit Ziya ve Hüseyin Cahit’in mahalli karakterler arz eden eserlerinin tesiriyle Fecr-i Âti topluluğu içinde başlamıştır. Refik Halit Karay’ın hikâyeleri ile birlikte Anadolu; yoksulluğu, cahil ve bağnaz çehresi, ihmal edilmişliği ile edebiyata yansır. Bu hikâyelerin ortaya çıkmasında Karay’ın sürgün yıllarında Sinop, Çorum, Ankara, Bilecik gibi Anadolu şehirlerinde yaklaşık beş yıl bulunması ve Anadolu’yu yakından tanıma fırsatı bulması da etkilidir.
[21]
Karay, Memleket Hikâyeleri kitabındaki hikâyelerin hemen tamamında Anadolu gerçeği ile okuyucuyu yüzleştirir. Yazarın bu kitabındaki hikâyelerde, taşra bürokrasisi, küçük memurlar (Şeftali Bahçeleri, Sarı Bal), acımasız kasaba eşrafı (Yatık Emine), bağnaz din adamları (Cer Hocası), bâtıl inançlar (Yatır) gibi konular gerçekçi bir yaklaşımla ele alınır. Karay, duru bir Türkçe ile ele aldığı hikâyelerinde taşra gerçeğinin fotoğrafını çeker. Hikâyelerindeki başarısı devrinde büyük ilgi toplayan Refik Halit Karay, Halide Edip tarafından da takdir edilmiştir. Halide Edip, Karay için: “Yalnızca Türk edebiyatının değil, Rus ve Amerikan edebiyatlarından sonra, hikâyecilikte cihan ölçüsünde ön planda yer işgal edebilecek bir hikâyecimizdir” ifadelerini kullanır. Refik Halit’in Halep ve Beyrut’ta geçirdiği sürgün yıllarındaki gözlemlerinden hareketle yazdığı Gurbet Hikâyeleri onun bir diğer hikâye kitabıdır. Bu kitapta yer alan hikâyeler, Arap coğrafyasında geçen sürgün yıllarından izler taşır. Bu hikâyelerde yazarın keskin bir gözlemcilikle Arapların yaşantısına dair ilginç konuları hikâyelerine taşıdığı dikkat çeker. Karay, bu hikâyelerde “Ortadoğu ülkelerinin garip, yabancı töre ve ahlâklarını” anlatır.
[22]
Bu dönemin bir diğer önemli hikâyecisi ise Ömer Seyfettin’dir. Kısa hayatında Türk edebiyatına çok sayıda hikâye kazandırmış olan Ömer Seyfettin hikâyelerini davasını güttüğü «yaşayan Türkçe» ile yazmayı tercih eder. Ömer Seyfettin, Balkanlarda askerlik görevini yaparken buralarda yaşanan isyanlara, özellikle Bulgar komitacılarının orada yaşayan Türklere yaptıkları zulümlere şahit olur. Yazarın Tuhaf Bir Zulüm, Beyaz Lale gibi hikâyeleri buna örnek verilebilecek eserlerdir. Ömer Seyfettin’in hikâyelerinin büyük bir çoğunluğu Milli Mücadele dönemi ortamında, Balkanlarda isyanların ve çözülüşlerin ardından başlayan Balkan Savaşları’nın karmaşık atmosferi içinde Türklük bilinci ön planda tutularak yazılmış hikâyelerdir. Özellikle Eski Kahramanlar başlığı altında yazmış olduğu Kızılelma, Topuz, Vire, Başını Vermeyen Şehit, Kütük, Ferman, Teke Tek, Pembe İncili Kaftan gibi hikâyelerde bu anlayış görülür. Bunun dışında yazarın hikâyeleri içerik bakımından, bâtıl inançları yüzünden kandırılan insanlar (Yatır, Perili Köşk); konusunu halk hikâyesi, masal gibi türlerden alan hikâyeler (Üç Nasihat); yazarın çocukluk hatıralarına dayanan hikâyeler (And, Falaka, Kaşağı), mizahi tarzda yazılmış hikâyeler (Dama Taşları, Koku) olarak tasnif edilebilir.
[23]
Ömer Seyfettin hikâyelerinde yeni bir insan tipine yer verir. Hikâyelerinde öne çıkan belli başlı kahramanlar bir araya getirildiğinde yazarın idealize ettiği bu yeni insan tipinin birtakım özellikleri belirir. Bu insan tipi menfaat için kimseye boyun eğmeyen, kimsenin emri ve boyunduruğu altında yaşamaya alışık olmayan cesur, prensip sahibi ve dürüst bir insan tipidir. Bunun en tipik örneği Diyet hikâyesinde yer verilen Koca Ali’dir. Hikâyede anlatılan Koca Ali iri yapılı, güçlü kuvvetli, cesur, doğru bildiği yoldan şaşmayan ve işvereninin minneti altında kalmamak için elini bileğinden keserek elsiz kalmayı göze alan ilkeli bir karakterdir. Devletine ve milletine bağlı, devletinin çıkarını her şeyin üstünde gören Pembe İncili Kaftan’ın kahramanı Muhsin Çelebi de bu tipin bir başka temsilcisidir. Diğer hikâyelerde de yer yer rastlanan bu yeni insan tipi, sağlam kişiliğiyle Ömer Seyfettin’in idealize etmiş olduğu bir profildir. Bu tip, Türk destan ve halk hikâyelerinde sıkça geçen alp tipine çok benzer.
[24]
Milli Edebiyat döneminin bir başka önemli hikâye yazarı Halide Edip Adıvar’dır. Halide Edip, Milli Edebiyat içinde daha çok romancı kimliğiyle öne çıksa da onun hikâyeleri de bu dönemin önemli eserleri arasındadır. Halide Edip’in ilk hikâye kitabı olan Harap Mabetler daha çok ferdi konular üzerine yazdığı hikâyelerden oluşur. Halide Edip, gözlemlere dayanan gerçekçi edebiyat yoluna Birinci Dünya Savaşı sonlarında küçük hikaye yazarak girmiştir. Halide Edip’in o dönem çokça bilinen Dağa Çıkan Kurt kitabı ve bu kitaba ismini veren hikâyesi Milli Mücadelede direnişi anlatan hikâyelerdendir. Yarı sembolik olarak ifade edilen Dağa Çıkan Kurt hikâyesi 1. Dünya Savaşı sonunda yok edilmeye, yurdunu feda etmeye razı olmayan Türkün timsalidir. Bir diğer eser olan İzmir’den Bursa’ya (Yakup Kadri, Falih Rıfkı, Mehmet Asım ile birlikte) eseri de yine Milli Mücadele odaklı bir kitaptır. Halide Edip’in Himmet Çocuk hikâyesi de benzer biçimde Türklük bilincini beslemek için kaleme alınmıştır.
[25]
Dönemin bir başka yazarı Reşat Nuri Güntekin, hikâyeleriyle bu döneme katkı sağlamıştır. Cevdet Kudret, Reşat Nuri’nin mizah dergilerinde takma isimlerle yayımlanan ilk dönem hikâyelerini sanat değeri bakımından başarısız bulur. Reşat Nuri’nin sonradan ünlü olmasının verdiği güvenle bunları sanat değeri taşıyan hikâyeleriyle birlikte yayımlatmasını doğru bulmaz. Bunun, Güntekin’in kitaplarında bir değer kargaşalığına ve dengesizliğine yol açtığına dikkat çeker. Reşat Nuri Güntekin’in hikâyelerinin bir bölümünün duygusal hikâyeler olduğunu söyleyen Cevdet Kudret, diğer hikâyelerin ise toplum sorunlarını ele alan toplumsal hikâyeler olduğunu belirtir. Reşat Nuri Güntekin’in hikâyelerinde mekân çoğunlukla İstanbul’dur. Onu diğer Milli Edebiyat hikâyecilerinden ayıran biraz da bu yönüdür. Romanlarında taşra ve Anadolu sıkça geçerken hikâyelerinde İstanbul dışına çok fazla çıkmamayı tercih eder. Hikâyelerinde çoğunlukla küçük memurları, sıradan insanların basit hayatlarını işler. Güntekin’in Leyla ile Mecnun ve Tanrı Misafiri adlı kitaplarındaki hikâyeler bu anlayışla yazılmışlardır
[26]
Milli edebiyat dönemi hikâyelerinin diline bakıldığında sade ve duru bir Türkçe’nin kullanıldığı dikkat çeker. Yeni Lisan makalesiyle dilde sadeleşme konusunda önemli bir adım atan Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının, çabalarının karşılığını Milli Edebiyat döneminde yazılan eserlerle aldıkları söylenebilir. Özellikle Refik Halit Karay, titizlikle kullandığı sade Türkçesi ile o dönemin en dikkat çeken yazarları arasındadır. Halit Fahri Ozansoy, Refik Halit Karay’ın dildeki bu başarısını şu cümlelerle dile getirir: “Diyebilirim ki İstanbul şivesi, Refik Halit’in kaleminde en cana yakın kelimelerin birbirlerine eklenişindeki incelikle harikalar yaratmıştır. Hele Ömer Seyfettin’in bile boş bıraktığı yazı ile resim çizmek yolunda hiçbir yazar Refik Halit ile yarışamaz.” Sermet Sami Uysal da Refik Halit Karay’ın İstanbul Türkçesi’ni en güzel kullanan birkaç yazardan biri olduğunu söyler.
[27]
Mustafa Özbalcı’ya göre, Karay’ın hikâyelerinde halk dilinin en güzel örneklerini, hikâyenin geçtiği köy, kasaba veya şehir halkının kendilerine has dillerinin bütün özelliklerini, bulmak mümkündür. Dil konusunda gösterdiği bu titizlik Karay’ı üslupçu bir yazar yapmıştır. Milli Edebiyat dönemi hikâyesi dil ve içerik bakımından da Türk Edebiyatı’na yeni bir yol açmıştır. Dilde görülen sadeleşme ve içerikçe ferdi meseleler yerine sosyal meselelere eğilme bu dönem hikâyesinin en önemli belirleyenlerindendir.
[28]
Sonuç Milli Edebiyat dönemi roman ve hikâyesi tema olarak kendinden önceki dönemden hayli farklı bir çizgide ilerler. Gerek dilde görülen sadeleşme, gerekse temadaki çeşitlilik artık başka bir mecrada ilerleyecek olan bir roman ve hikâyenin ipuçlarını verir. Milli Edebiyat dönemi yazarları, toplumsal konulara eğilerek roman ve hikâyelerinde toplumun aksayan yönlerini farklı şekillerde dile getirirler. Bu dönem yazarlarından Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin Cumhuriyet rejiminin getirdiği kazanımları topluma ulaştırmak ve yeni bir toplum düzenine zemin hazırlamak için eserlerini bu doğrultuda yazarlar. Bu sebeple Milli Edebiyat Dönemi’nde yazılmış eserlerin bir kısmının tezli eser olarak değerlendirildiğini söylemek mümkündür.
[29]
Bu dönemde yazılan birçok eserde tez üzerinde yoğunlaşıldığı için eserlerin estetik boyutu zaman zaman ihmal monash.pw da beraberinde klişe ve tekrara düşen bir kurgu ve anlatım biçimini getirir. Örneğin Reşat Nuri Güntekin’in Yeşil Gece romanı ile Halide Edip’in Vurun Kahpeye romanı, Anadolu’ya öğretmenlik yapmaya giden aydın bir öğretmenin, gittiği yörenin cahil ve tutucu halkı ile yaşadığı çatışma üzerine kurgulanmıştır. Bu kurgu, yer yer Reşat Nuri’nin Çalıkuşu, Yakup Kadri’nin Yaban romanlarında da görülür. Böylece İstanbul’dan taşraya giden aydın ile taşralı arasındaki çatışma ve taşranın yeniliklere karşı direnmesi üzerine klişe bir kurgu oluşturulur. Anadolu’daki bağnazlık sahtekâr din adamı profiliyle işlenir. Bu din adamı tipi yukarıda adı geçen yazarların eserlerinde daima çıkarcı, sevgisiz, cahil ve tutucudur. Dış görünüş itibariyle de ürkütücü bir görünüme sahiptir. Olumlu din adamı profili yalnızca Halide Edip’in Sinekli Bakkal romanında yer verilen bir Mevlevi dedesi olan Vehbi Dede’dir. Onun dışındaki din adamları neredeyse her romanda birbirinin aynısıdır. Milli Edebiyat döneminde benimsenen tezli roman anlayışı sonraki dönemlerde çok yoğun bir biçimde görülmez.
[30]
Cumhuriyet dönemi edebiyatıyla birlikte hikâye ve romanda yeni arayışların başlaması estetik kaygıyı biraz daha öne çıkarır. Toplumsal konuların öne çıktığı Milli Edebiyat dönemi hikâyesinde ise bürokrasi sıkça eleştirilir. Özellikle Refik Halit Karay, hikâyelerinde taşra bürokrasisine yoğun bir şekilde yer verir. Karay, zaaflarıyla öne çıkan menfaatperest bürokratları, küçük taşra memurlarını işler. Bunun yanında cehalet, bağnazlık, eğitimsizlik kavramları üzerinden, ihmal edilmiş bir Anadolu tablosu dikkat çeker. İnsanların dini duygularını kullanarak onları kandıran din adamı profiline bu dönem hikâyesinde de romanda olduğu gibi çokça yer verilir. Bu dönem hikâye ve romanının vardığı ortak nokta, artık yeni bir toplum düzenine ve insan profiline ihtiyaç duyulduğudur. Milli Edebiyat dönemi roman ve hikâyesi gerek dilinin sadeliği gerekse milli konulara ve Anadolu’ya yer vermesi ile memleketçi bir edebiyat anlayışının başlamasını sağlamıştır. Bu dönemden sonra Anadolu, edebiyatta yoğun bir şekilde yer alır ve daha sonraki dönemlerde roman ve hikâyede ferdi konular yerine toplumsal meseleler daha sık işlenmeye başlar.
[31]
KAYNAKÇA TÜRKMENOĞLU, S. (). MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ ROMAN VE HİKÂYECİLİĞİNE GENEL BİR BAKIŞ. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (45), Retrieved from monash.pw
Bu dönemde özel tiyatroların yanında Darülbedâyinin kuruluşu (), tiyatronun gelişmesi açısından önemli bir aşamadır.
Darülbedâyi (Güzel Sanatlar Okulu); sanatçı yetiştirecek, tiyatro eğitimi verecek, tiyatroyu okullaştıracak bir kurumdur. Bu kurumun başına Fransız tiyatrosunun ünlü rejisörlerinden Andre Antoine (Andre Antuvan) getirilir. Burada okuma, telâffuz, dram, dans, edebiyat gibi dersler verilir, önemli tiyatro adamları yetiştirilir.
Ünlü tiyatro adamımız Muhsin Ertuğrul da Darülbedâyide öğretmenlik yapar. Daha sonra () Darülbedâyinin başına getirilir ve çağdaş tiyatronun kurulmasına büyük katkıları olur. Bu döneme kadar kadın oyuncular azınlıklardan seçilmekteydi. İlk defa Müslüman kadın oyuncu Afife Jalenin sahneye çıkmasıyla Müslüman kadınlara da sahne yolu açılmıştır.
Millî Edebiyat döneminde Türkçülük akımı, tiyatroda daha fazla hissedilir. Ancak savaş yıllarıdır. Ekonomik sorunlar, karamsarlık, yılgınlık da vardır. Bunlar tiyatroya da yansır. Siyasal ve belgesel nitelikli oyunlar, istibdat dönemi eleştirileri, saray yaşamı, sosyal dramlar ve aile dramları tiyatroda ilgi görür. Yakın tarih, Türk dünyası idealleri tiyatro eserlerine konu olur.
İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci, Musahipzade Celâl, bu dönemde sadece tiyatroyla uğraşan yazarlardır. Ayrıca Aka Gündüz, Reşat Nuri Güntekin, Halit Fahri Ozansoy, Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel, Mithat Cemal Kuntay, Refik Halit Karay, Halide Edip Adıvar, Raif Necdet gibi yazarlar da tiyatro eserleri yazmışlardır.
>> Tiyatro sayfasına dön.
Etiketler:Milli EdebiyatTiyatro