Yeni bir buluş ortaya koyan, icat eden kimseye mucitdenir.
Bazı teknolojik ürünler ve mucitleri:
Alexander Graham Bell: Alexander Graham Bell ve yardımcısı sağırların duyması için çalışmalar yaparken 1876 yılında ilk telefonu icat etmişlerdir.
Thomas Edison: 1809 yılında Humphry Davy’in icat ettiği ilk ampul iyi ışık vermiyordu. Günümüzde kullandığımız uzun ömürlü ampulü Thomas Edison icat etti.
Wright kardeşler : 1903 yılında Orviller ve Wilbur Wright kardeşler motorlu bir uçak modeli tasarlayıp ürettiler. Böylece havacılık tarihinin en önemli adımı atıldı.
Ernst von Siemens: 1879 yılında Ernst von Siemens elektrikle çalışan bir tren geliştirdi. Geliştirdiği bu elektrikli tren, şehir içinde tramvay olarak kullanıldı.
İgor Sikorsky:Modern helikopterin ilk örneği olan Sikorsky adlı helikopter, Rusya’dan Amerika’ya göç eden İgor Sikorsky tarafından 1939 yılında icat edildi.
John Logie Baird: ilk televizyon, iskoç mucit John Logie Baird tarafından 1925 yılında icat edildi. icadı parlak bulunmuş ancak değer görmemiştir.
Rene Laennec:1816 yılında Fransız doktor Rene Laennec ilk stetoskopu icat etti. ilk stetoskop tüp şeklinde ve tahtadan yapılmış bir aletti.
Yukarıda verilen icatlara ve mucitlere ek olarak şu kişileri ve çalışmalarını örnek olarak verebiliriz.
Montgolfier Kardeşler:1783’te Joseph ve Etienne Montgolfier kardeşler sıcak havayla doldurdukları ilk balonu uçurmuşlardır.
Ferdinand von Zeppelin: 1898 yılında Ferdinand von Zeppelin, yolcu taşımak amacıyla zeplin adı verilen bir hava gemisi icat etmiştir.
Kirkpatrick Macmillan: 1839 yılında İskoçyalı Kirkpatrick Macmillan pedalla çalışan ilk bisikleti icat etti.
Carl Friedrich Benz: 1880’lerde benzinle çalışan modern otomobillerin ilk örneğini icat etmiştir.
Kurumsal Fatura
Hızlı Teslimat
Satıcı : ECEM DAGITIM
Koleksiyona Ekle
Hızlı Teslimat: 2 gün içinde kargoda
173 favori
ÜRÜNÜN TÜM ÖZELLİKLERİ
Ürünün Diğer Satıcıları (9)
Altunbaş Kitabevi
9.8
Hızlı Teslimat: 2 gün içinde kargoda
Book-Storie
9.8
Hızlı Teslimat: 2 gün içinde kargoda
Neşeli Kitap
9.6
Hızlı Teslimat: 2 gün içinde kargoda
KARİYER KİTAP KIRTASİYE
9.8
Hızlı Teslimat: 2 gün içinde kargoda
DAHA FAZLA SATICI GÖSTER
Henüz Yorum Yazılmamış.
Geçmişten günümüze gelinceye kadar zaman nasıl akıp gittiyse geçen zamanla birlikte insanoğlu yeni fikirler, yeni düşünceler ve hayallerinin peşinden giderek çeşitli icatlar bulmuştur... Bu icatları bulan mucitler, mucitlerin ülkeleri ve bulunma tarihleri hakkında bilgi sahibi olmak gerekir.
Günümüzde insanlar yaşantısını etkileyen en önemli etkenlerden biriside içimizde yaşamış insanlardan bazılarını farklı düşünerek hayata farklı bir açıdan bakmalarıdır. Şüphesiz ki bu insanlar sayesinde günümüzde daha rahat şartlarda yaşıyoruz. Geçmişten günümüze icatlar ve onu bulanlar listesi....
Buluşun Yılı
Bulucu (Mucit)
Doğum-Ölüm
Ülkesi
Buluş
1249
Rodger Bacon
(1220-1292)
İngiliz
Barutu buldu
1280
Salvino degli Armati
(1452–1519)
İtalyan
Gözlüğü icat etti
1485
Leonardo ser Piero da Vinci
İtalyan
Anatomi, astronomi, botanik, inşaat mühendisliği,kimya,jeoloji,geometri, hidrodinamik, matematik, makine mühendisliği, optik, fizik, zooloji konularında yüzlerce çalışma ve tasarım yaptı.
1540
Valerius Cordus
(1515-1544)
Alman
Eteri buldu.
1551
Jerome Cardan
(1501-1576)
İtalyan
Kehribarın bazı hafif maddeleri çektiğini fark ederek elektrik ile manyetizma arasında bağıntı kurdu.
1592
Galileo Galilei
(1564–1642)
İtalyan
30 kez büyüten teleskopu yaptı . Termometreyi , sarkacı buldu
1600
William Gilbert
(1544-1603)
İngiliz
Dünyanın küresel bir mıknatıs olduğunu ve pusulanın ibresinin dünyanın magnetik kutbunu gösterdiğini buldu
1614
John Napier
(1550–1617)
İskoçyalı
Logaritma cetvelini buldu.
1618
Johannes Kepler
(1571–1630)
Alman
Güneş sisteminin yasalarını keşfetti
1642
Blaise Pascal
(1623–1662)
Fransız
İlk toplama makinesini icat etti
1643
Evangelista Torricelli
(1608–1647)
İtalyan
Cıvalı barometreyi buldu
1687
Isaac Newton
(1643–1727)
İngiliz
Yer çekimi yasalarını keşfetti.
1450
Johann Gutenberg
(1395-1468)
Alman
Matbaayı buldu.
1492
Kristof Kolomb
(1451-1506)
İspanyol
Amerika'ya ayak bastı
1507
Amerigo Vespuci
(1451-1512)
İtalyan
Amerika'nın yeni kıta olduğunu kanıtladı.
1650
Otto von Guericke
(1602–1686)
Alman
İlk vakum pompasını buldu.
1672
Otto von Guericke
(1602–1686)
Alman
Sürtünme yoluyla elektrik yaratan ilk generatörü (statik -durağan- elektrik makinası) yaptı
1698
Thomas Savery
(1650-1715)
İngiliz
İlk buharlı makineyi yaptı
1704
Isaac Newton
(1643 –1727)
İngiliz
Optik adlı kitabını yayımladı
1729
Stephen Gray
(1696–1736)
İngiliz
Metallerin iletken, ametallerin yalıtkan olduğunu keşfetti.
1742
Anders Celsius
(1701–1744)
İsveç
Sıcaklık ölçümleri için standart geliştirdi
1745
Peter Van Musschenbroek
(1692-1761)
Hollandalı
Elektrik depo edebilen, su dolu cam kavanoza batırılmış metal çubuktan ibaret Leyden Şişesi ni yaptı ki bu tarihin ilk sığacı(kapasitör)dır
1746
Benjamin Franklin
(1706–1790)
ABD
Elektrik yüklerindeki artı ve eksi uçları keşfetti paratoneri buldu..
1763
Claude Chappe
(1763–1805)
Fransız
Basit Telgrafı icat etti
1777
James Watt
(1736–1819)
İngiliz
Uzun süreli çalışan buharlı makineyi yaptı
1779
Charles Augustin de Coulomb
(1736 - 1802)
Fransız
Yüklü iki metal küre ya da iki mıknatıs kutbu arasındaki itme veya çekme kuvvetini buldu ve ölçebilen burulmalı tartı aygıtını gerçekleştirdi;
1783
Montgolfier kardeşler
Fransız
İlk uçan balonla yolculuk yaptılar
1783
Louis Lenormand
(1757–1837)
Fransız
İlk paraşütü tasarladı
1796
Edward Jenner
(1749–1823)
İngiliz
Çiçek aşısını buldu
1799
Alessandro Volta
(1745-1827)
İtalyan
İlk elektrik bataryasını yaptı
1800
William Nicholson
(1753-1815)
İngiliz
Elektrik akımı kullanarak suyu hidrojen ve oksijen gazlarına ayrıştırdı.
1804
Richard Trevithick
(1771-1833)
İngiliz
Ray üzerinde giden ilk lokomotifi icat etti
1807
Humphry Davy
(1778–1829)
İngiliz
Potasyum ve sodyumu bileşiklerinden ayırmayı başardı. Yeni metaller keşfetti.
1816
Rene Laennec
(1781-1826)
Fransız
Stetoskobu icat etti
1819
André Marie Ampére
(1775 - 1836)
Fransız
Magnetik alan ile bu alanı doğuran elektrik akımı arasındaki bağıntıyı formüle etti,elektrik akımını ölçen bir aygıt yaptı
1820
Hans Christian Oersted
(1777–1851)
Danimarkalı
Elektromanyetik akımı keşfetti
1826
Joseph Nicéphore Niepce
(1765–1833)
Fransız
İlk fotoğraf çekimini başardı
1827
Georg Simon Ohm
(1789 -1854)
Alman
Bir iletkenden geçen akımın iletkenin uçları arasındaki gerilim ile doğru, iletkenin direnciyle ters orantılı olduğunu formüle etti,
1829
Joseph Henry
(1797–1878)
İskoç asıllı ABD
Demir çekirdek etrafında tel sarımı suretiyle yaptığı bobin ile güçlü manyetik alan yaratarak bir tondan fazla metali kaldırdı.
1830
Barthélemy Thimonnier
(1793-1857)
Fransız
İlk dikiş makinesini yaptı
1830
Isaac Merritt Singer
(1811–1875)
ABD
Dikiş makinesi üretimine başladı.
1831
Michael Faraday
(1791–1867)
İngiliz
Elektromanyetik kuramları keşfetti,bir buhar makinesi ile bakır bir plakayı bir mıknatısın yarattığı manyetik alan içinde döndürerek elektrik üretti.
1831
Joseph Henry
(1797-1878)
ABD
Makinelere güç vererek iş yapılmasını sağlayan elektrik motorunu buldu.
1837
Cooke ve Wheatstone
İngiliz
İlk elektrikli telgrafı icat ettiler
1841
James Prescott Joule
( 1818-1889)
İngiliz
Isının mekanik iş ile olan ilişkisini keşfetti. Bu keşif, enerjinin korunumu teorisine ve oradan da termodinamiğin birinci kanunu'nun elde edilmesini sağladı
1843
Samuel Finley Morse
(1791–1872)
ABD
Kendi adını verdiği bir telgraf kodu tasarladı
1845
Gustav Robert Kirchhoff
(1824-1887)
Alman
Devre analizi olan ." Kirchhoff I”," Kirchhoff II” yasalarını yayınladı.
1846
William Thomas Morton
(1819-1868)
ABD
Ameliyatlarda eter kullanıldı.
1851
Heinrich Ruhmkorff
(1803-1877)
Alman
Çift kat sarımlı indüksiyon bobinini buldu. Bu buluş A C transformatörün gelişimine önderlik etmiştir.
1852
Elisha Graves Otis
(1811-1861)
ABD
Asansörü icat etti
1853
Linus Yale, Jr.
(1821-1868)
ABD
Pimli kapı anahtarını icat etti
1855
James Clerk Maxwell
(1831–1879)
İskoç
Faraday kanunlarını matematiksel olarak kanıtladı ve kendi kuramını yazdı
1859
Charles Robert Darwin
(1809-1882)
İngiliz
Türlerin kökenleri adlı evrim kuramını yayınladı
1859
Gaston Planté
(1834-1889)
Fransız
Kurşunlu akümülatörü buldu
1860
Jean Joseph Etienne Lenoir
(1822-1900)
Belçikalı
Tek zamanlı ve içten yanmalı motor yaptı
1867
Christopher Latham Sholes
(1819-1890)
ABD
Gerçek anlamda ilk daktiloyu icat etti
1863
İngiltere
Londra’da ilk metro çalışmaya başladı
1869
Dmitri Mendeleev
(1834-1907)
Rus
Periyodik elementler tablosunu yayımladı
1865
Alfred Bernhard Nobel
(1833-1896)
İsveç
Dinamiti buldu.
1876
Thomas Alva Edison
(1847-1931)
ABD
Dünyanın ilk Endüstriyel Araştırma Laboratuarını kurdu
1876
Nikolaus August Otto
(1832-1891)
Alman
4 zamanlı motoru yaptı
1876
Charles Francis Brush
(1849- 1929)
ABD
Elektrik çalışma akımı üretebilen açık bobin dinamoyu buldu.
1876
Alexander Graham Bell
(1847-1922)
İskoç asıllı ABD
Telefonu icat etmiştir.
1877
Thomas Alva Edison
(1847-1931)
ABD
Fonograf denilen ses kayıt cihazını icat etti
1878
Joseph Wilson Swan
(1828-1914)
İngiliz
Elektrik ampulünü icat etti
1879
Ernst Werner von Siemens
(1816–1892)
Alman
Elektrikli treni icat etti
1880
ABD
San Fransisko da elektrik satmak için ilk şirket kuruldu. (California Electric Light Company)
1880
Thomas Edison
(1847-1931)
ABD
Elektrikli ampulü kullanılır duruma getirerek satışa sundu
1882
Thomas Edison
(1847-1931)
ABD
Dünyanın ilk merkezi güç üretim tesisi doğru akım(DC) güç sistemli üretim tesisi New York City de açıldı
1882
ABD
Wisconsin'de ilk hidroelektrik santral açıldı
1883
Nikola Tesla
(1856–1943)
Sırp asıllı ABD
Elektriğin gerilimini dönüştürebilecek ve uzak mesafelere iletmeyi kolaylaştıracak bir transformatör olan Tesla bobinini buldu ki, alternatif akım projesinin önemli bir ayağıdır
1884
Charles Algernon Parsons
(1854-1931)
İngiliz
Buhar türbinini yaparak elektrik Jeneratör (generatör) lerini döndürmede kullanılmıştır
1884
Hiram Stevens Maxim
(1840-1916)
ABD
Tam otomatik makineli tüfeği yaptı
1885
Karl Friedrich Benz
(1844-1929)
Alman
Satış araçlı oto yaptı.
1885
Heinrich Rudolf Hertz
(1857-1894)
Alman
Elektromanyetik dalgalarının varlığını keşfetti
1885
Louis Pasteur
(1822–1895)
Fransız
Kuduz aşısını buldu
1887
Nikola Tesla
(1856–1943).
Sırp asıllı ABD
Alternatif akım jeneratörü buldu. Böylece elektrik enerjisi uzun mesafelere kolaylıkla iletilebilecekti
1887
Emile Berliner
(1851-1929)
Alman asıl ABD
Gramofonu buldu.
1888
George Eastman
(1854–1932)
ABD
Taşınabilir fotoğraf makinesini yaptı , rulo filmi yaşama geçirdi.
1889
ABD
Üretimlerinin tamamını ya da bir bölümünü su gücünden sağlayan elektrik şirketi sayısı 200 ü bulmuştur.İlk uzun mesafe doğru akım ENH Portland şehrine enerji sağladı
1892
Rudolf Christian Karl Diesel
(1858-1913)
Alman
Diesel motorunu hayata geçirdi.
1894
Jesse W. Reno
(1861–1947)
ABD
İlk yürüyen merdiveni tasarladı
1894
Limuere kardeşler
Fransız
Sinema makinesini hayata geçirdiler.
1895
ABD
Alternatif akım üreten ilk jeneratör Niagara şelalesine kuruldu..
1895
Wilhelm Conrad Röntgen
(1845-1923)
Alman
X ışınlarını keşfederek adıyla anılan röntgen cihazını buldu.
1896
Guglielmo Marchese Marconi
(1874-1937)
İtalyan
Radyo dalgalarıyla yayını gerçekleştirdi.
1896
Antoine Henri Becquerel
(1852-1908)
Fransız
Uranyumun radyoaktif madde olduğunu keşfetti
1898
Valdemar Poulsen
(1869-1942)
Danimarkalı
Teyp cihazını buldu.
1901
Hubert Cecil Booth
(1871–1955)
İngiliz
Elektrikli süpürgeyi buldu.
1902
Marie ve Pierre Curie
Polonya
Radyumu keşfettiler
1903
Wright kardeşler
ABD
Motorlu uçağı yaptılar.
1903
Dr Willem Einthoven
(1860-1927)
Hollandalı
Elektro kardiyografi cihazının buluşunu gerçekleştirdi
1904
John Ambrose Fleming
(1849-1945)
İngiliz
Diyot denilen elektronik vakum tüpünü buldu.
1905
Albert Einstein
(1879-1955)
Musevi köken Alman Asıllı ABD
Görecelik kuramını yayınladı.
1906
Alva John Fisher
(1862–1947)
ABD
Çamaşır makinesinin buluşunu gerçekleştirdi.
1907
Paul Cornu
(1881-1944)
Fransız
Motorlu helikopteri uçurdu
1908
Henry Ford
(1863-1947)
ABD
Otomobil yapımında seri üretim sistemi kurarak imalatı hızlandırdı.
1911
Roald Engebret Amundsen
(1872-1928)
Norveç
Güney kutbunu keşfetti
1913
Elmer Ambrose Sperry
(1860-1930)
ABD
İlk robot
1913
William Paine Sheffield
(1857-1919)
İngiliz
Paslanmaz çelik
1914
ABD
Ohio kentinde trafik lambalarının kullanılmasına başlandı
1918
Pierre LANGEVIN ve ekibi
Fransız
Sonar sistemini buldular
1922
Arthur Korn
(1870-1945)
Alman
Faksı buldu
1922
Kanada
Şeker hastalarına Ensülin tedavisi uygulanmasına başlandı
1923
Platen ve Munters
İsveç
Elektrikli Buzdolabını yaşama geçirdi.
1926
John Logie Baird
(1888-1946)
İskoç
Televizyonda görüntü elde etti.
1926
Robert H. Goddart
(1882-1945)
ABD
Sıvı yakıtlı roketi başarıyla fırlattı
1928
Alexander Fleming
(1881-1955)
İskoç
Penisilini buldu
1930
ABD
Elektronik cihaz yaratıldı
1930
Wallace Hume Carothers
(1896-1937)
ABD
Naylonu üretti
1933
Almanya
Teleks ile yazılı haberleşme sağlandı
1935
Robert Alexander Watson-Watt
(1892–1973)
İskoç
Radarı icat etti
1935
Igor Ivanovich Sikorsky
(1889-1972)
Rus asıllı ABD
Modern helikopteri tasarlayarak uçurdu.
1936
İngiltere
Siyah beyaz TV yayınına başladı
1937
Frank Whittle
(1907–1996)
İngiliz
Jet motorunu tasarladı
1938
Chester F. Carlson
(1906-1968)
ABD
Fotokopi makinesini kullanıma sundu
1939
İngiltere
Çamaşır makinesi üretildi
1939
HP şirketi
ABD
Analog verileri dijitale çeviren Pulse-code modulation sistemini geliştirdi
1942
Wernher Magnus von Braun
(1912-1977)
Alman asıl ABD
Uzun menzilli roketi tasarladı
1942
ABD
İlk elektronik bilgisayarın yapımına başlandı ve aygıtın yapımı 1945 yılında tamamlandı.
1942
Enrico Fermi
(1901-1954)
İtalyan
Nükleer Reaktörü tasarladı
1945
J. Robert Oppenheimer
(1904-1967)
ABD
Atom bombasını geliştirerek denedi.
1945
Percy Lebaron Spencer
Ahmet Yüksel
Anahtar Kelimeler: Osmanlılar, Mucit, Mükâfat, İmtiyaz, Patent
Giriş: Batı’daki Bilimsel ve Teknolojik Gelişmeler Karşısında Osmanlılar
Batı’da başlayan her alandaki gelişme ve değişme hareketleri, özellikle de eğitim, bilim ve teknoloji, kültür ve sanat alanlarındaki gelişmeler toplumda yeni yönelimleri artırmış, bilim ve teknoloji üretimine hız kazandırmıştır. Bu değişim ve dönüşüm süreci yeni ticarî faaliyetler ve pazar oluşumunu hazırlarken, hammadde kaynaklarına sahip olan yeni coğrafyalar keşfedilmesine de imkân hazırlamıştır. Rönesans hareketleri diye de ifade edilen Batıdaki bu hızlı ve kökten değişim karşısında Osmanlıların nasıl bir tavır sergilemiş oldukları noktasında birbirinden farklı iki görüş ortaya çıkmıştır. Bu görüşlerden ilki ilgisizlik ve takipsizliktir. Bu görüşü savunanlar, Osmanlı İmparatorluğu’nda uygun bir eğitim sisteminin oluşturulamamasının, toplumun yeni gelişmelere ayak uyduramamasına ve bilimsel gelişmeleri yakından takip edip o yönde gelişme sağlanamamasına sebep olduğunu iddia ederler[1] . Onlara göre; bunun sonucunda Batıdaki matbaanın ve buharlı makinenin kazandırdığı yeni toplumsal, ekonomik ve askerî boyut ile başlayan sanayi devrimine uyum sağlamada Osmanlı oldukça geride kalmıştır. İngiltere’de 1765 yılında icat edilen buharlı makinenin yarattığı heyecan ve bunun arkasından gelen gelişmelerin gerisinde kalan Osmanlı İmparatorluğu; bilim ve teknolojide sağlanan gelişmelere ayak uyduramadığı gibi katkıda da bulunamamış ve dünyada başlayan yeni gelişmeleri de eğitimde geri kaldığı için takip etmekte zorlanmaya başlamıştır.
Takipsizlik yargısına varanların bir diğer iddiası da Osmanlı İmparatorluğu’nun yükseliş devresinde bilime ve bilim adamına verdiği değerin imparatorluğun yükselişini tamamladığı XVI. yüzyıldan itibaren giderek azalmaya başladığı ve bilim adamlarına gereken desteğin ve teşvikin verilmediği yönündedir. Bu yüzyılda imparatorluk siyasî, ekonomik ve coğrafî bakımdan en yüksek noktasına ulaşmıştır. Aynı yüzyıl ortalarında Batıda başlayan Rönesans ve yenileşme hareketleri, imparatorlukta ihtişamın verdiği göz kamaştırıcılıktan dolayı göz ardı edilmeye başlanmış ve büyüklüğün verdiği gurur başkalarını ciddiye aldırtmamış, dışarıdaki gelişmeler dikkatle ve bir politika dâhilinde izlenmediği için gelişmelerden uzak kalınmıştır. Dolayısıyla onlar için, Osmanlı İmparatorluğu çağdaş gelişmeleri; ne kültür, ne ekonomik ve ne de teknik alanda yeteri kadar takip edebilmiştir. Bu hal Osmanlı İmparatorluğu’nu içten zayıflatan bir husus olmuştur. Avrupa devletleri arasındaki yakın münasebetler sonucu ve özellikle Hıristiyan dinine dayanan bir kültür birliği dolayısıyla, herhangi bir yeni teknik buluş, herhangi bir alandaki gelişme, bütün diğerlerine yayılırken, bu yenilikler ve gelişmeler, Osmanlılara yeterli ölçüde yansımamıştır. Dolayısıyla, Osmanlıların teknolojiden yararlanabilmelerine, büyük organizasyonları yönlendirip çok büyük bir alanda uzun süren bir imparatorluk kurabilmelerine, bunun kültürünü yeniden üretebilmelerine karşın bilimsel alana yaptıkları yeni katkıların sınırlı olduğu kanısı hâsıl olmuştur[2] .
Karşı grupta yer alanlar ise Avrupa ülkeleriyle karşılıklı tesirlerin ve coğrafî yakınlığın Osmanlıların yenilik ve keşiflerden haberdar olmalarını sağladığını iddia ederler. Onlara göre; Osmanlılar, Batı teknikleriyle temaslarının erken dönemlerinde, özellikle ateşli silahlar, haritacılık ve madencilik konularındaki teknikleri transfer etmişler, aynı dönemlerde göçmen Yahudi bilim adamları vasıtasıyla Rönesans bilimi ile de, bilhassa astronomi ve tıp sahalarında bazı erken temaslarda bulunmuşlardır. Askerî, siyasî ve iktisadî dengeler aleyhlerine döndüğünde ise Osmanlılar, Avrupa bilimini ihtiyaçlarına göre ve fonksiyonel bir şekilde aktarmaya başlamışlardır[3] . Tanzimat (1839) olarak bilinen reform hareketi, bu şekilde süren aktarma sürecinde bir değişikliğe yol açarak kamu hedefleri ve sivil ihtiyaçları da karşılamaya başlamıştır. Hukukî statüsü ve çalışma şekli ile klasik dönemde mevcut olmayan bu yeni tüzel kişilikler Osmanlı kültür ve bilim hayatına yeni bir boyut kazandırmıştır[4] . Zaten Halil İnalcık da Osmanlıların başarılarını başlangıçtan beri maddî güçlerini arttıran yenilikleri benimsemiş olmalarına bağlamaktadır[5] . Daha çok Tanzimat sonrası dönemi kapsayan bu çalışmada da Osmanlıların gerek bir mucitler muhiti oluşturabilmek gerekse Avrupa’daki bilimsel ve teknolojik gelişmeleri yakından takip edebilmek için yoğun bir çaba içerisine girmiş oldukları görülecektir.
Mucit ve İcat
İcat olunan veya merkezî idareye o şekilde yansıtılmaya çalışılan ve Osmanlı İmparatorluğu’nu idare edenlerin ilgisini en fazla celp eden alet ve makinelerin neler olduğuna kısaca bir göz atılacak olursa ilk sırayı askerî araç ve gereçlerin aldığı görülecektir. Askerî temeller üzerine kurulmuş ve öylece de yükselmiş bir imparatorluk için herhalde bundan daha doğal bir olgu da olmasa gerektir. Hatta söz konusu çekicilik, icat ettikleri aletler için imtiyaz, patent hakkı veya hiç olmazsa bir mükâfat koparabilme arzusundaki mucitlerin devletin eşiğini aşındırmaları şeklinde gelişen genel manzarayı kimi zaman aksi istikamette seyrettirecek bir seviyeye varmıştır. Yani, konu askerî sahada önemli gelişmelerin yaşanmasına vesile olacak bir icat olduğunda mucidinin bilgilendirme mesajını beklemektense bir an evvel onunla temasa geçilmeye çalışılmıştır. 1899 senesinde Roma’daki Osmanlı Sefareti ile Yıldız arasında gerçekleşen bir yazışma şimdiye kadar anlatılmak istenileni ayan beyan ortaya koymaya yetecektir: Fransız mucit Lebel, o yıllarda silahlarda itme kuvveti olarak kullanılan baruttan daha etkili ve dumansız yeni bir barut türü icat etmeyi başarmıştı. Buraya kadarki gelişmelerde herhangi bir sakınca yoktu. Ancak birkaç aydır Petersburg’da bulunan Lebel’in, Fransa’nın da müsaadesiyle Ruslarla görüşmelere giriştiği duyulmuştu. İşte Osmanlı cephesini tedirgin eden gelişme de buydu. Çünkü bu görüşmeler ezeli düşman, günü birlik dost Rusya’nın silah teknolojisinde bir adım daha öne geçmesinden başka bir anlam ihtiva etmiyordu. Bundandır ki Roma Osmanlı sefiri merkezî idareyi de hemen karşı hamlede bulunması için ikaz ediyordu: Eğer söz konusu barutun Osmanlı ordusunda da kullanımı arzu ediliyorsa bir yolunu bulup mucidi Lebel’in geçici bir süre için İstanbul’a davet edilmesi oldukça yerinde olacaktı. Bu sayede kendisiyle görüşme ve pazarlıkta bulunma imkânı hâsıl olacaktı. Roma sefiri bu tavsiye ve uyarılarından başka fevkalade ehemmiyeti haiz bir gelişme olarak değerlendirdiği bu icat ile ilgili bazı bilgiler toplamaktan da geri durmamıştı. Mesela Lebel barutunun içeriğinde hangi tür maddelerin bulunduğuna dair bir çalışma yapmıştı. Ancak elde ettiği bilgilerin postayla gönderilmesinde bazı sakıncalar görmüştü. Zira postası yabancıların eline geçerse Fransa, Rusya ve İtalya hükümetleri arasında bir karışıklığın yaşanmasına yol açabilirdi. Üstelik Roma’da istihbarî bilgi toplamakla görevli sefaret memuru hakkında da şüphelerin artmasına sebep olacaktı. Dolayısıyla sefir bey bu teşebbüsünün semeresiz kalmasından korkmuş, bunun için gönderip göndermeme hususundaki tereddüdünün aşılmasına merkezden yardımcı olunmasını istemiştir[6] . Sadece askerî saha ile sınırlı kalmış olsa da, bu gelişmeler, Osmanlının son demlerinde teknoloji takibine dair iyi bir misal teşkil etmektedir. Aynı şekilde, İngiltere’de Dows adındaki bir şahısça kurşungeçirmez bir elbise icat olunduğu haber alındığında bu elbiseyle ilgili hemen bir tahkikata girişilmesi için 1894 senesinde Yıldız’dan bir irade yayımlanmıştı[7].
Osmanlı idaresinin beğeni ve desteğine sunulan diğer askerî icatlar ise genellikle mitralyöz, top ve tüfek gibi savaş araç gereçleridir. Ancak imparatorluğu idare edenlerin ilgisi sadece askerî icatlarla sınırlı kalmamıştır. Enerji ve para tasarrufu, pratik yarar, gündelik hayatı kolay kılma gibi faydaları da beraberinde getiren icatlar (bazı küçük istisnalar dışarıda tutulacak olursa) imparatorluk nezdinde hak ettikleri değeri daima bulmuşlardır. İlerleyen bölümlerde yeri geldikçe bazı ayrıntıları sunulacak olan icatları şu şekilde sınıflandırmak mucitlerin bilgi ve becerilerini karşılaştırmak açısından faydalı olacaktır.
1. Yabancılara Ait İcatlar: Işığı sönmeyen kurtarma aleti[8] , (içeriği ve işleyişi bilinemeyen) kalpazanlardan korunmak için kullanılacak sistem[9] , elektrikle işleyen saat[10], pamuk yıkama makinesi[11], piliç makinesi, oda ve araba ısıtmaya yarayan bir alet [12], taşınması mümkün barakalar[13], mitralyöz[14], yeni usul bir değirmen[15], derileri tabaklamaya yarayan makine[16] , fonograf makinesi[17], yeni usul bir top[18], Krag tüfekleri[19], kurşungeçirmez elbise[20], çekirgelerin yok edilmesine yarayan bir alet[21] .
2. Gayrimüslim Tebaanın İcatları: Koyun şişirme makinesi[22], yapay buz üreten makine[23], yakıt tasarrufu sağlayan bir alet[24], hayvan derilerini yüzmeye yarayan bir makine,[25] istenilen yere su akıtabilecek hareket edebilir bir su makinesi[26] .
3. Müslüman Tebaanın İcatları: Akan su kuvvetiyle çalışan bir makine[27], yazı makinesi[28], telgraf makinesi[29], zırhlı bir araba[30], sünnet makinesi[31], yeni tarzda bir piyano[32], buhar makinesi[33], mühür mumu[34], ipek makinesi[35], döküm makinesi[36], atış için nişan sehpası[37], araba üzerinde çalışır un değirmeni[38], sülüs hattı talimine yarayan bir alet[39].
(Osmanlı İdaresinin denemeler neticesinde icat olarak değerlendirmediği alet ve makineler bu sınıflandırmanın dışında tutulmuştur.)
İcat ve Deneme
Yeni bir alet veya makine icat ettiği iddiasıyla merkezî idarenin karşısına dikilen her şahıs imparatorluk nezdinde hemen mucit unvanına sahip olamıyordu. İmparatorluk idaresinin mucitlere gösterdiği cömert tavırdan haberdar olan birçok şahıs taklitten öteye geçemeyen sözde icatlarıyla devletin kapısını çalacaktı. Bunun farkında olan ve önüne geçmek isteyen idarecilerin başvuracağı başlıca yöntem icat olunduğu iddia edilen alet ve makineler üzerinde, imparatorluğun ilgili birimlerince gerekli teknik ve fennî incelemelerin yapılmasını sağlamaktı. Ticaret ve Nâfia Nezareti ile onun bünyesindeki Ziraat ve Nâfia Müşavirliği, Maarif ve Tophane-i Âmire Nezaretleri, Harbiye Mektebi, Bahriye Şûrası, Şehremaneti, İstanbul Ticaret, Ziraat ve Sanayi Odası ve Meâbir Meclisi tetkiklerin gerçekleştirilmesinde yardımına başvurulan başlıca Osmanlı resmî aygıtlarından bazılarıydı. Ancak bu yolla buluşların gerçekten yeni, özgün, aynı zamanda devlet ve kamu hayatına yararlı birer icat oldukları ortaya çıkarılabilirdi. Aksi takdirde Osmanlı toprakları içerisinde, icat edildiği iddia edilen alet veya makineler sözde, muhtemel mükâfatlar da devlet hazinesinde kalıyordu. Mesela, 1895 senesinde Lafore ile Reji İdaresi Baş Makinecisi Torniyan adındaki şahıslar depremi göstermeye mahsus elektrikli bir alet icat ettiklerini iddia ederek, yaptıkları masrafın karşılığı olarak kendilerine 2.000 frank verilmesi yönünde Babıâli’den bir istekte bulunmuşlardı. Bu istek üzerine yukarıdaki süreç onlar için başlatılmış, mevzubahis aletin gerçekten depremi gösterme gibi bir özellik taşıyıp taşımadığının anlaşılması için denenmesi icap etmiştir. Bu doğrultuda aletin Harbiye Mektebi’nde uygun bir mahalle yerleştirilmesine, Harbiye zabitlerinden bir ikisinin denemeye memur edilmesine ve nihayet elde edilecek neticelerin de saraya arz olunmasına karar veren bir irade yayımlanmıştı. Hâsıl olacak neticelere göre de istenilen ücretin alet sahiplerine ödenip ödenmeyeceğine karar verileceği ifade olunmuştu. Görüldüğü üzere alet Sultan II. Abdülhamid de dâhil Osmanlı idarecilerinde büyük bir merak uyandırmıştır. Ancak daha sonra ne bu aletten ne de onu icat ettiklerini iddia eden şahıslardan bir haber alınamamıştır[40] . Böyle hakkında bilgi verilmesi lüzumu hissedilmeyen icatlar merkezî idarenin nazarında “ke-en-lem-yekün” (hiç olmamış gibi) hükmündeydi. Mesela Tahmîs-hâne[41] ustalarından Agop’un 1861 senesinde icat ettiğini iddia eylediği “vapur makinesi” hakkında herhangi bir izahat vermemesi söz konusu hükümle karşılaşması neticesini doğurmuştu[42] .
Bu tetkikler sayesinde icat edildiği iddia olunan makinelerin mevcudu taklitten öteye gidememekten ibaret oldukları da ortaya çıkarılabiliyordu. Mesela, Rusya Devleti Bahriye Kaptanlarından Konasif ile mülazım Zotof adındaki iki mühendis vapur, istimbot ve torpido gibi deniz araçlarının buhar çıkaran mekanizmalarının gürültüsünü izale etmek amacıyla bir ejektör icat ettiklerini iddia etmişlerdi. Bu aletin bir numunesi ile çalışma sistemini izah eder bir belgeyi[43] de Petersburg’daki Osmanlı sefareti ateşemiliteri Ziya Bey aracılığıyla 1894 senesinde İstanbul’a ulaştırmışlardı. Bundan sonra Padişah, ejektörün muayene ve denenmesi neticesinde elde edilecek bilgileri saraya takdim etme vazifesini Şûra-yı Bahriye’ye tevdi edecektir. Hemen başlanan tetkikler neticesinde; pirinçten imal edildiği anlaşılan ejektörün, bağlı olduğu aletin işleyişinde sağladığı kolaylık ve faydaların deniz makinistlerinin öteden beri kullandıkları ejektörlere tercih olunacak kadar bir farklılık arz etmediği tespit edilecektir. Ayrıca Tersane-i Âmire’de üretilip, Osmanlı zırhlı donanmasında da bu aletten istifade olunmaktadır. Üstelik karşılaştırmalı olarak yapılan provalar neticesinde Rus kaynaklı ejektörün yerli rakipleri kadar bir yükseklikte suyu alamadığı anlaşılmıştır. Bunun içindir ki yerli ejektörlerin üretim açısından daha kolay, işleyişte de her açıdan daha faydalı olduğuna kanaat getirilmiştir. Dolayısıyla üzerinde yapılan bazı düzenlemeler dışında söz konusu ejektörü bir icat olarak değerlendirmenin yanlış olacağına dikkat çekilmiştir[44]. Aynı şekilde Samakov’un eski Bulgar Despotu olan Benjamin isimli şahıs da 1874 senesinde alaturka ve alafranga saatleri, dört mevsimi ve güneşin yükselişini gösteren bir alet icat ettiği iddiasıyla devletçe mükâfatlandırılma talebinde bulunmuştu. Ancak yapılan tetkiklerin ardından söz konusu aletin daha önce icat edilmiş olanlardan pek bir farkının olmadığı ortaya çıkarılmıştı. Dolayısıyla sözde mucidin talebine olumsuz cevap verilmek durumunda kalınmıştı[45] .
Biraz evvel de ifade olunduğu üzere bir alet veya makinenin Osmanlı idaresi tarafından desteklenmesi gerçeklik ve özgünlüğünden başka, beraberinde devlet ve kamu hayatının işleyişine katkı sağlayacak yenilikleri de getiriyor olmasına bağlı idi. Yani tetkik ve muayenelerin ikinci safhasında icatların bu yönüne bakılıyordu. Mesela, 1892 senesinde Galata Mevlevihanesi’nde misafir olarak ikamet etmekte olan Sakız Mevlevihanesi şeyhi İsmail Efendi, Sadaret’e takdim ettiği arzuhalinde Osmanlı hükümetine hayırlı bir iyilikte bulunmak üzere akan su kuvvetiyle çalışan bir makine icat etmeyi başarmış olduğundan bahsediyordu. Makinenin içeriğine dair arzuhaline herhangi bir bilgi sıkıştırma lüzumu hissetmeyen mucit şeyh, icadının oldukça faydalı ve güzel yanlarının bulunduğuna da dikkat çekiyordu. Lakin biraz evvel de ifade olunduğu gibi, buluş sahibi şahıs icadını ne kadar överse övsün onun özgünlük, önem ve faydalılık ile ilişkili sözleri yeterli kabul edilmiyordu. Buna ancak gerçekleştirilecek incelemelerden sonra karar verilecekti. Ve Sadaret de öyle yaptı: Buradan Ticaret ve Nâfia Nezareti’ne gönderilen emirle; İsmail Efendi’nin icat ettiği makinenin üzerinde gerçekleştirilecek tetkiklerden sonra faydalı olacağına inanılırsa bir numunesinin kaç kuruşa imal edileceğinin hesaplanılması ilgililerden istenildi[46] .
İncelemeler neticesinde faydalı tarafları görülmeyen icatlar ise hemen sahiplerine iade ediliyordu. Mesela Niksar ahalisinden Ömer Kamil Efendi’nin 1852 senesinde icat ettiği araba üzerinde çalışır un değirmeni böyle bir muameleye maruz kalmıştı[47]. Aynı şekilde yabancı bir mucit tarafından ekmek pişirmek için icat edilen bir çark da lüzumsuz bulunmuştu[48]. Oysa İkinci Ordu’dan Yüzbaşı Hulki Efendi’nin 1884 senesinde icat ettiği nişan sehpası tetkiklerden başarıyla geçerek, bütün orduda kullanım hakkını elde etmişti[49] .
Ayrıca icat olunduğu iddia edilen ilaçlar üzerinde de gerekli tıbbî tetkikler büyük bir itina ile gerçekleştirilmekteydi. Bu sayede üretilen ilaçların gerçekten bir buluş olup olmadıkları gün yüzüne çıkarılıyordu. Mesela Yıldız Sarayı Eczanesi’nde görevli bulunan Cerrah Mustafa Efendi 1889 senesinde koleraya karşı bir ilaç icat ettiğinden bahsediyordu. Bunun üzerine girişilen tetkikler neticesinde mevzubahis ilacın eskiden beri koleraya karşı kullanılan maddelerin bir tertibinden ibaret, tehlikeli bir karışım olduğuna dair Tıbbiye Nazırı imzasıyla bir rapor hazırlanmıştı. Bir de ilaçtaki maddelerin karışım oranlarını gösterir bir cetvelin hazırlanması lüzumu hissedilmişti[50]. 1901 senesinde ise Rusçuk ahalisinden bir şahıs ayak terlemesine karşı Periyedu (?) ismiyle bir ilaç icat ettiği iddiasıyla merkezî idarenin karşısına dikilmişti. Ancak yapılan tetkiklerden sonra söz konusu ilacın daha önce getirilmiş olan ayak pudrası karışımından başka bir şey olmadığının anlaşıldığı gibi sağlığa zararlı yanlarının da bulunduğuna dikkat çekilmişti[51] .
Mucit ve Mükâfat
İcat ettiklerini iddia ettikleri alet ve makinelerin imparatorluğun ilgili birimlerince gerçekleştirilen denemelerden sonra özgünlüğü ve faydalı olacağı anlaşılanların sahipleri imparatorluk sınırları içerisinde mucit olarak anılmaktan başka çeşitli mükâfatlara da mazhar oluyorlardı. Manevî kıymeti daha ağır basan madalya ve nişanlar mucitlere ihsan olunan mükâfatlar arasında en sık rastlanılanlardandı. İcadın kıymetine göre nişanların derecesi de değişiyordu. 1881 senesinde yeni usul bir mitralyöz (makineli tüfek) icat eden ve patentini de alan Nordenfeld’e ikinci, İstanbul’da bulunan vekili Roj’a da üçüncü rütbeden mecidî nişanı[52] ihsan olunuyorken[53], 1893’te yeni tarzda bir fes icat eden Macarlı Leo Polid’in beşinci rütbeden mecidî nişanı[54] ile ödüllendirilmesi kararlaştırılmıştı[55]. Nişan almaya hak kazanıp da Osmanlı ülkesinde bulunmayan mucitlerin ödülleri ise vekil sıfatıyla İstanbul’a gelen veya burada ikamet eden ikinci bir şahsa verilebiliyordu. 1893 senesinde, bir mitralyöz ile top icat eden Maxim[56] adlı mucide ihsan olunan ikinci rütbeden Osmanî nişan onun adına İstanbul’daki bir vekiline teslim olunmuştu[57] .
Mucitler için nişandan başka bir diğer onurlandırma mükâfatı da sanayi madalyası ihsan olunmasıydı. Bunlar bazen müstakil olarak, bazen de nişanla birlikte takdim edilebiliyordu. İstanbul’daki İsveç sefareti tarafından sefaret tercümanı vasıtasıyla II. Abdülhamid’e takdim olunan Krag Jorgensen (Yorginson) tüfeğinin mucidi İsveçli Krag’a 1893 senesinde üçüncü rütbeden Osmanî nişan ile birlikte bir de sanayi madalyası takdim olunmasına karar verilmişti[58]. Ayrıca Jorgensen’in İstanbul’daki vekili ile İsveç sefaretinde görevli olan bir başka şahsın Tophane-i Amire Fabrikası’nı gezme isteklerine de olumlu cevap verilmiş, bu doğrultuda söz konusu şahıslar Padişah yaverlerinden olan Tophane-i Âmire Müşiri tarafından fabrikada gezdirilmişlerdi[59]. Çocukların sülüs hattı taliminde faydalanmaları için (içeriğinin ve çalışma aksamının neden ibaret olduğuna dair bir bilgiden yoksun olunan) bir alet icat eden Ziya Efendi adındaki şahıssa altın madalya ile onurlandırılmıştı[60] .
Mucitlerin ödüllendirilmesi sadece bir madalya ve nişan takdimiyle onları onurlandırmaktan ibaret değildi. İcatlarını oluşturmak için sarf ettikleri meblağı karşılamak, onları ve diğerlerini yeni icatlar için teşvik etmek gayesiyle mucitlere belirli miktarlarda para ihsanında da bulunulmuştur. Mesela, Osmanlı idarecilerinin takdirini kazanan ve faydalı bir yenilik olarak değerlendirilen bir piliç makinesi icat etmiş olan ve ismi zikredilmeyen Avusturyalı bir mucit 1858 senesinde 12.500 kuruş para ödülü ile mükâfatlandırılmıştı[61]. Ayrıca kendisi, oda ve araba ısıtmasında kullanılacak bir makine daha icat ettiğini ifade etmişti. Ancak söz konusu makineleri henüz İstanbul’a getirmemiş olmasından ve kendisinin de hastalanarak memleketine dönmek arzusunda bulunduğundan dolayı bu son icadı hakkında herhangi bir bilgi edinimi mümkün olamamıştır. Dolayısıyla icadını görmeden ve denemeden kendisine tahminlerden hareketle bir para yardımında bulunmanın imkânsızlığına dikkat çekilecektir[62] .
Kristof adlı mucit ise 1894 senesinde icat ettiği taşınması mümkün barakalar sayesinde devletin bütün ihsanlarıyla mükâfatlandırılma başarısını göstermişti. Belli ki Kristof’un icadı imparatorluğu idare edenlerin oldukça hoşuna gitmiş, aynı ölçüde de faydalı bulunmuştu. Çünkü Kristof, üçüncü rütbeden mecidî nişanı ile gümüş sanayi madalyasından başka bir de padişahın 100 liralık ihsanına mazhar olmuştu. İstanbul’daki ikameti esnasında mükâfatlarını da bizzat almıştı. Ayrıca ilerde ihtiyaç hâsıl olursa bu barakalardan sipariş olunacağı kendisine iletilmişti. Kristof da Padişahın lütufkârlığından duyduğu memnuniyeti ifade etmekten kendisini alamamıştı[63] . 1894 senesinde ise yeni usulde icat ettiği bir topu Osmanlı merkezî idaresinin beğenisine sunan Fransız Bohe’nin İstanbul’da bulunan vekiline 16.000 frank verilmesi kararlaştırılmıştı[64] .
Bütün bunlardan başka Osmanlı İmparatorluk idaresi, asrının seyrini değiştirecek yeniliklere imza atan mucitlerin mükâfatlandırılması için tertip olunan kampanyalara katılmaktan da geri kalmamıştır. Mesela telgrafın mucidi olan Mors[65] için, ülkelerinde telgraf hattı mevcut olan bütün devletlerce tertip olunacak müşterek mükâfat takdimine 1859 senesinde Osmanlı İmparatorluğu[66] da iştirak etmiştir. Bu doğrultuda Osmanlı İmparatorluğu’nun hissesine 21.490 frank 96 sent isabet etmiştir. Bu para da kendisine sene de 5.374 frank 24 sent olmak üzere 4 taksit şeklinde ödenecektir[67] . Hatta Paris’teki Osmanlı sefareti ile İstanbul Hükümeti arasında gerçekleşen yazışmalardan, ilk taksitin 1859 yılında devlet hazinesinden ödendiği[68] , ikinci taksitin de saltanat hissesinden karşılanacağı anlaşılmaktadır. Ödemelerde de herhangi bir ertelemenin yaşanmamasına son derece büyük bir gayret gösterilmesi gerektiğinin altı çizilmişti[69] .
Mucit, İmtiyaz ve Patent (İhtira Beratı)
Osmanlı örneğine geçmeden evvel dünyada patent ve imtiyaz haklarının gelişimi ile ilgili kısa bir tarihçe[70] sunmak faydalı olacaktır. İmtiyazlar ve patent tarih boyunca sınaî mülkiyet haklarının korunmasında uygulanan iki farklı sistemdir. İmtiyazlar üretime, patent de ürüne dayalı sınaî mülkiyet haklarını korumak için geliştirilmiş bir sistemdir. Ülkeler imtiyazlı üretime dayalı sınaî mülkiyet sistemi ile sanayileşmelerini tamamlamışlar ve ürüne dayalı sınaî mülkiyet sistemine geçmişlerdir[71]. Batı toplumlarında geçen dört yüz yıl boyunca teknolojik gelişmenin teşvikine yönelik çeşitli iktisadî teşvik mekanizmaları geliştirilmiş ve bunu sağlamada çok sık devlet müdahalelerine başvurulmuştur. Krallıktan alınan patentler aracılığıyla bir icadın veya ürünün tekelleştirilmesi, ilk kez Ortaçağ sonlarında ve Rönesans dönemi başlarında gerçekleşmiştir[72] .
Tarihsel süreç içinde sınaî mülkiyet haklarının korunmasına ilişkin anlayışın ilk olarak ortaya çıktığı yer, buluşların korunmasına yönelik olarak 1443 yılında Venedik iken, yine resmen duyurulmuş ilk patent kanunu da 19 Mart 1474’te Venedik’te uygulamaya konulmuştur[73]. Bazı kaynaklara göre de patent sisteminin kanunlaşması, yerleşmesi ve gelişmesine İngiltere öncülük etmiştir. Patentlerin kaynağını, İngiltere’de 14. yüzyılda kabul edilen ilk patent belgelerine (Letters Patent) kadar götürebilmek mümkündür. Bu belgelerin amacı yeni bir teknolojiyi ithal eden ya da bulan bir kişinin işlerini kurabilecek yeterli bir süre için, ona bu teknolojiyi münhasıran kullanma hakkı sağlamaktı. Bu aynı zamanda bir mübadeleydi; devlet teknolojik gelişmeyi, daha fazla sınaî bağımsızlığı ve daha yüksek ihracat kapasitesini kazanırken, mucit ya da ithalatçı da önde olmanın getirisini elde etmekteydi. Bu patent belgeleri özel hakların kamusallaştırılması için bir duyuru niteliği de taşımaktaydı. Kraliyet imtiyazları zaman içinde kötüye kullanıldığından, bu durumdan şikâyetçi olan kişiler, patent alınması için gerekli koşulları gösteren bir kanunun kabul edilmesini sağladılar. Dünyada buluşların korunmasına yönelik ikinci hukukî uygulama olarak da kabul edilen 1623 “İngiliz Tekel Kanunu”nda; buluşun İngiltere açısından yeni olması, devlete yönelik bazı faydalarının bulunması gibi koşulların getirilmesi söz konusuydu. Bu kanunla aynı zamanda patent süresi de sınırlandırılmakta ve bu süre en fazla 14 yıl olarak belirlenmekteydi. 1623 Tekel Kanunu ile mülkilik ilkesi, yani kanunun yalnızca o ülke için geçerliliği ilkesi de getirilmişti. Daha sonra bu ilkeler İngiltere sınırlarını aşarak, diğer ülkelerce de benimsendi[74] .
Osmanlı İmparatorluğu’nda sınaî mülkiyet hakları konusundaki yasalara bir göz atılacak olursa şöyle bir gelişme görülecektir:
— 9 Eylül 1870 tarihinde kabul edilen ve bir buçuk yıl sonra, yani 3 Nisan 1872’de yürürlüğe giren, ilan tarihi itibariyle meşhur olduğundan 1871 tarihli nizamname olarak anılan Alâmet-i Fârika Nizamnamesi,
— 1879 tarihli İhtira Beratı Kanunu,
— 1871 tarihli ilk marka nizamnamesini ilga eden, 10 Mayıs 1888 tarihinde yayınlanan, 26 Mayıs 1888’de yürürlüğe giren Alâmet-i Fârika Nizamnamesi.
Yani imtiyazlara dayalı üretim sisteminden, ürüne dayalı sınaî mülkiyet hakkı sistemine geçiş süreci, 1871 yılında Alâmet-i Fârika Nizamnamesi’nin yayınlanmasıyla başlamış ve 1879 tarihli İhtira Beratı Kanunu’yla birlikte tamamlanmıştır[75] . Türkiye’de 1995 yılına kadar[76] sınaî hakların hukukî kaynağını teşkil eden bu İhtira Beratı Kanunu birkaç hüküm dışında 5 Temmuz 1844 tarihli Fransız Patent Kanunu’nun tercümesinden başka bir şey değildir[77] .
Bir patent hakkı, yeni ve faydalı olmak kaydıyla herhangi bir yöntemi, makineyi ve imalat faaliyetini kapsayabilir. Patent hakkı, bu hakka konu olan şeyin yapımı, satışı veya kullanımını uzunca bir süre bu hak sahibine verdiği ve diğerlerinin rekabetinden koruduğu için, fikri ve sınaî mülkiyet hakları içinde en güçlü olanıdır. Patent süresi boyunca, patente tabi olan herhangi bir şeyin kullanımı patent sahibinin iznini gerektirmekte ve geleneksel olarak bir royalti (devir bedeli) ödenmesini zorunlu kılmaktadır. Bu koruma süresinin sonunda, korumaya tabi olan şey kamu alanına açılmaktadır[78]. Böylesi bir çerçeve içerisinde düşünüldüğünde icatları, Osmanlı imparatorluğu’nun ilgili birimlerince gerçekleştirilen tetkik ve muayenelerden başarıyla geçen mucitler için devletten imtiyaz veya patent hakkı alabilmek; nişan, madalya veya para ile ödüllendirilmekten daha önemli olmalıydı. Bunun en bariz kanıtı da kimi zaman mucitle devlet arasında yaşanan sıkı pazarlıklardı. Mesela, yeni tarzda bir mitralyöz ve top icat eden Cristopher adlı mucidin Padişahın yaverlerinden Hasan Cemil Bey’e 1880 senesinde göndermiş olduğu bir mektupta böylesi bir pazarlık kendisini fazlasıyla hissettirmişti. Cristopher padişahtan aldığı mektup ve emir doğrultusunda Martini Hanri fişeklerinin çapında olan 10 adet namlulu mitralyöz yapımına girişmiştir. 1,5 ay içerisinde de mitralyözlerin İstanbul’a ulaşacağını ümit etmektedir. Ardından Cristopher, kabul görmesi için icadının önemli ve farklı taraflarına vurgu yapar. Buna göre böyle yeni usul bir mitralyöz diğer devletlerin ordularında yoktur. Harp sahasında düşmana oldukça büyük boyutlarda zarar verebilecek bir savaş aletidir. Cristopher, icadının fiyatı için 3.000 frank bedel belirlemişken, Osmanlı Maliye Nezareti 2.800 frankta ayak diremiştir. Pazarlıklar böyle devam ederken mucitten bir dizi teklif daha gelecektir: Şayet kendisi ile iki ortağına birer mükâfat ihsan buyrulursa padişaha iki namlulu mitralyözden bir tane hediye edeceklerdir. Yine Osmanlı ülkesinde icat ettikleri topları üretmek için fabrikalar kurulmak istenirse patent hakkını 60 bin franka terk etmeye hazırdır. Ayrıca kendisine yetecek miktarda bir maaş tahsis olunursa bizzat gelip, Tophane-i Âmire’de üretime nezaret edecek, bu sayede her bir topun maliyetini 1.000 ya da 1.200 franka kadar indirmek mümkün olacaktır. Zaten o sıralar fabrikalarında işler yoluna girmiştir, ortakları da kendi yardımı olmadan işleri yürütebilecek bir seviyeye gelmişlerdir. Dolayısıyla İstanbul’a gelmesi için önünde hiçbir engel yoktur. Bunun için kendisinin Tophane’de mühendislik hizmetiyle istihdam olunacağına dair temin edilmesi yetecektir. Cristopher bu taleplerinin kabul olunup olunmadığına dair kendisine bir geri bildirimde bulunulmasını da arzu ettikten sonra Osmanlı İmparatorluk idaresini ikna etmek için son bir hamlede daha bulunur: Ruslar gece-gündüz tüfek namluları yaptırmakta oldukları gibi Krupp Fabrikası’na da 250 adet top siparişinde bulunmuşlardır![79] Görüldüğü üzere Cristopher icadı için kendi ülkesinde patent hakkını almayı başarmıştı ve şimdi bunu oldukça büyük bir meblağ karşılığında Osmanlı İmparatorluğu’na satabilmek için büyük bir çaba içerisine girmişti. Aynı şekilde, Lübnanlı Selim Haddad Efendi adındaki mucit ise icat ettiği yazı makinesine Osmanlı idaresinden (15 senelik) patent hakkı alabilmek için 1901 senesinde yoğun bir çaba sarf etmek durumunda kalmıştı[80] .
Evkâf-ı Hümâyûn eski baş veznedarı Viçen Efendi de koyun şişirmek için icat ettiği makinenin 30 senelik imtiyazını alabilmek amacıyla 1891 senesinde devlete şu teklifte bulunmuştu: İstanbul dışında ve vilayetlerdeki mevcut mezbahalarda (selhhane) icat ettiği makinenin kullanımıyla elde edilecek hâsılattan %20’si şahsına ait olacaktır. Bunun karşılığında, inşa olunacak yeni mezbahalar için icadından ihtiyaç duyulduğu kadarını ücretsiz verecektir. Viçin Efendi bu isteğine dair kaleme alıp, devlet merkezine takdim ettiği arzuhaline icadıyla ilgili birkaç fotoğraf iliştirmeyi de unutmamıştır. Devlet, Viçin Efendi’nin teklifini kabul etmeden evvel her zaman yaptığı gibi icat edilen makinenin faydalı bir yenilik olup olmadığını anlamaya çalışacaktır. Bu doğrultuda makine üzerinde gerekli tetkikleri yaparak, elde edilecek neticeleri mütalaalarıyla birlikte bildirme vazifesi Şûra-yı Devlet tarafından Şehremaneti’ne verilmiştir[81] .
Peki, imparatorluk idaresi, mucitlerin patent veya imtiyaz hakkı alma taleplerine daima onlardan gelen istekler doğrultusunda mı cevap veriyordu, yoksa söz konusu hakların verilmesinden önce belirli kıstaslar aranıyor muydu? Bu soruya olumlu cevap verilecekse söz konusu kıstaslar neler idi? Mucitlerden elde ettikleri patent veya imtiyaz karşılığında hangi şartları yerine getirmeleri bekleniyordu? İmtiyaz şartlarına uymayan mucitler için nasıl bir yaptırım söz konusuydu?
Osmanlı İmparatorluğu’nda imtiyaz ve patent hakları ile ilgili oldukça fazla bir mesai sarf etmiş olan Ahmet Kal’a’nın; “Osmanlıların yeni icatlara istenilen patent hakkını herhangi bir ön incelemeye tabi tutmayarak verdiği”[82] şeklindeki iddiasından yola çıkılacak olursa ilk iki sorunun cevabı olumsuz olacaktır. Kal’a’nın hangi kaynaklardan yola çıkarak bu kanıya varmış olduğunu kestirmek kadar, ona katılmak da mevcut belgeler ışığında oldukça zordur. Çünkü bu çalışmaya konu olan icatların neredeyse tümü için gerek daha önce aktarılan mükâfat takdimlerinden, gerekse bu bölümde nakledilen imtiyaz veya patent taleplerine cevap verilmeden evvel onların gerçekten bir yenilik olup olmadıkları ve faydalı taraflarının bulunup bulunulmadığı sıkı sıkıya incelenmiştir. İcatların incelemelerden başarıyla geçmelerinden sonra sıra sahiplerine patent ve imtiyaz hakkı vermeye geldiğinde şartları belirleyen yine imparatorluk idaresi olmuştur. Bu saptamayı şimdiye kadar sunulmuş olan misallerde görmek mümkündür. İmtiyazların verilmesi ile ilgili olarak aşağıda aktarılan örnekler de meselenin pekiştirilmesi açısından önemlidir.
Mesela, Bordeaux (Bordo)’da, Cabanes (Kaban) adındaki bir Fransız fabrikatör tarafından icat edilip, patenti de alınmış olunan yeni usul bir değirmenin 1862 senesinde Osmanlı ülkesinde de kurulabilmesi gayesiyle imtiyaz talebinde bulunulmuştu. Cabanes Fransız hükümetinden bu imtiyazı almıştı. İstekte bulunan ise mucidin İstanbul’daki vekili ve Cibali’deki bir değirmenin müdürü olan Aleksandre Michel idi. Michel, eskilere kıyasla, bu yeni değirmenler sayesinde hâsılatın üç kat artacağı, böylece de fiyatlarda büyük bir düşüşün yaşanacağı iddiasındaydı. İddiasını gerçek kılmak için de birkaç gün zarfında yeni usul bir değirmeni Cibali’de numune olarak işletecekti. Ama değirmenin emniyetinin sağlanması için imtiyazının bir an evvel verilmesi gerektiğine de dikkat çekiyordu. Bunun üzerine Sadaret, icadın tetkiki ve teklifin değerlendirilmesi görevini Meâbir Meclisi’ne tevdi etmiştir. Yapılan çalışmalar neticesinde değirmenin Osmanlı ülkesinde işletilmesinin faydalı olacağına kanaat getirilmiştir. Bu doğrultuda ilgili idarecilerce toplam yedi maddeden müteşekkil olarak düzenlenen imtiyaz mukavelesi şu şekildedir:
1. Cabanes’in icat ettiği değirmenlerin Osmanlı ülkesinde tekel usulüyle imtiyazı Osmanlı saltanatı tarafından Michel’e verilmiştir.
2. İmtiyazın verildiği tarihten sonraki 3 ay içerisinde, Fransa’dan alınan imtiyaz sözleşmesi ile icat olunan makinenin nasıl kullanılacağına dair bir tarifname Cabanes tarafından Meâbir Meclisi’ne teslim edilecektir.
3. Cabanes’in Osmanlı ülkesinde sahip olacağı imtiyazın müddeti ülkesindekiyle aynı olacaktır.
4. Cabanes, aldığı imtiyazın karşılığı olarak Ticaret Nezareti’ne birinci sene için 10, kalan seneler için de 5’er mecidiyelik bir vergi ödeyecektir.
5. Bu şartlardan birisinin yerine getirilmemesi durumunda imtiyaz geçersiz kılınacaktır.
6. İmtiyaz maddelerinin uygulanması noktasında Cabanes’in karşılaşacağı hukukî meseleler Ticaret Mahkemesi’nde görülecektir.
7. Bu imtiyazın uygulama sahasına aktarımı aşamasında ihtiyaç duyulacak ücretler tamamıyla Cabanes’e ait olacaktır. Değirmen fabrikaları inşa ettirmesi durumunda da böylesi sarfiyat için geçerli olan Osmanlı nizamnamelerine ve esnaf usullerine bağlı kalınacaktır[83] .
Osmanlı İmparatorluğu’nda patent veya imtiyazların öyle gelişigüzel bir şekilde ve mucitlerin talepleri doğrultusunda verilmediğine dair 1863 tarihli güzel bir örnek daha mevcuttur. Bu yılda Osmanlı tebaasından olan Markar Beylikciyan (?) adındaki mucit sudan yapay buz imal etmeye yarayan yeni bir makine icat etmişti. Mucidin makinesi için istediği 21 yıllık imtiyaz talebi de Meâbir Meclisi’nde uzun görüşmelere konu olmuştu. Nihayet makine üzerindeki tetkikler ve mütalaalardan sonra bir değerlendirme raporu hazırlanmıştı. Raporda öncelikle makinenin gerçekten yeni usul üzere icat edilen bir yenilik olduğuna dikkat çekiliyordu. Ardından halk için oldukça faydalı bir yenilik olacağına kanaat getirilmişti. Ayrıca Markar, makinesi için Fransız ve İngiliz hükümetlerinden imtiyaz almayı da başarmıştı. Bu hususiyetler göz önünde bulundurulunca kendisine talep ettiği imtiyazın verilmesinde herhangi bir sakınca görülmemişti. Bu doğrultuda Osmanlı idarecilerince tanzim olunan imtiyaz mukavelesi de şu şartları ihtiva ediyordu:
1. Yapay buz üretmek için imal olunan makinenin üretim ve satım imtiyazı Osmanlı Devleti tarafından tebaası olan Markar Beylikciyan’a verilmiştir.
2. İmtiyazın verildiği günden sonraki ilk 3 ay zarfında mucit, icat ettiği makinenin resmini ve nasıl çalıştığını izah eden bir layihayı Ticaret Nezareti’ne takdim etmek zorundadır.
3. Mucidinin 21 senelik talebine karşın imtiyazın müddeti 15 sene ile sınırlı tutulmuştur. Mucit, aldığı imtiyaz karşılığında ilk sene için 15 lira, kalan her bir sene için de 5’er liralık bir vergiyi Ticaret Nezareti Sandığı’na ödemekle mükelleftir.
4. Bu şartlardan herhangi birine uyulmadığı takdirde imtiyaz geçersiz kılınacaktır.
5. Mucit imtiyazının tamamını veyahut bir kısmını başka bir kimseye devredecek olursa imtiyazın yeni sahibi nizamlara uygun olarak ticarethanede imzalanmış bir kontrat ile kayıt pusulası almak zorundadır. Ayrıca makinenin üretimi için fabrika açma ruhsatı istenilirse bir dilekçe ile beraber kayıt pusulasının da takdim olunması gerekecektir.
6. İmtiyaz devrinden dolayı mucit ile ikinci şahıs arasında herhangi bir anlaşmazlık yaşanması durumunda davaları Ticaret Mahkemesi’nde görülecektir.
7. Bu imtiyazın zarar ve faydası sahibine ait olacaktır. Beyanına hacet olmadığı üzere imtiyazın icrası için bir fabrika açılmasına karar verilirse mevcut fennî ve malî nizam yine geçerli olacaktır[84] .
Her iki misalde de görüldüğü üzere imtiyazlar verilmeden önce icatlar üzerinde gerekli incelemeler yapılmıştır. Sıra imtiyazların verilmesine geldiğinde de şartları belirleyen Osmanlı idarecileri olmuştur. İmtiyaz şartlarının ve uygulamaların ülkedeki mevcut nizamnamelere ve esnaf usullerine uygun olmasına da özen gösterilmiştir. Bu şartlara uyulmadığı takdirde imtiyazlarının ellerinden alınacağı sahiplerine sıkı sıkı hatırlatılmıştır.
Yerli Mucitler, Devlet ve Toplum
Osmanlı idaresinin yerli mucitlere karşı nasıl bir yaklaşım içerisinde bulunduğunu, onların bilgi ve becerilerinin hangi boyutlarda olduğunu ortaya koyabilmek için böyle ayrı bir başlık altında incelenmeleri uygun görülmüştür. Her şeyden evvel şunu belirtmek gerekiyor ki Osmanlı ülkesinde zanaat ve sanayinin gelişmesi için maharetini ortaya koyanların veyahut maharet kazanma peşinde koşanların mükâfatlandırılmalarının bu yoldaki şevk ve gayreti artıracağı anlayışı hâkimdi[85]. Kendilerine ait ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla Padişahlar da gayret sahibi şahısları teşvik etmenin gereğine inanmışlardı[86]. Tüm teknolojik alet ve ürünlerin Osmanlı sınırları içinde imal edilebilmesi için her türlü tedbirin alınması gerektiğine dair II. Mahmud’un (1808–1839) şu açıklaması oldukça dikkat çekicidir: “Saye-i şevket-vaye-i mülukanelerinde Avrupa’da yapılan şeylerin cümlesi ma’ziyade burada dahi yapılması müyesser olmakda olduğu misillü bu husus içün dahi hezarfen bir kulları tedarik olunub da gerek kazgan ve gerek sa’ire edevat ve çarhların suret-i i’maliyesi tahsil olunmak mümkün olacağı…”[87]
Üstelik bu anlayış, faydasız bulunan yerli bir icadı karşılıksız bırakmayacak kadar imparatorluk bünyesine sirayet etmişti. Mesela, Silivrili Tahir Efendi 1909 senesinde zırhlı bir araba icat etmişti. Belki de Ermeni komitecilerin II. Abdülhamid’e karşı giriştikleri suikast teşebbüsleri böylesi bir icadın esin kaynaklarından birisi olmuştu. Bu açıdan düşünüldüğünde icadın Osmanlı idarecilerince kabul görmesi oldukça kolay olacaktı. Ancak öyle olmadı. Savaş sırasında bir onbaşı takımına siper olacak şekilde tasarlanan arabanın Tophane’de gerçekleştirilen denemelerden sonra istifade edilebilecek bir yenilik olmadığı anlaşıldı. Buna rağmen arabanın yapımı için sarf edilen 300 kuruşluk masraf “öyle abartılacak bir meblağ” olarak görülmediğinden bunun mahalli emvalden Tahir Efendi’ye ödenmesi için Çatalca Mutasarrıflığı’na hemen bir emir gönderildi. Merkezî idarenin meteliğe kurşun attığı bir sırada neden böyle davranılmıştı? Bu sorunun cevabını da yine kendileri verdiler: Bu sayede hem Tahir Efendi’nin zarara uğramasının önüne geçilecekti, hem de müstakbel mucitler teşvik edilmiş olunacaktı[88] .
Yetiştikleri ve içinde yer aldıkları toplumun ihtiyaçları yerli mucitlerin zihin dünyalarını, dolayısıyla icatlarını şekillendiren önemli unsurlardan biriydi. 20 yıldır sünnetçilikle iştigal etmekte olan Süleyman Efendi’nin 1904 senesinde bir sünnet makinesi icat etmesinde söz konusu unsur kendisini fazlasıyla hissettiriyordu. Zaten böylesi bir icadın batılı kaynaklardan memlekete girmesini beklemek abes olacaktı. Her neyse; bu icadı, tecrübesi ve Tıbbiye Mektebi’nden mahareti ve ihtisası hakkında alınan referans Süleyman Efendi’nin ölen Hacı Mahmud Efendi yerine Darülaceze Fahri Sünnetçibaşılığı’na atanması yönündeki talebine merkezî idare tarafından olumlu cevap verilmesine yetmişti[89] .
Toplumun ihtiyaçları yerli icatların vücuda getirilmesinde elbette her zaman başlıca itici güç olmuyordu. Bazen Osmanlı toplumunun geleneksel çizgisinin bir hayli ötesinde yer alan yerli icatlara rastlamak da mümkündü. Hanya ahalisinden olan Mustafa Usta 1893 senesinde o gün için çizgi dışı sayılabilecek bir icatta bulunmuştu. Kendisi bir piyano tertip etmişti. Mustafa Usta piyanoyu icat eden şahıs değildi, ama bazı eklemelerde bulunarak yeni tarzda bir piyano vücuda getirmişti. Söz konusu eklemler de o günün idarecilerince kendisine mucit unvanının verilmesine yetmişti. Ayrıca onunla ilgili vesikaların “bu kez icat ettiği” şeklindeki bir ifadeyle başlıyor olması da kendisinin daima yeni bir şeyler üretme peşinde koşan bir şahıs olduğuna ve mucitlik payesini de daha önceki bir tarihte almış olabileceğine işaret etmektedir. Piyanonun icat olarak değerlendirilmesini mümkün kılan yenilikler ise şunlardı: Evvela piyanoya; telleri titreten bir tokmak ile seslerin açılıp kapanması sağlamak için tellere bağlı keçeler ve keçelere dikey olarak yerleştirilmiş kafes şeklindeki ağaçlardan üretilmiş kalemler eklenmişti. Piyano üzerindeki diğer eklemeler ise vidalı mandal, sigorta, ince teller ve perde pulları idi. Perdeler de musiki usulleri doğrultusunda yeniden tanzim olunmuştu. Bunlardan başka notaların konulması için ayrı bir kısım oluşturulmuştu ve piyanonun iki tarafına da şamdanlar yerleştirilmişti. Nihayet, piyanonun muhafazası için de özel bir sandık yapılmıştı. Mustafa Usta’nın ilk muhatabı olan Hanya Müdürü bu çalışmaları gayet kıymetli ve mahirane olarak değerlendirmişti. Hatta bunun Avrupa türü piyanolardan daha değerli olduğunu ifade etmekten de kendisini alamamıştı. Müdür Bey yenilikten Girit Valiliği’ni haberdar ederken; mevcut kaidelerin bir gereği olarak Mustafa Usta’nın sanayi madalyası ile ödüllendirilmesi gerektiğine, bu sayede diğer kimselerin de şevke gelmelerinin sağlanacağına dikkat çekiyordu. Ve nihayet piyanoya payitaht İstanbul’un yolu gözüktü. Girit Valiliği kanalıyla piyanonun üzerindeki yenilikleri beyan eden bir bilgilendirme yazısı, resimleriyle birlikte Ticaret ve Nâfia Nezareti’ne takdim olundu. Piyanonun takdir edilir bir yenilik olup olmadığının tetkik edilerek, neticeden nezaretin haberdar edilmesiyle de İstanbul Ticaret, Ziraat ve Sanayi Odası görevlendirildi. Tetkiklerin neticesi ise Mustafa Usta’nın hakkını teslim edecek mahiyettedir: Mahallî bilgilendirme yazısından ve resimlerinden piyanonun güzel bir tarzda imal edilmiş olduğu müşahede olunmuştur. Böylece, “zanaat ve sanayinin gelişmesine hizmet edenlerin, özellikle de piyano imali gibi henüz çok eski olmayan bir gelişmenin Osmanlı ülkesinde ihdas ve teşmiline gayret gösterenlerin padişahın mükâfatına mazhar olmalarının teşvik emsali oluşturacağına” dikkat çekildikten sonra Mustafa Usta’nın da sanayi madalyası ile mükâfatlandırılmasında herhangi bir sakınca görülmediği ifade olunmuştur[90] .
Osmanlı ülkesinde yabancı kaynaklı ürünlerin kullanılmasına duyulan tepkiler de bazen yerli mucitleri onların yerini alabilecek icatlar üretmeye teşvik edebiliyordu. Mesela telgraf memurlarından Ali Rıza Efendi, 1879 senesinde o güne kadar ülkede kullanılmakta olan yabancı marka mühür mumlarından farklı usulde yeni bir mühür mumu icat etmişti. Mesaisinden arta kalan zamanları bir fırsat olarak değerlendirip, bunu mühür mumu imaline sarf eden Ali Rıza Efendi icadının o gün Avrupa’dan büyük miktarlarda para sarfıyla satın alınarak devlet dairelerinde kullanılmakta olan Fransız mumlarından renk ve kuvvetçe daha etkili ve kaliteli, fiyatça da uygun olduğunu uzmanların nezdinde ispatlamıştı. İsteği; numune olarak, Ticaret ve Ziraat Meclisi’ne bizzat getirip takdim etmiş olduğu mühür mumunun imalinde kullandığı karışım miktarıyla başkalarının Osmanlı ülkesinde mühür mumu imal edememeleri için kendisine uygun bir süre için imtiyaz verilmesidir. Ayrıca ürünün seri üretimi için bir de fabrika tesis etmek arzusundadır. Bu talepleri kabul edilirse mühür mumunun Avrupa’dan satın alınması için her sene sarf olunan 200–300 bin lira bundan böyle Osmanlı sınırları içerisinde kalacaktır. Bunun üzerine mucit memurun taleplerini ve bir paket icadını incelemekle Şûra-yı Devlet’e bağlı Nâfia Dairesi görevlendirilecektir. Burada gerçekleştirilen müzakerelerden sonra Babıâli’ye takdim olunan değerlendirme raporunda; diğer ülkelerde olduğu gibi Osmanlı memleketinde de sınaî üretimin vasıta ve kapasitesini artırmak için sanayi erbabının şevk ve rağbetini sağlamanın ve onları böyle bir yarışın içine çekmenin gerekliliği vurgulanacaktır. Böylece, Ali Rıza Efendi’nin isteği revaçta olan uygun bir girişim olarak değerlendirilmiş ve kendisine 7 sene süreyle imtiyaz verilmesi uygun görülmüştür. Buna göre; ikinci bir şahıs tarafından aynı oranda kimyasal bir karışım kullanılarak İstanbul’da ve diğer Osmanlı kentlerinde mühür mumu üretilmesine izin verilmeyecektir. Ancak farklı orandaki bir karışımla elde edilecek olan mühür mumları bu kaidenin kapsamına girmemektedir. Ayrıca diğer ülkelerden gelmekte olan mühür mumlarının hangi karışımdan imal olunduklarına bakılmaksızın ülke içerisinde satılmalarına engel olunmayacaktır. Bu kararların alınmasından sonra hemen Şûra-yı Devlet tarafından Ali Rıza Efendi’nin ürettiği mühür mumunun bütün resmî daireleri kapsayacak şekilde kullanımını mecburî kılan bir karar alınacaktır[91] .
Yerli mucitler içinde, hakkında ayrı bir parantez açılmasını mümkün kılacak kadar yararlı bir icadın altına imza atan diğer bir şahıs da Bursa’nın Nalbandoğlu Mahallesi’nde ikamet eden Mehmed Tevfik Efendi olmuştur. Hiçbir mektep görmediğini ifade eden Mehmed Tevfik, uzunca bir zaman sarf ettiği zihinsel çabanın ürünü olarak bir ipek makinesi icat etmiştir. Makinesi, ipeği sarmaya, bükmeye ve katlamaya yarıyordu. Ticaret ve Nâfia Nezareti bünyesinde faaliyet göstermekte olan Ziraat ve Nâfia Müşavirliği’nce gerçekleştirilen tetkiklerden sonra makineden övgüyle bahsedilmekteydi. Mehmed Tevfik’in iki üç sene süren çalışmaları neticesinde ortaya çıkan bu makine sayesinde, o gün için Bursa’da 60 işçinin bir günde yapabildiği iki kıyye ipeği sarma, bükme ve katlama işini aynı süre zarfında sadece iki işçiyle yapmak mümkün olacaktı. İşçilerden birisi makinenin çarkını çevirecekken bir bayan işçi de makineye nezaret edecekti. Dolayısıyla Mehmed Tevfik’in ipek makinesi imtihanını başarıyla vermişti. Padişahın “böyle girişimcileri teşvik etmek gerektir” şeklindeki ifadesine uygun olarak mucit efendi de sanayi madalyası ile onurlandırılmıştı[92] .
Uluslararası sergiler de yerli mucitlerin becerilerini ortaya koyabilmelerinde teşvik edici oluyordu. Merkezî idareden bu sergiye gönderilebilecek evsafta icatta bulunmaları yönündeki çağrı üzerine imparatorluğun dört bir tarafından yola çıkarılan alet ve makineler idarecilerin beğenisine sunuluyordu. Bu aynı zamanda yerli mucitlerin uluslararası şöhrete sahip olabilmeleri yolunda önemli bir fırsattı. Mesela 1893 yılında düzenlenen uluslar arası Chicago (Şikago) sergisinden önce Osmanlı ülkesinde böyle bir hareketlilik yaşanmıştı. Bu doğrultuda, Trablusgarp Kalesi’nde misafir olarak bulunan Mülazım İbrahim Edhem serginin açılışından bir yıl evvel, 1892 senesinde bir döküm makinesinden başka diğer bazı icatları vücuda getirmeyi başarmıştı. Bunun karşılığında icatlarını sergide bizzat tanıtma fırsatı Osmanlı idarecilerince kendisine verilmişti[93]. Saatçi Abdurrahman Efendi ise serginin açılışına az bir zaman kala bir buhar makinesi[94] icat etmeyi başarmıştı. Lakin onun işleri bir önceki mucit kadar yolunda gitmemişti. Çünkü Osmanlı hükümeti tarafından icadının sergiye gönderilip gönderilmeyeceğine dair herhangi bir bildirimde bulunulmadığı gibi makinenin üretim bedeli olan 600 lira da henüz kendisine ödenmemişti[95] .
Osmanlının Gayrimüslim tebaasından olan yerli mucitler de önemli icatlara imza atmışlardı. Daha önceki bölümlerde çeşitli vesilelerle kendilerinden, bilgi ve becerilerinin boyutlarını ortaya koyan icatlarından bahsedilmişti. Merkezî idare de imkânlar dâhilinde her türlü desteği sağladığı gayrimüslim mucitlerini Müslümanlardan kesinlikle ayrı tutmamıştır. Mesela, onlardan birisi olan Elief (İlya) bizzat padişahtan aldığı onay ve destek sayesinde çalışmalarını büyük bir rahatlık ve emniyet içerisinde yürüterek bir su pompası icat etmeyi başarmıştı. Kendisine gösterdiği ilginin bir karşılığı olarak da icadını öncelikle Padişahın huzurunda sergilemek niyetindedir. Nitekim pompasını, arzu etmelerine rağmen kimsenin önünde çalıştırmamış ve hanesinin bir odasında öylece muhafaza etmiştir. Elief’in üzerine bu kadar titrediği su pompasını farklı kılan ise hareket ettirilebilir ve basınçla çalışır olmasıdır. Hava basıncını herhangi bir kuvvetle sağlamak mümkünken; o, pompasının çalışması için gerekli olan basıncı rüzgâr kuvveti sayesinde üretebilmektedir. Kendi ifadesiyle rüzgâr; bütün dünyada, özellikle yüksek yerlerde bulunan ve tükenmeyen bir kuvvettir. Ücretsiz temin edilebiliyor olması da pompanın kullanımı esnasında, komşular arasında herhangi bir sıkıntının yaşanmasına meydan vermeyecektir. Bu ilmî izahatın ardından Elief, ibraz eylediği resimler sayesinde pompanın kurulum ve işletim sistemini padişahın rahatlıkla anlayabileceğini ifade etmiştir. Her ihtimale karşın bazı açıklayıcı bilgiler vermekten de kendisini alamamıştır: Hava ve su basıncıyla hareket eden pompa kurulduktan sonra kendi haline bırakılırsa çalışmaya devam edecektir. Ardından Elief icadının ne kadar gerekli bir yenilik olduğuna dikkat çekebilmek için suyun insan yaşamındaki önemine vurgu yapacaktır: Su; genelde bütün kâinat, özelde ise sanayi ve ziraat için olmazsa olmaz bir nimettir. Susuz yerlerde yaşamak mümkün değildir. İnsanlar mahsullerini sulamak için ihtiyaç duydukları su kaynaklarını ele geçirebilmek gayesiyle birbirlerine karşı tarih boyunca amansız mücadelelere girişmişlerdir. Böylesi bir çerçeve içerisinde düşünüldüğünde pompanın önemi bir kat daha artmaktadır. Çünkü Elief’in pompası sayesinde ekilip biçilemeyen havaliler artık üretim yapılabilecek sahalar haline dönüşecektir. Ayrıca bu pompalar köy, çiftlik ve diğer yerleşim birimlerinde su hazineleri tesis edilmesinde de kullanılabilecektir[96] .
İcat ve Sakınca
İmparatorluk zemini yerli ve yabancı mucitler için her türlü gelişmeye bu denli müsait olduğu halde kimi icatlar imparatorluk bünyesine zararlı yanlarından dolayı Osmanlı ülkesinde bekledikleri itibarı görememişlerdir. Mesela, elektrik vasıtasıyla derileri temiz ve kullanılır hale getirmek (tabaklama/dibagat) amacıyla Grafite adlı İngiliz tarafından icat edilen makine için Osmanlı idaresinden patent alınmıştı. Ancak 1896 senesinde çıkarılan ani bir emirle söz konusu makinelerin toplatılarak, satın alındıkları Avrupa ülkelerine iade edilmelerine karar verilecektir. Merkezî idareyi böyle bir karar almaya iten sebep ise bu makinenin kazanının Osmanlı ülkesinde üretilmesinin imkânsız olduğunun anlaşılmasıdır. Telgraf ve Posta Nezareti’ne mensup bir mühendisçe gerçekleştirilen incelemelerden sonra söz konusu kazanların yüksek voltajda elektrik üretmek için kullanılan dinamo ile onun ayrıntılarından ibaret olduğu ortaya çıkarılmıştır. Oysa hâlihazırdaki nizama göre; yabancı kaynaklı elektrik makinelerinin ve benzerlerinin ülkeye sokulması yasaklanmıştı[97]. Bunun üzerine Ticaret ve Nâfia Nezareti bir dizi tedbir alma lüzumu hissetti: Bu ve benzeri icatlar için bundan böyle berat verilmeyecektir. Bir de bu tür makinelerin memlekete girişinin engellenmesi için Rüsumat Emaneti’ne hitaben bir emir kaleme alınacaktır[98] . 1899 senesinde Osmanlı ülkesinde takibe uğrayan bir diğer icat ise Amerikalı Edison’un icadı olan fonograf[99] cihazıdır. Fonograf, bir iki senedir Osmanlı sınırlarında, özellikle İstanbul, Galata ve Beyoğlu’nda kendisine yaygın bir ticarî saha bulmuştur. Ancak yapılan tahkikatlar neticesinde gerek Avrupa’dan üzeri yazılı olarak gelenlerinde, gerekse İstanbul’da satılmakta olanların kovanlarında bir takım zararlı konuşmalar tespit edilmiştir. Fonograflara, toplumun adap ve ahlakına uymayan karşılıklı konuşma ve şarkılardan başka hafızlar vasıtasıyla Kuran-ı Kerim ayetleri de kaydedilmişti. Dolayısıyla bu cihazların öyle incelenmeden her tarafta, özellikle evlerde, çoluk-çocuk arasında yayılmasının birçok sakınca doğuracağı anlaşılınca, gerekli tedbirlerin alınması için Sadaret ile Maarif ve Zaptiye Nezaretleri hemen harekete geçmişlerdir[100] .
Görüldüğü üzere, bu misallerde kovuşturmaya konu olanlar icatlardı. Çok nadir olmakla birlikte, icatlarla aynı kaderi paylaşan mucitlere tesadüf etmek de yaşanmadık bir hadise değildi. Mesela Malkaralı Hacı Kirkor buhar gücüyle çalışan makinelerin yaktıkları kömürde üçte bir oranında tasarruf sağlayacak bir alet icat etmişti. İcadını tamamlayıp, onu çalışır bir vaziyette gördüğünde kim bilir belki de devletin kendisi için ne mükâfatlar sunacağını hayal etmeye başlamıştı. Ama o an geldiğinde hayal bile edemeyeceği bir gelişme gelip karşısına dikiliverdi: Devlet merkezine “icadı zararlıdır” diye ne taraftan estiği bilinmeyen bir ihbar geldi. Hakikatinin araştırılması lüzumu dahi hissedilmeyen bu ihbar mucit efendinin kürek cezasına çarptırılmasına yetti. 1903 senesinde Edirne Hapishanesi’ne konulan Kirkor Efendi’ye kalansa; ilerlemiş yaşına ve mağduriyetine merhamet gösterilerek, affedilmesi yönünde bir arzuhal kaleme almak oldu[101] .
Netice
Bu çalışmada öncelikli olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun yerli ve yabancı icatlara karşı ne tarz bir tutum içerisinde olduğu ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede icatların içeriğine, imparatorluk nezdinde nasıl bir ilgi uyandırdıklarına ve mucitlerin devletten beklentilerinin karşılanıp karşılanamadığına temas olunmuştur. Dikkat çeken noktalardan ilki ülkenin sanayi ve teknolojisinin gelişmesi için yerli mucitlerin daima teşvik olunmaları doğrultusunda imparatorluk idaresince benimsenmiş olan anlayıştır. Aynı anlayış doğrultusunda dış kaynaklı icatların da benimsenip yaygınlaşmasına özen gösterilmiştir. Bunu yaparken de baştan savmacı bir tavrın takınılmamış olduğu görülmüştür. En önemsizmişçesine bir hava yaratan icatlar dahi bir bilimsel inceleme ve teknik denetime tabi tutulmuşlardır. Dolayısıyla yabancı teknolojinin aktarımı ile patent ve imtiyaz taleplerinin karşılanmasında herhangi bir önkoşul aranmadığı yönündeki iddiaların sağlam bir temelden yoksun oldukları müşahede olunmuştur. Zira imparatorluk idaresi bütün imtiyazları ülkedeki mevcut yasa ve usullere, aynı zamanda da devletin menfaatlerine uygun olarak vermeye çalışmıştır.
Bir de ülke içerisinde yadsınamayacak boyutlara varan yerlilere ait bir mucitler muhitinin mevcudiyeti dikkati çekmektedir. Belki ülkelerinin makûs seyrini değiştirecek, dünya teknolojisinin ilerlemesine katkı sağlayacak icatlar geliştiremediler; ancak, icatların şekillendirilmesinde o ülkenin malî vaziyeti, toplumsal yapı ve algılaması, eğitim sistemi, sanayi ve teknolojisinin vardığı nokta gibi değişkenlerin etkin bir rol oynadıkları göz önünde bulundurulunca hiç de küçümsenmeyecek derecede bir bilgi ve beceri birikimine sahip oldukları görülecektir. Bu birikim sayesindedir ki yerli icatlar bazen Osmanlı sınırlardan bir hayli uzak coğrafyalarda da kendilerine taraftar bulmuşlardır. Mesela, Musul Maarif Müdürü Rasûl Efendi yeraltından su çıkarmak için 1892 senesinde icat ettiği tulumba için Fransız hükümetinden de patent almayı başarmıştı[102] .
Bilim ve teknoloji birikimlerini hayatlarının her safhasında kullanan milletlerin tarih boyunca egemenliklerini daha rahat bir atmosferde, mutluluk ve güven içerisinde sürdürdükleri yönündeki tarihî gerçek karşısında, bugün söz konusu değişkenlerini büyük ölçüde tamamlamamış bir Türkiye’nin yarının mucitlerini yaratması noktasında önünde çok büyük engeller kalmadığı da aşikârdır.
Kaynakça
A. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) Belgeleri:
(Fon, Dosya No/Gömlek No; Hicri-Rumî/Miladî tarih şeklinde gösterilmiştir).
Yıldız Sarayı Belgeleri
Yıldız Sadaret Hususî Maruzat Evrakı (Y.A.HUS)
228/76; 15 Zilhicce 1306/12 Ağustos 1889.
328/66; 26 Zilkade 1312/21 Mayıs 1895.
Yıldız Mütenevvî Maruzat Evrakı (Y.Mtv)
15/31; 28 Şevval 1301/21 Ağustos 1884.
15/75; 14 Zilhicce 1301/5 Ekim 1884.
96/44; 22 Zilkade 1311/27 Mayıs 1894.
313/89; 27 Zilhicce 1326/20 Ocak 1909
Yıldız Perakende Evrakı Askerî Maruzat (Y..PRK.ASK)
89/21; 2 Ramazan 1310/20 Mart 1893.
Yıldız Perakende Evrakı Arzuhal Ve Jurnaller (Y.PRK.AZJ)
7/62; 29 Zilhicce 1300/31 Ekim 1883.
Yıldız Perakende Evrakı Elçilik, Şehbenderlik Ve Ataşemiliterlik (Y.PRK. EŞA)
9/5; 12 Cemaziyelâhir 1306/13 Şubat 1889.
Yıldız Perakende Evrakı Yaveran ve Maiyet-i Seniyye Erkan-ı Harbiye Dairesi
(Y.PRK. MYD)
1/46; 14 Rebiyülevvel 1297/25 Şubat 1880.
Yıldız Perakende Evrakı Mabeyn Başkitabeti (YRK.BŞK)
37/22; 19 Muharrem 1312/23 Temmuz 1894.
Sadaret’e Ait Belgeler
Sadaret Âmedî Kalemi Belgeleri(A.AMD)
81/41; 7 Rebiyülevvel 1274/26 Ekim 1857.
Sadaret Mühimme Kalemi Evrakı (A.MKT.MHM)
382/13; 12 Muharrem 1284/16 Mayıs 1867.
382/13; 12 Muharrem 1284/16 Mayıs 1867.
Sadaret Mektubî Kalemi Nezaret Ve Devâir Yazışmalarına Ait Belgeler (A.MKT.NZD)
51/72; 3 Cemaziyelâhir 1268/25 Mart 1852.
358/21; 6 Muharrem 1278/14 Temmuz 1861.
361/77; 30 Muharrem 1278/7 Ağustos 1861.
Bâb-ı Âlî Evrak Odası (Arşivi) Belgeleri (BEO)
31/2266; 16 Zilhicce 1309/12 Temmuz 1892.
81/6058; 11 Rebiyülevvel 1310/3 Ekim 1892.
96/7181; 5 Rebiyülâhır 1310/27 Ekim 1892.
252/18884; 24 Muharrem 1311
486/36427; 1 Rebiyülâhır 1312/2 Ekim 1894.
725/54361; 20 Recep 1313/6 Ocak 1896.
Nezaretlere Ait Belgeler
Dahiliye Nezareti Mektubî Kalemi (DH.MKT)
134/2537; 16 Cemaziyelâhir 1319/20 Eylül 1901.
818/36; 19 Zilkade 1321/6 Şubat 1904.
1258/92; 5 Cemaziyülevvel 1326/5 Haziran 1908.
1825/79, 25 Şaban 1308/5 Nisan 1891.
1957/11; 7 Zilkade 1309/3 Haziran 1892.
2040/110; 21 Cemaziyelâhir 1310/10 Ocak 1893.
2225/54; 17 Rebiyülevvel 1317/26 Temmuz 1899.
2784/95; 13 Rebiyülevvel 1327/4 Nisan 1909.
2851/15; 19 Cemaziyülevvel 1327/8 Haziran 1909.
Dahiliye Nezareti Tesri-i Muamelat ve Islahat Komisyonu (DH.TMIK.M)
138/58; 9 Zilkade 1320/7 Şubat 1903.
Maarif Nezareti Mektubî Kalemi (MF.MKT)
18/7; 19 Safer 1291/7 Nisan 1874.
79/76; 4 Cemaziyülevvel 1300/13 Mart 1883.
456/13; 9 Rebiyülevvel 1317/18 Temmuz 1899.
556/49, 18 Muharrem 1319/7 Mayıs 1901.
Hariciye Nezareti Mektubî Kalemi (HR.MKT)
306/73; 26 Safer 1276/24 Eylül 1859.
329/27; 22 Şaban 1276/15 Mart 1860.
Hariciye Nezareti Tercüme Odası (HR.TO)
109/69; 6 Aralık 1880.
429/70; 12 Ocak 1858.
İradeler
Dâhiliye Nezareti İradeleri (İ.DH)
1218/95390; 29 Recep 1308/10 Mart 1891.
Hariciye Nezareti İradeleri (İ.HR)
162/8653; 10 Rebiyülâhır 1275/17 Kasım 1858.
163/8719; 5 Cemaziyülevvel 1275/11 Aralık 1858.
169/9131; 6 Zilhicce 1275/7 Temmuz 1859.
284/17694; 28 Şevval 1298/23 Eylül 1881.
Meclis-i Vâlâ İradeleri (İ.MVL)
103/2246; 15 Şaban 1263/29 Temmuz 1847.
502/22711; 29 Rebiyülevvel 1280/13 Eylül 1863.
Maliye Nezareti İradeleri (İ.ML)
11/1312/S-07; 18 Safer 1312/21 Ağustos 1894.
Taltifat İradeleri (İ.TAL)
21/1310/Za-058; 6 Zilkade 1310/22 Mayıs 1893.
27/1311/M–123; 19 Muharrem 1311/2 Ağustos 1893.
40/1311/C-007, 1 Cemaziyelâhir 1311/10 Aralık 1893.
61/1312/Ra-074; 16 Rebiyülevvel 1312/1 Eylül 1894.
Hususî İradeler (İ.HUS)
15/1311/S-142; 23 Safer 1311/5 Eylül 1893.
17/1311/R-064; 13 Rebiyülahır 1311/24 Ekim 1893.
Çeşitli Kurumlara Ait Belgeler
Meclis-i Vâlâ Riyâseti Belgeleri (MVL)
852/102; 25 Recep 1279/16 Ocak 1863.
Şûra-yı Devlet Belgeleri (Ş.D)
2421/15; 28 Safer 1297/10 Şubat 1880.
B. Araştırma-İnceleme Eserleri
Aksoy, Yeliz, Tarihte Osmanlı Bilim ve Teknolojisi, Karma Kitapları, İstanbul 2008.
Adıvar, A. Adnan, Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Kitabevi, İstanbul 1991.
Armaoğlu, Fahir, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789–1914), TTK Yayınları, Ankara 2003.
Basalla, George, Teknolojinin Evrimi, çev. Cem Soydemir, TÜBİTAK, Ankara 2008.
Davison, Roderic H., Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, çev. Osman Akınhay, Papirüs Yayınevi, I, İstanbul 1997.
DİE, Türkiye’de Toplumsal ve Ekonomik Gelişmenin 50 Yılı, Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası, Ankara 1973.
Eldem, Edhem, İftihar ve İmtiyaz: Osmanlı Nişan ve Madalyaları Tarihi, Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, İstanbul 2004.
Heard, Brian J., Handbook of Firearms and Ballistics (Examining and Interpreting Forensic Evidence), Oxford 2008.
Hirş, E., Fikri ve Sınaî Haklar, Ankara 1948.
İhsanoğlu, Ekmeleddin, Osmanlılar ve Bilim (Kaynaklar Işığında Bir Keşif), Etkileşim Yayınları, İstanbul 2010.
İnalcık, Halil, Osmanlı İmparatorluğu (Toplum ve Ekonomi), Eren Yayıncılık, İstanbul 1996.
Kahya, Esin, “Onsekiz ve Ondokuzuncu Yüzyıllarda Genel Çizgileriyle Osmanlılarda Bilim”, Erdem, III/8, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1987, s.491-517.
Kal’a, Ahmet - İnce, İrfan, Alameti Fârikadan Markaya, TPE Yayın No: 23, Ankara 2009.
Kal’a, Ahmet, İhtira Beratı’ndan Patent’e, Alâmet-i Fârika’dan Marka’ya Türk Sınai Mülkiyet Hakları Tarihi, TPE Yayın No: 1, Ankara 2008.
Kalca, Mine, Tarihteki Ünlü Buluşlar ve Mucitleri, İstanbul 2008.
Karal, Enver Ziya, “Tanzimattan Evvel Garplılaşma Hareketleri (1718- 1839)”, Tanzimat, I, MEB Yayınları, İstanbul 1999, s.13-30.
Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, V, TTK Yayınları, Ankara 1999.
Kazancıgil, Aykut, Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji, Etkileşim Yayınları, İstanbul 2007.
Lewis, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, çev. Metin Kıratlı, TTK Yayınları, Ankara 2004.
Reid, Struan-Fara Patricia, Leonardo’dan Edison’a Mucitler, çev. Necmi Buğdaycı, TÜBİTAK, Ankara 2010,
Soyak, Alkan, “Fikri ve Sınaî Mülkiyet Hakları: Tanımı, Tarihsel Gelişimi ve Goü’ler Açısından Önemi”, Legal Fikri ve Sınaî Haklar Dergisi, sy.1, İstanbul 2005, s.11–30.
Tekeli, İlhan-İlkin, Selim, Osmanlı İmparatorluğu’nda Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü, TTK Yayınları, Ankara 1999.
Türk Patent Enstitüsü (TPE), Beşinci Yılında Türk Patent Enstitüsü, TPE Yayın No: 21, Ankara 1999.