muhabbetle ilgili ayetler / Muhabbetullah Ayet, Hadis, Kıssa

Muhabbetle Ilgili Ayetler

muhabbetle ilgili ayetler

Sevgi ile ilgili ayetler...

 

Sevgi ayetleri oku, kuran meali dinle

  • Bakara Suresi, 165. ayet:İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi.
  • Bakara Suresi, 177. ayet:Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.
  • Maide Suresi, 82. ayet:Andolsun, insanlar içinde, mü'minlere en şiddetli düşman olarak Yahudileri ve müşrikleri bulursun. Onlardan, iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: "Hıristiyanlarız" diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakım) papaz ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları nedeniyledir.
  • Yusuf Suresi, 8. ayet:Onlar şöyle demişti: "Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir; oysa ki biz, birbirini pekiştiren bir topluluğuz. Gerçekte babamız, açıkça bir şaşkınlık içindedir."
  • Yusuf Suresi, 30. ayet:Şehirde (birtakım) kadınlar: "Aziz (Vezir)'in karısı kendi uşağının nefsinden murad almak istiyormuş. Öyle ki sevgi onun bağrına sinmiş. Biz doğrusu onu açıkça bir sapıklık içinde görüyoruz." dedi.
  • Meryem Suresi, 13. ayet:Katımız'dan ona bir sevgi duyarlılığı ve temizlik (de verdik). O, çok takva sahibi biriydi.
  • Meryem Suresi, 96. ayet:İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır.
  • Taha Suresi, 39. ayet:"Onu sandığın içine koy, suya bırak, böylece su onu sahile bıraksın; onu Benim de düşmanım, onun da düşmanı olan biri alacaktır. Gözümün önünde yetiştirilmen için, Kendim'den sana bir sevgi yönelttim."
  • Ankebut Suresi, 25. ayet:(İbrahim) Dedi ki: "Siz gerçekten, Allah'ı bırakıp dünya hayatında aranızda bir sevgi-bağı olarak putları (ilahlar) edindiniz. Sonra kıyamet günü, kiminiz kiminizi inkar edip-tanımayacak ve kiminiz kiminize lanet edeceksiniz. Sizin barınma yeriniz ateştir ve hiçbir yardımcınız yoktur."
  • Rum Suresi, 21. ayet:Onda 'sükun bulup durulmanız' için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.
  • Sad Suresi, 32. ayet:O da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim." Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına saklandılar.
  • Şura Suresi, 23. ayet:İşte Allah, iman edip salih amellerde bulunan kullarına böyle müjde vermektedir. De ki: "Ben buna karşı yakınlıkta sevgi dışında sizden hiçbir ücret istemiyorum." Kim bir iyilik kazanırsa, Biz ondaki iyiliği artırırız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, şükredene karşılığını verendir.
  • Vakıa Suresi, 37. ayet:Eşlerine sevgiyle tutkun (ve) hep yaşıt,
  • Mücadele Suresi, 22. ayet:Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah'a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları Kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.
  • Mümtehine Suresi, 1. ayet:Ey iman edenler, Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkar etmişler, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp-çıkarmışlardır. Eğer siz, Benim yolumda cihad etmek ve Benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hala sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp-sapmış olur.
  • Mümtehine Suresi, 7. ayet:Belki Allah, sizlerle onlardan kendilerine karşı düşmanlık besledikleriniz arasında bir sevgi-bağı kılar. Allah, güç yetirendir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.
  • Cum'a Suresi, 6. ayet:De ki: "Ey Yahudi olanlar, eğer siz, (bütün) insanlardan ayrı olarak yalnızca sizlerin gerçekten Allah'ın velileri (dost ve sevgili kulları) olduğunuzu öne sürüyorsanız, şu halde ölümü temenni edin; eğer doğru sözlü iseniz (bunu çekinmeden yapın)."
  • İnsan Suresi, 8. ayet:Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler.
  • Adiyat Suresi, 8. ayet:Muhakkak o, mal sevgisinden dolayı (bencil ve cimri tutumundan) çok katıdır.

S harfi ile başlayan konular listesi...

Copyright © 2009 - 2017 KuranFihristi.net

İletişim

Allah’a Muhabbet (muhabbetullah) İle İlgili Örnekler

Allah’a karşı muhabbet nasıl olur? Peygamber Efendimizin Allah sevgisi ve muhabbeti nasıldı? Allah’a muhabbet (Muhabbetullâh) ile ilgili örnekler.

İnsan, muhabbet duyduğu varlığın buna liyâkati nisbetinde bir netice elde eder. Bu sebeple insan kalbi, fıtrî olan sevme temâyülünü ancak Cenâb-ı Hakk’a yönelttiği takdirde muhabbette kemâle ulaşabilir. Zîrâ, hakîkî muhabbete lâyık yegâne varlık, bütün muhabbetlerin kaynağı olan Allah Teâlâ’dır. Çünkü:

- Her şeyi yaratan, canlılara rızıklarını ihsân eden, onları koruyup gözeten mutlak kemâl ve kudret sâhibi yalnız O’dur.

- O, kullarını çok sevmektedir. Âdem’i cennette en güzel sûrette ve büyük bir ihtimamla yaratmıştır. Kullarının da cennete girmesini arzu etmektedir. Muhabbetin karşılığı ise ancak muhabbettir.[1]

- Zâtına vuslat ve muhabbet yollarını kullarına kolaylaştırmıştır.

- Dünyâ ve âhiretin yegâne mâliki O’dur.

- İnsan, nihâyetinde Allah Teâlâ’nın huzûruna varacak ve O’ndan başka bir sığınak, barınak ve yardımcı bulamayacaktır. Âlemlerin Rabbi olan Allâh, ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcıdır.

- Üzerimizdeki bunca ilâhî nîmetlere ilâveten, bizi en çok muhabbet duyduğu Peygamberi’ne ümmet kılması ve en mütekâmil kitâbı Kur’ân-ı Kerîm ile nasiplendirmesi sebebiyle de Cenâb-ı Hakk’a şükür borcumuz sonsuzdur.

Dolayısıyla muhabbeti Allah Teâlâ’ya tevcîh etmemiz, kulluğumuzun bir muktezâsıdır.

KALBİ SERMAYE

Hiç şüphesiz ki muhabbet, her Hak dostu âşık ve ârifte ayrı ayrı tecellî eder. Bu farklı tecellîler sebebiyle Hazret-i Mevlânâ, gönülleri yakıp kavuran sevdâ ateşiyle dolu engin kelâm okyanusunda, dilinden hikmetler fışkıran ve nâdide inciler saçan bir mânâ ve hikmet menbaı olmuştur. Hallâc-ı Mansûr, aşkın, seveni sevilende fânî kılan lâhûtî iklîminde ilâhî vuslata nâil olmuştur. Bahâüddîn Nakşibend Hazretleri, yıllarca, yaralı ve muzdarip hayvanlara bakmak, sokakların temizliği ile meşgul olmak ve herkesin uzaklaştığı hastaların şifâ bulması için onların ihtiyaçları ile ilgilenmek sûretiyle hizmet yollarında Allah’ta fânîleşmiş, tasarruf ve mârifetullâhta engin bir himmet deryâsı hâline gelmiştir. Usuller ayrı, fakat kalbî sermâye hep aynıdır: Aşk ve muhabbetullâh ile dopdolu olmak…

Cenâb-ı Hak, böyle farklı tecellîlere mazhar kıldığı cümle velîlerini, hakîkatte aşk ve mârifetullâh ilmi ile donatarak muhabbet iklîminin müstesnâ goncaları hâlinde bütün insanlığa armağan etmiştir.

Velhâsıl Hakk’ı seven bir mü’min, hakîkatte hiçbir şeye mâlik olmadığının idrak ve şuurunda olmalıdır. Zîrâ muhabbet, fedâkârlık gerektirdiği için mâlikiyet ile imtizâc etmez. Yâni sevenin, sevdiği uğruna her şeyden geçmesi îcâb eder. Muhabbet, gönülde tabiî olarak maddî ve mânevî bir ikram meyli doğurur. Bu da muhabbetin şiddeti nisbetinde gerçekleşir. Bu sebepledir ki, insanlar en büyük bedelleri, muhabbetleri mukâbilinde öderler. Bu, muhabbetin şiddetine bağlı olarak, sevilen uğruna hayat nîmetinden vazgeçmeye kadar varabilen bir fedâkârlık tablosu şeklinde tezâhür eder.

Ne mutlu o mü’minlere ki, Allâh ve Rasûlü’nün muhabbetini her şeyin üstünde tutarlar ve yabânî bahçelerin sahte çiçeklerine aldanmazlar!..

ALLAH’A MUHABBET (MUHABBETULLAH) HAKKINDA ÖRNEKLER

Allâh’a muhabbet mevzuunda zirve şahsiyet, hiç şüphesiz Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. O, duâlarında Allah Teâlâ’nın muhabbetini talep ederek, Dâvûd -aleyhisselâm-’ın şu niyâzını tekrâr ederdi:

“Allâh’ım! Sen’den muhabbetini, Sen’i sevenlerin muhabbetini ve Sen’in sevgine ulaştıracak ameli talep ediyorum. Allâh’ım! Sen’in muhabbetini bana nefsimden, âilemden, malımdan ve soğuk sudan daha sevgili kıl!”(Tirmizî, Deavât, 72/3490)

Peygamber Efendimiz’in bu husustaki diğer bir duâsı da şöyledir:

“Allâh’ım! Beni, Sen’in muhabbetinle ve sevgisi Sen’in katında fayda verecek olan kimsenin muhabbetiyle rızıklandır. Allâh’ım! Bana ihsân ettiğin ve benim de kendilerini sevdiğim nîmetleri, Sen’in sevdiğin ve râzı olduğun amelleri işleyebilmem husûsunda bir kuvvet kıl. Allâh’ım! İstediğim hâlde bana vermediğin şeyleri de, zihnimi Sen’in sevdiğin şeylerle meşgul etmeme ve tamâmen Sen’in tâatine yönelmeme bir sebep kıl.” (Tirmizî, Deavât, 73/3491)

“Seven sevdiğini dilinden düşürmez, dâimâ onu düşünür.” kâidesince, Peygamber Efendimiz de her hâlükârda Allâh’ı zikir üzere bulunur, dâimâ O’nun sıfatları, kudret ve azamet tecellîleri ve lûtfettiği nîmetleri üzerinde tefekkür ederek her hareketinde Rabbine duâ ederdi. Nitekim bir yere girerken, oradan çıkarken, otururken, kalkarken, bir işe başlarken, onu bitirirken, muhtelif zaman ve mekânlarda yaptığı duâlar, ashâb-ı kirâmın ezberlemekten neredeyse âciz kalacağı miktarlara ulaşmış ve Efendimiz’den kısa ve öz duâlar talep etmelerine sebep olmuştur.

  • Peygamber Efendimizin Allah’a Muhabbeti

Bütün ömrünü Allah Teâlâ’nın muhabbet ve iştiyâkı ile geçiren Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Rabbine vuslat ânını da bir şeb-i arûs (düğün gecesi) heyecânı ile karşılamıştır. Âişe vâlidemiz şöyle anlatır:

“Allah Rasûlü son anlarını yaşarken, mübârek başı benim göğsüme yaslı bulunuyordu. Ben; «–Ey insanların Rabbi! Hastalığı gider! Gerçek hekim, hakîki şifâ verici, ancak Sen’sin!» diyerek şifâ diliyordum. Peygamber Efendimiz ise:

«–Hayır! Allâh’ım beni Refîk-ı A’lâ’ya kavuştur. Ey Allâh’ım! Bana mağfiret et! Bana rahmetini ihsân et! Beni Refîk-ı A’lâ’ya (en yüce Dost’a) kavuştur!» diyerek duâya devâm ediyordu.” (Ahmed, VI, 108, 231)

Diğer bir rivâyette Âişe vâlidemiz hâdisenin devâmını şöyle anlatır:

“Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sağlıklı günlerinde birçok defâ:

«Hiçbir peygamber, cennetteki makâmını görmedikçe, rûhu kabzolunmaz! Sonra, dünyâda kalmak ile makâmına gitmek arasında muhayyer bırakılır!» buyurmuştu. Kendisi hastalanıp vefâtı yaklaşınca, başı benim dizimde bulunduğu hâlde, üzerine bir baygınlık geldi. Ayılınca gözünü evin tavanına çevirdi ve:

«Allâh’ım! Refîk-ı A’lâ!» dedi. Ben o zaman:

«Rasûlullâh bizi tercih etmiyor!» dedim. Anladım ki Efendimiz’in bu temennîsi, sıhhatli zamanlarında bize söyleyip durduğu bir haberin, kendisinde tahakkuk ettiğinin bir işâretidir!” (Buhârî, Megâzî, 84; Ahmed, VI, 89)

  • Hz. İbrahim ile Cebrail Aleyhisselam

Allâh’a muhabbet husûsunda diğer peygamberlerden de pek çok misaller verilebilir. Bunlardan bir kısmını şöylece zikredebiliriz:

Allah Teâlâ, Hazret-i İbrâhîm’e sayılamayacak kadar koyun sürüleri ihsân etmişti. Cebrâîl -aleyhisselâm-, insan sûretinde gelerek sordu:

“–Bu sürüler kimin? Bana sürülerden birini satar mısın?”

İbrâhim -aleyhisselâm-:

“–Bu sürüler Rabbimindir. Şu anda benim elimde emânet olarak bulunuyor. Bir kere zikredersen, üçte birini; üç kere zikredersen hepsini al, götür!” dedi.

Cebrâîl -aleyhisselâm- üç defâ:

“Bizim Rabbimiz, Rûh’un ve melâike-i kirâmın Rabbi, bütün kusurlardan münezzeh, cümle eksikliklerden pâk ve yücedir.” diye zikredince İbrâhim -aleyhisselâm-:

“–Al hepsi senin olsun, al götür!” dedi. Cebrâîl -aleyhisselâm-:

“–Ben insan değil, meleğim, alamam.” dedi. İbrâhim -aleyhisselâm-:

“–Sen meleksen, ben de Halîl’im (Allâh’ın dostuyum). Verdiğimi geri almak bana yakışmaz.” diyerek karşılık verdi.

Nihâyet İbrâhim -aleyhisselâm-, sürülerinin hepsini sattı. Mülk alıp vakfetti.

İbrâhim -aleyhisselâm-, canı, evlâdı ve malı ile ağır bir imtihan geçirdi. Hepsinde de Rabbine büyük bir teslîmiyet ve muhabbetle râm oldu. Halîlullâh (Allâh’ın dostu) olarak kulluğun zirvesine erişti.

Gönlündeki ilâhî muhabbeti, kelâmullâh vesîlesiyle izhâr eden bir sahâbînin hikâyesi şöyledir:

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- o sahâbîyi bir seriyyenin başında kumandan olarak göndermişti. O mübârek sahâbî, arkadaşlarına namaz kıldırıyor, ancak kıraatini her defâsında İhlâs Sûresi ile bitiriyordu. Medîne-i Münevvere’ye döndüklerinde, durumu Allah Rasûlü’ne haber verdiler. Efendimiz:

“–Ona, niçin böyle yaptığını sorun!” buyurdu. Arkadaşları bunun sebebini sorduklarında sahâbî:

“–Bu sûre, Rahmân’ın vasıflarını anlatmaktadır. Bu yüzden, onu okumayı seviyorum.” cevâbını verdi.

Bunu öğrenen Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:

“–Ona söyleyin, Allah Teâlâ da onu seviyor.” (Buhârî, Tevhîd, 1)

  • Sahabenin Allah’a Olan Muhabbeti

Ammar bin Yâsir -radıyallâhu anh-, bir savaşa iştirâk etmek üzere Fırat Nehri’nin kıyısında yürürken, Allâh’a olan muhabbetini şöyle dile getiriyordu:

“Ey Allâh’ım! Kendimi şu dağdan atarak aşağıya yuvarlanmamın, Sen’in benden daha fazla hoşnut kalmana vesîle olacağını bilsem, bunu hemen yaparım. Büyük bir ateş yakarak içine atlamamın, Sen’in benden daha çok râzı olmana vesîle olacağını bilsem, onu derhâl yaparım. Yâ Rabbi! Kendimi suya atıp boğulmamın, Sen’in daha ziyâde hoşnutluğunu celbedeceğini bilsem, onu da hemen yaparım. Ey Allâh’ım! Ben sırf Sen’in rızân için savaşıyorum, beni zarara uğratmamanı diliyorum, ben Sen’i istiyorum.” (İbn-i Sa’d, III, 258)

Abdullâh ibn-i Ömer -radıyallâhu anh-, ashâb-ı kirâmın ileri gelen zenginlerinden biriydi. Servetinin fazla birikmesine meydan vermez, eline geçeni yoksullara dağıtırdı. Sâhip olduğu şeyler içinde en çok beğendiklerini, Allâh yolunda sarf edilmek üzere ayırırdı. İyi hâlini gördüğü ve bilhassa namaz kıldığını öğrendiği bütün kölelerini âzâd etmeye başlamıştı. Dostlarından biri, onu îkâz etti ve; kölelerinden bir kısmının Allâh rızâsı için değil de, sırf âzâd edilmek maksadıyla câmiye geldiğini söyledi. Hazret-i Abdullâh, kalbindeki Allâh muhabbetini yansıtan şu güzel cevâbı verdi:

“–Bizi Allâh ile aldatmak isteyenlere aldanmaya râzıyız!” (İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, III, 343)

  • Allah Sevgisi ve Korkusuyla Ağlayan Abide

Fudayl bin Iyâz Hazretleri, ârif, fâzıl, Allâh korkusu sebebiyle çok ağlayan bir zât idi. Aynı zamanda güvenilir bir hadis râvîsiydi. Bu zât yine o devirde yaşayan âbide, zâhide, Allâh sevgisi ve korkusuyla çok ağlayan Şi’vâne Hâtun ile karşılaşmıştı. Fudayl ona:

“–Bana duâ et.” dedi. Şi’vâne Hâtun şu cevâbı verdi:

“–Fudayl! Allâh ile aranda, duâ ettiğin zaman duânı kabul edeceği bir yakınlık yok mu ki benden duâ istiyorsun.”

Bu muhteşem sözü duyan Fudayl hıçkırıklara boğularak kendinden geçti. (İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, IV, 56)

  • Hallâc-ı Mansûr’un İdam Edilmeden Önce Yaptığı Dua

Rivâyet edildiğine göre Hallâc-ı Mansûr’un, îdâm edilmeden önce yaptığı şu duâ, onun Allâh’a duyduğu muhabbetin seviyesini ve ihlâsını ne güzel sergilemektedir:

“Allâh’ım! Sen’in kulların, Sana olan yakınlıklarından ve dinlerine bağlılıklarından dolayı beni öldürmek için toplandılar. Onları bağışla. Çünkü Sen, bana lûtfettiğin sırları, onlara da nasîb etseydin, hakkımda böyle düşünmeyeceklerdi. Şâyet onlardan gizlediğin şeyleri, benden de gizlemiş olsaydın, böyle ifşaatta bulunmayacaktım. Yâ Rabbi onları affet! Çünkü onlar, beni Sana kavuşturuyorlar.”

Hallâc’ın hâlini mânâ âleminde seyredenlerden nakledilir ki, onu darağacında astıkları vakit iblis yanına geldi ve:

“–Bir «ene»[2] sen dedin, bir «ene» de ben dedim. Nasıl oluyor da bu yüzden senin üzerine rahmet, benim üzerime ise lânet yağıyor!” diye sordu.

Hallâc, iblise şöyle cevap verdi:

“–Sen, «ene» demekle kendini Âdem’den üstün görmüş, kibrini ortaya koymuştun. Ben ise «Ene’l-Hak» diyerek kendimi Hak’ta ifnâ ettim. Benliği ortaya koymak olan kibir, cehennem alâmetidir. Benliği ortadan kaldırmak, yâni Hak’ta fânî olmak ise «hîç»liğin ifâdesidir. Bu sebepten bana rahmet, sana ise lânet ve zillet indi.”

Hallâc’ın, kendisini ziyaret eden İbrâhim bin Fâtik’e şöyle dediği nakledilir:

“–Ey oğlum! Bâzı insanlar benim küfre düştüğüme inanıyorlar, bâzıları da velî olduğum kanaatindeler. Allâh katında ve benim nazarımda, küfrümü îlân edenler, velî olduğumu söyleyenlerden daha sevimlidir.”

“–Efendim, niçin böyle söylüyorsunuz?” denildiğinde ise:

“–Velî olduğuma inananlar, bana olan hüsn-i zanlarından dolayı; küfrüme kâil olanlar ise, dinlerine olan bağlılıkları sebebiyle böyle yapıyorlar. Dînine sadâkat gösteren kimse, sâdece hüsn-i zan besleyenden Allâh katında daha sevimlidir.” buyurmuştur.

  • İlahi Aşkla Yanıp Tutuşmak

Hazret-i Mevlânâ, fenâ-fillâh ve bekà-billâh hâlinde ilâhî aşkla kavruluşunu ve rûhunda yanan bu ateşin ölümle bile sönmeyeceğini ne güzel ifâdelendirir:

“Vefâtımdan sonra benim kabrimi aç ve içimin ateşi sebebiyle kefenimden nasıl dumanlar yükseldiğini gör! Ölümü korkutucu kılan, şu ten kafesidir. Teni bir sedef gibi «aşk»la kırdığın zaman, ölümün bir inciye benzediğini sen de göreceksin!..”

Allâh dostlarının en mühim husûsiyetlerinden birisi de, ilâhî aşkla yanıp kavrulmalarıdır. Yine Hazret-i Mevlânâ, yukarıdaki sözlerle dile getirdiği aşk hâli içinde ömür boyu hep bu şekilde yanan gerçek âşıkları aramıştır. Bu arzusunu şu şekilde ifâde eder:

“Bana öyle bir âşık gerek ki, içindeki alevden kıyâmetler kopmalı, gönlünün harâreti ile ateşleri bile kül etmeli!..”

  • Hak Dostunu İbadete Yönelten Şey

Dostlarından biri, Mârûf-i Kerhî Hazretleri’ne:

“–Ey Mârûf! Seni bu derece ibâdete sevk eden nedir?” diye sormuştu.

Hazret sükût etti. Arkadaşı ısrâr ederek:

“–Ölümü hatırlamak mı?” dedi.

Mârûf-i Kerhî cevap verdi:

“–Ölüm dediğin nedir ki?”

“–Kabir ve âlem-i berzahı düşünmek mi?”

“–Kabir dediğin nedir ki?”

Arkadaşı yine ısrâr ederek:

“–Cehennem korkusu veya Cennet ümîdi mi?” diye sordu. Bunun üzerine Mârûf-i Kerhî Hazretleri şu muhteşem cevâbı verdi:

“–Bunlar da nedir ki?!. Bu saydığın şeylerin hepsini elinde tutan Zât-ı Kibriyâ öyle yüce bir Rab’dır ki, eğer O’na karşı derin bir muhabbet ve iştiyâka sâhip olabilirsen, bu dediklerinin hepsini sana unutturur. Allâh ile aranda bir mârifet, bir muhabbet meydana gelir ve bu sâyede O, saydıklarının hepsinden seni kurtarır!”[3]

  • Mecnun’un Allah’a Muhabbeti

Mecnûn’un şu hâli de Allâh muhabbetine nâil olanların hâlini aksettirmesi bakımından câlib-i dikkattir:

Bir gün Mecnûn, Leylâ’dan ayrı kalmanın derdinden ansızın hastalanıp yatağa düştü. Tedâvî için bir doktor çağırdılar. Doktor:

“–Damardan kan almaktan başka çâre yok!” diyerek hacamat yapmak için Mecnûn’un kolunu bağladı. Tam neşteri eline almıştı ki, Mecnûn:

“–Ey doktor, hacamat etmeyi bırak! Ücretini al ve git! Bu hastalıktan ölürsem öleyim, ziyânı yok. Bu köhneleşmiş beden varsın ölsün, ne çıkar?!” dedi.

 Doktor şaşkın bir şekilde Mecnûn’a sordu:

“–Sen çöllerde kükremiş arslanlardan korkmuyorsun da, kan aldırmaktan mı korkuyorsun?”

Mecnûn’un cevabı şöyle oldu:

“–Benim korkum neşterden değil... Cümle âlem bilir ki, benim sabır ve tahammülüm, kayalardan meydana gelmiş olan bir dağdan bile fazladır! Ben hiçbir şeyden korkmayan ve dünyâya âit bir samanlığı dahî olmayan bir insanım; şu fânî tenim yaralanmazsa rahat etmez! Yaralar aşkımın merhemidir; bunun için yaralanmaya koşa koşa giderim...

Lâkin benim vücûdum Leylâ ile dolu; içimde Leylâ’dan başka bir varlık yok! Bu sadef gibi olan bedenim, o incinin sıfatları ile dolmuştur. Dolayısıyla ey doktor; beni hacamat ederken neşteri ansızın Leylâ’ya vurur, onu yaralarsın da incitirsin diye korkuyorum...

Zîrâ Allâh’ın has kulları iyi bilir ki, Leylâ ile benim aramda fark yoktur.”

Leylâ, seneler sonra Mecnûn’un yanına gelir. Mecnûn onunla alâkadar olmaz. Leylâ:

“–Benim için çöllere düşen sen değil miydin?” der. Mecnûn:

“–İzâfî ve gölge olan Leylâ eridi ve aradan çıktı.” diye karşılık verir.

Bir zamanlar Mecnûn’un hayâtının gâyesi olan Leylâ, ilâhî muhabbete bir basamak teşkil etmiştir. Mecnûn, hakîkatini aradığı ilâhî muhabbet âleminde yerini bulunca, hayâtındaki Leylâ’nın rolü bitmiştir.

Mesnevî hikâyelerinde geçen Leylâ, sonunda ilâhî muhabbete dönen ve kişiliğini Hak’ta fânî kılan ilâhî aşkın sembolüdür. Diğer bir ifâdeyle Leylâ, gönülleri mecnûn eden ve fizikî irâdeyi sıfırlayan ilâhî bir aşk ufkudur. Bu bakımdan Leylâlar ile başlayan muhabbet mâcerâsı, Mevlâ’da sükûn bulursa, ulvî bir kıymet kazanır.

  • Mecnun’a Köpeği Sevdiren Muhabbet

Leylâ’sı uğrunda ve onun aşkı ile çöllere düşen Mecnun, tüyleri dökülmüş, ağzından salyalar akan bir köpeği seviyor, okşuyor ve gözlerinden öpüyordu. Onun bu hâlini gören birisi dayanamayıp:

“–Ey ham Mecnun! Yaptığın bu çılgınlık nedir? Bu hayvanı, niye sarılmış öpüyorsun?” dedi. Mecnun cevap verdi:

“–Sen baştanbaşa bir sûret, şekil ve bedenden ibâretken, benim yaptığım işten ne anlarsın?! İçeriye gir, yâni rûh âlemime dal da ona bir de benim gözümle bak! Bu köpeğin ne meziyeti var biliyor musun?! Bu köpekte senin çözemeyeceğin ilâhî bir sır var. Allâh, onun gönlünde sâhibine karşı duyduğu muhabbet ve vefânın hazinesini gizlemiştir. Hem baksana o, bu kadar köyün içinde gitmiş de Leylâ’nın köyünü yurt edinmiş ve o köye bekçi olmuş!..

Köpek deyip geçme, sen onun himmetine nazar et. O benim gönül dünyâmın mübârek yüzlü Kıtmîr’idir. Benim sürûr ve hüzün ortağımdır. Bunun bir kılını arslanlara değişmem. Gönlüne, canına, irfânına dikkat et ki, onun fazîletini göresin!.. Leylâ’nın köyünü yurt tutan köpeğin ayağının bastığı toprak bile benim için azîzdir...”

Allâh muhabbetiyle kavrulan bir gönül, bu muhabbet sebebiyle O’nun bütün mahlûkâtını da sever. Allâh’ı hatırlatan her şey, O’na yakınlık derecelerine göre, kendisi için paha biçilmez bir kıymet arz eder.

  • Allah’a Duyulan Muhabbetin Semeresi

Bir Hak dostu, Allâh’a duyulan muhabbetin semeresini gösteren şu hâdiseyi nakleder:

Geniş ve ıssız bir ovadan geçiyordum. Garip bir çobana rastladım. Gördüm ki, derin bir huşû içinde namaz kılıyor, sürüsünü de kurtlar koruyordu. Taaccüb ettim. Merakla namazını bitirmesini bekledim ve:

“–Ey çoban! Kurtlar nasıl oldu da koyunlarınla dost oldu? Onlardaki düşmanlık ve cânîlik rûhu, nasıl oldu da yerini sulh ve muhabbete terk etti?” diye sordum.

Allâh’a secdeden dolayı sîmâsı nûra bürünmüş olan sâlih çoban, şöyle cevap verdi:

“–Ey garip yolcu! Kurtların kuzularla olan şu dostluğundaki sır; çobanın, sürünün ve kurtların asıl sâhibine olan dostluğuna bağlıdır. Yâni bu hâl, muhabbetteki bir sırdır.”

***

Seven, sevdiği uğruna her şeyini fedâ eder. Molla Câmî -kuddise sirruh-’un anlattığı şu hâdise bu kabîldendir:

Pîrimiz Mevlânâ Sâdeddîn Kaşgarî’nin sohbet halkasında bir genç vardı. Bu genç, riyâzat, halvet ve aşkta en ileri derecede idi. O da benim gibi, bir fânî güzele tutulmuştu. Böylece gönlünde biriktirdiği kıymeti bir lahzada o tarafa devretmişti.

Altından ve pırlantadan çok kıymetli bir hediye alıp, o güzelin geçeceği yola bırakmış ve oradan geçenlerden birinin onu almaması için de bir kenara gizlenmişti. Fikrince sevgilisi oradan geçecek ve hediyeyi görüp alacaktı. Fakat kimden ve nasıl geldiğini bilmeyecekti. Ben vaziyeti öğrenince ona dedim ki:

“–Ne garip bir iş işlemektesin! Türlü zahmetlerle elde ettiğin şeyi onun yolu üzerine bırakıyorsun! Bulsa, görse, alsa bile, kimden ve niçin olduğunu bilmeyecek. Bâri bir şey yap ki, senden geldiğini bilsin!”

Genç, gözyaşları ile sarsılarak cevap verdi:

“–Sen ne diyorsun? Yaptığım işin tuhaflığını ben bilmiyor muyum sanıyorsun! Bu işi yaparken hiçbir karşılık beklemiyorum ki. Zîrâ hediyelerimden dolayı onun bana karşı bir minnet altına girmesini istemiyorum!”

Bu cevaptan titredim. Bir fânîye olan mecâzî muhabbet, böylesine bir derinlik, incelik, zarâfet ve gönül güzelliği sergiler ise, kim bilir “zâtî muhabbet”e nâil olanlar ne ulvî tecellîlere mâkes olurlar.

  • Allah Güzeldir, Güzelliği Sever

Hâsılı, Peygamber Efendimiz:

“Allâh güzeldir, güzelliği sever! (Müslim, Îmân, 147) buyurmaktadır.

Buna göre bütün güzelliklerin sâhibi olan Allâh, aynı zamanda hakîkî muhabbetin de kaynağıdır. Çünkü O, Vedûd’dur.[4] Bu ism-i şerîf, “çok seven” mânâsına geldiği gibi “çok sevilen” mânâsına da gelir.[5] Bu sebeple mü’minin vazîfesi, ilâhî muhabbeti gönüllere aşılayan bir rahmet kapısı olmaktır. Zîrâ mü’min, Rabbine olan sevgisini (muhabbetullâhı), Allah’tan gayrı her şeye duyulan sevgi ve bağlılığın üstüne çıkarmadıkça “Sırât-ı Müstakîm”e lâyıkıyla ulaşamaz. Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:

“…Mü’minlerin Allâh’a olan muhabbetleri ise her şeyden daha ileri ve daha kuvvetlidir…” (el-Bakara, 165) buyurmaktadır.

Mü’minler için bu hâlin zarûrî olduğu, diğer bir âyet-i kerîmede şöyle ifâde edilir:

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabânız, kazandığınız mallar, kesâda uğramasından korktuğunuz ticâret, hoşlandığınız meskenler, size Allah’tan, Rasûlü’nden ve Allâh yolunda cihâd etmekten daha sevgili ise, artık Allâh emrini getirinceye kadar bekleyin. Allâh, fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.” (et-Tevbe, 24)

Muhabbetullâhı temin edebilmek için de, Allâh’ı kalpte tanıyabilmek, yâni O’nun güzel isimlerinin, yâni Esmâ-i Hüsnâ’nın tecellîlerine mazhar olabilmek zarûrîdir.

Cenâb-ı Hakk’ı zikretmek de, muhabbetullâh istikâmetinde bir terakkîye vesîle olur. Ancak bu terakkî, zikrin keyfiyeti, yâni kalpteki hissediliş seviyesi nisbetinde gerçekleşir.

Fahr-i Kâinât Efendimiz şöyle buyurmaktadır:

“Allâh’ı sevmenin alâmeti, Allah Teâlâ’nın zikrini sevmektir.” (Süyûtî, II, 52)

Allâh’a muhabbet istikâmetinde ilerleyebilmek için, kalbin ona tahammül edecek bir liyâkat ve kifâyet kazanması lâzımdır. Bu ise, beşerî muhabbet temrinleriyle elde edilebilir. Bu yüzden, kalp için bir hazırlık teşkîl etmesi sebebiyle, meşrû ölçüler dâhilindeki beşerî aşka müsâmaha nazarıyla bakılır ve o, “aşk-ı mecâzî” adıyla yâd olunur. Tıpkı bir kişinin âilesine olan muhabbeti gibi…

Bu hâl üzere devâm ederek muhabbetullâha ulaşmak, insanoğlunun yaratılış gâyesini gerçekleştirmesi, Allâh’ın rızâsına nâil olması demektir. Zîrâ İslâm’da insana sunulan ilâhî tekliflerin zirvesi ve nihâî hedefi, “vâsıl-ı ilallâh” olmaktır. Bunun da en mühim sermâyesi muhabbettir. Diğer ameller, bu muhabbetin bir tezâhürüdür.

Mârifetullâh ve muhabbetullâha eren bir mü’min, nefsinin şerrinden ve şeytanın desîselerinden uzaklaşır ve yalnız Hakk’ın rızâsını talep ederek yaşar. Kâinât kitabının sayfaları kendisine aralanır ve bütün mahlûkât ile dost olur. Yâni Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta bakabilme istîdâdı kazanır. Cihandaki ilâhî hikmet ve esrar akışlarını ibretle seyre dalar. Allâh’ın farz ve mecbûrî kıldığı asgarî kulluk vazîfelerini büyük bir huşû içinde îfâ ettikten sonra, zarûrî olmadığı hâlde, sırf gönülden gelen aşk ve muhabbet sebebiyle nâfile ibâdetleri ve hayırlı amelleri de kemâl-i edep, tâzîm ve şevk ile artırmaya çalışır. Cümle nefsânî lezzetleri ifnâ ederek gerçek lezzetin sırrını îmanda bulur.

Dipnotlar:

[1]Bkz. el-Mâide, 54.

[2]Ene: Arapçada “ben” mânâsındaki şahıs zamiri.

[3]Babanzâde Ahmed Naîm, İslâm Ahlâkının Esasları, İstanbul 1963, s. 66.

[4]Bkz. el-Burûc, 14.

[5]Fahruddin Râzî, Mefâtihu’l-Gayb (et-Tefsîru’l-Kebîr), Beyrut 1990, XXXI, 112.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları

ALLAH'IN MAĞFİRETİ VE MUHABBETİNE GÖTÜREN VESİLE

ALLAH'IN MAĞFİRETİ VE MUHABBETİNE GÖTÜREN VESİLE

SEVGİ VE MUHABBET NEDİR, KİME KARŞI, NASIL OLMALIDIR?

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

Muhabbetullah Ayet, Hadis, Kıssa

Muhabbetullah Ayet, Hadis, Kıssa

ehli-sunnet
Bakara / 165 İnsanlardan kimi de Allah’tan başka şeyleri O’na eş tutuyorlar da onları, Allah’ı sever gibi seviyorlar Oysa iman edenlerin Allah sevgisi daha kuvvetlidir O zulmedenler, azabı görecekleri zaman bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının gerçekten çok şiddetli bulunduğunu keşke anlasalardı

Ankebut / 25(İbrahim onlara) dedi ki: "Siz, sırf aranızdaki dünya hayatına has muhabbet uğruna Allah’ı bırakıp birtakım putlar edindiniz Sonra kıyamet günü (geldiğinde) ise, kiminiz kiminizi tanımayacak, kiminiz kiminizi lanetleyecektir Varacağınız yer cehennemdir Ve hiç yardımcınız da yoktur"

Bakara / 186Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar

Al-i İmran / 31 (Resûlüm! ) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir

Enbiya / 90 Biz onun da duasını kabul ettik ve ona Yahya’yı verdik; eşini de kendisi için (çocuk doğurmaya) elverişli kıldı Onlar (bütün bu peygamberler), hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlardı; onlar, bize karşı derin saygı içindeydiler

HADİS-İ ŞERİFLER

Enes radiya’llâhu anh’den:Şöyle demiştir: Nebiyy-i Mükerrem salla’llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Kimde üç şey bulunursa halâvet-i îmânı tatmış olur Allâh ile Resûlu’llâh kendisine mâadâlarından daha sevgili olmak; bir kimseyi sevmek, fakat yalnız Allâh için sevmek; (Allâh, onu küfürden kurtardıktan sonra) yine küfre dönmekten ateşe atılacakmışcasına hoşlanmamak

Yine Ebû Hüreyreradiya’llâhu anh (sened-i muttasıl ile) Nebiyy-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in şöyle buyurduklarını rivâyet etmiştir:
Yedi kimseyi Allâhu Teâlâ kendi zıllinden başka zıl olmayan (Kıyâmet) gününde kendi zılli altında barındıracaktır: (Birincisi) imâm-ı âdil, (ikincisi) Rabbine (tâat ve) ibâdet içinde perverde olmuş genç, (üçüncüsü) gönlü mescidlere merbut olan kimse, (dördüncüsü) Allah yolunda sevişip buluşmaları da, ayrılmaları da buna müstenid olan iki kimsenin her biri, (beşincisi) mansıb ve cemâl sâhibi bir kadının matlûbu olduğu halde "Ben Allah’dan korkarım" diyerek harâmı irtikâb etme)yen erkek, (altıncısı) infâk ettiğinden solundaki haberdâr olmayacak kadar ahfâ olarak sadaka veren adam, (yedincisi de) tenhâda (lisânen, yâhud kalben) Allâhu Teâlâ’yı zikredip de gözü (dolup) taşan kişi

Übâde İbn-i Sâmit radiya’llahu anh’den rivâyete göre, Nebî Salla’llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Her kim Allah’a kavuşub görmeğe muhabbet ederse, Allah da ona kavuşub görmesini sever Her kim de Allah’a mülâkî olmayı hoşlanmazsa, Allah da ona mülâkî olmayı hoşlanmaz ‘Âişe, yâhud Peygamber’in bâzı kadınları: Yâ Resûla’llah! Biz, ölümü hiç hoşlanmayız, demişlerdi Resûl-i Ekrem kadınlara: Ölüm sizin bildiğiniz gibi değil Belki şöyledir: Mü’mine ölüm hâli gelince Allah’ın o kulundan hoşnutluğu, Allah’ın ikrâm ve ihsânı müjdelenir Bu müjde üzerine artık mü’min’e önünde (ölüm gibi) kendisini karşılayacak hallerden sevimli bir şey olamaz O anda mü’min Allah’a mülâkî olmaya muhabbet eder, Allah da mü’min kuluna mülâkatı sever Fakat kâfir öyle değildir Ona ölüm hâli hazır olduğunda Allah’ın azâbı ve ukubeti müjdelenir O anda kâfire önündeki ölüm gibi, hallerden çirkin bir hal olamaz Bu sûretle kâfir Allah’a mülâkî olmayı fenâ görür, Allah da ona mülâkî olmayı fenâ görür

İbnu Abbas radıyAllahu anhüma anlatıyor:"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Nimetleriyle sizi beslediği için Allah’ı sevin Beni de Allah sevgisi için sevin Ehl-i Beytimi de benim sevgim için sevin"

Ebu Hüreyre (radıyAllahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Allah bir kulu sevdi mi, Cebrâil (aleyhisselam)’e şöyle seslenir: "Ben falanca kişiyi seviyorum, sen de sev!" Bunun üzerine semâda aynı şekilde nida edilir Sonra, arz ehli arasına onun sevgisi indirilir Bunu şu ayet ifade etmektedir: "İnanıp hayırlı iş işleyenleri Rahmân sevgili kılacaktır" (Meryem 96) "Allah bir kula buğzettimi, Cibril (aleyhisselam)’e seslenir: Ben falancaya buğz ediyorum Bu şekilde semâda nida edilir Sonra, yeryüzüne onun hakkında buğz indirilir"

Hz Enes (radıyAllahu anh) bildiriyor; Hazreti Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: "Sizden biri, beni, babasından, evladından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş sayılmaz"

İbnu Mes’üd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Allah Teâlâ hazretleri aklı yarattığı zaman ona: "Gel!" dedi, o da geldi Sonra "Geri dön!" diye emretti O da geri döndü Bunun üzerine akla şunu söyledi: "Ben, kendime senden daha sevgili olan başka bir şey yaratmadım. Seni, nezdimde mahlükâtın en sevgilisi olana bindireceğim"

Ebü’d-Derdâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hz Dâvud (aleyhisselâm)’un duaları arasında şu da vardır: "Allahım! Senden sevgini ve seni sevenlerin sevgisini ve senin sevgine beni ulaştıracak ameli taleb ediyorum Allah’ım! Senin sevgini nefsimden, âilemden, malımdan, soğuk sudan daha sevgili kıl"
Ebü’d-Derdâ der ki: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Dâvud’u zikredince, onu "insanların en âbidi (yani çok ve en ihlaslı ibadet yapanı)" olarak tavsif ederdi."

Bakara / 165İnsanlardan kimi de Allah’tan başka şeyleri O’na eş tutuyorlar da onları, Allah’ı sever gibi seviyorlar Oysa iman edenlerin Allah sevgisi daha kuvvetlidir O zulmedenler, azabı görecekleri zaman bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının gerçekten çok şiddetli bulunduğunu keşke anlasalardı

Allah’ın birliği ve kudreti bu kadar fiilî ve sözlü âyetleriyle açık ve parlakken buna karşı: insanlardan bazıları vardır ki, Allah’a karşı denkler, benzerler tutarlar ki, onları, Allah’ı sever gibi severler. Onların emirlerine, yasaklarına, arzularına itaat ederler de Allah’a isyan içinde bulunurlar
Şüphe yok ki böyle yapmak, gerek Allah’ı inkar ederek olsun ve gerekse olmasın, ilâhlık mânâsında onları Allah’a ortak yapmaktır Bunların bir kısmı, bu şirki açıktan yaparlar. Firavunlara, Nemrutlara yapıldığı gibi onlara açıktan açığa ilâh, mabud adını vermekten çekinmezler Onlara "Rabbimiz, tanrımız" derler. Hatta ilâhlarının doğması ve doğurması görüşünü benimseyerek onlara aynı cinsten, mabut derecesinde oğullar, kızlar tasavvur edip yakıştırırlar Diğer bir kısmı da açığa vurmadan aynı muameleyi yaparlar Onları, Allah’ı sever gibi severler, onları nimet sahibi olarak tanırlar Onların sevgisini, hareketlerinin başı kabul ederler Allah’a yapılacak şeyleri onlara yaparlar Allah rızasını düşünmeden onların rızalarını elde etmeye çalışırlar Allah’a isyan olan şeylerde bile onlara itaat ederler

Bu âyet bize gösteriyor ki, ilâhlık mânasında son derece sevgi, bir esastır Ve mabud, en yüksek seviyede sevilen şeydir Böyle son derece sevilen şeyler, ne olursa olsun, mabud edinilmiş olur Sevginin hükmü ise itaattır. Bunun için mabuda son derece itaat edilir Her insanın tuttuğu yolda hareket başlangıcı onun mabududur İnsanlar tarafından böyle sevgiyle mabud mertebesi verilerek Allah’a denk tutulan şeyler o kadar çeşitlidir ki, bir taştan, bir maden parçasından, bir ottan, bir ağaçtan tutun da gök cisimlerine, ruhlara, meleklere kadar çıkar Bununla beraber:"onları severler" ifadesindeki akıl sahiplerine ait olan "onlar" zamiri bunların özellikle akıllılar kısmını açıkça ifade etmektedir
…Gerçekten servet, büyüklük, kuvvet, makam, itibar, güzellik gibi herhangi bir ümide sebep sayılan dilberler, kahramanlar, hükümdarlar gibi insanları, Allah gibi seven ve onlar uğrunda her şeyi göze alan nice kimseler vardır ki bu, şirk konusunun putperestlik esasını, insanlığın en büyük yarasını teşkil eder

Yunan, Roma, Avrupa medeniyet ve edebiyatında böyle muhabbet mabudlarının haddi ve hesabı yoktur Bu duygu, zamanına göre türlü türlü şekillerde ortaya çıkar. Hıristiyanlık da bu ruhla doludur. Hele Avrupa ruhunda, Avrupa edebiyatında bu tür şirk, o kadar ileri gitmiştir ki her eline bir kalem alan ve her hangi bir şiir söylemek isteyen kimse sevgilisine ilâh mertebesi vermeyi, en ufacık bir işi övmek için hemen yaratma kudretini yakıştırmayı bir hüner, bir şeref sayar. Yeryüzündeki insanlık kavgaları, bütün bu çeşitli ve birbirine zıt olan mabudların mücadelesi yüzündendir Bu anlaşmazlık ve ihtilaflar, her birinin arasındaki binlerce dalkavuk tarafından körüklenir ve insanlık günden güne ahlâkî düşüklüğe sürüklenir İlimlerin, fenlerin, sanatların gelişmesi, buna çare bulamaz Bilakis hepsi, bu şirk ocağını yakmak için gaz ve benzin yerine kullanır

Bunlar, gerçekte ne Allah tanır, ne peygamber Her birinin gönlünde zaman zaman bir veya birkaç mahluk yer tutmuştur Onları Allah gibi severler, onlara mabud muamelesi yaparlar. Onlara itaat etmek için Allah’a isyan ederler"Onları, Allah’ı sever gibi severler" ifadesi, bütün bunları tasvir etmektedir Buna velileri ve peygamberleri mabud derecesine çıkaranlar da dahildir

Bunun için Allah’ın velileri, peygamberleri ve melekleri gibi sevgili kullarını severken âyet-i kerimenin kapsamını iyi düşünmeli; sevgilerini, Allah sevgisi derecesine vardırmaktan kaçınmalıdır Çünkü Allah için sevmekle, Allah’ı sever gibi sevmek arasındaki farkı bilmek gerekir Allah’ı sevenler, Allah’ın yolunda giden sevgili kullarını da severler Fakat Allah’ı sever gibi değil, Allah için severler ve bu sevgi ile Allah yolunda onlara uyarlar."Ey Muhammed! de ki: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana tabi olunuz ki, Allah da sizi sevsin"(Âl-i İmrân, 3/31)

KISSALAR

Hallac Mansur’u on sekiz gün hapsederler. Bir ara imam Şibli yanına gelir, sorar;
-Ey Mansur, sevgi-muhabbet nedir?
-Bu gün sorma, yarın sor.
Ertesi gün olur Hallac’i katletmek üzere zindandan çıkarırlar ve bir meydana götürüler. Mansur, tam bu sırada yetişen Şibliye şöyle seslenir:
-Ey Şibli, sevgi- muhabbet’in evveli yanmak, sonra katlonulmaktır.
Mansur’a sormuşlar:
-Sen kimsin
cevap vermişti:
-Ben Hakk’ım
İşte bu sözün üzerine katledilmişti. Meselenin açıklaması şudur:
Hallac öyle bir mertebeye yükselmişti ki, onun nazarında Allah’tan başka her varlık fani, yok olmaya mahkum ve batıl idi. Gerçek varlık yalnız Allah=Hakk idi. İşte bu kadar yüksek bir mertebeye çıkmış olan Hallac.

ATEŞ SEVDİKLERİMİZİ YAKMAZ
Anlatıldığına göre münafık ve cimri bir adam varmış, karısına hiç kimseye sadaka vermeyeceğine dair yemin verdirmiş, aksi halde boşayacağını söylemiş.
Günün birinde kapıya bir dilenci gelmiş ve Ey hane halkı! Allah hakkı için bana bir şey verir misiniz? diye seslenmiş, kadın da dilenciye üç çörek vermiş. Dilenci yolda münafıkla karşılaşmış.Adam bu çörekleri sana kim verdi diye sormuş. Dilenci de işte şu evin hanımı diye cevap vermiş. Dilencinin tarif ettiği ev kendi eviymiş.
Münafık koca öfke ile eve girmiş ve karısına sen hiç kimseye bir şey vermeyesin diye yemin etmedin mi? diye bağırmış. Kadın Allah için verdim diye cevap vermiş.
Adam kalkmış, tandırı yakmış ve tam kızınca karısına Kalk, kendini Allah için şu tandıra at bakalım diye emretmiş. Kadın kalmış ziynetlerini almış. Münafık ziynetleri bırak diye bağırmış. Kadın seven sevgilisi için süslenir. Ben sevgilimi ziyaret etmeye gidiyorum diyerek yeni elbisesini giymiş olarak kendini kızgın tandıra atmış, adam da kapağı kapatarak oradan uzaklaşmış.
Aradan üç günün geçmesi üzerine münafık, tandırın başına gelmiş. Kapağını kaldırınca kadının Allah’ın izni ile yanmadan içerde sapa sağlam durduğunu görerek şaşkına dönmüş. O sırada gizliden kulağına şöyle bir ses gelmiş:
– Ateşin sevdiklerimizi yakmadığını bilmiyor muydun?

FİRAVUNUN KARISI
Nakledildiğine göre Firavun’un karısı asiye kocasından gizli olarak iman etmiş, imanını saklıyormuş. Fakat Firavun sonunda durumu öğrenince, ona işkence edilmesini emretmiş. Çeşit çeşit işkencelerden geçirildikten sonra Firavun ona imanından dön diye teklif etmiş, fakat Asiye dönmemiş.
Bunun üzerine Firavun bir tomar kazık getirtmiş, bunlarla Asiye’nin vücudunun çeşitli yerlerine vurmuşlar. Sonra Firavun karısına bir daha dininden dön diye teklif etmiş. Asiye ona şöyle cevap vermiŞ:”senin zorbalığın ancak benim nefsime hükmedebilir, Kalbim ise Allah’ın himayesindedir.Beni kıymık kıymık doğrasan bile sadece Allah’a karşı duyduğum sevginin artmasına sebeb olabilirsin.
Derken Hazreti Musa (aleyhisselam) Asiye’nin yanına varmış. Asiye onu görünce ey Musa! Söyle bana, Rabbim benden hoşnut mu? Yoksa bana kızgın mı? diye seslenmiş. Hz. Musa ona şu cevabı vermiş. Ey Asiye! Göklerin melekleri senin yolunu gözlüyor, yani hepsi senin özlemini çekiyor. Ulu Allah seninle iftihar ediyor, ne istiyorsan bana söyle, mutlaka yerine getirilecektir.
Bunun üzerine Asiye şöyle dua etmiş, Asiye’nin duası Kur’an-ı Kerim’de Allah tarafından bize nakledilmektedir. Ulu Allah şöyle buyuruyor: Ey Rabbim! Bana Cennete senin yanında bir ev yap. Beni Firavundan ve onun amelinden kurtar. Beni zalimler güruhundan kurtar” (Tahrim / 11)

Mârûf-i Kerhî’nin dostlarından biri kendisine dedi ki:
– Bize söyle, seni halktan ve dünyadan nefret ettirip halvete ve ibâdete bağlayan nedir? Ölüm korkusu mu? Cehennem korkusu mu? Yoksa Cennet umudu mudur? O zaman Mârûf-i Kerhî ona şu cevabı verdi:
-Bunların hiç biri değildir. Şu Padişah ki, bunların hepsi onun elindedir, eğer o Padişah sevgisinin ve dostluğunun lezzetini zevk eylesen. ondan başka her şeyi unutursun. Ve eğer sana onun bütün marifeti hasıl olsa bunların hepsinden ar edersin.

Bâyezid’in kadri yüce bir dostu vardı. Bir gün o dostu Bâyezid’e şöyle dedi.
-Otuz yıl var, gece namaz kılar, gündüz oruç tutarım. Fakat söylediğiniz sünnetlerden hiç birisi bana zahir olmadı.
Bâyezîd de:
-Eğer üç yüz yıl ibâdet etsen o haller yine sana görünmez! dedi. O kişi:
-Niçin? diye sordu. Bâyezîd de:
-Çünkü, dedi. Sen kendi mevcudiyetinle hicaba (perdeye) girmişsin. Sen yalnız kendini seviyorsun.
O kişi:
-Bundan kurtulmanın çaresi nedir? diye sordu. Bâyezîd:
-Çaresini yapmağa gücün yetişmez! dedi. O kadri yüce dost:
-Bildir, yaparım! dedi. Bâyezîd yine:
-Yapamazsın! deyince, o kişi:
– Hele bir söyle! Yapayım! dedi, Oda:
– Hemen bir berberin yanına git! Saçını ve sakalını tıraş ettir. Beline de bir futa (önlük) bağla.Eteğine ceviz doldur. Pazar yerine gir ve şöyle bağır:”Her kim enseme bir sille indirirse ona şu kadar ceviz vereceğim!” Sonra da şehrin kadısının ve sultanının yanına kadar bu halde git! Bunları işiten Bâyezîd’in dostu: SübhanAllah. dedi Bunun üzerine Bayezid:
-SübhanAllah demekle şîrk’e (müşrikliğe) düştün, Allah’a ortak koştun! Çünkü SûbhânAllah ‘ı kendi tazimin için söyledin! dedi.
O kişi:
-Bana başka söz söyle kî, bunları yapmak elimden gelmez! dedi. Bâyezîd de:
-Birinci çare budur. Onu söyledim, dedi. O kişi yine:
-Bunu yapamam! dedi. Bâyezîd de:
-Zaten ben de sana yapamayacağını söylemiştim, buyurdu.

Evet, Bâyezîd de bu sözü o kişinin makam, mevki isteklerinde bulunduğundan Ötürü söylemiş, büründüğü perdeyi, kendi kendini Hak’dan nasıl perdelediğini ona açıklamıştı. Halbuki Bâyezîd’in dediği yolda hareket etmek onun kurtuluşunun tek çaresiydi.

Bir hadis-ı şerifte şöyle buyurulmuştur:
-İsa aleyhisselâm’a Allahü Teâlâ şöyle buyurdu: "Bir kulun kalbine nazar kılsam, onda ne dünya, ne âhiret kaygısını görmesem, kendi muhabbetimi onun kalbine yerleştiririm. Ve o muhabbetin koruyucusu ben olurum."

İsmailaga.info


Cevap: Muhabbetullah Ayet, Hadis, Kıssa

ravza 2
Allahım! Senden sevgini ve seni sevenlerin sevgisini ve senin sevgine beni ulaştıracak ameli taleb ediyorum Allah’ım! Senin sevgini nefsimden, âilemden, malımdan, soğuk sudan daha sevgili kıl"
RABBİM razı olsun


muhabbetullah ile ilgili ayetler, muhabbetullah ile ilgili kıssalar, muhabbetullah

Bu kategoride yer alan EL ALMA Almak İçin başlıklı yazımızı da okumanızı tavsiye ederiz.

Benzer Yazılar:

Aşk ile ilgili ayetler ve hadisler

Aşk ile ilgili ayetler ve hadisler

Kayıtsız Üye
Aşk veya sevgi veya muhabbet ile ilgili ayetler ve hadisler nelerdir bana Aşk hakkında ayet ve hadislere örnekler verir misiniz ?


Yorum: Aşk ile ilgili ayetler ve hadisler

arifselim
Allah tarafından bir nimet olarak kalplere sevgiyi ve muhabbeti koymuştur. Gerçek olan ve ebedi olan tek bir aşk vardır oda Allah’a olan aşktır. Diğer sevgiler ise onun rızasına uygun olduğu sürece değer kazanır. Onun razı olmadığı sevgiler ahirette pişmanlık olacaktır.

Muhabbet ile ilgili ayetler:

30:21 – Yine O’nun âyetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratmış, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.

2:165 – İnsanlardan kimi de Allah’tan başka şeyleri O’na eş tutuyorlar da onları, Allah’ı sever gibi seviyorlar. Oysa iman edenlerin Allah sevgisi daha kuvvetlidir. O zulmedenler, azabı görecekleri zaman bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının gerçekten çok şiddetli bulunduğunu keşke anlasalardı.

76:8 – Düşküne, yetime ve esire seve seve yemek yedirirler.

100:8 – Gerçekten o dünya malını çok sevdiği için katıdır.

Muhabbet ile ilgili hadisler:

Mümin kendisi için sevdiğini kardeşi için de arzular.

Hediyeleşin, birbirinizi sevin. Birbirinize yiyecek hediye edin. Bu, rızkınızda genişlik hasıl eder.

Ziyaretleşin, hediyeleşin. çünkü ziyaret sevgiyi perçinler, hediye de kalpteki kötü duyguları söker atar.

Allah yolunda muhabbet edenler, Arşı Ala etrafında yakuttan kürsüler üzerinde olurlar.

Mü minler birbirlerine muhabbetli ve hayırlıdır, evleri ve bedenleri ayrı olsa da. Facirler ise birbirlerini aldatıcıdırlar. Evleri ve bedenleri toplu olsa da. Ve birbirleriyle mücadele ederler.

Merhamet edin, merhamet olunasınız. Af edin, af olunasınız. Yazık, laf ebesi olanlara. Yazık günahlarına bilerek devam edip, istiğfar etmeyenlere.

Kolaylaştırın, güçleştirmeyin. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin. Birbirinizle iyi geçinin, ihtilafa düşmeyin.

Allah yoluna birbirlerini sevenler, arşın gölgesinden başka gölge olmayan o günde, arşın gölgesindedirler. Nurdan münberler üzerinde. Onların mekanlarına Nebiler ve Sıddıklar gıbta ederler.


aşk ile ilgili hadisler, aşk ile ilgili ayetler, aşk hadisleri

Bu kategoride yer alan Kuranı kerim in ilk ayetleri nerede ve ne zaman inmiştir? başlıklı yazımızı da okumanızı tavsiye ederiz.

Benzer Yazılar:

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır