mustafa kemalin yarıda bıraktığı okullar / Mustafa Kemal Atatürk Kimdir? Atatürk'ün Hayatı

Mustafa Kemalin Yarıda Bıraktığı Okullar

mustafa kemalin yarıda bıraktığı okullar

Gültekin Kamil Bi̇rli̇k

Anahtar Kelimeler: Atatürk, Türkiye İş Bankası, çiftlik, bağış, vasiyet

Giriş

Atatürk’ün, sahip olduğu menkul ve gayrimenkulleri bağış ve vasiyet yoluyla verdiği bilinmektedir. Atatürk, çiftliklerini Hazineye, diğer menkul ve gayrimenkullerini de Cumhuriyet Halk Partisine bağışlamıştır. Bu çalışmanın amaçlarından bir tanesi, Hazineye ve Cumhuriyet Halk Partisine yapılan bağışların nasıl gerçekleştiğini ve ne gibi sonuçlara neden olduğunu tespit etmektir.

Çalışmanın diğer bir amacı ise, bağış ve vasiyetten sonra Atatürk’ün üzerinde başka gayrimenkul kalıp kalmadığını, kaldıysa vefatından sonra bu gayrimenkullerin ne olduğunu ortaya çıkarmaktır.

Çalışmanın kapsamı, Atatürk’ün sahip olduğu menkul ve gayrimenkulleri ne amaçla ve nasıl oluşturduğu, bunların bağışlanma süreci, ayrıca eğer mirasçılarına intikal etmiş gayrimenkulleri varsa, bunların incelenmesi ile sınırlandırılmıştır.

Tarihsel gelişim takip edilerek, önce Türkiye İş Bankasının ve çiftliklerin kurulması, Atatürk’ün çiftliklerini bağışlaması, bunun yansıma ve sonuçları, daha sonra Atatürk’ün vasiyeti incelenmiştir. Son olarak da, Atatürk’ün vefatı sonrasında geride kalan gayrimenkulleri konusu araştırılmıştır.

Bu süreç incelenirken öncelikle resmi kaynak olan arşiv, tapu kayıtları ve TBMM zabıt cerideleri esas alınmıştır. Daha sonra dönem içindeki dergi ve gazeteler incelenmiştir. Nihayet, dönemi yaşayan kişilerin eserlerine başvurularak, kişisel olarak olayları nasıl gördükleri belirlenmiştir.

1. MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN GİRİŞİMİ İLE TÜRKİYE İŞ BANKASININ VE ÇİFTLİKLERİN KURULMASI

Uzun yıllar Mustafa Kemal Paşa’nın yanında görev yapan ve son olarak Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği görevini yürüten Hasan Rıza Bey (Soyak), açtığı çetin mücadeleye yardım maksadıyla Hindistan’dan Mustafa Kemal Paşa’nın şahsına gönderilen ve daha sonra Türkiye İş Bankasının ve çiftliklerin kurulmasında kullanılan para yardımı hakkında açıklamalarda bulunmuştur. Buna göre, lira civarındaki paranın lirası Büyük Taarruz öncesinde, Maliyenin karşılayamadığı bazı hususi masraflar için Batı Cephesi Komutanlığı emrine verilmişti. Zaferden sonra bu paranın lira civarındaki miktarı, İcra Vekilleri Heyetinin kararıyla Mustafa Kemal Paşa’ya iade edilmiştir.[1]

Hasan Rıza Bey, Hindistan’dan paranın tamamının Mustafa Kemal Paşa’ya gönderildiğini söylemektedir. Cumhurbaşkanlığı Arşivine dayanılarak yapılan ve aşağıda ele alınan çalışmada ise, paranın bir kısmının Mustafa Kemal Paşa’ya gönderildiği bilgisi verilmektedir.

30 Ocak tarihli bilgiye göre, Hindistan Hilafet Komitesi Mustafa Kemal Paşa adına İngiliz lirası ( Türk lirası) göndermiş, bu para Ankara’ya iletilmişti. 16 Kasım tarihli bilgiye göre de, Londra aracılığıyla Mustafa Kemal Paşa adına İngiliz lirası ( Türk lirası) gönderilmiş, gönderimlerin devam edeceği bildirilmişti. Osmanlı Bankası bu parayı da Ankara’ya iletmiş, diğer gönderilecek paraların İstanbul’da mı saklanması, yoksa Ankara’ya mı gönderilmesi konusunda açıklama istemiştir.

Bu çalışmada, Hindistan Hilafet Komitesinin para yardımının sürdüğü, 26 Aralık ile 12 Ağustos tarihleri arasında toplam İngiliz lirası ( Türk lirası) yardım yapıldığı belirtilmiş, ancak bu paraların kime gönderildiğine ilişkin bir bilgi verilmemiştir.[2] Çalışmadaki verilere göre, Hindistan Hilafet Komitesinin gönderdiği para yardımının toplamı Türk lirasıdır. Bu bilgi, Hasan Rıza Bey’in takribi olarak açıkladığını söylediği miktara netlik getirmektedir.

a. Türkiye İş Bankasının Kurulması[3]

Mustafa Kemal Paşa kendisine iade edilen parayı memleket adına en uygun şekilde nasıl kullanabileceğini araştırırken, milli bir banka kurmak fikri kendisine iletilmişti. Mustafa Kemal Paşa yabancı mali kuruluşlarının, özellikle Osmanlı Bankasının, cumhuriyet hükümetine karşı takındığı olumsuz tavır nedeniyle, milli bir müesseseye ihtiyaç olduğuna inandığından[4], bu paranın lirasını kurulması kararlaştırılan Türkiye İş Bankasına sermaye olarak koymuştur.[5]

Türkiye İş Bankasının kurucu genel müdürü Mahmut Celal Bey (Bayar), Hasan Rıza Bey’in yukarıdaki açıklamasını detaylandıracak bilgiler vermiştir. Mahmut Celal Bey Mübadele, İmar ve İskân Vekili olarak görev yaptığı dönemde, Mustafa Kemal Paşa’nın kayınpederi Muammer Bey’in kendisine gelerek, ithalat ve ihracat işlerinin Rum, Ermeni ve Yahudilerin elinde olduğunu ve zaferden sonra zorlukların yaşandığını anlattığını ifade etmiştir. Muammer Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın lira ile ihracat şirketi kurmayı düşündüğünü, ancak Mahmut Celal Bey’in de fikrini almak istediğini anlatmıştır. Mahmut Celal Bey, ihracat şirketinin de memleket için yararlı olacağını, ancak Mustafa Kemal Paşa’nın isminin doğrudan doğruya ticari işlerde geçmemesi gerektiğini, kamu işine yarayacak bir şekilde girişimde bulunulmasının uygun olacağını söylemiştir. Muammer Bey’in, nasıl bir girişimi tavsiye ettiğini sorması üzerine, bir banka kurulması önerisinde bulunmuştur.[6]

Mustafa Kemal Paşa da banka kurma fikrinin Mahmut Celal Bey’den geldiğini söylemiştir. Bankanın kurulma amacını; halkın tasarruf bilincini geliştirmek ve halk için çalışarak devletin gerçekleştiremediği sanayileşme örneklerini vermek olarak açıklayan Mustafa Kemal Paşa’nın sözleri şu şekildedir:

“Halkımızın bugünkü mütevazı imkânlarına tasarruf mefhumunu getirecek ve faaliyetlerini muayyen kişiler için değil, halk için genişletecek bu milli banka yapısı içinde inkişaf ettirecek, devletin de bütçesiyle bu günlerde düşünemediği sanayileşmenin örneklerini verecek müesseseye Cumhuriyet’le beraber ihtiyacımız vardı. Celal Bey, Muammer Bey’in arzusunu vesile yaparak bu vazifeyi hatırlatmış oldu.”[7]

Mahmut Celal Bey, çok önemli olarak gördüğü bankacılığı, Mustafa Kemal Paşa’nın himaye etmemesi durumunda başarılı olunamayacağına inandığını söylemiştir.[8] Mahmut Celal Bey, “Türklerden bankacı olmaz.” kompleksinin yerleştiği bir dönemde[9], kendilerinin bankacı olduğunu ve banka kuracaklarını söylediklerinde, gerek yabancıların, gerekse Türklerin arasında, bu işin yürümeyeceği inancının yerleştiğini ve altı ay ömür biçildiğini anlatmıştır.[10]

Kazım Paşa (Özalp), Mustafa Kemal Paşa’nın Mahmut Celal Bey ile bankaya sermayenin nasıl sağlanacağı konusunu görüştüğü, Mustafa Kemal Paşa’nın elindeki parayı ortaya koyacağını söylediği bilgisini vermiştir. Bu görüşmede mebuslara, tüccarlara ve bazı zenginlere duyuru yapılarak sermayeye katılmalarının istenmesi, hatta bazı zorlamaların da yapılabileceği kabul edilmişti.[11] Mahmut Celal Bey de konu ile ilgili olarak, sözünün geçeceği kimselere gittiğini, lira karşılığında bir hisse verdiklerini, alan kişilerin, işin arkasında Mustafa Kemal Paşa’nın olduğunu bildiklerinden, Kızılay’a hediye eder gibi hisse senedi satın aldıklarını anlatmıştır.[12]

Osmanlı Bankasının genel müdürlüğünü yürüten Hanri Stegg, Türkiye İş Bankasının kurulacağını Paris’te duyunca, Büyükelçi Ali Fethi Bey’e (Okyar) giderek, milli bir banka kurmanın hata olduğunu söylemiş, karşılarına Osmanlı Bankası gibi dünya finans kuruluşlarını alacaklarını, yetişmiş kadrosu ve mali kaynakları olmadığı için başarısız olacağı anlaşılan bu kuruluştan vazgeçilmesini bir dost olarak tavsiye etmişti. Ali Fethi Bey’in bu endişeyi iletmesi üzerine Mustafa Kemal Paşa yazdığı cevapta, hem bankaya duyulan ihtiyacı ve beklentileri anlatmış, hem de başarıya olan inancını şu şekilde vurgulamıştır:

“Mr. Stegg’in ikazının doğruluğunu biliyorum… Osmanlı Bankası müdürü gibi düşünenler burada, Millet Meclisi’nde, hatta hükümet azası içinde olanlar var. Fırka grubunda da mevzu, ruznamede (gündemde) yer alacak kadar mühim sayıldı. Celal Bey’in izahatı ve şu kısa zaman içinde alınan ümidi neticeler tereddütlerimizi izale etti. Öyle olmasaydı da devam edecekti. Hatta diyebilirim ki, bu menfi tavırlar, muvaffakiyete mesnet oluyor. Çok şeyde olduğu gibi”[13]

Türkiye İş Bankası 26 Ağustos tarihinde, Ankara’daki vakıflar idaresinin beş odalı küçük bir binasında, bir genel müdür, beş memur ve bir odacı ile kurulmuştur.[14]

Mahmut Celal Bey Bankanın adı ile ilgili yaptığı açıklamada, Mustafa Kemal Paşa’nın, banka ile bakir sahalarda iş yapılacağından ve her şeyi ile Türk olacağından, adının “Türkiye İş Bankası” olması gerektiğini söylediğini belirtmiştir.[15] Mahmut Celal Bey Mustafa Kemal Paşa’nın, Türkiye İş Bankası kurulduktan sonra idaresine karışmadığını, ancak devamlı olarak bilgi aldığını da ilave etmiştir.[16]

İsmet Paşa (İnönü), Türkiye İş Bankasının gelişimi için ilk zamanlarda maliye vekillerinin çok yardımcı olduğunu ve dikkatli davrandıklarını anlatmıştır. Bütün iş âlemi için çalışacak bir bankanın her açıdan itibarlı olarak kurulmasını, ilk kuruluş yıllarının güçlüklerini başarı ile atlatabilmesini hükümet ve devlet için önemli bir mesele olarak gördüklerini söyleyen İsmet Paşa, daima dikkatli davrandıklarını, Türkiye İş Bankasının bu şekilde kurulup başarılı olduğunu vurgulamıştır.[17]

Türkiye İş Bankası, devletin geniş desteğini sağlayarak, ülkede milli bankacılığı yaratmak ve geliştirmek, milli kuruluşların ihtiyacını karşılamak, tasarruf ve mevduatın gelişmesine yardımcı olmak görevlerini üstlenmiştir. Bankanın kurulmasıyla, İzmir İktisat Kongresince önerilen ana kredi kurumunun oluşturulması da gerçekleştirilmiştir.[18]

b. Çiftliklerin Kurulması

Mustafa Kemal Paşa Hindistan’dan gönderilen yardım parasının geri kalan kısmını ziraat alanında kullanmayı uygun görmüş, bu amaçla Ankara’da Orman Çiftliği, Silifke yakınlarında Tekir ve Şövalye Çiftlikleri, Tarsus’ta Piloğlu Çiftliği, Dörtyol’da Karabasamak Çiftliği ile portakal bahçesi, Yalova’da Baltacı ve Millet Çiftlikleri, parça parça olarak sahiplerinden ve metruk (terk edilmiş) mallar idaresinden satın alınmıştır. Hasan Rıza Bey, arazinin çok ucuz, paranın ise çok kıymetli olduğu kuruluş döneminde, bütün arazinin satın alınması için ödenen paranın lirayı geçmediği bilgisini vermiştir.[19]

Atatürk Orman Çiftliği üzerine yapılan bir çalışmada, Hasan Rıza Bey’in ifade ettiği gibi, arazinin yılından başlayarak ’lu yıllara kadar devam eden süreç içerisinde, sahiplerinden satın alındığı, tapu kayıtlarından yola çıkılarak ortaya konulmuştur.[20]

Çiftliklerin kuruluş amacı araştırıldığında, Mustafa Kemal Paşa’nın amacını, ziraat ve zirai iktisat alanında ilimsel ve uygulamalı tecrübeler yapmak olarak açıkladığı, bu amaçla çeşitli zamanlarda ülkenin değişik yerlerinde çiftlikler tesis ettiğini söylediği görülmektedir.[21]

Hasan Rıza Bey de, iklim ve mahsul bakımından birbirinden farklı bölgelerde serbest çalışan örnek çiftlikler oluşturularak, bir taraftan çeşitli tecrübeler yapılmasının, diğer taraftan da civar köylere örnek ve rehber olunmasının amaçlandığını anlatmıştır.[22]

İsmet Paşa konu ile ilgili olarak, memleketin çeşitli iklimlerinde, çetin ve verimsiz şartlar altında iyi mahsuller alınamayacağı fikrine karşı, Mustafa Kemal Paşa’nın bu çiftlikleri kurduğunu söylemiştir.[23]

Dönemi yaşayan yazarlar da, Orman Çiftliğinin kurulması ile neyin amaçlandığını dile getirmişlerdi. Falih Rıfkı Bey (Atay), herkesin, çöl gibi olan toprak karşısında yarı ümitsiz olarak düşünürken, Mustafa Kemal Paşa’nın, şehrin yanı başında sulak, ağaçlıklı bayındır bir yer yapmaya karar verdiğini anlatmıştır.[24] Yunus Bey (Nadi) de Orman Çiftliğinin kuruluş maksadının, en olmayacak sanılan yerlerde insan azminin ve çabasının neler yapabileceğini göstermek olduğunu belirtmiştir.[25]

Mustafa Kemal Paşa yılı baharında ziraat uzmanlarını çağırarak, ağaçsız ve çorak olan Ankara’nın yanında bir çiftlik kurma isteğini iletmişti. Uzmanlar, harap bir bozkırın ortasında, ağacın ve suyun olmadığı bir yerde çiftlik kurulamayacağı yönündeki düşüncelerine rağmen, incelemelerini bitirip sonucu bildirmişti. Mustafa Kemal Paşa, bugün Orman Çiftliğinin kurulu olduğu yeri inceleyip incelemediklerini sormuş, uzmanlar da, oranın bataklık ve çorak olduğunu ve çiftlik için hiç de uygun bir yer olmadığını söylemişlerdi. Mustafa Kemal Paşa ise bu değerlendirmeye katılmayarak, düşüncesini şu şekilde açıklamıştı; “İşte istediğim yer böyle olmalıdır. Ankara’nın kenarında hem batak, hem çorak, hem de en fena yer… Bunu biz gelip ıslah etmezsek kim gelip ıslah edecektir.”[26]

Rasih Bey (Kaplan), daha sonraki dönemde Mecliste yaptığı konuşmasında bu konuya değinerek, Ankara’da su yoktur, iklimi uygun değildir, ağaç yetiştirmek imkânı yoktur yönündeki itirazlara rağmen, karar vermiş olan Mustafa Kemal Paşa’nın uygulamaya geçmek için bu sözleri doğru bulmadığını, insanın emeğinden imkânlar dâhilinde hiçbir şeyin kurtulamayacağını söylediğini aktarmıştır.[27]

Bütün bu anlatımlardan görülmektedir ki, çiftlikler, değişik iklim bölgelerinde ve olumsuz koşullarda, iyi sonuç alınamayacağı yönündeki kanıya karşı, örnek çalışmalar yapmak ve köylülerle ortak çalışmak amacıyla kurulmuştu.

Mustafa Kemal Paşa, çiftliklerin on üç sene süren çalışmaları boyunca, ilk senelerden başlayarak bütün kazançlarını gelişmeye yönelttiğini vurgulamıştır.[28] Hasan Rıza Bey de, çiftliklerin elde ettiği kazançların kendi gelişimleri için harcandığını, ayrıca zaman içinde yeni sermaye ve toprakların da ilave edildiğini belirtmiştir. Bu kapsamda, eski Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa’nın Türk vatandaşlığına geçişi dolayısıyla Cumhuriyet Halk Fırkasına bağışladığı lira civarındaki para ile Türkiye İş Bankasındaki hisse senetlerinden alınan temettü ve mevduat faizleri de çiftliklerin geliştirilmesi için harcanmıştı.[29]

2. ATATÜRK’ÜN ÇİFTLİKLERİNİ BAĞIŞLAMASI VE SONUÇLARI

a. Çiftliklerin Bağışlanması ve Yansımaları

Atatürk Hasan Rıza Soyak’a Mayıs tarihinde, “Çiftliklerin hazineye devri işini” halletmek istediğini söylemiştir. Atatürk, Hasan Rıza Soyak’ın görevli olarak Fransa ve Almanya’ya gideceği seyahat öncesinde de, çiftliklerin devri konusunu halletmek için çabuk gidip gelmesi isteğinde bulunmuştur.[30]

Hasan Rıza Soyak Atatürk’ün çağrısı üzerine, Fransa’dan Almanya’ya geçmek üzere iken, seyahatini yarıda keserek Türkiye’ye dönmüştür. İstanbul’a gelen ve Karadeniz yolu ile Doğu seyahatine çıkacak olan Atatürk, seyahatini yarım bırakan Hasan Rıza Soyak ile çiftliklerin devir konusunu görüşmüştür. Atatürk, İsmet İnönü ile görüştükten sonra çiftlikleri, bütün tesis ve varlıklarıyla birlikte, Hazineye hibe etmeye karar verdiğini söylemiş, bunun için Hasan Rıza Soyak’tan Ankara’ya giderek, mevcudu tespit edip bir liste hazırlamasını istemiştir. Atatürk bu görüşmede, kendi adına İsmet İnönü’ye bir mektubun esaslarını da dikte ettirerek, mektubun İsmet İnönü’ye gösterilip onayı alındıktan sonra, telgrafla kendisine gönderilmesini söylemiştir. Bütün bunların Meclis kapanmadan yapılmasını,[31] çünkü keyfiyeti Meclise bildirmek istediğini de vurgulamıştır.[32]

Atatürk, Hasan Rıza Soyak ile görüşmesinden sonra, 8 Haziran tarihinde İstanbul’dan, beraberinde Dâhiliye Vekili ve Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Sekreteri Şükrü Kaya, Ordu Müfettişi Orgeneral Fahrettin Altay, Cumhuriyet Halk Fırkası Meclis Grup Reisi Hasan Saka ve bazı milletvekilleri ile birlikte Trabzon’a hareket etmiştir.[33]

10 Haziran tarihinde Trabzon’a varan Atatürk’ün[34], karşılanma sırasındaki halkın coşkun gösterileri sonrasında, Soğuksu’da bulunan köşküne[35] gittiği bilgisi basında yer almıştır.[36]

Atatürk Trabzon’daki köşkünden İsmet İnönü’ye gönderdiği telgrafta, karşılanması ve konaklaması hakkında bilgi vermiştir. Telgrafında, Üçüncü Umumi Müfettiş Tahsin Uzer’in daveti üzerine, 8 Haziran günü Doğu Vilayetlerini görmek üzere İstanbul’dan Trabzon’a yola çıktığını yazan Atatürk, çok iyi karşılandığını özellikle belirttikten sonra, Trabzon Hususi İdaresinin kendisine kıymetli bir hediyesi olduğunu söylediği köşküne gittiğini yazmıştır.[37] Atatürk Trabzon seyahati süresince bu köşkünde kalmıştır.

Hasan Rıza Soyak, İstanbul’da kendisine verilen direktif doğrultusunda hazırladığı mektubu İsmet İnönü’ye gösterip onayını almış, daha sonra Trabzon’da bulunan Atatürk’e göndermiştir.[38]

Atatürk, 11 Haziran tarihinde, Trabzon’daki köşkünden Hasan Rıza Soyak’a gönderdiği yazıda, çiftliklerin devri hakkında Başvekâlete yazılan mektup ile ilişiğindeki listenin uygun olduğunu, kendi imzası altında Başvekile vermesini, kendisinin aslını imzaladığını bildirmiştir. Atatürk bu yazıda Hasan Rıza Soyak’a ayrıca, belediye ve idare-i hususiyelere (özel idarelere) devredilecek emlak[39] için yazdıklarının da uygun olduğunu belirtmiştir.[40]

Hasan Rıza Soyak Atatürk’ün isteğine uygun olarak, İsmet İnönü’ye mektubu, listeyi ve telgrafı teslim etmiş, çiftliklerin Hazineye bağışlanması konusunun 12 Haziran tarihinde Meclise sunulmasına karar verilmiştir.[41]

Atatürk 11 Haziran tarihinde Trabzon’dan Başvekâlete gönderdiği yazıda, çiftliklerini bağışlamaya karar verdiğini belirtmiş ve bunu ne amaçla yaptığını da açıklamıştır.

Bu yazısında, çiftliklerin on üç sene süren çetin çalışmaları sırasında, ilk senelerden başlayarak bütün kazançlarını gelişmeye yönelterek, büyüklü küçüklü fabrikalar ve atölyeler meydana getirdiklerini, yerli ve yabancı hayvan ırkından çevreye uygun olanlarını tespit ettiklerini, kooperatif veya benzeri kuruluşlar aracılığıyla civar köylülerle verimli şekilde çalıştıklarını vurgulamıştır.

Bünyelerinin sağlamlığının ve başarılarının temelinin, geniş şekilde çalışmalarından kaynaklandığını belirttiği çiftliklerini, Hazineye bağışlama gerekçesinin, devlet tarafından uygulanacak olan zirai tedbirlere yardımcı olmak olduğunu şu ifadelerle açıklamıştır: “Bu müesseselerin; ziraat usullerini düzeltme, istihsali artırma ve köyleri kalkındırma yolunda devletçe alınan ve alınacak tedbirlerin hüsnü intihap ve inkişafına çok müsait birer âmil ve mesnet bulunacaklarına kani bulunuyorum ve bu kanaatle tasarrufum altındaki bu çiftlikleri, bütün tesisat, hayvanat ve demirbaşlar ile beraber hazineye hediye ediyorum.”

Çiftliklerin arazisi ile tesisat ve demirbaşlarını özet olarak gösteren listeyi yazısına ilişik olarak koyan Atatürk, gerekli kanuni işlemin yapılmasını istemiştir. İlişik listede, Ankara’da Orman Çiftliği, Yalova’da Millet ve Baltacı Çiftlikleri, Silifke’de Tekir ve Şövalye Çiftlikleri, Dörtyol’da Karabasamak Çiftliği ve portakal bahçesi, Tarsus’ta Piloğlu Çiftliğine ait bilgiler yer almaktadır.[42]

Atatürk’ün çiftliklerini Hazineye hediye etmesi nedeniyle gerek Mecliste yapılan görüşmeler, gerekse basında yer alan yazılar incelendiğinde, övgü dolu anlatımların bulunduğu görülmektedir. Meclis görüşmeleri ve basındaki haberler aşağıda geniş olarak ele alınmıştır. Bu şekilde detaylı olarak ele alınmasının nedeni, çiftliklerin devri konusunda daha sonra değinilecek olan, kişisel anlatımların ve değerlendirmelerin daha iyi anlaşılabilmesini sağlamaktır.

12 Haziran ’de İsmet İnönü Meclise gönderdiği teskereyle, Atatürk’ün, tasarrufunda bulunan çiftliklerini Hazineye hediye ettiğini bildirmiştir. Mecliste yapılan görüşmede, Atatürk’ün İsmet İnönü’ye gönderdiği, yukarıda açıklanmış olan yazısı okunmuştur. Bu yazının okunması sonrasında İsmet İnönü söz alarak, Atatürk’ün çiftliklerini şahsi tasarrufu ve şahsi emeği ile oluşturduğunu anlatmıştır. İsmet İnönü konuşmasında, Atatürk’ün, Milli Mücadelenin ilk gününden itibaren, memleketin kudretini ve servetini köylülerin kalkınmasında, zengin ve müreffeh olmasında gördüğünü ve bu istikamette yürümekte olduğunu belirtmiş, bu mücadelenin başında olan Atatürk’ü dikkatle takip etmekte olduklarını vurgulamıştır.

İsmet İnönü konuşmasında, Atatürk’ün geçmişte, çiftçilerin refahına ve ziraatın gelişimine gösterdiği ilgiyi, daha sonra da göstereceğinden emin olduklarını, bunun, başarı için kendilerine güven verdiğini söylemiştir. Ziraat Vekâletinin bu alanda alacağı tedbirleri geniş bir program halinde Atatürk’ün onayına sunacağını ve onayı sonrasında uygulamaya çalışacağını da ilave etmiştir.[43]

İsmet İnönü’den sonra söz alan 14 mebus, Atatürk’ün maddiyata önem vermediği, çiftliklerini bağışlayarak yaptığı örnek davranışla kendilerine ders verdiği yönünde konuşmalar yapmıştır. Bunlardan örnekler verilecek olursa, Kütahya Mebusu Memed Somer, uzun yıllardır tanıdığını söylediği Atatürk’ün yegâne vasfının maddiyata önem vermemek olduğunu, çiftliklerini bağışlayarak, servetinin de üstünde bir insan olduğunu gösterdiğini ifade etmiştir. Memed Somer konuşmasında ayrıca, Atatürk’ün her zaman İsmet İnönü’nün başarısını istediğine, çiftliklerini bağışlayarak, onun başarısı için çalıştığına da vurgu yapmıştır. Manisa Mebusu Refik İnce de, Atatürk’ün sahip olduğu malları, kendilerinin yaptığı gibi bir mülk olarak görmediğini, milletine gerektiğinde fayda sağlamak için oluşturduğunu anlatmıştır.[44]

Bu konuşmalardan sonra, Antalya Mebusu Cemal Tunca ve arkadaşları tarafından, Atatürk’ün çiftliklerini devlete bağışlaması nedeniyle, Meclisin samimi duygularını ve teşekkürlerini Atatürk’e sunması için bir takrir verilmiştir. Takrirde, büyük kurtarıcı Atatürk’ün, memleketin zirai kalkınmasına yardımcı olmak üzere, yıllardan beri bizzat uğraşarak yetiştirdiği çiftliklerini, her şeyi ile beraber devlete hediye ettiğinin öğrenildiği, Atatürk’ün çok büyük anlam ifade eden bu iyiliğinin Mecliste heyecan yarattığı belirtilmiş, Meclisin minnet dolu samimi hislerinin ve teşekkürlerinin Atatürk’e sunulması istenmiştir. Yapılan oylama sonucunda teklif edilen takrir kabul edilmiştir.[45]

Kabul edilen takrir doğrultusunda, Meclis Başkanı Abdülhalik Renda tarafından 12 Haziran ’de Trabzon’da bulunan Atatürk’e gönderilen telgrafta, memleketin zirai kalkınmasına yardımcı olmak üzere yıllardan beri bizzat uğraşarak yetiştirdiği çiftliklerini, her şeyi ile beraber, ziraatın geliştirilmesi için hükümet tarafından alınan tedbirleri geliştirmek amacıyla bağışlamasının Mecliste derin bir heyecan yarattığı belirtilmiş, bu hislerin ve derin teşekkürlerin Atatürk’e sunulmasına karar verildiği ifade edilmiştir.[46]

Çiftliklerini hediye etmesinden dolayı Abdülhalik Renda’nın gönderdiği telgrafa Atatürk’ün gönderdiği cevabi telgraf kısa fakat anlamlı olmuştur. Telgraf şu şekildedir: “Yapılan bir vazifedir.”.[47]

İsmet İnönü de, çiftliklerin bağışlanması nedeniyle 12 Haziran ’de Atatürk’e gönderdiği yazıda, on beş senelik sabırlı ve bilgili çalışmasının sonunda, her biri bayındırlık eseri olan çiftliklerini Hazineye bağışlamasını Hükümetin saygıyla karşıladığını, bu şekilde Hükümete göstermiş olduğu yardıma teşekkür ettiğini belirtmiştir. İsmet İnönü, bu kıymetli eserlerin, Atatürk’ün daima refahını düşündüğü köylüye bir örnek oluşturacağını ve okul olarak çok yararlı olacağını belirtmiş, Meclisin, bu cömert bağışı heyecan ile karşıladığını ifade etmiştir. İsmet İnönü bu yazıda Atatürk’e karşı olan hislerini de şu ifadelerle açıklamıştır: “Milletin hayrı ve varlığı içinde kaynamış olan Yüce varlığınızı hükümetin ve bütün milletin en aziz varlığı saydığını en geniş tazim hislerimle arz ederim.”[48]

13 Haziran ’de Atatürk İsmet İnönü’ye gönderdiği cevap telgrafında, seneler önce, Türk köylüsünün Türk’ün efendisi olduğunu söylediğini hatırlatmış ve onun hizmetinde olduğunu şu şekilde açıklamıştır: “Ben o efendinin arzu ve iradesi altında senelerden beri çalışmış olan bir hadimim (hizmetçiyim).” Atatürk, kendisini çok heyecanlandıran olayın, Türk köylüsüne naçizane de olsa ufak bir hizmet yapmış olmak olduğunu, bunu, “Milletin Yüksek Mümessiller Heyetinin” (Meclisin) iyi görmesinin ve kabul etmesinin, kendisinde unutulmaz bir saadet hatırası oluşturduğunu söylemiştir. Çok yüksek bir zevkle, millet, memleket ve cumhuriyet hükümetine yapmak zorunda olduğu vazifelerden en basiti karşısında gösterilmiş olan teşekkür ve takdirden dolayı, ne kadar duygulandığını ifade edemeyeceğini belirtmiştir. Atatürk telgrafında, Türk milleti için yapacağı fedakârlığı da şu sözlerle açıklamıştır: “Mevzuubahis olan Hediye Yüksek Türk milletine benim asıl vermeği düşündüğüm Hediye karşısında hiçbir kıymeti haiz değildir. Ben icap ettiği zaman en büyük Hediyem olmak üzere Türk Milletine canımı vereceğim.”[49]

Atatürk’ün çiftliklerini bağışlamasının basında nasıl ele alındığı incelendiğinde, Ulus gazetesinin haberi, “Atatürk’ün Yüksek Jesti” başlığı ile duyurduğu görülmektedir. Haberde, yukarıda açıklanmış olan Atatürk’ün İsmet İnönü’ye mektubu ve Meclis görüşmeleri detaylı olarak yer almıştır. Falih Rıfkı Atay konuya ilişkin olarak kaleme aldığı yazısında, on iki sene önce herkesin, verimsiz toprak karşısında yarı ümitsiz olarak düşünürken, Atatürk’ün, şehrin yanı başında bayındır bir yer yapmaya karar verdiğini ve bunu da başardığını yazmıştır. Uzun bir emek ve yaratıcı bir zekâyla oluşturulan Çiftliğin Hükümete hediye edilmesiyle, ziraat inkılâpçılarının göreve çağrıldığını, bu ziraat eserinin, yurdun dört bir yanına genişletilmesi gerektiğini belirtmiştir. Falih Rıfkı Atay, Atatürk’e olan borcun, onu överek ve eserlerini koruyarak değil, işaretinin anlamını anlayarak ve bütün memleketi ziraat açısından geliştirerek ödenebileceğini yazmıştır.[50]

Ulus gazetesindeki diğer bir yorumda Kemal Ünal, endüstri ve ziraat arasındaki ilişkiye dikkat çektiği yazısında, büyük dehanın emrinde bağımsız bir yurda kavuşan ve ileri bir toplum olmanın şerefini kazanan Türk milletinin, Atatürk’ün yolunda yüksek refah seviyesine erişeceğini belirtmiştir. Atatürk’ün, bu yolun yakın hedeflerini; ziraat yöntemlerini düzeltme, üretimi artırma ve köylüyü kalkındırma olarak gösterdiğini, Kemalizm’in hızla başardığı Türk endüstrisinin, daha geniş topraktan alınacak daha bol hammaddelere dayandığını, bunun da ziraat usullerinin düzeltilmesi ile sağlanacağını yazmıştır. Ziraat usulleri geliştirilip üretim artırılırken kalkınacak olan köyün, Atatürk’ün başlangıçtan beri üzerinde en büyük emeğini topladığı konu olduğunu vurgulamıştır. Bütün bunların sonunda, halkın % 85’ini oluşturan köylünün milli endüstrinin müşterisi olacağını, üretim artarken tüketimin de artacağını ifade etmiştir.[51]

Cumhuriyet gazetesi haberi, “Atatürk Şahsi Servetini Millete Verdi” başlığı ile duyurmuştur. Gazete Meclisteki görüşmeleri de detaylı olarak yansıtmıştır.[52] Yunus Nadi konuya ilişkin yazısında, Ankara’ya geldiklerinde, kıraç topraklarda yeşillik yaratılmasının zor, hatta imkânsız olduğunun sanıldığını, Atatürk’ün, kurak ve kıraç görünen Ankara’yı, bütün Anadolu için örnek olacak şekilde yeşil yapmak amacıyla işe koyulduğunu belirtmiştir. Aradan geçen on beş yılda, eski ağaçsız ve kıraç Orman Çiftliği arazisinde artık yeşilliğin egemen olduğunu yazan Yunus Nadi, “Orman Numune Çiftliği” adını verdiği Çiftlikte yapılmamış denemenin olmadığını, bunların hepsinin de başarılı olduğunu yazmıştır. Yunus Nadi, Kıvırcık Koyununun Anadolu’ya uyumunun sağlanmasını, çok değerli olduğunu söylediği Kara Gülü Koyununun Anadolu’ya hediye edilmesini, Anadolu’daki en iyi şarap üzümcülüğünün ve arpadan dünyanın en iyi birasının hazırlanmasını, kaliteli kaşar peynirinin üretilmesini, yapılan başarılı denemelere örnek olarak göstermiştir.

Yunus Nadi, Atatürk’ün zirai tecrübelerini yalnız Ankara’da değil, Adana’da ve Yalova’da oluşturduğu çiftliklerde de yaptığını, bu işlerinde hep millet için çalıştığını bildiklerini ve bu çiftlikleri hiçbir zaman sahiplenmediğini yazmıştır. Yunus Nadi, Atatürk’ün hediyesinin yalnızca çiftliklerle sınırlı kalmadığını, yıllardır Çiftlikle ilgilenen Çiftlik Müdürü Tahsin Coskan’ın Ziraat Vekâleti Siyasi Müsteşarlığına seçilmesiyle[53], Hükümete bir ziraat uzmanı verdiğini de ilave etmiştir. Bütün bu iyiliklere karşı milletçe şükranlarını ifade edecek kelime bulamadıklarını yazan Yunus Nadi dileklerini şu şekilde açıklamıştır: “Atatürk mümkün olduğu kadar uzun yaşayarak başımızda bulunsun. O olabildiğine etrafını aydınlatan güneştir.” [54]

b. Çiftliklerin Bağışlanması Sürecinde Atatürk ile İsmet İnönü’nün İlişkisi[55]

Çiftliklerin devri konusundaki resmi yazışmalar ile Meclisteki ve basındaki yansımalar ele alındıktan sonra, kişisel değerlendirmelerin nasıl olduğu ve çiftliklerin devrinin ne gibi sonuçlara neden olduğu konusu aşağıda incelenmiştir.

İsmet İnönü’nün anılarında çiftlikler ile ilgili yaptığı değerlendirmeler incelendiğinde, sadece Atatürk Orman Çiftliğini ele aldığı ve kullandığı çiftlik ifadesiyle Atatürk Orman Çiftliğini kastettiği görülmektedir.

Çiftliğin devri konusunda, Atatürk ile iki alanda sorun yaşadığını İsmet İnönü anılarında dile getirmiştir. Bunlardan birincisi, Orman Çiftliğinin devredilirken karşılığında para istendiği iddiasıdır. İsmet İnönü Çiftliğin devlete satılmak istendiğini, bu şekilde zarar eden Çiftlikten kurtulmanın amaçladığını iddia etmiştir. İkinci sorunu ise, Orman Çiftliğinin devredilirken, Çiftlikteki Bira Fabrikasının devredilmek istenmemesi olarak göstermiştir.[56]

Hasan Rıza Soyak Atatürk’ün, çiftliklerin devri konusundaki düşüncesini Mayıs tarihinde şu şekilde açıkladığını nakletmiştir:

“Ben senesinde, büyük nutkumu verdiğim celselerin birinde B.M.M.’ne, bunların partiye ait olduğunu söylemiştim. Bu itibarla devir esnasında, Hükümetten, Parti için bir miktar para alırsak iyi olacaktır. Bakalım; İsmet Paşa’nın avdetinde meseleyi onunla görüşeceğim, en münasip şekli o zaman kararlaştırırız” (İsmet İnönü İngiltere Kralı VI. George’un taç giyme töreni için İngiltere’ye gitmişti.)[57]

İsmet İnönü Yugoslavya’dan döndükten sonra, Ankara’daki Orman Çiftliğinin Ziraat Vekâleti tarafından satın alınacağının konuşulduğu, bir vekil tarafından kendisine söylenmişti. İsmet İnönü bu bilgiyi öğrendikten sonra Atatürk ile Orman Çiftliği konusunu görüşmüştür.

Bu görüşmeyle ilgili olarak İsmet İnönü, Atatürk’ün, Ziraat Vekâletinin Orman Çiftliğini satın almak istediğini söylediğini, ancak kendisinin buna itiraz ettiğini anlatmıştır. Atatürk’ün, Orman Çiftliğini yetiştirmek için çok emek sarf ettiğini, ancak hükümetin ve devletin de, Atatürk’ün bir örnek göstermek amacıyla yaptığı gayreti kolaylaştırmak için çok emek sarf ettiğini öne sürerek, düşüncelerini şu şekilde dile getirmiştir: “Büyük ölçüde hükümet yardımı ile, Hazine yardımı ile meydana gelmiş bir eseri tekrar Hazineye satmak muamelesi bizim için doğru olmaz.” İsmet İnönü, kendisinin bu değerlendirmesi sonrasında, Atatürk’ün Çiftliği Hazineye verme kararını aldığını açıklamıştır.[58]

Hasan Rıza Soyak konuya ilişkin olarak, Atatürk’ün İsmet İnönü ile konuşması sonrasında, çiftlikleri bütün tesis ve varlıklarıyla birlikte Hazineye hibe etmeye kesin olarak karar verdiğini belirtmiştir.[59]

Söz konusu görüşme zamanı İsmet İnönü ve Hasan Rıza Soyak tarafından farklı olarak anlatılmakla birlikte, aslında aynı tarih olduğu anlaşılmaktadır. İsmet İnönü, Yugoslavya seyahatinden döndükten sonra çiftlikler konusunu Atatürk ile görüştüğünü ve Atatürk’ün çiftliklerini Hazineye vermeye karar verdiğini söylemişti. Hasan Rıza Soyak da Atatürk’ün, İsmet İnönü’nün İngiltere dönüşünde konuyu onunla görüşeceğini ve en doğru kararı o zaman vereceğini ifade etmişti.

İsmet İnönü yakın aralıklarla Yugoslavya’ya iki kez seyahat düzenlemiştir. İsmet İnönü’nün birinci Yugoslavya seyahati Nisan tarihleri arasında gerçekleşmiştir. İsmet İnönü ikinci olarak, İngiltere Kralı VI. George’un taç giyme töreninden dönüşte, 23 Mayıs tarihinde Belgrat’a uğramış ve 27 Mayıs tarihinde İstanbul’a dönmüştür.[60]

Hasan Rıza Soyak’ın açıklaması dikkate alındığında, çiftliklerin konuşulduğu Atatürk ile İsmet İnönü görüşmesinin, 27 Mayıs tarihinden sonra yapıldığı anlaşılmaktadır.

Hasan Rıza Soyak Atatürk’ün, yukarıda açıklandığı gibi, çiftliklerin Cumhuriyet Halk Fırkasının malı olduğunu söylediğini nakletmişti. İsmet İnönü de, çiftliklerin bağışlanması sonrasında Mecliste yaptığı konuşmasında, “Bu çiftlikleri Atatürk Cumhuriyet Halk Fırkasının malı olarak saklıyordu.” ifadesiyle Hasan Rıza Soyak’ın açıklamasını doğrulamıştır. İsmet İnönü bu konuşmasında, Atatürk’ün çiftliklerini Hazineye terk etmesinin ilk nedenini, çiftliklerin köylüler için bir okul ve teşvik edici bir vasıta olarak kullanılmasının, devlet aracılığıyla daha kolay ve mümkün olacağını Atatürk’ün ümit etmesi olarak göstermiştir. İsmet İnönü ikinci nedenini, Cumhuriyet Halk Fırkasının artık hükümetten ayrı bir siyasi teşekkül olmaktan çıkması[61], hükümetle kaynaşmış, milletin ve devletin ortak bir müessesesi haline girmiş olması şeklinde açıklamıştır. Bu düşüncesini şu ifadelerle anlatmıştır: “Bununla Atatürk devleti, fırkasını fark etmeyerek, fırkasına ait olan, fırkaya, fırkaya ait olması düşünülmüş olan malların Hazineye ihdasında ayrıca bir âlicenaplık göstermiştir.”[62]

Yunus Nadi de benzer bir yorum getirerek, Atatürk’ün çiftlikleri hiçbir zaman sahiplenmediğini, çiftliklerin önce Cumhuriyet Halk Fırkasına ait olduğunu söylediğini, ancak Fırkanın, hükümet ve devlet ile aynı şey olması üzerine, çiftlikleri doğrudan doğruya memlekete hediye edip, hükümetin yönetimine verdiğini anlatmıştır.[63]

İsmet İnönü anılarında Çiftliğin devlete satılmak istendiğini söylemesine rağmen, Mecliste yaptığı konuşmasında Atatürk’ün amacını şu şekilde açıklamıştı: “Düşündü ki çiftlikler hükümetin yeni ziraatı köylüye öğretmesi için çok kıymetli saha ve vasıta olacaktır, hakikat budur…”[64]

Meclisteki bu konuşmasında İsmet İnönü, Atatürk’ün çiftlikleri hediye ettiğini, kişisel çıkar sağlama amacının olmadığını da şu şekilde belirtmişti: “Atatürk her türlü şahsi menfaatlerin, kendi şahsına teveccüh edecek her türlü faydaların daima üstünde kalmış ve daima üstünde kalacak olan milli varlıktır… Atatürk’ün bu eserleri vücuda getirdikten sonra bunları Hazineye hiçbir bedelsiz ve karşılıksız terk etmesinde esaslı ve büyük ve siyasi bir ideali vardır.” [65]

İsmet İnönü’nün Meclisteki bu konuşmasıyla anılarında yazdıkları arasında büyük farklılıklar bulunmaktadır. Anılarında Orman Çiftliğinin devredilirken karşılığında para istendiğini söylemesine karşın, Mecliste Atatürk’ün kişisel çıkar sağlama amacında olmadığını, ziraatı köylüye daha iyi öğretmesinde hükümete yardımcı olmak için çiftlikleri bağışladığını söylemişti.

Hasan Rıza Soyak’ın açıklaması dikkate alınarak, İsmet İnönü’nün anılarında bahsettiği para istenmesi iddiasını açıklığa kavuşturmak mümkündür. Hasan Rıza Soyak’ın anlattığı gibi, çiftliklerin Cumhuriyet Halk Fırkasına ait olduğunu söyleyen Atatürk, devir esnasında hükümetten Parti için bir miktar para alma konusunu İsmet İnönü ile görüşerek, en uygun şekli kararlaştırmayı istemiştir. Nitekim Atatürk İsmet İnönü ile konuyu görüştükten sonra çiftlikleri karşılıksız olarak hediye etmeye karar vermiştir. Atatürk’ün bu kararı vermesinde İsmet İnönü’nün etkisinin olduğu açıktır.

İsmet İnönü’nün Meclisteki konuşmasından farklı olarak anılarında değindiği diğer konu da, Çiftliğin bağışlanmasını elden çıkarma olarak nitelemesi ve bunun nedenini de zarar etmesi olarak göstermesidir. İsmet İnönü’nün anılarında bu konuya ilişkin anlatımı şu şekildedir: “Aslında çiftliği elden çıkartmanın bir sebebi de zarar etmesi. Ondan kurtulmak için satış muamelesi düşünülüyor.”[66]

Kazım Özalp da İsmet İnönü’ye benzer bir şekilde, Orman Çiftliğinin, Atatürk’ün önceden öngördüğü gibi hızla gelişme gösterdiğini, ancak yapılan büyük yatırımlar dolayısıyla borcunun da çoğaldığını söylemiştir. Kazım Özalp, İsmet İnönü’nün teklifi üzerine Atatürk’ün, Orman Çiftliğini, geliştirilmesine devam edilmesi koşuluyla, milli bir müessese olarak idare edilmek üzere, borçlarıyla birlikte hükümete devredilmesine razı olduğunu anlatmıştır.[67]

Atatürk’ün hediye ettiği çiftliklerin daha sonra bağlandığı Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu tarafından, Atatürk Orman Çiftliği hakkında yılında hazırlanan “Atatürk Çiftlikleri” isimli kitapta, Atatürk Orman Çiftliğin ilk yıllarından itibaren senelik bilançolarının yayınlandığı görülmektedir. ile yılları arası incelendiğinde, Çiftliğinin sadece yılında lira zarar ettiği, en yüksek kârlarını ise devlete devredilmeden önceki yıllarda elde ettiği anlaşılmaktadır. Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumunun kitapta verdiği bilgiye göre, Çiftlik yılında lira, yılında ise lira kâr elde etmiştir.[68]

İsmet İnönü anılarında, Atatürk Orman Çiftliğinin devriyle ilgili ikinci sorun alanı olarak Bira Fabrikasını göstermişti. Bu konuya ilişkin olarak, Çiftliğin devredilirken Çiftlikteki Bira Fabrikasının devredilmeyeceğini sonradan öğrendiğini, bu durumda ise Bira Fabrikası ile bira inhisarı yapılması gerektiğini anlatmıştır.[69]

Anılarında, Bira Fabrikasıyla yapılması gereken bira inhisarına ilişkin olarak Atatürk ile yaptığı konuşmayı şu şekilde nakletmiştir: “Atatürk ile konuştum. Vaziyet bu dedim. Bira fabrikası ile mukavele yapılacak ve bunu Orman Çiftliği yapamaz. Mal sahibi olan tasarruf sahibi olan sizinle vekâlet arasında, inhisar mukavelesi yapılmak lazım. Güldü Atatürk. Nasıl olacak dedi. Bu olmayacak dedim. Karşı karşıya geleceğiz de devlet reisi ile hükümet olarak inhisar mukavelesi yapacağız, olmaz bu dedim. Çiftlik hikayesinde vaziyet bu.”[70]

Bira Fabrikasının kuruluşu incelendiğinde, Atatürk’ün yılında yerli üretimi desteklemek için bira fabrikası kurulması direktifi ile çalışmaların başlatıldığı, yılında Orman Çiftliği içinde malt ve bira fabrikasının kurulmasına karar verildiği görülmektedir. Bu gelişme sonrasında İnhisar İdaresine başvurularak ruhsat istenmiş, bira üreten Bomanti şirketi ile yapılan anlaşmaya kıyasla daha ağır, fakat daha lojik ve normal koşullar ileri sürülmüştü. Yapılan hesaplarda, önerilen koşullar altında bile zarar etme olasılığının olmadığı, kar sağlanabileceği görülmüş, İnhisar İdaresinin koşulları kabul edilerek, Viyana Bira Enstitüsünün teknik gözetimi altında yılında fabrika kurulmuş ve ilk üretim Ekim ayında yapılarak Ankara piyasasına sunulmuştu. Orman Çiftliğinde kurulan ikinci Bira Fabrikası da yılında üretime geçmişti.[71]

İsmet İnönü, Bira Fabrikası ile yapılacak mukavelenin Orman Çiftliği ile yapılamayacağını, mal sahibi olan Atatürk ile vekâlet arasında inhisar mukavelesi yapılması gerektiğini, devlet reisi ile hükümetin inhisar mukavelesi yapmasını ise doğru bulmadığını söylemişti. İsmet İnönü’nün bahsettiği sakıncaların yılında da geçerli olması gerekmektedir. Ancak, yukarıda yapılan açıklamadan, geçmiş dönemde Bira Fabrikası ile inhisar mukavelesinin yapıldığı anlaşılmaktadır.

Çiftliğin devredilirken Bira Fabrikasının devredilmek istenmediğini İsmet İnönü söylemesine rağmen, yukarıda bahsedilen, Atatürk’ün Trabzon’dan 11 Haziran tarihinde Başvekâlete gönderdiği yazının ilişiğinde, Hazineye bağışlanan fabrika ve imalathaneler sıralanırken Bira ve Malt Fabrikasının da adı listede yer almıştır.[72] İsmet İnönü’nün belirttiği ve çiftliklerin devir görüşmeleri sırasında gündeme geldiği değerlendirilen bu konuya, dönemi yaşayan kişiler tarafından hiç değinilmediği de görülmektedir.

Atatürk, Şükrü Kaya ve Çiftlik Müdürü Tahsin Coşkan ile beraberken Hasan Rıza Soyak’a, İsmet İnönü’nün o sabah[73] kendisine Çiftlikteki Bira Fabrikası hakkında, Fabrikanın istenen vasıfta olmadığı, biranın maliyetinin yüksek olduğu ve Hasan Rıza Soyak ile Tahsin Coşkan’ın kendisini aldattığını söylediğini anlatmıştır.[74]

Hasan Rıza Soyak bu eleştiriye cevap olarak, İsmet İnönü’nün Çiftlikteki Fabrikada üretilen biraları çok beğendiğini, o dönemde bira üreten tek firma olan Bomanti Şirketinin hükümeti aldattığını söylediğini ve 10 yıllık izin süresinin bitiminde (2, 3 yıl süre kalmıştı.) tekrar ruhsat verilmeyeceğini, bundan dolayı kendisini ve Tahsin Coşkan’ı her gördüğünde, bütün yurdu içine alan geniş bir plan hazırlamalarını istediğini söylemiştir.

Konu ile ilgili olarak Hasan Rıza Soyak ayrıca, geçmiş dönemde İsmet İnönü’nün bu isteğini Atatürk’e iletip izin istediğinde, Atatürk’ün bu isteğe olumsuz yaklaştığını, işlerinin yoğun olması nedeniyle böyle bir yükün altına girmesini uygun bulmadığını da aktarmıştır. Bu istek üzerine Atatürk, çiftliklerin çok gelişme gösterdiğini, çalışma alanlarının zaman içinde genişleyip çeşitlendiğini, artık kendilerinin bu işlerle uğraşmalarının pek mümkün olmadığını, hepsini Hazineye ve dolayısıyla Ziraat Vekâletine terk etmeyi düşündüğünü söylemiştir. Atatürk, devirden sonra İsmet İnönü’nün istediğini yaptırmasının en uygun şekil olduğunu da söylemiş ve bu isteğe karşı çıkmıştır.

Kendilerinin yalnızca bir plan hazırlayacağını, bunun uygun bulunması durumunda şirket kurulmasını tavsiye edeceğini, ayrıca İsmet İnönü’nün ısrarlı isteklerini yerine getirerek hükümete yardımcı olmaları gerektiğini Hasan Rıza Soyak tekrarlamıştır. Atatürk bu ısrar üzerine öneriyi kabul etmiş, ancak ileride bu işten dolayı başının çok ağrıyacağı ikazında da bulunmuştur.[75] Kılıç Ali de, bu konu hakkında benzer bir anlatımda bulunmuştur.[76]

Hasan Rıza Soyak, Bomanti Şirketinin önce kendileri ile görüşerek anlaşmak ve bu şekilde mukavelesini uzatmak istediğini, bu isteğin kabul edilmemesi üzerine, İsmet İnönü’nün çok yakınlarından biri olan şirketin idare meclisi üyesi aracılığı ile Çiftlikteki Bira Fabrikası aleyhinde faaliyette bulunduğunu belirtmektedir.[77] Falih Rıfkı Atay da benzer şekilde, İsmet İnönü’nün eniştesinin Bomanti Bira Fabrikasının idare meclisinde bulunduğunu ve Ankara’daki Bira Fabrikasının genişletilmesini engellemek, Bomanti imtiyazını uzatmak için, Ankara’daki fabrikanın gelir getirmeyeceği fikrini İsmet İnönü’ye telkin ettiğini yazmıştır.[78]

İsmet İnönü ise, Bomanti Fabrikasının imtiyaz süresi bitiminde devlete intikal edeceğini, ancak Bomanti Fabrikasının harp yıllarının süreden sayılmaması için mahkemeye başvurduğunu ifade etmektedir. İsmet İnönü Atatürk’ün bir defa Bomanti Fabrikasından şikâyet ederek, harp yıllarının süreden sayılması gerektiğini, haksız olduğunu ve muamelenin bir an önce sonuçlandırılması gerektiğini kendisine söylediğini, kendisinin ise Atatürk’e, mahkeme sonucunu beklemek gerektiğini anlattığını belirtmektedir. İsmet İnönü bu konudaki düşüncesini şu şekilde açıklamaktadır: “Bomantiye lüzum yok diye düşünüyorlar. Hâlbuki ona da ihtiyaç var diye söyledim ben. İkisine de ihtiyaç vardır”.[79]

Yukarıdaki anlatıma göre, İsmet İnönü’nün Çiftlikteki Bira Fabrikası hakkındaki düşüncesi, Fabrikanın istenen vasıfta olmadığı yönündeydi. Ancak, iki fabrikaya da ihtiyaç olduğunu söylemesinden hareketle, İsmet İnönü’nün Çiftlikteki Bira Fabrikasına karşı olmadığı anlaşılmaktadır. Burada dikkat çeken konu, İsmet İnönü’nün Bomanti’ye ihtiyaç olmadığının söylendiğini iddia etmesidir.

Hasan Rıza Soyak, İsmet İnönü’nün Bira Fabrikasının kalitesi ve kârlılığı konusundaki eleştirisinde hatalı olduğunu, sırf İsmet İnönü’nün ısrarlı emirleri üzerine başlatılan bu girişimin kârlı olduğunu geniş bir izah sonucu Atatürk’e açıklamış, bunun üzerine Şükrü Kaya da, “Biz de öyle düşünüyorduk; şimdi görüyorum ki hata etmişiz.” demiştir.[80] Kılıç Ali de, bu konuda Hasan Rıza Soyak’a benzer bir anlatımda bulunmuştur.[81]

Şükrü Kaya, Atatürk’ün Bira Fabrikasıyla ilgili olarak Hasan Rıza Soyak ile yukarıda açıklanmış olan konuşmasını dinledikten sonra konunun önemini anlamış, daha sonra katıldığı Vekiller Heyeti toplantısında, Çiftlik ile ilgili sorunu İsmet İnönü’nün çözmesini sağlamak, Atatürk ile arasında sorun çıkmasını önlemek amacıyla anlatmıştı. İsmet İnönü bu durum karşısında düşüncelerini, “Atatürk benden öğreneceklerini, Hasan Rıza Beyden mi öğreniyor?” ifadesiyle açıklamıştır.[82]

Kazım Özalp da benzer şekilde, Şükrü Kaya’nın Vekiller Heyeti toplantısına geç katıldığını, Vekiller Heyetinin akşam Çankaya’ya davet edileceğini ve Çiftlikteki Bira Fabrikasının konuşulacağını söylediğini belirtmiştir. Kazım Özalp, İsmet İnönü’nün önemli gördüğü konularda, vekiller heyeti öncesinde Atatürk’ün görüşünü aldığını ve o doğrultuda hareket etmeye çalıştığını, ancak bu gibi konuların kendisinden habersiz olarak, başka bakanlar tarafından ayrı ayrı görüşülmesini de hükümetin iş düzeni açısından uygun görmediğini açıklamıştır. Kazım Özalp, Şükrü Kaya’nın verdiği bilgiden, Bira Fabrikası hakkında köşkte bazı kararlar alınmış olduğu şüphesinin uyandığını da vurgulamıştır.

Aynı akşam[83] Vekiller Heyeti üyeleriyle yapılan Çankaya’daki toplantıda konu gündeme gelmiştir. Atatürk’ün “Çiftlikteki bira fabrikasının geliştirilmesi için ne düşünüyorsunuz?” sorusu üzerine, İsmet İnönü biraz sustuktan sonra; “İcabı neyse yapılacaktır.” cevabını vermiştir. Bu cevabı beklemeyen Atatürk sadece “Öyle mi!” demiş, İsmet İnönü de sinirli olduğunu belli eder bir şekilde düşüncesini, “Fabrika için önceden karara varılmış ve yalnız tebligat için Bakanlar Kurulu davet olunmuştur.” şeklinde açıklamıştır. Atatürk, Şükrü Kaya’ya baktıktan sonra, İsmet İnönü‘ye dönerek “Bunları nereden çıkarıyorsunuz, ne oldu? Neden böyle konuşuyorsunuz? Orman Çiftliği’ne iyi bakılmadığı görüşündeyim.”[84] demiş, İsmet İnönü de “Bunun sorumluları yöneticiler, Hasan Rıza ve Tahsin Bey’lerdir.” şeklinde cevap vermiştir. Atatürk konunun bu şekilde tartışılmasından üzülerek; “Bu durumda devam edemeyiz.” diyerek toplantıdan ayrılmıştır.[85]

İsmet İnönü’nün de bu toplantıyla ilgili olarak, konuşmaların detayına girmeden, toplantının iyi bitmediğine yönelik açıklamada bulunduğu görülmektedir. Vekiller Heyeti toplantısına gitmeden önce zihninde “Çiftlik Hikayesi”nin canlandığını söyleyen İsmet İnönü, Vekiller Heyeti toplantısında Atatürk’ün, Ziraat Vekâletinin çalışmadığından şikayetçi olduğunu, diğer vekaletlerin çalışmadığını söylediğini, kendisinin onları savunmak zorunda kaldığını, Vekiller Heyeti toplantısının “ekşi bir hava içinde” bittiğini anlatmıştır.[86]

Atatürk ile İsmet İnönü önceden planlandığı şekilde, tartışmadan bir gün sonra İstanbul’a birlikte gideceklerdi. Kazım Özalp, Atatürk’ün seyahat öncesinde istasyonda kendisine İsmet İnönü ile ilgili olarak şunları söylediğini belirtmiştir: “İsmet Paşa yorgundur, asabı bozulmuştur. Bu haliyle çalışmasını doğru bulmuyorum, yolda kendisine iki ay izinli sayılmasını söyleyeceğim, iki ay sonra istifasını isteyeceğim. Şimdi Celal Bayar Başbakan vekili olacak, iki ay sonra Bayar’ı Başbakanlığa getireceğim.”[87]

Atatürk, 18 Eylül tarihinde İstanbul’a giderken[88] İsmet İnönü’ye; “Görev arkadaşlığımız bitmiştir. Ama dostluğumuz devam edecek. Dinlenmelisiniz.” demiş, daha sonra genel sekreteri Hasan Rıza Soyak’ı çağırarak aralarında geçen konuşmayı anlatmıştır. Atatürk’ün kendisine anlattıklarını Hasan Rıza Soyak şu şekilde nakletmiştir: “… Görüyorum ki sen çok yorgun ve hatta hastasın, uzun zaman istirahata ihtiyacın var; bu itibarla mesai arkadaşlığımıza bir müddet ara vermemiz muvafık olacaktır…”[89]

Hasan Rıza Soyak’ın naklettiği bu konuşmayı, İsmet İnönü anılarında benzer denebilecek şekilde şu ifadelerle anlatmıştır:

“…Şimdiye kadar beraber çalıştığımız zamanda pek çok defa kavga etmişizdir. Ama bu kadar açıktan bu kadar serti olmamıştı. Bu sebeple sizin çalışmanıza biraz aralık vermek doğru olacaktır dedi. Ben onun bu sözünün çok isabetli olacağını söyleyerek atılgan bir tavırla, samimi bir tavırla karşıladım. Çok müteşekkir olurum dedim. Hakikaten yorgun ve çalışamaz bir hale gelmişimdir. Bana izin verirseniz size çok müteşekkir kalırım dedim.”[90]

İsmet İnönü 20 Eylül tarihinde bir buçuk ay süreli izin talebinde bulunmuş, bu istek Atatürk tarafından uygun bulunarak, başvekil vekilliğine Celal Bayar getirilmiştir.[91] İsmet İnönü izninin sonunu beklemeden 25 Ekim tarihinde başvekillikten istifa etmiş ve aynı gün Celal Bayar’ın başvekilliğinde yeni hükümet kurulmuştur.[92]

c. Bağış Sonrasında Çiftlikler İçin Yapılan Düzenlemeler

Celal Bayar’ın başvekilliği döneminde Atatürk’ün bağışladığı çiftliklere yönelik olarak düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemelerin çerçevesinin, 1 Kasım tarihli Meclis açış konuşmasında Atatürk tarafından çizildiği görülmektedir. Atatürk bu konuşmasında ekonomiyi, ziraat, ticaret ve sanayi faaliyetleri ile bayındırlık işleri olarak tanımlamış, bu faaliyetlerin birlikte bir bütün olduğunu söylemiştir. Milli ekonominin temelinin ziraat olduğunu, ziraatla birlikte kalkınmaya büyük önem verdiklerini[93] belirtmiştir. Atatürk, topraksız çiftçinin bırakılmamasını ve çiftçi ailesini geçindirebilecek toprağın bölünmemesini istediği konuşmasında, memleketin iklim, su ve toprak verimi bakımından ziraat bölgelerine ayrılması ve her bir bölgede köylünün örnek alabileceği ziraat merkezlerinin kurulması gerektiğini söylemiştir. Devlet idaresindeki çiftliklerin, bulundukları bölgede en faydalı ziraat usul ve sanatlarını yaymaya hazır bulunduğunu, bunun Ziraat Vekâleti için büyük kolaylıklar sağladığını belirtmiştir. Mevcut ve kurulacak olan ziraat merkezlerinin, devlet bütçesine yük getirmeden kendi gelirleri ile varlıklarını sürdürmeleri ve gelişimlerine devam edebilmeleri için, birleştirilerek geniş bir işletme kurumu oluşturulmasının gerekli olduğunu söylemiştir. [94]

Atatürk’ün görüşlerine paralel olarak 7 Ocak tarihinde Mecliste kabul edilen kanunla, her türlü ziraat işleri ve sanatıyla ilgilenmek üzere Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu oluşturulmuştur. Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu Kanunu’nun görüşmeleri sırasında söz alan Manisa Mebusu Yaşar Özey, Kanun’un kabul edilme gerekçesini açıklamıştır. Bu gerekçeye göre, Kanun’un ruhunu Atatürk’ün hediye ettiği çiftlikler oluşturmaktaydı.[95]

Kabul edilen Kanun incelendiğinde, beşinci maddesinde, Atatürk’ün 11 Haziran tarihli mektubuyla Hazineye bağışladığı bütün menkul ve gayrimenkul mallarının ve bunlara ait hak ve vecibelerin, Kanun’un yayın tarihinden itibaren Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumuna intikal edeceği hükmü görülmektedir.[96]

1 Kasım tarihli konuşmasında Atatürk’ün değindiği, bölgelerde ziraat merkezlerinin oluşturulması konusu da Kanun’da yer almıştır. Bu konu Kanun’un üçüncü maddesinde, kurumun yapacağı başlıca işler sıralanırken b fıkrasında, bölgelerde gerekli olan ziraat çeşitlerini, usullerini ve sanatlarını göstermek için örnek olacak ziraat işletme merkezleri, fabrika ve atölyeler kurmak ve işletmek olarak ifade edilmiştir.[97]

Atatürk’ün Hazineye hediye ettiği çiftliklerinin resmi devir işlemi, Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu Kanunu’nun kabul edilmesi sonrasında yapılmıştır. Atatürk 11 Mayıs tarihinde, Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya, Ziraat Vekili Faik Kurdoğlu ve Ankara Valisi Nevzat Tandoğan da yanında bulunurken, Hazineye hediye ettiği çiftliklerin devri için resmi işlemi gerçekleştirmiştir. Orman Çiftliğinde yapılan bu resmi devir işleminde Ankara Defterdarı ve Tapu Müdürü de hazır bulunmuştur.[98]

3. ATATÜRK’ÜN VASİYETİ

Celal Bayar, başvekil olduktan sonra Atatürk’te bir yorgunluk gördüğünü, ara sıra burnundan kan geldiğini, bu yüzden bir Alman ve bir Fransız doktora muayene yaptırmak isteğinde bulunduğunu Atatürk’e söylemişti. Atatürk ise, Hatay meselesinin en önemli aşamada bulunmasını gerekçe göstererek teklifi uygun bulmamıştı. Ancak, Atatürk bu görüşmede Türk doktorların muayenesini kabul etmiş, yapılan muayene sonrasında kendisine siroz teşhisi konulmuştu.[99]

Yabancı doktor getirilmesini Celal Bayar daha sonra tekrar istemiş, bu istek, hastalığının farkında olan Atatürk tarafından kabul edilmiştir. Çağrılan Fransız Dr. Fisher yaptığı muayene sonrasında konulan siroz teşhisinin doğru olduğunu, ancak geç konulduğunu söylemiştir.[]

Dr. Fisher’in Atatürk’ü muayene etmek için Eylül tarihindeki üçüncü gelişinde, Atatürk’ün karnındaki suyun alınmasına karar verilmişti.[] Hasan Rıza Soyak Atatürk’ün, karnının delinerek su alınmasını önemli ve tehlikeli bir operasyon olarak gördüğünü, bu nedenle, zaten beş altı yıldır aralarında hazırlanması için konuştuklarını belirttiği vasiyetini yazmaya karar verdiğini söylemiştir.[]

Hasan Rıza Soyak vasiyetin hazırlanma süreci hakkında da bilgi vermiştir. Buna göre, Atatürk su alma operasyonu öncesinde Hasan Rıza Soyak’tan, mal olarak sahip olduklarının listesini yapmasını istemişti. Hasan Rıza Soyak’ın hazırladığı listeyi inceleyen Atatürk, bunları ikiye ayıracağını, hayatta bulunduğu müddetçe üzerinde kalması lazım gelen para, hisse senetleri, Çankaya’daki köşk ve eşyaların yapılacak vesikaya konulacağını söylemiştir. Atatürk, bunların dışında kalanları, yani Çankaya’dan başka yerdeki emlak ve evleri, Ankara’ya döner dönmez, mahalli belediyelere veya diğer kurumlara verip, gerekli işlemleri de yaptıracağını açıklamıştır. Atatürk vasiyetname hakkında düşündüğü esasları Hasan Rıza Soyak’a not ettirmiş ve hazırlanmasını istemiştir. Atatürk daha sonra, Hasan Rıza Soyak’ın hazırladığı taslak üzerinde gerekli gördüğü değişiklikleri yaparak, kendi el yazısı ile vasiyetini yazmıştır.[]

Kılıç Ali de vasiyetin hazırlanma nedenini Hasan Rıza Soyak gibi açıklamıştır. Kılıç Ali, Atatürk’ün, karnındaki su alınma işlemini önemli ve tehlikeli olarak gördüğünü, bu yüzden düşündüğü birkaç meseleyi not halinde vasiyet etmek ihtiyacı duyduğunu belirtmiştir.[]

Atatürk’ün hastalığı sırasında tedavi sürecine katılan ve karnından su alınması öncesindeki olaylara tanıklık eden Dr. Nihad Reşad Belger de benzer bir anlatımda bulunmuştur. Dr. Nihad Reşad Belger, Atatürk’ün bu işi bir ameliyat gibi düşündüğünü, bağırsaklarının ameliyat sırasında delinmesinden endişe ederek, bir kaza ihtimaline karşı hazırlıklı bulunma düşüncesiyle vasiyetnamesini yazdığını söylemiştir.[]

Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ün geçmiş dönemde hazırlamak istediği vasiyeti ile ilgili düşüncesi hakkında da bilgi vermiştir. Bu bilgiye göre Atatürk, sahip olduğu bütün menkul ve gayrimenkulleri Cumhuriyet Halk Fırkasına bırakmak niyetinde olmuş ve buna göre vasiyet hazırlamak istemişti. Ancak bunun imkânsız olduğu ve Medeni Kanun gereğince mirasçıların korunmuş hisselerinin bulunduğu kendisine hatırlatılınca, meselenin araştırılmasını istemişti. Araştırma sonrasında tek çare olarak kanun çıkartılması gerektiği ortaya çıkmış, Atatürk’ün onayı ile ilgili kanun hazırlanmıştı.[]

12 Haziran tarihinde kabul edilen bu konuya ilişkin Kanun’la, Atatürk’ün, Medeni Kanun’un ’nci maddesi kapsamındaki tasarrufları, mahfuz (korunmuş) hisseler hakkındaki hükmün dışında tutulmuş ve bu Kanun’un Atatürk’ün bütün mallarını kapsaması esası kabul edilmiştir.[]

Atatürk’ün vasiyeti[], 28 Kasım tarihinde Ankara Adliye Sarayındaki Üçüncü Sulh Hâkimliğinde, Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım, Adliye Vekili Hilmi Uran, Dâhiliye Vekili Refik Saydam, Hariciye Vekili Şükrü Saraçoğlu, bazı mebus, avukat ve hâkimlerin de hazır bulunduğu özel bir törenle açılmıştır.

Açılan zarf içinden Altıncı Noter İsmail Kunter’in tutmuş olduğu zabıt çıkmıştır. Bu zabıtta noter, 6 Ekim tarihinde Atatürk tarafından Dolmabahçe Sarayı’na çağrıldığını, Hasan Rıza Soyak ve Dr. Neşet Ömer İrdelp’in de hazır bulunduğu ortamda Atatürk’ün kendisine, “Bu benim vasiyetnamemdir. Size teslim ediyorum. Kanuni icabatını icra edersiniz.” diyerek vasiyetini verdiğini yazmıştır. Sonrasında bu zabıt orada düzenlenmiş, Atatürk, Hasan Rıza Soyak, Dr. Neşet Ömer İrdelp ve İsmail Kunter tarafından imzalanmıştır.

Bu zabtın okunmasından sonra, Atatürk’ün kendi el yazısı ile 5 Eylül tarihinde yazdığı vasiyetini içeren zarf açılmıştır. Atatürk’ün vasiyetnamesi şu şekildedir:

“Malik olduğun bütün nukut (nakit) ve hisse senetleriyle Çankaya’daki menkul ve gayrimenkul emvalimi (mallarımı), Cumhuriyet Halk Partisine, atideki şartlarla terk ve vasiyet ediyorum:

1- Nukut ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır.

2- Her seneki nemadan, bana nispetleri şerefi mahfuz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe, Makbule’ye ayda bin, Afet’e , Sabiha Gökçen’e , Ülkü’ye lira ve Rukiye ile Nebile’ye şimdiki yüzer lira verilecektir.

3- Sabiha Gökçen’e bir ev de alınabilecek ayrıca para verilecektir.

4- Makbule’nin yaşadığı müddetçe Çankaya’da oturduğu ev de emrinde kalacaktır.

5- İsmet İnönü’nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım yapılacaktır.

6- Her sene nemadan mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil kurumlarına tahsis edilecektir.”[]

Atatürk’ün vefatından sonra Ankara Üçüncü Sulh Mahkemesi Türkiye İş Bankasından, Atatürk’ün bankadaki “Nukut ve hisse senetleri”ni bildirmesini istemiştir. Türkiye İş Bankasının verdiği cevap, Genel Müdür Muammer Eriş tarafından 9 Aralık ’de idare meclisi üyelerinin bilgisine sunulmuştur. Bu bilgiye göre, Atatürk’ün nakit hesaplarının bakiyesi; 2 numaralı hesapta lira, 4 numaralı hesapta lira, numaralı emeklilik hesabında ise liradır. İş Bankasındaki hisse senetleri; nama muharrer (yazılı) hisse (her biri lira itibari değerindedir.), hamiline ait hisse (her biri lira itibari değerindedir.) ve müessis (kurucu) adet hisse senedidir. Zonguldak Maden Kömür İşleri T.A.Ş. hisse senetleri ise; nama muharrer hisse (her biri lira itibari değerindedir.), hamiline ait hisse (her biri lira itibari değerindedir.) ve müessis adet hisse senedidir.[] Hasan Rıza Soyak da 10 Kasım tarihi itibariyle Atatürk’ün nakit ve hisse senetlerini aynı şekilde ifade etmiştir.[]

Kamuoyunda Atatürk’ün İş Bankasındaki hissesi bilinmekle birlikte, Zonguldak Maden Kömür İşleri T.A.Ş. deki hissesi pek bilinmemektedir. Yukarıdaki bilgiden, Zonguldak Maden Kömür İşleri T.A.Ş. deki hissesinin de önemli bir miktar tuttuğu anlaşılmaktadır.

Atatürk’ün vasiyetinde, nakit ve hisse senetlerinden sonra düzenlediği diğer konu Çankaya’daki menkul ve gayrimenkulleri olmuştu. Hilmi Uran Çankaya’daki bu menkul ve gayrimenkuller hakkında aşağıdaki detaylı bilgiyi vermiştir.

Vasiyetname gereğince Atatürk’ün Çankaya’daki menkul malları mahkemece tespit edilerek, bir kısmı iki kasa içinde Ziraat Bankasına teslim edilmiş, bir kısmı halkevine verilmiş, mefruşat şeklindeki kısmı da Çankaya’daki küçük köşkte bırakılmış ve Cumhuriyet Halk Partisi tarafından bunlara ilişilmemiştir.

Vasiyetnameyle Cumhuriyet Halk Partisine kalan Çankaya’daki gayrimenkuller, küçük köşk, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterinin oturması için tahsis edilen köşk ve dönüme yakın köşk etrafındaki arsadan oluşmaktaydı. Küçük köşk müze halinde kapalı tutulmuş, arsalardan da Cumhuriyet Halk Partisinin faydalanmasına imkân olmamıştı. Bu yüzden daha sonraki senelerde bu arsalar hükümet tarafından istimlâk edilmiştir.[]

Hilmi Uran’ın verdiği bilgiye göre, vasiyetle Cumhuriyet Halk Partisine kalan Çankaya’daki gayrimenkuller, küçük köşk, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterinin oturması için tahsis edilen köşk ve dönüme yakın köşk etrafındaki arsadan oluşmaktadır.

Hilmi Uran’ın bu açıklamasında dikkat çekici nokta, o dönemde kullanılmakta olan Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne ait bir bilginin yer almamasıdır. Bunun nedeni, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün daha önceki dönemde hükümet tarafından kamulaştırılmasıdır. Bu yüzden Atatürk’ün vasiyeti Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nü kapsamamıştır.

Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nü kamulaştırma ihtiyacı Hariciye Vekâletinden gelmiştir. Hariciye Vekâleti, Türkiye’yi ziyaret eden yabancı misafirleri, millet ve hükümetin şerefi ile orantılı olacak şekilde kabul ve ağırlamak için, Atatürk’ün Çankaya’da yaptırdığı, resmi kabul ve ziyaretlere yarayacak salonları bulunan köşkün, arazi ve mobilyası ile birlikte, sayılı kanunun 46’ncı maddesinin d fıkrası gereğince satın alınmasını istemiştir. Bu istek üzerine, Maliye Vekilliğinin 12 Mayıs tarihli ve /14 sayılı teskereyle, liraya satın alınmasına ilişkin hazırladığı teklifi, İcra Vekilleri Heyetince 12 Mayıs tarihinde onanmıştır.[]

4. ATATÜRK’ÜN VASİYETİNDE YER ALMAYAN GAYRİMENKULLERİ

Atatürk’ün, Hasan Rıza Soyak’ın belirttiği gibi, sahip olduğu gayrimenkulleri iki gruba ayırdığı görülmektedir. Atatürk, birinci grup olarak nitelediği, hayatta kaldığı sürece üzerinde kalmasını istediği Çankaya’daki menkul ve gayrimenkullerini vasiyetnamesi ile düzenlemiştir.

Vasiyeti dışında bıraktığı ve ikinci grup olarak nitelediği gayrimenkullerini ise, vasiyetini yazdıktan sonra Ankara’ya döner dönmez, mahalli belediyelere veya diğer kurumlara vermeyi amaçlamıştı. Ancak Atatürk’ün sağlık durumu, İstanbul’da vasiyetini yazdığı 5 Eylül tarihinden sonra ağırlaşmış, bu nedenle Ankara’ya dönememiştir.

Çevresinde bulunan kişilerin, hastalığının ilerlemiş olduğu günlerde Atatürk’ün Ankara’ya gitmeyi çok istediğini anlattıkları görülmektedir. Kılıç Ali konuyla ilgili olarak Atatürk’ün; “Beni bir an önce Ankara’ya getirin. Yapılacak önemli işlerim var!” dediğini belirtmektedir.[] Salih Bozok, Atatürk’ün hasta olduğu dönemde en büyük özleminin Ankara’ya gitmek olduğunu, sık sık “Ah Ankara’ya gidemedik.” dediğini anlatmıştır.[] Afet İnan da, cumhuriyetin on beşinci yıldönümünde Ankara’da bulunma özleminin çok kuvvetli olduğunu, hastalığının esiri olan Atatürk’ün, bu durumundan büyük ıstırap çektiğini belirtmiştir. Afet İnan, üç gün süren ve 22 Ekim ’de sona eren komayı atlattıktan sonra, iyi olduğu saatlerde de Atatürk’ün Ankara’ya gitmek için hasret çektiğini söylemiştir.[]

Atatürk’ün sağlık durumu incelendiğinde, vasiyetini yazdıktan sonraki yılının Eylül, Ekim ve Kasım aylarında hastalığının ileri seviyede olduğu anlaşılmaktadır. Bu süre içinde, hastalığının kötüleşmesi üzerine Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğince Atatürk’ün sağlığı hakkındaki tebliğ[] 17 Ekim tarihinde yayınlanmıştır.

Tebliğde yer alan doktorların raporunda, Atatürk’ün önceki akşama göre daha iyi olduğu bildirilmiş, nabız, nefes ve ateşi hakkında bilgi verilmişti.[] 20 Ekim tarihinde yayınlanan tebliğdeki doktorların raporunda, “Asabi ârazlar tamamen geçmiştir. Umumi salah artmaktadır.” ifadesi ile hastalıktaki kısmi iyileşme belirtilmişti.[]

Ancak 8 Kasım tarihinde yayınlanan tebliğde, Atatürk’ün hastalığının birden bire normal seyrinden çıkarak ağırlaştığı ve sıhhi durumunun yeniden fenalaştığı duyurulmuştur.[]

Atatürk’ün Ankara’ya döndükten sonra mahalli belediyelere veya diğer kurumlara vermeyi amaçladığı ve ikinci grup olarak nitelediği gayrimenkulleri kendisine çeşitli zamanlarda hediye edilmiş olan evlerden oluşmaktaydı. Afet İnan bu konu hakkında, Türk milletinin sembolik bir şükran ifadesi olarak Atatürk’e evler hediye ettiğini, bunların Atatürk için güzel bir hatıra oluşturduğunu söylemiştir.[]

Afet İnan’ın belirttiği gibi Atatürk’e, Bursa Belediyesi tarafından 20 Ocak ’de Bursa’da, Samsun Belediyesi tarafından 20 Eylül ’de Samsun’da, Erzurum İl Özel İdaresi tarafından ’da Erzurum’da, Diyarbakır Belediyesi tarafından 5 Nisan ’da Diyarbakır’da, İzmir Belediyesi tarafından ’de İzmir’de, Konya Belediyesi tarafından ’de Konya’da, Trabzon İl Özel İdaresi tarafından ’de Trabzon’da, Antalya’da ve İstanbul Belediyesi tarafından Florya’da ev veya köşkler hediye edilmişti.[]

İkinci grup olarak nitelediği gayrimenkullerini, yani Çankaya’dan başka yerdeki emlak ve evlerini, Atatürk’ün Ankara’ya döner dönmez mahalli belediyelere veya diğer kurumlara vereceğini Hasan Rıza Soyak’ın açıkladığı yukarıda anlatılmıştı.

Afet İnan da, Atatürk’ün gayrimenkulleri ile ilgili olarak benzer şekilde bir açıklamada bulunmuştur. Afet İnan, Türk milletinin kendisine hediye ettiği evlerin hepsini, Atatürk’ün son senelerinde, bulundukları şehirlere vermeyi öngördüğünü belirtmiştir.[]

Hasan Rıza Soyak ve Afet İnan’ın ifade ettiği gibi, Atatürk’ün, Çankaya dışında kalan emlak ve evlerini belediyelere verme konusunda, vasiyetini düzenlemeden önce bazı uygulamalar yaptığı görülmektedir. Atatürk 2 Şubat tarihinde, kendisine hediye edilmiş olan Bursa’daki köşkünü[] Bursa Belediyesine hediye etmiştir. Atatürk daha sonra da, bazı emlak ve arsasını Ankara belediyesine hediye etmiştir.

Atatürk, Merinos Fabrikasını hizmete açmak için yaptığı Bursa ziyareti sırasında, Bursa Belediye başkanına 2 Şubat tarihinde gönderdiği yazıda, Bursa Belediyesinin yılında kendisine hediye ettiği Çelikpalas Oteli’ndeki müstakil köşkünü, bütün müştemilatıyla birlikte Bursa Belediyesine hibe ettiğini bildirmiştir. Köşkün, Çelikpalas Oteli’nin bir parçası olarak kullanılmasını isteyen Atatürk bu yazısında, Bursa Belediyesinin, köşkün bedelini takdir ettirerek, Çelikpalas Oteli’nin ait olduğu şirketten o miktar kadar hisse senedi almasını istemiştir. Atatürk ayrıca, Bursa kaplıcalarının büyük ve medeni ihtiyaçlarından birini karşıladığını belirttiği Çelikpalas Oteli’nin, Bursa Belediyesinin çabası ve yardımıyla daha fazla geliştirilmesine yardımcı olmak için, Çelikpalas Oteli’nin ait olduğu şirketteki liralık hissesini de Bursa Belediyesine terk ettiğini bildirmiştir.[]

Yukarıda bahsedildiği gibi, Atatürk 11 Haziran tarihinde Trabzon’daki köşkünden Hasan Rıza Soyak’a çiftliklerinin hediye edilmesi ile ilgili yazı göndermişti. Atatürk bu yazısında belediye ve idare-i hususiyelere devredilecek olan emlakların da uygun olduğunu belirtmişti. Ancak yazıda bu emlakların neler olduğu hakkında bir bilgi yer almamıştı.[] Çiftliklerin resmi devir işlemi yapılırken, aynı anda Atatürk’ün bazı emlaklarını da devrettiği görülmektedir. Aşağıda açıklanan emlakların, Hasan Rıza Soyak’a gönderilen yazıda belirtilen emlaklar olduğu anlaşılmaktadır.

Atatürk, hipodrom ve stadyum civarındaki arsalar ile çarşı içindeki bir otel ve altındaki dükkânları Ankara Belediyesine terk etmiştir. Ayrıca, Ulus matbaasını bütün demirbaşıyla ve çevresindeki arsalarla birlikte Cumhuriyet Halk Partisine bağışlamıştır. Bunlarla ilgili resmi işlemler, hediye edilen çiftliklerin işlemleri ile beraber, 11 Mayıs tarihinde yapılmıştır.[]

Belediyelere hediye ettiği emlak ve arsalar dışında kalan ve vasiyetnamesinde yer almayan Atatürk’ün evlerinin, vefatından sonra ne olduğu ile ilgili bir araştırma yapılmıştır. Bu araştırma kapsamında, Atatürk’ün Trabzon’daki köşkü, Samsun’daki evi ile Erzurum’daki evi incelenmiş, ölümünden sonra bu köşk ve evlerin kime kaldığı tapu kayıtları üzerinden incelenmiştir.

a. Atatürk’ün Trabzon’daki Köşkü

İncelemeye konu edinilen ilk ev “Atatürk Köşk”ü olarak bilinen ve Trabzon Vilayeti İdare-i Hususiyesi tarafından Mustafa Kemal Paşa’ya hediye edilen köşktür. Cephe ve mekân kurgusu Avrupa mimarisi özelliklerini taşıyan bu köşk yılında Konstantin Kabayanidis tarafından yaptırılmıştı. Köşk, yığma yapım tekniği ile taş, tuğla ve ahşap yapı malzemeleri kullanılarak inşa edilmişti.[]

Trabzon Vilayeti İdare-i Hususiyesinin malı olan bu köşk, Vilayet Daimi Encümeninin 18 Mayıs tarih ve numaralı kararı gereğince Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya mülk olarak verilmiştir. Buna ilişkin resmi işlemler 16 Haziran tarihinde yapılmış ve Gazi Mustafa Kemal Paşa adına tapuya kaydedilmiştir.[]

Atatürk, 10 Haziran tarihinde başladığı Trabzon seyahati süresince bu köşkte kalmış, köşkte yaşanılan gelişmeler de yukarıda açıklanmıştı. Atatürk bu köşkte bulunduğu sırada, çiftliklerini Hazineye bağışladığını İsmet İnönü’ye gönderdiği yazıyla duyurmuştu. Çiftliklerin bağışlandığı yer olması nedeniyle, köşkün Atatürk’ün hayatında önemli bir yer tuttuğunu söylemek mümkündür.

Soğuksu köyünde bulunan bahçe içindeki bu köşk, Atatürk’ün vefatı sonrasında, yasal varisi olan kız kardeşi Makbule Boysan’a intikal etmiştir. Bu konuya ilişkin yasal işlem, Ankara Asliye Hukuk Hâkimliğinin 7 Aralık tarih ve / esas ve karar sayılı veraset ilanı[] gereğince gerçekleştirilmiş ve köşk Makbule Boysan adına, 31 Temmuz tarihinde tapuya tescil edilmiştir.[] Köşk daha sonra Trabzon Belediyesi tarafından Atatürk Müzesi haline getirilmiştir. Günümüzde de Atatürk Müzesi olarak kullanılmaktadır.

b. Atatürk’ün Samsun’daki Evi

İncelemeye konu edinilen ikinci ev Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıktığında kaldığı evdir. Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs ’da 9’uncu Ordu Müfettişi olarak Samsun’a çıktığında Mıntıka Palas’ta misafir kalmıştı. İki katlı bu taş bina yılında otel olarak inşa edilmişti. O günlerde kapalı olan otel, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a geleceği duyulunca, Mutasarrıf tarafından açtırılmış, askeri hastaneden getirilen eşyalar otele yerleştirilmişti. Mustafa Kemal Paşa bir hafta süreyle bu binada kalmıştı.[]

Milli Mücadeleyi başlatmak üzere Anadolu’ya çıktığında kaldığı ilk yer olması bakımından, bu evin Mustafa Kemal Paşa’nın hayatında önemli bir yer tuttuğunu söylemek mümkündür.

Mıntıka Palas’ın Mustafa Kemal Paşa’ya hediye ediliş şekli ve tarihiyle ilgili olarak iki farklı bilgi bulunmaktadır. Mehmet Önder’in “Atatürk Evleri Atatürk Müzeleri” isimli kitabında, Mustafa Kemal Paşa’nın 20 Eylül ’deki Samsun’a ikinci gelişinde, Mıntıka Palas’ın Belediye tarafından kendisine hediye edildiği bilgisi bulunmaktadır.[] Samsun İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından hazırlanan “Gazi Müzesi Mantika Palas” isimli broşürde ise, Samsun Valisi Fahri Bey başkanlığındaki bir heyetin Samsun halkı adına yılında İstanbul’a giderek, Mantika Palas Oteli’nin anahtarını Mustafa Kemal Paşa’ya hediye ettiği belirtilmektedir. Bu broşürde ayrıca, yılında Jean Ionnis Mantika tarafından yaptırılan otelin adının Mantika Palas olduğu, ancak zaman içinde halk arasında Mıntıka Palas adını aldığı da belirtilmektedir.[]

Tapu görevlilerince ifade edildiğine göre, Samsun’a ait kadastro yılında hazırlandığından, evin hediye edildiği döneme ilişkin tapu kayıtları bulunmamaktadır. Bu nedenle, evin hediye ediliş tarihinin ve şeklinin tapu kayıtlarından öğrenilmesi mümkün olamamıştır.

Atatürk’ün vefatı sonrasında bu evin, Trabzon’daki köşk gibi, yasal varisi olan Makbule Boysan’a kaldığı anlaşılmaktadır. Makbule Boysan’ın 9 Temmuz tarihinde Cumhuriyet Halk Partisine gönderdiği mektupta, “Samsundaki Fırka binası kirasının” yeni adresine gönderilmesini istemesi bu tespiti doğrulamaktadır.[]

Atatürk’ün Samsun’daki evine ilişkin ilk tapu kaydı 21 Ağustos tarihine aittir. Tapu kaydında Ulugazi Mahallesi Gazi ve Kaptanağa Sokağı, Pafta No, Ada No, Parsel No:3 olarak tanımlanan kâgir bina metrekare olarak gösterilmiştir. Tapu kaydında, eve ilişkin olarak yeni tapu kayıt sayfaların ve olarak gösterilmesine rağmen, eski tapu kayıt sayfaların boş bırakılması, tapu görevlilerin ifade ettiği gibi, eski tapu kayıtlarının bulunmadığını göstermektedir.

Ev 27 Kasım tarihinde sayılı Kanun gereğince eski eser olarak, 21 Kasım tarihinde de korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak kabul edilmiştir.[] 27 Ekim tarihli ikinci tapu kaydında, kâgir binanın bulunduğu metrekarelik bölümün, Maliye Hazinesine lira bedel ile satıldığı bilgisi yer almaktadır.[]

Daha sonra “Gazi Müzesi” adı verilen bu bina 1 Kasım tarihinde Kültür Bakanlığına tahsis edilmiş ve restore edildikten sonra 8 Kasım tarihinde ziyarete açılmıştır.[] Bu bilgilerden, evin müze haline dönüştürülmek amacıyla Maliye tarafından satın alındığı ve bir hafta sonra Kültür Bakanlığına bu amaçla tahsis edildiği anlaşılmaktadır. Ev halen Gazi Müzesi olarak hizmet vermektedir.

c. Atatürk’ün Erzurum’daki Evi

İncelemeye konu edinilen son ev, Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele sırasında Erzurum’da iken bir dönem kaldığı evdir. yılında eski Erzurum evleri tipinde bir konak olarak yapılan bu ev,[] Erzurum’a özgü taş yapıdaydı ve zengin bir Ermeni’ye aitti. tehciri ile terk edilmiş mallardan sayılan ev, Maliye tarafından Almanya’nın Erzurum Konsolosluğuna kiraya verilmişti. Ev, Erzurum’un işgali sonrasında Ruslar tarafından Ermeni çete başlarına tahsis edilmişti.[] 12 Mart ’deki Erzurum’un kurtuluşu sonrasında ise Erzurum valisine ikametgâh olarak verilmişti.[]

3 Temmuz tarihinde Erzurum’a gelen Mustafa Kemal Paşa, 9 Temmuz ’da askerlikten istifa ettikten sonra, 29 Ağustos ’da Sivas’a gidinceye kadar toplam 52 gün, Rauf Bey (Orbay) ve arkadaşlarıyla birlikte bu evde kalmıştı.[] Askerlikten istifası sonrasında ve Erzurum Kongresi süresince Mustafa Kemal Paşa’nın kaldığı bu evin, onun hayatında önemli bir yer tuttuğu açıktır.

Evin Mustafa Kemal Paşa’ya hediye edilmesi üzücü bir olay sonrasındadır. 25 Kasım tarihli Şapka İktisası Hakkındaki Kanun, aynı gün Erzurum’da bir kısım tarafından tepkiyle karşılanmış, gösteriler yapılarak, valilik taşlanmıştı. Bu olayın Mustafa Kemal Paşa’yı üzdüğünü düşünen Erzurumlular, seçtikleri kişiler aracılığıyla Cumhuriyete ve inkılâplara bağlılıklarını bildirmeye ve üzüntülerini bizzat iletmeğe karar vermişlerdi. Bu kapsamda, Mustafa Kemal Paşa’nın kaldığı evi de kendisine hediye etmek istemişlerdi.[]

Bu ev, Erzurum Vilayeti Meclis-i Umumisinin 31 Aralık tarihli toplantısında, Reisi Cumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya hediye edilmesi kararı alınmıştır. Ev, Erzurum Vilayeti İdare-i Hususiyesinin 8 Şubat tarihli teskeresi gereğince, Gazi Mustafa Kemal Paşa adına tapuya kayıt edilmiştir.[]

Bu ev, Atatürk’ün vefatı sonrasında, Trabzon’daki Atatürk Köşk’ü örneğinde görüldüğü gibi, veraset ilamı gereğince, Atatürk’ün yasal varisi olan kız kardeşi Makbule Boysan adına, 5 Ağustos tarihinde tapuya tescil edilmiştir.[] Ev daha sonra onarılarak 3 Ekim tarihinde Atatürk Evi Müzesi olarak ziyarete açılmıştır.[] Ev halen Atatürk Evi Müzesi olarak hizmet vermektedir.

SONUÇ

Atatürk, siyasal ve sosyal alanda yaptığı inkılâplara paralel olarak ekonomiyle de ilgilenmiş, Hindistan’dan gönderilen yardım paralarından kendisine teslim edilenlerle ziraat ve bankacılık alanlarında örnek oluşturmak amacıyla girişimlerde bulunmuştur.

Türkiye ekonomisinin ziraata dayalı olduğu ve bunun da uygun yöntemlerle yapılmadığı dikkate alındığında, ülkenin değişik iklim bölgelerinde örnek teşkil edecek şekilde Atatürk’ün oluşturduğu çiftliklerin, modern tarım yöntemlerini yaygınlaştırmada büyük öneme sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ekonomiye yapılan diğer bir katkı da bankacılık alanında milli bir bankanın kurulması olmuştur. Türkiye İş Bankasının kurulması ve geliştirilmesiyle finans alanında Türklere yer açılmıştır.

Her iki alanda yapılan girişimlerin devlet aracılığıyla değil de, serbest çalışmalarını sağlayacak şekilde yapılması dikkati çeken bir konudur. Bu örneklerden anlaşılacağı gibi, Atatürk serbest girişime önem vermiştir. Atatürk’ün bu düşüncesi o dönemde uygulanan devletçilik politikasında da yer almıştır.

Atatürk, gerek Türkiye İş Bankasının, gerekse çiftliklerin kurulmasında, başarı sağlanamayacağı yönündeki genel kanının aksine, zorluklarla mücadele ederek, en olumsuz koşullarda da işlerin başarılabileceğini göstermek istemiştir. Bunun bir örneğini Orman Çiftliğinin yer seçiminde görmek mümkündür. Atatürk, ziraat için en olumsuz arazide Orman Çiftliğini kurdurmuştur. Atatürk’ün bu davranışında, karakterinde var olan zorluklarla mücadele etme yönündeki isteğini görmek mümkündür. Bu şekilde davranarak ayrıca, ileride yapılacak diğer işler için çevresindekilere cesaret vermek, işlerin olumsuz koşullar altında da başarılabileceğini göstermek istemiştir.

İsmet İnönü’nün de belirtmiş olduğu gibi, Atatürk çiftliklerini bağışlarken kişisel çıkarlarını düşünmemiştir. Atatürk’ün isteği doğrultusunda yılında, yani çiftliklerini bağışlamasından dört yıl önce, sahip olduklarının tümünü, Medeni Kanun gereğince korunmuş hakları olan mirasçısına bırakmadan bağışlayabilmesi için özel bir Kanun hazırlatması, gelecekte yapacağı bağışlardaki niyetini ortaya koyması bakımından önemlidir.

Atatürk kişisel çıkar sağlama amacında olmadığı gibi, bu Kanun’un çıkartılmasını sağlayarak, Hindistan’dan gönderilen yardım paralarıyla kurduğu Türkiye İş Bankasındaki hissesi ile çiftliklerini, mirasçısına bırakmadan, devlete ya da Cumhuriyet Halk Partisine bağışlayabilmenin yolunu açmıştır. Nitekim yardım paralarıyla oluşturulan kurumları bu Kanun sayesinde bağışlamıştır.

Çiftliklerini sahiplenmeyen Atatürk, bunları Cumhuriyet Halk Partisinin malı olarak görmüş ve bunu da açıklamıştır. Bu durum, başta İsmet İnönü olmak üzere başkaları tarafından da ifade edilmiştir. Çiftlikler kurulurken yaklaşık lira harcanmasına karşın, geliştirilmesi için Cumhuriyet Halk Partisinin lirasının kullanılması, Atatürk’ün, çiftliklerin sahibi olarak Cumhuriyet Halk Partisini görmesini haklı kılacak bir gerekçe olarak görülmektedir.

Çiftliklerinin bağışı sırasında Atatürk, çiftliklerin sahibi olarak gördüğü Cumhuriyet Halk Partisi için bir miktar para alınmasını düşünmüştür. Ancak bu düşüncesinden vazgeçmesinde ve bedelsiz olarak çiftliklerini Hazineye bağışlamasında İsmet İnönü etkili olmuştur.

Atatürk hisse senetlerini, nakit ve Çankaya’daki menkul ve gayrimenkullerini hazırladığı vasiyetle Cumhuriyet Halk Partisine bırakmıştır. Atatürk, değişik zamanlarda kendisine hediye edilen çeşitli illerdeki dokuz adet köşkünü ve evini ise vasiyeti ile düzenlemeyi uygun görmeyerek, hayattayken, belediye ve resmi kuruluşlara bağışlamayı istemiş, bunun için de Ankara’ya dönmeyi beklemiştir. Atatürk’ün yılı içinde, vasiyetini yazmadan önce, bu düşüncesini gerçekleştirmeye başlayarak, bazı emlak ve arsalarını belediyelere bağışlaması, bu konudaki kararlılığını göstermektedir.

Atatürk’ün sağlık durumu vasiyetini yazdıktan sonra Ankara’ya dönmesine imkân vermemiş ve vefat etmiştir. Bu durumun sonucunda, Atatürk’e çeşitli şehirlerde hediye edilen köşkler ve evler, yasal mirasçısı olan kız kardeşi Makbule Boysan’a intikal etmiştir.

Yapılan araştırmadan, Atatürk’e hediye edilen bu evlerin Makbule Boysan’a intikalinden sonra, resmi kuruluşların girişimiyle Atatürk için müze haline dönüştürüldüğü tespit edilmiştir.

İncelemeden çıkartılan önemli bir sonuç ta, çiftliklerin bağışlanması nedeniyle Atatürk ve İsmet İnönü’nün aralarında sorunlar yaşadığıdır. İsmet İnönü’nün başvekillikten istifa etmesinde, Atatürk Orman Çiftliği konusunda Atatürk ile yaşadığı tartışmanın önemli bir yeri olmuştur. İsmet İnönü, istifasına neden olmasından dolayı, meseleye daha sonra duygusal olarak yaklaşmış ve çiftliklerin bağışlanmasını farklı değerlendirmiş, Atatürk’e yönelik suçlamalarda bulunmuştur. İsmet İnönü’nün, çiftliklerin bağışlanması sırasında gerek Mecliste gerekse basında söyledikleriyle, başvekillikten istifası sonrasında konuya ilişkin olarak söyledikleri arasındaki büyük farklılıkların nedeni de bundan kaynaklanmaktadır.

Atatürk, memleketin zirai kalkınmasına yardımcı olmak amacıyla çiftliklerini Hazineye bağışlamıştır. İsmet İnönü’nün de, gerek Mecliste, gerekse resmi yazışmalarda bu amacı doğruladığı görülmektedir. İsmet İnönü resmi ortamda bunları açıklamasına rağmen, anılarında, Orman Çiftliğinin zarar ettiği için devlete satılmak istendiğini söylemesinin, Çiftliğin bilançolarının incelenmesi sonucunda hatalı olduğu anlaşılmaktadır.

İsmet İnönü’nün, çiftlikler devredilirken, kendi isteği ile geliştirilmiş olan Çiftlikteki Bira Fabrikasının devredilmek istenmediğini söylemesi, dönemin tanıklarınca doğrulanmadığı gibi, bu kişilerin ifadelerinde bu konuyu çağrıştıracak bir bilgi de yer almamıştır.

KAYNAKLAR

1. Arşiv:

T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi.

2. Resmi Yayınlar:

Erzurum Atatürk Evi Müzesi Broşürü.

Erzurum Tapu Zabıt Defterleri.

Samsun Gazi Müzesi Mantika Palas Broşürü.

Samsun Ulugazi Tapu Kütüğü Defterleri.

TBMM Zabıt Cerideleri.

Trabzon Tapu Zabıt Defterleri.

3. Gazete ve Dergiler:

a. Gazeteler:
Akşam.
Cumhuriyet.
Ulus.

b. Dergi:
Ayın Tarihi.

4. Kitaplar ve Makaleler:

Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara

Atatürk Çiftlikleri, Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu Neşriyatı, Ankara

Atatürk'ün Sırdaşı Kılıç Ali'nin Anıları, Hulusi Turgut (Der.), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul

Atay, Falih Rıfkı, Çankaya, Pozitif Yayınları, İstanbul

Atnur, İbrahim Ethem, “Erzurum’dan Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’e Armağan: Atatürk Evi”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Yıl, Sayı, Erzurum

Aysan, Mustafa, Celal Bayar ile Sohbet: Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi, Manisa Celal Bayar Üniversitesi Yüksek Öğrenim Vakfı, Manisa

Birlik, Gültekin Kamil, Milli Mücadeleden Cumhurbaşkanlığına Kadar Celal Bayar (), (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Ankara

Bozdağ, İsmet, Bir Çağın Perde Arkası Atatürk-İnönü İnönü-Bayar Çekişmeleri, Kervan Yayınları, İstanbul

, Bilinmeyen Atatürk Celal Bayar Anlatıyor, Truva Yayınları, İstanbul

Bozok, Salih, C. S. Bozok, Hep Atatürk’ün Yanında, Çağdaş Yayınları, İstanbul

Bozok, Salih, Yaveri Atatürk’ü Anlatıyor, Haz. Can Dündar, Doğan Yayıncılık, İstanbul

Gökçen, Sabiha, Atatürk'le Bir Ömür, Der. Oktay Verel, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul

İğdemir, Uluğ, Yılların İçinden Makaleler, Anılar, İncelemeler, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurulu Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara

İnönü, İsmet, Hatıralar, Haz. Sabahattin Selek, Bilgi Yayınevi, Ankara

İpekçi, Abdi, İnönü Atatürk’ü Anlatıyor, Dünya Kitapları, İstanbul

Kal, Nazmi, Atatürk ile Yaşayanlar-Celal Bayar (Anılar), T.C. Ziraat Bankası A.Ş. Kültür Yayınları, Künyesiz, Tarihsiz.

Keyder, Kemal, 75 Yılda Paranın Serüveni “İş Bankası Nasıl Kuruldu”, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul

Kocatürk, Utkan, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi , Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara

Konukçu, Enver, Mustafa Kemal Atatürk Döneminde Erzurum, Eser Ofset, Erzurum

Kutay, Cemal, Celal Bayar’ın Yazmadığı ve Yazamayacağı Üç Devirden Hakikatler, Alioğlu Yayınevi, İstanbul

Önder, Mehmet, Atatürk Evleri Atatürk Müzeleri, Atatürk Kültür, Tarih ve Dil Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara

Özalp, Kazım, Teoman Özalp, Atatürk'ten Anılar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Künyesiz

Özalp, Teoman, Tanıklık Ediyorum Cumhuriyet ve Atatürk Anıları, Epsilon Yayınları, İstanbul

Öztoprak, İzzet, Atatürk Orman Çiftliği Tarihi, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara

Saner, Nejat, Atatürk Dönemi 19 Altın Yılın Öyküsü (), Milliyet Yayınları, Künyesiz

Soyak, Hasan Rıza, Atatürk'ten Hatıralar, Yapı ve Kredi Bankası Yayınları, İstanbul

Trabzon Kent İçi Kültür Varlıkları Envanteri, T.C. Trabzon Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Trabzon

Türk İstiklal Harbi VII’nci Cilt, Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları, Gnkur. Basımevi, Ankara

Türkiye İş Bankası Tarihi, Uygur Kocabaşoğlu (Proje Yöneticisi), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul

Uran, Hilmi, Hatıralarım, Künyesiz, Ankara

Ülken, Yüksel, Atatürk ve İktisat, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara

Ünaydın, Ruşen Eşref, Atatürk’ün Hastalığı Profesör Dr. Nihad Reşad Belger’le Mülakat, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara

Dipnotlar

  1. “Hasan Rıza Bey, hesaplar elinde olmadığı için rakamları takribi olarak verdiğini belirtmiştir.” Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, Yapı ve Kredi Bankası Yayınları, İstanbul , s. ,
  2. Türk İstiklal Harbi VII’nci Cilt, Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları, Gnkur. Basımevi, Ankara , s. ,
  3. Hazırlanmasında yararlanılan Kaynak: Gültekin Kamil Birlik, Milli Mücadeleden Cumhurbaşkanlığına Kadar Celal Bayar (), (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Ankara , s.
  4. “Kazım Paşa (Özalp) da benzer bir açıklamada bulunarak, Osmanlı Bankasının Milli Mücadele süresince çok yardım yapmakla birlikte, Mustafa Kemal Paşa’nın onu tam bir milli banka olarak kabul etmediğini ve yeni bir milli bankanın kurulmasını yararlı gördüğünü söylemiştir.” Kazım Özalp, Teoman Özalp, Atatürk'ten Anılar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Künyesiz , s.
  5. Soyak, a.g.e., s. ,
  6. Mustafa Aysan, Celal Bayar ile Sohbet: Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi, Manisa Celal Bayar Üniversitesi Yüksek Öğrenim Vakfı, Manisa , s. 4, 5; Kemal Keyder, 75 Yılda Paranın Serüveni “İş Bankası Nasıl Kuruldu”, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul , s. ; Cemal Kutay, Celal Bayar’ın Yazmadığı ve Yazamayacağı Üç Devirden Hakikatler, Alioğlu Yayınevi, İstanbul , s.
  7. Keyder, a.g.e., s.
  8. Aysan, a.g.e., s. 6; “Mahmut Celal Bey ayrıca, önemli kimselerin girişimin karşısında yer aldığını, Mustafa Kemal Paşa’nın kudreti ve himayesi olmadan değil engelleri aşmanın, yaklaşmanın bile mümkün olamayacağını anlatmıştır. Mahmut Celal Bey’e göre o dönemde, Türklerin bankacı olamayacağı anlayışı, Avrupa’nın gözünün Türkiye’de olması, Lozan’da er geç kendilerine muhtaç olunacağının söylenmesi, girişimde Mustafa Kemal Paşa’nın isminin olması gibi konuların başarı ihtimalini azalttığı düşünüyordu.” Kutay, a.g.e., s.
  9. “Falih Rıfkı Bey (Atay) de benzer bir şekilde, Cumhuriyet Halk Fırkasının, lirasını bir yabancı bankaya yatırarak hissedar olmayı teklif ettiğinde, Türklerin bankacılık yapamayacağı, paralarını bırakmaları ve faiz almalarının söylendiğini anlatmıştır.” Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Pozitif Yayınları, İstanbul , s.
  10. Aysan, a.g.e., s. 6. “Kazım Paşa da o dönemde, yeni bir milli banka görüşüne karşı ileri sürülen çekincelerin, bir bankayı idare edecek kadar yetişmiş kadroya sahip olunmaması, tecrübe azlığı ve kurulacak bankaya yatırılacak paraların batabileceği endişesinin olduğunu açıklamıştır.” Kazım Özalp, Teoman Özalp, a.g.e., s.
  11. Kazım Özalp, Teoman Özalp, a.g.e., s.
  12. Aysan, a.g.e., s. 8.
  13. Keyder, a.g.e., s. “Osmanlı Bankasının genel müdürü Hanri Stegg, Ali Fethi Bey’i ’da tekrar ziyaret ederek, tavsiyelerinde yanıldığını, işin başında olanları ve liderleri tebrik ettiğini söylemiştir.” Keyder, a.g.e., s.
  14. Uluğ İğdemir, Yılların İçinden Makaleler, Anılar, İncelemeler, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurulu Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara , s.
  15. Keyder, a.g.e., s.
  16. Aysan, a.g.e., s.
  17. İsmet İnönü, Hatıralar, Haz. Sabahattin Selek, Bilgi Yayınevi, Ankara , s.
  18. Yüksel Ülken, Atatürk ve İktisat, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara , s.
  19. Soyak, a.g.e., s. ,
  20. İzzet Öztoprak, Atatürk Orman Çiftliği Tarihi, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara , s.
  21. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon Kodu, Kutu No:2, Dosya No, Sıra No
  22. Soyak, a.g.e., s.
  23. TBMM Zabıt Ceridesi (ZC), Devre:5, Cilt, İçtima:2, 12 Haziran , 75’inci İnikat (Toplantı), 1’inci Celse, TBMM Matbaası, Ankara , s.
  24. Ulus, 13 Haziran , s. 1.
  25. Cumhuriyet, 13 Haziran , s. 1, 7.
  26. Ulus, 17 Haziran , s. 6.
  27. TBMM ZC, D:5, C, İ:2, s.
  28. BCA, FK, K:2, D, S
  29. Soyak, a.g.e., s. ,
  30. Soyak, a.g.e., s.
  31. “Meclis 14 Haziran tarihinde tatile girmiştir.” Ulus, 15 Haziran , s. 1.
  32. Soyak, a.g.e., s.
  33. Ulus, 8 Haziran , s. 1.
  34. Cumhuriyet, 11 Haziran , s. 1.
  35. “Üzerinde detaylı olarak durulacak olan bu köşk ile ilgili bilgi aşağıda verilmiştir.”
  36. Ulus, 11 Haziran , s. 1.
  37. TBMM ZC, D:5, C, İ:2, s. ,
  38. Soyak, a.g.e., s.
  39. “Söz konusu emlak konusuna aşağıda değinilecektir.”
  40. BCA, FK, K:2, D, S
  41. Soyak, a.g.e., s.
  42. BCA, FK, K:2, D, S
  43. TBMM ZC, D:5, C, İ:2, s.
  44. TBMM ZC, D:5, C, İ:2, s.
  45. TBMM ZC, D:5, C, İ:2, s.
  46. Ulus, 14 Haziran , s. 5; Ayın Tarihi, Basın Genel Direktörlüğü, Sayı, Ankara, Haziran , s.
  47. TBMM ZC, Devre:5, Cilt, İçtima:2, 14 Haziran , 76’ıncı İnikat, 1’inci Celse, TBMM Matbaası, Ankara , s.
  48. BCA, FK, K:2, D, S Sayfa No “Bu yazı basında da yer almıştır.” Cumhuriyet, 14 Haziran , s. 1; Ulus, 14 Haziran , s. 5; Ayın Tarihi, Sayı, s.
  49. BCA, FK, K:2, D, S Sayfa No “Bu telgraf da basında yer almıştır.” Cumhuriyet, 14 Haziran , s. 1; Ulus, 14 Haziran , s. 5; Ayın Tarihi, Sayı, s.
  50. Ulus, 13 Haziran , s. 1.
  51. Ulus, 14 Haziran , s. 1, 5.
  52. Cumhuriyet, 13 Haziran , s. 1.
  53. “Kütahya Mebusu Tahsin Coşkan 12 Haziran tarihinde siyasi müsteşarlığa atanmıştır.” Ulus, 12 Haziran , s. 1. “Bu bilgiden, çiftliklerin Hazineye bağışlanmasına paralel olarak, Orman Çiftliği Müdürünün Ziraat Vekâletinde önemli bir konuma getirildiği görülmektedir. Tahsin Coşkan aynı zamanda Orman Çiftliği Müdürlüğü görevine de devam ettiği için, devirden sonra işlerin aksamadan yürümesi için tedbir alındığı anlaşılmaktadır.”
  54. Cumhuriyet, 13 Haziran , s. 1, 7.
  55. Hazırlanmasında yararlanılan Kaynak: Birlik, a.g.e., s.
  56. İnönü, a.g.e., s. ,
  57. Soyak, a.g.e., s.
  58. İnönü, a.g.e., s.
  59. Soyak, a.g.e., s.
  60. Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi , Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara , s. ,
  61. “Cumhuriyet Halk Partisince, Parti ve hükümet arasında eşgüdümü sağlamak için 18 Haziran tarihinde alınan karar şu şekildeydi: ‘monash.pw memleketin siyasi ve içtimai hayatında güttüğü yüksek amaçları gerçekleştirmesini kolaylaştırmak, Partinin gelişimini hızlandırmak için, Parti faaliyetleri ile hükümet idaresi arasında daha sıkı bir yakınlık ve beraberlik temin edilmesine genel yönetim kurulunca karar verilmiştir. Bu amaçla; Dâhiliye Vekili Genel Yönetim Kuruluna alınmış ve Parti Genel Sekreterliği görevi verilmiştir. Vilayetlerde Parti başkanlığına vilayetin valisi memur kılınmıştır. Umumi Müfettişlikler, sorumluluk sahalarındaki devlet işlerinden sorumlu olduğu gibi, Parti faaliyet ve teşkilatından sorumlu olmuştur.’” Ulus, 25 Ocak , s. 1; Akşam, 25 Ocak , s. 1,
  62. TBMM ZC, D:5, C, İ:2, s.
  63. Cumhuriyet, 13 Haziran , s. 1, 7.
  64. TBMM ZC, D:5, C, İ:2, s.
  65. TBMM ZC, D:5, C, İ:2, s. “Hasan Rıza Soyak da İsmet İnönü’ye paralel olarak, Atatürk’ün para ve mala karşı büyük bir meylinin olmadığını, şahsi gelir ve masraflarıyla hiç ilgilenmediğini, ancak dairenin resmi masrafları üzerine çok titiz davrandığını belirtmektedir.” Soyak, a.g.e., s. ,
  66. İnönü, a.g.e., s. ,
  67. Kazım Özalp, T. Özalp, a.g.e., s.
  68. Atatürk Çiftlikleri, Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu Neşriyatı, Ankara , s.
  69. İnönü, a.g.e., s.
  70. İnönü, a.g.e., s. ,
  71. Öztoprak, a.g.e, s. 92,
  72. BCA, FK, K:2, D, S
  73. “Hasan Rıza Soyak’ın verdiği bilgiye göre bu konuşma 17 Eylül ’de gerçekleşmiştir.” Soyak, a.g.e., s.
  74. Soyak, a.g.e., s. ,
  75. Soyak, a.g.e., s. ,
  76. “Kılıç Ali de konu ile ilgili olarak, Atatürk’ün Çiftlikte küçük bir Bira Fabrikası inşa ettirdiğini, İsmet İnönü’nün bu fabrikayı genişletmek isteğinde bulunduğunu, Hasan Rıza Soyak’ın bu isteği bir kaç kez tekrarladıktan sonra Atatürk’ün teklifi kabul etmekle birlikte, ‘Pekala Yalnız dikkatli ol, sonradan başına bir bela gelmesin.’ dediğini anlatmıştır.” Atatürk- 'ün Sırdaşı Kılıç Ali'nin Anıları, Hulusi Turgut (Der.), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul , s.
  77. Soyak, a.g.e., s. ; Turgut, a.g.e., s.
  78. Atay, a.g.e., s.
  79. İnönü, a.g.e., s.
  80. Soyak, a.g.e., s. , ; Turgut, a.g.e., s.
  81. Turgut, a.g.e., s.
  82. Salih Bozok, Yaveri Atatürk’ü Anlatıyor, Haz. Can Dündar, Doğan Yayıncılık, İstanbul , s. ; Nejat Saner, Atatürk Dönemi 19 Altın Yılın Öyküsü (), Milliyet Yayınları, Künyesiz , s. ; Salih Bozok, C. S. Bozok, Hep Atatürk’ün Yanında, Çağdaş Yayınları, İstanbul , s.
  83. “Kazım Özalp’ın verdiği bilgiden ve 19 Eylül tarihli Akşam gazetesinden, bu toplantının 17 Eylül tarihinde yapıldığı anlaşılmaktadır.”
  84. “Kazım Özalp, Çiftliğin yönetiminde önemli bir değişiklik yapılmadan, Hasan Rıza Soyak ve Tahsin Coşkan tarafından idare edilmesine rağmen, Atatürk’ün, Çiftliğin hükümetin idaresine geçtiği günden itibaren ihmal edildiği fikrinde olduğunu anlatmıştır.” Kazım Özalp, T. Özalp, a.g.e., s.
  85. Kazım Özalp, T. Özalp, a.g.e., s. 60, 61; Teoman Özalp, Tanıklık Ediyorum Cumhuriyet ve Atatürk Anıları, Epsilon Yayınları, İstanbul , s. , ; Salih Bozok, C. S. Bozok, a.g.e., s. , ; Bozok, a.g.e., s. ,
  86. İnönü, a.g.e., s. ,
  87. Kazım Özalp, T. Özalp, a.g.e., s.
  88. Akşam, 19 Eylül , s. 1.
  89. Soyak, a.g.e., s.
  90. İnönü, a.g.e., s. “İsmet İnönü, tartışmadan bir gün sonra Atatürk’ün kendisine: ‘Şimdiye kadar bin meselede bin defa kavga ettik. Akşam pek aleni oldu. Bir müddet çekilmen, istirahat etmen lazım’ dediğini anlatmıştır.” Abdi İpekçi, İnönü Atatürk’ü Anlatıyor, Dünya Kitapları, İstanbul , s. 12
  91. Ulus, 21 Eylül , s. 1.
  92. Cumhuriyet, 26 Ekim , s. 1.
  93. “Atatürk 1 Kasım tarihli Meclis açış konuşmasında da zirai kalkınma konusuna değinmiş, zirai kalkınmanın kolay ve çabuk yapılması için şartların hazırlanmış ve çok ilerlemiş olduğunu söylemiştir. Yeni usul ve yeni makineler kullanılarak, iyi bir teşkilatla yapılacak yardımların süratle sonuç vereceğini gördüğünü, kooperatiflerin bu amaçla kullanılabileceğini vurgulamıştır.” TBMM ZC, Devre:5, Cilt, İçtima:2, 1 Kasım , 1’inci Celse, TBMM Matbaası, Ankara , s. 5.
  94. TBMM ZC, Devre:5, Cilt, İçtima:3, 1 Kasım , 1’inci İnikat, 1’inci Celse, TBMM Matbaası, Ankara , s. 4.
  95. TBMM ZC, Devre:5, Cilt, İçtima:3, 7 Ocak , 75’inci İnikat, 1’inci Celse, TBMM Matbaası, Ankara , s.
  96. TBMM ZC, D:5, C, İ:3, s. 46,
  97. TBMM ZC, D:5, C, İ:3, s.
  98. Cumhuriyet, 12 Mayıs , s. 1, 3.
  99. Nazmi Kal, Atatürk ile Yaşayanlar-Celal Bayar (Anılar), T.C. Ziraat Bankası A.Ş. Kültür Yayınları, künyesiz, tarihsiz, s. 13, 14; İsmet Bozdağ, Bir Çağın Perde Arkası Atatürk-İnönü İnönüBayar Çekişmeleri, Kervan Yayınları, İstanbul , s. ; İsmet Bozdağ, Bilinmeyen Atatürk Celal Bayar Anlatıyor, Truva Yayınları, İstanbul , s.
  100. Kutay, a.g.e., s.
  101. Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ün Hastalığı Profesör Dr. Nihad Reşad Belger’le Mülakat, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara , s. 39; Kocatürk, a.g.e., s.
  102. Soyak, a.g.e., s. ,
  103. Soyak, a.g.e., s.
  104. Turgut, a.g.e., s. ,
  105. Ünaydın, a.g.e., s. “Sabiha Gökçen ise vasiyetin hazırlanmasını farklı olarak anlatmış ve Atatürk’ün, herhangi bir neden yokken, 5 Eylül tarihinde kâğıt kalem isteyerek vasiyetini yazdığını belirtmiştir.” Sabiha Gökçen, Atatürk’le Bir Ömür, Der. Oktay Verel, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul , s. ,
  106. Soyak, a.g.e., s.
  107. TBMM ZC, Devre:4, Cilt, İçtima:2, 12 Haziran , 70’inci İnikat, 1’inci Celse, TBMM Matbaası, Ankara , s. ,
  108. “Ankara Üçüncü Sulh Hâkimliğinde Atatürk’ün vasiyeti ile ilgili yapılan araştırmada, kasada tutulan vasiyetin geçen yıllarda istek üzerine gönderildiği, nereye gönderildiğine ilişkin bir kaydın da bulunmadığı ifade edilmiştir.”
  109. Ulus, 29 Kasım , s. 1.
  110. Türkiye İş Bankası Tarihi, Uygur Kocabaşoğlu (Proje Yöneticisi), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul , s. 88,
  111. Soyak, a.g.e., s.
  112. Hilmi Uran, Hatıralarım, Künyesiz, Ankara , s.
  113. BCA, Fon Kodu, Kutu No, Dosya No, Sıra No
  114. Turgut, a.g.e., s. ,
  115. Bozok, a.g.e, s.
  116. Afetinan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara , s.
  117. “Dr. Fissenger (Fisher) 30 Mart tarihinde Atatürk’ü muayene ettikten sonra, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği Atatürk’ün hastalığı hakkında ilk resmi tebliği yayınlayarak, sıhhatinde endişe verici bir durum olmadığının belirlendiğini ve kendisine 1,5 ay istirahat tavsiyesinin yeterli görüldüğünü bildirmişti.” Kocatürk, a.g.e., s.
  118. Akşam, 18 Ekim , s. 1.
  119. Akşam, 21 Ekim , s. 1.
  120. Cumhuriyet, 9 Kasım , s. 1.
  121. Mehmet Önder, Atatürk Evleri Atatürk Müzeleri, Atatürk Kültür, Tarih ve Dil Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara , s. 8, 9.
  122. Önder, a.g.e., s. 27, 31, 32, 34, 38, 41, 43, 44, 53,
  123. Önder, a.g.e., s. 8, 9.
  124. “Mustafa Kemal Paşa’nın 20 Ocak tarihinde Bursa’ya ikinci kez gittiğinde kaldığı köşk, Bursa Belediyesi tarafından sahibinden satın alınarak yeniden döşenmiş ve Mustafa Kemal Paşa’ya hediye edilmişti. Mustafa Kemal Paşa daha sonraki Bursa’ya gelişlerinde bu köşkte kalmıştı.” Önder, a.g.e., s. 31,
  125. Akşam, 3 Şubat , s. 1.
  126. BCA, FK, K:2, D, S
  127. Cumhuriyet, 12 Mayıs , s. 1, 3.
  128. Trabzon Kent İçi Kültür Varlıkları Envanteri, T.C. Trabzon Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Trabzon , s.
  129. Trabzon Tapu Zabıt Defteri (TTZD), Cilt No/1, Sayfa No, Sayı No
  130. “Ankara 1’inci Asliye Hukuk Hâkimliğinde ve Ankara Adliyesi Arşivinde yapılan araştırmada, söz konusu veraset ilanına ilişkin bir belgenin ve o döneme ait evrakların ellerinde olmadığı ifade edilmiştir.”
  131. TTZD, Cilt No, Sayfa No, Sayı No
  132. Önder, a.g.e., s.
  133. Önder, a.g.e., s.
  134. Gazi Müzesi Mantika Palas Broşürü, Samsun İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü.
  135. BCA, Fon Kodu, Kutu No, Dosya No, Sıra No:3, Sayfa No,
  136. Samsun Ulugazi Tapu Kütüğü Defteri (SUTKD), Cilt No:3, Sayfa No
  137. SUTKD, Cilt No, Sayfa No
  138. Gazi Müzesi Mantika Palas Broşürü.
  139. Önder, a.g.e., s.
  140. Enver Konukçu, Mustafa Kemal Atatürk Döneminde Erzurum, Eser Ofset, Erzurum , s.
  141. Erzurum Atatürk Evi Müzesi Broşürü, T.C. Erzurum Valiliği İl Kültür Turizm Müdürlüğü.
  142. Önder, a.g.e., s.
  143. İbrahim Ethem Atnur, “Erzurum’dan Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’e Armağan: Atatürk Evi”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Yıl, Sayı, Erzurum , s.
  144. Erzurum Tapu Zabıt Defteri (ETZD), Cilt No, Sayfa No, Sıra No
  145. ETZD, Cilt No, Sayfa No, Sayı No
  146. Erzurum Atatürk Evi Müzesi Broşürü.
Meb Logo

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN ÖĞRENİM HAYATI

Küçük Mustafa, Şemsi Efendi İlkokulu'ndan sonra bir süre Selânik Mülkiye Rüştiyesi'ne devam etti ise de Kaymak Hafız adlı Arapça öğretmeninin kendisine haksız yere sopa ile vurması üzerine bu okuldan ayrıldı ve Askerî rüştiyeye giden bir komşu çocuğunun giyimini ve genel olarak subayların kılığını pek beğenen küçük Mustafa, askerî rüştiiyeye girmek ister; askerlikten ürken annesi ise bunu istemez, ancak Mustafa bir akrabasının delaletiyle okulun kabul zamanında askerî rüştiyeye gidip imtihan verir ve okula alınır (). Böylelikle annesine karşı bir olup-bitti yapmış ve kendisine en uygun gelecek yola girmiş bulunur. Yazları, dayısı Hüseyin Efendi'nin yanına gider, okul zamanına kadar çiftlikte kalırdı. Mustafa bu okulu gerçekten sevmişti. Arkadaşları arasında zekâsı ve üstün yetenekleri ile kısa zamanda kendisini gösterdi ve öğretmenlerinin sevgisini kazandı; öğretmenleri neredeyse kendisine bir arkadaş muamelesi yapma gereğini hissetmişlerdi.

Bu okulda matematik öğretmenliği yapan Yüzbaşı Mustafa Efendi, genç öğrencisinin yetenekleri ve zekâsı karşısında sınıftaki diğer Mustafa'larla aralarındaki farkı belirtmek üzere öğrencisinin adının sonuna "Kemal" ismini ilâve etti. Artık genç öğrenci Mustafa Kemal olmuştu.
Mustafa Kemal, Selânik Askerî Rüştiyesi'ni bitirdikten sonra yılında Manastır Askerî İdadisi'ne girdi. Burada Ömer Naci ile arkadaşlık yaptı. İlerde ünlü bir hatip olarak tanınacak olan bu kişi, Mustafa Kemal'in hitabet ve edebiyat sevgisinde etkin rol oynadı. Yakın arkadaşlarından biri olacak olan Ali Fethi (Okyar) de bu okulda öğrenci idi. Genç Mustafa Kemal, askerî öğreniminin yanısıra yabancı dil öğrenimini de ihmal etmiyor; yazları izinli olarak Selânik'e döndüğü zaman Fransızca dersleri alıyordu.

Genç Mustafa Kemal, Manastır Askerî İdadisi'ni de başarı ile bitirerek 13 Mart tarihinde İstanbul'da Harp Okulu'na girdi. 3 senelik başarılı bir Harbiye öğreniminden sonra 10 Şubat 'de bu okulu Teğmen rütbesiyle bitirdi ve öğrenimine Harp Akademisi'nde devam etti. yılında Üsteğmen olmuştu. 11 Ocak tarihinde de Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle Harp Akademisi'nden mezun oldu. Harp Okulu'nda ve Harp Akademisi'nde de zekâsı, yetenekleri ve üstün kişiliği ile kendisini arkadaşlarına ve öğretmenlerine tanıtmış, onların içten sevgi ve saygısını kazanmıştı. Askerlik derslerine büyük ilgisi yanında matematiğe, edebiyata ve güzel söz söylemeye karşı da merakı ve eğilimi vardı. Harbiye'de ve Harp Akademisi'nde, memleket ve millet davaları ile ilgilenmesi, düşüncelerini cesaretle ifadeden çekinmemesi sebebiyle aydın ve inkılâpçı bir subay olarak tanınmıştı. Devir istibdat idaresi idi ve bu davranışları aleyhine olabilirdi; ancak çevresince gerçekten çok sevilişi, düşüncelerinde samimi oluşu, onun herhangi bir tertibe kurban gitmesini önlemişti. Bununla beraber Harp Akademisi'nden mezuniyetini izleyen günlerde istibdat ve padişahlık rejimi aleyhindeki düşünceleri ve durumu, şüphe çekerek birkaç ay İstanbul'da tutuklu kaldı; sonra bir nevi sürgün olarak vazife ile 5 Şubat tarihinde Suriye bölgesine, Şam'a atandı.

Geri

MEB © - Tüm Hakları Saklıdır. Gizlilik, Kullanım ve Telif Hakları bildiriminde belirtilen kurallar çerçevesinde hizmet sunulmaktadır.

Atatürk'ün Hayatı (Özet) "Doğuşumdaki tek olağanüstülük 'Türk' olarak dünyaya gelmemdir." Mustafa Kemal Atatürk

ATATÜRK'ÜN HAYATI

Mustafa Kemal Atatürk, yılında Selanik'te doğdu.* Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dır. Ali Rıza Efendi, Selanik yerlilerindendi. Uzak dedeleri Vidin'den ayrılarak Serez'de yerleşmişler, oradan da Selânik'e gelmişlerdi. Ali Rıza Efendi, bir süre gümrük memurluğu yapmış, daha sonraları memuriyeti terk ederek kereste ticareti ile meşgul olmuştu. Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım da Selanik yakınlarında Langaza adı verilen kasabada yerleşmiş eski bir Türk ailesine mensuptu.

Bu aile, soy olarak Anadolu'dan Rumeli'ye geçmiş yörüklerdendi ve Varyemezoğulları olarak tanınıyorlardı. Bu ailenin Langaza'da büyük çiftlikleri vardı; tarım yanında hayvancılıkla meşgul idiler.

yılında Zübeyde Hanım ile evlenen Ali Rıza Efendi'nin yılında henüz elli yaşlarında iken ölmesi üzerine, yedi-sekiz yaşlarında babasız kalan küçük Mustafa'nın büyütülmesi ve yetiştirilmesi görevi, büyük Türk kadını Zübeyde Hanım'a düştü.

Küçük Mustafa, ilk öğrenimine bir süre annesinin isteğine uyarak Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebinde devam etti; fakat çok geçmeden babasının isteği ile Selanik'te çağdaş eğitim yapan Şemsi Efendi Mektebi'ne geçti ve ilkokulu burada bitirdi. Şemsi Efendi, yeni öğrencisinin yeteneklerini ve zekâsını takdir ettiğinden, küçük Mustafa'nın kendi okulunda bulunmasından son derece memnundu. Küçük Mustafa, bu okulda okurken babası öldü. Bu sıralarda isimleri Makbule ve Naciye olmak üzere kendisinden küçük iki kız kardeşi bulunuyordu. Babaları öldüğü zaman küçük Mustafa yedi yaşında, Makbule bir yaşını henüz doldurmuş, Naciye ise kırk günlüktü. Bu en küçük kardeşleri genç kız iken Selanik'te öldü.

Ali Rıza Efendi'nin ölümü üzerine, Zübeyde Hanım üç çocuğu ile bir süre Selanik yakınlarındaki Rapla çiftliğinde subaşılık yapan kardeşi Hüseyin Efendi'nin yanına yerleşti. Çiftlik yaşamı nedeniyle Küçük Mustafa'nın öğrenimi ister istemez bir süre aksamıştı. Fakat çok geçmeden Selânik'e dönerek halasının yanında, bıraktığı yerden öğrenimine devam etti. Küçük Mustafa, Şemsi Efendi İlkokulu'nu bitirdikten sonra bir süre Selanik Mülkiye Rüştiyesi'ne1 devam etti ise de Kaymak Hafız adlı Arapça öğretmeninin kendisine haksız yere sopa ile vurması üzerine bu okuldan ayrıldı ve yılında kendi istek ve kararı ile Selanik Askerî Rüştiyesi'ne2 başvurarak öğrenimine burada devam etti. Mustafa bu okulu gerçekten sevmişti. Arkadaşları arasında zekâsı ve üstün yetenekleri ile kısa zamanda kendisini gösterdi ve öğretmenlerinin sevgisini kazandı. Bu okulda matematik öğretmenliği yapan Yüzbaşı Mustafa Efendi, genç öğrencisinin üstün yetenekleri ve zekâsı karşısında onu sınıftaki diğer Mustafa'lardan ayırt etmek üzere adının sonuna "Kemal" ismini ilâve etti. Artık genç öğrenci, Mustafa Kemal olmuştu.

Mustafa Kemal, Selanik Askerî Rüştiyesi'ni bitirdikten sonra yılında Manastır Askerî İdadisi'ne3 girdi. Bu okulda -Bursa Askerî İdadisi'nden gelen- Ömer Naci ile arkadaşlık etti. Sonraları ünlü bir hatip olarak tanınacak olan bu kişi, Mustafa Kemal'in hitabet ve edebiyat sevgisinde etkin rol oynadı. Yakın arkadaşlarından biri olacak olan Ali Fethi (Okyar) de bu okulda öğrenci idi. Genç Mustafa Kemal, askerî öğreniminin yanı sıra yabancı dil öğrenimini de ihmal etmiyor; yaz aylarında izinli olarak Selânik'e döndüğü zaman Fransızca dersleri alıyordu.

Genç Mustafa Kemal, Kasım 'de Manastır Askerî İdadisi'ni ikincilikle bitirerek 13 Mart tarihinde İstanbul'da Harp Okulu'na girdi. 3 senelik başarılı bir öğrenimden sonra 10 Şubat 'de bu okulu teğmen rütbesiyle bitirdi ve aynı yıl öğrenimine Harp Akademisi'nde devam etti. yılında Harp Akademisi'nin ikinci sınıfına geçmiş ve üsteğmen olmuştu. 11 Ocak tarihinde de kurmay yüzbaşı rütbesiyle Harp Akademisi'nden mezun oldu. Mustafa Kemal, Harp Okulu'nda ve Harp Akademisi'nde de zekâsı, yetenekleri ve üstün kişiliği ile kendisini arkadaşlarına ve öğretmenlerine tanıtmış, onların içten sevgi ve saygısını kazanmıştı. Askerlik derslerine büyük ilgisi yanında matematiğe, edebiyata ve güzel söz söylemeye karşı da merakı ve eğilimi vardı. Harbiye'de ve Harp Akademisi'nde, memleket ve millet davaları ile ilgilenmesi, düşüncelerini cesaretle dile getirmesi nedeniyle aydın ve devrimci bir subay olarak tanınmıştı. Devir, istibdat dönemi idi ve bu davranışları aleyhine olabilirdi; ancak çevresince gerçekten çok sevilişi, düşüncelerinde samimî oluşu, onun herhangi bir tertibe kurban gitmesini önlemişti. Bununla beraber Harp Akademisi'nden mezun oluşunu izleyen günlerde istibdat ve padişahlık rejimi aleyhindeki düşünceleri ve durumu, şüphe çekerek kısa bir süre İstanbul'da tutuklu kaldı; sonra bir çeşit uzaklaştırma olarak 5 Şubat tarihinde Suriye bölgesine, Şam'a atandı.

Mustafa Kemal, Şam'da 5. Ordu'nun emrinde kaldığı ve kurmaylık stajını tamamladığı üç yıl içinde Suriye'nin hemen her yerini görevle dolaşmış, memleket yönetimindeki aksaklıkları, ordunun eğitim ve öğretimindeki eksiklikleri daha da yakından görmüştü. Burada yılı Ekim ayı içinde, güvendiği bazı arkadaşlarıyla gizli olarak "Vatan ve Hürriyet Cemiyeti"ni kurdu. Bu arkadaşlarıyla beraber Beyrut, Yafa ve Kudüs'te de kurdukları cemiyeti genişletti. Bir ara gizli olarak Yafa'dan Mısır ve Yunanistan yoluyla Selânik'e geçerek burada da "Vatan ve Hürriyet Cemiyeti"nin bir şubesini açtı ve tekrar Yafa'ya döndü. Bölgeden uzaklaşması hükümetçe duyuldu ise de Şam'daki üstleri kendisini koruduğundan bir ceza yoluna gidilmedi. Bu sıralarda 20 Haziran tarihinde kolağası (kıdemli yüzbaşı) oldu ve Şam'daki Ordu'nun Kurmay Başkanlığı'nda bir göreve getirildi.

Mustafa Kemal 13 Ekim 'de merkezi Manastır'da bulunan 3. Ordu Karargâhı'na atandı ve bu karargâhın Selanik'te bulunan Kurmay Şubesi'nde çalışmak üzere Selânik'e geldi. Bu sıralarda Selanik'teki "Vatan ve Hürriyet Cemiyeti" şubesinin kurucularını da içine almış olan "İttihat ve Terakki Cemiyeti", gizli olarak faaliyet halinde idi. Mustafa Kemal de bu cemiyete girerek hizmet görmeye başladı. Memleketin istibdat yönetiminden kurtarılması, yapılacak yenilikler onun da baş düşüncesiydi. Selânik'e gelişinden kısa bir süre sonra 22 Haziran 'de Üsküp-Selânik arasındaki demiryolu müfettişliği görevi de 3. Ordu Karargâhı'ndaki görevine ek olarak Mustafa Kemal'e verildi.

Bu sıralarda, Rumeli'de gizli faaliyet gösteren "İttihat ve Terakki Cemiyeti", Abdülhamit'i, Anayasasını yeniden yürürlüğe koymaya ve kapatılan Meclis-i Mebusan'ı tekrar toplantıya çağırmaya zorlamaktadır. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin bu girişimleri adım adım II. Meşrutiyet'in ilânına uzandı.

23 Temmuz tarihinde İkinci Meşrutiyet ilân edildiği zaman Mustafa Kemal, kolağası rütbesiyle Selanik'te askerî görevini sürdürmekte, bir yandan da "İttihat ve Terakki Cemiyeti" içinde çalışarak İstanbul'daki siyasî gelişmeleri yakından izlemektedir. O, II. Meşrutiyet gibi büyük bir devrimin arkasından yapılanları kâfi görmüyor, bu fırsattan yararlanılarak memlekette daha büyük ve daha köklü değişikliklerin gerçekleştirilmesi gereğine inanıyordu; fakat kendisinin görüşleri, "İttihat ve Terakki Cemiyeti" ileri gelenlerinin görüş ve düşüncelerine uymadı. Buna rağmen fikirleriyle onları uyarmaktan da çekinmiyordu.

II. Meşrutiyet'in ilânı üzerinden henüz dokuz ay geçmişti ki İstanbul'da 13 Nisan 'da bu harekete karşı, gerici çevrelerce desteklenen büyük bir isyan gelişti. Mustafa Kemal, eski tarihle "31 Mart Vak'ası" olarak bilinen bu isyanı bastırmak üzere Rumeli'de oluşturulan Hüseyin Hüsnü Paşa komutasındaki Hareket Ordusu'nun Kurmay Başkanlığına getirildi ve bu ordu ile 15/16 Nisan 'da Selanik'ten İstanbul'a hareket etti; ancak Hareket Ordusu İstanbul yakınlarında Hadımköy'e geldiği zaman komutada değişiklik yapıldı. Selanik'ten gelen 3. Ordu Komutanı Mahmut Şevket Paşa komutayı ele aldı; Kurmay Başkanlığı'na da Binbaşı Enver Bey getirildi. Hareket Ordusu 24 Nisan günü İstanbul'a girdi. Mustafa Kemal de bu ordunun Kurmay Heyeti'nde görevli bulunuyordu. Hareket Ordusu'nun duruma hakim oluşundan sonra Abdülhamit tahttan indirildi, yerine Sultan Reşat getirildi. Mustafa Kemal, bu gerici olayın bastırılmasından sonra İstanbul'da çok kalmayarak 22 Mayıs 'da tekrar Selânik'e döndü. Bu sıralarda Selanik ve çevresinde yapılan askerî manevralarda düşünce ve görüşlerini cesaretle savunuyor, üstlerinin dikkatini çekiyordu; bir yandan da askerî eğitim konuları üzerinde telif ve tercüme eserler hazırlıyordu.

Mustafa Kemal, II. Meşrutiyet'ten sonra ordunun "İttihat ve Terakki Cemiyeti" ile yakın ilişkisinin ve siyasete karışmasının tehlikelerini sezinlemeye başlamış, bu görüşlerini 22 Eylül 'da Selanik'te toplanan "İttihat ve Terakki Büyük Kongresi"nde açıkça dile getirmişti. Fakat Cemiyetin önde gelenleri onun bu görüşlerini paylaşmadılar. Mustafa Kemal de kendisini Cemiyet'ten uzak tutarak doğrudan doğruya askerî vazifesine verdi. İttihat ve Terakki Cemiyeti ile anlaşmazlığı ve aralarının açılması böyle başladı.

yılı sonlarında Arnavutluk'ta büyük bir isyan çıkmış, oraya gönderilen bir tümen asker isyanı batırmakta yetersiz kalmıştı. Bunun üzerine Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa, Mayıs 'da Selânik'e geldi. Burada hazırlanan büyük bir kuvvetin başında olarak, kurmay kurulunda Mustafa Kemal de bulunmak üzere Arnavutluk'a hareket etti. İsyan bir ay içinde bütünüyle bastırıldı. Mustafa Kemal tekrar Selânik'e döndü.

Mustafa Kemal, Selanik'teki görevini başarı ile yürütürken yılı Eylül ayında Pikardi manevralarını izleme amacıyla Fransa'ya gönderildi. Burada Fransız ordusunu ve komutanlarını yakından tanıdı. Mustafa Kemal, 15 Ocak 'de 3. Ordu Karargâhı'ndaki görevinden alınarak yine Selanik'te bulunan Piyade Alayı'nda komutan vekili olarak görevlendirildi. O, bu görevde de büyük başarılar gösterdi; eskiden olduğu gibi yine üstlerinin takdirini, arkadaşlarının sevgi ve saygısını kazandı. Sekiz ay kadar süren Piyade Alayı Komutan Vekilliği görevinden sonra Harbiye Nazırlığı tarafından İstanbul'a çağrıldı. Bunun üzerine Mustafa Kemal, yılı Eylül ortalarında İstanbul'a geldi ve Genelkurmay Başkanlığı'nda görevlendirildi.

29 Eylül 'de İtalyanların Osmanlı Devleti'ne savaş ilânı ile Trablus-garp Savaşı başlamıştı. Mustafa Kemal, bu bölgede gönüllü görev almak üzere 15 Ekim 'de İstanbul'dan ayrıldı. Trablusgarp'a gelişini takiben bir süre Tobruk ve Derne bölgelerinde gönüllü yerel kuvvetlerin başında bulundu. Bu sıralarda 27 Kasım tarihinde rütbesi binbaşılığa yükseltildi.

yılı Ekiminde Balkan Savaşı başlamıştı. Mustafa Kemal, 24 Ekim 'de Derne'den hareket ederek İstanbul'a geldi. 25 Kasım 'de Gelibolu'da bulunan Çanakkale Boğazı Kuva-yi Mürettebe Komutanlığı Harekât Şubesi Müdürlüğü'ne atandı. Bu atama üzerine Gelibolu'ya geldi. Olaylar hızla gelişmiş, Selanik düşmüş, Bulgar ordusu ilerleyerek Çatalca'ya kadar gelmişti. Bu elim vaziyet kendisini çok üzdü. Bu cephede bir süre sonra Bolayır Kolordusu Kurmay Başkanlığı'na getirildi. Bu görevde iken Dimetoka* ve Edirne'nin Bulgarlar'dan geri alınışında büyük hizmetleri görüldü. Mustafa Kemal, Balkan Savaşı'nın sona erişinden kısa süre sonra, 27 Ekim 'de Sofya Ataşemiliterliği'ne atandı. 11 Ocak tarihinden itibaren Bükreş, Belgrat ve Çetine Ataşemiliterliklerini yürütme görevi de kendisine verildi. Sofya Ataşemiliterliklerini yürütme görevi de kendisine verildi. Sofya Ataşemiliterliği'ne atandığı sırada yakın arkadaşı Ali Fethi (Okyar) de Sofya'da elçi olarak bulunuyordu. Mustafa Kemal, Sofya Ataşemiliterliği sırasında 1 Mart tarihinde yarbaylığa yükseltildi. yılı Ocak sonlarına kadar Sofya'da kaldı.

Mustafa Kemal daha Sofya'da iken, 1 Ağustos 'te Almanya'nın Rusya'ya savaş ilânı ile I. Dünya Savaşı başlamıştı. Mustafa Kemal, gelişen siyasal ve askerî olayları büyük bir dikkatle izlemekte; bir taraftan da görüş ve düşüncelerini Harbiye Nezareti'ne bildirmekte idi. Ona göre zorunlu hale gelmedikçe Osmanlı Devleti bu büyük savaşın dışında kalmalıydı. Ancak olayların hızla gelişmesi, 29 Ekim 'te Osmanlı Devleti'ni de ister istemez İttifak Devletleri yanında savaşa girmek zorunluğunda bıraktı. Mustafa Kemal, bu gelişmeler üzerine Başkomutanlık'tan kendisine etkin bir hizmet istedi ise de bir süre bu isteği yerine getirilmedi. Nihayet ısrarı üzerine onu, 20 Ocak tarihinde, Tekirdağ'da oluşturulacak Tümen Komutanlığı'na atadılar. Mustafa Kemal, bu atama üzerine Sofya'dan ayrılarak İstanbul'a döndü; derhal yeni görev yerine hareket ederek tümenini kurdu. Bu tümen kısa süre sonra görülen lüzum üzerine, 25 Şubat 'te Tekirdağ'dan Maydos (Eceabat)'a nakledildi. Mustafa Kemal burada, Tümen'e ilâveten 9. Tümen'in 2 Piyade Alayı ve bazı topçu birlikleri de emrine verilmek üzere Maydos Bölgesi Komutanı olarak görev yaptı.

Gelibolu Yarımadası'nda önemli olaylar oluyordu. İngiliz ve Fransız donanması, 18 Mart günü Çanakkale Boğazı'nı geçmeye girişti ise de kıyı topçusunun başarılı savunması karşısında sonuç alamayarak ağır kayıplar verdi. Donanması ile Çanakkale Boğazı'nı geçemeyen düşman, bu defa Gelibolu Yarımadası'nı çıkarma ile zorlamaya karar verdi. Olaylar bu şekilde gelişirken, Genelkurmay Başkanlığı 24 Mart tarihinde Gelibolu'da 5. Ordu kurulmasına karar vermiş, komutanlığına da Mareşal Liman von Sanders'i atamıştı. Mareşal Liman von Sanders, muhtemel düşman saldırısına karşı kuvvetlerini üç gruba ayırarak plânını yapmış; Mustafa Kemal'in komuta ettiği kuvvetleri ordu yedeğine almıştı. Mustafa Kemal bu plân gereğince, 18 Nisan günü tümeniyle Bigalı'ya geçti.

İngiliz birlikleri, Fransız kuvvetleri ve ANZAK Kolordusu'yla beraber 25 Nisan sabahı Arıburnu, Seddülbahir ve Kumkale kıyılarından ilk çıkarma hareketine başladı. Kumkale kıyılarından yapılan düşman çıkarması gelişemedi; Seddülbahir'e yapılan çıkarma kıyı topçusunun yoğun ateşi ve kuvvetlerimizin karşı saldırısıyla durduruldu. Arıburnu kıyılarından çıkarma yapan İngiliz birlikleri ve ANZAK kolordusu ise karşısında Mustafa Kemal'i buldu. Mustafa Kemal, Arıburnu kıyılarından çıkarmanın başladığını görür görmez, kuvvetleri hızla Bigalı'dan Conkbayırı'na yöneltmişti. Arıburnu'ndan Conkbayırı'na ilerleyen İngiliz kuvvetleri, o gün, Mustafa Kemal'in komuta ettiği Tümen kuvvetlerinin saldırısıyla geri çekilmeye mecbur edildi.

Conkbayırı saldırısında Türk askeri görülmemiş bir inanç ve cesaretle savaşıyor, tarihin en büyük kahramanlık sahneleri sergileniyordu. Dâhi komutan, kumandanlara verdiği emre şu cümleleri de ilâve etmişti: "Ben, size saldır emretmiyorum; ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve komutanlar geçebilir!"4

25 Nisan günü başlayan bu yoğun çıkarma, kuvvetlerimiz tarafından kıyıya kadar itilmesine rağmen düşman, 26 ve 27 Nisan günleri de çıkarma harekâtına devam etti. İlerlemek isteyen İngilizlerle yer yer şiddetli çarpışmalar oldu; ancak düşmanın her saldırısı, Türk askerinin kahramanca savunması karşısında başarısız kaldı. Mustafa Kemal, Çanakkale Cephesi'ndeki bu üstün başarıları üzerine 1 Haziran 'te albaylığa yükseltildi. Düşman, Çanakkale'de başarı sağlayamamasına, ilerleme gösterememesine rağmen, yine de yeni bir çıkarma yapmada kararlıydı. Düşünülen çıkarmanın gerçekleşebilmesi için, her şeyden önce ilk direnç hatlarını oluşturan Arıburnu, Seddülbahir ve Kumkale'deki Türk kuvvetlerinin yerlerinden sökülmesi gerekiyordu. İngilizler bu amaçla 6 Ağustos günü Arıburnu'ndan, 7 Ağustos günü de Anafartalar koyundan desteklenmiş kuvvetlerle yeniden topçu ateşiyle saldırıya geçtiler. Bu kuvvetlerle Mustafa Kemal komutasındaki Tümen kuvvetleri arasında gündüz ve gece şiddetli çarpışmalar oldu. Düşman saldırısının geniş bir cepheye yayılma eğilimi göstermesiyle durum kritikleşti. Bunun üzerine 5. Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders'in emri ile komuta değişikliği yapılarak, "Anafartalar Grubu Komutanlığı"na 8 Ağustos gecesi Albay Mustafa Kemal getirildi. O gece yarısı komutayı ele alan Mustafa Kemal, beklemeksizin 9 Ağustos sabahı yaptığı saldırı ile ilerleyen İngiliz kuvvetlerini tekrar çıkarma yaptıkları kıyılara itti. Aynı günün akşamı Conkbayırı bölgesine geçerek buradaki kuvvetleri de 10 Ağustos sabahı saldırıya geçirdi; baskın şeklinde geliştirilen bu saldırı ve süngü savaşları sonucu düşman dört saat içinde Conkbayırı'ndan tamamen atıldı. Böylece Anafartalar bölgesine tam anlamıyla Türkler hâkim olmuştu.

Mustafa Kemal, 25 Nisan saldırısında olduğu gibi 9 ve 10 Ağustos saldırılarında da bizzat ateş hattında bulunmuş, ateş hattından emirler vermiş, bu davranışı beraber savaştığı subay ve erler için ifadesi imkânsız cesaret kaynağı olmuştu. Conkbayırı'nda kalbini hedef alan bir şarapnel parçasının göğüs cebindeki saate çarpıp geri dönmesi sonucu kesin bir ölümden kurtuldu. Bu savaşlar sırasında gösterdiği kahramanlık, kararlılık ve yüksek komuta yeteneği, kendisine memleket içinde ve dışında büyük ün sağladı. Artık o, "Anafartalar Kahramanı" olarak anılıyordu.

Aylarca süren çıkarma ve savaşlar sonucu ilerleme sağlayamayan İngilizler, yılı Aralık sonunda yandaşlarıyla beraber Çanakkale'den çekildiler. Düşmanların Çanakkale Boğazı'nı geçememesi, İstanbul'un işgalini önlemiş; İngilizlerin, Marmara ve Karadeniz üzerinden müttefikleri Rusya ile bağlantı kurma hayallerini söndürmüştü. Bütün bu olaylar, bir anlamda I. Dünya Savaşı'nın akışını da etkiliyor, dünya tarihinin yönünü değiştiriyordu. Bu savaşlarda İngilizler insan, araç ve gereç yönünden Türklerden şüphesiz ki çok fazla idi; ancak onların unuttukları nokta, Türk askerinin atadan gelen kahramanlığı ve bu kahramanlığı yönlendiren Mustafa Kemal faktörü idi.

Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşları'nın eski şiddetini kaybettiği yılının son aylarında, yapacağımız son bir saldırıyla düşmanı tutunduğu kıyılardan da sökerek onu tam mağlûp duruma düşürmek görüşünde idi. Ancak bu teklifi, 5. Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders tarafından, düşmanın da kıyıdan yapacağı topçu ateşinin ağır kayıplar verdirebileceği endişesiyle benimsenmedi. Artık bu cephede yapacak bir şey kalmamıştı. Mustafa Kemal, 9 Aralık 'te "Anafartalar Grubu Komutanlığı"nı, Fevzi (Çakmak) Paşa'ya bırakıp izinli olarak Çanakkale'den ayrıldı; İstanbul'a döndü. Mustafa Kemal, 16 Ocak 'da karargâhı Edirne'de bulunan Kolordu Komutanlığı'na atandı ve bu atama üzerine Edirne'ye geldi. Kısa süre sonra bu Kolordu Karargâhı'nın -Başkomutanlık Vekâleti'nce- Diyarbakır'a kaydırılma ve Doğu Cephesi'nde aynı isimle yeni bir kolordu kurulması kararı üzerine, Mustafa Kemal bu kolorduya komutan olarak atandı. 27 Mart 'da Diyarbakır'a gelerek komutayı ele aldı. 1 Nisan 'da rütbesi generalliğe yükseltildi. Diyarbakır'a gelişini takiben kısa bir hazırlıktan sonra 2 Ağustos sabahı emrindeki kuvvetleri Bitlis ve Muş yönünde saldırıya geçirdi; Ruslarla iki tümenimiz arasında saldırı ve karşı saldırı şeklinde şiddetli çarpışmalar oldu. Nihayet 7 Ağustos günü Muş, 8 Ağustos günü de Bitlis, kuvvetlerimiz tarafından düşman işgalinden kurtarıldı. (Muş, ne yazık ki 25 Ağustos 'da tekrar Rusların eline düşmüştü. Mustafa Kemal Paşa, 2. Ordu Komutanlığı sırasında, 30 Nisan 'de Muş'u ikinci defa Rus işgalinden kurtardı.)

Doğu Cephesi'nde Kolordu Komutanı olarak görev yapan Mustafa Kemal Paşa, 12 Aralık 'da -Ahmet İzzet Paşa'nın izinli olarak bir süre İstanbul'a gitmesi üzerine- vekâleten 2. Ordu Komutanlığı'na atandı. Karargâhı Diyarbakır'da olan bu ordunun Kurmay Başkanı Albay İsmet (İnönü) Bey'di. Mustafa Kemal Paşa'nın, İnönü ile yakından tanışması, emir-komuta zinciri içinde çalışması bu tarihlere rastladı.

Mustafa Kemal Paşa, 17 Şubat 'de Hicaz Kuvve-i Seferiyesi Komutanlığı'na atanması üzerine Şam'a giderek Sina Cephesi'ni denetlediyse de kısa bir süre sonra bu komutanlığın kaldırılması üzerine -Ahmet İzzet Paşa'nın yerine- 2. Ordu Komutan Vekilliği'ne atandı. Tekrar Diyarbakır'a dönen Mustafa Kemal Paşa, 16 Mart 'de asaleten 2. Ordu Komutanlığı'na getirildi. Fakat bu görevde de çok kalmayarak 5 Temmuz tarihinde, Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı'na bağlı olarak Halep'te kurulması kararlaştırılan 7. Ordu Komutanlığı'na getirildi. Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı'nı Mareşal Falkenhayn yürütmekte idi. Mustafa Kemal Paşa, 23 Ağustos günü Halep'e gelerek göreve başladı. Fakat, bir süre sonra Mareşal Falkenhayn ile aralarında askerî görüşler ve uygulanacak harekât bakımından anlaşmazlık çıktı; bu anlaşmazlık sonucu Mustafa Kemal Paşa, 6 Ekim 'de 7. Ordu Komutanlığı'ndan istifa etti. Kendisine tekrar Diyarbakır'daki eski görevi teklif edildi ise de kabul etmedi ve izinli olarak İstanbul'a geldi. 7 Kasım 'de İstanbul'da Genel Karargâh'ta görevlendirildi. Ancak, kısa süre sonra Veliaht Vahdettin Efendi'nin maiyetinde Alman Umumî Karargâhı'nı ve Alman cephelerini ziyaret etmek üzere Almanya seyahatine katıldı. 15 Aralık - 4 Ocak arasını kapsayan bu seyahat sırasında Mustafa Kemal, Alman askerî çevrelerinde incelemeler yaparak, Alman İmparatoru II. Wilhelm ve dönemin tanınmış komutanlarıyla görüştü. Onlara -hoşlanmasalar da- I. Dünya Savaşı'nın olası sonuçları hakkındaki görüşlerini açıkça ve belirgin şekilde anlatıyordu.

Avusturya'da Karlsbad kentinden satın aldığı takım elbiseyle çektirdiği fotoğraf. ()

Tedavisi için gittiği Avusturya'da Karlsbad kentinden satın aldığı takım elbiseyle çektirdiği fotoğraf. (Temmuz )

Mustafa Kemal Paşa, 20 gün süren Almanya seyahatinden İstanbul'a döndükten bir süre sonra böbrek rahatsızlığı nedeniyle Viyana ve Karlsbad'a giderek tedavi gördü. 13 Mayıs - 4 Ağustos arasını kapsayan bu seyahat dönüşü, Mareşal Falkenhayn'ın yerine Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı'na getirilmiş olan Mareşal Liman von Sanders'in emrindeki 7. Ordu'ya, 7 Ağustos 'de tekrar komutan oldu ve 26 Ağustos günü Halep'e geldi. Mustafa Kemal Paşa, bu cephede İngilizlere karşı başarılı savunma savaşları yaptı. Takviyeli İngiliz kuvvetleri karşısında, O'nun üstün yönetimi ile bu bölgedeki Türk ordusu dağılmaktan kurtarılmış, büyük bir düzen içinde Halep'e kadar çekilme başarısını göstermişti. Fakat, I. Dünya Savaşı Almanya ve yandaşları aleyhine gelişiyordu. 29 Eylül 'de Bulgaristan savaştan çekilmiş, 4 Ekim 'de Almanya, 5 Ekim 'de de Avusturya-Macaristan ateşkes istemişti. İstanbul'da Talât Paşa Kabinesi istifa etmiş, yeni kabineyi 14 Ekim günü Ahmet İzzet Paşa kurmuştu. Bu gelişmeler karşısında Mustafa Kemal Paşa yetkili makamlara, askerî ve siyasî önerilerine devam etti ise de yine kabul ettiremedi. Nihayet 30 Ekim tarihinde de Osmanlı Devleti, İtilâf Devletleri ile Mondros Ateşkes Antlaşması'nı imzalayarak I. Dünya Savaşı'ndan çekildi.

Mustafa Kemal Paşa, Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imza edildiği gün, Mareşal Liman von Sanders'in yerine Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı'na atandı ise de artık yapacak bir şey kalmamıştı. 7 Kasım 'de bu grup komutanlığının da Padişah iradesiyle kaldırılması ve kendisinin Harbiye Nezareti emrine verilmesi üzerine Mustafa Kemal Paşa, Adana'dan hareketle 13 Kasım günü İstanbul'a geldi. Artık Türkiye, ateşkes şartlarını yaşıyordu.

Memleket ve milletin içinde bulunduğu şartlar ağır idi. Büyük bir savaş sonunda, mağlûp bir devlet olarak 30 Ekim 'de "Mondros Ateşkes Antlaşması" adı verilen şartları ağır bir anlaşma imzalanmış, bu anlaşma şartlarına dayanılarak memleketin birçok bölgesi galip devletlerce işgal edilmiş, ordumuz dağıtılmış, bütün silâh ve cephane galip devletlerin emrine verilmişti. Osmanlı memleketleri tamamen parçalandığı gibi, Türk'ün ana yurdu Anadolu da galip devletler arasında bölüştürülüyordu. İtalyanlar Antalya'ya çıkmıştı. İskenderun, Adana, Mersin, Antep, Maraş, Urfa işgal altında idi. Kars'ta İngilizler yönetimi ele almıştı. Trakya işgal altında idi. Düşman donanması İstanbul sularında demirlemişti. Çanakkale ve İstanbul Boğazlan tutulmuştu. İstanbul ve İstanbul Hükümeti, İtilâf Devletleri'nin baskı ve kontrolü altında idi. Padişah ve hükümet, düşmanlara âlet olmuş, âciz ve şaşkın bir vaziyette sadece kendileri için güven ve kurtuluş yolu aramakta idiler. Anadolu'nun hemen her şehrinde yabancı subaylar dolaşıyor, İtilâf Devletleri temsilcisi sıfatıyla direktifler veriyorlardı. Yunanlılar da İzmir'i işgal hazırlıklarıyla meşguldü; bu yolda büyük çaba harcıyorlar, İtilâf Devletleri'ni iknaya çalışıyorlardı. Nihayet 15 Mayıs 'da İzmir'e çıktılar.

Olayların bu şekilde gelişeceğini Mustafa Kemal, önceden sezinlemişti. Nitekim Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan 5 gün sonra, 5 Kasım 'den itibaren Harbiye Nezareti'nden -Ateşkes Antlaşması gereğince- ordulara terhis emirleri gelmeğe başladı. Atatürk, 5 Kasım günü Adana'dan Sadrazam Ahmet İzzet Paşa'ya ilk uyarı telgrafını çekti: "Ciddî olarak arz ederim ki gereken önlemleri almadıkça orduyu terhis etmeyiniz! Şayet orduları terhis edecek ve İngilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak düşman tutkularının önüne geçmeğe imkân kalmayacaktır."5 Sadrazam'a yapılan bu uyarı, her şey bitti zannedilen bir zamanda da Atatürk'te kurtuluş ümidinin sönmediğini, pek çoklarını saran karamsarlık ve umutsuzluğa asla kapılmadığını gösterir.

Fakat acıdır ki, Mustafa Kemal Paşa tarafından yapılan bütün bu haklı itirazlar etkisiz kalır ve ordunun terhisine hızla devam edilir. Çünkü genel kanı, İtilâf Devletleri ile herhangi bir mücadeleye giremeyeceğimiz, böyle bir mücadelenin aleyhimize sonuçlanacağı idi. O halde İtilâf Devletleri'ni gücendirmeyecek, Mondros Ateşkes Antlaşması şartlarını yerine getirecektik. İstanbul Hükümeti'nin görüşü ve davranışı bu idi.

Padişah ve hükümetindeki bu umutsuzluğa rağmen, milletimiz, haksız işgal ve istilâlara karşı kendini savunma yolunda her çabayı gösteriyor; memleketin çeşitli yörelerinde düşmanla yerel kuvvetler arasında çarpışmalar oluyordu. Diğer taraftan, saldırgan düşmana karşı koymak ve kurtuluş çareleri aramak üzere Anadolu'da yer yer millî örgütler oluşuyordu. Ancak bütün bu kuruluşlar, ayrı ayrı çalışmaları sebebiyle istenilen ölçüde etkili olamıyorlar, bütün memleketi kapsayan bir hareket ve birlik gösteremiyorlardı.

Ateşkes dönemi Türkiyesi, aklın alamayacağı derecede karışık bir Türkiye'dir. Bölgesel direnme hareketlerine öncülük eden Müdafaa-i Hukuk, Muhafaza-i Hukuk, Redd-i İlhak gibi millî cemiyetlerin yanı sıra, özellikle İstanbul'da -güya kurtuluş çareleri arayan- birçok cemiyet kurulmuştu. İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Wilson Prensipleri Cemiyeti, Türk-Fransız Muhipleri Cemiyeti, Cemiyet-i Akvam Müzaheret Cemiyeti bunların başlıcalarıdır. Kurtuluş çareleri değişikti. Bir kısmı İngilizlerin, bir kısmı Fransızların himayesini istiyordu, bir kısmı Amerikan mandasını öneriyordu. Bir kısım kimseler de padişah ve halife için egemenlik hakkı tanınabilecek küçük bir bölgede Osmanlı Devleti'ni sembolik olarak yaşatma düşüncesinde idiler. Memleketin içinde bulunduğu ağır durumdan yararlanma çareleri arayan bazı bölücü cemiyetler de vatan toprakları üzerinde millî birliği parçalayıcı faaliyetlere girişmişlerdi.

Bu durum karşısında ciddî ve gerçek karar ne olabilirdi? Tarih kültürü çok geniş olan ve tarihten sonuç çıkarmasını çok iyi bilen Mustafa Kemal Paşa, gerçek kararı sezmekte gecikmedi. Bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı; o da "Millî egemenliğe dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak!"6 Mustafa Kemal Paşa'ya göre önemli olan "Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıydı. Ne kadar zengin ve refah içinde olursa olsun, bağımsızlıktan mahrum bir millet, uygar insanlık karşısında uşak olmak durumundan yüksek bir muameleye lâyık görülemezdi. Yabancı bir milletin himaye ve efendiliğini kabul etmek, insanlık niteliklerinden yoksunluğu, acizlik ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildi. Halbuki Türk'ün onur ve gururu çok yüksek ve büyüktü. Böyle bir millet tutsak yaşamaktansa mahvolsun daha iyiydi. Öyleyse Millî Mücadele'nin parolası 'Ya bağımsızlık ya ölüm!' olacaktı."7

Artık Anadolu'ya geçerek Millî Mücadele bayrağını açmak gerekiyordu. İşte bu sıralarda, Mustafa Kemal Paşa'yı İstanbul'dan uzaklaştırmak amacıyla, kendisine Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliği8 teklif edildi. Mustafa Kemal Paşa, kendisine geniş yetkiler tanıyan bu görevi kabul etti.

16 Mayıs günü Bandırma vapuru ile İstanbul'dan hareket eden Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs sabahı Samsun'da Anadolu topraklarına ayak bastı. Kendisinin Anadolu'ya gönderiliş gerekçesi, "Samsun ve çevresindeki asayişsizliği yerinde görüp incelemek ve önlem almak"tan ibaretti. Hükümete verilen İngiliz raporlarında, bu bölgede Türklerin, Rumlara karşı gerillâ hareketine giriştikleri ve asayişi bozdukları bildirilmekte ise de gerçek durum, bunun tam tersi idi. Çünkü, ateşkesle beraber bu bölgede, Pontus Rum Devleti kurma amacına yönelik geniş bir Rum faaliyeti başlamıştı. Baskı gören Rumlar değil, Türklerdi. İstanbul Rum Patrikhanesi'nden idare edilen Mavri Mira Cemiyeti bu bölgede kurduğu çeteler aracılığıyla Türk köylerini basıyor, katliamlar yapıyor, yerli halkı yıldırmak istiyordu. Bu girişimlere karşı vatansever Türkler de karşı çeteler oluşturmuşlar, bölge Rumları ile mücadeleye başlamışlardı. Bütün bu gerçeklere rağmen, Mustafa Kemal Paşa'ya verilen talimat gereğince bölge Türklerinin direnmeleri önlenecekti. Mustafa Kemal Paşa, görevi kabul için ordu müfettişliği sıfatı ve geniş yetkiler istedi; İstanbul Hükümeti bu istekleri kabul etti.

Saray ve İstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal Paşa'nın bu görevi, kendilerinin gösterdiği doğrultuda yapacağını zannetmişti. Oysaki Mustafa Kemal'in düşünceleri tamamen başka idi. Ama önerilen bu görev, kuşkuları çekmeksizin Anadolu'ya geçmek için değerlendirilmesi gereken bir fırsattı. Kendisine verilen yetkileri de, geri alınıncaya kadar milletin çıkarları için kullanmak vicdanî bir davranış olacaktı. Mustafa Kemal Paşa İstanbul'dan ayrılmadan önce, başta sadrazam olmak üzere kabine üyelerinin büyük bir bölümü ile ve en sonunda da Padişah'la görüşmüştü. Fakat, bu kişilerin hiçbirinde memleketi içinde bulunduğu tehlikeli durumdan kurtaracak bir enerji, bir ümit ışığı görmemişti. İstanbul Hükûmeti'nin ve Padişah'ın davranışlarında, İtilâf Devletleri'ni gücendirmemek görüşünün ağır ezikliğini hissetti. Oysaki, millî kurtuluşu gerçekleştirmek için yabancıların kararlarına uymak değil, karşı koymak lâzımdı. İşte Anadolu'ya bu amaçla gidiyordu. Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'dan ayrılırken yakın arkadaşlarına söylediği şu sözler bu bakımdan büyük önem taşımaktadır: "Düşman süngüsü altında millî birlik olamaz! Ancak hür vatan topraklarında memleketin bağımsızlığı ve milletin özgürlüğü için çalışılabilir. Bu amacı gerçekleştirmek üzere Anadolu'ya gidiyorum".9

Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'ya geçer geçmez plânını uygulamaya başladı. 21 Mayıs 'da Samsun'dan, Erzurum'da bulunan Kâzım Karabekir'e çektiği telgrafta bu davranışını şöyle belirtiyordu: "Genel durumumuzun aldığı tehlikeli şekilden pek üzgünüm. Millet ve memlekete borçlu olduğumuz en son vicdanî görevi yakından beraber çalışma ile en iyi yerine getirmek mümkün olacağı inancı ile bu son memuriyeti kabul ettim."10

Mustafa Kemal Paşa, Samsun'a çıktıktan 2 gün sonra, 21 Mayıs 'da Genelkurmay Başkanlığı'na Samsun ve çevresindeki asayişsizliğin sebeplerini açıklayan -ne İstanbul Hükûmeti'nin ne de İtilâf Devletleri temsilcilerinin hoşlandığı- şu telgrafı çekti: "Rumlar bu bölgede, Pontus Hükümeti kurma gibi bir safsata etrafında toplanmış ve Rum çeteleri hemen tamamıyla siyasî bir şekle dönüşmüştür."11 22 Mayıs 'da Samsun'dan Sadaret'e gönderdiği raporu da şu cümle ile noktaladı: "Millet birlik olup egemenlik esasını, Türklük duygusunu hedef almıştır."12 Bu anlamlı ifadede Anadolu'da beliren Millî Mücadele kararlılığını sezmemek mümkün değildir. İşte bu raporlar İstanbul'a geldikten sonradır ki İtilâf Devletleri temsilcileri İstanbul Hükûmeti'nden sordu: "Tanınmış bir Türk generalinin Anadolu'da ne işi vardır?" Bunun üzerine İstanbul Hükümeti, Anadolu'ya gönderdiği müfettişi geri çağırma girişimlerine başladı.

Artık Anadolu'da başlayan Millî Mücadele liderini bulmuş, dağınık ve bölgesel direnişler bir bayrak altında toplanmaya başlamıştı. Bunun ilk örneğini 22 Haziran 'da Mustafa Kemal imzasıyla Amasya'dan bütün memlekete duyurulan bir genelgede görüyoruz. Bu genelgede kutsal bir ses işitiliyordu: "Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. Milletin bağımsızlığını yine milletin gayreti ve kararı kurtaracaktır."13 Bu cümleler, Millî Mücadele'nin örgütlü olarak fiilen başladığının onun imzası ile bütün dünyaya ilânı idi. Bu genelge diğer bir maddesiyle, beliren millî tehlike karşısında izlenecek ilk yolu da belirtiyordu: "Her ilden seçilecek milletin güvenini kazanmış delegelerle, Anadolu'nun en emin yeri olan Sivas'ta derhal bir millî kongre toplanacaktır."14

Mustafa Kemal Paşa, Amasya Genelgesi adıyla ünlü bu genelgesini bütün memlekete duyurduktan sonra, Erzurum'a geçmek üzere 27 Haziran 'da halkın sevinç gösterileri arasında Sivas'a geldi. Şehirde kaldığı süre içinde, Erzurum Kongresi'ni takiben Sivas'ta yapılacak kongre için ilgililere gerekli direktifleri vererek Erzurum'a hareket etti.

Mustafa Kemal Paşa, 3 Temmuz günü Erzurum'a geldi. Kendisi der ki: "Benim Erzurum'a gelişim, bütün milletin ateşten bir çember içine alınmış olduğu bir zamana tesadüf etti. Bütün millet bu çemberin içinden nasıl çıkılacağını düşünmekte idi."15 Ilıca önlerinde Erzurumlular tarafından coşkulu şekilde karşılandığı zaman, Çukurova'da muhacir olarak bulunup Erzurum'a dönen ihtiyar Mevlût Ağa ile aralarında geçen konuşma, bu ateşten çember içinden mutlaka çıkılması gerektiği fikrini Atatürk'te daha da perçinlendi. İhtiyar, fakat dinç Mevlût Ağa'ya Mustafa Kemal Paşa sordu:

-Çukurova gibi verimli bir memleketten niye döndün? Yoksa geçinemedin mi?

Mevlût Ağa derhal cevap verdi:

-Hayır Paşam, geçimimiz çok rahattı. Son günlerde işittim ki İstanbul'daki ırzıkırıklar, bizim Erzurum'u Ermenilere vereceklermiş. Geldim ki göreyim, bu namertler kimin malını kime veriyorlar?

Bu sözler, milletle beraber, millet için çalışmak üzere Erzurum'a gelen Mustafa Kemal Paşa'yı çok duygulandırmış, gözlerini yaşartmıştı. Etrafındakilere döndü ve: "Bu milletle neler yapılmaz!" dedi.16 Mustafa Kemal Paşa, Erzurum'a gelişinden 5 gün sonra, 8/9 Temmuz 'da "Sine-i millette bir ferd-i mücahit olarak çalışmak üzere" çok sevdiği askerlik mesleğinden ve görevinden istifa etti. Artık O, bir millet bireyi olarak, milletten kuvvet ve ilham alarak tarihî görevine devam ediyordu.

Mustafa Kemal Paşa, askerlikten istifasını takiben Erzurumluların isteği üzerine Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum Şu-besi'nin Yürütme Kurulu Başkanlığı'na getirildi. Söz konusu cemiyet o günlerde, daha evvelce alınan bir karar gereğince doğu illerini kapsayan bir kongrenin hazırlıkları içinde idi. Mustafa Kemal'in Yürütme Kurulu Başkanı olarak bu kongreye katılması mümkündü; fakat o, bu kongreye özellikle Erzurum'dan üye olarak katılmak istiyordu. Ne çare ki Erzurum üyeleri evvelce seçilmişti; ama buna da bir çözüm bulundu. Erzurum'un iki değerli evlâdı Kâzım Yurdalan ve Cevat Dursunoğlu, Erzurum üyeliğinden istifa ederek yerlerini Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey'e bıraktılar. Bu suretle Mustafa Kemal Paşa'nın kongreye girişi, onun istediği şekilde sağlanmış oldu.

Erzurum Kongresi, 23 Temmuz 'da eski bir ilkokul salonunda 62 delegenin katılımıyla toplanmıştı. Kongreyi geçici başkan olarak Erzurum delegelerinden Hoca Raif Efendi açmış, delegelerin isim okunarak yoklaması yapıldıktan sonra başkanlık seçimine geçilmişti. Yapılan oylamada Mustafa Kemal Paşa başkan seçildi. Erzurum Kongresi, bir kurucu meclis gibi çalışarak 14 gün devam etti ve 7 Ağustos günü bir bildirge yayımlayarak çalışmalarına son verdi.

Millî Mücadele'ye bayrak olan bu kongrenin, Erzurum'da toplanışı bir tesadüfün eseri değildi; Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra savunma bilincinin en keskin bir şekilde meydana çıktığı bölgelerden biri Erzurum idi. Zira Ateşkes hükümlerine göre, asırlarca şehit kanıyla sulanmış Erzurum topraklarını da içine almak üzere bir Ermenistan kurulması isteniyordu. Bu durum, bölgedeki millî birlik ve karşı koyma bilincini daha da bileyledi. Ayrıca Doğu Karadeniz il ve ilçelerini temsil etmek üzere Kongre'ye 17 delege ile katılan Trabzon'da da Pontus tehlikesi vardı. Bölge Rumları, Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan faydalanarak Doğu Karadeniz şehirlerini kapsayacak bir Pontus Rum Devleti kurma hayali içindeydiler. Bu bakımdan Doğu Anadolu şehirleri ile tehlike müşterekti.

Erzurum Kongresi güç şartlar altında toplanıyordu. Çünkü, bazı illerde kongre üyelerinin gerek seçiminde, gerekse seçilenlerin kongreye gönderilmesinde büyük güçlükler çıkarılıyordu. Mülkî âmirlerin bir kısmı, İstanbul Hükümeti'nin baskısı ile delegeleri korkutuyorlar, yola çıkmalarını engelliyorlar, hatta bazı iller kesin olarak delege göndermemekte direniyorlardı. Elaziz, Diyarbakır ve Mardin illerinden seçilen üyeler, valilik baskısı sebebiyle yola çıkmaktan alıkonulmuşlar, dolayısıyla kongreye katılamamışlardı. Bu nedenle kongrenin toplanabilmesi için Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum Şubesi'nin gayretleri yanında Mustafa Kemal Paşa tarafından da ciddî girişimlerde bulunmak gerekti. İllerin her birine açık telgraflar gönderilmekle beraber, bir taraftan da şifre telgraflarla valilere, komutanlara gerektiği şekilde duyuru yapıldı. Nihayet yeteri kadar temsilci getirtilip kongrenin toplanması sağlandı.

İşte bu şartların oluşturduğu hava içinde gerçekleştirilen Erzurum Kongresi, Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum Şubesi ile Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti'nin beraber hazırladığı bir kongre idi; o günkü idarî bölüntüde Trabzon'un kapsadığı Doğu Karadeniz il ve ilçelerinden 17, Erzurum'un kapsadığı il ve ilçelerden 25, Sivas'ın kapsadığı il ve ilçelerden 14, Bitlis'ten 4 ve Van'dan 2 delegenin katılımıyla toplam 62 üye ile toplanmıştı. Bugünkü idarî bölüntü göz önüne alındığı taktirde üye seçimi, 30'a yakın Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz illerini ve bunların ilçelerini kapsamaktadır.

Erzurum Kongresi'nin toplanışı ve çalışmalarına başlamasıyla İstanbul'da Saray ve Hükümet tarafından, Anadolu'da yükselen bu kurtuluş sesini boğmak için yoğun bir faaliyet başlatıldı. Ajanslarla Mustafa Kemal'in devlete başkaldıran bir asî olduğu, Erzurum Kongresi'nin kanunsuz toplandığı ilân edildi. Mustafa Kemal Paşa'yı tutuklamak için her türlü önleme başvuruldu. İstanbul Hükümeti, Erzurum Kongresi'nin dağıtılmasını, kongre'ye katılanların yakalanarak İstanbul Divan-ı Harbi'ne gönderilmelerini emretti ise de millet bireylerini saran millî hava içinde hiçbir makam bu emri yerine getirmeye cesaret edemedi.

İşte bu derece güç şartlar içinde, gerçek bir vatan aşkıyla her türlü tehlikeyi göze alarak toplanan Erzurum Kongresi, Türk tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu. Türk Kurtuluş Savaşı'nın ilk temelleri bu kongrede atılmış, alınan tarihî kararlar Millî Mücadele'nin temel kurallarını oluşturmuştu. Erzurum Kongresi kararları şu şekilde özetlenebilir:

1- Doğu illeri ile Trabzon ve Canik (Samsun) sancağı hiçbir sebep ve bahane ile Osmanlı topluluğundan ayrılması mümkün olmayan bir bütündür.

Bu demekti ki, ne doğu illeri Ermenistan sevdasıyla ne Karadeniz illeri Pontus hulyasıyla anavatandan ayrılamayacaktır. Bu karar, vatanı ve milleti bölmek isteyenlere karşı ilk esaslı uyarıydı.

2- Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı, millet birlik olarak kendisine savunacak ve karşı koyacaktır.

Bu madde ile milletin, her türlü işgal ve müdahaleyi kesin olarak reddettiği, birlik halinde direneceği bildiriliyordu. Vatan topraklarına yönelik hiçbir işgal ve müdahale, karşılıksız kalmayacaktı. Millet, işgali birlik halinde püskürtmeye kararlıydı.

3-Vatanın ve bağımsızlığın korunmasına ve güvence altına alınmasına İstanbul Hükûmeti'nin gücü yetmediği takdirde, gayeyi temin için Anadolu'da geçici bir hükümet kurulacaktır.

İstanbul Hükûmeti'nin hali ve tutumu belliydi; güçsüz ve beceriksizdi. Memleketi Mondros Ateşkes Antlaşması ile galip devletlere teslim etmişti. Ülkeyi uçurumun kenarından ancak ve ancak millî iradeye dayanan bir hükümet kurtarabilirdi; bu mutlaka gerçekleştirilecekti. Erzurum Kongresi, bir anlamda bu amaca yönelik ilk adımdı.

4- Kuva-yi Milliye'yi etken ve irade-i milliyeyi egemen kılmak esastır.

Kuva-yi Milliye'den amaçlanan millî kuvvetler, milletin bağrından çıkacak millî bir ordu idi. Bu ordu, milletin kutsal amacı uğrunda, milletin arzu ve eğilimleri yönünde mutlaka zafere ulaşacaktı. Millî iradeyi hâkim kılmak aynı zamanda demokratik bir esastı. Bu esasta cumhuriyet rejiminin ilk kıvılcımlarını sezmemek mümkün değildi.

5- Hıristiyan azınlıklara siyasî egemenlik ve sosyal dengemizi bozan imtiyazlar verilemez.

Memleketteki azınlıklar, yer yer siyasal egemenlik davasına kalkışmıştı. Memleket bütünlüğünü bozucu, vatanı parçalayıcı bu gibi davranışlara olanak verilmeyecekti. Azınlıklara sosyal dengemizi bozan ekonomik, hukuksal ve kültürel -her ne çeşit olursa olsun- ayrıcalıklar ve üstünlükler tanınmayacaktı.

6-   Manda ve himaye kabul olunamaz.

Türk milleti her şeyi göze alarak bağımsızlığı için silâha sarılmıştı. Hiç kimseden lütuf ve yardım beklemiyordu; yabancı devletlerden merhamet istemiyordu. Her ne pahasına olursa olsun bağımsızlık mutlaka gerçekleşecekti. Parola, "Ya bağımsızlık ya ölüm!" idi. 7- Millî Meclis'in derhal toplanmasına ve hükümet işlerinin meclisin denetimi altında yürütülmesine çalışılacaktır.

İtilâf Devletleri'nin baskısı ve padişah fermanı ile kapatılmış olan Millet Meclisi derhal toplanmalı, hükümetin millet ve memleketin alın yazısıyla ilgili vereceği her türlü karar Millet Meclisinin denetiminden geçirilmeliydi. Hükümet kararları ancak bu şekilde geçerli olacaktı.

8- Milletimiz insanî ve çağdaş amaçları kutlar; teknolojik, sınaî ve ekonomik durumumuzu ve ihtiyacımızı takdir eder.

Bu cümle ile Türk milletinin yeniliklere açık ruhu belirtiliyordu. Denilmek isteniyordu ki, Türk milleti insanî ve uygar amaçların değerini bilen ve kavrayan bir millettir. Nitekim Atatürk milletin çehresini değiştiren büyük devrimlere başladığı zaman: "Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı milletimizi her bakımdan uygar bir toplum haline getirmektir. Devrimlerimizin temel ilkesi budur."17 diyecekti. Kararda geçen "Milletimiz teknolojik, sınaî ve ve ekonomik durumumuzu ve ihtiyacımızı takdir eder" ifadesinde açıkça, harap bir memleketi bayındır hale getirmek için gelecekte gerçekleştirilecek kalkınma atılımlarına işaret edilmekte idi.

9- Vatanın karşılaştığı acılarla ve aynı amaçla millî vicdandan doğan cemiyetlerin birleşmesinden oluşan örgüt, "Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" unvanıyla isimlendirilmiştir.

Bu madde ile gerek Trabzon'da ve gerekse Doğu bölgesinde faaliyet gösteren millî cemiyetler, aynı çatı altında, "Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı altında birleştiriliyordu.

Kongre tarafından seçimle bir Heyet-i Temsiliye oluşturulmuştur.

Bu madde ile, kongre kararlarını yürütmek ve kongre sonu yapılacak işlerde Erzurum Kongresi'ni temsil etmek üzere "Heyet-i Temsiliye" unvanıyla bir kurul oluşturuluyordu.

Erzurum Kongresi bu tarihî kararlarıyla bölgesel bir kongre olmaktan çıkmış, kendisinden sonra gelişecek tüm olayları büyük ölçüde etkilemişti. Zira Sivas Kongresi kararları, Erzurum Kongresi kararlarına dayandı. Misak-ı Millî'nin esasında Erzurum Kongresi kararlan yer aldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin toplanış gerekçesi, Erzurum Kongresi kararlarına oturtuldu. Mudanya ve Lozan Antlaşmaları'nın bağımsızlığı savunan ruhu, ilhamını Erzurum Kongresi kararlarından aldı. Cumhuriyet rejiminin ruhu, millî iradeyi egemen kılmak esasında toplandı. Ve nihayet "Milletimiz insanî ve çağdaş amaçları kutlar" cümlesiyle Atatürk devrimlerinin ilk kıvılcımları, Erzurum Kongresi'nde parıldadı. Sonuçları bakımından bu derece önem taşıyan Erzurum Kongresi için Mustafa Kemal Paşa, kapanış konuşmasında "Tarih, bu kongremizi şüphesiz ender ve büyük bir eser olarak kaydedecektir." ifadesini kullandı.

Erzurum Kongresi, 7 Ağustos günü -kendisi adına bütün yetkileri kullanacak- 9 kişilik bir Heyet-i Temsiliye seçerek çalışmalarına son verdi. Şimdi Heyet-i Temsiliye'yi ve onun başkanını büyük bir görev bekliyordu; Erzurum Kongresi'nde parlayan kıvılcımı söndürmemek, Sivas'ta onu meş'ale haline getirerek millî kurtuluşa daha emin adımlarla yürünmesini sağlamak! Bu sebepledir ki, doğu illerinin mukadderatı için toplanan Erzurum Kongresi'ni, memleketin bütününü ilgilendiren Sivas Kongresi'ne bağlayarak Millî Mücadele'ye memleket yüzeyinde genişlik kazandırmak Mustafa Kemal Paşa'nın başarısı oldu.

Sivas Kongresi'ne hazırlık günlerinde de memleketin içinde bulunduğu ağır ateşkes şartları bütün acılığı ile devam ediyordu. Mondros Ateşkes Antlaşması'nın milletimiz aleyhine haksız ve insafsız bir şekilde uygulanması, İzmir'e çıkmış olan Yunanlıların İtilâf Devletleri'nden aldığı cesaretle Anadolu'nun içine doğru ilerlemesi, çeşitli şehirlerimizin işgali Sivas Kongresi günlerinde de birbirini izledi. İşte böyle bir hava içinde Mustafa Kemal Paşa, bir kısım Heyet-i Temsiliye üyeleriyle beraber Sivas Kongresi'ne katılmak üzere 2 Eylül 'da Erzurum'dan Sivas'a geldi. Sivas, Millî Mücadele liderini emsalsiz sevgi gösterileri ve coşkun bir sevinçle karşıladı.

Sivas Kongresi, 4 Eylül günü, o zaman lise olarak kullanılan büyük bir binanın salonunda, 38 delegenin katılımı ile toplandı. İlk oturumda yapılan oylamada Mustafa Kemal Paşa, başkan seçildi. Kongre 8 gün devam etti ve 11 Eylül 'da Heyet-i Temsiliye seçimini takiben bir bildirge yayımlayarak çalışmalarına son verdi.

Erzurum Kongresi'nden sonra bütün memleketi temsil eden böylesine önemli bir kongrenin Sivas'ta toplanışı, özellikle şehrin stratejik durumu ile ilgili idi. Anadolu'nun ortasında yer alan bu şehrimiz, ateşkes şartları gereğince İtilâf Devletleri'ni temsilen bazı subaylar bulunmasına rağmen işgal altında değildi. Sivas, ulaşım bakımından Anadolu yollarının birleştiği bir kavşak durumunda idi: o günkü imkânların elverdiği ölçüde çeşitli Anadolu şehirlerine şu veya bu şekilde bağlanabiliyordu. Bütün bu avantajlar yanında Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Sivas Şubesi, şehirde oldukça iyi örgütlenmişti.

Memleketin içinde bulunduğu ağır şartlar altında gerçekleşen Sivas Kongresi, doğrudan doğruya Mustafa Kemal'in çağrısı üzerine toplanmış bir millî kongredir. Kongre'nin 38 üyesinden 32'sini Batı ve Orta Anadolu illerinden gelen üyeler, 6'smı Heyet-i Temsiliye üyeleri oluşturmuştu. Böylece Batı ve Orta Anadolu illerinden seçilen delegelerle Doğu illerini temsilen gelen Heyet-i Temsiliye, Sivas Kongresi'ne memleket çapında bir genişlik ve bütünlük kazandırdı.

Tarihî bir gerçek olarak belirtmek gerekir ki, Sivas Kongresi'nin toplanışı sırasında da -Erzurum Kongresi'nde olduğu gibi- İstanbul Hükümeti ve ona bağlı bazı idareciler büyük engeller çıkardılar. Bu nedenle Ankara ve diğer bazı şehirlerimizden valilik baskısı ile delege seçilemedi; bazı vilâyetlerden seçilen delegeler de aynı baskı nedeniyle yola çıkmaktan alıkonuldu, sonuçta kongreye katılamadı. Sivas Kongresi'nin toplanmaması için Sivas'ta bulunan Fransız Jandarma Müfettişi Brüno da baskı yaptı. Vali Reşit Paşa ile görüşerek böyle bir kongre gerçekleştiği takdirde Sivas'ın işgal edileceğini ve kongrenin dağıtılacağını bildirdi. İngilizler de Samsun üzerinden Sivas'ı işgal edecekleri tehdidinde bulundular. Fakat, Mustafa Kemal'in her güçlüğü aşan kararlılığı önünde bütün bu korkutmalar sonuçsuz kaldı.

İstanbul Hükümeti Erzurum Kongresi sırasında yaptığı gibi, Sivas Kongresi günlerinde de bütün gücüyle Mustafa Kemal'i tutuklamaya çalışmıştı. Anadolu'nun hemen her valisine çekilen telgraflarla, Mustafa Kemal'in ne pahasına olursa olsun tutuklanarak İstanbul'a gönderilmesi isteniyordu. Bunu gerçekleştirmek üzere valiliklere, mutasarrıflıklara yeni atamalar yapıldı. Fakat hiçbir yönetici, şahlanan millî irade ve millî hava içinde İstanbul Hükûmeti'nin isteklerini yerine getirmek cesaretini gösteremedi.

Sivas Kongresi'nin önemli bir özelliği de, delegelerin vatanın kurtuluşu ve milletin mutluluğundan başka hiçbir kişisel amaç izlemeyeceklerine, mevcut siyasal partilerden hiçbirinin amaçlarına hizmet etmeyeceklerine dair kongrede yemin etmeleri olmuştu. Böylece, Millî Mücadele'nin hiçbir siyasal parti adına yapılmadığı, tamamen milleti ve memleketi kurtarma amacına yönelik bir hareket olduğu açıkça belirtilmiş oluyordu. Sivas Kongresi kararlan şu şekilde özetlenebilir:

1- Millî sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür; birbirinden ayrılamaz.

Daha önce toplanan Erzurum Kongresi, Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz vilâyetlerinin hiçbir sebep ve bahane ile anavatandan ayrılamayacağını ilân etmişti. Sivas Kongresi, sahip olduğu tam yetki ile bu karara bütün memleketi kapsayan bir genişlik kazandırdı.

2- Her türlü işgal ve müdahaleye karşı, millet birlik olarak kendisini savunacak ve karşı koyacaktır.

Erzurum Kongresi'ni toplanmaya çağıran başlıca tehlike, Doğu Karadeniz Bölgesi'nde kurulması düşünülen Pontus Rum Devleti ile Doğu Anadolu illerini içine alacak bir Ermenistan tehlikesi idi. Sivas Kongresi, batıdan gelen Yunan tehlikesini de göz önüne alarak, vatan topraklarına yönelik hiçbir işgal ve müdahalenin karşılıksız kalmayacağını tüm dünyaya açıkça bildiriyordu.

3- İstanbul Hükümeti, dış bir baskı karşısında memleketimizin her hangi bir parçasını terk mecburiyetinde kalırsa, vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü temin edecek her türlü önlem ve karar alınmıştır.

Bu madde ile İstanbul Hükûmeti'nin millet çıkarlarına aykırı herhangi bir karar veya davranışına milletin kayıtsız kalmayacağı, gerektiğinde millî iradeye dayanan bir hükümetin derhal kurulacağı açıkça belirtiliyordu.

4- Kuva-yi Milliye'yi etken ve irade-i milliyeyi egemen kılmak esastır.

Erzurum Kongresi'nde belirlenen bu ilke, Sivas Kongresi'nde pekiştiriliyordu. Memleketi kurtaracak tek kuvvet, millî ordu idi. Bu ordu, milletin iradesi ve eğilimleri yönünde savaşacak, bağımsızlık mutlaka gerçekleşecekti. Millet artık, egemenliğini kendi eline almıştı; kendi iradesinden başka hiçbir güç tanımıyordu. Bu esas, gelecekteki cumhuriyet rejiminin esasını oluşturuyordu.

5- Hıristiyan azınlıklara siyasî egemenlik ve sosyal dengemizi bozan imtiyazlar verilmeyecektir.

Erzurum Kongresi kararlarında da yer alan bu madde, Sivas Kongresi'nce pekiştiriliyordu.

6- Manda ve himaye kabul olunamaz.

Erzurum Kongresi'nde karar altına alınan bu ilke, Sivas Kongresi'nce de onaylanarak Millî Mücadele'nin temel kuralı haline getiriliyordu. Millî kurtuluş hareketinin parolası, hiçbir devletin merhametine sığınmaksızın "Ya bağımsızlık ya ölüm!" idi.

7- Millî iradeyi temsil etmek üzere Millet Meclisi'nin derhal toplanması zorunludur.

Erzurum Kongresi kararlarında da belirtilen bu istek, kesin bir zorunluluk olarak gösteriliyordu. Aksi takdirde hükümet kararları millî iradeyi yansıtmayacaktı.

8- Milletimiz insanî ve uygar amaçları kutlar, teknolojik, sınaî ve ekonomik durumumuzu ve ihtiyacımızı takdir eder.

Erzurum Kongresi kararlarında da yer alan bu madde ile milletimizin insanî ve uygar amaçlarının yanında yer aldığı belirtiliyor; teknolojik, sınaî ve ekonomik durumumuzu ve gereksinimlerimizi bildiğimiz ve gelecekte bu amaçla kalkınma atılımlarına yöneleceğimiz anlatılmak isteniyordu.

9- Aynı gaye ile millî vicdandan doğan cemiyetler "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı altında birleştirilmiştir. Erzurum Kongresi, Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz bölgelerindeki millî cemiyetleri "Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adıyla bir merkezde toplamıştı. Sivas Kongresi, bu örgüte -bütün Anadolu ve Rumeli millî cemiyetlerini de içine almak üzere- memleket çapında bütünlük kazandırdı.

Mukaddes amacı ve umumî örgütü idare için Kongre tarafından bir Heyet-i Temsiliye seçilmiştir. Erzurum Kongresi, Doğu illerini temsilen 9 kişilik bir Heyet-i Temsiliye seçmişti. Sivas Kongresi'nce 6 kişi daha seçilmek suretiyle "Heyet-i Temsiliye" genişletilmiş, böylece Türkiye Büyük Millet Meclisi açılıncaya kadar memleketin alın yazısında tek söz sahibi bir kurul oluşturulmuştu.

Sivas Kongresi, Erzurum Kongresi kararlarını genişleterek, bu kararlara bütün memleketi kapsayan bir nitelik kazandırması bakımından Devrim Tarihimiz'de büyük öneme sahip bir kongredir. Üyelerinin hemen bütün illeri içine alması nedeniyle de Millî Mücadele başlangıcında Türkiye'nin alın yazısını çizen, bütün milletin tek vücut halinde birlik olduğunu dünyaya ilân eden millî bir kongredir.

Sivas Kongresi'nden sonra Mustafa Kemal Paşa'nın amacı, en kısa zamanda Anadolu'da millet temsilcilerinden oluşan bir meclis toplamak ve bu meclisin kuracağı hükümet ile Millî Mücadele'yi bir merkezden idare etmek idi. O, bu büyük işi gerçekleştirmek üzere Sivas Kongresi'nden sonra da Heyet-i Temsiliye Başkanı olarak millî örgütün genişlemesi ve kuvvetlenmesi yolunda, bütün engelleri aşarak inançla çalıştı. Bu dönemde Mustafa Kemal ve Heyet-i Temsiliye ile temas temini ve anlaşma zemini arayan İstanbul Hükümeti, Bahriye Nazırı Salih Paşa'yı göndererek Ekim tarihleri arasında Amasya'da onunla görüşmüş ve bir Millet Meclisi toplanmasına ikna olmuştu. Bu görüşme Devrim Tarihimiz'de "Amasya Görüşmesi" olarak bilinmektedir. Mustafa Kemal, Meclis'in Anadolu'da toplanmasını istemesine rağmen Meclis, 12 Ocak 'de İstanbul'da toplandı. Fakat İngilizlerin baskısı sebebiyle sürekli faaliyet gösteremedi; bu arada Erzurum ve Sivas Kongreleri'nin esaslarını 17 Şubat 'de "Misak-ı Millî" halinde kabul ve ilân etti.

Mustafa Kemal Paşa, 27 Aralık 'da bir kısım arkadaşları ve Heyet-i Temsiliye üyeleri ile beraber Ankara'ya gelmişti. Artık Millî Mücadele Ankara'dan yönetiliyor; İstanbul'daki asker ve sivil birçok vatansever, Bağımsızlık Savaşı'nda görev almak üzere Ankara'ya geliyordu. Bir süre sonra, 16 Mart tarihinde İstanbul, İtilâf Devletleri tarafından fiilen işgal edildi; tamamen askerî kontrol altına alındı. Aynı günün gecesi İngiliz askerleri Meclis'e gelerek bazı milletvekillerini tutukladılar. Bu şartlar altında, 12 Ocak 'de açılmış olan Meclis de faaliyet gösteremeyeceğini anlayıp çalışmalarına ara verme kararı aldı.

Mustafa Kemal, İstanbul'un işgali üzerine 19 Mart 'de valiliklere ve kolordu komutanlıklarına talimat vererek Ankara'da toplanacak olağanüstü yetkiye sahip bir meclise acele yeni temsilciler seçmelerini bildirdi. Seçimler hızla sonuçlandı ve 23 Nisan 'de yurdun her bölgesinden gelen millet temsilcileriyle Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Mustafa Kemal, millet iradesini ve egemenliğini temsil eden bu meclise ve onun hükümetine de başkan seçilerek artık Türk bağımsızlık mücadelesinin her bakımdan, askerî, siyasî ve sosyal lideri oldu. Memleketin içinde bulunduğu şartlar, kendisinin omuzlarına yüklenen görev gerçekten çok ağırdı; çünkü, tarihten silinmek istenen bir milletin ölüm-kalım savaşının, bağımsızlık mücadelesinin liderliğini yapıyordu.

Ankara'da Millet Meclisi'nin açılması, millî bir hükümetin kurulması üzerine, Padişah ve İstanbul Hükümeti de Millî Mücadele'yi daha geniş ölçüde baltalama yollarına sapmıştı. Binbir fedakârlıkla oluşturulmaya çalışılan millî kuvvetleri dağıtmak üzere Anadolu'ya halife ve padişah orduları gönderiliyor; başta Mustafa Kemal olmak üzere Millî Mücadele kahramanları asî sayılarak idama mahkûm edilmiş buluyordu. Anadolu'nun bazı yörelerinde Anzavur gibi, Çopur Musa gibi, Postacı Nâzım gibi, Delibaş Mehmet gibi aldatılmış kişilerin elebaşılık ettiği iç isyanlar devam ediyordu. Diğer taraftan İzmir'e çıkan Yunanlılar da Anadolu içlerine doğru saldırıya hazırlanıyordu. Mondros Ateşkes Antlaşması ile örgütlü ordu resmen dağıtılmış, silâhlan alınmış olduğundan, işgal altındaki yörelerde düşmana ancak yerel kuvvetler ve gönüllü müfrezeler karşı koyuyordu.

Bütün bu iç ve dış güçlüklere, zor şartlara rağmen Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, kısa zamanda duruma hakim olarak düşman kuvvetlerine karşı çeşitli cephelerde büyük başarılar kazanmaya başladı. Doğu Cephesi'nde Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir komutasındaki kuvvetlerimiz, Oltu, Sarıkamış ve Kars'ı işgal etmiş olan Ermenilere karşı 28 Eylül 'de saldırıya geçerek, merkezi Erivan'da bulunan Ermeni Cumhuriyeti ordusunu mağlup etti ve 29 Eylül 'de Sarıkamış, 30 Ekim 'de Kars tekrar geri alındı. Ermenilerin barış isteği üzerine 2/3 Aralık 'de Gümrü Antlaşması imzalanarak bu cephede savaşa son verildi. Gürcistan'a da işgal ettikleri Ardahan ve Artvin boşalttırıldı.

Güney Cephesi'nde Adana, Urfa, Antep ve Maraş bölgelerinde Fransız birlikleriyle yerel kuvvetler arasında şiddetli çatışmalar oluyordu. Sonuçta Fransızlar 12 Şubat 'de Maraş'tan, 11 Nisan günü de Urfa'dan çekilmek zorunda kaldılar. 20 Ekim 'de Fransızlarla yapılan "Ankara Antlaşması", Adana, Mersin, Antep ve diğer bazı şehirlerimizin kurtuluşuna uzandı. Batı Cephesi'nde Yunanlılar, Ankara Hükûmeti'nin içinde bulunduğu güç şartlardan yararlanarak 22 Haziran günü genel saldırıya geçtiler, büyük kısmı ile gönüllülerden oluşan Kuva-yi Milliye cephesini yararak 8 Temmuz 'de Bursa'yı, 29 Ağustos 'de Uşak'ı işgal ettiler. Bu sıralarda Padişah ve İstanbul Hükümeti de 10 Ağustos 'de İtilâf Devletleri ile Sevr Antlaşması'nı imzalamak suretiyle Millî Mücadele'ye ağır bir darbe indirmiş, bir anlamda dış düşmanlarımızla birleşmiş oluyordu.

Yunanlıların Batı Cephesi'nde ilerleyişi, birçok bölgelerimizin kuvvet yetersizliği sebebiyle işgal edilmesi üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa, cephe komutanları ile görüşmüş, artık gönüllü yerel kuvvetler yerine düzenli bir ordu kurulması gereğini ilgililere bildirmişti. Çünkü olaylar gösteriyordu ki Millî Mücadele'nin başarısı, bütün dağınık kuvvetlerin tek bir otorite altında toplanmalarına bağlı idi; bu da millî müfrezele-rin, milis kuvvetlerinin, gönüllü teşkilâtların ordu içinde düzenli kıt'alar haline getirilmesini gerektiriyordu. Artık çeteler halinde dağınık savaşa son verilecek, bütün millî müfrezeler ve gönüllü kuvvetler ordu içinde disiplinli eğitime tâbi tutulacaktı.

Bu karar üzerine, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa, Millî Savunma Bakanı Fevzi Çakmak Paşa, Genelkurmay Başkanı ve aynı zamanda Batı Cephesi Komutanı Albay İsmet Bey, bütün çalışmalarını düzenli ordunun gerçekleşmesine verdiler. Bu dönem, Millî Mücadele tarihimizin gerçekten en buhranlı, en çetin aylarıdır.

Şimdi yılının Aralık sonlarındayız. Bir çok millî müfreze, gönüllü örgüt hızla millî ordu içinde toplanmaktadır. Ancak, ellerinde büyükçe bir kuvvet bulunan Çerkez Ethem ve kardeşleri, Batı Cephesi kuvvetlerine bağlı kalmak istememişler, başlarına buyruk bir siyaset izleme yoluna gitmişlerdi. Bunlar, Millî Mücadele'nin güç zamanlarında başardıkları bazı işlerin verdiği şımarıklıkla, bulundukları bölgelerde sivil memurları diledikleri gibi görevden alıyor, değiştiriyor, kendilerine göre atamalar yapıyorlardı. Batı Cephesi, tek komuta altında düzenli kuvvetler halinde örgütlendikçe, Çerkez Ethem ve kardeşlerinin tedirginliği daha da artıyor; Batı Cephesi Komutanlığı'na karşı gelmelerinin yanı sıra Ankara Hükûmeti'ne, hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne dil uzatmaktan da çekinmiyorlardı. Artık tutumları, millî hükümete karşı bir isyan halini almıştı.

Durum gerçekten nazikti. Binbir emek ve özveri ile kurulan düzenli orduda emir ve komuta birliğini sağlama bakımından bu sorunun, kesin şekilde çözümlenmesi gerekiyordu. Artık Ethem'e bağlı kuvvetler ordu içinde kaldıkça hiçbir zafer kazanılamayacağı gibi, aksine bu asî kuvvetler her başarıda orduya engel olacaktı. Bu nedenle Hükümet, Çerkez Ethem kuvvetlerinin ortadan kaldırılmasına karar verdi. 29 Aralık günü, Batı Cephesi Komutanı Albay İsmet Bey'le Güney Cephesi Komutanı Albay Refet Bey, Çerkez Ethem ve kuvvetlerini ortadan kaldırmak üzere ileri harekete geçtiler. Kütahya yörelerinde bulunan Çerkez Ethem kuvvetleri, Batı Cephesi kuvvetlerinin Kütahya'yı işgali üzerine Gediz'e çekildi. Millî kuvvetler, asîleri takip ederek 5 Ocak günü Gediz'i de işgal edince Çerkez Ethem kuvvetleri Simav yönüne çekilmek zorunda kaldı.

Şimdi Millî Mücadele'nin en dramatik anları yaşanmaktadır. Batı Cephesi kuvvetleri Çerkez Ethem isyanını bastırmak üzere, eski savaş mevzilerinden çok uzaklaşmışlar, Gediz'e kadar gelmişlerdir. Çerkez Ethem'i takip nedeniyle Batı Cephesi kuvvetlerinin mevzilerinden uzaklaştığını haber alan Yunanlılar, Ankara Hükûmeti'nin bu çetin ve zor anını kendileri için büyük bir fırsat bilerek 6 Ocak günü hem Bursa, hem Uşak Cepheleri'nden hızla ileri yürüyüşe geçtiler. Amaçları, Türk kuvvetlerini, zayıflayan mevzilerinde anîden bastırıp mağlup etmek, hemen arkasından Eskişehir ve Afyon'u ele geçirerek kendilerine Ankara yolunu açmaktı. Bu plân gerçekleştirildiği takdirde, henüz sekiz aylık Ankara Hükûmeti'ni doğduğu yerde boğmak, kolayca ortadan kaldırmak, güya mümkün olacaktı.

Yunanlıların, saldırı hedefi olarak seçtiği Eskişehir de, Afyon da askerî yönden önemli kavşaklardı. Bu şehirlerimizin elden çıkışı, önemli demiryollarının da düşman eline geçmesi demekti. Hele, Bursa ve Uşak Cepheleri'nden ilerleyen düşman kolları, Kütahya önlerinde birleşme imkânı bulursa, Çerkez Ethem'e karşı geride bırakılan kuvvetlerimizi de arkadan vurabilirdi. İşte mağlûbiyetimiz halinde ortaya çıkacak korkunç sonuç bu idi.

Yunanlıların saldırısı ile gelişen bu kritik durum üzerine, Batı ve Güney Cephesi Komutanları durumu değerlendirerek ister istemez Çerkez Ethem'in takibine ara vermeyi, Kütahya ve Gediz'e kadar gelmiş olan kuvvetlerimizin büyük kısmını vakit geçirmeksizin İnönü mevzilerine göndermeyi kararlaştırdılar. Ancak, Batı Cephesi kuvvetlerinin şimdi bulundukları Gediz ve Kütahya yöreleri ile İnönü mevzileri arasında 3 günlük bir yol vardı. Eğer Yunanlılar, bizden daha önce İnönü mevzilerine ulaşabilirlerse hiçbir direnme ile karşılaşmaksızın, Eskişehir'e kadar yol almış olacaklardı. O halde bizim için yapılacak iş, son hızla İnönü mevzilerine yetişerek ilerleyen düşmanı burada durdurmak olacaktı. Bu amaçla, Çerkez Ethem ve kardeşlerine karşı bir kısım kuvvet Kütahya yöresinde bırakılarak, geri kalan kuvvetler İnönü mevzilerine hareket ettirildi. Nerdeyse üç misli düşman kuvvetine karşı İnönü mevzilerine daha da kuvvetlendirmek üzere, Ankara'da yeni kurulmakta olan 4. Tümen de Batı Cephesi'ne çağrıldı. Kütahya ve Gediz'den hareket eden kuvvetlerimiz, 9 Ocak sabahı, İnönü mevzilerine varmıştı.

Öte yandan Yunanlılar da hızla ilerleyerek, 8 Ocak günü Çivril ve Pazarcık'ı, 9 Ocak sabahı da Bilecik ve Bozüyük'ü işgal ettiler. Ancak, bütün bu işgallere, güç şartlara, iki ayrı düşmanla savaş zorunluluğuna rağmen sonucun zaferle biteceği hususunda, başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Millî Mücadele liderlerinin inançları asla sarsılmamıştı. Mustafa Kemal Paşa, 8 Ocak günü Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden şunları söylüyordu: "Efendiler! İçerdeki ve dışarıdaki düşmanlarımız ister çok, ister az olsun, faaliyetlerinin genişliği ne olursa olsun, kesin başarı, son başarı haklı bir amaç izleyenlerde kalacaktır."18 I. İnönü Savaşı, 9 Ocak günü öğleden sonra Yunanlıların Bozüyük yönünden şiddetli saldırısıyla başladı. Ufak bir köyden ismini alan İnönü mevzileri, şimdi Türk Kurtuluş Savaşı'nda dönüm noktası olacak bir savaşa sahne oluyordu.

Savaşın ilk günü Batı Cephesi kuvvetleri ile Yunanlılar arasında çok çetin çarpışmalar oldu. Türk askeri canını verircesine savaşıyor; Yunanlıların her saldırısı, karşı saldırıyla püskürtülüyor, ilerlemelerine imkân verilmiyordu. Anlaşılan, düşman umduğunu bulamamıştı. İnönü mevzilerinde boş cepheler yerine, Türk kuvvetlerinin piyade ve topçu ateşiyle karşılaşmaları, onları gerçekten şaşırtmıştı. Savaş, 10 Ocak günü de sabahtan akşama kadar bütün şiddetiyle devam etti. Bu sabah, Batı Cephesi Komutanı Albay İsmet Bey de Gediz'den savaş alanına gelmiş, savaşı bizzat ateş altında yönetmeye başlamıştı. Bir ara bir alay kadar Yunan kuvveti, mevzilerimizdeki bir boşluktan yararlanarak Batı Cephesi Karargâhı'nın bulunduğu İnönü istasyonunun kuzeyine kadar sokulmayı başardı. Bu kritik vaziyet karşısında, cephe karargâhı istasyondan alınarak hızla İnönü köyüne nakledildi ve cephenin bu kesimi, kuvvet kaydırılarak sağlamlaştırıldı.

Askerlerimiz bugün de, aralıksız devam eden düşman saldırılarını, bir an gerilemeksizin göğüslüyorlar; Yunanlıların ilerlemesine imkân bırakmıyorlardı. Şüphesiz ki ordumuz, bu saldırılar karşısında ağır kayıplar veriyor; ama canından aziz bildiği kutsal vatan topraklarını her ne pahasına olursa olsun, savunmadan geri kalmıyordu. İki gündür devam eden şiddetli çarpışmalar sonunda tükenen, gücü kınlan düşman oldu; saldırılarından bir başarı elde edemediğini, edemeyeceğini anladı. Artık, onlar için yapılacak bir şey vardı: Geri çekilmek! Gerçekten Yunan kuvvetleri, 10 Ocak gecesi verdikleri kararla 11 Ocak sabahından itibaren Bursa yönünde geri çekilmeye başladılar.

Bu zafer müjdesi üzerine Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa, 11 Ocak günü, Batı Cephesi Komutanı Albay İsmet Bey'e şu telgrafı çekiyordu: "Bu başarının, mukaddes topraklarımızı düşman istilâsından tamamen kurtaracak olan kesin zafere hayırlı bir başlangıç olmasını Allah'tan diler, Batı Cephesi'nin bütün subay ve erlerini kazandıkları bu zafer dolayısıyla tebrik ederim."19 İnönü Zaferi, gerçekten kesin zafere hayırlı bir başlangıç olmuştu; zira bu zaferi daha sonra II. İnönü, Sakarya, 26 Ağustos ve 30 Ağustos gibi daha büyük zaferler izleyecekti. Artık sıra, Çerkez Ethem kuvvetlerinin de bırakılan yerden takibine gelmişti. Hızla ileri harekâta geçilerek bu asî kuvvetler de tamamen ortadan kaldırıldı. Çerkez Ethem ve kardeşleri son çare olarak Yunanlılara sığındılar. Bu isyanın bastırılması ile artık millî orduda emir ve komuta birliği de tam olarak sağlanmış oldu.

I. İnönü Zaferi, içerde ve dışarıda büyük etkiler yarattı; büyük siyasî gelişmelere sebep oldu. Bu zaferden sonradır ki ümitsizlikler boğulmuş, yeni kurulan devlet, sarsılmaz temeller üzerine oturmaya başlamış, 20 Ocak günü ilk Anayasamız, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabul edilmişti. Yine bu zaferle yurt içinde asayiş ve güven sağlanmış, düzenli ordu kurma çalışmaları daha da hızlanmıştı.

I. İnönü Zaferi'nin dışarıdaki etkileri de önemliydi. Bu zaferle düzenli ordu, düşman karşısında ilk sınavını veriyor, yenilmez iradesini sergiliyordu. Bu zafer, yabancı devletlere artık, millî hükümetin hatırı sayılır bir varlık olduğunu gösteriyordu. Bu gelişmeler sebebiyledir ki İtilâf Devletleri, 21 Şubat 'de toplanan Londra Konferansı'na İstanbul Hükümeti ile beraber Ankara Hükûmeti'ni de çağırdılar. Ancak, zaferin gerçek sahibi Ankara Hükümeti idi. Bu sebeple Ankara delegeleri, Osmanlı heyeti içinde yer almayıp millî davayı savunmak üzere ayrı bir ekip oluşturdular. O kadar ki Osmanlı başdelegesi Sadrazam Tevfık Paşa, konferansta söz hakkını Ankara Hükümeti temsilcilerine bırakmak zorunda kaldı. İşte bu gelişmeler sonucu İtilâf Devletleri, yeni bir barış teklifi hazırlamak zorunda kaldılar. Yine I. İnönü Zaferi'nin millî hükümete kazandırdığı dış itibar sayesinde 16 Mart tarihinde Sovyet Rusya ile "Moskova Antlaşması" imzalandı. Londra'da da Fransa ve İtalya ile barış yolunda bazı görüşmeler oldu.

Ancak Yunanlılar, bu mağlûbiyetten ders almayarak kısa süre sonra 23 Mart günü aynı cephelerden tekrar ileri harekâta geçtiler. 27 Mart günü Yunanlıların İnönü mevzilerine saldırısıyla başlayan II. İnönü Savaşı'nda da düşman saldırıları, birincisinde olduğu gibi durduruldu. 31 Mart 'de Batı Cephesi kuvvetlerinin karşı saldırıya geçmesi sonucu Yunanlılar geri çekilmeye başladılar; 1 Nisan günü binlerce ölü ile doldurdukları savaş meydanını tekrar silâhlarımıza terk zorunda kaldılar. Sonuç olarak Batı Cephesi'nde Yunanlılara karşı II. İnönü Zaferi adına alan bir büyük başarı daha kazanıldı. Mustafa Kemal Paşa, bu zafer üzerine Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa'ya gönderdiği kutlama telgrafında: "Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin ters talihini de yendiniz!"20 diyordu.

Şimdi yılının Temmuz başlarındayız. Yunanlılar, Ankara Hükümeti'nin reddettiği Sevr Antlaşması'nı gerçekleştirmek amacıyla Anadolu topraklarına durmadan kuvvet çıkararak Türklere karşı yeni bir saldırıya hazırlanmaktadırlar. Nihayet bu genel düşman saldırısı, 10 Temmuz günü, bütün Batı Cephesi boyunca takviyeli kuvvetlerle başladı. Harekât ilerledikçe Yunan kuvvetleri ile Türk kuvvetleri arasında yer yer şiddetli çarpışmalar oldu. Ancak, gerek insan gücü gerekse araç ve gereç yönünden Türk kuvvetlerinden sayıca fazla durumda bulunan Yunanlılar birçok yerleri işgal ettiler; Afyon, Eskişehir, Kütahya, Bilecik art arda düşman eline geçti.

Cepheden gelen bu kaygı verici haberler üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa, 18 Temmuz günü Ankara'dan Karacahisar'daki Batı Cephesi Karargâhı'na geldi. Destekli kuvvetlerle gelişen Yunan ilerleyişi karşısında, o günkü şartlar altında imkânları sınırlı Türk ordusu için daha da ileri kayıpları önlemek üzere yeni bir strateji tespitine gerek gördü ve Cephe Kumandanı İsmet Paşa'ya şu direktifi verdi: "Orduyu, Eskişehir'in kuzey ve güneyinde topladıktan sonra, düşman ordusuyla araya bir mesafe koymak lâzımdır ki, orduyu derleyip toparlamak ve güçlendirmek mümkün olabilsin. Bunun için Sakarya'nın doğusuna kadar çekilmek uygun-dur!"21 Bu karardan sonra, Batı Cephesi'ndeki Türk ordusu geri yürüyüşe geçerek 25 Temmuz 'de tamamen Sakarya Nehri'nin doğusuna çekildi. Bu karar, harp yönetimi bakımından isabetli bir davranıştı; zira kayba uğrayan, azalan kuvvetlerimizin durmaksızın destek alan Yunan saldırılarına karşı, tutunduğu mevzilerde çekilmeksizin uzun süre direnmesi, daha büyük kayıpların sebebi olacaktı.

Devrim Tarihimiz'de "Kütahya-Eskişehir Savaşları" adını alan ve Sakarya'nın doğusuna çekilmemizle sonuçlanan bu çarpışmalarda ordumuz, kendisinden sayıca 2 misli fazla Yunan kuvvetleri karşısında oldukça ağır kayıplar vermiş, gerek çarpışmalar gerekse geri çekiliş sırasında şehit, yaralı ve kayıp olmak üzere 'e yakın silâhlı kuvvetimiz yok olmuştu. Ayrıca araç ve gereç kaybımız da büyüktü.

Ordumuzun Sakarya Nehri'nin doğusuna çekiliş günlerinde Bakanlar Kurulu, tekrar gelişebilecek yeni bir Yunan saldırısına karşı önlem olmak üzere Hükümet Merkezi'nin Ankara'dan Kayseri'ye nakline karar verdi; ancak Meclis'ten onay almak gerekiyordu. Hükümet kararı, Büyük Millet Meclisi'nin gizli oturumunda açıklandı. Meclis şahlanmıştı: "Biz buraya kaçmaya mı geldik yoksa düşmanla dövüşmeye mi!" Millet temsilcileri, Ankara'yı savaşsız teslim etmeyi kabul etmediler; amaç son tepeye kadar dövüşmekti. Coşkulu konuşmalar sonunda Meclis, Kayseri'ye nakli kabul etmedi; aksine, Ankara'nın savunulmasına, bunun için gerekli hazırlıkların yapılmasına karar verdi.

Bütün bu zor şartlara, Sakarya'nın doğusuna çekilişe rağmen sonunda düşmana kesin darbe indirileceğine dair, başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Millî Mücadele liderlerinin inançları asla sarsılmamıştı. Mustafa Kemal Paşa'ya göre: "Pek uzak olmayan bir gelecekte karşımızdaki Yunan ordusu tükenecek, sonunda imhası mümkün hale gelecekti."22 Ancak başarının en önemli şartı, herkesin bu sonuca candan inanması ve bu uğurda maddî ve manevî tüm güçlerini memleket savunmasına yöneltmesi idi. Ayrıca unutulmaması gereken nokta, ordumuz, düşmanın arzu ettiği yerde değil, bizim arzu ettiğimiz yerde kesin savaşa girecek ve ona, orada kat'î darbeyi vuracaktı. Bu bakımdan gerektiğinde geri çekilişin, bazı yerleri düşmana terk edişin büyük bir önemi yoktu. Askerliğin gereğini, kararsızlığa düşmeden uygulamak gerekiyordu.

Ne çare ki liderlerin bu inancına rağmen Sakarya'nın doğusuna çekilmenin yarattığı maneviyat bozukluğu, Meclis'e de aksetmişti. Yeni bir ordu oluşturulurken meydana gelen bu ağır kayıp, bu çekilme ister istemez sarsıntılara sebep olmuş; bazı çevreleri haklı olarak endişe ve tedirginlik kaplamıştı. Bu hava içinde 4 Ağustos günü Büyük Millet Meclisi'nin gizli oturumunda askerî durum ve başkomutanlık oluşturulması üzerinde heyecanlı görüşmeler oldu. Milletvekilleri, yorgun orduyu yeniden canlandıracak, memleketi bu badireden kurtaracak son çareyi aramaktadırlar. Bu çare, Mustafa Kemal'in fiilen ordunun başına geçmesidir. Çünkü o, katıldığı bütün savaşlarda yenilmemiş, yenmiş bir komutandır. Bu sebepledir ki konuşmalar, onun başkomutanlığı üzerine alması görüşünde birleşti. Taraftarları gibi muhalifleri de kendisinden, ordunun başına geçmesini istemektedirler. Meclis'in büyük çoğunluğu, taraftarları kurtuluş için tek çarenin bu olduğu, başka çıkar yol bulunmadığı fikrindedirler. Bazı milletvekilleri içtenlikle haykırırlar: "Sen mühim bir kumandansın! Büyük bir askersin ve bunu da Çanakkale Muharebesi'nde ispat ettin. Şimdi kendini hangi güne saklıyorsun? Sakarya'ya kadar geldi düşman, kendini hangi güne saklıyorsun?"23 Bu haykırışlar, gerçekten millî iradenin sesi idi ve büyük kahramanı, fiilen ordunun başına davet ediyordu.

Muhaliflere gelince, onlar da başkomutanlığı Mustafa Kemal Paşa'ya vermekle zaten kurtuluş ümidi kalmadığını kabul ettikleri bir ortamda gelişecek tüm sorumluluğu, onun omuzlarına yüklemeyi amaçlıyorlardı.

Meclis'te 4 Ağustos günü başlayan bu görüşmeler, ertesi gün de aynı heyecanla devam etti. Mustafa Kemal Paşa, önce tartışmaların dışında kaldı. Ancak konuşmamasının, tavrını açıkça ortaya koymamasının, onun da gelecekten ümitsiz olduğu şeklinde yorumlanması ihtimaline karşı, kendisini Başkomutan görmek istemeyen millî iradenin bu ısrarı karşısında, Meclis Başkan-lığı'na şu önergeyi sundu: "Meclis'in sayın üyelerinin umumî surette beliren arzu ve istekleri üzerine Başkomutanlığı kabul ediyorum. Bu vazifeyi, kendi üzerime almaktan doğacak yararlan en kısa zamanda elde edebilmek ve ordunun maddî ve manevî kuvvetini en kısa zamanda artırmak ve yönetimini bir kat daha kuvvetlendirmek için, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin sahip olduğu yetkileri fiilen kullanmak şartıyla üzerime alıyorum. Hayatım boyunca millî egemenliğin en sadık bir hizmetkârı olduğumu milletin gözünde bir defa daha doğrulamak için bu yetkinin 3 ay gibi kısa bir müddetle sınırlandırılmasını ayrıca istiyorum."24

Bu önerge, Meclis'in yetkilerini kullanma isteği sebebiyle bazı itirazlara neden oldu. Ancak içinde bulunulan durum, ölüm-kalım mücadelesi gibi olağanüstü bir durumdu. Bu şartlar içinde Mustafa Kemal Paşa tarafından kabul edilen görev, gerçekten çok büyük ve önemli, diğer bir ifade ile Türk milletinin yazgısıyla ilgili idi. Düşman karşısındaki cephede vakit geçirmeksizin en hızlı, en doğru kararları verebilmek, ancak Meclis'in yetkilerini anmda kullanmakla mümkündü. Mustafa Kemal Paşa önergesinde, kendisine verilecek Meclis yetkisinin 3 ayla sınırlı kalmasını istemekle, millî iradeye olan sarsılmaz saygısını gösteriyordu. Nihayet Meclis, onu bu isteğinde haklı gördü. Görüşmeler sonucu, 5 Ağustos günü, "Mustafa Kemal Paşa'ya 3 ay süre ile askerliğe ait hususlarda Meclis'in yetkilerini kullanmak koşuluyla Başkomutanlık veren Yasa", Büyük Millet Meclisi'nde oybirliği ile kabul edildi. Yasada şu sözlere yer veriliyordu: "Millet ve memleketin alın yazısına doğrudan el koyan tek yüce kuvvet olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başkomutanlık fiilî görevine kendi başkanı Mustafa Kemal Paşa'yı memur etmiştir. Başkomutan, ordunun maddî ve manevî kuvvetini artırma ve yönetimini bir kat daha kuvvetlendirme hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin buna ait yetkisini Meclis adına fiilen kullanmaya yetkilidir. Bu sıfat ve yetki üç ay süreyle sınırlıdır. Meclis lüzum gördüğü taktirde, bu sürenin bitiminden evvel de bu sıfat ve yetkiyi kaldırabilir."25

Mustafa Kemal Paşa, kendisine yasa ile Başkomutanlık verilişinden sonra Meclis kürsüsüne geldi. Memleketin düşman istilâsından kurtarılacağına dair sarsılmaz inancını bir kere daha ifade ederek Meclis'e şu teminatı verdi: "Efendiler! Zavallı milletimizi esir etmek isteyen düşmanları, Allah'ın yardımıyla mutlaka mağlûp edeceğimize dair olan inanç ve güvenim bir dakika olsun sarsılmamıştır. Bu dakikada bu kesin inancımı yüksek heyetinize karşı, bütün millete karşı ve bütün âleme karşı ilân ederim."26 Başkomutan, aynı gün ordu ve millete de bir bildirge yayımladı. Bu bildirgede de şu cümleler yer alıyordu: " Bana bu görevi vermiş olan Meclis ve bu Meclis'te beliren milletin kesin iradesi, hareket tarzımın odağını oluşturacaktır. Hiçbir sebep ve suretle değiştirilmesine imkân olmayan bu kesin irade, her ne olursa olsun düşman ordusunu imha etmek ve bütün Yunanistan'ın silâhlı kuvvetlerinden oluşan bu orduyu, anayurdumuzun mukaddes ocağında boğarak kurtuluşa ve bağımsızlığa kavuşmaktır."27

Başkomutan, artık plânını yapmış ve kesin şekilde uygulamaya başlamıştır. Amaç, başarıya götürecek bütün önlemleri en kısa sürede almaktır. Bu çerçeve içinde 7 ve 8 Ağustos günleri başkomutanın imzasıyla 10 adet "Tekâlif-i Milliye (Millî Vergi) emri yayımlandı. Bu emirler gereği her ilçede bir "Millî Vergi Komisyonu" kuruluyordu. Her evden ordunun gereksinimi için bir kat çamaşır, bir çift çorap, bir çift çarık isteniyordu. Ordunun gereç ihtiyacı için tüccarın elinde bulunan stoklardan yüzde kırkına, parası zaferden sonra ödenmek üzere, el konuluyordu. Herkes tahıl, hayvan ve yem bakımından stoklarının yüzde kırkını, yine parası sonradan ödenmek üzere, orduya verecekti. Halkın elinde bulunan savaşa elverişli bütün silâh ve cephane, 3 gün içinde ordu ambarına teslim edilecekti. Memleketteki demircilerin, dökümcülerin, marangozların, sanayi imalâthanelerinin listesi çıkacak ve sahiplerinin isimleri belirlenecekti. Böylece bütün memleket, gelecekteki zafer için olağanüstü bir hazırlığa davet edilmişti; millet ve ordu el ele büyük bir savaşa hazırlanıyordu. Başkomutan Millî Vergi emirlerini yayımladıktan sonra, 12 Ağustos günü Ankara'dan Polatlı'daki Cephe Karargâhı'na geldi; artık Mustafa Kemal Paşa, cephede ve fiilen Türk ordusunun başında idi.

Yunan ordusu 13 Ağustos günü Sakarya'daki Türk mevzilerine doğru yeniden ileri yürüyüşe başladı. 15 Ağustos günü Yunan Kralı Konstantin, ordularına "Ankara'ya!" emrini verdi. Durmaksızın ilerleyen Yunanlılar, bazı şehir ve kasabalarımızı işgal ederek sonunda Sakarya'daki savunma çizgimize dayandılar.

23 Ağustos günü, Yunan ordusunun saldırısı ile Sakarya Meydan Savaşı başladı. Yunan saldırısı, cephenin birçok yerinde kuvvetlerimiz tarafından düşmana ağır kayıplar verdirilerek durduruldu; ancak takviyeli Yunan kuvvetlerinin önemli bazı mevzilerimizi ele geçirdikleri, Polatlı'ya kadar yaklaştıkları, top seslerinin Ankara'dan duyulduğu zamanlar oldu. Türk mevzileri birçok noktada yarılmasına rağmen, her nokta inatla savunuluyor, kaybedilen her çizginin gerisinde yeni bir savunma çizgisi oluşturuluyor, böylece Yunanlıların ilerlemesine imkân verilmiyordu. Zira Başkomutan, 26 Ağustos günü birliklerine savaş stratejisi için şu emri vermişti: "Savunma çizgisi yoktur, savunma yüzeyi vardır. O yüzey, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz. Onun için, küçük büyük her birlik bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük, büyük her birlik, ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe oluşturup savaşa devam eder. Yanındaki birliğin çekilmek zorunda kaldığını gören birlikler, ona tâbi olamaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar dayanmaya ve karşı koymaya mecburdur.28

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'nın ortaya koyduğu, savaş yönetimi bakımından büyük önem taşıyan bu kural, Sakarya'da aynen uygulanmış ve kutsal vatan toprakları, her kaybedilen çizginin gerisinde vakit geçirmeksizin yeniden bir savunma çizgisi oluşturularak sonuna kadar savunulmuştur. Düşman aştığı her tepenin ardında "Ankara var!" hulyasıyla harp ediyor; Mustafa Kemal Paşa ise Yunan kuvvetlerini, son darbeyi indireceği yere, memleketin kutsal ocağına çekiyordu. Nihayet düşmanın saldırı gücü, ilerleme kuvvet ve kudreti gittikçe tükenmeye başladı. Yunan birlikleri ana mevzilerinden çok uzaklaşmış, gerçekten Türklerin kutsal ocağına düşmüştü. Artık, saldırı sırası Türklerindi. 10 Eylül günü başlayan karşı saldırımızla düşmana ağır kayıplar verdirilmiş, bu saldırı sonucu Yunanlılar batıya doğru çekilmeye başlamıştı. Bütün savaş boyunca cepheden ayrılmayan Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, zaman zaman da en ileri mevzilerde görünmüş, hatta ateş çizgisine girmişti. Başkomutanın en ileri çizgide, saldırıda bulunan kıt'aların yanında görülmesi ve savaşı ateş çizgisinde bizzat izleyişi, şüphesiz ki subay ve erlerimizin moralleri üzerinde büyük etki yaptı. "Sakarya Meydan Savaşı" adını alan bu büyük ve kanlı savaş, 22 gün 22 gece devam etmiş ve nihayet 13 Eylül günü Yunanlılar Sakarya Nehri'nin doğusunda tamamen mağlup edilerek büyük bir zafer kazanılmıştı. Bu anlamlı ve büyük başarı üzerine 19 Eylül günü Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'ya yasayla Müşir (Mareşal) rütbesi ve "Gazi" unvanı verildi.

Sakarya Zaferi'nin sonuçları çok geçmeden siyasal alanda kendisini gösterdi. 13 Ekim 'de Kafkas Cumhuriyetleri ile Kars Antlaşması, 20 Ekim 'de Fransızlarla Ankara Antlaşması imzalandı.

Sakarya Meydan Savaşı'ndan sonra mağlup Yunanlılar, Afyon-Seyitgazi-Eskişehir çizgisine kadar çekilmişler; bu bölgede mevzilerini kuvvetlendirmek, önemli yerleri tel örgülerle sağlamlaştırmak suretiyle savunmada kalmışlardı; onların, bu geniş çizgi üzerinde üç kolordusu bulunuyordu.

Yunanlıların, tutundukları bu son mevzilerden de atılmaları, Türk ordusunun kesin sonuçlu bir savaşı kazanmasına gerek gösteriyordu. Düşmanın Anadolu'dan tamamen çıkartılması, ancak bu şekilde mümkün olabilecekti. Yunanlılar ve onlara koruyuculuk yapan İngilizler ise, mevsimin ilerlemiş olduğunu, Türk hükümetinin içinde bulunduğu güçlükleri ve Anadolu'daki ekonomik durumun ağırlığını göz önüne alarak, Türk ordusunun genel bir saldırısını imkânsız görüyorlar; ordumuzun bir süre daha dayandıktan sonra ister istemez barış isteğinde bulunacağını hesaplıyorlardı. Bu nedenle kendileri barışa yanaşmıyorlar, işgal ettikleri toprakları ellerinde bulundurarak vakit kazanmak suretiyle daha kârlı çıkacaklarını düşünüyorlardı.29

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ise, düşmanın hayal ürünü bu hesaplarının dışında genel saldırı hazırlıklarını sürdürmek suretiyle gerçekçi bir yol izliyor; ancak saldırının zamanını ve şeklini son derece gizli tutuyordu. Çünkü ona göre, "Yarım hazırlıkla, yarım önlemlerle yapılacak saldırı, hiç saldırıda bulunmamaktan daha kötü idi". Nihayet eldeki bütün imkânlar kullanılarak, memleketin maddî ve manevî bütün güçleri aynı amaca yöneltilerek saldırı zamanının geldiğine karar verildi. Bununla beraber, Yunanlılar asker sayısı, araç ve gereç yönünden yine de üstünlüklerini korumakta idiler.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa tarafından en ince ayrıntılarına kadar hazırlanan Büyük Saldırı ve onu izleyecek meydan savaşı plânı, 27/28 Temmuz gecesi, Akşehir'e çağrılan ordu komutanlarına açıklandı. Onların da görüşleri alınarak Batı Cephesi Orduları'na 6 Ağustos 'de gizli olarak "saldırıya hazırlık" emri verildi.

Büyük Saldırı plânı gerçekten dâhiyane, dâhiyane olduğu kadar da her şeyi göze alıcı ve tehlikeli idi. Zira kuvvetlerimizin hemen tamamı, saldırının ağırlık merkezi olarak kabul edilen Afyon-Konya demiryolunun güneyine kaydırılmış, başka cephelere kuvvet ayırma hususu, ister istemez ikinci plânda düşünülmüştü. Bunun sonucu olarak Eskişehir-Ankara yönü, açık denecek bir durumda bırakılmıştı. Keza cephenin ağırlık merkezi olarak kabul edilen bölgenin arkası da göller bölgesine dayanıyordu. Başarısızlık halinde, bu bölgede savaşan I. Ordu'nun durumu kritikleşebilirdi.30

Bu plân, ancak büyük komutanların yönetiminde başarıya ulaşabilirdi ve bütün riskleri etkisiz kılacak faktör, ne pahasına olursa olsun mağlup olmamak kararı idi. Gerçekten de öyle oldu.

26 Ağustos sabahı saat 'da topçularımızın ateşiyle Kocatepe'den Büyük Türk Saldırısı başladı. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa da bu sırada Kocatepe'de bulunuyordu. Saldırı, kısa sürede Afyon-Konya demiryolu çizgisi boyunca başarılı bir şekilde gelişti. Bu çizginin güneyinden I. Ordu, kuzeyinden II. Ordu saldırıda bulunuyordu; ancak cephenin ağırlık merkezi, I. Ordu bölgesinde toplanmıştı.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'nın büyük komuta yeteneğiyle ateş çizgisinde yönettiği bu saldırıda ordumuzun Genelkurmay Başkanlığı'nı Fevzi (Çakmak) Paşa, Batı Cephesi Komutanlığı'nı İsmet Paşa üstlenmişti. I. Ordu'ya Nurettin Paşa, II. Ordu'ya Yakup Şevki Paşa, Süvari Kolordusu'na da Fahrettin (Altay) Paşa komuta ediyordu. Hızla gelişen saldırı sonucu, 26/27 Ağustos gecesi Yunan ordusunun birçok mevzii düşürüldü. Anî baskın şeklindeki bu saldırı karşısında şaşıran Yunanlılar çekilmeye başladı. Ordumuz 27 Ağustos günü Yunan işgalindeki Afyon'a girdi. Türk ordusunun bu ilerleyişi karşısında Yunan ordusu, Dumlupınar mevzilerine çekilme kararı aldı. Kuvvetlerimiz 29 Ağustos 'de Dumlupınar mevzilerine saldırıya başladı. 30 Ağustos günü Dumlupınar bölgesinde kişilik Yunan ordusu tamamen kuşatılmıştı. "Başkomutan Meydan Savaşı" adını alan bugünkü savaşta, düşmanın büyük kısmı imha edildi. Aynı gece Kütahya da ordumuz tarafından kurtarılmış bulunuyordu. Ancak, mağlup düşmanın çekilme yollarının da kesilmesi ve İzmir doğrultusunda aralıksız izlenmesi gerekiyordu. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, 1 Eylül günü, komutası altındaki kuvvetlere: "Ordular! İlk hedefiniz Akdenizdir, ileri!" emrini verdi.

Son hızla İzmir yönünde ilerleyen kuvvetlerimiz, 1 Eylül 'de Uşak'ı, 2 Eylül'de Eskişehir'i, 3 Eylül'de Nazilli, Simav, Salihli, Alaşehir ve Gördes'i, 6 Eylül'de Balıkesir ve Bilecik'i, 7 Eylül'de Aydın'ı, 8 Eylül'de de Manisa'yı Yunan işgalinden kurtardılar. Bu arada, 2 Eylül günü I. Yunan Ordusu Komutanı General Trikopis ile II. Yunan Ordusu Komutanı General Diyenis ve bir kısım yüksek rütbeli Yunan subayları esir alındılar. Türk birlikleri 9 Eylül sabahı İzmir'e girdiler; bu sabahtan itibaren Kadifekale'de Türk bayrağı dalgalanmaya başladı. Bu büyük zaferle Anadolu, 4 yıl süren düşman istilâsından, düşman işgalinden kurtarılmış, "Türkiye Türklerindir!" gerçeği bir kere daha kanıtlanmıştı.

Mondros Ateşkesi ile başlatılan ve Sevr Antlaşması'yla gerçekleştirildiği zannedilen, Türk milletini Anadolu topraklarından çıkarmak ve tarihten silmek isteyen korkunç ve hain zihniyete karşı, milletimizin maddî ve manevî bütün güç kaynaklarını seferber ederek kazandığı bu büyük zaferler, Mustafa Kemal Paşa'nın ifadesi ile tek bir amaca yönelikti: "Kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak!" Atatürk diyor ki: "Hiçbir zafer, amaç değildir. Zafer, ancak kendisinden daha büyük bir amacı elde etmek için gereken araçtır. Amaç, fikirdir. Zafer, bir fikrin elde edilişine hizmeti oranında kıymet ifade eder. Bir fikrin elde edilişine dayanmayan bir zafer, ömürlü olamaz. O, boş bir gayrettir. Her büyük meydan savaşından, her büyük zaferin kazanılmasından sonra yeni bir âlem doğmalıdır, doğar. Yoksa başlı başına zafer, boşa gitmiş bir gayret olur."31 İşte Büyük Türk Zaferi'nden sonra da Türk milleti için yeni bir âlem doğmuş; lâik, demokratik ve çağdaş Türk Devleti'nin kuruluşuna uzanacak olan bütün yollar açılmıştı. Bu nedenle, kazanılan büyük askerî zaferlerin başarılı sonuçlarını toplamak üzere siyasal faaliyetlere önem verildi. 11 Ekim 'de İtilâf Devletleri'yle imzalanan Mudanya Ateşkes Antlaşması ile silâhlar bırakıldı; Türk ve Yunan kuvvetleri arasındaki çarpışmalara son verildi. Yine bu anlaşmaya göre, Edirne'yi de içine almak üzere Doğu Trakya'nın Yunanlılar tarafından boşaltılması kabul edildi; İstanbul ve boğazlar bazı kayıtlarla idaremize bırakıldı.

1 Kasım 'de Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı ile Saltanat'la Hilâfet birbirinden ayrılarak Saltanat kaldırıldı. O gün Mustafa Kemal Paşa, Meclis kürsüsünden şunları söylüyordu: "Millet, yazgısını doğrudan doğruya eline aldı ve millî saltanat ve egemenliğini bir şahısta değil, bütün bireyleri tarafından seçilmiş vekillerden oluşan bir Yüce Meclis'te temsil etti. İşte o Meclis, Yüce Meclisinizdir; Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. Milletin saltanat ve egemenlik makamı yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir."32 Meclis'in bu tarihî kararı üzerine, son Osmanlı Padişahı Vahdettin bir İngiliz savaş gemisiyle yurt dışına kaçtı.

Artık sıra barış görüşmelerine gelmişti. Lozan Barış Konferansı, 20 Kasım günü toplandı. Aylarca süren, zaman zaman da çok çetinleşen bu görüşmelerde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'ni -Mudanya Ateşkes görüşmelerinde olduğu gibi- İsmet (İnönü) Paşa temsil ediyordu. Nihayet 24 Temmuz günü antlaşma imzalandı. Bu antlaşma ile yeni Türkiye Devleti'nin bağımsızlığı bütün dünyaca onaylanıyor, millî sınırlarımız çiziliyor, ekonomik alanda Osmanlılar döneminden kalma eski pürüzler temizlenerek kapitülâsyonlar kaldırılıyordu. Diploması alanında kazanılan bu sonuç, gerçekten çok önemliydi. Zira bu antlaşma Atatürk'ün ifadesiyle "Türk milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması'yla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastın yıkılışını ifade eden bir vesika" idi. "Bu sebeple Osmanlı dönemine ait tarihte benzeri görülmemiş bir siyasî zafer eseri idi."33

Ankara, 13 Ekim 'de Büyük Millet Meclisi kararı ile Türkiye Devleti'nin Hükümet Merkezi oldu. Artık mevcut yönetimin isminin de açıkça ifadesi ve ilânı gerekiyordu. Nihayet 29 Ekim akşamı, yapılan bir Anayasa değişikliği ile cumhuriyet ilân olundu. Milletvekilleri bu büyük olayı ayakta "Yaşasın cumhuriyet!" sesleriyle kutladılar. Bu sonucu takiben cumhurbaşkanlığı seçimine geçildi. Ankara Milletvekili Mustafa Kemal Paşa, oybirliği ile Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı seçildi.

Cumhuriyetin ilânı ile gerçekten bu büyük devrimin yanı sıra devlet örgütü ve toplum yönetiminin de çağdaş devlet anlayışına uygun olarak lâikleşmesi gerekiyordu. Böyle bir anlayış içinde halifeli cumhuriyet söz konusu olamazdı. Bu sebeple 3 Mart 'te, artık hiçbir gereği kalmayan, aksine lâik ve bağımsız cumhuriyet rejimi için zararlı bir kuruluş halini almış bulunan halifelik de kaldırıldı ve son halifeyle beraber Osmanlı hanedanı yurt dışına çıkarıldı.

Artık devletin çağdaş bir şekil alması, milletin çağdaş uygarlık düzeyine en kısa zamanda erişebilmesi yolunda büyük devrimler birbirini izlemeye başladı. Öğretim Birliği yasası ile eğitim ve öğretimde birlik sağlandı; lâik ve millî bir yol izlendi. Medreseler kapatılarak çağdaş kültürü benimseyen cumhuriyet okulları açıldı. Bu dönem içinde şapka ve kıyafet devrimi yapıldı. Halkı uyuşukluğa yönelterek her türlü hayat enerjisini yok eden tekkeler, zaviyeler, türbeler kapatıldı; Seriye ve Evkaf Vekâleti kaldırıldı. Lâik devlet ilkesi kabul edilerek din ve devlet işleri kesin olarak birbirinden ayrıldı. Hukuk alanında, seriye mahkemeleri ve Mecelle kaldırılarak Türk Medenî Yasası'yla beraber birçok yeni yasalar kabul edildi. Bilim ve kültür işlerine büyük önem verildi; Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu kurularak Türk tarihi ve Türk dili üzerinde önemli çalışmalar yapıldı. Atatürk'ün en büyük eserlerinden biri olan harf devrimi meydana geldi; Arap harfleri terk edilerek Lâtin harfleri esasına dayanan Türk alfabesi yapıldı. Üniversite'de de büyük bir reform gerçekleştirilerek ona çağdaş bir nitelik kazandırıldı; bu arada gerek duyulan çeşitli fakülteler ve kürsüler açıldı. Uluslararası takvim, saat ve rakamlar kabul edildi. Kadın hukukunda reform yapılarak Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı tanındı. Ekonomik hareketlere önem verildi; ticaret ve millî sanayi geliştirildi. Tarımsal faaliyetler genişletildi. Sağlık işlerine önem verildi. Güçlü bir ordu kuruldu. Yeni Türkiye Devleti'nin temeli olan bütün bu devrimlere "Atatürk Devrimleri" adı verildi. Devrimlerin memlekette daha çabuk ve daha sağlam yerleşmesi için, bütün Türk halkını içine almak üzere, Cumhuriyet Halk Partisi kuruldu; cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, lâiklik ve devrimcilik Türkiye siyasetinin ilkeleri olarak kabul edildi.

Milleti çağdaş uygarlığa götüren bu zorunlu gidiş karşısında, muhalefeti oluşturan, fakat bir kolu da tutuculuğa ve gericiliğe dayanan bir grup tedirgin oldu. Siyasal alanda da kendilerine temsilciler bulan bu grup, bütün bu gidişten Atatürk'ü sorumlu tuttukları için ona Haziranında İzmir'de bir suikast girişiminde bulundularsa da başarı sağlayamadılar ve millet tarafından günlerce lanetlendiler.

Büyük Önder, devrimlerinin büyük bölümünü başardıktan sonra Türk Bağımsızlık Mücadelesi'ni ve yeni Türkiye'nin kuruluşunu anlatan Büyük Söylev'ini yazdı. Bunu yılında, Parti Kongresi'nde altı gün devam eden büyüleyici hitabetiyle okudu. Değerli görüş, yorum ve eleştirilerle dolu olan bu eser, Türk tarihinin olduğu kadar Türk edebiyatının da ölmez eserleri arasında yer aldı.

Mustafa Kemal Paşa, kurtuluştan sonra memleketi baştan başa dolaşarak halka devrimlerin ve yeni Türk Devleti'nin ideolojisini anlattı. yılında Meclis, özel bir yasayla kendisine "ATATÜRK" soyadını verdi. Büyük Adam, son yıllarında tükenmeyen bir çaba ve heyecanla Hatay'ın anavatana katılışına çalıştı. Genel sağlığında başgösteren karaciğer yetersizliği zamanla ağırlaştı; siroz gelişti. Bu nedenle son günlerini, hasta ve yatakta geçirdi. 10 Kasım Perşembe günü saat dokuzu beş gece Dolmabahçe Sarayı'nda yaşama gözlerini kapadı. Ölümü bütün dünyada geniş yankılar yaptı ve büyük üzüntü yarattı.

Atatürk'ün ilaçlanmış na'şı, Dolmabahçe Sarayı salonunda özel bir katafalk'a yerleştirildi. Türk bayrağına sarılı ve başında silâh arkadaşlarının nöbet tuttuğu kutsal tabut, üç gün süreyle milletin ziyaretine bırakıldı; daha sonra 20 Kasım günü Ankara'ya getirildi. 21 Kasım 'de büyük törenle Etnografya Müzesi'nde hazırlanan lahdin üstüne kondu. Cenaze törenine bütün dünya devletleri özel temsilciler gönderdi; bu törende Çanakkale'de ve diğer savaşlarda ona karşı savaşmış yabancı generaller özellikle dikkati çekiyordu. 10 Kasım günü aziz na'şı, Etnografya Müzesi'ndeki geçici kabrinden alınarak büyük bir törenle Anıtkabir'e nakledildi ve burada toprağa verildi.

*  Atatürk'ün doğduğu ev, Selanik'te Kocakasım Mahallesi, Islahhane Caddesinde olup bugün Türkiye Konsolosluğu'nun bahçe sınırları içindedir ve müze haline getirilmiştir.

1   Osmanlı Devletinde sivil ortaokul.

2   Osmanlı Devletinde askerî ortaokul.

3   Osmanlı Devletinde askerî lise.

*   Osmanlı döneminde, Batı Trakya'da Edirne'ye bağlı bir kasaba (Bugün Yunanistan sınırları içindedir).

4   Ruşen Eşref ÜNAYDIN, Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat, , s

5   Utkan KOCATÜRK, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, Türk Tarih Kurumu Yayını, , s.4

6   Kemal ATATÜRK, Nutuk I, s

7   ATATÜRK, a.g.e., s

8   Bu müfettişliğin adı, 15 Haziran 'da Üçüncü Ordu Müfettişliği olarak değiştirilmiştir.

9   Hüsrev GEREDE, Asır dergisi, cilt: 3, sayı: 66, s,

10 Kemal ATATÜRK, Nutuk I, s; Kâzım KARABEKİR, İstiklâl Harbimiz, Türkiye Yayınevi , s

11 KOCATÜRK, a.g.e., s

12 KOCATÜRK, a.g.e., s

13  KOCATÜRK, a.g.e., s

14 KOCATÜRK, a.g.e., s

15 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri II, s.

16 Cevat DURSUNOĞLU, Millî Mücadele'de Erzurum, , s.

17 Utkan KOCATÜRK, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, , s.

18 Utkan KOCATÜRK, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, , s

19 Utkan KOCATÜRK, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, , s

20 Kemal ATATÜRK, Nutuk II, s

21 Kemal ATATÜRK, Nutuk II, s

22 Utkan KOCATÜRK, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, , s

23 Utkan KOCATÜRK, Celâl Bayar'la Bir Konuşma, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, sayı:5, , s

24 Kemal ATATÜRK, Nutuk II, s

25 T.B.M.M. Zabıt Cerideleri, Devre: I, Cilt: XII, s

26 Utkan KOCATÜRK, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, , s.

27 Atatürk'ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, , s

28 Kemal ATATÜRK, Nutuk II, s

29 Nusret ÖZSELÇUK, 30 Ağustos Zaferi, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı:9, , s

30 ÖZSELÇUK, a.g.e., s.

31 Ruşen Eşref ÜNAYDIN, Atatürk'ü Özleyiş, s. 44

32 Utkan KOCATÜRK, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, , s

33 Kemal ATATÜRK, Nutuk II, s

BU BÖLÜMÜN HAZIRLANMASINDA YARARLANILAN KAYNAKLAR

ATATÜRK, Kemal: Nutuk, cilt: I-III, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını,

ATATÜRK, Kemal: Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, I-V, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını

BAYUR, Hikmet: Atatürk Hayatı ve Eseri, Güven Basımevi, Ankara

BIYIKLIOĞLU, Tevfik: Atatürk ve İnönü Muharebeleri, Resimli Tarih Mecmuası, cilt: 5, sayı,

BORAK, Sadi: Atatürk, Başak Kitabevi, İstanbul

BORAK, Sadi: Ata ve İstanbul, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Yayını, İstanbul,

ÇAYCI, Abdurrahman: Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Millî Bağımsızlık ve Çağdaşlaşma Önderi (Hayatı ve Eseri), Atatürk Araştırma Merkezi Yayını,

ÇELİKER, Fahri: Bitlis'in Kurtuluşu ve Mustafa Kemal Paşa, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı: 8,

ÇELİKER, Fahri: Çanakkale ve Mustafa Kemal, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı: 9, Ankara

DURSUNOĞLU, Cevat: Millî Mücadele'de Erzurum, Ankara,

DURSUNOĞLU, Cevat: Erzurum Kongresi'ni Cevat Dursunoğlu Anlatıyor, Konuşan: Dr. Utkan Kocatürk, Ulus gazetesi, 23 Temmuz

EROĞLU, Hamza: Atatürk'ün Üstün Kişiliği, Ankara

GÖRGÜLÜ, İsmet: Atatürk'ün Anıları (Büyük Gazimizin Büyük Hayatından Hatıralar), Bilgi Yayınevi, Ankara,

İĞDEMİR, Uluğ: Atatürk ve Anzaklar, Türk Tarih Kurumu Yayını, İĞDEMİR, Uluğ: Atatürk'ün Yaşamı, I. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayını,

İLHAN, Suat: Atatürk ve Harp Yönetimi, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, KARABEKİR, Kâzım: İstiklâl Harbimiz,Türkiye Yayınevi, İstanbul,

KOCATÜRK, Utkan: Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi (), 3. Basım, Türk Tarih Kurumu Yayını,

KOCATÜRK, Utkan: Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını,

KOCATÜRK, Utkan:  Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını,

ÖZSELÇUK, Nusret: 30 Ağustos Zaferi, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: III, Sayı: 9,

REİSİCUMHUR HAZRETLERİNİN TERCÜME-İ HALLERİ: Türkiye Cumhuriyeti Devlet Sal namesi (). T.C. Başbakanlık Yayını, İstanbul

ŞIVGIN, Hale:  Trablusgarp Savaşı ve Türk İtalyan İlişkileri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını,

ŞİMŞİR, Bilâl N.: İngiliz Belgeleriyle Sakarya'dan İzmir'e (), Milliyet Yayınlan, İstanbul

TEZER, Şükrü: Atatürk'ün Hatıra Defteri, Türk Tarih Kurumu Yayını,

TÜRK İSTİKLÂL HARBİ, Cilt: I-VII, T.C. Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayını,

ÜNAYDIN, Ruşen Eşref: Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat, İstanbul, ÜNAYDIN, Ruşen Eşref: Atatürk'ü Özleyiş, Hatıralar, Türkiye İş Bankası Yayını,

Kaynak: A A M, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Prof. Dr. Utkan KOCATÜRK. monash.pwım. ISBN :   

Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı

Atatürk'ün Selânik'te doğumu.


Atatürk'ün ilk öğrenimine başlaması (Kısa bir süre mahalle mektebine devam etmiş, daha sonra çağdaş eğitim yapan Şemsi Efendi Okulu'na geçerek ilkokulu burada bitirmiştir.)


Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendi'nin ölümü.


Atatürk'ün Selânik Askerî Rüştiyesi'ne girişi (Atatürk kısa bir süre Selânik Mülkiye Rüştiyesi'ne gitmişse de öğrenimine daha sonra Askerî Rüştiye'de devam etmiş ve okulu yılında bitirmiştir. Bu okulda matematik öğretmeni. Mustafa Efendi, genç öğrencisi Mustafa'nın adının sonuna "Kemal" ismini ilâve etmiştir.) Atatürk'ün Manastır Askerî İdadisi'ne girişi ( yılında bitirmiştir) Atatürk'ün Manastır Askerî İdadisi'ni bitirerek İstanbul'da Harp Okulu'nun piyade sınıfına yazılışı, Atatürk'ün teğmen rütbesiyle Harp Okulu'nu bitirişi ve öğrenimine Harp Akademisi'nde devam etmesi.


11 Ocak

Atatürk'ün Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle Harp Akademisi'nden mezun oluşu.


5 Şubat

Atatürk'ün -kurmaylık stajı için- Şam'da 5. Ordu emrine atanması.


10 Şubat

Atatürk'ün Şam'a gitmek üzere İstanbul'dan hareketi.


Ekim

Atatürk'ün Şam'da bazı arkadaşları ile gizli olarak "Vatan ve Hürriyet Cemiyeti"ni kuruşu.


20 Haziran

Atatürk'ün kolağası (kıdemli yüzbaşı) oluşu.


13 Ekim

Atatürk'ün Şam'dan, merkezi Manastır' da bulunan 3. Ordu Karargâhı'na atanması (Bu karargâhın Selânik'teki şubesinde çalıştırılmıştır. )


23 Şubat

Atatürk'ün General Litzmann'dan çevirdiği "Takımın Muharebe Talimi" adlı -askerî eğitimle ilgili- kitabın Selânik'te yayımlanması.


22 Haziran

Atatürk'e, 3. Ordu Kararğâhı'ndaki görevinin yanısıra Üsküp-Selânik arasındaki demiryolu müfettişliği görevinin de verilmesi.


23 Temmuz

İkinci Meşrutiyet'in ilânı.


13 Ocak

Atatürk'ün Üçüncü Ordu Selânik Redif Tümeni Kurmay Başkanlığı'na getirilişi.


3 Nisan

İstanbul'da İkinci Meşrutiyet'e karşı -avcı taburlarının ayaklanmasıyla- büyük isyan çıkması (31 Mart İsyanı)


15/16 Nisan

Atatürk'ün Hareket Ordusuyla beraber -bu orduriun Kurmay Başkanı olarak- Selânik'ten İstanbul'a hareketi.


19 Nisan

Atatürk'ün Hareket Ordusu'yla beraber İstanbul'a gelişi.


16 Mayıs

Atatürk'ün 31 Mart olayının bastırılmasından sonra tekrar Selânik'e dönüşü.


30 Ağustos

Atatürk'ün -kolağası rütbesiyle- Cumalı Karargâhı'ndaki askerî manevra'ya katılışı.


8 Eylül

Cumalı Karargâhı'ndaki askerî manevranın sona erişi ve Atatürk'ün Cumalı'den ayrılışı.


22 Eylül

Selânik'te "İttihat ve Terakki Büyük Kongresi"nin toplanışı (Atatürk, bu kongrede bir konuşma yaparak ordunun siyasetten çekilmesi gereğini savunmuştur.)


5 Kasım

Atatürk'ün -Selânik Redif Tümeni Kurmay Başkanlığından- tekrar Üçüncü Ordu Karargâhı'na atanması.


Atatürk'ün "Cumalı Ordugâhı" adlı kitabının Selânik'te yayımlanması (Bu küçük kitap, 30 Ağustos-8 Eylül arasında Cumalı Kararaâhı'nda yapılan askerî manevra esasında tutulan not ve krokilerden oluşmuştur.)


6 Eylül

Atatürk'ün Ücüncü Ordu Subay Talimgâhı Komutanlığı'na atanması.


Eylül

Atatürk'ün orduyu temsilen, Pikardi manevralarını izlemek amacıyla Fransa'ya gönderilişi.


1 Kasım

Atatürk'ün Ücüncü Ordu Subay Talimgâhı Komutanlığı'ndan tekrar Üçüncü Ordu Karargâhı'na atanması.


15 Ocak

Atatürk'ün, 5. Kolordu Karargâhı'nda, daha sonra yine Selânik'te bulunan Piyade Alayı'nda görevlendirilmesi.


Mart

Atatürk'ün Arnaveıtluk'ta çıkan isyanı bastırmak üzere düzenlenen harekâtta Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa'nın yanında görev alışı.


19 Nisan

Atatürk'ün 5. Kolordu'nun Selânik-Kılkış arasında yaptığı manevralara -kolağası rütbesiyle- katılması (Manevra 20 Nisan akşamı sona ermiştir.)


14 Eylül

Atatürk'ün, Selânik'te Piyade Alay, Kumandanlığı'ndaki görevinden alınarak İstanbul'da Genelkurmay I. Şube'de bir göreve atanması.


29 Eylül

İtalyanların Trablusgarp'ta Osmanlı Devleti'ne harp ilânı


5 Ekim

İtalyanların Trablusgarp'a saldırıya geçmesi Atatürk'ün, Trablusgarp'a gönüllü gitmek üzere -Gâzeteci Mustafa Şerif kimliği ile- bir kısım arkadaşlarıyla beraber İstanbul'dan ayrılışı (İskenderiye üzerinden Trablusgarp'a geçmiştir.)


27 Kasım

Atatürk'ün binbaşılığa terfi edişi


8 Aralık

Atatürk ve arkadaşlarının Bingazi'ye gelişi (Atatürk, burada Tobruk Bölgesi komutanı Ethem Paşa'nın Kurmay Başkanı olarak göreve başlamıştır.)


19 Aralık

Atatürk'ün -Ethem Paşa'nın yerine- Tobruk Bölgesi Komutanlığı'na getirilişi


30 Aralık

Atatürk'ün Derne'ye gelişi ve Derne doğusundaki Şark Gönüllüleri Komutanlığı' nı üzerine alışı.


l9ll

Atatürk'ün, "Tâbiye Tatbikat Seyahatı" adlı kitabının Selânik'te yayımlanması (Bu küçük kitap, 5. Kolordu'nun Nisan günleri yaptığı ve Atatürk'ün de kolağası rütbesiyle katıldığı bir askeri tatbikatın not ve krokilerinden oluşmuştur.)


12 Mart 19l2

Atatürk'ün Deme Komutanlığı'na atanması


Karadağ'ın harp ilânı ile Balkan Harbi'nin başlaması


24 Ekim l

Atatürk'ün Trablusgarp'tan İstanbul'a hareketi


25 Kasım Atatürk'ün Gelibolu'da bulunan Bahr-i , Sefîd (Akdeniz) Boğazı Kuvay-ı Mürettebesi Komutanlığı Harekât Şubesi Müdürlüğü'ne atanması


1 Aralık

Atatürk'ün İstanbul'dan Bolayır'a hareketi


Atatürk'ün, General Litzmann'dan çevirdiği "Bölüğün Muharebe Talimi" adlı -askerî eğitimle ilgili- kitabın İstanbul'da yayımlanması


27 Ekim

Atatürk'ün Sofya Ataşemiliterliğine atanması


20 Kasım

Atatürk'ün Sofya'ya gelişi.


11 Ocak

Atatürk'e, Sofya Ataşemiliterliğine ilâveten Belgrat ve Çetine Ataşemiliterliklerini de yürütme görevi verilmesi.


1 Mart

Atatürk'ün yarbaylığa terfi edişi.


Mayıs

Atatürk'ün, Nuri (Conker)'in "Zâbit ve Kumandan" adlı,konferanslardan oluşan eseri üzerine, -onunla sohbet şeklinde "Zâbit ve Kumandanla Hasbihal" adlı kitabını yazması (Bu kitap, bir süre gecikme ile Aralık ayında İstanbul'da yayımlanmıştır.


1 Ağustos

Almanya'nın Rusya'ya harp ilânı ile I. Dünya Savaşı'nın başlaması.


29 Ekim

Osmanlı. Devleti'nin, I. Dünya Savaşı'na girişi.


20 Ocak

Atatürk'ün, Tekirdağ'da teşkil edilecek Tümen Komutanlığı'na atanması.


2 Şubat

Atatürk'ün Tekirdağ'a gelişi ve Tüme- ni kurma çalışmalarına başlaması.


25 Şubat

Tekirdağ'daki Tümen Komutanlığı'nın Maydos (Eceabat)'a nakli ve Atatürk'ün Tümen Komutanlığı üzerinde olmak üzere Maydos Bölgesi Komutaııı olarak görevini sürdürmesi.


18 Mart

Çanakkale Boğazı'nı geçmeye teşebbüs eden İngiliz donanmasının, ağır zayiat vererek başan kazanamaması.


23 Mart

Gelibolu'da 5. Ordu'nun kurulması kararı ve komutanlığına Alman Generali Liman von Sanders'in atanması (26 Mart günü Gelibolu'ya gelmiştir.)


18 Nisan

Atatürk'ün komutasındaki Tümenin, 5. Ordu'nun genel ihtiyatını oluşturmak üzere Bigalı'ye gönderilişi.


25 Nisan

Çanakkale'de İngilizlerin Seddülbahir ve Arıbumu bölgesinde çıkarma hareketine başlaması; Bigali'den gelen Atatürk komutasındaki Tümen kuvvetlerinin taarruzu ile geri çekilmeye mecbur edilişi (Düşman çıkarması 26 ve 27 Nisan günleri de devam etmiş; ancak Atatürk komutasındaki askerlerimizin kahramanca savunması karşısında başarısız kalmıştır.)


1 Haziran

Atatürk'ün albaylığa terfi edişi.


15 Temmuz

Atatürk'e Harp Madalyası verilişi.


6 Ağustos

Düşmanın Çanakkale'de takviyeli kuvvetlerle yeni bir taarruzu (Bu taarruz, 7 Ağustos günü de devam etmiş, ancak Atatürk'ün aldığı önlemler sayesinde gelişme imkânı bulamamıştır. )

Düşmanın akşam Anafartalar bölgesine asker çıkararak bu bölgeden de ilerleme girişimi.


8 Ağustos

Atatürk'ün -General Liman von Sanders' in emri ile- "Anafartalar Grubu Komutanlığı"na getirilişi.


9 Ağustos

Atatürk komutasındaki kuvvetlerin, Anafartalar bölgesinde İngilizlere taarruzu; düşmanın tekrar çıkarma yaptığı kıyılara itilmesi.


10 Ağustos

Atatürk komutasındaki kuvvetlerin, Conk· bayırı'nda İngilizlere taarruzu ve düşmanın ilerlemesine imkân verilmemesi (Bugünkü muharebeler esnasında Atatürk'ün kalbini hedef alan bir kurşun, göğüs cebindeki. saate çaıpıp geri döndüğünden, kendisi mutlak bir ölümden kurtuldu.)


1 Eylül

Atatürk'e, Anafartalar Grubu Komutanlığı'ndaki üstün başanlan sebebiyle "Muharebe Gümüş Liyakat Madalyası" verilişi.


10 Aralık

Atatürk'ün,"Anafartalar Grubu Komutanlığı"ndan istifası (Bu istifa,rdu Komutanı General Limon von Sanders tarafından kabul edilmemiş, kendisi izinli olarak İstanbul'a dönmüştür.)


19/20 Aralık

İngilizlerin gece Çanakkale'yi tâhliye etmeleri.


17 Ocak

Atatürk'e,"Anafartalar Grubu Komutanlığı"ndaki üstün başarıları sebebiyle "Muharebe Altın Liyakat Madalyası" verilişi.


27 Ocak

Atatürk'ün, karargâhı Edirne'de bulunan Kolordu Komutanlığı'na atanması (Edirne'deki bu kolordu, Kafkas Cephesinin önem kazanması üzerine bir süre sonra aynı adla Diyarbakır'a nakledilmiştir.)


11 Mart

Atatürk'ün, Karargâhı Diyarbakır'a nakledilmesi kararlaştırılan Kolordu Komutanlığına atanması (Başkomutan Vekili Enver Paşa, bugün Atatürk'e telgraf çekerek Kolordu Karargâhıyla Resülayn (Ceylanpınar) üzerinden hemen Diyarbakır'a hareket etmesini istemiştir.)


12 Mart

Atatürk'ün, Kolordu'nurı Edirne'den Diyarbakır'a kaydırılması üzerine- Edirne'den İstanbul'a hareketi.


16 Mart

Atatürk'ün, Diyarbakır'daki görevine gitmek üzere İstanbul'dan ayrılışı.


26 Mart

Atatürk'ün Diyarbakır'a gelerek Kolordunun komutasını üzerine alması.


1 Nisan

Atatürk'ün mirliva (tuğgeneral)'lığa terfi edişi.


Haziran

Kolordu Karargâhı'nın Diyarbakır'dan Silvan'a nakledilmesi.


3 Ağustos

Atatürk komutasındaki kuvvetlerin Bitlis ve Muş yönünde taarruza geçişi.


8 Ağustos

Atatürk komutasındaki kuvvetlerin sabah Muş'u, akşam Bitlis'i düşman işgalinden kurtarışı.


13 Aralık

Atatürk'ün, -Ahmet İzzet Paşa'nın izinli olarak kısa bir süre İstanbul'a gitmesi üzerine - vekâleten karargâhı Diyarbakır'da bulunan 2. Ordu Komutanlığı'na atanması.


16 Aralık

Atatürk'ün, Silvan'dan hareketle Sekerat' ta 2. Ordu Karargâhı`na gelerek Komutan Vekilliği görevini üzerine alışı.


3 Ocak

Atatürk'ün, -Ahmet İzzet Paşa'nın izinden dönüşü üzerine- Sekerat'ta 2. Ordu Komutan Vekilliği'nden aynlarak Silvan'a dönüşü.


14 Şubat

Atatürk'ün Hicaz Kuvve-i Seferiyesi Komutanlığı'na atanması.


21 Şubat

Atatürk'ün Şam'a gitmek üzere Diyarbakır'dan ayrılışı.


5 Mart l

Atatürk'ün Şam'a gelişi ve Sina Cephesini teftişi.


5 Mart 19l7

Atatürk'ün Diyarbakır'daki 2. Ordu'ya vekâleten Komutan atanması.


11 Mart

Atatürk'ün 2. Ordu Komutan Vekili olarak Şam'dan Diyarbakır'a donüşü


16 Mart

Atatürk'ün 2. Orduya asaleten komutan atanması


14 Mayıs

Atatürk'ün Muş'un ikici defa düşman işgalinden kurtarışı (Muş, 8 Ağustos da kurtarılmış ise de 25 Ağustos da tekrar Rusların eline düşmüştü.)


5 Temmuz

Atatürk'ün, General Falkenhein'in komutasındaki Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı'na bağlı olarak Halep'te oluşturulması kararlagtırılan Yedinci Ordu Komutanlığı'na atanması.


Temmuz

Atatürk'ün Diyarbakır'dan İstanbul'a hareketi (rdu Karargâhı'nı oluşturmak üzere Başkomutan Vekili Enver Paşa tarafından İstanbul'a çağrılmıştır.)


Temmuz

Atatürk'ün Diyarbakır'dan İstanbul'a gelişi


15 Ağustos

Atatürk'ün İstanbul'dan Halep'e hareketi (rdu Karargâhı Halep'in Aziziye mevkiinde idi.)


20 Eylül

Atatürk'ün, Halep'ten -genel durum değerlendirmesi ve General Falkenhein ile anlaşmazlığına dair- Sadrazam ve Dahiliye Nazırı Talât Paşa ile Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa'ya raporu


Ekim Başı l

Atatürk'ün, -Yıldırım Orduları Komutanı General Falkenhein'le anlaşmazlık sonucu- Yedinci Ordu Komutanlığı'ndan istifa edişi


9 Ekim

Atatürk'ün tekrar Diyarbakır'da bulunan 2. Ordu Komutanlığı'na atanması (Atatürk, bu atamayı kabul etmediğinden işlem yürürlülük kazanmamış, kendisi 2. Ordu Komutanı sıfatiyle izinli sayılarak Halep'ten İstanbul'a gelmiştir.)


Ekim Sonu

Atatürk'ün, Halep'ten İstanbul'a dönüşü (9 ay kadar İstanbul'da kalmıştır.)


7 Kasım

Atatürk'ün, İstanbul'da Genel Karargâhta görevlendirilmesi


15 Aralık

Atatürk'ün, Veliaht Vahdettin Efendi'nin maiyetinde Almanya'ya gitmek üzere İstanbul'dan ayrılışı


4 Ocak l

Atatürk'ün Almanya seyahatinden İstanbul'a dönüşü


13 Mayıs l9l8

Atatürk'ün, böbrek rahatsızlığı sebebiyle tedavi için İstanbul'dan Viyana'ya hareketi (Viyana ve Karlsbat'ta 2,5 ay kadar tedavi görmüştür.)


4 Ağustos 19l8

Atatürk'ün Viyana'dan İstanbul'a dönüşü


7 Ağustos l

Atatürk'ün, General Falkenhein'in yerine Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı'na getirilmiş olan General Liman von Sanders'in emrindeki 7. Ordu'ya tekrar komutan atanması


15 Ağustos l

Atatürk'ün, ikinci defa atandığı 7. Ordu Komutanlığı görevine başlamak üzere İstanbul'dan Halep'e gelişi (Halep'te bir gün kaldıktan sonra 7. Ordu Karargâhı'nın bulunduğu Nablus'a gitmiştir. )


19 Eylül

İngilizlerin Halep Cephesi'nde büyük kuvvetlerle taarruza başlaması (Bu İngiliz taarruzu karşısında 8. Ordu Cephesi'nin yarılması üzerine 4 ve 7. Ordular da çekilme mecburiyetinde kalmışlardı. Atatürk komutasındaki 7. Ordu birlikleri düzenini ve savaş kudretini bozmadan Riyad'a, oradan da Halep'e çekildi.)


26 Ekim l9l8

Atatürk komutasındaki 7. Ordu kuvvetlerinin tekrar taarruza geçen düşman kuvvetlerini Halep'in kuzeyinde durdurması ve düşmanın bu hattı geçmesine imkân verilmemesi


30 Ekim

Mondros Mütarekesi'nin imzalanması


31 Ekim

Atatürk'ün rdu Komutanlığı da üzerinde kalmak üzere- Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı'na atanması ve Katma'dan Adana'ya gelerek General Liman von Sanders'den komutanlık görevini devralması


7 Kasım

Yıldırım Orduları Grubu ve rdu Komutanlıklarının kaldırılması ve Atatürk'ün Ordu Kumandanı sıfatiyle Harbiye Nezareti emrine verilmesi


10 Kasım

Atatürk'ün Adana'dan trenle İstanbul'a hareketi


13 Kasım

Atatürk'ün, Adana'dan İstanbul'a gelişi


Aralık Atatürk'ün, yılı Mayısında yazdığı- "Zâbit ve Kumandan İle Hasbihal" adlı kitabının İstanbul'da yayımlanması


30 Nisan

Atatürk'ün rdu Kıtaatı Müfettişliği'ne atanması


16 Mayıs

Atatürk'ün Anadolu'ya geçmek üzere Bandırma Vapuru i1e İstanbul'dan ayrılısı

l9 Mayıs 19l9

Atatürk'ün sabah Samsun'a çıkışı.


22 Mayıs l

Atatürk'ün Samsun'dan Sadarete raporu:" Millet yekvücut olup hakimiyet esasını, Türklük duygusunu hedef kabul etmiştir."

2l Haziran

Atatürk'ün İstanbul'da bulunan bazı tanınmış kimselere Amasya'dan mektup göndererek Millî Mücadele'ye davet etmesi:"Artık İstanbul Anadolu'ya hâkim değil, tâbi olmak mecburiyetindedir." "Size teveccüh eden fedakârlık pek büyüktür" "Millî gaye elde edilinceye kadar âcizleri Anadolu'dan ve milletin sinesinden ayrılmayacağım ve bu noktada nihayete kadar bir millet ferdi gibi çalışacağımı millete karşı mukaddesatım namına söz verdim ve hiç bir kuvvet bu millî karara mâni olamayacaktır."


22 Haziran

Atatürk'ün Amasya'dan Anadolu'da mülkî ve askerî makamlara genelgesi: "Vatanın tamamiyeti, milletin bağımsızlığı tehlikededir. Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır."


3 Temmuz

Atatürk'ün Erzurum'a gelişi, halk ve asker tarafından sevgi gösterileriyle karşılanışı.


8/9 Temmuz

Atatürk'ün resmî vazifesiyle beraber askerlik mesleğinden istifası.


9 Temmuz

Atatürk'ün resmî vazifesiyle beraber askerlik mesleğinden istifasını ordu'ya, vilâyetlere ve millete duyurması: " Bundan sonra mukaddes millî gayemiz için her türlü fedakârlıklâ çalışmak üzere sine-i millette bir ferd-i mücahit suretiyle bulunmakta olduğumu tamimen arz ve ilân eylerim.


14 Temmuz

Atatürk'ün askerlikten istifası ve Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin başına geçişinin Erzurum'da yayımlanan Albayrak Gazetesinde halka ilânı: " Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin istifanamesi bir azim ve iman vesikasıdır. Millette, henüz eski kanın sönmemiş olduğunu gösterir muazzam delildir. Anafartalar'da, millî şerefi, tarihin bugünkü nesilden beklemekte olduğu mukaddes vazifeyi yükselten ve yücelten bu muhterem Kumandanı bugünde Millî Mücadele'nin başında görmek mesut bir görüntüdür."


23 Temmuz

Erzurum Kongresi'nin açılışı ve Atatürk'ün Kongre'ye Başkan seçilmesi (Kongre 7 Ağustos 'da son bulmuştur.)


7 Ağustos

Erzurum Kongresi'nin Heyet-i Temsiliye seçimini takiben Atatürk'ün kısa bir konuşmasıyla son bulması: "Milletimizin kurtuluş ümidi ile çırpındığı en heyecanlı bir zamanda fedakâr muhterem heyetiniz her türlü eziyetlere katlanarak burada, Erzurum'da toplandı. Hassas ve necip bir ruh ve pek sağlam bir iman ile vatan ve milletimizin kurtuluşuna ait esaslı kararlar aldı. Bilhassa bütün cihana karşı milletimizin mevcudiyetini ve birliğini gösterdi. Tarih bu kongremizi şüphesiz ender ve büyük bir eser olarak kaydedecektir." Atâtürk'ün Heyet-i Temsiliye Reisliği'ne seçilmesi.


9 Ağustos

Atatürk,ün, askerlik mesleğinden ihracına, haiz nlduğu nişanların alınmasına ve fahrî yaverlik rütbesinin kaldırılmasına dair irade-i seniye çıkması.


2 Eylül l

Atatürk'ün Sivas'a gelişi, büyük tezahüratla karşılanması.


4 Eylül l9l9

Sivas Kongresi'nin açılışı ve Atatürk'ün Kongre'ye Başkan seçilmesi. (Kongre 11 Eylül 'da son bulmuştur.)


11 Eylül

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin resmen kuruluşu.


7 Ekim

Atatürk'ün -Heyet-i Temsiliye adına millete beyannamesi: "En ağır tarihî şartlar altında bile millî vakarından ve herkesin hukukuna riayetteki mazisinden gelen hasletlerinden zerre kadar ayrılmamış olan milletimizin bundan sonra da aynı tarz ve harekette sabit kalacağından ve bu suretle bu mübarek topraklara sahip olmaktaki liyakat-i medeniyesini bütün cihana tasdik ettireceğinde şüphe yoktur."


20 Ekim

Atatürk'ün, Rauf ve Bekir Sami Beylerle beraber Amasya'da İstanbul Hükûmeti'nin Bahriye Nazırı Salih Paşa ile görüşmelere başlaması (Amasya Mülâkatı).


7 Kasım 19l9

Atatürk'ün İstanbul'da toplanması kararlaştırılan Meclis-i Mebusan'a Erzurum'dan milletvekili seçilmesi.


27 Aralık

Atatürk'ün Ankara'ya gelişi ve büyük törenle karşılanması. (Atatürk şehre girdikten sonra Vali odasında bir müddet istirahat ederek çay içmişler, daha sonra Kolordu'yu ziyaretle buradan kendisine ve arkadaşlarına tahsis edilen Ziraat Mektebi'ne gelmişlerdir.).Atatürk'ün bütün teşkilâta, Ankara'ya geldiğini ve Heyet-i Temsiliye Merkezi'nin Ankara olduğunu bildiren telgrafı.


12 Ocak

İstanbul'da son "Osmanlı Meclis-i Mebusanı"nın açılması (İstanbul'un işgali üzerine 18 Mart günü son toplantısını yaparak çalışmalarına ara verme kararı almış, 11 Nisan 'de Padişah iradesi feshedilmiştir. )


28 Ocak

Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nın gizli toplantısında Misak-ı Millî'nin kabulü.


17 Şubat

Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nda Misak-ı Millî'nin yabancı parlamentolara ve basına bildirilme kararı.


16 Mart

İtilâf Devletleri tarafından İstanbul'un fiilen işmonash.pwürk'ün İstanbul'un işgali nedeniyle millete beyannamesi: " Bugün, İstanbul'u zorla işgal etmek suretiyle Osmanlı Devleti'nin yediyüz senelik hayat ve hâkimiyetine son verildi. Yani bugün Türk milleti, medenî kabiliyetinin, hayat ve istiklâl hakkının ve bütün istikbalinin müdafaasına davet edildi."


19 Mart

Atatürk'ün Ankara'da bir Meclis toplanması yolunda acele seçim yapılması için vilâyetlere, livalara ve kolordu komutanlarına genelgesi: "Ankara'da fevkalâde yetkiye malik bir Meclis, millet işlerini yönetmek ve denetlemek üzere toplanacaktır."


10 Nisan

Şeyhülislâm Dürrizade Abdullah'ın Anadolu'daki millî kuvvetleri kâfir ilân eden ve katlinin gerekli olacağını (!) bildiren fetvası.


16 Nisan

Ankara Müftüsü Rıfat Efendi'nin, Şeyhülislâm Dürrizade Abdullah'ın fetvasının dinen geçerli olamayacağını ilân eden fetvası.


23 Nisan

Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılması.


24 Nisan

Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na seçilmesi ve teşekkür konuşması: ". .. Gerek askerî gerekse siyasî hayatımın bütün dönem ve safhalarını işgal eden mücadelelerimde daima hareket kuralım, millî iradeye dayanarak milletin ve vatanın muhtaç olduğu gayelere yürümek olmuştur."


11 Mayıs

Atatürk'ün İstanbul'da Divan-ı Harp tarafından idama mahkûm edilmesi.


24 Mayıs

Atatürk hakkında 11 Mayıs tarihli idam kararının Padişah tarafından tasdiki.


8 Temmuz

Atatürk'ün Meclis'te konuşması: "Efendiler; memleketimizin ellide biri değil heyet-i umumiyesi tahrip edilse, heyet-i umumiyesi ateşler içinde bırakılsa, biz bu toprakların üstünde bir tepeye çıkacağız ve oradan müdafaa ile meşgul olacağız!"


10 Ağustos

İstanbul Hükûmeti ile İtilâf Devletleri arasında "Sevr Antlaşması"nın imzalanması.


2/3 Aralık

Ermenilerle "Gümrü Antlaşması"nın imzalanması.


5 Aralık

Atatürk'ün Bilecik'te Ahmet İzzet Paşa başkanlığındaki İstanbul Heyeti ile görüşmesi (Bilecik mülâkatı)


10 Ocak

Birinci İnönü Zaferi


ll Ocak

Atatürk'ün I. İnönü Zaferi münasebetiyle Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Bey'e tebrik telgrafı: " Bu muvaffakiyetin mukaddes topraklarımızı düşman istilâsından kâmilen kurtaracak olan kesin zafere bir hayırlı başlangıç olmasını Allah'tan diler ve bu tebrikâtın umum Batı Ordusu er ve subaylarına iletilmesini rica ederim."


1 Nisan

İkinci İnönü monash.pwürk'ün Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa'ya cevap telgrafı: ". Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin ters talihini de yendiniz. İstilâ altındaki bedbaht topraklarımızla beraber bütün vatan, bugün en uzak köşelerine kadar zaferinizi kutluyor.Düşmanın istilâ hırsı, azim ve hamiyetinizin yalçın kayalarına başını çarparak hurdahaş oldu!"


10 Mayıs l

Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu" Başkanı oluşu.


16 Temmuz

Atatürk'ün Ankara'da toplanan ve 21 Temmuz 'e kadar çalışmalarına devam eden Maarif Kongresi'ni açış konuşması: ". . Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara bilhassa meycudiyeti ile, hakkı ile, birliği ile çelişen bilûmum yabancı unsurlarla mücadele lüzumunu ve milli düşünceleri tam bir imanla her mukabil fikre karşı şiddetle ve fedakârâne müdafaa zarureti telkin edilmelidir."


18 Temmuz

Atatürk'ün Ankara'dan, Karacahisar'daki Batı Cephesi Karargâhı'na gelişmonash.pwürk'ün Batı Cephesi Karargâhı'nda İsmet Paşa'ya direktifi: "Orduyu; Eskişehir'in kuzey ve güneyinde topladıktan sonra, düşman ordusuyla araya büyük bir mesafe koymak lâzımdır ki, ordunun tanzim, tensik ve takviyesi mümkün olabilsin. Bunun için Sakarya doğusuna kadar çekilmek caizdir."


5 Ağustos

Atatürk'e geniş yetkiler ve üç ay süre ile Başkomutanlık tevcih eden Kanunun kabulü. : Atatürk'ün Başkomutan oluşundan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde konuşması: " Efendiler, zavallı milletimizi esir etmek isteyen düşmanları, Allah'ın yardımıyıa behemehal mağlup edeceğimize dair olan emniyet ve itimadım bir dakika olsun sarsılmamıştır. Bu dakikada bu kesin inaneımı yüksek heyetinize karşı, bütün millete karşı ve bütün âleme karşı ilân ederim."


23 Ağustos

Yunan Ordusu'nun taarruzu ve Sakarya Meydan Muharebesi'nin başlaması (22 gün 22 gece devam etmiştir.)


26 Ağustos

Başkomutan Atatürk'ün emri: "Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz.


13 Eylül

Sakarya Meydan Muharebesi'nin sonuçlanması ve düşmanın Sakarya nehrinin doğusunda imha ile zaferin kazanılması.


19 Eylül

Başkomutan Atatürk'ün "Sâkarya Muharebesi" hakkında Büyük Millet Meclisi'nde konuşması: "Efendiler! Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusunun Sakarya'da kazanmış olduğu meydan muharebesi pek büyük bir meydan monash.pw tarihinde misli belki olmayan bir meydan muharebesidir." Başkomutan Atatürk'e Büyük Millet Meclisi tarafından kanunla Müşir (Mareşal) rütbesi ve "Gazi" unvanı verilişi.


13 Ekim

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti ile Kafkas Cumhuriyetleri (Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan) arasında "Kars Antlaşması"nın imzalanması.


20 Ekim

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti ile Fransa Hükûmeti. arasında "Ankara Antlaşması"nın imzalanması.


31 Ekim

"Atatürk'ün Başkomutanlık süresinin 5 Kasım 'den itibaren 3 ay daha uzatılmasına dair Kanun'un Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabulü."


14 Ocak

Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'ın ölümü.


4 Şubat

Atatürk'ün Başkomutanlık süresinin 5 Şubat tarihinden itibaren ikinci defa üç ay uzatılmasına dair Kanun'un Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabulü..


1 Mart

Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisini açış konuşması: ". . Efendiler! Büyük Millet Meclisi Hükûmeti Türkiye ve Türkiye halkının beka ve istiklâlini temine çalışıyor. Çünkü Türkiye'nin asıl sahibi, meşru ve gerçek sahibi olan Türkiye halkının kat'i arzu ve iradesi bu yoldadır."


6 Mayıs

Atatürk'ün Başkomutanlık süresinin 5 Mayıs tarihinden itibaren üçüncü defa üç ay uzatılması hakkında Kanun'un Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabulü.


26 Ağustos

Büyük Taarruz'un, Kocatepe'den sabah saat 'da topçularımızın ateşiyle başlaması.


30 Ağustos

Yunan ordusunun tamamen sarılması ve imha edilmesi suretiyle "Dumlupınar (Başkomutan) Meydan Muharebesi"nin kazanılması.


1 Eylül

Başkomutan Atatürk'ün orduya beyannamesi: " Bütün arkadaşlarımın Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri verileceğini gözönüne alarak ilerlemesini ve herkesin fikrî güçlerini ve kahramanlık ve vatanseverlik kaynaklarını yarışırcasına göstermeye devam etmesini monash.pwr; İlk Hedefiniz Akdenizdir, İleri!"


9 Eylül

Başkomutan Atatürk'ün kuvvetlerimizin İzmir'e giriş haberi üzerine ordulara mesajı: "İlk verdiğim Akdeniz hedefine varmakta orduların gösterdiği gayret ve fedâkarlığı hürmet ve takdirle anarım."


10 Eylül

Atatürk'ün Büyük Zaferi takiben İzmir'e gelişi.


4 Ekim

Başkomutan Atatürk'ün 26 Ağustos Taarruzu, 30 Ağustos ve 9 Eylül Zaferleri hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde uzun beyanatı: " Bu Anadolu Zaferi tarih arasında bir millet tarafından tamamen benimsenen bir fikrin ne kadar kaadir ve ne zinde bir kuvvet olduğunun en güzel misali olarak kalacaktır."


11 Ekim

Mudanya Mütarekesi'nin imzalanması.


1 Kasım

Hilâfet ve Saltanat'ın birbirinden ayrılarak Saltanat'ın kaldırılması kararı.


29 Ocak

Atatürk'ün İzmir'de Lâtife (Uşaklıgil) Hanım'la evlenişi (5 Ağustos 'de ayrılmıştir. )


1 Mart

Atatürk'ün, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşması: " .. Misak-ı Millî, vatanın haricî düşman karşısındaki vaziyet ve mevkiini tesbit eden miıkaddes bir kural olduğu gibi 1 Kasım kararı da milletimiz için dahilî ve daimî bir düşman olan ferdî saltanata ve onun temsil ettiği meşum bir idare şekline tevcih edilmiş mukaddes bir silâhtır."


8 Nisan

Atatürk'ün, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı olarak milletvekili seçimi münasebetiyle millete, 9 umdeyi içine alan beyannamesi.


24 Temmuz

Lozan Antlaşması'nın imzalanması (Atatürk der ki: "Lozan Barış Antlaşması'nın ihtiva ettiği esasları, diğer barış teklifleriyle daha fazla mukayeseye mahal olmadığı fikrindeyim. Bu antlaşma, Türk milleti aleyhine, asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması'yla ikmal edildiği zannedilmiş, büyük bir suikastin yıkılışını ifade eder bir vesikadır. Osmanlı Devrine ait tarihte örneği bulunmayan bir siyasî zafer eseridir.") Atatürk'ün, Lozan Antlaşması'nın imzalanması üzerine İsmet Paşa'ya tebrik telgrafı: "Memlekete bir dizi faydalı hizmetlerden ibaret olan ömrünüzü bu defa da tarihî bir muvaffakiyetle taçlandırdınız."


l3 Ağustos

Atatürk'ün tekrar Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na seçilmesî.Atatürk'ün, İkinci Devre Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşması: "Memleketimizi mâmur ve halkımızı mesut ve müreffeh edeceğiz. Ümidimiz, azmimiz ve bilhassa milletimizin ve Meclis-i Alinizin göstereceği vahdet ve tesanüt ilerleme ve uygarlık yolundaki çalışmamızda elbette muvaffakiyetin kefili olacaktır.


11 Eylül

"Halk Fırkası"nın kuruluşu ve Atatürk'ün Halk Fırkası Genel Başkanlığı'na seçilmesi.


10 Ekim

Ankara'nın başkent oluşu.


29 Ekim

Cumhuriyetin ilânı ve Atatürk'ün Cumhurbaşkanlığı'na seçilmesi.


30 Ekim

Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kabinesi'nin İsmet Paşa tarafından kurulması.


21 Kasım

Atatürk'e Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı ile yeşil-kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası verilmesi.


1 Mart

Cumhurbaşkanı Atatürk'ün, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşması: "İslâm dinini, asırlardan beri alışılageldiği veçhile bir siyaset vasıtası mevkiinden uzaklaştırmak ve yüceltmek gerekli olduğu gerçeğini görüyoruz. Mukaddes ve tanrısal inançlarımızı ve vicdanî değerlerimizi, karanlık ve kararsız olan ve, her türlü menfaat ve ihtiraslara görünüş sahnesi olan siyasiyattan ve siyasetin bütün kısımlarından bir an evvel ve katî şekilde kurtarmak milietin dünyevî ve uhrevî saadetinin emrettiği bir zarurettir. Ancak bu suretle İslâm dininin yüksekliği belirir."


3 Mart

Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) Kanunu'nun kabulü. Hilâfetin kaldırılması.


30 Ağustos

Atatürk'ün Dumlupınar'da "Meçhul Asker Abidesi"nin temelini atması ve törende konuşması: " Hiç şüphe etmemelidir ki yeni Türk Devleti'nin, genç Türk Cumhuriyeti'nin temeli burada sağlamlaştırıldı.Ebedî hayatı burada taçlandırıldı. . . Bu âbide Türk vatanına göz dikeceklere, Türkün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, hücumunu, kudret ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır."


1 Kasım

Cumhurbaşkanı Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşması: "Hiç şüphe etmemelidir ki, Anadolu ortasında sür'atle meydana getirilecek yeni ve mamur bir Ankara, asırlarca ihmal edilen Türk vatanı için başlıbaşına bir medeniyet merkezi, Türk Devleti için pek mühim bir dayanak olacaktır."


17 Kasım

Terakkiperver Cıımhuriyet Fırkası'nın kuruluşu (2 Haziran 'de Bakanlar Kurulu kararı ile feshedilmiştir.)


17 Şubat

Âşar'ın kaldırılmasına dair Kanun'un kabulü.


5 Ağustos

Atatürk'ün, Lâtife (Uşaklıgil) Hanım'dan ayrılışı.


23 Ağustos

Atatürk'ün Kastamonu'ya gelişi.


27 Ağustos

Atatürk'ün İnebolu'da elinde panama şapkası ile "ünlü şapka nutku"nu söylemesi:". . Bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir. İşte şapkamız"


1 Kasım

Cumhurbaşkanı Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşması: " Cumhuriyet devrinin kendi zihniyet ve ahlakiyle donanmış basınını yine ancak Cumhuriyetin kendisi yetiştirir."


5 Kasım

Ankara Hukuk Fakültesi'nin açılışı ve Atatürk'ün konusması: " Cumhuriyetin güç ve dayanağı olacak bu büyük müessesenin açılışında hissettiğim saadeti hiçbir teşebbüste duymadım ve bunu izhar ve ifade etmekle memnunum."


25 Kasım

Şapkâ giyilmesi hakkında Kanun'un kabulü.


30 Kasım

Tekke ve za'viyeler ile türbelerin kapatılmasına ve türbedarlıklar ile bir takım ünvanların kaldırılmasına dair Kanun'un kabulü.


26 Aralık

Milletlerarası saat ve takvim hakkındaki Kanunların kabulü.


17 Şubat

Türk Medenî Kanun'un kabulü.


22 Nisan

Borçlar Kanunu'nun kabulü.


29 Mayıs

Türk Ticaret Kanunu'nun kabulü.


14 Haziran

Atatürk'e İzmir'de hazırlanan suikast girişiminin meydana çıkarılması.


18 Haziran

Atatürk'ün İzmir suikast girişimi hakkında Anadolu Ajansına demeci: ". . Alçak teşebbüs benim şahsımdan ziyade mukaddes Cumhuriyetimize ve onun istinat ettiği yüksek prensiplerimize müteveccih bulunduğuna şüphe yoktur.. Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet pâyidar kalacaktır."


1 Kasım

Atatürk'ün, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşması: " Bu büyük millet, arzu ve istidadının yöneldiği istikametleri görmeye çalışan ve görebilen evlâdını daima takdir ve himaye etmiştir."


30 Haziran

Atatürk'ün askerlikten emekliye ayrılışı.


1 Temmuz

Atatürk'ün, Kurtuluş'tan sonra İstanbul'a ilk gelişi ve coşkun şekilde karşılanışı.


15 Ekim

Cumhuriyet Halk Partisi "II. Büyük Kongresi"nin Ankara'da toplanması ve Atatürk'ün 36 saat 33 dakika süren Büyük Nutku'nu okumaya başlaması:


20 Ekim

Atatürk'ün Parti Kongresi'nde okuduğu Büyük Nutku'nu bitirişi: ". . Bugün ulaştığımız netice, asırlardan beri çekilen millî felâketlerin doğurduğu uyanıklığın ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların karşılığıdır. Bu neticeyi. Türk gençliğine emanet ediyorum. Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. . . Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asîl kanda mevcuttur!"


1 Kasım

Atatürk'ün ikinci defa Cumhurbaşkanlığına seçilmesi. Cumhurbaşkanı Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde açış konuşması: "Büyük Millet Meclisi, Türk milletinin asırlar süren arayışlarının özü ve onun bizzat kendisini idare etmek şuurunun canlı timsalidir. Türk milleti, mukadderatını Büyük Millet Meclisi'nin kifayetli ve vatanperver eline bıraktığı günden itibaren karanlıkları sıyırıp kaldırmış ve ümitleri boğan felâketlerden milletin gözlerini kamaştıran güneşler ve zaferler çıkarmıştır."


10 Nisan

Lâikliğe giden önemli Anayasa değişikliklerinin yapılması (Bu değişikliklerle, Anayasanın ikinci maddesindeki "Türkiye Devleti'nin dini, din-i İslâmdır" fıkrası ile maddede mevcut "ahkâm-ı şeriye'nin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yürütüleceğini" belirten cümle kaldırılmış, ayrıca milletvekillerinin ve Cumhurbaşkanının yaptıkları yeminler de değiştirilerek namus üzerine ant içilmesi şekli kabul edilmiştir.)


20 Mayıs

Milletlerarası rakamların kabulüne dair Kanun.


10 Ağustos

Atatürk'ün, İstanbul Sarayburnu Parkında yeni harfler hakkında konuşması: "monash.pw ahenktar, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurarak, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak, bunu anlamak mecburiyetindesiniz."


1 Kasım

Yeni Türk harflerinin kabul ve tatbiki hakkında Kanun'un kabulü.


1 Kasım

Cumhurbaşkanı Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşması: "Büyük Millet Meclisi'nin kararıyla Türk harflerinin katiyet ve kanuniyet kazanması, bu memleketin yükselme mücadelesinde başlı başına bir geçit olacaktır."


8 Kasım

Atatürk'ün Millet Mektepleri'nin Genel Başkanlığı'nı ve Başöğretmenliği'ni kabul etmeleri.


1 Ocak

Yeni harfleri ve bu harflerle yazıyı halka öğretmek üzere "Millet Mektepleri"nin açılması.


1 Kasım

Cumhurbaşkanı Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşması: ". . Meclisimizin en büyük eseri olan Türk harfleri, memleketin umumî hayatına tamamen tatbik olunmuştur. İIk müşkülat, milletin. ülkü kuvveti ve uygarlığa olan sevgisi sayesinde kolaylıkla yenilmiştir."


3 Nisan

Türk kadınlarına seçme ve seçilme hakkı tanıyan yeni Belediye Kanunu'nun kabulü.


11 Ağustos

Atatürk'ün yeni bir parti kurulması isteği hakkında Fethi (Okyar) Bey'in mektubuna cevabı: "Görüyorum ki lâik cumhuriyet esasında beraberiz. Zaten benim siyasî hayatta bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur. Binaenaleyh Büyük Meclis'te aynı temele istinat eden yeni bir partinin fâaliyete geçerek millet işlerini serbest tartışmasını, Cumhuriyetin esaslarından sayarım."


12 Ağustos

Fethi (Okyar) başkanlığında "Serbest Cumhuriyet Fırkası"nın kuruluşu (Parti, 17 Kasım 'da kendisini feshetmiştir.)


1 Kasım

Cumhurbaşkanı Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşması: " Geçen senenin önemli olaylarından biri de Sivas'a demiryolunun ulaşmasıdır. Bu kadar müşkülât içinde vatanı bir misli daha genişletmeye ve kuvvetlendirmeye medar olan bu eserin gelecek Türk milleti tarafından şükranla yâdolunacağına eminim. "


28 Aralık

Kubilây'ın şehit düşmesi nedeniyle Atatürk'ün, orduya başsağlığı mektubu: " Büyük ordunun kahraman genç subayı ve Cumhuriyetin mefkûreci öğretmen heyetinin kıymetli uzvu Kubilây'ın temiz kanı ile Cumhuriyet hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır."


12 Nisan

Atatürk'ün direktifiyle "Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti"nin kuruluşu (Daha sonra "Türk Tarih Kurumu" adını almıştır.)


4 Mayıs

Atatürk'ün üçüncü defa Cumhurbaşkanlığına seçilmesi.


10 Mayıs

Cumhuriyet Halk Partisi Üçüncü Büyük Kongresi'nin toplanışı ve Atatürk'ün konuşması: " Millet için ve milletçe yapılan işlerin hâtırası her türlü hâtıraların üstünde tutulmazsa millî tarih kavramının kıymetini takdir etmek mümkün olamaz."


1 Kasım l

Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşması: ". . Türkiye'nin güvenliğini gaye tutan, hiçbir milletin aleyhinde olmayan bir barış istikameti, bizim daima kuralımız olacaktır."


19 Şubat l

Halkevlerinin açılması.


12 Temmuz

Atatürk'ün direktifiyle "Türk Dili Tetkik Cemiyeti"nin kuruluşu (Daha sonra "Türk Dil Kurumu" adını almıştır.)


1 Kasım

Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşması: " Millî kültürün her çığırda açılarak yükselmesini Türkiye Cumhuriyeti'nin temel dileği olarak temin edeceğiz."


31 Mayıs

İstanbul Darülfünunu'nun kapatılmasına Millî Eğitim Bakanlığı'nca yeni bir üniversite kurulmasına dair Kanun'un kabulü (Bu kanunla İstanbul darülfünunu kapatılmış,18 Kasım günü İstanbul Üniversitesi öğretime açılmıştır.)


29 Ekim

Atatürk'ün, Cumhuriyetin Yıldönümü nedeniyle Türk milletine ünlü söylevi: ". . Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Asla şüphem yoktur ki Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti bundan sonraki inkişafiyle âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır Ne mutlu Türküm diyene!"


1 Kasım

Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşması: " Geçen on sene, gelecek devirler için bir başlangıçtan başka bir şey değildir. Bununla beraber, eski devirlerin tarihi karşısında, Cumhuriyetin bu on senesi, eşi görülmeyen bir diriliş ve göz kamaştırıcı bir ileri atılış âbidesidir."


20 Kasım

Atatürk'ün İstanbul Üniversitesi'nin öğretime açılması münasebetiyle kendisine çekilen saygı ve bağlılık telgrafına cevabı: "İstanbul Üniversitesi'nin açılmasından çok sevinç duydum. Bu yüksek ilim ocağında kıymetli profesörlerin elinde Türk çocuğunun müstesna zekâ ve eşsiz kabiliyetinin çok büyük inkişaflara mazhar olacağından eminim.


9 Şubat

Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında "Balkan Antantı"nın imzalanması.


21 Haziran

Soyadı Kanunu'nun kabulü.


1 Kasım l

Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşması: ". . Güzel sanatların hepsinde, ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu yapılmaktadır. Ancak, bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk musikisidir. Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir."


24 Kasım

Kendisine "Atatürk" soyadı verildiğine dair Kanun'un Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabulü.


26 Kasım

Efendi, Bey, Paşa, Hazretleri v.b. lâkap ve unvanların kaldırıldığına dair Kanun'un kabulü.


3 Aralık

Bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair Kanun'un kabulü (Bu kanunla din adamlarının hangi din ve mezhebe mensup olurlarsa olsunlar mabet ve âyinler haricinde ruhanî kisve taşımaları yasaklanmıştır.)


5 Aralık

Türk kadınlarına milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanıyan Anayasâ değişikliği.


1 Mart

Atatürk'ün dördüncü defa Cumhurbaşkanı seçilmesi.


9 Mayıs

Cumhuriyet Halk Partisi IV. Büyük Kurultayı'nın Ankara'da Atatürk'ün konuşmasıyla açılışı: "Uçurum kenarında yıkık bir ülke.. türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar.. yıllarca süren savaş ondan sonra, içerde ve dışarda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız, devrimler İşte Türk genel devrimi'nin bir kısa ifadesi" (Kurultay 16 Mayıs de kapanmıştır.)


1 Kasım

Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşması: " .. Olaylar Türk milletine iki önemli kuralı yeniden hatırlatıyor: Yurdumuzu ve haklarımızı müdafaa edecek kuvvette olmak.. Barışı koruyacak uluslararası çalışma birliğine önem vermek.."


9 Ocak

Ankara'da "Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi"nin açılışı.


20 Temmuz

Boğazların Türk Hükûmeti'nin hâkimiyetine geçişini sağlayan "Montreux Antlaşması"nın imzalanması.


1 Kasım

Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşması: " Cumhuriyet, yeni ve sağlam esaslarıyla Türk milletini emin ve metîn bir gelecek yoluna koyduğu kadar, asıl fikirlerde ve ruhlarda yarattığı güvenlik itibariyle büsbütün yeni bir hayatın müjdecisi olmuştur."


27 Ocak

Cenevre'de Milletler Cemiyeti toplantısında Hatay'ın bağımsızlığının kabul edilmesi (Bu durum, 29 Mayıs 'de Cenevre'de toplanan Milletler Cemiyeti Konseyi'nde de Hatay Anayasasıyla beraber onaylanmış, bağımsızlık rejimi 29 Kasım günü yürürlüğe girmiştir. 2 Eylül 'de Hatay Millet Meclisi açılarak Devlet Başkanlığı'na Tayfur Sökmen seçilmiştir. Devletin adı "Hatay devleti" olarak kabul edilmiş, 23 Haziran 'da Türkiye ile Fransa arasında yapılan antlaşma ile de Türkiye'ye bırakılmış, 7 Temmuz tarih ve sayılı Kanun'la yeni Hatay ili kurulmuştur. )


11 Haziran

Atatürk'ün bütün çiftliklerini ve mallarını millete bağışlaması.


9 Temmuz

Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Sadabat Paktı'nın imzalanması.


1 Kasım

Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşması: " Milletimizin lâyık olduğu yüksek uygarlık ve refah seviyesine varmasını alıkoyabilecek hiçbir engel düşünmeğe yer bırakılmadığını ve bırakılmayacağını huzurunuzda söylemekle bahtiyarım."


30 Mart

Fransa'dan davet edilen monash.pw Fissenger'in Atatürk'ü muayenesini takiben Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği'nin Atatürk'ün hastalığı hakkında ilk resmî tebliğ yayımlaması (Bu tebliğ'de Fissenger'in muayenesi sonucu Atatürk'ün sıhhatinde endişe verici bir durum olmadığının tesbit edildiği ve kendisine 1,5 ay kadar istirahat tavsiyesinin kâfi görüldüğü belirtilmiştir. )


20 Mayıs

Atatürk'ün Ankara'dan Mersin'e gelişi; askerî birliklerin geçit resmini izlemesi.


24 Mayıs

Atatürk'ün Mersin'den Adana'ya gelişi,Atatürk Parkı önünde askerî birliklerin geçit resmini izlemesi.


26 Mayıs

Atatürk'ün son olarak Ankara'dan İstanbul'a gidişi (Ölüm tarihine kadar İstanbul'da kalmıştır.)


5 Eylül

Atatürk'ün Dolmabahçe Sarayı'nda elyazısıyla vasiyetini yazması (Vasiyetname 6 Ekim günü Dolmabahçe Sarayı'na çağırılan İstanbul Altıncı Noterine Atatürk tarafından teslim edilmiştir. Vasiyetnamenin açılışı: 28 Kasım )


29 Ekim

Atatürk'ün, Cumhuriyetin Yıldönümü nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti Ordusuna mesajı: ". . Türk vatanının ve Türklük camiasının şan ve şerefini, dahilî ve haricî her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni, her an yapmaya hazır ve âmade olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız vardır."


1 Kasım

Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşmasının hastalığı sebebiyle Başbakan Celâl Bayar tarafından okunması: " Memleketimizi her gün daha çok kuvvetlendirmek, her alanda her türlü ihtimallere karşı koruyabilecek bir halde bulundurmak ve dünya olaylarının bütün safhalarını büyük bir uyanıklılıkla izlemek, barışsever siyasetimizin dayanacağı esasların başlangıcıdır."


10 Kasım

Atatürk'ün Dolmabahçe Sarayı'nda saat dokuzu beş geçe ölümü (Atatürk'ün Türk bayrağına sarılı tabutu 16 Kasım günü Dolmabahçe Sarayı'nın büyük tören salonunda bir katafalk üzerine konularak milletin ziyaretine bırakılmış, 19 Kasım günü Dolmabahçe'den top arabasına konularak törenle Sarayburnu rıhtımına, buradan Zafer torpidosu aracılığıyla Yavuz gemisine nakledilmiştir. Bu gemi ile İzmir'e getirilmiş, yine Zafer torpidosuna nakledilerek karaya çıkarılmıştır. Cenaze, saat 'da özel trenle Ankara'ya gönderilmiş, 20 Kasım günü saat 'da başta Cumhurbaşkanı olmak üzere Büyük Millet Meclisi Başkanı, Başbakan, Bakanlar, Genelkurmay Başkanı, milletvekilleri, devlet ve ordu ileri gelenleri tarafından İstasyonda törenle karşılanmıştır. Atatürk'ün tabutu trenden alınarak top arabasın konulmuş, büyük törenle Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne getirilerek Meclis önünde hazırlanan katafalk'a yerleştirilmiştir. 21 Kasım günü geçici kabir olarak ayrılan Etnografya Müzesi'ne getirilmiş ve hazırlanan mermer lâhdin üzerine yerleştirilmiştir. Tabut 10 Kasım 'de büyük bir törenle AnıtKabir'e nakledilmiş ve Atatürk'ün fani vücudu vatan topraklarına verilmiştir.)

Muamelat-ı Zatiye Dairesi (Personel Başkanlığı)

Evraka 21 Teşrinisani (21 Kasım )

Reis-i Cumhur Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri bin Ali Rıza Selânik

Duhulü: 1 Mart (13 Mart )

Nasbı: 19 Eylül (19 Eylül )

Sicil No: P. (Piyade )

Müşarünileyh Hazretleri :

29 Kânunuevvel (11 Ocak )

Tarihinde Erkân-ı Harbiye Yüzbaşılığı ile mektepten neş'et ederek sunuf-u selasede bölük idare ve kumanda etmek üzere atik 5 nci Ordu'ya memur buyrulmuştur

12 Kânunuevvel (25 Aralık )

Tarihinde Beşinci Mecidi Nişanı'yla taltif edilmiştir

7 Haziran (20 Haziran )

Tarihinde Kolağalığa terfi etmiştir. Sene-i mezkûre eylülü gayesinde arıza-i vücudiyelerinden naşi atik 3 ncü Ordu'ya nakledilmişlerdir

9 Haziran (22 Haziran )

Tarihinde Şark Demiryolu Müfettişliği'ne ve sene-i mezkûre Kânunuevvel gayesinde 3 ncü Ordu Redif 17 nci Selânik Fırkası Erkân-ı; Harbiyesine tayin buyrulmuşlardır

23 Teşrinievvel (5 Kasım )

Tarihinde 3 ncü Ordu Erkân-ı Harbi- yesine tayin buyrulmuştur

24 Ağustos (6 Eylül )

Tarihinde 3 ncü Ordu Zabitan Talimgahı Kumandanlığı'na ve sene-i mezkûre teşrinievvelinde tekrar mezkûr 3 ncü Ordu Erkân-ı Harbiyesine ve bilahara Kânunusâni zarfında 5 nci Kolordu Erkân-ı Harbiyesine tayin buyrulmuştur

14 Eylüf (27 Eylül )

Tarihinde muvakkaten Trablusgarp Fırkası Erkân-ı Harbiyesine memur edilmişse de Trablusgarp'a gitmeksizin İstanbuf'a cefbi 5 nci Kolordu'ya tebliğ edilerek Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Dairesi'ne tayin buyrulmuştur

14 Teşrinisani (27 Kasım )

Tarihinde Binbaşılığa terfi edilmiştir

19 Kânunusanı (1 Ocak )

Tarihinde Bingazi'de bulunan müşarünileyhin Derne karşısındaki Şark Gönülfü Kumandanlığı'nı deruhte etmiştir

26 Şubat (11 Mart )

Tarihinde Derne Kumandanlığı'na tayin edilmiştir

11 Teşrinievvel (24 Ekim )

Tarihinde rahatsızlığına mebni Dersaadet'e hareket etmiştir

8 Teşrinisani (21 Kasım )

Tarihinde Karargâh-ı Umuroi emrine verilerek mezkûr ay zarfında Bahrü sefit Boğazı Kuvay-i Mürettebesi Erkân-ı Harbiyesi'ne tayin buyrulmuştur

14 Teşrinievvel (27 Ekim )

Tarihinde Sofya Ataşemiliterliği'ne tayin buyrulmuştur

24 Teşrinievvel (6 Kasım )

Tarihinde Bingazi muharebatında ibraz-ı şecaat ve liyakat etmesine mebni kıdemine iki sene zam, Dördüncü Rütbe'den Osmani Nişanı ita klınmıştır

29 Kânunuevvel (11 Ocak )

Tarihinde Sofya-Belgrat-Çetine Sefaretleri Ataşemiliterliği'ne tayin buyrulmuştur

26 Şubat (11 Mart )

Tarihinde Fransa Hükümeti tarafından Şövalye Rütbesinden Legion d'honneur nişanı ita kılınmıştır

16 Şubat (1 Mart )

Tarihinde Balkan Harbi'ndeki hidemat-ı hasenesinden dofayı kaymakamlığa terfi etmiştir

22 Temmuz (4 Ağustos )

Tarihinde Sırbistan Ataşemiliterfiği'ne tayin kılınmış ise de Sofya Ataşemiliterliği'ne ipka edilmiştir

16 Teşrinisani (29 Kasım )

Tarihinde iki sene kıdem zammı verilmiştir

7 Kânunusani (20 Ocak )

Tarihinde 3 ncü Kolordu'da yeni teşekkül eden 19 ncu Fırka Kumandanlığı'na tayin buyrulmuştur

19 Mayıs (1 Haziran )

Tarihinde Miralaylığa terfi etmiştir

15 Temmuz (28 Temmuz )

Tarihinde 15 nci Kolordu Kumandanlığı'na ve sene-yi mezkûrede (Ağustos) 16 ncı Kolordu Komutanlığı'na tayin buyrulmuştur

14 Kânunusani (27 Ocak )

Tarihinde tebdil havasının hitamına mebni 16 ncı Kolordu`ya İltihak buyrulmuştur

2 Temmuz (15 Temmuz )

Tarihinde Harp Madalyası

19 Ağustos (1 Eylül )

Tarihinde Muharebe Gümüş Liyakat Madalyası

4 Kânunusani (17 Ocak )

Tarihinde Anafartalar Grubu Komutanı iken Muharebe Altın Liyakat Madalyası

19 Kânunusani (1 Şubat )

Tarihinde Üçüncü Rütbe'den Osmani Nişanı

28 Kânunuevvel ( Aralık )

Alman Hükümeti tarafından Demir Salip Nişanı verilmiş

28 Şubat (13 Mart ) Anafartalar'daki hidemat-ı hasenesinden dolayı iki sene seferi kıdem zammı ita kılınmıştır

19 Mart (1 Nisan )

Tarihinde Hidemat-ı fevkâledesine mebni bir sene kıdem zammı ile Mirli valığa terfi etmiştir

29 Teşrinisani (12 Aralık )

Müceddeden İkinci Rütbe'den Mecidi Nişanı ita kılınmıştır

11 Kânunuevvel (24 Aralık )

Bitlis havalisindeki hidematına mükâfeten bir sene seferi kıdem zammı ita edilmiştir. Sene-yi mezkûre zarfında Almanya Hükümeti tarafından Birinci ve İkinci Demir Salip ve Avus turya Macaristan Hükümeti tarafından Üçüncü Rütbe'den Muharebe Liyakat Madalyası ile İkinci Rütbeden Harp Alâmeti Liyakat-ı Askeri Madalyası ita kılınmıştır

7 Mart (7 Mart )

Tarihinde 2 nci Ordu Kumandanlığı'na tayin buyrulmuştur

19 Mart (19 Mart )

Tarihinde muharebat-ı vakıadaki hidemat-ı hasanesinden dolayı tebdilen İkinci Rütbeden Osmani Nişanı ita kılınmıştır

5 Temmuz (5 Temmuı )

Tarihinde 7 nci Ordu Kumandanlığı'na tayin buyrulmuştur

23 Eylül (23 Eylül )

Tarihinde Muharebe Altın İmtiyaz Madalyası ile taltif buyrulmuştur

9 Teşrinievvel (9 Ekim )

Tarihinde becayişen 2 nci Ordu Kumandanlığı'na tayin kılınmıştır

11 Teşrinievvel (11 Ekim )

Tarihinde bir ay müddetle İstanbul'a mezunen gitmişler ve rahatsızlıklarına mebni tedavi edilmek üzere üç ay mezuniyet verilmiştir

7 Teşrinisani (7 Aralık )

Tarihinde Karargâh-ı Umumi emrine alınarak sene-i meıkûre kânunuevvelinde mülga Veliaht-ı Saltanat refakatinde Almanya Karargah-ı Umumisi'ne azimet etmiş

16 Kânunuevvel (16 Aralık )

Tarihinde tebdilen Birinci Rütbe'den Kılıçlı Mecidi Nişanı ita kılınmıştır

19 Şubat (19 Şubat )

Tarihinde Almanya İmparatoru tarafından Birinci Rütbe'den Kılıçlı Kron dö Prus Nişanı verilmiştir

13 Mayıs (13 Mayıs )

Tarihinde bera-i tedavi Viyana'ya azimet buyurmuştur

7 Ağustos (7 Ağustos )

Tarihinde 7 nci Ordu Kumandanlığı'na ve sene-yi mezkure eylülünde Fahri Yaveran silkine ithal buyrulmuş

31 Teşrinievvel (31 Ekim )

Tarihinde Yıldırım Ordular Grubu Kumandanlığı'nı deruhte buyurmuşlardır

Teşrinisani (Kasım )

Tarihinde Grubun Lağvı üzerine Harbiye Nezareti emrine alınmıştır

30 Nisan (30 Nisan )

Tarihinde 9 ncu Ordu Kıtaatı Müfettişliği'ne tayin edilmiş ve sene-yi mezkûre Temmuzu'nun beşinde İstanbul Hükümet-i sakıtasınca memuriyetine hitam verilmiştir

9 Ağustos (9 Ağustos )

Ordu Müfettişliği'nden mazul ve askerlikten müstafi olan müşarünileyhin silk-i askeriden ihracı ve haiz olduğu nişanların refi ve Fahri Yaveran Unvanının nezi hakkında irade çıkmıştır

23 Nisan (23 Nisan )

Tarihinde Büyük Millet Meclisi Riyaset-i Celilesine intahap buyrulmuşlardır

19 Eylül (19 Eylül ) Tarihinde Büyük Millet Meclisi'nce ittifakla kendilerine Gazilik Ünvanı ita ve Rütbe-i Samiye-i Müşiri tevcih buyrulmuştur

5 Teşrinisani (5 Kasım )

Tarihinden itibaren müşarünileyhin Başkumandanlık müddeti üç ay daha temdit edilmiştir

5 Şubat (5 Şubat )

Tarihinden itibaren Başkumandanlık müddeti üç ay daha temdit edilmiştir

27 Mart (27 Mart )

Tarihinde Afganistan Emiri (Kralı) tarafından Aliyülâlâ Nişanı irsal kılınmıştır

21 Teşrinisani (21 Kasım )

Tarihinde kırmızı-yeşil kurdeleli İstiklal Madalyası talik olunmuştur

29 Teşrinievvel (29 Ekim )

Tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Riyaseti'ne intihap buyrulmuştur

Atatürk, Millî Mücadele'de millî birliği temin eden eşsiz bir lider, muharebe meydanlarında efsanevî bir kumandan, devlet kuran büyük siyaset ada·mı, milletin çehresini değiştiren kûdretli bir inkılâpçıdır. Bu vasıflarıyla, insanlık tarihinin tanıdığı en büyük adamlardan biri olduğunda şüphe yoktur. Kahramanlık ve yüksek insanlık meziyetlerini en yüksek seviyede taşıdığında dünya tarihçileri ve fikir adamları tereddütsüz birleşmektedir. Tarihin büyük tanıdığı şahsiyetlerle mukayesesi yapıldığı zaman türlü bakımlardan bariz üstünlükleri göze çarpmaktadır. Bir kere bütün bu dehalara üstün tarafı, hem fikir hem hareket adamı oluşudur. O, fikri ve hareketi kişiliğinde birleştirmiş bir lider idi. Fikir ve düşüncelerinin özünü oluşturan Atatürkçülük, her türlü dogmatik unsurdan sıyrılmış akılcı bir dünya görüşüdür. Memleket gerçeklerinden kaynaklanan, problemler karşısında aklın ve ilmin rehberliğini kabul eden bu gerçekçi görüş, gerek Türk Bağımsızlık Savaşı'nın gerekse onu izleyen Türk çağdaşlaşma hareketi'nin esasını oluşturmaktadır.


Atatürk, milletin tarihî seyrini değiştirebilecek üstün meziyetleri sayesinde, memleketi askerî ve siyasî zaferlerle uçurumun kenarından kurtarmıştır. Dünya tarihirıde, her türlü imkânsızlığa rağmen inandığı fikri tatbik sahasına dökmüş. "Ya istiklâl, ya ölüm!" parolası ile bir Millî Mücadele kazanınış, arkasından yepyeni hüviyette bir çağdaş millet ve devlet yaratmış adam azdır. İçinde bulunduğu şartları değerlendirmede, engelleri ortadan kaldırmada gösterdiği büyük başarı Atatürk'ün ayrı bir özelliğini teşki1 etmektedir. Diyebiliriz ki Atatürk, Türk toplumunda sadece çağdaşlaşma gereğini gördüğü için değil, bu çağdaşlaşmayı en kısa zamanda gerçekleştirecek yolu gösterdiği için ve nihayet çağdaşlaşmaya engel olan etkenleri cesaretle bertaraf ettiği için büyüktür. Esasen "Modern Türkiye'nin Kurucusu" sıfatını da işte bu büyüklüğünden almaktadır.


Büyük Nutkun sonlarında, Türk gençliğine hitaben çizdiği tablo, aslında, kendisi mücadeleye atıldığı zaman, memleketin içinde bulunduğu tablodur. Atatürk, en güç şartlar altında bile, herşeyin bitti zannedildiği bir zamanda bile, Türk milletine güven hissinin kaybolmaması gerektiği gerçeğirri, eseriyle ispatlamış bir millî kahramandır; onun için sembol olmuştur, onun için bayrak olmuştur.


Atatürk gerçeğin adamıdır; sağduyunun ve ince görüşün adamıdır. Nerde ne yaptı, neye karar verdi ise daima en iyisini yapmış, en hayırlısına karar vermiştir. Halkın eğilimlerini çok iyi sezen ve ruhlara sızmasını bilen usta inkılâpçılığı sayesindedir ki müşterek arzu ve eğilimler kolayca millî ülkü haline gelebilmiştir. Giriştiği mücadelenin başından sonuna kadar Türk milletinin yüksek vasıflarına güvenmiş, kazanılan her türlü zaferin milletin eseri olduğunu söylemiştir. Bütün teşebbüslerinde millet sevgisine dayanmış, kudretli kişiliği ve gerçeği sezişe dayanan ikna kuvvetiyle kütleleri sürükleyebilecek bir lider olduğunu göstermiştir. Millî kurtuluşa bayrak olan fikirleri, görüşleri ve ölmez eseriyle, tesirleri memleket sınırlarını aşmış, mazlum milletlerin bağımsızlık ve hürriyet mücadelesinde manevî kuvvet olmuştur.


Atatürk yaratıcısı, yapıcısı olduğu "Türk İnkılâbı"nı ifade ederken: "Bu inkılâp, yüksek bir insanî ülkü i1e birleşmiş vatanperverlik eseridir. Çocuklarına bütün güzellikleri ve bütün büyüklükleri görmek ve aynı zamanda bütün sefaletlere acımak sanatını öğretmektedir" diyordu. Kendisi de yarattığı inkılâbın imanlı bir yapıcısı sıfatıyla bütün dünyaya açık yürekle, samimiyetle ve dostlukla bakıyordu. Gerçekten, "Ne Mutlu Türküm diyene!" vecizesiyle kalplere millî iman perçinleyen Atatürk, aynı zamanda insanlık idealinin ve insan sevgisinin de sembolü idi. Yabancıların, "Düşmanlarınız kimlerdir?" sorusuna, "Biz kimsenin düşmanı değiliz; yalnız insanılığın düşmanı olanların düşmanıyız!" cevabını veriyordu. İşte bu insancıl yönü iledir ki tamamen millî nitelik taşıyan "Atatürk İnkılâbı" aynı zamanda bütün insanlığın hayranlığını da üzerinde toplamaktadır.


Atatürk'ün insanlık değerlerine içten ve büyük saygısı vardı. O, bütün insanlığın asırlar boyu övdüğü ııe övündüğü meziyetleri üstün kişiliğinde toplamıştı. Hayatı boyunca gösterdiği davranışlar bu meziyetleri sergiliyordu. Şöyle ki:


-Muzaffer Başkomutan olarak İzmir'e girdiği gün, önüne serilen düşman bayrağını, "Bayrak bir milletin bağımsızlık alâmetidir; düşmanın da olsa saygı göstermek gerekir!" diyerek, onu yerden kaldırtan,


-Bir milleti hürYiyet ve bağımsızlığa kavuşturan büyük eserinin haşmeti karşısında, memleketin büyük sanatkârları, şairleri, tiyatro sanatçıları elini öpmek istedikleri zaman "Sanatkâr el öpmez; sanatkârın eli öpülür!" cevabını veren ,


-Çanakkale'de kendisine karşı savaşırken bir kolunu kaybeden ünlü Fransız Generali Gouraud'ya, yıllar sonra Ankara'da karşılaştıkları zaman -Generalin boş kolunu. işaret ederek- : "Türk topraklarında yatan şerefli kolunuz, memleketlerimiz arasında son derece kıymetli bir bağdır!"diyen ,


- Çanakkale şehitleri törenine konuşma yapmak üzere giden bir Bakanına, harpte ölen diğer millet askerleri için de: "Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur içinde uyuyunuz!" diye not yazdıran,


- Mısır elçisine, bir sabah, Çankaya sırtlarından doğmakta olan güneşi göstererek: "Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Şu anda günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetine kavuşacak daha çok k
ardeş millet vardır. Bu milletler, bütün güçlüklere, bütün engellere rağmen mânileri yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini milletler arasında hiç bir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir âhenk ve işbirliği çağı alacaktır!"


Diyen Büyük Atatürk, gerçekten insan sevgisinin ve insanlık idealinin kolay erişilemeyecek bir örneği idi. Bu davranışlar, belki de insanlık tarihinde eşi olmayan şeylerdi ve O'nun büyüklüğünü, O'nun genişliğini, O'nun engin hoşgörüsünü simgeliyordu.


"Yurtta barış, cihanda barış" için çalışmak, Atatürk için dünyamızda yaşayan bütün insanları birbirine daha çok yaklaştırmak, daha çok sevdirmek yolundaki çabaların bir parçası idi. O, "İnsan herşeyden önce mensup olduğu milletin varlığı ve mutluluğu için çalışmalı; fakat başka milletlerin de huzur ve refahıni düşünmelidir" derken, işte bu çabasını dile getiriyordu. Atatürk'e göre "Dünya milletlerinin mutluluğuna çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve mutluluğunu temine çalışmak, demekti". Çünkü, "dünyada ve dünya milletleri arasında sükûn ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendi kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan mahrumdu". İşte Atatürk'ün "Yurtta barış, dünyada barış" ilkesinin kökleri böyle insancıl bir .düşünceden, böyle insancıl bir idealden kaynaklanıyordu.


Atatürk'e göre "Milletleri idare edenlerin vazifesi, hayatı mutlu kılmak hususunda milletlerine yol göstermekti. Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar mutsuzdiı. Hayatta mutluluk, ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı ve huzuru için çalışmakla mümkündü. Natta bir devlet adamı böyle hareket ederken "Benden sonra gelecekler, acaba böyle bir ruhla çalıştığımı fark edecekter mi diye bile düşünmemeliydi."


O, karşılık beklemeksizin, insanlığın mutluluğuna hizmet edebilecek adam yetiştirmenin, en büyük zevk olduğunu söylüyor ve şöyle diyordu: "Bahçesinde çiçek yetiştiren insan, bu çiçekten birşey bekler mi? Adam yetiştiren insan da, çiçek yetiştirendeki hislerle hareket etmelidir. Ancak bu tarzda düşünen ve çalışan adamlardır ki memleketlerine, milletlerine ve bunların geleceğine faydalı olâbilirler".


Atatürk'e göre, milletler arasında düşmanlıkların yerini akrabalık bilinci almalı idi. Kıta'alar ve milletler arasında ırkçı ve şoven yaklaşımlar, yerini bütün insanlığın paylaştığı bazı ortak değerlere terk etmeli idi. "İnsanları mesut edecek yegâne vasıta, onları birbirine yaklaştırarak, onları birbirlerine sevdirecek karşılıklı maddî ve manevî ihtiyaçlarını temine yarıyan hareket ve enerji idi. Dünya barışı içinde insanlığın gerçek mutluluğu, ancak bu yüksek ideal yolcularının çoğalması ve muvaffak olmasıyla mümkün olacaktı. Dünya vatandaş(arı kıskançlık, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmeli, insanlığın bütününün refahı, açlık ve baskının yerini almalıydı." Bütün milletlerin çağdaş uygarlık düzeyinde birleşmesi, bu ortak uygarlığa dahil olması Atatürk'ün en samimî arzusu idi. Çünkü O, insanlığın hepsini bir vücut ve her milleti bunun bir organı sayıyordu.


Atatürk'e göre, insanlar arasında artık hiçbir renk, din ve ırk ayırımı tanımayan bir ahenk ve işbirliği çağı açılmalı, milletler bağımsızlıklarını, millî niteliklerini, millî kültürlerini kaybetmeksizin, her türlü emperyalist görüşün dışında, insanlığın ortak değerlerinde birleşmeli idi. Bu ortaklaşa değerlerin kıtaları birbirine bağlaması, insanları renk, ırk ve din farkı gözetmeksizin birbirine yaklaştırması lâzımdı. Çünkü insanlığın yükselmesi, insanlık idealinin gerçekleşmesi bu şuurun ayakta tutulmasına bağlı idi. İşte Atatürk, görüş ve düşünceleriyle, bu yönüyle de insanlık tarihi önünde aşılamayacak bir büyüklüğü temsil etmektedir.


Son söz olarak diyebiliriz ki, Atatürk'ün hayatı, şahsiyeti ve eseri incelendiği zaman, insanoğlu, hayranlığını gizleyememekte; bu millî kahramanı kutlamakta, bu kutsal mücadelenin önünde saygı ile eğilmektedir.


nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır