namazı gösteriş için kılmak ayet / Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki… - Doğruhaber

Namazı Gösteriş Için Kılmak Ayet

namazı gösteriş için kılmak ayet

Yazıklar Olsun Ki O Namaz Kılanlara Ayeti

Ayet kimlere sesleniyor ve hangi konuda uyarıyor? Namazın önemi ve fazileti nedir? Kılarken nelere dikkat etmeliyiz?

Rabbimiz insanı dünyaya tertemiz olarak gönderiyor. Huzûruna da tertemiz gelmesini arzu ediyor. Hayat yolculuğunda nefs ile şeytanın hile ve desîselerine aldanarak bu temizliğe leke bulaştıranlar için tevbe kapısını son nefese kadar açık tuttuğunu bildiriyor. Yine mü’minin ibadetlerle gönül âlemini temizlemesini, kulluğa lâyık bir kıvamda huzûruna çıkmasını arzu ediyor.

 YAZIKLAR OLSUN Kİ O NAMAZ KILANLARA AYETİ

Bu ibadetlerin en mühimi ise namaz. Namaz, farz olan ilk ibadet. Diğer ibadetler gibi Cebrâil -aleyhisselâm- vâsıtasıyla değil, Mîraç’ta, bizzat Cenâb-ı Hak tarafından farz kılındı. Âyet-i kerîmede namazın, insanı fahşâ ve münkerden alıkoyduğu bildiriliyor.[1] Tabiî ki huşû ile kılınması hâlinde. Yok eğer başkalarına gösteriş maksadı ile kılınıyorsa, yani kuru bir şekil ve geometriden öteye geçmiyorsa, kalp ve beden âhengi içerisinde kılınmıyorsa, böyle bir namaz hakkında Rabbimiz:

“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. (Gafletle kılarlar.)(el-Mâûn, 4-5)buyuruyor. Rabbimiz kulundan böyle bir namaz istemiyor.

Hazret-i Mevlânâ şöyle der:

“Aklını başına al da namazdan yalnız zâhiren değil, mânen de istifâdeye bak! Tane toplayan bir kuş gibi Allâh’ın büyüklüğünden habersiz bir şekilde sadece başını yere koyup kaldırma!..”

Zira böyle hareket eden bir kimse, rükû ve secdelerini tâdîl-i erkân üzere yapmadığından, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şu îhtârına muhatap olmaktadır:

“En kötü hırsız, namazından çalan kimsedir.” (Bkz. Ahmed, V, 310; Dârimî, Salât, 78)

Yine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kıyâmet günü kulun hesaba çekileceği ilk amelin namaz olduğunu haber veriyor. (Bkz. Tirmizî, Salât, 188/413)

Dolayısıyla kul gönlünde dâimâ namazın muhabbetini taşıyacak. Kendisini Allâh’ın huzûruna hazırlayacak. Rabbimiz; “…Secde et ve yaklaş!” (el-Alak, 19) buyuruyor.

Hiç şüphesiz ki, bu emre itaat aşkıyla ilâhî huzurda bulunmaya can atan gönüller, Rabbimiz’in, huzûruna kabul buyurduğu güzîde ve seçkin kullardır.

Diğer taraftan beş vakit, kulağı ve gönlü ezân-ı Muhammedî’de olmayan nâdanlar, aslında Rabbimiz’in huzûruna çıkma nîmetinden mahrum kalan bedbahtlardır.

Abdülkâdir Geylânî Hazretleri şöyle buyurur:

“İzzet ve Celâl sahibi Allâh’ın takdirine râzı olmadığın zaman, O’na karşı kibirlenmiş olursun. Müezzin ezânı okuduğu zaman hemen namazı edâya koşmuyorsan, O’na karşı kibirlenmiş olursun. O’nun mahlûkatından birine zulmedersen, O’na karşı kibirlenmiş olursun.” (Fethü’r-Rabbânî, 243)

Rabbimiz, insanı anatomik bakımdan yani beden yapısı itibarıyla da secdeye en müsait bir şekilde yaratmış. Ayrıca, huzûruna çıkacak kullarına şu emri veriyor:

“Ey Âdemoğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin…” (el-A’râf, 31)

Yani kul namaza durduğunda, ilâhî huzurda olduğunun şuur ve idrâki içinde olacak. Huzûra edeple çıkacak ki, lûtufla dönsün.

Namazın bir fıkhî, bir de kalbî tarafı var. İnsan, zihnî bilgilerle namazın zâhirî tarafını tamamlayabilir. Fakat o zihnî bilgilerle kalbî hayatını tamamlayamaz. Cenâb-ı Hak, huşû içinde bir namaz istiyor. Bu ise kalbin terakkî etmesine bağlı. Bunun için Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de 258 yerde “takvâ”yı hatırlatıyor kullarına. Çünkü bir kul, takvâsı derecesinde namazından müstefîd olur.

Nitekim hadîs-i şerîfte şöyle buyruluyor:

“Kişi namazını bitirir de ona ancak namazının onda biri, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri veya yarısı yazılır.” (Ebû Dâvûd, Salât, 123-124/796; Ahmed, IV, 321)

Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’de Meryem Vâlidemiz’i senâ ediyor. Öyle ki ismi 34 yerde zikrediliyor. Böyle olduğu hâlde:

يَا مَرْيَمُ اقْنُت۪ى لِرَبِّكِ وَاسْجُد۪ى وَارْكَع۪ى مَعَ الرَّاكِع۪ينَ

“Ey Meryem! Rabbine ibadet et; secdeye kapan, (O’nun huzurunda) eğilenlerle beraber sen de eğil.” (Âl-i İmrân, 43) buyuruyor Mevlâmız.

Yani kul olmanın en mühim bir nişânesi namaz. Namaz büyük bir kurtuluş vesîlesi. Nitekim Rebîa bin Kâʻb (Ebû Firâs) -radıyallâhu anh-, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin kapısında geceleyip, Oʼna abdest suyunu hazırlayan bir sahâbî idi.[2] Efendimiz, âdetleri veçhile kendisine yapılan her iyiliğe misliyle mukâbelede bulunduğu için bir gün ona da;

“‒Benden dilediğini iste!” buyurdu. Ebû Firâs da;

“‒(Yâ Rasûlâllah!) Cennet’te Sen’inle beraber olmayı isterim.” dedi.

Bunun üzerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“‒Öyleyse çokça secde ederek kendin için bana yardımcı ol” buyurdu. (Müslim, Salât, 226)

Rabbimiz; “Ey îmân edenler! Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin…” (el-Bakara, 153) buyuruyor.

Namazla Allâh’a sığınmanın bereketine dâir şu hâdise ne kadar ibretlidir:

Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm- âilesiyle birlikte Mısır’a girdiği zaman, Firavun’un adamları, cemâl sahibi bir kadın olduğu için Sâre Vâlidemiz’i İbrahim -aleyhisselâm- ile birlikte Firavun’un sarayına götürmüşlerdi. Sâre Vâlidemiz, hemen iki rekât hâcet namazı kılarak Firavun’un şerrinden Allâh’a sığındı.

Firavun ona yaklaşmak istediğinde korktu, titredi ve onun hemen serbest bırakılmasını emretti. Hattâ Hâcer Vâlidemiz’i de onlara hediye edip bir an önce gönderilmelerini istedi. Yani Cenâb-ı Hak, Sâre Vâlidemiz’i namaz vesîlesiyle Firavun’un şerrinden muhafaza buyurdu.

Müddessir Sûresi’nde Sekar Cehennemi’ne girenlerin niçin oraya atıldıklarını ifade ederken ilk olarak; “Biz namaz kılanlardan değildik.” (el-Müddessir, 43) demeleri de çok ibretlidir…

Bu itibarla bir anne-babanın evlâdına olan merhameti, sadece onun karnını doyurup ten rahatını sağlaması değildir. Yavrusuna göstereceği esas merhamet, ebedî saâdete nâil olabilmesi için onun rûhunu doyurabilmesidir. Onu namaza alıştırmasıdır. Mesela namaz kılarken onu yanına almalı, namazdan sonra onu taltif etmeli, zaman zaman da ikram ve hediyelerle onu teşvik etmeli, muhabbetle namaza alıştırmalıdır.

Mezhep imamlarından Ahmed bin Hanbel -rahmetullâhi aleyh- şöyle anlatıyor:

“On yaşımdayken Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemiştim. Sabah namazından önce annem beni kaldırır, soğuk Bağdat günlerinde abdest suyumu ısıtırdı. Sonra elbiselerimi giydirirdi. Evimiz uzak ve yol karanlık olduğu için, kendisi de başörtüsünü takıp tesettüre bürünerek benimle birlikte camiye kadar gelirdi.” (Ali el-Karnî, Durûs, XXVI, 4, XLIII, 21)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde Arş-ı Âlâ’nın altında gölgelenecek yedi gruptan birinin de kalbi mescitlere asılı mü’minler olduğunu bildiriyor. (Bkz. Buhârî, Ezan 36, Zekât 16, Rikāk 24, Hudûd 19; Müslim, Zekât, 91)

Selef-i sâlihîn’in cemaatle namaza verdikleri ehemmiyeti gösteren şu hâdise ne kadar mânidardır:

Medîneli meşhur yedi tâbiîn fakihinden biri olan Saîd bin Müseyyeb camiye gitmişti, bir de baktı ki cemaatle namazı kaçırmış. Bunun üzerine öyle bir “اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ” dedi ki sesi caminin dışından bile duyuldu. (Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, I, 381)

Mâlum olduğu üzere bu âyet-i kerîme, ölüm gibi çok büyük bir kayıpla karşılaşınca okunur. O büyük âlim de cemaate yetişememiş olmayı böylesine muazzam bir kayıp olarak gördü.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hayatına baktığımız zaman, namaz hususunda çok titiz olduğunu görüyoruz. Beş vakit cemaatle farz namazlara ilâveten Efendimiz; kuşluk, evvâbîn, teheccüd, hâcet, tahiyyetü’l-mescid, vudû, istihâre ve şükür namazlarıyla da gün ve gecelerini namazın rûhâniyetiyle tezyîn etmişlerdir.

Hattâ Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, teheccüde çok ayrı bir ehemmiyet vermiştir. Gerek mukîm iken, gerekse sefer hâlindeyken onu hiç ihmal etmemiş, çok sevdiği güzîde sahâbîlerini de bu ibadete teşvik etmiştir.

Nitekim bu husustaki tavsiyelerinden birkaçı şöyledir:

“Gece ibadetine dikkat ediniz! Çünkü o, sizden önceki sâlih kimselerin âdetidir. Şüphesiz gece ibadete kalkmak Allâh’a yaklaşmaya vesîledir. (Bu ibadet) günahlardan alıkoyar, hatâlara keffâret olur ve bedenden dertleri giderir.” (Tirmizî, Deavât, 101)

“Ey insanlar! Selâmı yayınız, yemek yediriniz, akrabalarınızla alâkanızı ve onlara yardımınızı devam ettiriniz. İnsanlar uyurken siz namaz kılınız. Bu sayede selâmetle Cennet’e girersiniz.” (Tirmizî, Kıyamet, 42)

“Ümmetimin en şereflileri, hamele-i Kur’ân (yani Kur’ân hizmetinde bulunan hâfızlar) ve devamlı olarak gece ibadetine kalkanlardır.” (Münâvî, I, 522)

Bir defasında Hasan-ı Basrî Hazretleri’ne:

“–Gece namazı kılanların yüzleri niçin güzel ve nurlu olur?” diye sordular. Hazret şöyle buyurdu:

“–Çünkü onlar, Rahmân ile başbaşa kalmışlardır…”

Bu beraberlik dolayısıyla Hak âşıkları, gecenin nasıl geçtiğini anlayamadan iştiyak ve muhabbetleri artmış bir vaziyette sabaha ulaşırlar.

Meselâ Veysel Karanî Hazretleri geceleri hiç uyumazdı. Gecelerini üçe taksim etmişti. Bir gece kıyâm, bir gece rükû, bir gece de secde hâlinde sabahlardı. Kendisine sordular:

“–Geceleri aynı hâl üzere, meselâ sabaha kadar secde hâlinde nasıl kalabiliyorsun?”

Şöyle cevap verdi:

“–Biliyorsunuz ki secdede üç defa «Sübhâne Rabbiye’l-a‘lâ» demek sünnettir. Ben daha bir kere diyemeden sabah oluyor!..”

İşte kalbi Allah ile olanın ibadetindeki huşû ve mânevî hazzı.

Bir tüccar İmâm-ı Âzam Ebû Hanife Hazretleri’ne sorar:

“–Benim de atlarım, kervanlarım var, sizin de. Ancak benimkiler, namaz kılarken beni çok meşgul ediyor, bir türlü onları düşünmekten kendimi alamıyorum. Siz kendinizi nasıl koruyorsunuz?”

İmâm Âzam Hazretleri’nin cevâbı ise çok mânidardır:

“–Ben onları kalbime değil, ahıra bağladım.”

Velhâsıl mü’min, namaza duracağı zaman ilâhî huzura kabul edildiğinin idrâkiyle tekbir almalı ve elinden geldiği kadarıyla gönlünü mâsivâdan arındırmaya çalışmalıdır. Namazı kalp ve beden âhengiyle kılmalıdır. Çünkü bedenin kıblesi Kâbe olduğu gibi, gönlün kıblesi de Cenâb-ı Hak’tır.

Rabbimiz, kendisiyle yakınlık hâsıl edebileceğimiz, mîraç ufkunda namazlar kılabilmeyi, cümlemize lûtf u keremiyle ihsan buyursun.

Âmîn!..

Dipnotlar:

[1] el-Ankebût, 45.

[2] Bkz. İbn-i Sa‘d, IV, 313.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Şebnem Dergisi, Yıl: 2021 Ay: Ocak Sayı: 199

İslam ve İhsan

Namazın Önemi, Fazileti ve Faydaları

Namazla İlgili Ayetler ve Hadisler

PAYLAŞ:                

Maun Suresinde geçen: "yazıklar olsun şöyle namaz kılanlara ki, kıldıkları namazdan gafildirler (sehiv yaparlar)" ifadesine göre, namazları gafletle kılmaktansa hiç kılmamamız daha iyi olmaz mı?

Değerli kardeşimiz,

Maun Suresi’nin özellikle 4-5. ayetlerinde geçen “yazıklar olsun şöyle namaz kılanlara ki, kıldıkları namazdan gafildirler (sehiv yaparlar)” ifadelerinin, namaz kılan pek çok müslümanı endişeye düşürdüğü bize iletilen bilgiler arasındaydı. Bu sureyi yalnız meallerden okuyan bazı müslümanların bu konuda ciddi tedirginlik yaşamasının nedeniyse; özetle kendi içlerinde şu sorgulamayı yapmalarına dayanıyordu: “Bir çok müslüman namaz kılarken insanî bir gaflet hali yaşayabiliyor ve her an huşu içinde olamıyor. Maun suresindeki ayetlere göre, bizlerin kıldıkları bu namazlar münafıklık alameti sayılır mı ve kesinlikle makbul kabul edilmez mi? Madem ki namaz kılarken aklımız dalıp gidebiliyor ve her an huşu içinde olamıyoruz, ayetteki dehşetle azarlayan ifade dikkate alınacak olursa, o halde bu namazları gafletle kılmaktansa hiç kılmamamız daha iyi olmaz mı?”

Bu derin vicdanî sorgulamanın Müslüman zihinlerde açtığı yaranın ıstırabına şifa olması ümidiyle, konuya açıklık getirmeye çalışacağız. Öncelikle, akıllarda soru işaretleri oluşturan Maun suresindeki ifadelere bakalım:

Surenin meali:
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
1– Dini/hesap gününü yalanlayanı gördün mü?
2– İşte o, yetimi şiddetle itip kakar.
3– Yoksulu/muhtacı doyurmayı hiç teşvik etmez.
4– Yazıklar olsun şöyle namaz kılanlara,
5– Ki onlar, kıldıkları namazdan gâfildirler.
6– Onlar, gösteriş için ibâdet yaparlar.
7– Onlar, en ufak bir yardımı bile esirgerler.

Bizim üzerinde duracağımız ve soruda da geçen husus, meallerde aşağı yukarı “Yazıklar olsun şöyle namaz kılanlara.. Ki onlar, kıldıkları namazdan gâfildirler” şeklinde geçen ayettir. Meallerde geçen “namazdan” tabiri “namazda” ifadesinden çok farklı olmakla beraber, genel olarak insanlar tarafından bu fark algılanamamaktadır. Ve bu yüzden çok ciddi tedirginlik ve endişe duyabilirler. Bu açıdan ayetlerde ifade edilenlerin ne anlama geldiğini kısa maddeler halinde arz edeceğiz:

- Bu sure, baştan sona kadar inkârcılardan söz etmektedir. İlk ayette, ahiret hayatına inanmayanların profili çizilmiştir: “Dini/hesap gününü yalanlayanı gördün mü?”

Son ayette ise, -ahirete inanmadığı için- karşılığında bir mükâfat beklemediğinden, muhtaç olanlara en ufak bir yardımda bulunmayan kimselerden söz edilmektedir. Böylece ilk ayet ile son ayet, inkârcılık ortak paydasında birleşen bir tabloyu çizmiş olmaktadır.

-İkinci ve üçüncü ayetlerde ise, hesap vermeye inanmamaktan meydana gelen merhametsizlik, katı yüreklilik, aşırı cimrilik, başkasına- özelikle de- kimsesiz yetimlere kuşbakışı baktıran aşırı gurur ve şımarıklık tablosu ortaya konulmuştur. Bütün bu vasıflar, ilk ayette vurgulanan, “hesap gününü yalan saymaktan” kaynaklandığını gösteren bir üslup içerisinde ortaya konulmuştur.

- Dördüncü ayet, ilk üç ayeti son üç ayetle bağlantısını temin eden bir konumdadır. Ancak, bu konumuna göre, ayette “Yazıklar olsun şöyle namaz kılanlara” yerine, “Yazıklar olsun onlara” yani; “yukarıda vasıfları belirtilen kimselere” demek icap ederdi.

Burada “onlar” zamiri yerine “namaz kılanlar” sözcüğünün kullanılması, elbette bir veya birkaç hikmet içindir. Bu hikmetlerden ikisini şöyle açıklayabiliriz:

a. Ayette namaza vurgu yapılmakla, onun dindeki yeri, imanla olan yakın ilişkisi, gösterilmiştir. Gerçekten İslam’da namaz, imandan sonra gelen bir meseledir. Bu sebepledir ki, fatiha’dan sonra Kur’an’ın ilk suresi olan Bakara Suresinin başında yer alan “takva sahipleri” Yani; Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, “onlar gaibe iman ederler ve namaz kılarlar..” şeklinde vasıflandırılmış; imandan hemen sonra –ikinci sırada- namaza yer verilmiştir. Demek ki, ahirete imanın zayıflığı nispetinde namaza rağbet azalacaktır. Evet, her namaz kılmayan hesap gününe inanmaz demek değildir, ama her hesap gününe inanmayan namaz kılmaz. Buna göre, dördüncü ayeti şöyle anlamak mümkündür: “O hesap gününe inanmayanlara; o, “musallî” (namaz kılan kimseler) konumunda; namaz kılmakla mükellef oldukları halde -hesap gününe inanmadıkları için- namazı kılmayanlara yazıklar olsun! Hesap günü geldiğinde vay onların haline!”

b. Bu ayette “namaz”dan söz edilmesi, münafıkların da namaz kılabileceklerine işaret etmek içindir. Ancak onları ele veren bir özellikleri var ki, namazı kılıp kılmamakta titizlik göstermezler. Bir sevap beklemedikleri için namazı kılmışlar mı, kılmamışlar mı? Onlar için fark etmez.

- Kur’an’da başka ayetlerde de onların bu özelliklerine işaret edilmiştir:
“Doğrusu münâfıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah ise, onların oyunlarını başlarına çevirir. Onlar, namaza kalkarken, üşene, üşene kalkarlar, insanlara / müminlere gösteriş yaparlar. Yoksa aslında Allah’ı pek az hatırlarlar.

Onlar küfür ile iman arasında/müminlerle kâfirler arasında bocalayıp dururlar. Ne onlara bağlanırlar, ne de bunlara. Allah, kimi doğru yoldan saptırırsa, artık sen ona bir çıkış yolu bulamazsın”( ”(Nisa, 4/142-143).

“Münafıklar, Allah’a ve Resulüne karşı nankörlük içindedirler. Namaza ancak üşene, üşene gelirler. Yardımda bulunurken de, istemeye, istemeye, gönülsüz verirler(Tevbe, 9/54).

Görüldüğü gibi, bu ayetlerde söz konusu edilen münafıkların özellikleri ile Maun Suresinde beyan edilen özellikleri tamamen örtüşmektedir. Ortak payda: Namazı önemsememek, üşene, üşene, gösteriş için kılmak, isteyerek yardımlarda bulunmamak.. Çünkü, münafıklar, kâfirlerin ta kendisidir. Ahiretten, bir ücret beklentileri yoktur.

Onun için genellikle “namazda değil, namazdan” gaflet ediyorlar. Yalnız insanların yanında mahcup olmamak için yapmacıktan namaz kılarlar.

-Bazı alimlere göre, Maun Suresinin ilk üç ayeti Mekke’de, son dört ayeti ise Medine’de inmiştir. Buna göre, hesap gününe inanmayanların özelliklerini belirten ilk üç ayet özellikle Müşriklerden söz etmektedir. Medine’de inen dört ayet ise, münafıklardan bahsetmektedir.

Bazılarına göre, ilk üç ayet, Mekke’de Ebu Cehil hakkında inmiştir. Ahiret hayatını inkâr eden odur. Son dört ayet de Medine’de meşhur münafık Abdullan b. Ubey b. Selul ve arkadaşları hakkında inmiştir. Namazı gösteriş için kılanlar onlardır.

Kur’an’ın harika üslubuna bakın ki, inişleri itibariyle aralarında seneler bulunan bu iki kısım ayetleri okurken, hiçbir ayrılık-gayrılık söz konusu değildir. Bu husus, yalnız lafzî üslup için değil, manevî üslubu ifade eden nazm-ı maanî için de geçerlidir.

Mesela; her iki grup ayetin bahsettiği müşrik ve münafıkların ortak özelliği, hesap gününe inanmamaktır. Bu her iki grup insan da, gerçek anlamda samimi olarak namaz kılmazlar. Müşrikler hiç kılmaz. Münafıklar da gösteriş için kılarlar. Çünkü saadet asrında, münafıklar genellikle Medine’de bulunmaktadır. Medine’de namaz kılanlar içinde yaşayan münafıklar, Allah için değil, sırf görünüşü kurtarma adına namaz kılıyorlardı.

- Hz.Ali, Hz. İbn Abbas ve Hz. Enes gibi bazı sahabîler, ayetteki inceliğe dikkat çekmiş ve “namazdan” ifadesinin “namazda” tabirinden çok farklı olduğunu söylemişlerdir.

Buna göre: “Fi salatihim” denilse, namazlarında gaflet gösterenlerin vay haline, anlamı çıkar ve yanlış olur. Çünkü, namazın içinde gaflet etmemek, sehiv yapmamak insan gücünün dışında bir şeydir. Kaldı ki, Hz. Peygamber(a.s.m)’in bizzat namazda sehiv yaptığı bilinmektedir. Fıkıh kitaplarının hepsinde, “Namazda sehiv yapma” bölümü vardır.

Onun içindir ki, ayette “an salatihim” denilmiştir. Yani onlar ki, namazlarından gaflet ediyorlar. Yani; namazın kendisinden haberleri yoktur, onu tamamen unutuyorlar, ehemmiyet vermiyorlar. İnsanlara karşı bir gösteriş kaygıları olmazsa asla kılmazlar.

Bu sebepledir ki, bazı alimler bu ince farka işaret etmek üzere demişler ki; Allah’a şükürler olsun ki, Kur’an’da “Fi Salatihim=Namazlarında” demeyip de “An salatihim = Namazlarından” denmiştir.

- Abdullah b. Abbas da şöyle demiştir: Bu ayet münafıklar hakkındadır. Onlar, insanların gözünden kaybolduklarında namaz kılmazlar. İnsanların yanında bulunduklarında ise, gösteriş için namaz kılarlar. Açıkta kılarlar, gizlide terk ederler.

Meşhur müfessirlerden Vahidî de şöyle demiştir: Bu ayet münafıklar hakkındadır. Çünkü onlar, -hesap gününe inanmadıkları için- ne namaz kıldıkları zaman bir sevap beklerler, ne de kılmadıkları zaman bir cezadan korkalar. “Namazdan gaflet etmek” buna bakar.

Taberî’nin rivayetine göre, bu ayet indiği zaman Hz. Peygamber(a.s.m): “Allahu ekber, demiş. Bu ayet, sizin için, bütün dünyanın bir tek kişiye verilmesinden daha güzeldir. Çünkü, Namazdan sehiv yapan kimse, namaz kıldığında bir sevap beklemediği gibi, onu terk ettiği zaman da Rabbinden korkmayan kimse demektir.”

Bu hadiste de, söz konusu ayette geçen “Namazlarından” ifadesindeki inceliğe işaret edilmiştir.

-Söz konusu ayette “namazı ikame edenler” tabiri kullanılmayıp, doğrudan “namaz kılanlar” ifadesinden de bu hususun münafıklara ait olduğunu anlamak mümkündür.
Çünkü, Kur’an’da samimi ve düzgün kılınan namazlar için “Namazı ikame edenler/ederler” ifadesi kullanılır. Samimi ve düzgün olmayan namazlar için ise, yalnız “namaz kılanlar/kılarlar” ifadesi kullanılır.

Burada bu ikinci ifadeye yer verilmekle, Maun Suresindeki namaz kılanlardan maksat şudur: Namaz kılmakta samimi olmayan, gösteriş için namaz kıldıklarında da bedenleri namazda iken, ruhları namazdan çok uzak yerlerde dolaşır. Bunlar, yeri geldiğinde namaz kılıyorlarsa da, namazı ikame etmiyorlar.

-Bütün bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, söz konusu ayette, normal namaz kılan müminlerin, namaz kılarken gösterdiği sehiv ve gafletten değil, münafıkların gösteriş için kıldıkları namazlarından bahsedilmektedir.

Nitekim, Bu dördüncü ayetten önce geçen üç ayette, Münafıkların, inkârcıların üç özelliğine işaret edilmiş, bu ayetten sonra gelen üç ayette ise, diğer üç özelliklerine dikkat çekilmiştir. İlk üç ayetteki özellikler: Hesap gününü yalan saymak, yetimi şiddetle itip kakmak, Yoksulu/muhtacı doyurmayı hiç teşvik etmemek. Son üç ayetteki üç özellik ise şöyledir; Namazdan gaflet etmek/Namazı umursamamak, gösteriş meraklısı olmak, en ufak bir yardımdan bile kaçınmak. Bu altı ayetteki altı özelliği üst üste koyduğumuzda, altından hesap gününe inanmayan münafıkların inançsızlığı görünecektir.

Peki, Kur’an’da neden Müslümanlara da ucu dokunan bir üslup tercih edilmiştir?

Bu tercihin asıl nedeni, Müslümanların da kıssadan hisse çıkarmalarına imkân tanımaktır. Ta ki; samimi müminler, münafıkların vasıflarını taşımaktan çekinsinler, hesap gününe olan imanlarını her an pekiştirmeye çalışsınlar, hesap vereceklerini unutmasınlar, özellikle namazı terk etmesinler, vaktinden sonraya bırakmasınlar, namazda iken mümkün oldukça zihinlerini dünyevî meşguliyetten uzak tutsunlar, -Mevlana’nın ifadesiyle- Namazı; “Ser be zemin, dum be heva”=baş yerde kuyruk havada/ iki yatış bir kıntış bakıştan ibaret bir gösteri haline getirmesinler, Yüce Allah’ın huzurunda olduklarını unutmasınlar, Namazı “ikame” ile/tadil-i erkânla eda etsinler, ibadetlerinde gösteriş yapmasınlar, Allah yolunda harcamaktan geri kalmasınlar, özellikle yoksul ve öksüzlere özel bir itina göstersinler..

"Namazı ikame ederler" Tâbiri

Kur'an'da ilk defa Bakara suresinin 3. âyetinde geçen bu cümle "Namaz kılarlar" cümlesinden daha uzun olmasına rağmen özellikle tercih edilmiştir. Müfessirlere göre "namazı ikâme ederler" cümlesinin daha kısa olan “namazlarını kılarlar” ifadesine tercih edilmesinin hikmeti: Namazda lazım olan tâdîl-i erkan, namaza devam etmek ve namazı vaktinde kılıp muhafaza etmek gibi, "ikâme" kelimesinin gösterdiği mânâlara dikkat çekmek içindir. (1) Kâdı Beydâvî de aynı noktaya dikkat çekmiş ve söz konusu âyette olduğu gibi, namazı mükemmel şekilde tâdîl-i erkan ile kılanları öven yada namazın kılınmasını emreden âyetlerde "ikâme" kelimesinin kullanıldığı ve el-Mâun sûresinde olduğu gibi, namazı gaflet içerisinde kılanları azarlayan âyetlerde ise, bunun kullanılmadığına işaret etmiştir.(2)

"İkame" kelimesi, “kıyam” veya "kıvam"dan "İf'al" ölçüsünde olup lügattaki anlamlarından biri de kaldırıp dikmek veya düzeltip doğrultmaktır (3) ki, bu da "salat " kelimesinin sözlük anlamı ile yakından ilişkilidir. Çünkü "kaldırıp dikmek, düzeltip doğrultmak" işi, namaz için kullanıldığı zaman, sırtın omurilikleri devreye girer. O halde bu sözlük anlamlar göz önünde bulundurulduğu zaman, "namazı ikame etme"nin mânâsı : "Sözlü olarak kıraat ve zikirleri düzgün okuyarak, amelî olarak da bütün hareketlerinizde, omurganızda yer alan 17 omurunuzu bulunduğunuz yerin pozisyonuna uygun bir şekilde düzgün tutarak namazı kılın" demek olur.

İstifade Edilen Kaynaklar: Taberî, Zemahşerî, Semarkandî, Râzî, Kurtubî, Saalibî, İbn Kesir, Ebu Suud, ed’Dürrü’l-Mensur, Beydavî, Nesefî, Şenkîtî; Şevkânî, Alusî, İbn Aşur, Fi Zilal, Elmalılı, tefsirlerinin ilgili ayetleri.

1- bk. ez-Zemahşerî, el-keşşâf, I/39-40; Nursi, İşãrâtu'l-İ'câz, 45-46.
2- el-Beydâvî, Tavâliu'l-Envâr, 45-45. Ayrıca bk. Hatip eş-Şirbînî, es-Sirâcu'l-Munîr, I/17-18; er-Râğıb,491-492; Cemaluddin el-Kasimî, Mehasinu't-Tevil, I/35-36. Kur'an'da "İkame" kelimesinin geçtiği misaller için bk. 4/162; 5/55; 11/114; 17/78; 20/14; 29/45; kullanılmadığı yerler için bk. 107/4-5; 9/54.
3- bk. Yazır, I/175.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır