Nasrettin Hoca Fıkraları Kısa ve 1. 2. ve 3. sınıf Nasrettin hoca fıkraları kısa kısa hazırlandı. Nasrettin hocanın fıkraları yazılı işte detaylar.
Nasrettin hocanın kısa fıkraları, geçmişten günümüze insanları güldürürken öğreten fıkralardır. Kimi zaman insanların bencilliğini kimi zaman da kötü duygularını gün yüzüne çıkaran Nasrettin Hoca fıkraları özünde hep bir toplumsal mesajla gelir. Yazımızın devamında Nasrettin Hoca’nın kısa fıkralarına yer verdik.
5 tane fıkra kısalardan seçmeleri sizler için yazımızda derledik. Nasrettin Hoca fıkraları insanların sürekli gülerek anlattığı ve çoğu zaman da çeşit çeşit dersler çıkardığı fıkralardır. Geçelim 5 tane kısa fıkraya;
1. sınıf Nasrettin Hoca fıkraları kısa ve çocukların kolay anlayabileceği fıkralardır. Nasrettin Hoca’nın anlatılarını kolayca öğrenebilmeleri ve Nasrettin Hoca’yı tanıyabilmeleri için anlatılmaktadır. 1.sınıf öğrencileri için anlaşılabilir Nasrettin Hoca Fıkralarına kısa halleri ile aşağıda ulaşabilirsiniz.
Nasrettin Hoca’nın komik fıkraları kimi zaman göle çaldığı maya ile kimi zaman da doğuran leğenlerle aklımıza gelir. İşte Nasrettin Hoca’nın en çok bilinen fıkraları;
Nasrettin Hoca kar fıkrası pamuk fıkrası ile aynı fıkradır. Bu fıkranın özünde Nasrettin Hoca ilk kez kar görür ancak bunun kar olduğunu bilmez. Pamuk zannederek yataklara yorganlara doldurmaya başlar. Sonrasında ise ıslanan yatak ve yorgan için ise hocanın bahanesi çok ilginçtir. İşte Nasrettin Hoca’nın pamuk fıkrası;
Nasrettin Hoca’nın pamuk fıkrası aslında karın öyküsüdür. Günlerden bir gün kış gelir ve karlar yağmaya başlar. Nasrettin hoca ise daha önce hiç kar görmediğinden yağan karların ne olduğunu bilmez ve pamuk zanneder. Bunun üzerine karısını çağırır;
Nasrettin hocanın hanımı henüz uyanmamıştır. Bunun üzerine Nasrettin Hoca tek başına yastıklara yorganlara karı pamuk zannederek doldurur. Karısı ise şaşkın bir şekilde henüz uykusundan yeni uyanmıştır. Yatakların ve yastıkların sırılsıklam olduğunu görür. Bu işte bir bit yeniği olduğunu anlayan hanımı hocaya sorar. Hoca ise şu cevabı verir;
Sevgiliye Sorulacak Komik Sorular – Sevgiliye Romantik Sorular
Google Çeviri Hataları Komik
Sevgiliye Sorulacak Sorular – Nişanlıya Sorulacak Sorular
Burada bulunan fıkralar Akşehir Belediyesi Kültür Yayınları içerisinde yer alan Prof. Dr. Saim SAKAOĞLU ve Prof. Dr. Ali Berat ALPTEKİN tarafından yazılmış “Nasreddin Hoca” adlı kitaptan seçilmiştir.
Fıkraların tamamını PDF veya WORD dosyası olarak indirebilirsiniz.
Günün birinde Hoca'nın da içinde bulunduğu topluluktan birisi;
“Hocam, adam olmanın yöntemi nedir?” deyince; Hoca Efendi, adamın nefes almasına bile fırsat vermeden;
“Canım, bunu bilmeyecek ne var, elbette kulaktır.” der.
Fakat Hoca, arkadaşlarının "kulaktır" cevabından pek bir şey anlamadıklarını anlayınca açıklama yapma gereğini duyar:
“Aa!. . Bunu bilemeyecek ne var? Herhangi bir adam konuşurken onu can kulağı ile dinlemeli; bu arada kendi ağzından çıkanı kendi kulağı duymalıdır.”
Günün birinde bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaktadır. Elbette yağmur yağdığı vakit ya koşulur, ya da bir yerlere sığınılır. Nasreddin Hoca da yağmurun yağışını ve sokakların yalnızlığını pencereden seyrederken bir de bakar ki yağmurdan kaçan bir adam… Hoca biraz dikkatli baktığında bunun bir komşusu olduğunu anlar ve pencereyi açarak;
“Komşu, komşu, utanmıyor musun, niçin Allah’ın rahmetinden kaçıyorsun?” deyince adam koşmayı bırakır ve yavaş yavaş evine doğru gider. Bu arada adamın da ıslanmadık yeri kalmaz.
Ertesi gün hava yine yağmurludur. Bu defa Hoca Efendi alışveriş için sokağa çıkmıştır. O, işini bitirip de hızlı adımlarla evine doğru giderken bir gün önceki komşusunun evinin önünden geçer. Bu sefer komşusu;
“Hoca Efendi, Hoca Efendi, sen dün bana ‘Allah’ın rahmetinden kaçılmaz. ’ demiştin; bak şimdi kendin kaçıyorsun.” deyince, Hoca komşusuna doğru döner ve;
“Be adam! Ben Allah’ın rahmetinden kaçmıyorum, Allah’ın rahmetini çiğnememek için koşuyorum.” der.
Bir yolculuk sırasında Nasreddin Hoca’nın yolu bir ile düşer. Hoca orada bazı garipliklerle karşılaşır. Bunlardan biri de bazı evlerin üzerine bayrak dikilmesidir. Hoca sözü bir punduna getirerek sorar:
“Yahu, bazı evlerin üzerinde bayrak asılı, bunun sebebi nedir?” deyince hep bir ağızdan;
“Hocam, o bayrak asılı evlerde küp dolusu altın vardır.” derler.
Bayrak dikmenin sebebini öğrenen Nasreddin Hoca, günün birinde çarşıdan kocaman bir küp alarak kalmakta olduğu eve gelir. Sonra da küpün içerisini çakıl taşlarıyla doldurur. Yine âdetmiş, evinde altın olanlar, küplere karşı sohbet ederlermiş. Sıra Nasreddin Hoca’ya gelince bakmışlar ki küpün içerisinde altın yerine çakıl taşları dolu… Misafirlerden birisi;
“Hoca Efendi, bu nasıl iş, senin küpünde altın yerine çakıl taşları dolu.” deyince Hoca;
“Yahu komşular neye üzülüyorsunuz, küpte yattıktan sonra altın olsa ne, taş olsa ne? Fark eden ne ki?” der.
Nasreddin Hoca’dan hoşlanmayan komşularından birisi günün birinde onu yolu üzerinde durdurur ve bilmiş bilmiş konuşmaya başlar:
“Hoca Efendi, senin için ‘Evliya oldu, erdi’ diyorlar. Doğrusu inanmadım, eğer kerametin varsa benim dört ayaklı eşeğimi iki ayaklı yap da inanayım.” der.
Adamın sözlerine sinirlenen Nasreddin Hoca;
“Be adam, ben eşeğin ayaklarını dörtten ikiye indirebilir miyim, bilmem. Fakat sen biraz daha konuşursan senin ayaklarını dörde çıkarabilirim.” deyiverir.
Günün birinde Nasreddin Hoca, Akşehir’i ziyaret eden bir papazla tanışır. Papaz, Hoca’nın ününü daha önce duyduğu için onu denemek ister ve;
“Hoca Efendi, bana söyler misin, Peygamberiniz Hazreti Muhammed Miraç’a nasıl yükseldi?” diye sorar.
Sorudaki inceliği anlayan Hoca da Papaz’a bir soru sorar:
“Papaz Efendi, Papaz Efendi! Sizin Peygamberiniz Hz. İsa göğe yükselmedi mi?”
Papaz şaşkın vaziyette ne diyeceğini düşünürken, Hoca hemen cevabı yapıştırır:
“Peygamberimiz Hazreti Muhammed, Miraç’a giderken sizin Peygamberiniz Hazreti İsa için hazırlanan merdiveni kullandı.”
Arkadaşları zaman zaman Nasreddin Hoca’ya takılırlarmış, çünkü onun cevaplarından hisse çıkarırlarmış. Gene böyle bir günde Hoca’ya;
“Hoca Efendi, sen mi büyüksün, yoksa kardeşin mi?” diye sorarlar.
Hoca arkadaşlarının yine kendisine takıldıklarını anlayınca şöyle bir düşündükten sonra gülümseyerek şu cevabı verir:
“Geçen yıl anneme bu soruyu sormuştum, o da; ‘Kardeşin senden bir yaş küçük.’ demişti. O zamandan bu yana bir yıl geçtiğine göre şimdi aynı yaştayız.”
Hoca ve arkadaşları bahar mevsiminde bir çınarın altında oturmuş, çaylarını içerlerken aralarından biri Hoca'yı sözüm ona imtihan etmek ister:
“Yahu Hocam, bu insanlar yaz aylarında sıcaktan, kış aylarında ise soğuktan şikâyet ederler; sizce bu şikâyetin sebebi nedir?” Hoca bu, hemen cevabını veriverir:
“Komşu, komşu, sen onlara kulak asma, bak içinde yaşadığımız bahardan hiç hoşnut olmayan var mı? Sen hayatını yaşamaya devam et.”
Ahbapları Hoca’yı çirkin bir kadınla evlendirirler. Akşam olunca Hoca evlendirildiği kadını görünce şaşkınlığını gizleyemez ama yapacağı da fazla bir şey yoktur. Sabah olunca, Hoca evden ayrılırken hanımı sorar:
“Hoca Efendi, yakınlarından kime görüneyim, kime görünmeyeyim?”
Bu söz karşısında Hoca;
“Hanım hanım, bana görünme de kime görünürsen görün.” deyiverir.
Hemşerileri bazen candan, bazen de sahte olarak Hoca’ya saygı gösterirler. Günün birinde sahte saygı gösterenlerden biri Hoca’yı evine davet eder. Hoca da konumu gereği davete gider. Gider gitmesine de eve yaklaşınca ev sahibinin başını pencereden içeriye doğru çektiğini görür.
Hiçbir şey olmamış gibi evin kapısına çalan Hoca;
“Komşu, komşu ben geldim.” deyince, kapının arkasından değiştirilmiş bir ses duyulur:
“Ah Hocam, ah! Evin sahibi buradaydı, az önce gitti, bensizin geldiğinizi söylerim, mutlaka çok üzülecektir.”
Hoca bu söz karşısında iyice sinirlenir ve;
“Ev sahibine söyleyin, bir daha bir yere giderken başını pencerede unutmasın.” der.
Nasreddin Hoca evinin bahçesindeki ağacın gölgesinde namaz saatini beklerken telaşlı bir şekilde kapısının tokmağına vurulduğunu işitir. Hoca, kapıyı açınca komşusunu görür ve;
“Buyur komşu, nedir bu telaşın?” deyince komşusu;
“Sorma Hocam, karımla baldızım saç saça, baş başa dövüşüyorlar.” der.
Bunun üzerine Hoca merakla;
“Komşu, ayıramadın mı?” deyince, komşusu sızlanarak cevap verir:
“Ne mümkün Hocam, bırak ayırmayı yanlarına bile yaklaşamadım.”
“Pekiyi, bu hanımlar ne diye kavga ediyorlar?” deyince komşusu;
“Bilmiyorum Hocam!” der.
Hoca bir defa daha sorar:
“Sakın, ‘sen yaşlısın, ben yaşlıyım’ diye kavga etmesinler?” deyince komşusu;
“Yok Hocam, yok başka bir konuda kavga ediyor olmalılar!” der.
Bunun üzerine Hoca rahat bir şekilde konuyu çözüverir:
“Komşum, o zaman telaşlanmaya gerek yok! Konu yaş değilse çabucak barışırlar, belki de şimdiye barışmışlardır bile.” der.
Bu sayfada bulunan minyatürler izinsiz kullanılamaz.