nasyonal sosyalist türk işçi partisi / Nasyonal Sosyalist Türk İşçi Partisi | Politika Dergisi

Nasyonal Sosyalist Türk Işçi Partisi

nasyonal sosyalist türk işçi partisi

Nasyonal Sosyalist Türk İşçi Partisi

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

   YAZIMIN BAŞLIĞI size çok tanıdık gelebilir. Tarihle ilgisi olsun veya olmasın, herkes bu isme tanıdıktır. Adolf Hitler’in de üyesi olduğu, 1933’ten sonra Almanya’yı yönetecek ve dünyada görülmemiş bir vahşete imza atacak olan partinin adıdır. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi, kısaca Almancada “Nasyonal Sosyalizm” (National sozialistische Deutsche Arbeiterpartei) kısaltması olan Nazi Partisi. Üyeleri de Naziler. Bu partinin ideolojisi, saf arî Alman ırkını üstün kılmak ve Yahudileri Almanya sınırlarından sürüp yok etmek. Bunu hemen hemen hepimiz biliyoruz. İşte ben de ülkemizde böyle bir parti kuracağım. Neden diye sormayın ve hayıflanmayın; çünkü, özellikle bugünlerde Davos’taki Battal Gazi edasıyla esip gürleyen Başbakan’dan sonra dinci basın da Nazilerden bile daha fazla Yahudi düşmanlığı yapıyor. Kesinkes, böyle bir parti kurarsam başa gelirim diye düşündüm.

   Bugün bile 30 Ocak 1933’de başlayan ve II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadardaki süre içersinde karanlık Nazi Almanya’sı üzerine birçok araştırma, film ve belgesel yapılmasına rağmen hâlâ karanlıkta kalan birçok insanlık suçunun olduğunu görüyoruz. Bugün bile, hâlâ Nazilerin işlediği insanlık suçu üzerine yeni belge ve bilgiler gün ışığına çıkıyor ve bunlar, bütün dünyayı sarsıyor. Nazi Almanyası üzerine birçok kitap, film, belgesel ve araştırma yapan birisiyim. Nazi Almanyası üzerine çok olmasa da fazlaca bilgim var.

   Nazi Almanyası için tek iyi bir şey söyleyebilirim. O da bilime ve bilim araştırmalarına verdikleri inanılmaz önemdir. Bugün o faşist hatta ve hatta canavar diyebileceğim Naziler kadar bile ülkemizin yöneticileri bilme ve bilim araştırmalarına, özellikle de bilim adamlarına önem vermiyor. Tabii bilim adamıyım diye çıkıp da ‘Vay efendim… Türkler 1 milyon Ermeni’yi kesmiş’, ‘Vay efendim… Kıbrıs’ta işgalci güçmüş’ gibi safsataları ve tarihten uzak açıklamaları yapanları demiyorum. Burada, yakın zamanda çok ciddi belgelerle Ermeni dosyası açarak kim kime soykırım yapmış, kim kimi kesmiş; göreceğiz. En azından Ermenilere soykırım yaptığımızı söyleyen, o sözüm ona aydınlara ve bilim adamlarına şunu sormak istiyorum: Osmanlı Ermeni soykırımı yapmışsa, bugünkü Suriye’nin kuzeydoğusunda ve Lübnan’da Ermeni köyleri nasıl oluştu? Biz konumuzdan sapmayalım. Dediğim gibi, Nazi yönetimi inanılmaz bilimsel araştırmalarda bulunmuş, hatta en şöhretli araştırmalarından biri de Tanımlanamayan Uçan Nesneler üzerine yaptıkları araştırmalar; yani bilindik adıyla UFO’lar üzerine. Nazi Almanyası II. Dünya Savaşı’nın da bitmesinden sonra; Amerikan, İngiliz ve Bolşeviklerin Nazi belgelerine el koymasıyla ortaya çıkan ve bugün bile çoğu kez gündeme gelen daire şeklinde birçok uçak çizimleri Nazilerin ‘uçan daireler mi yapmışlar?’ sorusunu akıllara getirmiyor değil. Tabii II. Dünya Savaşı’nda kullanılan denizaltılar, lav silahları, tanklar, bugün bile hâlâ dilimizden düşmeyen Alman panzerleri, daha sayamadığımız bir sürü icatlar Nazi yönetiminin bilime verdiği önemden dolayı gerçekleştirildi ve çağının çok ötesindeydi.

   Nazi Almanyası için tek iyi şey bilime verdiği önem dedik. Başka bir şey de zaten kolay kolay bulamazsınız. Hatta hiç bulamazsınız. Tabii bugün dünyayı ve özellikle ülkemizi karıştırmada birebir olan Alman gizli servislerinin temelleri Nazi Almanyasında atılması gibi dünya’nın bile o güne kadar yabancısı olduğu Nazilerin istihbarattaki ustalıkları gibi şeyler de bulabilirsiniz. Onları daha çok, Kuzey Irak’a PKK için operasyon yaparken Amerikalılardan istihbarat alan bizim hükümetlerimiz incelesin…

   Biz gelelim bu yazımızın konusuna. Biliyorum, biraz kafa şişirdim; lafı uzattım, ama üzerine milyonlarca kitap, film, belgesel çekilmiş Nazi Almanyası için üç cümleyle geçilmez. Hele ki yaptıkları vahşet üzerine değil bir yazı, bir başlı başına dergi bile çıkar. Neyse çok uzatmayalım; yazının en başında da dediğim gibi, ben bir Nasyonal Sosyalist Türk İşçi Partisi kuracağım. İdeolojisini de Adolf Hitler’in ideolojisiyle, yalnız bir farkla ümmetçiliği de koyarak aynı ideoloji yapacağım. Dedim ya kesin Başbakan olurum. Hatta % 46’yı bile geçerim; çünkü dinci basını ne zaman izlesem, ne zaman okusam inanılmaz bir Yahudi düşmanlığı var. Daha doğrusu, Filistin üzerinden inanılmaz bir duygu sömürüsü var. İşte İsrail Filistinlileri kesiyor, biçiyor, çocukları öldürüyor vs… Bir sürü haberler, resimler gazetelerinde televizyonlarında. Anladık kardeşim, İsrailli yöneticiler bir hata yapıyor da bunu sen niye bu kadar allayıp, pullayıp İsrail düşmanlığına getiriyorsun? Bunun âdâplı bir şekli vardır. Başbakanın, Cumhurbaşkanın çıkar, siyasi üslup içerisinde dile getirir.

   Hayır, anlamadığım kısım şu: Daha düne kadar İsraillilerle kol kola olan bu dinci tayfaya ne oldu? Adamlar değirmenden hızlı çark ediyorlar. Dün el ele, kol kola oldukları kişilerin şimdi bir numaraları düşmanı oldular. Arap dünyasının sözcüsü, Başbakanları da liderleri… Oh, ne güzel! Vallahi, bir Arap olsam El Cezire’yi filen izlemem. El Cezire bile bu kadar Arap milliyetçisi yayın yapamaz. Hele Davos’taki Kasımpaşa evladımızın hareketlerini görünce, Arap liderleri geçti içimden. Bin Laden bile ders almalı, dedim.

   Tamam, her şeyden önce, orada bir ülkenin başbakanı oturuyor, her kim olursa olsun; isterse başka bir ülkenin lideri bile olsa saygı göstermeliler. Yapılan muamele yanlış, ama tepki daha da yanlış. Yine de bir Başbakan olduğunu unutmadan siyasi üslupla cevabını verip, oradan sessizce ayrılmalıydı. Çok saygıdeğer Başbakanımızı bıraksan, oradaki herkese argo tabirle kafa göz girişecekti. Ama herkes bir şeyi gözden kaçırdı, o da şuydu; bunu kendileri hak etti. Kendilerini Amerikalıların gözünde o kadar düşürdüler ki işte en basit gazetecisi bile böyle saymaz oluyor. Burada ABD’ye gitmek için İsrail’e gidip izin istemelerini veyahut Kuzey Irak’taki PKK için ABD’den izin istemelerini hatırlayacaksınız. Bush’un askerimizi aşağılar şekildeki sözler sarf etmesi ve bunların sessiz kalması, sonra da hâlâ gündemdeki yerini koruyan Kuzey Irak’ta askerimizin başına çuval geçirme olayı, bunların hepsi Davos’taki karşılaşılan o muamelenin nedenleridir. Hiç kimsenin çıkıp, bunları dile getirmemesi bugüne kadar ayrıca özellikle muhalefet partileri için çok vahim bir durum. Onlar da Kahraman Tayyip, Battal Gazi Tayyip gibi çizilmek istenen imajın altında kaldı. Hiçbiri çıkıp sormadı: ‘Sayın Başbakan sen değil miydin ABD’ye gitmek için İsrail’den izin isteyen’  ve kimse diyemedi: ‘ İşte dün kendini böyle küçük düşürürsen bugün seni kimse saymaz’ diye…

   Benim asıl sormak istediğim soru şu: Dün dinler kardeşliği, dinler diyaloğu adıyla dindar Hristiyan, dindar Musevi dediğiniz ve hatta dinimizi Kur’an-ı Kerim’i çiğneyerek ‘La ilahe illallah Muhammedün Resulullah’ demeyelim, Hristiyan ve Musevi kardeşlerimizi üzüyoruz. Sadece ‘La ilahe illallah’ diyelim, diyen kimdi acaba? Bu konuya da zaten ileride detaylıca ele alacağım. Dinler arası diyalog yalanıyla dinimizin nasıl boşaltılmaya çalışıldığını göreceğiz. Ama incelemek isteyen okuyucularımız Aytunç Altındal’ın araştırmalarını veya http://diyalogcu.wordpress.com/category/vatikan/page/2/ internet sayfasındaki yazıları inceleyebilirler.

   Önceleri biz ‘Museviler dinimizi yok etmeye çalışıyorlar, ülkemizde bile bölücü faaliyetleri var, hatta ve hatta PKK'lıları İsrail Ordusunun subayları eğitiyor’ dediğimiz zaman, komplo teorici diyorlardı. İsrail bayrağındaki Davud Yıldızı'nın kuzey kısmı Güney Anadolu’muz, bunun için GAP’ın çevresinden Yahudiler arazi alıyor dediğinde Rahşan Ecevit’e “Sevrci” dediklerini hatırlıyorsunuzdur. Şimdi Musevi aşkı ve İsrail sevdası bitmişe benziyor. Hatta belki Adolf Hitler’e bile taş çıkaracak şekilde İsrail kötüleniyor. Devlet Bakanı Tüzmen’in yaptığı ‘İkinci Kriz dalgası geliyor’ açıklamaları bile Tüzmen'i ikinci dalga korkusu fena sardı’ gibi neredeyse alaycı bir başlıkla geçiştirip, gündeme yine Filistin’i ve Filistinli çocukları getiriyorlar. Eğer bugün İsrail’e nota verilmeseydi, yazımın konusu gelecek olan ikinci kriz dalgası ve hâlâ daha teğet geçen ve ülkemizde AKP Hükümeti sayesinde yatılıya kalan kriz üzerine olacaktı. Biliyorsunuz, 14 Şubat günü İsrail’e sevgililer günü hediyesi olarak nota verildi. Biliyorsunuz, çuval olayında Sayın Başbakan’a ‘ABD’ye nota verecek misiniz’ sorusu sorulduğunda Başbakan, ‘ne notası, müzik notası mı?’ demişti. Gerçi bunu Genelkurmaylık verdiği için bu konuyu yazma gereği duydum. Çünkü şüphesiz ki Türkiye’nin bölgedeki ülkelerle olan ilişkileri, bu verilen nota ile değişiklik gösterecektir. Özellikle İsrail’le ilişkiler durma noktasına bile gelebilir. Tabii bölgede İran, Hamas ve Hizbullah gibi İsrail düşmanı olanların hoşuna gidecek ve ilişkilerini bizle iyileştirecektir. Ancak bu olayın İsrail’le savaşa girme noktasına gelmesi dış siyasetteki başarısızlığın işaretidir. Davos’ta yaşanan olaylar sonrasında, içeride tam bir Nazicilik örneği sergilenirken, dışarıda da İsrail’e savaş açma noktasına geldik. Gerçi değil İsrail’e, dünyadaki hiçbir ülkeyle bunlar savaşa giremezler, o kadar cesaretli değiller. Sadece içeride esip gürlerler ve demokrasi, konuşma özgürlüğü naraları atarlar. Bir de Nazilere bile taş çıkaracak İsrail düşmanlığı yaparlar. Dediğim gibi bir Nazi Partisi kurmak lazım, inanılmaz oy alır bunlar sayesinde. Tek başına iktidar olursun. Ben de onun için duramayıp yine birkaç soru soracağım:

   1) Ne oldu da veya bir şey mi oldu da Yahudi ve İsrail sevdanız bitti?

   2) Bu İsrail karşıtı çıkış, önümüzdeki yapılacak yerel seçimler için yapılan bir seçim propagandası mı?

   3) Yoksa Osmanlı’da bizi arkamızdan bıçaklayıp İngilizlerle birlikte olan Arap milliyetçilerinin liderliğine mi geçeceksiniz?

   4) 6 yıllık hükümetiniz döneminde, krizi geçiştirmek için sürekli getirttiğiniz Arap paralarının borçlarını bu şekilde mi ödüyorsunuz?

   Eğer ikinci seçenek doğruysa, yani sadece yerel seçim için bunca kızılca kıyamet kopuyorsa benden de size bir öneri: ‘Nazi Partisi’ kurun ya da AKP’nin başına Nasyonal Sosyalist adını getirin. Alın size, Nazi AKP! Sloganı da benden: Filistinli çocuklarla dinci basın el ele, oylar Türkische Nazi AKP’ye! Nasıl, güzel mi?

[email protected]

 [Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 13’te yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 13’ü indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

TKP'ye ve İP'e nasıl saldırdı

Başbakan Erdoğan dün Kızılcahamam'da CHP ve MHP'den sonra iki sol partiyi hedef aldı: TKP ve İP.

Başbakan, adı geçen bu dört partinin bloh halinde kendisine muhalefet ettiğini iddia etti.

Hemen ardından muhalefetten Erdoğan'a PKK ile birlikte hareket ettiği eleştirisi geldi.

Bugün çok ilginç bir gelişme yaşandı.

PKK'nın Avrupa'daki yayın organı Özgür Politika'da PKK liderlerinden Mustafa Karasu "Bedel ödeyenler sosyalizmin bayrağını dalgalandıracaktır" başlıklı bir yazı yazarak İP ve TKP'yi hedef aldı.

Radikal yazarı Cengiz Çandar, PKK liderlerinden Zübeyr Aydar ve Murat Karayılan'la görüşerek Mustafa Karasu'nun MİT'in uçağıyla Kandil'den alınarak Oslo'ya götürldüğünü yazmıştı. 

Aydar, "Doğu Perinçek tam bir ittihatçı olarak ordu gücüyle devleti ele geçirmenin ham hayalleri içindedir. Perinçek şu anda MHP ile aynı kulvarda ve aynı taraftadır. Aslında MHP’nin de yerini almak istemektedir. Zaten bu çevre ile CHP’nin tutumunu gördükçe artık MHP’ye gerek kalmamıştır demek yanlış olmaz." diyerek Başbakan'la aynı dili kullanan Karasu, "TKP şimdi Kürt Halk Önderinin çözüm arayışına MHP ve CHP gibi bakıyor" diyerek neredeyse Başbakan'la aynı tespiti yaptı.

İşte Karasu'nun o yazısı:

Kürt sorunu söz konusu olduğunda Türkiye solunda çok olumlu örnekler de vardır, çok olumsuz duruşlar da vardır. TKP geleneği Şefik Hüsnü döneminde olumsuz bir sınav vermiştir. Ancak bu geleneğin içinden çıkan Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve Mihri Belli gerçekten cesaretli ve doğru yaklaşımlar göstermişlerdir. Bugün Türkiye solunun gerçek devrimci karakterini ve geleneğini oluşturan Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya’dan gelen yaklaşımlar ise doğru ve özgürlükçü damarı oluşturmaktadır. Bu devrimciler devlet kurma dahil Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını kabul etmişlerdir. Tabii ki tercihleri halkların kardeşliği temelinde Türkiye sınırları içinde özgürlüklerinin sağlanmasıdır. Bu nedenle 1970’li yıllarda Kürt halkının temel ulusal demokratik haklarının kabul edilmesi konusunda bir sorun yoktu; sadece ayrı mı, birlikte mi örgütlenilsin konularında tartışmalar vardı. Hayat ayrı örgütlenme gerçeğini ortaya çıkardı. Ayrı örgütlenmenin de o zaman açısından doğru olduğu, bu geçen on yıllarda görüldü.

Bu ayrı örgütlenme ve geliştirilen mücadele şimdi birlikte yaşam ve birlikte örgütlenmenin güçlü zeminini yaratmış bulunmaktadır. Zaten bugün PKK’nin öngördüğü çözüm de bunların sağlanması içindir.

Türkiye solu da egemen güçlere karşı verdiği demokrasi, özgürlük ve sosyalizm mücadelesinde ağır bedeller vermiştir. Bu ağır bedeller verenlerin büyük çoğunluğu Kürt sorununun çözümünde özgürlükçüydüler ve Kürt Özgürlük Mücadelesinin yürüttüğü mücadeleye saygılıydılar. Farklı düşünceleri ve eleştirileri olsa da bu mücadelenin yanındaydılar. Bu açıdan Türkiye sosyalistleri ve bir bütün olarak sol Kürt halkının ulusal demokratik haklarının kabul edilmesi zihniyetinin ortaya çıkmasında önemli rolleri olmuştur. Bunları inkar etmek ve küçümsemek mümkün değildir. Denizlerin, Mahirlerin ve İbrahimlerin yarattığı gelenek bu açıdan önemlidir. Kaldı ki Kürt Özgürlük Hareketi bizzat önderinin ağzından kendilerini de bu geleneğin sahiplenicisi ve sürdürücüsü olarak ortaya koymuşlardır. Kürt Halk Önderinin Mahirler katledildiğinde ilk önemli protesto olan okul boykotunun örgütleyicisi olduğu bilinmektedir. Yine Ankara’da 12 Mart sonrası gençliğin ve devrimci hareketin ilk örgütleyicileri arasında Kürt Halk Önderinin öncü konumda olduğunu o yıllarda mücadelenin içinde olanlar çok iyi bilmektedirler. Zaten daha sonra Kürdistan devrimcileri ve Apocular olarak anılan grubun ilk kuruluşunda bu çalışmalar içinde yer alan Türkiyeli devrimciler de vardır. Haki Karer ve Kemal Pir’in Ankara’daki devrimci gençlik hareketinin öncülerinden olduğunu özellikle belirtmeliyiz.

İP Veli Küçük’leşmiştir

Türkiye’deki devrimci gelenek mutlaka iyi temsilcilerini çıkaracaktır. Zaten şimdi de bu geleneğe bağlı kalan ve geliştirmek isteyen partiler ve gruplar vardır. Ancak bu geleneğin yüz karası diyebileceğimiz gruplar da vardır. Aslında bu grupları artık bu gelenekten saymak da doğru değildir. Örneğin Doğu Perinçek’in İşçi Partisi böyledir. Artık tamamen faşist ve despot güçlerle birlikte hareket etmektedir. Bugün ordunun en fazla Kürt düşmanı ve faşist kanadıyla bütünleşmişlerdir. 1990’lı yıllarda Kürtlere karşı kirli savaş yürüten güçlerle kol kola yürümektedirler. Doğu Perinçek tam bir ittihatçı olarak ordu gücüyle devleti ele geçirmenin ham hayalleri içindedir. Perinçek şu anda MHP ile aynı kulvarda ve aynı taraftadır. Aslında MHP’nin de yerini almak istemektedir. Zaten bu çevre ile CHP’nin tutumunu gördükçe artık MHP’ye gerek kalmamıştır demek yanlış olmaz.

Doğu Perinçek ittihatçı olduğunu açıkça itiraf etmiştir. Bunun yanında Enver, Cemal ve Talat paşaların Ermenilere yaptıklarını Kürtlere yapmaya çalışan Ergenekoncuların sözcüsü haline gelmiştir. Veli Küçük artık İşçi Partilidir. Ya da İşçi Partisi Veli Küçük’leşmiştir. Böyle bir partiyi aslında sol cenahta görmek kafa karıştırmak ve sol kavramını muğlaklaştırmaktan başka bir anlam taşımaz.

Zaten bu partiyi oluşturanların ne Mustafa Suphilerle ne de son kuşak TKP’lilerle bir benzerliği vardır. Anlaşılıyor ki devletin derinliklerinde bir yerde TKP geleneği ve ismi üzerinden sola bir operasyon yapılmak istenmiştir. Bu gibi bir oluşum üzerinden sosyalistlerin ve solun tarihi ve bilinci çarpıtılmaya çalışılmaktadır. Bunu yaparken de AKP oluşumunu ve karşıtlığını da bu kimliğinin ve rolünün meşruiyeti ya da kılıfı yapmaya çalışmaktadırlar. Aslında bu durum TKP tarihine de bir saygısızlık ve saldırıdır. Bunların kesinlikle TKP geleneğiyle alakası yoktur, olamaz. İstihbarat örgütlerinin el attığı ve güdümünde olan bir oluşum olduğu kesindir. Muhtemelen arkasında Genelkurmay istihbaratı vardır. İttihatçı Ergenekon kanadının bir kısmının da bu TKP denen oluşumun arkasında, yanında ya da içinde olduğu açıktır. İlle çok somut bir belgeye gerek yoktur. Zihniyet kardeşliği bunu açıkça ortaya koymaktadır. Herhalde İşçi Partisinin kurduğu “Milli Merkezin” doğal müttefikleridirler.

‘TKP’ Nasyonal Sosyalist

Şirin Payzın CNN’de sosyalistlerin ve solun temsilcilerini toplarken CHP ve TKP temsilcilerini de çağırmıştı. Ercan Karakaş bir sosyal demokrattır. Bu nedenle onun görüşlerini sosyalistlere mal etmek doğru değildir. Ancak TKP temsilcisinin sosyalizm adına ahkamlar kesmesi gerçekten acı verici bir durumdur. Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin ruhu incinmiş, kemikleri sızlamıştır. Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin bırakalım bu kişiliklerle tartışmayı, bunlarla aynı ortamda bile bulunmak istemezlerdi. Çünkü onları devlet cenahından görür ve öyle davranırlardı. TKP’li Kürt sorununda CHP’den öte MHP gibi düşünüyordu. Sosyalistler Kürtlerin haklarını reddetmez demagojisiyle MHP ile yan yana olan tutumunu örtmeye çalışıyordu. Sosyalizmi ağzına almaları, nasyonal sosyalizmin sosyalizmi ağızlarına almasına benziyordu. Şu açıktır ki sosyalizmi böyle kirli ağız ve ellerden kurtarmak gerekir. Bu tür çevrelerin ve kişiliklerin sosyalizmi ağzına almaları, sosyalizme sistem tarafından yapılan saldırıların başka bir biçimidir. Kapitalizm ve sermayenin sosyalistlerin imajını bozmak için yürüttüğü saldırıların belki de en çirkini ve en tehlikelisi böyle olmaktadır.

Toplumculuk, yani sosyalizm insanın var olma biçimidir. İnsanlığın en temel kutsallarındandır. Zaten ilk kutsallık toplumun var oluşudur ve bunun sembolleridir. Bugün kapitalizm bu kutsala ve var oluşa saldırmaktadır. Bu açıdan kapitalizme karşı mücadele kutsal bir mücadeledir. Ancak bu kutsal mücadelenin bir tarafı olan sosyalistlerin böyle oluşumlar tarafından kirletilmesi gerçekten de sosyalistler için bir züldür. Sosyalistlerin ve sosyalizmin içine girmiş bu Truva atlarını mutlaka görmek ve bu safların dışında tutmak gerekir.

PKK bugün Kürt halkının, Türkiye halklarının ve Ortadoğu halklarının en temiz nefesidir. Bu da onun sosyalistliğinden, demokratik toplumculuğundan ileri gelmektedir. PKK kapitalizmin her türlü kirinden, pisliğinden uzak duran, kapitalizmin yarattığı moderniteye karşı durmadan insanlığın kurtulmayacağını söyleyen ve bunu pratiğinde ortaya koyan bir partidir. Kırk yıllık mücadele eden ve bunun kırk yıllık geleneği olan bir önderlik ve bir yönetim gerçeği vardır. Dünyada bu Önderlik, bu yönetim ve bu hareket kadar kendini ispat eden, kendi kimliğini netleştiren başka bir hareket ve önderlik yoktur. Ancak bu Nasyonal Sosyalist “TKP” Kürt Özgürlük Hareketi’nin dinci bir devlet yaratma ve Suriye’de silahlı çetelerle birlikte Suriye’ye saldırmakla suçlamaktadır.

Kürt Özgürlük Hareketi Türk devleti ve AKP’yi demokratik çözüme zorlayıp hegemon zihniyetleri ve şoven yayılmacı karakterini ortadan kaldırmaya çalışırken, bu tür değerlendirmelerle suçlamalarda bulunmak tam da bu devletin zihniyetini ortaya koymaktadır. Düne kadar PKK’yi şu veya bu gücün kontrolünde göstermenin yeni türevi olmaktadır. AKP, Fethullahçılar ve tüm bilinen yandaşlar da PKK’yi Ergenekon’la ilişkili göstermeye gayret ediyorlardı. Şimdi bu TKP Ergenekoncularla ya da başka derin devlet ilişkileri içinde olduğundan Kürt Özgürlük Hareketi’ni karalamayı görev bilmektedir.

Kürt Özgürlük Hareketi mücadele ederken yanında olmayan, AKP’ye karşı ortak hareket edelim denildiğinde kaçanlar şimdi Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadelesiyle devleti uzlaşma temelinde bir demokratikleşmeye çekmek isterken PKK niye böyle davranıyor diyorlar. İşte ikiyüzlülük ve tutarsızlık budur. Eğer gerçekten AKP ve devlete karşı bir tutum içindeyse o zaman Kürt Özgürlük Hareketi AKP iktidarına ve yandaşlarına karşı kıyasıya bir mücadele yürütürken neden açıkça bu mücadelenin içine girmediniz diye sorarlar. TKP şimdi Kürt Halk Önderinin çözüm arayışına MHP ve CHP gibi bakıyor. Zaten şimdi Türkiye’de üç cephe oluşmuş durumdadır. Birincisi AKP cephesi, ikincisi MHP, CHP ve İşçi Partisi ve bu çakma TKP’nin oluşturduğu ulusal cephe. Üçüncüsü ise PKK, sosyalistler ve demokrasi güçleridir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin demokratik çözüm hamlesinin karakterini ve içeriğini bu iki cepheye karşı demokrasi güçlerinin vereceği mücadele belirleyecektir.

1 Mayıs ruhu anti-kapitalisttir

1 Mayıs’ın kutlanacağı bu günlerde sol güçler içindeki durumun değerlendirilmesi önem kazanıyor. 1 Mayıs; emekçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günü olması yanında, tüm sosyalist güçlerin, sol demokratların kendi durumlarının muhasebesini yapma ve özeleştiri verme günü olarak da görülmelidir. 1 Mayıs sosyalizm düşüncesiyle özdeşleşmiştir. Her ne kadar kapitalistler de bugüne sahiplenerek bugünün tarihini ve içeriğini kendilerine göre şekillendirmek istemişlerse de; 1 Mayıs günlerinde emekçilerin, sosyalistlerin ve tüm sol demokratların verdiği mücadele ve ödediği bedeller buna izin vermez. 1 Mayıs’lar emekten yana olan güçlerin, yani antikapitalist güçlerin günü olmaya devam edecektir. 1 Mayıs ruhu ve kimliği antikapitalisttir. Kapitalizmle 1 Mayıs’ı bağdaştırmak ve uzlaştırmak mümkün değildir.

1 Mayıs antikapitalist olduğu gibi, halkları birbirine düşüren milliyetçiliğe ve ulusalcılığa da karşıdır. 1 Mayıs ruhu emekçilerle birlikte tüm toplumun, ezilen etnik ve dinsel toplulukların da özgürlüğünü savunan bir ruha ve tarihe sahiptir. Türkiye gerçeğinde bu da Kürtlerin, Alevilerin tüm etnik ve dinsel toplulukların özgürlüğünün savunulması anlamına gelmektedir. Radikal demokrasi mücadelesi vermek anlamına gelmektedir. Bu açıdan Kürt Özgürlük Hareketi’nin Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için başlattığı inisiyatif ve hamle de 1 Mayıs ruhunun pratikleştirilmesini ifade etmektedir. Bu hamleyle toplumlar üzerindeki hegemon zihniyetler kırılarak demokratik siyaset ve demokratik ortamda bir mücadele içine çekilmeye çalışılmaktadır. Sosyalistler ve 1 Mayıs ruhuna sahip olanlar demokrasi, demokratikleşme ve Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesine ilgisiz kalamazlar. Böyle bir gündem varsa, böyle bir fırsat doğmuşsa kendileri de etkin katılarak bu sürecin halkların, emekçilerin lehine sonuçlanması için çaba gösterirler.

Sosyalistler dahil tüm demokrasi güçleri Türkiye’nin nasıl demokratikleşeceği, Kürt sorununun nasıl çözüleceğini ortaya koyarak AKP’yi ve devleti bu doğrultuda adım atmaya zorlamalıdırlar. Bu demokratik çözüm hamlesinin içeriğini gerçek çözüm ve demokratikleşmeyle doldurmalıdırlar. Öyle ki tüm kamuoyuna, tüm topluma ancak böyle demokratikleşme olur diyebilmelidirler. Böyle olursa bu süreçte başta sosyalistler olmak üzere tüm kesimler kazançlı çıkacaktır.

Dünya emekçilerinin, Türkiye halklarının ve Kürt halkının 1 Mayıs birlik, dayanışma ve mücadele bayramını kutluyor, 2013 yılının özgürlüğün, demokrasinin ve sosyalist güçlerin kazandığı bir yıl olmasını diliyoruz. Bu temelde herkesi 1 Mayıs meydanlarına koşmaya, özgürlük, demokrasi ve sosyalizm bayrağını yükseltmeye çağırıyoruz.

Odatv.com

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır