çocuğa mektup örnekleri / One moment, please...

Çocuğa Mektup Örnekleri

çocuğa mektup örnekleri

Bir Çocuğa, Geleceğinden Mektup Yollamaya Ne Dersiniz?

İlk karne aldığınız dönemi hatırlıyor musunuz? 

Peki hiç takdir belgesi aldınız mı? Ya da teşekkür belgesi?

Ben,  şuandaki yetişkin halimden, çocukluğuma kocaman bir takdirname yolluyorum. 

Neden mi?


Başaracağı ve sahip olacağı şeylerin kanıtını yollayacağım ki, hiç pes etmesin. Çünkü çok güzel ve uzun bir hayat, yaşaması için, onu bekliyor olacak.  

Siz de, aynıısnı kendiniz için yapmak ister misiniz? Senaryoya tersinden bakıp, çocukluğunuza, kendi biçtiğiniz değerde bir notlandırma sistemi içinde bir karne doldurmaya ne dersiniz?

Hadi o zaman başlayalım.

İlkokula başladığınız dönemi, hatta okula başladığınız ilk günü hatırlıyor musunuz?

Anne, babanızın ya da yanındayken kendinizi daha da güvende hissetmenize neden olan herhangibir büyüğünüzün, tüm sıcaklığınızla tuttuğunuz minnacık elinizi bırakarak, 'Hadi bakalım, artık yeni insanlarla tanışma ve farklı şeyler öğrenme zamanı geldi.’ dediğinde, nasıl hissettiğinizi hatırlıyor musunuz?

Ne kadar heyecanlı bir dönemdi, öyle değil mi? 

Bazıları anne ve babalarının ellerini bırakınca çok korkar. Çünkü ne yapacaklarını bilmezler. Bazıları ise heyecanla yeniliğe doğru koşarlar. Hatta çevrelerinde ağlayarak kaygı ve korkuyla bakan çocukları görünce ‘Neden ağlıyorlar ki, anlayamadım.’ diyerek şaşkın bir şekilde bakarlar.

Siz hangilerindendiniz?

Korkunun ve kaygının panzehirinin ‘cesaret ve güven’ olduğunu biliyor musunuz?

Bilinmezlik kavramı, bir çocuk için kaygı yaratırken, diğer çocuk için neden kaygı yaratmaz, hiç düşündünüz mü?

Peki yeni doğmuş hiç bir çocuğun aklının ucundan olumsuz kötü düşünceler geçmediğinin farkında mısınız?

Büyükler her zaman kendi korku ve kaygılarını, cesaretsizliklerini, o minnacık, tatlı mı tatlı, güzel mi güzel, anne sütü kokan muhtesem yaratıklara maalesef ki yüklerler. Ama gerçek; sadece onların gerçeği, korku sadece onların korkusu ve cesaretsizlik sadece onların cesaretsizliğidir. Çünkü geçmişte yaşadıkları deneyim ve tecrübeler, onlara bissürü şey öğretmiştir. Öğrendikleri herşeyden çocukları da faydalansın ve daha güçlü olsunlar isterler. Bazen çocuklarına yaşadıkları tecrübelerden kıymetli kazanımları anlatmak yerine, hep yaşadıkları olayların negatif ve olumsuz yönlerini göstermeye çalışırlar. Nedenleri çok masumdur. Çocukları bir şekilde korumak isterler.  Ama etkisi masum olamayacak kadar olumsuz olur.

Çalışma Konumuz; değerli anne ve babalarımızın, üzerimizde yarattığı, korku ve kaygılar değildir. Son derece iyi niyetle, bizleri korumak için hissettikleri kaybetme korkusuyla yarattıkları  büyüttükleri kaygı yüklü çocuklar hiç değildir.  Konumuz bütün bu, iyi niyetli de olsa, üzerimizdeki bütün olumsuz etkilerini nasıl çözebileceğimizdir.

Geçmişte bir dönem düşünün..... şöyle ufacıkken tatlı tatlı, heyecanlı heyecanlı hayal ettiğiniz sorular?

  1. Acaba, boyum uzadığında ben de diğer çocuklar gibi basketbol oynayabilecek miyim?
  2. Acaba, istediğim mesleğe sahip olabilecek miyim?
  3. Acaba, okuma bayramında, elimdeki kitabı istediğim gibi okuyabilecek miyim ?
  4. Acaba, ben de filmlerdeki gibi aşık olabilecek miyim ?
  5. Acaba, yaz tatili sonrasında Ali beni gördüğünde bana duygularını ifade edecek mi? 
  6. Acaba, kalabalık güzel  bir ailem olacak mı?
  7. Acaba, yurt dışına çıkabilecek miyim?
  8. Acaba, o vapurda gördüğüm kızla konuşsam bana karşılığını verir mi?
  9. Acaba, bakışlarının arkasında bana hayran hayran, aşık aşık bakan kadına ‘ben de senden çok hoşlanıyorum ve tanımak için sabırsızlanıyorum’ desem, karşılığını alabilecek miyim ?
  10. Acaba, üniversiteyi kazanabilecek miyim ?
  11. Acaba, araba kulanabilecek miyim?
  12. Acaba, içinde salıncak olan bir evim olacak mı?
  13. Acaba, baba olacak mıyım?
  14. Acaba, borçlarımı ödeyebilecek miyim?
  15. Acaba,, işimde başarılı olabilecek miyim ?
  16. Acaba mutlu bir hayat yaşayabilecek miyim ?
  17. Acaba hayatı bana zehir eden bu kadından/adamdan kurtulabilecek miyim?
  18. Acaba kendime yeni, mutlu bir hayat kurabilecek miyim?
  19.  
  20. Acaba, bana başkalarına verdiğim değer kadar değer veren bir eşim olacak mı?
  21. Acaba anne olabilecek miyim?
  22. Acaba teyze olabilecek miyim?
  23. Acaba dede olabilecek miyim?
  24. Acaba başarılı olabilecek miyim?
  25. Acaba mutlu olabilecek miyim?
  26. Acaba ? acaba ? acaba ?  


Hep geleceğe yönelik hayaller kurar dururuz. O hayallere ulaşmak için planlar yaparız, çalışırız, çabalarız ve elde etmek için elimizden geleni pes etmeden yaparız.
Bazılarımız, istediği şeylerden her ne pahasına olursa olsun, vazgeçmez. Çünkü konsantre olduğu şey, sadece istediği şey ve onu nasıl elde edebileceğidir. Bazılarımız ise vazgeçer, çünkü o kadar da değerli değildir. Ondan daha değerli ve  daha anlamlı şeyler önüne geçer.

Şimdi tekrardan o büyümüş minik çocukların hayallerini gerçekleştirip, gerçekleştiremediğiyle ilgili olan heyecanlı serüvene geri gidecek olursak, birlikte 'o çocuğa' gelecekte neler başaracağının bilgisini vermeye, ne dersiniz?

O, minnacık masum yüzüyle tatlı tatlı gülümseyerek hayaller kurarken, ‘Acaba’ ile başlayan sorularının cevabını alacağı, gelecekten bir demet mektubu olsa, ne yapar? Pekü bütün başarıp, gerçekleştirdiği şeylere, birer not vermesini istesek, acaba elimizde nasıl noktalral dolu bir karne oluşurdu? 

O zaman, bembeyaz bir sayfaya, güzel bulduğunuz bir kalemle, çocukluğunuzdan beri gerçekleştirmek için yanıp, tutuştuğunuz, hayalini kurduğunuz başarılarınızı yazar mısınız? 

Bizim içinde bir not ekleyebilecek olsanız, söyler misiniz o tatlı çocuğa, 'Gerçekten isteyerek, inanırsan ve  gerekeni yaparsan, dilediğin herşeyi gerçekleştireceksin. Yeter ki inan ve vazgeçme.'

Bir bebeğin dünyaya gelme şeklini düşünürmüsünüz lütfen. Zaten dünyaya gelmemiz bile başlı başına bir mucize değil midir? Siz neden kendi mucizenizi gerçekleştirmeyesiniz ki?

O mektubun altına, ENA ablalarından bir cümle daha ekleyiniz lütfen.. ‘Canım, güzel çocuk. Hayata hep güvenerek, mutlu mutlu güzel güzel, gözlerle bak. Bak ki hep çevrendeki güzel, mutlu, güvenilir, huzurlu şeylere doğru git, git ki hayatına ne korku, ne kaygı, ne de endişeden yana hiçbir duygu girmesin. Hep cesaretle, huzurla, korkusuzca  bir hayat yaşa. Annen, baban, ablan ya da abin, her ne yaşamışsa yaşasın, sen onlarla aynı hayatı yaşamak zorunda değilsin. Farklısın, tıpkı, diğer bissürü insanın birbirinden farklı olduğu gibi, farklısın. Dolayısıyla sen kendi farkınla, özgürce, istediğin gibi yaşa. Yaşa ki hem hayattan, hem kendinden, hem de Ena’dan yıldızlı pekiyi’lerle dolu bir karne al.'

Bu hayattaki en büyük başarı, istediğin hayatı istediğin gibi yaşamaktan geçer. İstediğin hayatı yaşamanı bazen bir takım şeyler engeller ve ertelemene neden olur. Ertelenmesi, istediğin hayatı yaşayamayacaksın anlamına gelmez. Ertelemen sadece daha çok, ne istediğini bilerek, onun için savaşacağın anlamına gelir. Hayat ve mücadele her zaman güçlendirir ve her zaman daha da özgürleşmeni sağlar.

İlk okula ağlayarak anne, baba, abla, abi ya da bir büyüğün elinden kopartılmak zorunda kalarak, başlayan çocuklara da şunu söyleyiniz; 'Bu hayat ‘birilerinin elini bırakmadan yaşanacak kadar bağımlılıklar ve korkularla geçiştirilecek risklere sahip bir hayat değildir. Bu hayat anne ve baban dışında da pek çok insana, ama önce kendine güvenerek yaşaman gereken, süprizler ve güzelliklerle dolu bir hayattır. Dolayısıyla yanında korkusuzca duran arkadaşının sorusuna şöyle bir cevap vermeye ne dersin ‘Senin annen ve baban seni korkusuzca yetiştirmiş, ben de sana ve senin cesaretine konsantre olarak, korkusuzca bu hayatı yaşayacağım. Çünkü, senle ben aynı yaşta ve aynı yolculuğun başındaysak, aramızdaki farkı yaratan şey; ya anne ve babalarımızın üzerimizdeki etkileri, ya da kendi bireysel kişilik özelliğimizdir. Ben bunun içine güzel bir arkadaş ve yoldaş etkisini de koyarak, korku kokan şeyden vazgeçerek,  cesaretli olan şeyi değiştiriyorum. Artık ellerim boş ve özgürüm. İstediğimde senin elini tutabilirim, ya da sen benimkini.... Bu birbirimize olan bağımlılığımızı değil, sadece güçlü ve güzel duygularımızın karşılıklı olduğunu gösterir. Ancak bu şekilde senin gibi , 'Acaba güzel ve istediğim gibi bir hayatım olacak mı? diye, güzel hayaller kurarak, onlara inanabilir ve gerçekleştirebilirim.' demeye ne dersin....

Geçmişe gidip, sizi heyecanla bekleyen minik melek ruhlu çocuğa, güzel ve istediği gibi bir hayata sahip olup, olmayacağının cevabını ulaştırmak ister misiniz? 
ENA
Korkusuz, gülen çocuk... 

AİLELERİMİZDEN BİZE MEKTUPLAR

Caner Özlem ve Alper ULUS

bostanlı anaokuluSevgili Limon Ailesi,

Sizlerle bir yılı geride bırakmanın keyfini yaşadığımız bu günlerde duygularımızı biraz paylaşmak istedik.

Doğumundan bu yana içimizin parçası, en değerli varlığımız, uğruna gözümüzü kırpmadan herşeyi feda edebileceğimiz tek kıymetlimiz, oğlumuzu, minik Caner’imizi sizlerin değerli ellerine teslim edeli 1 yılı geçti. 1 yıl önce ilk ayrılığımızı yaşadığımız günlerde bize kah ofisinizde keyfili sohbetlerinizle moral verdiniz, kah izlememezi tavsiye ettiğiniz yöntemlerle yol gösterip destek oldunuz. O günlerde minnoşumuzu bilmediğimiz, tanımadığımız bir yere teslim etmek çok kolay değildi. Kıymetlimiz ya..; araştırdık, sorduk, inceledik, döndük dolaştık ve sizin güleryüzlü, samimi, dost, içten ailenize katılmaya karar verdik.

İlk gözyaşlarımızı bastırıp alışma dönemini atlatmak zordu.. travma idi. Ama öyle güçlü bir destek vardı ki arkamızda yara almadan atlattık ilk aşamayı. Sonra bir baktık minik oğlumuz biberondan değilde bardak tan süt içtiği için alkışlanmanın gururunu paylaştı bizimle. Belli ki hoşuna gitmişti katıldığı ilk sosyal toplulukta onore edilmek.
Sevgiyle değiş tokuş etti oyuncaklarını… ilk birkaç hafta niye paylaşmak zorunda olduğunu anlamak zor olsa da…
Sonra minik parmaklarının renkli izlerini gördük eve getirdiği ilk faaliyet sayfalarında. Atık materyallerden yaptığı ilk kağıt tabak fok balığını büyükannesine hediye ettiğinde beraber doldu gözlerimiz.

Bu bütün sene devam etti durdu. Bazen hastalandık gelemedik, bazen canımız istemedi gelmek istemedik, bazen tam ayrılık anında kapı önlerinde yeniden en başa ilk ayrılık korkusuna geri döndük ama bezmedik. O minicik adamın, dev minik adam rütbesine terfi etmesini beraber seyrettik.

Bir gösteride anladık neredeydik nerelere geldik. O zıplarken sevinçle sahnede biz yine gözyaşları selinde onurlandık, gururlandık.

Sonra sizleri düşündük…. ne zor bir işi nasıl da başarıyla kotardığınıza şahit olduk. Öyle ya ! kolay mı o kadar minik dev adamla, hanımla baş etmek. Biz bir iki tanesiyle zar zor baş ederken bir göz hareketiyle yerlerinden bile kıpırdatmadan oturtan değerli Öğretmenlerimize ağzımız bir karış açık hayranlıkla, ve dürüst olmak gerekirse birazda gıpta ile bakakaldık.

Kolay mı o kadar çocuğu elinin bir parmağı ile yıllardır bale yapıyormuş edası ile çevrelerinde döndürmek ? Kolay mı müziğin ritmini kaçırtmadan bir el şaklaması ile hep birlikte zıplatmak ?

Nota nın ne olduğunu bile bilmeyen bir toplumda kolay mı do-re-mi-fa’ yı ellerindeki minicik çubuklarla bir müziğe döndürmeyi sağlamak ?

Kısaca biz canımızdan değerli evlatlarımızı emanet ettiğimiz ailenizin sevgi dolu yüreklerini, inanılmaz emeklerini, evlatlarımıza gösterdiğiniz özverili çalışmaları, büyük bir ahenkle birbirini tamamlayan o samimi ve içten, iyi niyetli çabaların meyvesini izleyip keyif aldık.

Bizlere bu keyfi yaşatan yüreğini ortaya koyan ve emeği geçen tüm Limon Anaokulu Ailesini tek tek kutluyor, ve çocuklarımızın üzerinde bu kadar hak kı olan hepinize oğlumuz ve ailemiz adına sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Lacivert Dergi

Sana karlar buzlar prensesli, bıkarcasına yoğunlukta pembeli, ata benzemeyen tek boynuzlu atlı, hayvanlara benzemeyen garip şekilli ve yazılı bir şeyler almadığım için bana kızma. Elim varmıyor. Hem güzellemeyi hak eden şeyler sadece bunlar değil. Yaklaşımının, üslubunun, fikirlerinin en çok alkışı ve takdiri hak eden şeyler olduğunu öğrenirsen eğer, beni de anlamış olursun gün geldiğinde.

Kızımın anaokulu öğretmeni, kızım Elif Hüma'yı anlatan bir mektup yazmamı istedi. Şaşırdım. Sonra sevindim. Yaşamaktan yazmaya fırsat bulamayan atalar geni etkisi ile akıllı ama zeki olmayan telefonlarda biriken, çoğunlukla dolu hafızaya sebep olup uzun süre sistemi zorlayan ve bilmem ne zaman dönüp bakarız acaba dediğim fotoğraf yığınlarından başka sabit bir şey bırakamayanlardanım, geride. "Tamam" dedim, en azından yazmak bizim işimiz. "Deadline"ı da öğrendik mi, tamamdır."

Sevgili öğretmenim;

Arama motorları, "anaokul öğretmenine mektup örneği"ni dilekçeden bile önemli bir yazı türü olarak kayıtlara almışlar ve benim bundan hiç haberim olmamış. Prensler, prensesler, paşalar, kraliçelerle ilgili yazılmış ne örnekleri gördüm de, takip edememiş olmayı meslekî güncelliğe hakaret kabul edip kendime yazıklandım. Yok öğretmenim, baştan anlaşalım: Bizimkisi dünyanın en özel insanı değil. Herkesten başka ve farklı olarak Anka kuşunun kanatlarında filan da inmedi. Prenses yahut kraliçe hiç değil. Öyle bir hitap duymadı kimseden.

Her çocuk gibi meraklı, her çocuk gibi istekli, her çocuk gibi sevgi dolu, her çocuk gibi duygularının karşılık bulmasını bekleyen, kimi zaman mızıkçı… Her çocuk gibi… Yıllarca zamanın çok programlı, Anadolu yahut meslek liselerinde gözü gözümde, isimlerini kimi zaman unutsam da halleri, huyları aklımda kalan Müzeyyenleri, Ayşe Eceleri, Durdu Mehmetleri, Tarıkları gibi…

Yok, yanlış anlamam. Ona bakım veren herhangi birinin ona "aşkım" dememesi gerçekten problem değil. (İç ses: Allah'ım n'olur demesin!) Sevilmesi güzel şey elbet lâkin o bir çocuk. Hatta o daha çocuk. Aşk kelimesinin çağrışımlarına dair çok şeyi fark ve idrak edebilmesi temennim fakat kelimenin daha yaşını almamış çocuklarda eskitilmesi ve büzüşen dudakların arasında ruhunu yitirmesi, bu konuda en istemediğim şey…

İhtiyacı sadece her çocuk gibi: Sevgi ve samimiyet. Sorusu geçiştirilmesin, yapıp edebildikleri arkadaşlarıyla kıyaslanarak eksik yahut fazlalıkları üzerinde ısrarla durulmasın yeter. İngilizceden ne öğrendiğini, bu ay kaça kadar saymayı başarabildiğini filan sormayacağım tabii ki. Bunları sormaktan biz, bunları duymaktan siz, bunlara mecbur bırakılmaktan onlar çok erken yorgun düşmüyorlar mı?

Anne-babanın yerini tutmanızı beklemiyoruz. Biz de sizin yerinizi tutamayız çünkü. Siz onun gözünde en iyi bilen olacaksınız. Bana yapılan nazlar size yapılmıyor, saatlerce uğraşlarım sonucu uyutmayı beceremediğim çocuk iki pış-pışınızla sağına soluna bakıp gözlerini yumuveriyor. Ne güzel… Buna saygım sonsuz. Kıskananlardan değil, bunu imkân addedenlerdenim. Kimse kimseden rol çalmasın, kimse kimseyle yarışmasın, kimse kimseyle bir yavru üzerinden iktidar mücadelesine girmesin yeter.

O benim göz bebeğim ve bir fert. Farkındayım; kararları var lâkin kendince. O bir çocuk. Hatta o daha çocuk. Kardeş isteyip istemediğini, hangi araba markasını tercih ettiğini filan sormadık ona ama gökyüzünü ne renge boyamak istediğini sormanızda sakınca yok. Boyadığı her renk kabulümüz, siz de rahat olun. Dışına da taşırabilir, elma mor da olabilir. Bundan utanmayacak şekilde o kâğıdı size de bize de verebiliyorsa, işler yolunda demektir. İçinizi ferah tutun.

Kıpırdamadan yerinde oturmayı öğretmeyeceğinizi ümit ediyorum. Onun annesi de ya arka sıranın ya en öndekinin üstündedir yahut gezip duruyordur ders anlatırken. Soya çekim kontenjanından mazur görülebilecekler esnekliğine girerse memnun oluruz
.
Şeker, çikolata vererek ekran önüne kilitleyerek kolay ve sorunsuz/problemsiz, tatlı tatlı çocuk büyütmenin evrelerine eremedim -henüz-. İki yıllık sabır aşamasından sonra yeni gelen kardeşin de beklediği ilgiden yüz bularak gevşemeye meyilliyim ama başına bunlardan biri yahut birkaçı gelecekse bilmek ve bu zevki önce kendim tatmak isterim. Anlaşalım.

Olmazsa olmazımız: Konsept doğum günleri, ayrımcı şarkılar, bitmek bilmeyen yılsonu gösterileri!

Çok şükür bizimki ağustos doğumlu. Eyvah, doğum günü tatile denk geliyor. Ne yapsak? Değiştirsek mi? Bütün öğretim hayatı doğum günüsüz nasıl geçer ki? Tabii ki, iyi ki doğmuşlar. (İç ses: "İyi ki bizi seçmişler" cümlesini kuran velilerin yavrularını evlat edinebilemiyoruz, değil mi? Dış ses: Çok ayıp!) Yani, hani, ne bileyim, aile içinde paylaşılası özel zamanların, hediye seçme telaşesi, mecburiyet çizelgesi ve farklı konseptler silsilesi içinde maratona ve yarışa dönmemesinin bir yolu yok mudur ki? Çok isteniyorsa sade bir keki beraberce süsleyip yiyebilirler, günler aylar öncesi hazırlıklar kervanına girmeden. Bence, kâfi.

Minik avuçların içinde oynanan ve "şuraya bir kuş konmuş" la başlayan oyunla, "mini mini bir kuş konmuştu" şarkısı arasındaki sarkazm! Onu ne yapacağız hakikaten? Pencerede donmak üzereyken içeriye alıp ötüşünü duyduğumuzda sevindiğimiz, pırpır edip canlanışına heyecanlandığımız ve tekrar kanat çırpıp ellerimizi bomboş bırakan kuşun ardından tatlı melodiler eşliğinde üzülürken, müteakip oyunda kuşu avucumuza alıp "biri tutmuş, biri kesmiş, biri yolmuş, biri pişirmiş, biri yemiş"ten sonra kendisine kalmayanın "hani bana hani bana" yazıklanışını bu saf zihinler nereye oturturlar ki? Biz evde "tavuk" dedik o avucumuza konan ve her parmağın telaşla çekiştirdiği canlıya, öğretmenim. Hayata dönüşüne o denli sevindiğimiz kuşu avuç içimizde tekrar yolmaya razı gelemedi gönlümüz ama bununla yüzleşmek kaçınılmazsa, kuşu tavuğa çevirmekle hata mı ettik, bilemedim.

Peki, vücudumuz şarkısı var mı acaba müfredatınızda? "İki elim iki kolum, bacaklarım var/Her insanda bir burun, bir de ağız var/Sen hiç gördün mü, üç kulaklı bir adam?/Olur mu hiç üç kulak, dön de aynaya bak" sözleriyle "normal"i tanımlayan, "orjin"i imleyen ve bunun dışında kalanı anormal addetmeyi, ayrımcılığa maruz bırakmayı adeta bilinçaltına kazıyan o şarkı? Hayır, anlamadığım; bu şarkıyı öğrettikten sonra sadece engelliler haftasına sıkışan, "bizim gibi olmayanlara da saygı duymalıyız, bedensel ve zihinsel engelliler de hayatımızın ve toplumumuzun birer parçası ve onlardan da sorumluyuz" gibi cümlelerin nasıl bir kalıcılığı olmasını bekleyebiliriz ki çocuklarda? Azalar, uzuvlar, şekil ve şemaller, Yaratıcı'nın takdiri, takdir edersiniz ki. Dönüp aynaya baktıklarında kendileri gibi olmayanlara "olur mu hiç" demesinler diye, yaygın müzik dinleme sitesinden herhangi bir çocuk şarkısını açtığımız zaman biraz gevşek davranıp kontrolü kaybettiğimizde bizim için seçtiği şarkılar arasında "iki elim, iki kolum, bacaklarım var" başlangıcına denk gelince özellikle es geçtik, değiştirdik öğretmenim. "Olur mu hiç?" Olur, olabilir. "Ol" der ve her şey "olur" sonuçta.

"Güneşin alası çok"la başlayan meşhur şarkıyı ise katiyen öğretmemenizi talep edeceğim, haddimi aşsam da hakkım ve hakkımız olduğunu iliklerime kadar hissederek. "Her evin çilesi çok." Tamam. "Analar çeker yükü". Doğru. "Kimsenin bilesi yok." Artık yeter! "Çocuğa bakar anne." Öyle ama sadece anne değil. "Evine tapar anne." Bu ne demek gerçekten? Çok ayrı bir yazı konusu. "Gece gündüz çalışır." İş bölümü yok mu? "Yarını yapar anne." Yarınlar tek kişinin omuzlarında yapılmaz. Hele o omuzlara basarak hiç yapılamaz. Hep birlikte danışarak, dayanışarak yapılırsa sağlıklı yarın imkânı doğar. "Gelin çiçek derelim." Eyvallah. "Yollarına serelim." Allah razı olsun. "Sevgi dolu türkülerle/Annemize verelim." Evet, sevgi dolu ama aynı zamanda ayrımcılık içermeyen, ebeveynlerden tek bir tanesinin saçının süpürge oluşunu başarı kıstası olarak kabul etmeyen, bakım vereni indirgedikçe bakım verilenin mükemmelleşmeyeceğinin bilincinde, ayırdında türkü-şarkılarla gelin lütfen. Mevzu uzun, derin, acı ama gerçek. Bu şarkıyı hiç öğretmeyelim, buna da burada girmeyelim.

Hem sonra neden baba şarkısı bu kadar az? Neden eve gönderilen hediyeler hep anneye? Bütün vurgu anne üstüne? Hayır, ebeveynlerden birinin emeğini sonuna kadar sömüreceğiz, bakım işini tümüyle ona yükleyeceğiz diye, çocuklarıyla vakit geçirmekten keyif alan, bakımlarına ortak olan, elini taşın altına koyan babalara haksızlık etmiyor muyuz? Hoş, bütün bunları öğrenememiş deneyimleyememiş, bu özel zamanlar hayatlarından hızla akıp giderken bu süreçten kendilerini merhametle, sevgiyle yeniden inşa etme şeklinde istifade edememiş babaların, bu kayıpları ile ilgili bir farkındalık oluşturmaya katkı vermeniz de mümkün. Keşke…

Eh, bir seneyi geride bırakırız böyle böyle inşallah. Zorunlu eğitim sürecinin kollarına bir yaş daha yaklaşır, bir eşiği daha atlatırız hayırlısı ile. "Eeee, bu bir sene neler yapıldı, görelim bakalım" tonlu arkamıza yaslanıp sonra ellerdeki fotoğraf ve video özelliğindeki aletlerle oradan oraya en iyi görüntü için koşuşturup dünyanın en önemli(?!) anlarını kaydederken duygularına hâkim olamayan biz, bir sonraki seneye aynı okulda tamam/devam kararı verme aşamasındaki veli profilini mutlu ve memnun edebilme telaşı ile ne kadar çok şey öğrenildiğini bir gecede gösteriverme ve her bir çocuğu bir diğerinden geride bırakmadan velisini tatmin ve memnun edecek sürede sahne önünde tutmaya uğraşan siz, gösteri için sıranın kendisine gelmesini beklerken geçen saatler içinde acıkmış, yorulmuş, uykusu gelmiş ve bu üçlünün kaçınılmaz feci sonu olarak huysuzlanmış çocuklar… Gerçekten bu çileyi çekmek zorunda mıyız? Hakikaten bunu başka türlü çözemez miyiz? Memleketin son çıkan pop şarkıları arkada bangır bangır çalarken bu şarkıları söyleyenlerin kostümlerinin küçültülmüşlerini giyip, hareketlerini taklide uğraşan çocukların "playback" yapmasını kabiliyet olarak addetmiyoruz değil mi? Amatör de olsa, çocukların kendilerine ait birkaç cümle ile neden tatmin olmayız ki? Onlar birer çocuk. Hatta onlar daha çocuk.

İşiniz zor ve dahî pek mühim öğretmenim. Size sitem ediyorum sanmayın. Sizden bunları isteyen bizedir sitemim, olsa olsa. Yeni zamana ve yeni koşullara hazırlıksız yakalanan, meseleleri damdan düşer gibi aniden kucağında bulan, olayların gerek/şartlarına göre kurumlarını oluşturamayan, düzenleyemeyen, güncelleyemeyenler olarak bu zamanın ihtiyaç duyduğu çocuk mekânlarını oluşturamadık. İçerik, müfredat, eğitmen, bakım veren formasyonu gibi birçok parametresini işlevsel şekilde planlayamadık. Müfredatları, araç gereçleri güncelleyemedik. Eğitimin ve ilişkilerin içinden çekip çıkarılan değer sistemini -en fazla- yine öyle sonradan ekleye yapıştıra yerine koymaya çalıştık ve farkında olmadan hâlâ bunu yapmaya devam ediyoruz. Güncellenemediğimiz sürece nesiller arası farkı daha da açacağımızdan bihabermiş gibi ısrarla eski usul söylem ve uygulamaların çetelesini tutuyor, turnosolu buraya koyuyor, sonra da faturayı en çok annelere ve gençlere kesiyoruz. Bütün bunlar toplum olarak hepimizin eksiği. Kızmasın kimse… Çabalar var ama sistem revizesine yetmiyor. İsmin hâlâ "anaokulu" olması bile en büyük gösterge değil mi buna? Anaokulu mu kalır isim olarak bu güne, ana-babanın ortak, paydaş ve işteş işlevlerinin çocuk üzerindeki etkisinin önemine dair konuşmaktan yorgun düşülen bu zamanda? Hem okul nedir yahu? Onlar birer çocuk. Hatta onlar daha çocuk.

Elif Hümacığım;

Geldik mi meselenin çetin kısmına? Büyüdüğünde "portfolyonda" sana yazdığım duygu yoğunluklu bir mektup bulamayıp üzülmeni istemem. Zaten anne-babalar "çocuklar arkadaşlarına bakıp özenmesin, onlardan geri kalmasın, üzülmesin" diye yoldan çıkarlar. Çoğunlukla…

Sana karlar buzlar prensesli, bıkarcasına yoğunlukta pembeli, ata benzemeyen tek boynuzlu atlı, hayvanlara benzemeyen garip şekilli ve yazılı bir şeyler almadığım için bana kızma. Elim varmıyor. Hem güzellemeyi hak eden şeyler sadece bunlar değil. Yaklaşımının, üslubunun, fikirlerinin en çok alkışı ve takdiri hak eden şeyler olduğunu öğrenirsen eğer, beni de anlamış olursun günü geldiğinde.

Ne söylesem az, eksik, yarım. Sen bizim başarımız yahut becerimiz değil, Rabbimin takdirisin. Projemiz de olamazsın. Emanetin O'na. İnşallah sana yol arkadaşı olabiliriz; baban ve ben. Eksiğimizle, hatamızla, kusurumuzla ve sevgimizle… Ve inşallah birlikte yaşadıklarımız senin için her yaşında yeniden açılan, kanatlanan, başka renklere bürünen mektuplar olurlar ama çok istersen, Lacivert Dergi'nin bu sayısını koyarız dosyana, olur mu Hüma kuşum?

Saadet, sıhhat ve afiyet temennimdir sana kızım. Kızım… Cinsiyetinin seni asla ve asla yarım, eksik, kusurlu, hatalı yapmadığını bil, canım kızım. Fırsatların bir erkeğinki ile eşit olmadığını gördüğün yerde talep etmek hakkın. Herkesin hakkı olan adaleti eşit şartlar içinde alması mücadelesini desteklemene ve bunun için elinden geleni yapmana duacıyım. Rabbim kullarını ayırmıyor ve üstünlüğün nerede yattığını da söylüyor. O'nun adaleti sana yeter. Gerisine aldırma. Kevser'in indirildiği Kutlu Elçi'nin müjdesini unutma. Köksüz, soysuz, tükenmiş ve bitmiş olan kimdir, isim ve soy neyle yaşar, hatırından çıkarma. Elçiye emredilen, hepimize emredildi. Sen bunu ve O'nu bil, yeter.

Zeynep Kevser Şerefoğlu kimdir?
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi'nde yardımcı doçent.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır