Büyük Çerkes sürgününde Anadolu'ya göç eden Jankhot adlı bir Adige ailesinin çocuğudur. 1295/1878 yılında Bursa'da doğmuştur. Ailesini küçük yaşta kaybettiğinden Beylerbeyili Defterdar Cemâl Bey ve eşi Hayriye Hanım tarafından evlat edinilerek büyütüldü. Babalığının Bağdat defterdarlığı sırasında özel dersler alarak Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi. Doğu ve batı düşüncesine ve edebiyatına ilgi duydu. Bağdat'ta İdadi tahsiline başlamış, Bursa Işıklar Askerî İdadisi'nde devam etmiş, sürüldüğü Manastır Askerî İdadisi'nde ve Harbiye'de yatılı olarak öğrenimini tamamlamıştır. Öğrenim hayatında Namık Kemal'in şiirlerini ve gizli-yasak Jön Türk yayınlarını okudu ve çevresine okuttu. Bursa Işıklar Askerî İdadisi'nde epeyce mücadeleli geçen öğrenim hayatında daima kavgalara, dövüşlere katılan Ömer Nâci, sık sık da okul hapishanesine girenlerdendi. Burada intihara da teşebbüs etmiştir. Manastır Askerî İdadisi'nde iken tanıştığı Mustafa Kemal'de şiir, edebiyat ve hitabete ilgi uyandırdı. Namık ave Tevfik Fikret'i sevdirdi. 10 Şubat 1902'de orduya piyade teğmeni olarak katıldı ve Üsküp civarında Preşova'da bulunan bir kıt'aya tayin edildi. 1903'te kumandanı olan Binbaşı Mehmed Ali Bey'in 17 yaşındaki kızı Emine Hanım'la, arkadaşları arasında "kumandanın kızını kim alır" diye tutuştukları bir iddia sonucu evlenmiştir. Mustafa Kemal'in de çok sevdiği ve etkilendiği bir arkadaşı idi. Öğrencilik yıllarında ve Rumeli'de çalışırken İstanbul'da yayımlanan Musavver Fen ve Edebiyat dergisinde 1899 yılında şiirleri ve edebî yazıları yer aldı. Servet-i Fünûn dergisine de şiirler ve makaleler yazdı (1900-1901). Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ne girdi. 1905 yılında jandarma örgütünü düzenlemekle görevlendirilen İtalyan generali Georgi Paşa'nın yaveri ve tercümanı olarak Selânik'e gitti. Selânik'te Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'nin kurucuları arasında bulundu. Bu şehirdeki edebi faaliyetlerde aktif görev aldı. Çocuk Bahçesi adlı edebî dergide yazıları yayımlandı. Bu dergide çıkan bir yazısının getireceği tehlikelerden korunmak için ve dergi 1906 yılında kapatılınca çalışmalarını daha rahat sürdürebilmek için 1907'de Paris'e gitti. Orada İttihad ve Terakki Cemiyeti'ne katıldı. İttihad ve Terakki'nin hatibi olarak şöhret kazandı. Şûrâ-yı Ümmet gazetesinde imzasız yazıları yayımlandı. İran Azerbeycan'ına giderek devrimci hareketlere katıldı. Burada yakalanıp hapse atıldı ve idama mahkum edildi. 1908 yılında meşrutiyetin ilanından sonra Türk hükümetinin teşebbüsüyle hapisten kurtulup İstanbul'a döndü. İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin sorumlu yöneticilerinden biri oldu. 1911 ve 1912 kongrelerinde yönetim kuruluna girdi. Devrimi ve Partiyi halka tanıtmak için yaptığı heyecanlı konuşmalarla "millî hatip" olarak tanındı. Taha Toros onun için "Türk hitabetinin üstadı" (1950: 33-36) demiştir. Bu yıllarda Bahçe dergisinde yazıları ve İran Devrimi Anıları yayımlandı. Mebuslar Meclisi'nin ikinci döneminde Kırklareli milletvekili oldu. İtalyanlar Trablusgarb'a saldırınca oraya koştu (1911). Balkan savaşlarında da görev aldı. I. Dünya Savaşı'nda parti içindeki muhalif kanatta yer aldığı için İstanbul'dan uzaklaştırılarak Kafkas cephesine ve İran'a gönderildi. Emrindeki bir gerilla birliğiyle İran Azerbeycan'ında Ruslar'a karşı savaşırken salgın tifüs hastalığından 1916 yılında vefat etti. Mezarı Kerkük'teki şehitliktedir.
Vefatından sonra İstanbul'da yayımlanan Tercümân-ı Hakîkat gazetesinde içerisinde "Kafkas yolunda ister idin sen fedâ-yı cân/Allâh verdi matlabına hayyiz-i husûl" beytinin de bulunduğu bir şiir yazıldı. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 50. yılında Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı, Atatürk'teki gizli kudret ve dehayı ilk keşfeden Ömer Nâci'nin hayatı hakkında bir kitap yayımladı (Tevetoğlu 1973).
Ömer Nâci'nin elde basılmış bir eseri yoktur. Servet-i Fünûn, Musavver Fen ve Edebiyat, Çocuk Bahçesi, Şura-yı Ümmet, Bahçe, Tercümân-ı Hakîkat gibi birçok gazete ve dergide hatta Avrupa'daki bazı gazete ve dergilerde yazıları ve şiirleri yayımlandı. İnce duygulu, parlak muhayyileli bir şair ve çok güçlü bir hatiptir. Doğu ve batının farkını, meziyet ve tasavvurlarını yüksek kültürü sayesinde pek iyi anlamış olan Ömer Nâci içi dışı bir, merd tabiatlı bir kişiliğe sahipti. Her yerde ve zamanda zulüm ve istibdada karşı çıkmış, mazlum ve zayıfın yanında olmuştur. Mücahit, vatanperver sıfatlarına tam anlamıyla hak kazanan bir şahsiyettir. İbrahim Alaaddin Gövsa onun edebî yönünü şöyle değerlendirir: "Ömer Nâci'nin mahdut olan şiirleri Tevfik Fikret çığırının üslupça zayıf, fakat içli ve duygulu örnekleridir. Nesri daha kuvvetli fikir ve heyecan hamlelerini taşır. Edebiyatla etrafıyla uğraşmağa zaman bulamamış, bir şair ve edip olmaktan ziyade ülkü uğrunda ateşli bir vatan adamı sıfatıyla iz bırakmıştır" (Gövsa 1945: 271).
Berzeg, Sefer. E. (1995). Kafkas Diasporası'nda Edebiyatçılar ve Yazarlar Sözlüğü. Samsun.
Bursalı Mehmed Tahir (1333). Osmanlı Müellifleri. C. II. İstanbul.
Gövsa, İbrahim Alaeddin (1945). Türk Meşhurları Ansiklopedisi. İstanbul.
Kurnaz, Cemal ve Mustafa Tatcı (hzl.) (2001). Mehmed Nail Tuman, Tuhfe-i Nâ'ilî Divan Şairlerinin Muhtasar Biyografileri. C. II. Ankara: Bizim Büro Yay.
Tevetoğlu, Fethi. (1973). Ömer Naci. İstanbul.
Toros, Taha (1950). Türk Hatipleri. Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (1990). "Ömer Nâci". C. VII. İstanbul: Dergah Yay.
Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi (2007). "Ömer Nâci" C. VII. Ankara: AKM Yay.
Servet-i Fünûn'daki Bir Şiiri
Ziyâlı gölgeler altında zâhir ü bî-tâb
Uyur neşâyid-i emvâcı mâ'î bir denizin
Semâda bir mütemevvic şelâle-i mehtâb
Bütün tabî'ata serper reşâşe-i zerrîn
Nühüfte kalbi leyâlin müşâfih-i bîdâr
Öter meşâcirin umkunda kimsesiz bir kuş
Uyur zılâl-i sükûnetde dâ'imâ bî-hûş
Riyâh-ı leyl ile mühtezz menâzır u eşcâr
Alîl cismime dûş-ı mekîni bir kayanın
Olur nişîmen-i hasret garîb tenhâ'î
Sorar semâlara bir şey ki rûhum anlayamam
Uzakda sâkin ü ulvî tilâl-i handânın
Ufuklarında uçar bir serâb-ı nâ-mer'î
Öper sevâhili dâ'im feşâfeş-i muzlim
(Bursalı Mehmed Tahir (1333). Osmanlı Müellifleri. C. II. İstanbul. 474-475.)
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | MEYLÎ, Meylî Çelebi | d. ? - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | HAKKI/FEVZÎ, Hüseyin Hakkı Efendi | d. 1832 - ö. 1891 | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | ÂSIM/ÂSIMÎ, Seyrek-zâde Seyyid Mehmed Âsım Efendi | d. ? - ö. 4 Kasım 1675 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | ZİYADİN CEMAY | d. 1878 - ö. ? | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | MUSTAFA, Boyabatlı | d. 1878 - ö. 1915 | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | TAHSİN, Tahsin Efendi | d. 1878 - ö. 1957 | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | KASABALI NURİ, Dölekzade Mehmet Nuri | d. 1868 - ö. 1916 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | SÂMÎ, Mustafa Sâmî, Ayaşlı | d. 1858 - ö. 1916 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | BAHÂEDDÎN, Zîver Paşa-zâde Yûsuf | d. 1851 - ö. 1916 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | Ali Naili Erdem | d. 17 Şubat 1927 - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
11 | Abdullah Çağrı Elgün | d. 20 Aralık 1954 - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
12 | Şinasi Özdenoğlu | d. 30 Ağustos 1922 - ö. 12 Ocak 2019 | Meslek | Görüntüle |
13 | HALÎL, Damad Halîl Efendi | d. 1821 - ö. 1886 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | HALÎM, Abdulhalîm Efendi | d. 1829 - ö. 1891 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | MEHMED ATÂ | d. 1850 - ö. 1919 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
16 | NA'ÎMÎ, Ömer | d. 1801-02 - ö. 1882 | Madde Adı | Görüntüle |
17 | ZARÎFÎ, Şeyh Ömer Efendi | d. ? - ö. 1795 | Madde Adı | Görüntüle |
18 | DUMANOĞLU, Ömer Dumanoğlu | d. 1968 - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
Arapça bir kelime olan “hitabet“, hitap etmek, vaaz etmek, güzel söz söyleme sanatı, hutbe okuma, nutuk irad etme gibi anlamlara gelmektedir. Terimin “nutuk“, “söylev” gibi karşılıkları da vardır.
Bir kişinin bir topluluk karşısında belli bir konuda yaptığı etkili, anlamlı ve coşturucu konuşmaya söylev metni; bu konuşmayı yapan kişiye de hatip (konuşmacı) denir.
Konularına göre siyasi söylev ve bilimsel söylev olarak ayrılabilir.
1. Siyasi Söylev
Türk edebiyatında ise ilk siyasî söylev örneği Orhun Yazıtlarıdır. Bunlar, 732’de dikilen Kül Tigin, 735’te dikilen Bilge Kağan, 720-725 yıllarında dikilen Tonyukuk Yazıtlarıdır.
Siyasî söylev örneği olarak ayrıca şu kişilerin söylevlerini de verebiliriz:
İttihat ve Terakki’nin hatibi Ömer Naci, Selânik’te 1906’da Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin bir toplantısında Atatürk’e hitaben şöyle der:
“Mustafa Kemal! Arkandayız, seni takip edeceğiz! Ölümler, cellâtlar, işkenceler bile bizi bu azmimizden çeviremeyecektir. Hürriyet verilmez, ancak alınır. Zulüm ve istibdad altında inleyen bu masum ve bîçâre milleti kurtaracağız, yaşasın hürriyet ve istiklâl!” (Fethi Tevetoğlu, Ömer Naci, Ankara 1987)
Halide Edip Adıvar (1884-1964), özellikle Mondros Mütarekesinden sonra İstanbul ve İzmir’in işgal edildiği sıralarda, 16 Mayıs 1919’da İstanbul Sultanahmet’te düzenlenen protesto mitinginde şöyle der:
“Kardeşler, Vatandaşlar! Yedi yüz yılın şerefi, göğe yükselen bu minarelerin tepesinden Osmanlı tarihinin yeni faciasını seyrediyor, bu meydanlardan çok zaman alay hâlinde geçmiş olan büyük atalarımızın ruhuna hitabediyor, başımı bu görünmeyen ve yenilmez ruhlara kaldırarak diyorum ki: Ben İslâmiyet’in bedbaht bir kızıyım ve bugünün talihsiz fakat aynı derecede kahraman anasıyım. Atalarımızın ruhları önünde eğiliyor, onlara bugünün yeni Türkiyesi adına hitabediyorum ki, silâhsız olan bugünkü milletin kalbi de onlarınki gibi yenilmez kudrettedir, Allah’a ve haklarımıza iman ediyoruz.”
Yine aynı şekilde Hamdullah Suphi Tanrıöver (1885-1966) de 30 Mayıs 1919’da İkinci Sultanahmet Mitingi’nde İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini protesto konuşmasını şöyle bitiriyordu:
“Sevgili millettaşlarım! Dualarınızı, dileklerinizi, iradenizi kendi sesimde toplayarak bütün dünyaya haykırıyorum: Esarete razı değiliz. Biz esir olamayız, Türk vatanına karşı hazırlanan su-i kastı biliyoruz ve reddediyoruz. İstanbul ve Anadolu Türk kalacaktır!….”
Hamdullah Suphi Tanrıöver’in hitabeleri Dağ Yolu 1,2 (1987) adlı kitapta toplanmıştır.
Mehmet Emin Yurdakul da 23 Mayıs 1919 günü Sultanahmet Meydanı’nda 200.000 kişiye şöyle hitap ediyordu:
“Kardeşler, Keşke asırların geceleri ve dünyaların mezarları gözlerime dolarak bir kör olsaydım. Sokak sokak dilense idim de milletimin, kulağımı parçalayan bu felâket seslerini işitmeseydim, bu kara günleri görmeseydim. Keşke göğün yıldırımları, yerin canavarları birleşerek beni kanlar içinde topraklara yuvarlasaydı da vatanımın bu musibeti huzurunda bulunmasaydım ve bu azapları çekmeseydim. Zira bugün uğradığı felâket ve musibetler o kadar acı!…”
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk‘ün 15-20 Ekim 1927 tarihlerinde Cumhuriyet Halk Partisi İkinci Kurultayı’nda 36.5 saat süreyle okuduğu Nutuk’u, Gençliğe Hitabe’si ve Cumhuriyetin 10. yılında okuduğu 10. Yıl Nutku önemli birer söylev örneğidirler.
Süleyman Nazif de 23 Kanun-ı Sani 1920’de Cuma günü, İstanbul Üniversitesi Konferans salonunda düzenlenen Piere Loti gününde yaptığı konuşmayı Hitabe (1920) adıyla yayınlamıştır.
Rıza Tevfik Bölükbaşı, Süleyman Nazif, Behçet Kemal Çağlar, Selim Sırrı Tarcan, Osman Bölükbaşı… gibi siyasi kimliği olan kişiler siyasal söylevlerinde başarılı sayılabilir.
2. Bilimsel ve Kültürel Söylev
Örgün eğitim kurumlarında ders veren öğretmen ve öğretim üyeleri de öğrencilerin karşısında bir anlamda hatiptirler. Eğitimciler de derslerinin etkili olabilmesi için hitabet sanatının inceliklerine baş vururlar. Ayrıca genele açık bilimsel toplantı, panel ve Konferanslarda yapılan konuşmalar da bu gruba girmektedir. Belli bir kültürel derinliğe sahip düşünce adamları ve sanatçıların fikir; sanat ve kültür konularında verdikleri konferanslar da hitabet türü içinde değerlendirilirler:
Yazar: Yrd. Doç. Dr. Nurullah ÇETİN
Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı
Soru:
Verilenlerden hangisi söylev (nutuk) türünün tarihî gelişimi ile ilgili söylenemez? 3367 5033 A) Batı'daki ilk örneklerini eski Yunan edebiyatında Demosten vermiştir. 53367 B ) İslamiyet etkisinde gelişen Türk edebiyatında daha çok dinî ve askerî söylevler görülür. C) Bilge Kağan'ın Göktürk Yazıtları'nda Türk milletine seslenişi ilk söylev kabul edilir. D) Türk edebiyatında Tanzimat Dönemi'nde Ömer Naci ve Hamdullah Suphi Tanriöver gibi sanatçıların öncülüğünde gelişmiştir.
Arapçadaki "nutk" kelimesinden türeyen nutuk, sözlükte; "söz, söyleme kuvveti, kuvvetli söyleme" anlamlarına gelir. Herhangi bir topluluğa düşünce ve duyguların aşılanması amacıyla yapılan konuşmalara söylev (nutuk) denir. Tiyatro türüyle gelişen söylev (nutuk) türü "hitabet" olarak da adlandırılır.
Söylev (Nutuk) Türünün Özellikleri
Söylev (Nutuk) Çeşitleri
Her konuda söylev (nutuk) verilebilir. Yine de en çok siyasi, askeri, dini, hukuki ve akademik alanlarda nutuk verilir.
Siyasi Söylev (Nutuk): Siyasal konuları içeren meclislerde, seçim meydanlarında ve mitinglerde icra edilen söylev (nutuk) türüdür. Siyasi söylevler, yönetimsel içerikli söylevlerdir. Oda, baro, dernek vb. kuruluşlarda da siyasi söyleve sık sık başvurulur. Göktürk Yazıtları, siyasi söyleve güzel bir örnek oluşturur.
Askeri Söylev (Nutuk): Özellikle askeri cesaretlendirmek, duygusal açıdan güçlendirmek için başvurulan söylev türüdür. Eskiden komutanlar askerleri coşturup cesaretlendirerek nice nice kaleler fethetmişlerdir. Savaş zamanında cephe hattında; barış döneminde kışlada yurt savunmasının kutsallığının vurgulandığı söylevlerdir.
Dini Söylev (Nutuk): Dini kuruluşlarda dilin heyecan ve harekete geçirme işlevinden faydalanılarak insanları coşturmanın amaçlandığı söylev türüdür. Amaçlanan ise dini konularda bilgi verip insanları etkilemektir. Dini söylevlerde birlik, kardeşlik, hoşgörü kavramları ön plana çıkarılır. Veda Hutbesi, dini söylev (nutuk) türüne güzel bir örnektir.
Hukuki Söylev (Nutuk): Davalarda hâkim ve savcıların bazen de avukatların yaptığı konuşmalar bu türdendir.
Akademik Söylev (Nutuk): Üniversitelerde, bilimsel toplantılarda, sempozyum ve panelde başvurulan söylev türüdür. Mezuniyet törenlerinde, açılış ve ödül törenlerinde yer alan coşkulu konuşmalar da bu türdendir.
Türk Edebiyatında Söylev (Nutuk) Türü
Türk edebiyatında Orhun Yazıtları söylev (nutuk) türünün ilk örneklerini oluşturur. Kül Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk Yazıtları bunların içeriğini oluşturur.
Ömer Naci ve Halide Edip Adıvar Türk edebiyatında Tanzimat Dönemi'nden sonra söylev (nutuk) türünde eserler veren diğer önemli kişilerdir. Halide Edip, Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra İstanbul'da Sultanahmet Meydanı'nda düzenlediği protesto mitinginde coşkulu bir konuşma yapar. Mitingin sonunda söylediği sözler büyük etki uyandırır.
Söylev (nutuk) türünde bu dönemde öne çıkan diğer önemli bir şahsiyet de Hamdullah Suphi Tanrıöver'dir. Onun söylevleri de "Dağ Yolu" adlı kitapta yer alır. Tanrıöver'in mitingin sonunda sarf ettiği "İstanbul ve Anadolu Türk Kalacaktır!.." sözleri derin bir etki uyandırır.
Mehmet Emin Yurdakul da Sultanahmet Meydanı'nda muazzam bir topluluk karşısında etkileyici ve hüzünlü bir konuşma yapar. Bu da söylev (nutuk) örneği olarak tarihte yer alır.
Mustafa Kemal Atatürk'ün "Gençliğe Hitabesi" ve Cumhuriyet'in onuncu yılında okuduğu "10. Yıl Nutku" söylev türünün güzel örneklerindendir.
Süleyman Nazif, Necip Fazıl Kısakürek, Osman Yüksel Serdengeçti, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Behçet Kemal Çağlar, Selim Sırrı Tarcan, Osman Bölükbaşı söylev (nutuk) türüyle öne çıkan diğer önemli şahsiyetlerdir.
Söylev (Hitabet) Türünün Tarihsel Gelişimi
Dünya edebiyatında söylev (nutuk) türünün ilk örnekleri Eski Yunan ve Roma dönemlerinde görülür. Eski Yunan edebiyatında Demostenes ilk hatiplerden sayılır.
Kuşkusuz dünya edebiyatında söylev (nutuk) türünün özdeşleştiği kişi Latin edebiyatında ön plana çıkan İtalyan Çiçero'dur. Boussuet, Mirabeau, ve Robespiere bu türün diğer önemli tanınmış kişileridir.
Türk edebiyatında bu tür II. Meşrutiyet ile gelişmeye başlamıştır. Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Ömer Naci bu türde ön plana çıkan kişilerdir. Halide Edip Adıvar, Mehmet Akif Ersoy sonraki zamanların önemli hitabetçileri arasında yer alır.
Söylev (Hitabet) Türü ile İlgili Örnekler
Örnek 1
ATATÜRK'ÜN GENÇLİĞE HİTABESİ
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dâhili ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti'ni kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
Mustafa Kemal Atatürk, 1927
Örnek 2
ONUNCU YIL NUTKU
"Türk Milleti!
Kurtuluş Savaşı'na başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun!
Şu anda, büyük Türk milletinin bir ferdi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki muvaffakiyeti, Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimkârane yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz.
Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi, en geniş, refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız, daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur.
Çünkü Türk milletinin karakteri yüksektir; Türk milleti çalışkandır; Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü Türk milletinin, yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihî bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini ve millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür. Türk milletine çok yakışan bu ülkü, onu, bütün beşeriyette, hakikî huzurun temini yolunda, kendine düşen medenî vazifeyi yapmakta muvaffak kılacaktır.
Büyük Türk milleti!
On beş yıldan beri, giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiç birinde milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu, bütün medenî âlem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile atinin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk milleti!
Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türküm diyene!"
Mustafa Kemal Atatürk
Örnek 3
ORDUMUZUN ZABİTLERİNE
Akhisar cephesi, düşmanın ilk temasıyla çürük bir tülbent gibi yırtılmıştı. Bizans orduları, beş asırlık bir ayrılıktan sonra uzun bir yoldan, tekrar avdet ediyorlardı. Evleri yanmış, halkı hicret etmiş bir kasabamızda, Aydın’ın ıssız bir gecesinde, kaldırımları döven Yunan süvarilerinin ayak seslerini yatağımda doğrularak dinledim. İstanbul surları önünden, gemilere atlayarak şişkin yelkenlerle bir daha dönmeyecekmiş gibi uzaklaşanlar, yeni bir hükümet, yeni bir ordu halinde geri geliyorlardı.
Felâket büyüktü. Aylarca mücadeleden sonra Bursa düşmüştü. Gece su sesleri içinde uyuyan Bursa, başının ucunda ay ışığıyla aydınlanmış gibi ak minarelini, her biri birer gufran fevvaresi gibi fışkıran Mekke yeşili ihtiyar servileriyle bin bir sevgimizin tavaf yeri olan Bursa, dede çınarlarının dallarında sahil sesleri eksik olmayan, deniz altına mahsus karaltılarla, türbelerinin, mabetlerinin içinde serin renk dalgaları uyuyan Bursa; ilkbahar olduğu vakit ufuklardan ufuklara tutuşan gelincik bulutlarıyla ovalarına şafaklar devrilmiş gibi görünen Bursa, o da teslim olmuştu. Bütün Anadolu tutkun bir musibet havası içindeydi. Bu, büyük mücadeleye halk kuvvetleri yetmiyordu, bunu anlamıştık Ordumuz! Sen nerede idin? Gözlerimiz seni arıyordu. Cihan Harbi'nden beri ardında kaybolduğun ufuktan tekrar görünmeni, gök gürültüleri içinde harp sahnesine yeniden girmeni bekliyorduk. Anadolu topraklarını bir yangın kızıltısı aydınlatırken, sen uzaklarda, gerilerde durabilir miydin? Bugün bayramını idrak ettiğimiz muharebeden bir ay evveldi, güneye doğru bir seyahatten geri dönerken yolda seninle karşı karşıya geldik Dalgalı bir ufuktan, harp tehdidi altında duran bir ovaya, korkunç bir sessizlik gibi akıyordun. Sen tekrar ortaya çıkmıştın. En öndeki zabite sordum: "Ökçelerin aşınmış, nereden geliyorsun?"
Gözleri cevap verdi:
-Uzun Kafkas yollarından, Dicle sahillerinden, Sina çöllerinden geliyorum. Cevap veren gözlerine baktım; içleri yaz geceleri gibi sıcak, hisli, derin ve karanlıktı. "Bu karanlıkları nerden-aldın?" dedim. "Uykusuz gecelerde, nihayetsiz bir vatanın sonu olmayan sınırlarını beklerken gözlerime, o gecelerden bu karanlıklar doldu" dedi. "Evin var mı?" diye sordum; "bilmiyorum" dedi. "Çocuğun var mı?" dedim. Gözleri yaşardı mı, iyi fark edemedim; "bilmiyorum" dedi.
Ey Türk ordusunun iklimden iklime, diyardan diyara koşan, gazadan gazaya geçen zabiti! Sen eski Roma Lejyonlarının başında, meçhulden meçhule giden kadim kahramanlar gibisin. Her gün yeni bir yangını genç, kızıl, coşkun kanlarını boşaltarak söndüren sensin. İstiklâl cihadımızın bu ilk bayramını senin tekrar dönüşünü selamlamak için yapıyoruz. Ana topraklara sızan cömert, civanmert kanın ufkumuzda bir necat şafağı oldu. Birinci İnönü'nden beri, o şafak felâketli alınlarımız karşısında parlayıp duruyor. Bunun için, o büyük günün yıldönümünde, herkesten evvel elimizi sana uzatıyor, bize hayat ve istiklâl bahşeden aziz, mübarek ellerini minnetle sıkarak herkesten önce seni tebrik ediyoruz.
(Hamdullah Suphi Tanrıöver, MEB Yayınları)
Ayrıca bakınız