ömür hanım sözleri / Ve Güz Geldi Ömür Hanım Şiiri - Şükrü Erbaş

Ömür Hanım Sözleri

ömür hanım sözleri

Ruşen Seydaoğlu

 

Sevgili Ömür Hanım, bazen Boncuk Hanım, aslında Hatice Hanım,

bir erkek sizin yokluğunuzda; şiir yazarken, para kazanmak için çalışırken ve elbette yaşarken güzelliğinizden ne kadar bahsedilebilecekse o kadarını yaptı. Ustalıkla sürdürdü bunu. Kelimelerin dizilişi, hayatın akışı içinde yerli yerindeydi. Eğer konu siz olmasaydınız bu ne güzel edebiyat der, öylece severdik o sözleri.

Ancak sizdiniz konu. Dünyadan geçmiş, yaşadığı evin her köşesine, deniz kenarlarına, sokaklara dokunmuş öyle gitmiştiniz. Yüzmeyi bilmiyormuşsunuz, ne önemi vardı? Bu yüzden sizinle yapılan güz konuşmalarına hayran olmak da bir seçenekken biz sizi, salt size dizilen sözlerle değil söylenmeyenlerde anlamanın peşine düştük. Bilemiyorum incitir miydi sizi ama zaman zaman yerinize koyduk kendimizi. Hayata rağmen muhteşemdiniz.

Yine de sizin yerinize kızdığımız zamanlar oldu. Sevmenin dünyayı sevmek olduğunu bizden öğrenenlere, zamanı kâküllerimizden doğurup topuklarımızdan batıranlara*, en azından böyle olduğunu söyleyenlere bizim de o dünyaya dahil olduğumuzu gösteremediğimize kızdık. Aslında göremediklerine kızdık. Kirpikler bizimdi ama sanki erkekler için dizilmişti, gözlerimizin üstüne ve onların dizelerine. Bizden koparılmış “bizi” nereye koyacağımızı bilemedik. Ölmeyi mi beklemeliydik, yaşamanın ta kendisi olduğumuzu anlamaları için. Bunu anlamaları neden bu kadar önemliydi? Hele de biz gittikten sonra.

Başka bir nesilden kadınlar olarak okuduk güz sohbetlerini. Tarihin farklı dönemlerini özgün koşulları içinde anlamamız salık veriliyordu ama bu meseledeki tarih kimin tarihiydi, bunu anlamak her şeyin önüne geçti. Tarihte kendini arayan kadınlar olarak okuduk güz sohbetlerini. Önceki şiirlerinde de var mısınız diye didikledik her bir satırı, siz henüz gitmemişken, bu ağıt yazılmamışken yani. Bunca güzel söz siz zaten dünyalar güzelisiniz diye mi yazılmıştı yoksa gittiniz diye mi? Güzelliğiniz evi dolduran, çekip çeviren, çocukları sevip büyüten oluşunuzdan mıydı yoksa siz gittiğinizde bunları yapacak kimse kalmadı diye miydi? Sizinle ısınan eşya, siz gittiğinizde soğumuş; sıcaklık illa soğuk gelince mi fark edilirdi?

Gitmeden önce bu kadar güzel olduğunuzu, dolu dolu bir ağızdan duymuş muydunuz? Duymamış olmalısınız ki benim için şiir yazdın mı hiç, demişsiniz. Bu soruyu sormak istemeyen bir nesilden kadınlar olarak güzelliğimizi de varlığımızı da onaylardan azade tuttuk. Sevilmek ne kadar da edilgendi. Olmasın diye sizin güzellikleriniz kadar güzel “yeni” güzellikler peşine düştük. Edebiyatın erkekler elinde eğilip bükülebilen, hükmedilebilen, ruhu çalınabilen bir kadına dönüştürüldüğünü söyleyebildik mesela. Daha da ileri gidip edebiyat adına güzelleştirilen kadın yine edebiyat adına “ölebilir” kılındığında, ölümsüzlüğü iddia ettik.

Erkeklerin yalnızlığı, yorgunluğu bitmeyen bir nakarat gibiydi. Yüklendiklerimiz de bu nakarattan olabilir miydi? Kurduğunuz evin güzelliği, şefkatiniz, nezaketiniz sizin dilinizden dökülseydi belki de bu kadar şüpheyle yaklaşmazdık. Ama şimdi geride kalan kadınlar için “olması gerekenlerin” dizildiği bir kurallar listesi gibi. Sizin belki de hiç düşünmediğiniz, öfkelenmediğiniz bir yerden yükseliyor kimi duygular içimizde; keşke çocukları sessiz ağlatmasaydınız, bas bas bağırsalardı, sizin yazamadığınız evde kimse tek söz karalayamasaydı.

Ahh Ömür Hanım, sizi sizin sözcüklerinizle okumak ne büyüleyici olurdu. Bizi bundan mahrum eden her şeyle mücadele ediyoruz şimdi. Çünkü Cixous’un sözleri çınlıyor kulaklarımızda, kadınların yazması bir halk ayaklanması ya da sınıf mücadelesi gibidir; ancak bunların etkisinden çok daha sarsıcı sonuçlar açığa çıkarabilir.** İnanıyoruz, kelimelerimiz bizim kalemimizden döküldüğünde hikâye değişecek. Hani ölmesek daha iyi olur ama ağıt yazılacaksa da kendi ağıtımızı yazmaya girişiyoruz, kendi hikâyemizi yazmaya başladığımız gibi.

Tek bir sözcük yazamadan, yazmayı istediğini bile keşfedemeden ölen kadınlar üzerine yazma arzusunu taşıyan diğer tüm kadınlar, köklerini bu kadınların köklerine bağlar. Ozanlık yazmak kadar yaşamaktan da gelebilir ve kadın ozanlar ölmez, yazmak için, yaşamak için mücadele eden kadınlarla varlığını sürdürür. Ancak diğer kadınların mücadelesi sürerse toprakla buluşan bedenleri yeniden hayat bulabilir.***

İşte bu yüzden bir yolu varsa duyun, bilin isteriz; Elsa’yı, Milena’yı, Tomris’i tanıdığımız yerden seviyoruz artık sizi.


*Şükrü Erbaş, “Ömür Hanım” içinde Yaşıyoruz Sessizce.
**Helene Cixous, “The Laugh of the Medusa”, Translated by Keith Cohen and Paula Cohen.
monash.pw
***Virginia Woolf’un ’de Cambridge Üniversitesi’nde kadın öğrencilere verdiği seminerin kapanış bölümünden esinlenilmiştir. Konuşma ’da “Kendine Ait Bir Oda” kitabına dönüşür.

Etiketler:boncuk hanımCixoushatice hanımÖmür HanımÖmür Hanımla Güz konuşmalarıruşen seydaoğluşükrü erbaş

ömür hanımla güz konuşmaları

ve güz geldi ömür hanım. dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. yağmur ha yağdı ha yağacak. incecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. hüznün bütün koşulları hazır. nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır ömür hanım?

her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu? bir güz düşünün ki ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış, böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?

yağmur yağıyor ömür hanımgökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağınave ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?

dönelimdönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktırolsun dönelim biz yine de. bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. ölçüsüz yaşamak bize göre değil ömür hanım. büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece.

yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı ömür hanım. bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. sahi nedir yaşamın anlamı? geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki? yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama değil mi yoksa?

öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya

oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir ben’e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümdebir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. kim kimi ne kadar anlayabilir ömür Hanım?

susmak yalnızlığın ana dilidir, ömür hanım, şiiridir beni konuşmaya zorlama ne olur. sözün sularını tükettim ben, kaynağını monash.pw bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük

yalnızım ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım sularım toprağa sızıyor bak. yüzümü geceler örtüyor. binlerce taş saklanıyor içimde. kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?

kendilerinden olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar kibir söz insanın neresinden doğar dersiniz? dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? yerini bulur mu gerçekten? sözü yasaklamalı ömür hanım yasaklamalıkimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki?

olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. yanılıyor muyum? olsun. yanıldığımı biliyorum ya

yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. sessizlik sesten hele de güncel ve kof her zaman iyidir, düş gücü, iç zenginliği verir insana. dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de.

kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile, bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur insanın küçücük ömrünün karşısında. istemenin kuralı yoktur; istemek yaşamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz.

biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. en büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir, ufuklarımızsa sisler içinde

o kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, ağız dil vermez geceye? ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. çözemeyiz de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla.

dünya bir testidir, de, ömür hanım, ömür bir su sızar iğne ucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. ve bir gün ölümün balkonundandökülür toprağa el içi kadar bir su. yerde birkaç damla nem bir avuç ıslaklıkölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de

sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. yıldım ömrümün kalıplarından. beni duy ve anla.

yağmur dindi ömür hanım. gökyüzü masmavi gülümsedi yine. doğa aynı oyunu oynuyor bizimle. umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa?

gökyüzünü öpmek isterdim ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. delilik mi dedin? kim bilir belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? kim ne diyebilir ki?

kimseler görmedi ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. içimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan garip bir gülümsemeyle yüzümde, incelik adına ben geçtimyerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile yükümü yanlış bedestanlarla çözdüm.

ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. ürperiyorum. bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. içimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın ömür hanım?

-şükrü erbaş

&#;m&#;r Hanımla g&#;z konuşmaları şiiri - Ş&#;kr&#; Erbaş

Son Dakika Haberler

Şiirler&#;m&#;r Hanımla g&#;z konuşmaları şiiri - Ş&#;kr&#; Erbaş

Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını
yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var
göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn-
cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir
keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce
bıçak ağzı&#; ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir
engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür
hanım?

Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı
görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek
kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan,
umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör-
meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü-
şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış,
böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir
anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa
başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut-
mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı
aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların
sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik
olur tükenmek değil de?

Yağmur yağıyor Ömür hanım&#;gökten değil, yüreğimin
boşluğundan ömrümün ıssız toprağına&#;Ve ben sonsuz
bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi-
diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka-
tından?

Dönelim&#;Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır
çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü
kabuklarına sığınmaktır&#;Olsun dönelim biz yine de. Bi-
lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var.
Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın
görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö-
nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım.
Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük
avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın
binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik
bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi
öğrendik böylece.

Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım.
Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.
Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık
yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır
yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut
karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka
ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi
içine alan kocaman bir yanılsama&#; Değil mi yoksa?

Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim,
özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni
oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım
eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi
avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir
yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice
eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va-
rolmaya, &#;dar çevre yitikleri&#;nde önem kazanmaya&#;

Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının
eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla
dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek
ki, sonucu yepyeni bir &#;ben&#;e ulaştırırdı beni, kederli dal-
gınlığımdan her döndüğümde&#;Bir ben ki tüm ilişkilerin
perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya-
kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir
Ömür hanım?

Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni
konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben,
kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü-
reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük&#;Yalnızım
Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka-
ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım&#;Sularım
toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş
saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem
hangi gözle?

Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko-
nuşuyorlar ki&#;Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?
Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden
mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini
bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü
yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı&#;Kimsenin kimseyi
anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne
işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko-
nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten
olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor
muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya&#;

Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun
aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan.
Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik
sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü,
iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o
puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin
akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık
izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü,
kalıcı ömürlüdür&#;Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi,
bizi değişmek çirkinleştirir de.

Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir
adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz
olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı
yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya-
şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız,
ne yerinde ne yersiz&#;

Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par-
çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü-
nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı
kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak&#;Kıyılarımız duy-
gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir;
ufuklarımızsa sisler içinde&#;O kıyısız gökyüzü nasıl sığar
küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen-
cereye&#;Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir
ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir
içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek,
bu ezbere yaşamla.

Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su&#;Sızar
iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir
yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan&#;
dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla
nem, bir avuç ıslaklık&#;Ölümü bilerek nasıl yaşar insan,
geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün
acıların anasıdır, de&#;

Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler
söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka-
lıplarından. Beni duy ve anla.

Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi
yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun
ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi
atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır,
kurşuni-külrengi mi yoksa?

Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil
dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı-
maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir&#;Belki de yerde sü-
rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir
aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim
değil mi? Kim ne diyebilir ki?

Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim.
İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş
ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim
olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,
ben geçtim&#;Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir
saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde,
ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı-
rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü
ve dağınıklığı ile&#; Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.

Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak
yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir
at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so-
kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk,
yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş
umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,
yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?

Ankara, Güz/

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır

© 2024 Toko Cleax. Seluruh hak cipta.