orhan veli mavi şiiri / En güzel Orhan Veli Kanık şiirleri

Orhan Veli Mavi Şiiri

orhan veli mavi şiiri

Editörümüz Ece Tekşen yazdı.

“Ben Orhan Veli
“Yazık oldu Süleyman Efendiye”
Mısra-i meşhurunun mübdii..
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:”

13 Nisan ’te İstanbul Beykoz’da deniz kenarında bir yalıda doğdu Orhan Veli. Ömrü boyunca da şiirleri deniz koktu, yosun koktu, İstanbul’u dinledi ve İstanbul’u taşıdı satır aralarında. Babası müzisyendi, onun mesleği dolayısıyla ilkokuldayken Ankara’ya taşındılar. Orhan Veli, 10 yaşında öğretmeninin teşvikiyle yazmaya başladı. Ya daha geç başlasaydı?

“’te doğdum
1 yaşında kurbağadan korktum
9 yaşında okumaya
10 yaşında yazmaya merak sardım”

Orhan Veli, liseyi Taş Mektepte okudu. Lise öğretmeni Ahmet Hamdi Tanpınar ondaki yeteneği fark ederek onu yazmaya teşvik etti. Tanpınar, onu daha sonraları “şiirimize tatlı anlaşmazlığı ve lezzeti getiren zeka” olarak tarif edecektir. Türk edebiyatı için en önemli ilişkilerden biri haline gelecek olan Oktay Rifat’la dostluğu da lise yıllarında kurulur. İleriki yıllarda Orhan Veli, oyunlar yazmaya başlar ve tiyatro vesilesiyle bir alt döneminden Melih Cevdet’le tanışır. Taş Mektep sıralarında tanışan bu 3 genç; Türk şiirini dönüm noktalarından birine ulaştıracaktır.

orhan

“Dört kişi parkta çektirmişiz,
Ben, Orhan, Oktay, bir de Şinasi…
Anlaşılan sonbahar
Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli
Yapraksız arkamızdaki ağaçlar…
Babası daha ölmemiş Oktay&#;ın,
Ben bıyıksızım,
Orhan, Süleyman efendiyi tanımamış.

Ama ben hiç böyle mahzun olmadım;
Ölümü hatırlatan ne var bu resimde?
Oysa hayattayız hepimiz.”

Melih Cevdet Anday

Orhan Veli İstanbul Üniversitesinde felsefe okumaya başlar ve burada Sabahattin Eyüboğlu ile tanışır. İleriki yıllarda Sabahattin Eyüboğlu, onun yalnız hocası değil aynı zamanda oldukça yakın bir dostu olacaktır; fakat Orhan Veli, üniversite serüvenini yarıda bırakarak Ankara’ya gider ve burada meşhur dizelerinde bahsettiği, kendisini mahveden güzel havalarda istifa edeceği evkaftaki memuriyetine başlar. 

“Dünya şairleri arasına en kolay katılabilecek şairlerimizden biri de Orhan Veli’dir. Rumeli Hisarı’nda yeniden türkü söylemeye başlayan bu garip kişi Türkçeyi insanca söylemesini biliyordu.”

Sabahattin Eyüboğlu

Bunlar olurken bir yandan da “garip” şairler, yeni bir şiir arayışındadır. Özlemini çektikleri yepyeni bir şiirin kapıları, Oktay Rifat’ın Orhan Veli’ye vezinsiz kafiyesiz “Saksılar” şiirini okumasıyla aralanır. Orhan Veli ona yanıt olarak cebinden, tercüme ettiği bir başka şiiri çıkarıp okuyacak ve öncüsü olacakları akımın kapıları artık onlara tamamen açılacaktır.

“Her şey birdenbire oldu
Birdenbire vurdu gün ışığı yere
Gökyüzü birdenbire oldu
Mavi birdenbire”

O dönemde Belçika’da olan Melih Cevdet’in de onlara eşlik etmesiyle keyiflerine diyecek yoktur artık. Üç arkadaş hem “acayip” hem de “gurbette yaşayan, yabancı” manasına gelen “Garip” ismini koydukları ve üçünün bu yeni, daha önceki şiirimize benzemeyen biçimde yazdığı şiirlerin derlemesinden oluşan meşhur kitabı çıkarırlar. Orhan Veli, bir de manifesto yayınlar kitabın başında: “Bir şiirde eğer takdir edilmesi lazım gelen bir ahenk varsa, onu temin eden şey vezin ve kafiye değildir.” Çıktıkları bu yol eski şiiri beceremediklerinden ya da beğenmemelerinden ileri gelmez; keza Orhan Veli, edebiyatı, öğretmeni Ahmet Hamdi Tanpınar’dan öğrenmiş, divan şiirine hakim bir şairdir. Onlar eski şiire sırtını dönmez, aksine ondan beslenerek yepyeni bir şiir yaratırlar. Kuralları kaldırır, şiiri topyekûn hayatlaının içine yerleştirirler. Orhan Veli, “Süleyman Efendi” gibi sıradan insanların günlük hayat dertlerini yansıtacaktır şiirine: 

KİTABE-İ SENGİ MEZAR

I
Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah&#;ın adını,
Günahkâr da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye.
Ankara, Nisan
(İnsan, )

II
Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duysalar öldüğünü alacaklılar
Haklarını helal ederler elbet.
Alacağına gelince…
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.
Ocak
(Varlık, )

III
Tüfeğini deppoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi;
Öyle bir ruzigar ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigâr.
Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında, el yazısıyla:
&#;Ölüm Allah&#;ın emri,
&#;Ayrılık olmasaydı.&#;
Eylül
(İnsan, )

Orhan Veli’nin “Kitabe-i Seng-i Mezar” (Bir Mezar Taşı Yazısı)” şiiri “Garipler”in şiire bakış açısını yeterince ortaya koyan ve bu sebeple de “Garip” akımının sembolü haline gelmiş bir şiir. Öyle ki Orhan Veli de kendisini tanıtırken “‘Yazık oldu Süleyman Efendi’ye’ /Mısra-i meşhurunun mübdii..” ifadesini kullanıyor. Garip Akımı; şiiri gösterişli adamların gösterişli hayatlarından çıkarıp şiirin yüzünü hayatın içinden, sıradan insanların günlük yaşantılarına nasıl çeviriyorsa Orhan Veli de bu şiirinde Süleyman Efendi gibi sıradan bir adama bir mezar taşı yazısı yazarak aynı şeyi yaptı. Bu düşünce döneminde oldukça tepki çekti. “Akbaba” dergisinde &#;Vezin gitti, kafiye gitti, mana gitti. Türk şiirinin berceste mısraı yerine &#;Yazık oldu Süleyman Efendiye&#; rezaletini alkışladılar.” denilerek sertçe eleştirildi. Kimi çevreler “rakı şişesinde balık olmak” düşünü şiire layık görmediler. Oysa Cemal Süreya’ya göre Orhan Veli, Şiire kasket giydirdi. Sivilleştirdi onu. Bugünkü şiir verimleri onun da verimleridir biraz.” 

Orhan Veli, şiirinde dünyadan geçip giden sıradan insanların hayatını Süleyman Efendi’nin mezar taşına kazımak suretiyle anlattı. Çünkü aslında herkes kendi günlük hayatının yegâne öznesiydi. Muhteşem Süleyman’a yazılan mersiyelere karşın sıradan Süleymanların hayatını taşıdı dizelerine. Güzellik gibi bir derdi olmayan, “olmak ya da olmamak” üzerine varoluşsal kaygılar taşımayan fakat paydos saatinde fabrikadan eve giden yolun yokuş oluşuyla canı sıkılan insanların hikayelerini yazdı. Şiire uzak düşmüş insanın şiirini anlatıyordu Orhan Veli. Dünyası, dertleri ve zevkleriyle “küçük” insanın şiirini yazıyordu. Belki de Orhan Veli’nin bunca dile dolanmışlığı da bu sayededir. 

Tüm bunlar yazılır, çizilir, konuşulurken Orhan Veli bir kez daha istifa eder. Çünkü Hasan Ali Yücel’in  görevden ayrılması sonrası onun tercüme ekibi dağıtılmaya başlanmıştır ve Orhan Veli, yeni maarif vekilinin odasına girerek, bir şişe şarabı yere atıp istifasını verir. Ardından bir dergi fikriyle hayat bulur, “Yaprak” gazetesini çıkarmaya başlar. Şair çıkardığı dergiyi kendisi “gazete” olarak nitelendirmektedir. Kendini ona adar. Onu bir sayı daha çıkarabilmek için üstündeki paltoyu, dostu Abidin Dino’nun resimlerini bile satacaktır. Ölümünden sonra onun anısına “Son Yaprak” sayısı çıkarılır. 

“Bir duyma da gürültüsünü
Dallarda çıtırdayarak açılan fıstıkların,
Gör bak ne oluyorsun.
Bir duyma da gör şu yağan yağmuru;
Çalan şanı, konuşan insanı.
Bir duyma da kokusunu yosunların,
İstakozun, karidesin,
Denizden esen rüzgârın&#;”

Orhan Veli “çok aşık olur, hiç evlenmez”. Güzel kadınları sever, işçi kadınları sever, güzel işçi kadınları daha çok sever. Onun hayatındaki en önemli kadın, mektuplaşmaları edebiyat tarihçileri için de önem arz eden Nahit Hanım’dır. Öldüğünde diş fırçasına sarılı bulunan son şiiri Aşk Resmi Geçidi’nin son satırlarında Nahit Hanım’ı şöyle anlatır:

“Ona bağlandığım kadar
Hiçbirine bağlanmadım.
Sade kadın değil, insan.
Ne kibarlık budalası,
Ne malda, mülkte gözü var.
Eşit olsak, der
Hür olsak, der
İnsanları sevmesini de bilir,
Yaşamayı sevdiği kadar…”

“Kimse duymadan ölmeliyim.
Ağzımın kenarında
Bir parça kan bulunmalı.
Beni tanımayanlar
“Mutlak birini seviyordu” demeliler.
Tanıyanlarsa, “Zavallı, demeli,
Çok sefalet çekti”
Halbuki hakiki sebep
Bunlardan hiçbirisi olmamalı.”

Orhan Veli, bir haftalığına gittiği Ankara’da, bir akşam karanlıkta yürürken belediye çukuruna düşer. Daha sonra İstanbul’a gider ve hayatına her zamanki biçimde devam eder. Ancak ne yazık ki birkaç gün sonra fenalaşır ve Cerrahpaşaya kaldırılır. Edebiyatçıların akın akın ziyaret ettiği hastanede hayata gözlerini yumar, üstelik henüz 36 yaşındayken. Orhan Veli’nin yolun yarısında bizlere veda etmesinin ardından ölüm sebebinin belediye çukuruna düşmesi etkisiyle geçirdiği beyin kanaması olduğu öğrenilir. Yani şiirinde bahsettiği “hakiki sebep” belediye çukuruna düşmek olur. 

Turgut Uyar’a göre “Orhan Veli&#;nin ilk ve en önemli özelliği şiirde &#;şairanelik&#;e karşı açtığı savaştır. ‘Gülü ve bülbülü’ sürüp çıkarmıştır şiirden. O, bu sürüp çıkarma işini, büyük bir bilinçle ve gerekçeyle yapıyordu: yeni bir insan getiriyordu Türk şiirine.”  Bana sorarsanız güller de bülbüller de güzeldir. Böyle havalar da güzeldir. Manası, hayalleri, düşünceleri, duyguları için sevilen şiir de güzeldir. Karşılaşınca sezdiğimiz ama ne olduğunu bir türlü söyleyemediğimiz şiir de güzeldir. Yeter ki yazık etmeyelim gariplere, mavilere, yenilere&#;

Orhan Veli; yaşamı boyunca her şeyden vazgeçmiş, her kurala karşı gelmiş, bir tek edebiyattan hiçbir koşulda vazgeçememiştir. Hem kendi yaratmış hem de başka dillerde yaratılanları özenle kendi diline kazandırmıştır. Belki de bu kadar erken ölerek hep genç kalmak istemiştir, kim bilir? Ancak şüphe götürmez ki, o, ömürler boyu bizlerle yaşayacak; her İstanbul’u dinleyişimizde, gün olup alıp başımızı gittiğimizde, yüksek kaldırımda güpegündüz birini öptüğümüzde, her nisan biraz daha genç, her bahar biraz daha aşık olduğumuzda, bedava yaşadığımızı hissettiğimizde, şiir yazma hastalığımız güzel havalarda nüksettiğinde, gökyüzünü boyadığımızda her sabah, güneş vurduğunda içimize, kuşlara, yapraklara döndüğümüzde onun mısralarını söyleyeceğiz. Üstelik; ağladığında, sesini duyacağız mısralarında ve dokunacağız, gözyaşlarına, ellerimizle.

Heeeey!
Ne duruyorsun be, at kendini denize;
Geride bekleyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere.

Bu yazının hazırlanışında bir tanecik arkadaşım Ayşe Esra Mutlu’dan, Murathan Mungan’ın “Bir Garip Orhan Veli” oyunundan ve Müşfik Kenter’in “Bir Garip Orhan Veli” albümünden yararlanılmış olup son ikisi henüz onlara rastlamamış tüm Mavi Dalga okuyucularına tavsiye edilir.

Daha fazla

Etiketlerorhan veli

Ufkunda mavi bulutların uçuştuğu dağ,
Büyülü göklerinde sesler duyduğum Aden,
Avucumda dört kollu nehrin verdiği maden,
Üstümde yemişleri alnıma değen Tuba.

Muthiş dünyasıyle, uykuma girdiği yer..
Gülümsüyor mavi bir ay ışığında kamış.
Göllerin şekli dolu derinliğine dalmış
Vuslatın havasını çevreleyen iğdeler.

Suların aydınlığında saadetten bir iz:
Dallardan süzülen kayığından bu hoş insan,
Omuzuna değen arzu dolu dudakları kan.
Artık bir cennete bağlı bütün günlerimiz.

Artık ışıkla dolu billur bir kadeh gibi,
En güzel şeytanın elinde tutuğu gurup;
Akşamlar ağzımda harkulada bir şurup
Ve başımda geceler yeşil bir deniz gibi.

Ufkumda mavi bulutların uçuştuğu dağ
Ve nebati bir alemde duyulan ilk hece,
Bir sesin aydınlattığı yalan dolu gece
Ve dumanlı bir sabah serinliği ormanda.

Ne ondan itidal, ne benden günahkar hali
Ruhları bir kuş gibi avare kılan uyku.
Dağılan içimde her zaman o baygın koku,
Lezzeti dudağımda buğulaşan şeftali.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır