orhun alfabesi türk / Göktürk Alfabesi Harfleri Özellikleri | Türk Dili ve Edebiyatı

Orhun Alfabesi Türk

orhun alfabesi türk

Tarih Boyunca Türklerin Kullandıkları Alfabeler ve Orhun Alfabesinin Kökeni Sorunu

Türkler, tarih boyunca çok fazla alfabe değiştirmiş, kendi alfabe sistemini kurabilmiş önemli bir etnik yapıdır. Bugün bir Türkçe konuşuru, Çin’e kadar olan alanda sadece Türkçe konuşarak insanlarla anlaşabilmektedir. Bu aşamada, Türkçenin bu kadar yayılmasının nedenleri arasında Türklerin savaşçı yapısı ve göçebe hayatını yaşaması görülebilir. Birçok millet ve medeniyetle ilişki kuran büyük Türk devletleri, haklı olarak birçok alfabe kullanmıştır. Bu alfabeler şunlardır:

  1. Göktürk yazısı ( Türk Runik sistemi )
  2. Sogd yazı sistemi
  3. Uygur yazı sistemi
  4. Mani yazı sistemi
  5. Brahmi yazı sistemi
  6. Süryani yazı sistemi
  7. Arap yazı sistemi
  8. Ermeni yazı sistemi
  9. İbrani yazı sistemi
  10. Grek yazı sistemi
  11. Slav yazı sistemi
  12. Latin yazı sistemi

Bu dönemlerdeki bazı yazı sistemleri dar dönemde kullanılmıştır. Geniş bir tarihsel dönemi işgal eden belli başlı 5 yazı sistemi vardır:

  • Göktürk yazı sistemi
  • Uygur yazı sistemi
  • Arap yazı sistemi
  • Slav yazı sistemi
  • Latin yazı sistemi

Bu beş aşamada, kökeni ile ilgili tartışmalara neden olan sistem Köktürk ya da Göktürk yazı sistemidir. Bu bakımdan önce Göktürk alfabesinin  yazısının kökeni konusunu işleyeceğiz, daha sonra diğer  yazı sistemlerinin durumuna bakacağız.

1. Göktürk ya da Köktürk Yazı Sistemi ve Köktürk Yazısının Kökeni Meselesi

Köktürk ya da Göktürk  alfabesinin kökeni konusunda bilim adamlarının tartışmaları henüz bitmemiştir; ama son yıllarda en tatmin edici açıklama V. G. Guzev ile Sergey Klyaştornıy’nin “Göktürk Yazısının Kendiliğinden Doğma Menşei Varsayımı Esaslandıran Deliller” adlı makalesinde ortaya konulmuştur. Şimdi hem bu makalenin  özetini geçeceğiz hem de Köktürk alfabesinin kökenine ait olan görüşleri madde madde kısaca  tanıtacağız:

A. Köktürk metinlerini ilk kez gören seyyahlar ve bilginler bu metinlerin dilini Likya, Hitit gibi Anadolu medeniyetlerine bağlamışlardır.

B. Bugün alfabenin “runik alfabe” adıyla anılmasını sağlayan görüş eski olmakla birlikte Heigel’e aittir. Heigel, Köktürk alfabesinin İskandinav kaynaklı olduğunu ileri sürmüştür. Köktürk alfabesi, İskandinav alfabesine şekil olarak benzer ve hatta yazıtlar ilk kez bulunduğunda bu yüzden bölgeye ilk kez Fin heyeti gitmiştir.

C. V. Thomsen’in başı çeken bir görüş de şudur ki yazıtların kökeni Doğu  tarafındadır. Bu yazıların kaynağını Avrupa’ya dayandırmak yanlıştır. Thomsen’e göre yazıların kökeni Aramî, Soğd, Pehlevî  dillerine dayanır. Thomsen bu bağlamda en fazla Aramî alfabesi üzerinde durmuştur. Thomsen bu görüşle Aramî alfabesini Köktürk alfabesi ile karşılaştırmıştır. Ayrıca eserinde de Köktürk yazıtlarının yukarıdan aşağıya doğru okunmasında Çincenin etkisi vardır. Thomsen’in bu görüşü daha sonra Anna Rona Tas, Karl Meges gibi ünlü Türkologlarca kabul görmüş, açıkçası oldukça fazla taraftar toplamıştır. Thomsen, ileriki zamanlarda Sir Gerald Clauson’un işaret ettiği üzere Köktürk yazısının Bizans kaynaklı Grek alfabelerinden etkilenilerek oluştuğunu söyleyecektir.

D. Köktürk yazıtlarının İran kaynaklı Aramî yazısından kaynaklandığını ileri süren araştırmacılar arasına N. D Sokolov da katılmıştır.  Yalnız Sokolov’a göre bu yazılar Aramî alfabesinin etkisinde oluşmakla birlikte Türk damgalarının şekillenmesi ile meydana gelmiştir.

E. Radloff, Köktürk alfabesinin Aramî etkisinde olduğunu kabul etmekle birlikte bu yazının İskandinav yazısında da etkilenebileceğini söyler.

F. Köktürk yazıtlarının yerli olduğunu kabul eden araştırmacılar da yok değildir. Türk damga ve şekillerinden oluştuğunu kabul eden araştırmacılar bu alfabenin kaynağını Türk ideogramlarına dayandırır. Bu görüşü kabul edenler arasında Türkiye’de Göktürk metinlerinin yayınını ilk kez yapanlar arasında bulunan Namık Orkun da vardır. Namık Orkun’dan sonra Ahmet C. Emre, Ahmet Caferoğlu, A.Mahmutov ve G. Guzev ile Sergey Klyaştornıy da vardır.

G. Köktürk alfabesinin kökenini Şaman terimlerine yani dinî ideogramlarına dayandıran araştırmacılar da mevcuttur.

H. E. D. Polivanov, alfabenin Türk damgalarından doğduğu fikrini ileri sürmekle birlikte bu alfabe oluşumunda Aramî alfabenin de etkili olduğunu ileri sürer.

İ. Sir Geral Clauson,  alfabenin kökeni hakkında geniş bir araştırma yapmıştır. Ona göre Türkler dindar bir yapıya sahip değildi ve bu yüzden de alfabenin kökenini Şaman kültüründe aramak yanlıştır. Clauson’a göre Türkler ticaretle uğraşan bir millet değildi bu bakımdan Köktürk alfabesinin icadında ticarî ilişkilerinin etkisi olamaz. Clauson’a göre Türklerin yazı sistemini icat etmede onların diplomatik ilişkileri etkili olmuştur. Türklerin tarih boyunca büyük devletler kurduğunu söyleyen Clauson, onların diplomatik ilişkilerinin kaydını tutma ihtiyaçlarını hissedebileceklerini dile getirmiştir. Clauson, Türklerin 6. yy’da Bizans ile olan diplomatik ilişkilerini göz önünde bulundurarak bu yazı sistemini İstemi Yabgu’nun icat ettiğini öne sürer.  Köktürk alfabesinin kökenini Soğdak – Grek alfabesinde arar.

J. Diğer araştırmacılar da Köktürk alfabesinin kökenini Sami dillerinde arar. Bunun nedeni olarak da Köktürk alfabesinin heceye dayalı olduğunu, kökeninin de bu bakımdan sese dayalı olan Aramî harflerinde aranamayacağını iddia eder.

K. Kimi araştırmacılar Köktürk yazı sistemini taklide dayalı bir buluş olarak değerlendirilir.

Bu görüşlerden Köktürk alfabesinin “İskandinav kökenli” olduğu fikri pek kandırıcı değildir. Yukarıdaki görüşlerin en kandırıcıları Köktürk alfabesinin Aramî kökenli olduğu ve Türklerin kendi icadı olduğudur.

Köktürk yazı sisteminin Türk icadı olduğunu savunan araştırmacılardan Aristov ve Malliskyt bu yazı sisteminin kökenini Türk damgalarına; Sayenkov ise dinî ayinlerde kullanılan damgalara dayandırır. Polinanov’a göre Türk damgaları alfabenin kökeni oluşturur ama yabancı etkileri de göz ardı etmemek gerekir.

Namık Orkun da Thomsen ve Polinanov’un görüşlerine dayanarak alfabenin Türk icadı olduğunu söyler.

V. Thomsen de alfabenin yeni oluşumlara açık olduğunu söyleyerek alfabenin Türk icadı olabileceği hakkında açık kapı bırakır. Hatta  bazı “fantastik” tahminler de yürütür. 

Bu konuda en geniş açıklama Ahmet Caferoğlu’ndan gelir. Ahmet Caferoğlu, Türk Dili Tarihi adlı eserinde 5 Köktürk alfabesini ele alarak bu harflerin Türk kültüründen gelen kült ile oluşturulduğunu söyler.

Ahmet Caferoğlu’na göre Köktürk yazısının gelişiminde önce göz evresi sonra kulak evresi meydana gelmiştir.  Köktürk alfabesi ayrıca hece ve alfabe devresini yaşamıştır Caferoğlu’na göre. Ayrıca Caferoğlu, Yenisey yazıtlarında çok fazla harf çeşidi olduğunu ileri sürerek Yenisey Yazıtlarının, Orhun yazıtlarından daha eski olduğunu ileri sürer.

Ahmet Bican Ercilasun, Caferoğlu’nun görüşünü daha da geliştirmiştir ve Türk Dili Tarihi adlı eserinde bunu açıklamıştır.

Bu konuda en önemli çalışma 1993 yılında tamamlanan, 2000 yılında açıklanan V. G. Guzev ile Sergey Klyaştornıy’nin “Göktürk Yazısının Kendiliğinden Doğma Menşei Varsayımı Esaslandıran Deliller” adlı makalesidir.  Bu yazıda, Köktürk alfabesinin Maddeles kanunları göz önüne alınarak Türk icadı olduğu kanıtlanmıştır. Ayrıca diğer görüşler de değerlendirilerek tahminler daha da kuvvetli hale getirilmiştir. Şimdi bu makaleyi en genel hali ile madde madde özetleyelim:

Kelime ve hece sistemindeki alfabelerin ortak özelliği harf sayısının fazla olmasıdır. Köktürk alfabesinde 26 sesi vardır. Buna göre Köktürk alfabesi kelime/hece sistemine dayalıdır.

Hece sistemindeki yazı sistemlerinde açık / kapalı hece sistemi vardır. Köktürk yazı sisteminde ünlüler kelime başında çok kullanılmaz; yani bir hece sistemi söz konusudur.

Gelb’e göre her yazının oluşumunda o yazının ait olduğu kültürün resim kültürü etkilidir. Köktürk yazı sisteminin de Türk resimlerinden oluştuğunu iddia eder. Buna göre Göktürk yazısı, resimleri ifade eden kelime yazısı olarak başlamış daha sonra o kelimeler alfabe sistemine dönüşmüştür.

Yine Gelb’e göre bir işaret temsil ettiği resimden çıkıp bağımsız ve resimle alakasız bir fonem değeri kazandığında o dilin bir yazı sistemi oluşmuştur. Göktürk yazısı bu aşamayı geçmiştir.

Bir yazı sisteminin gelişiminde yazı sistemi evreleri yan yana gelişebilir.  Bir evrenin tamamlanıp diğer bir evreye geçmesi de olabileceği gibi ayrı evrelerin aynı zamanda yaşanma durumu vardır. Göktürk yazı sisteminde, ayrı evreler aynı zamanda yaşanmıştır.

Göktürk yazısında resim yazıdan devşiren fonem, hem resim yazıyı yansıtır hem de ayrı bir fonemi. Örneğin “eb” ( ev ) anlamına gelen ses hem “ev” resmini akla getirir hem de sesi temsil eden harf bir sözcükte “b” sesi olarak kullanılabilir.

Yukarıda bahsedilen kalıntılar devam etmektedir.

Resim yazısının fonem değeri taşıması  üç aşamada gerçekleşir ve bu üç aşama da yan yana devam etmiştir Göktürk yazı sisteminde.

Göktürk yazısının hem hece yazısına dayalı olduğunu hem de kendiliğinden doğma olduğunu kanıtlayan en önemli durum “ünlü + ünsüz” şeklinde olan ünsüz ikizleşmesidir. ( nt, lt, nç ikiz sesleri Göktürk yazıtlarında bulunmaktdır.)

Yukarıda bahsedilen durum, ünsüz çiftinin bu şekilde var olması, bu çiftlerin dış etkili olduğu tezini çürütür.

Köktürk yazısı Sami dillerine dayandırılamaz çünkü Türkçede; büyük ünlü uyumuna dayanan kalın ve ince ünlüler vardır ve beş tanedir bu ünlüler, Köktürkçede tek ünlü harften oluşan tek ünlülü hece vardır. Bu durum Sami dillerinde bulunmaz.

Ayrıca Sami dillerinin kuruluşunda Türkçede olduğu gibi “ünlü + ünsüz” hece sistemi yoktur.

Köktürk alfabesinde “k” sesinden beş adet vardır ve bu durum da bu yazı sisteminin hece evresinde olduğunu kanıtlar.

Ünsüz çiftleri ( lt, nç, ny, nt ) “ünlü + ünsüz + ünsüz” tipinde bir kelimeden kopmuştur. Bu bakımdan harf sisteminden değil kelime sisteminden oluşur.

1905 yılında keşfedilen Mani el yazsı 19 Göktürk hecesini karşılaştırmaktadır. Bu da Göktürk alfabesinin hece sistemine sahip olduğunu gösterir.

Köktürk yazısının tek hece kelimelerin çok olması, basit hece kuruluşuna sahip olması, hece tiplerinin  Ünlü + ünsüz, ünlü + ünsüz + ünsüz  şeklinde  olması bu yazı sisteminin kelime – hece yapısına ait olduğunu gösterir.

Köktürk devleti büyüklüğü bakımından 6. – 7. yy’da bir yazı sistemi oluşturmalıydı.

Köktürk alfabesi Soğdak kökenli de değildir çünkü Soğdak dilinde Türkçe kadar zengin bir ünlü sistemi yoktur.

Yeni yazı oluşturan kişi elbette kendi kültürünü görmezden gelemez. Bu bakımdan Köktürk yazısının oluşmasında Türk resim kültürünün etkisi vardır.

Sonuç olarak:

  • Köktürk  yazısı kendiliğinden doğma olan tüm dilerin yaşaması gereken tüm evreleri yaşamış ve 8.yy’da harf yazı olarak var olmuştur.
  • Bu dönem 6 ila  8 .yy arası olmuştur ve bu kısa bir dönemdir. Bu kısa dönemde evreler yan yana yaşanmıştır.
  • Yazının gelişmesinde çevredeki faktörlerin etkisi büyüktür.  Köktürk kağanlığının çevresi güçlü medeniyetlerle çevrilmiştir ki bu  durumda da Köktürklerin yazı gelişimi hızlanmıştır.
  • Köktürkçenin söz varlığında, bozkır yaşamı, savaş, yöneticilik ve devlet düzeni ile ilgi sözcükler çoğunluktadır. Savaşçı bir toplum yapısına sahip oldukları ve devleti kutsal gördükleri için Türkler, bu taşlara bu yazıları işlemişlerdir. Elbette bu durum Uygur Türkçesi zamanında değişime uğrayacaktır.
  • Köktürk yazısı, Köktürk dönemlerinden bu zamana kadar kalan bengü taş dediğimiz dikil taşlarda, Uygur devletinin ilk dönemindeki Uygur yazıtlarında görülen uzun soluklu bir yazı sistemidir. 
  • Göktürk yazı sistemi 38 harften oluşur. Bunlardan 4 tanesi ünlüleri, 31 tanesi ünsüzleri, geriye kalan 3 tanesi de çift ünsüzleri ( lt, nç, nt ) karşılar.  Ünsüzler için kullanılan 31 harfin 20 tanesi kalın ve ince ünsüzleri ayırır, geriye kalan 7 tanesi kalınlık – incelik bakımından nötr seslerdir. Ünsüzler için kullanılan 31 harften 4 tanesi “ünlü + ünsüz” çiftini oluşturur.

2. Uygur Alfabesi

Eski Türkçenin Grameri adlı kitabı hala önemini koruyan Annamarie Von Gabain, Uygur dilini n ve y olmak üzere ikiye ayırır. Bu ünsüzler Köktürkçenin ny ses çiftinden meydana gelmiştir. Mani dinine mensup Uygurlar n ağzını, Budist dinine mensup olan Uygurlar genelde y ağzını kullanmışlardır. Uygur Türkçesinde n ve y ağzı arasında farklılıklar vardır ve Annamarie Von Gabain bu iki lehçenin ayrımını Eski Türkçenin Grameri adlı eserinde vermiştir. Teknik bilgiler olduğu için burada bu konuya girmeyeceğiz.

Eski Uygur Türkçesi metinleri çoğunlukla y ağzı ile yazılmıştır. Uygurcanın “n”  ağzı Köktürkçeye daha yakın olmakla birlikte “y” ağzı da Köktürçeden çok fazla kopamamıştır. Köktürkçe ve Uygurcanın ses , biçim özellikleri arasında çok fazla fark yoktur, ikisinin de arasında zaten çok fazla bir zaman aralığı yoktur.

Eski Uygur Türkçesi dönemi, yazı dili olarak Köktürk Türkçesinin bir devamıdır; Karahanlı Türkçesi de Uygur Türkçesinin devamı olarak sayılır.  Yalnız eski Uygur Türkçesindeki farklılıklar, Köktürk Türkçesinden daha fazladır çünkü din ve sosyal çevre çeşitliliği vardır.

Uygurcada bulunan sesler ve bu seslerin konumu Köktürkçe ile hemen hemen aynıdır. Farklı olan sesler nazal n ile b sesi arasındadır. Bu da Ahmet Bican Ercilasun’un Türk Dili Tarihi adlı kitabında verilmiştir.

Eski Uygur Türkçesinin söz varlığında 100 temel sözcük tespit edilmiştir ve bu kelimeler de günümüz Türkçesinin söz varlığı ile hemen hemen aynıdır. 

Eski Uygur Türkçesi Türkiye Türkçesi

Od od ( ateş)

Igaç ağaç

Agız         ağız

Tolu         dolu

Kelmek gelmek

Biz / miz biz

Sen / sin sen 

Söz varlığı açısından eski Uygur Türkçesi ile Göktürk Türkçesinin ayrılma noktası dindir. Din değişimi Uygur Türkçesi ile Köktürkçenin söz varlığı açısından derin bir şekilde ayrılmasına neden olmakla birlikte Uygurların Türkçeye derin bir dinî terim dağarcıkları söylenebilir. Eski Uygur Türkçesi, Sanskritçe, Sogdça, Tibetçe, Çince ve Toharcadan alınan bu dinî terimleri ya Türkçenin yapısına uyduruyorlar ya Türkçe kurallara göre türetiyorlar ya da Türkçe kelime türetme yollarını kullanarak yeni kelimeler / terimler üretmişlerdir. Bu bakımdan geniş bir telif edebiyatı ve ona bağlı bir söz varlığı gelişmiştir. Eski Uygur Türkçesinin temel söz varlığı n ve y ağzına değişikliğe uğramıştır. Aynı keza ayrı ağızlarda ayrı dinler yaşanmış ve ayrı edebî eserler verilmiştir.

Eski Uygur Türkçesi kendi alfabelerini bulana kadar daha doğrusu kendi imlalarını bulana kadar bir dönem Brahmi alfabesini de kullanmışlardır. Brahmi yazı sistemi ile yazılan eserler az olmakla birlikte Türk dil tarihi için önemli eserlerdir.  Bu bakımdan Brahmi yazı sistemi hakkında kısa bir açıklama yapacağız.

3. Brahmi Yazı Sistemi

Uygurların kullandıkları ama çok kısa bir süre kullandıkları bir yazı sistemidir. Bu yazı sisteminin tarihi bir önemi vardır.

Köktürk yazı sisteminde “o,u”; “ö,ü”; “a,e” ünlü çiftleri aynı harfle karşılanır. Bu bakımdan bazı sözcüklerin okunuşu hala tartışma konusudur: Köl mü kül mi gibi. 

Brahmi alfabesinde ise kapalı e dahil olmak üzere tüm ünlü harfler için ayrı ayrı harfler vardır. Bu bakımdan en azından Köktürkçe döneminden kalma bazı tartışmalı metinler biraz olsun aydınlatılmıştır.

4. Sogd Yazı Sistemi

Türklerin ilk yazıtı sayılan Bugut yazıtının üç yüzü Sogdça yazılmıştır.Orta Asyalı İranlı bir kavim olan Sogd yazısının genelde yazıtlarda kullanıldığı söylenebilir. Erken dönemden kalma Karabalsagun yazıtının da Bugut yazıtının da Sogd dili ile yazılması, Sogd toplumunun Türkleri nasıl etkilediğini göstermektedir.

5. Mani Yazı Sistemi

Uygur kağanından Bögü  Kağan’ın  Maniheizmi resmi din olarak kabul etmesi ile Mani alfabesi de eski Uygur Türkleri arasında yayılmaya başlamıştır. Mani alfabesinde bütün ünsüzler için ayrı ses vardır ki bu şekilde de Türkçenin karanlıkta kalan dönemleri aydınlatılır.

6. Süryani Yazı Sistemi

Doğu Türkistan’da Uygurlar ve Orta Asya’daki diğer Türk kavimleri arasında sadece Budizm, Maniheizm ya da İslamiyet değil Hıristiyanlık da yayıldı. Hıristiyanlığın özellikle Nesturi mezhebi Türkler arasında çok fazlaca ses buldu. Hıristiyanlık da Türkçeye Süryani yazı sistemini kazandırdı. Türklerin az da olsa bu alfabeyi kullandığı bu alfabe  ile Türkçe metinler yazdığı bilinmektedir. Bu metin parçacıkları da Berlin’de sergilenmektedir

7. Ermeni Yazı Sistemi

Bu alfabe Kıpçak Türkleri tarafından belli bir süre kullanılmıştır. 11.yy ortalarında Kıpçak Türklerine bağlı olarak yaşayan Ermeniler ile Türkler arasında uzun süre temas yaşandı. Daha sonra Kıpçak Türkçesi göçmen Ermenilerin ( Büyük Selçuklu devletinin yıkılması ile Doğu Anadolu bölgesindeki Ermeniler Kırım ve Ukrayna’ya göçmüş ve orada bulunan Kıpçak Türklerinin egemenliği altına girmişlerdi ) ermeni alfabesi ile Kıpçak Türkçesi yazdıkları görülmektedir. Bu dönemden elimize kalan belgeler, resmi belgelerdir.  Ama büyük kısmı II.Dünya Savaşı sırasında yok olmuştıur.

8. İbrani Yazı Sistemi

Türkler arasında özelikle Karaim ya da Karaylar arasında Yahudilik de yayılmıştır. Musevilik dinini kabul eden bugünkü Ukrayna civarında yaşayan Karaimler, İbrani yazı sistemini kullanmışlardır.

9. Grek Yazı Sistemi

Çok değil 1924 yıllarında Türkiye’de yaşayan Grek – Ortodoks  Türkler, Grek yazı sistemini kullanmışlardır.  Bu Türkler kendilerine Karamanlılar demektedirler. Bol bol el yazması eser bırakmışlardır geride.

10. Arap Yazı Sistemi

Orta Asya’da Karahanlılar ile başlayan Arap yazı sistemi kullanma geleneği Anadolu bölgesinde gelen Oğuzlar ile devam etmiştir. Anadolu’ya gelen Oğuz boyları , Büyük Selçuklu devletini, Anadolu Selçuklu devletini ( ve diğer bölgelerdeki Selçuklu devletlerini ) ile Osmanlı devletini kurarak büyük bir medeniyet oluşturmuşlardır. İslamiyet’in de etkisi ile Arap yazı sistemini yazı dili olarak kabul etmişlerdir.

Arap alfabesi, Türklerin diline uygun olmayan bir yazı sistemidir. Hece sistemine dayanan Türkçe için ünlü seslerin gösterilmesi hayatî önem taşırken Arap alfabesinde ünlü harfler gösterilmez. Bu bakımdan da Osmanlı Türkçesi büyük bir sıkıntıdır.

11. Slav Yazı Sistemi

SSCB’nin kurulup Orta Asya’daki Türk devletlerini işgal edilip onlara zorunlu bir kültür devrimi yapılınca Slav  yazı sistemi zorunlu olarak kabul edilmiştir. Türk dilleri içinde Slav yazı sistemi ile yazılan ilk Türkçe Çuvaş Türkçesidir. 1991 yılında Sovyetler yıkılınca bu sistemden ilk vazgeçen de Azerilerdir. Slav yazı sistemini hala kullanan Türk devletleri ise Kazakistan ile Kırgızistandır.

12. Latin Yazı Sistemi

Türk devletleri içinde Latin yazı sistemini  ilk kez kullanan devlet Azerilerdir.  Azeriler, ta Arap alfabesi kullandıkları zamanlarda da bu fikre sahiptiler ama Sovyet devrimine  kurban gitti bu düşünce. Azerbaycan 1925 yılında eğitim ve öğretim diline Latin alfabesini sokabilmiştir.

Buna rağmen 1917 yılından itibaren Latin alfabesi ile yazılan ilk Türk dili Yakutçadır. Yakutça 33 harflik Latin yazı sistemini 1939’da terk etmek zorunda kalmışlardır.

Türkiye ise Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün harf devrimi ile 1927 yılında Latin alfabesine geçmiştir.  Bugün kullanılan Latin alfabesi Türkçenin ses özeliklerine en uygun yazı sistemidir.

Sonuç olarak: Türkler tarih boyunca fazla alfabe değiştirmiş, kendi alfabelerini icat edebilmiş önemli bir dil tarihi birikimine sahiptir. Bu bakımdan onların dil değişimleri, dil devinimleri ve kullandıkları alfabeler bir bütün halinde incelenmelidir. Bu dönemler için yazılan eserler iyi anlaşılması ve alfabe değişimlerinin nedenleri üzerinde ayrıca durulmalıdır.

Kaynaklar

Ahmet Bican Ercilasun, Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi, Akçağ Yayınları, 9. Baskı
Ahmet Caferoğlu, Türk Dili Tarihi I-II, Enderun Kitabevi, 4.Baskı
Ali Akar , Türk Dili Tarihi, Ötüken Neşriyat, 10. Baskı

FacebookTwitter

kaynağı değiştir]

Orhun harfleri kullanılarak yazılan metinde (günümüzde kullanılan Latin harfleriyle yazımda olduğu gibi) harfler bitişmez, ayrı yazılır.[kaynak belirtilmeli]

Sözcükler, aralarına üst üste iki nokta koyulmak suretiyle birbirinden ayrı yazılır. Bunun dışında herhangi bir noktalama işareti yoktur. Yazı genellikle (Arap ve Fars alfabesindeki gibi) sağdan sola yazılır. Soldan sağa yazıldığı durumlarda harfler de ters dönük olarak yazılır.

Orhun yazısında seslilerin çoğu kez yazılmadığı görülür. Sesliler ilk hecede yazılır, sonrasında gelen sesliler de aynıysa diğerleri yazılmaz. Son harf sesliyle bitiyorsa o sesli de yazılır. Orhun yazısının sessiz harf yazımı da sağlamdır. Harf fazlalığına karşın önemli bir karışıklık ve karıştırma durumu görülmez. Ancak kalın ve ince sessizlerin, kimi yerlerde birbirinin yerine kullanıldığı da görülür. Ayrıca "s" harfi birçok kez "ş" için de kullanılmış ve ayrıca birbirine benzediği için (tabii ki Orhun alfabesinde) bir iki sözde de "l" yerine "ş" ve "kalın s" yazılmıştır.[kaynak belirtilmeli]

Yazma kuralları Türkolog Mehmet Kömen tarafından da kitaplaştırılmıştır.[18]

Tamgalar[değiştir

Köktürkçe Yazıtlar 

Köktürk harfleriyle (Orhun, Türk-runik veya runik harfleriyle) yazılmış yazıtlar, Talat Tekin’in “Göktürk Alfabesiyle Türkçe” (Tarih ve Toplum, Şubat 1984 veya Tarih Boyunca Türkçenin Yazımı, Simurg, Ankara 1997, s. 17-30.) başlıklı makalesinde altı grup altında şu şekilde değerlendirilmiştir.

        1.  Köktürk Yazıtları: İkinci Köktürk Kağanlığı (682-745) döneminde dikilmiş yazıtlardır.

            Költigin (KT- 732)

            Bilge Kağan (BK- 735)

           Tonyukuk (T- 720-725 veya 732’den sonra)

            Çoyren Yazıtı (Ç- 688-692)

            Küli Çor (KÇ- İhe Hüşötü 719-723)

            Ongin (O- Işbara Tarhan 732-735)

        2.  Uygur Yazıtları: 745’te II. Köktürk Kağanlığı tamamıyla yıkılıp onun yerine 840’a kadar devam eden I. Uygur Kağanlığı döneminden kalan runik harfli metinler bu grubun malzemesini oluşturur.

            Mayan Çor (MÇ- Şine Usu 759-760)

            Taryat (Terhin- 753)

            Karabalgasun (808-821)

            Suci (820-840)

            Tez Yazıtı (750?)

            II. Karabalgasun (825-840)

        3. Yenisey Yazıtları: Yenisey ırmağının yukarı taraflarında bugün Rusya’nın Hakas otonom bölgesindeki irili ufaklı mezar taşlarıdır. Bu yazıtların Köktürk Kağanlığı yıkıldıktan sonra buralara hâkim olan bazı Köktürk liderleri tarafından diktirilmiş olduğu sanılıyor. Hiçbirinde tarih bulunmayan bu yazıtlar fazla yıpranmış ve silik olduklarından, Köktürk yazıtlarından önce dikildikleri söylense de bu iddia arkeolojik verilerle doğrulanmamıştır. Yeni bilimsel araştırmalar bu yazıtların, Kırgızlar tarafından 9-10. yy’larda dikildiğini ortaya koymaktadır.

        4. Hoytu-Tamir Yazıtları: Sayıları 10 kadardır. Siyasi tarih bakımından önemli bazı cümleler vardır. Bunların Köktürk çağına ait oldukları sanılmaktadır.

        5. Talas Yazıtları (Batı Türkistan Yazıtları): Kırgızistan’da Talas ırmağı kenarında yer almış olan bu yazıtlar, yazılış düzeni bakımından diğerlerinden ayrılıyor. Talas Yazıtlarında satırlar yukarıdan aşağıya ve sağdan soladır. Ayrıca bazı harflerin şekillerinin değişik olması bakımından ilgi çekmektedir. Bu yazıtların dışında Talas vadisinde bir ağaç çubuk üzerine yazılmış Köktürk harfli kısa bir metin de vardır.

        6. Doğu Türkistan Yazmaları: Yazmaların bu adla anılmasının sebebi Doğu Türkistan’ın çeşitli bölgelerinde bulunmasından dolayıdır. Bu yazmalar içinde hacim bakımından en önemlisi Irk Bitig’dir. 114 sayfalık bu eserin ilk yayımlayanı W. Thomsen’dir. Thomsen, eserin 9. yy’a ait olduğu tahmininde bulunmuştur.

  

Yukarıda da görüleceği gibi, Köktürk harfli metinlerin çoğunluğu II. Köktürk Kağanlığı dönemine ait olsa da bu alfabeyle yazılmış metinlerin yazımı sadece bu süre zarfında olmamıştır. Köktürk yazısı, Köktürk Kağanlığı yıkıldıktan sonra aynı coğrafya üzerinde hüküm süren Ötüken Uygur Kağanlığı ve onun ardından Kırgız Kağanlığının kullandığı yazı olmuştur. Ayrıca runik harfli metinlerin dağılım sahası konusunda yukarıda vermiş olduğumuz bilgi, oldukça damıtılmış bir bilgidir. Bu konuda pek çok çalışma yapılmış olup bugün de çalışmalar devam etmektedir.

 

Köktürk Harfli Yazıtların Keşfi

Türk-runik harfli metinlerin keşfi Türkoloji araştırmalarının seyrini değiştirmiştir. Ancak bu keşif kolay olmaz. Başlangıçta Çin yıllıklarında Türklere ait olduğu belirtilen bu yazıtlardan söz edilir. Ayrıca 13. yüzyıl İlhanlı tarihçisi Alâeddin Ata Melik Cüveynî, dünya tarihi ile ilgili Târîh-i Cihânguşâ adlı eserinde Türklere ait yazılı taşların haberini verir. Cüveynî eserinde şöyle der: 

Bir Uygur efsanesine göre, onların dünya yüzüne çıktıkları ilk yer Orhun nehrinin kıyısıdır. Bu nehir, Karakorum denilen bir dağdan çıkar ... Bunlardan başka bir nehrin kenarında eskiden Ordu-Balık, bugün ise Mavu-Balık denilen bir şehir vardır. Bu şehrin yakınında bulunan kayalara yazılar yazılmıştır. Ben onları gördüm.” 

(M. Öztürk (Çev.), Alaaddin Ata Melik Cüveyni. Tarih-i Cihangüşa, Kültür Bakanlığı Yayınları,Ankara 1988, s. 116.).

Türk-runik harfli yazıtlar hakkında bilgi veren diğer bir kişi de N. Milesco’dur. Milesco, Rus çarı Aleksi Mihayloviç’in elçisi olarak 1675’te Çin İmparatoru K’ang Hsi’nin sarayına gitmek için Moskova’dan ayrılır ve bu seyahat sırasında günlük tutar. Milesco, bu seyahat sırasında Yenisey nehrinin yukarı kısmındaki bazı yazılı taşlara ait kayıtlar tutmuştur: 

“Krasnoyarsk halkı, Yenisey’e şerbetçi otu toplamağa çıkarlar. Yenisey, o adacıklar üzerinde gür bir şekilde doğar ve hızla akar. Nehir kıyısında dik bir kaya vardır. Kayanın üzerinde taşa kazılmış, bilinmeyen bir yazı ve yazının ortasında çapraz kazılmış, elinde âsâ ve bu türden başka şeyler bulunan insan figürleri vardır. Bunların kazıldığı yerde bir çukurun bulunduğu söylenir; fakat hiç kimse, buradaki yazının ne olduğunu ve kimler tarafından yazıldığını bilmez…” 

(Gh. I. Constantin, “Yenisey Eski Kırgız Yazıtlarının İlk Zikri: Çin'e Giden Romen Seyyahı Nicolaie Milesco (Spathary)’nin Günlüğü-1675”, TDAY-Bellten 1985, Ankara 1985, s. 1-7.) 

Milesco’nun  “çukur yer” ifadesine bakarak bu yazıtın Ak-Üs yazıtı veya “ellerinde âsâ ve benzeri şeyler bulunduran insan figürleri” ifadesini dikkate alınca bu yazıtın, Kara-Üs yazıtı olabileceği tahmini yapılmıştır. 

Yenisey yazıtları, ilk olarak 1721 ve 1722 yılllarında Strahlenberg ve Messerschmidt tarafından Yenisey nehrinin yukarı mecrasında bulunur. Poltava Savaşında esir düşen Strahlenberg, daha sonra Messerschmidt adlı bir bitki bilimcinin yanına yardımcı olarak verilir ve bilim adamı titizliğinde olan bu iki kişi, Yenisey vadisinde araştırma yaparken bir taşa rastlar. Messerschmidt’in araştırma gezisi sırasında tuttuğu notların yayımlanması için ne yazık ki 240 yıl beklemek gerekecektir. Messerschmidt’in 1720 ile 1727 yıları arasında Sibirya’da yaptığı araştırmalarının sonucu, kitabının birinci cildi olarak 1962’de yayımlanır. Messerschmidt’in notları, 1729’da Petersburg İlimler Akademisi bülteninde bildiri olarak yayımlanır, fakat hak ettiği ilgiyi göremez.

Johann Philipp Tabbert (von Strahlenberg)’in kitabı ise (Türkçeye çevirisi ile kitabın adı: Asya ve Avrupa’nın Kuzey ve Doğu Kısımları) 1730’da Stockholm’de yayımlanır. Kitapta iki yazıtın ve yazıtlar üzerindeki harflerin şekilleri de vardır. Kitabın yayımlandığı tarihten itibaren Avrupalı doğu bilimciler, Altayistler ve Türkologlar, bu bilinmeyen yazının çözümü için uğraşmaya başlarlar.

Spasskiy, 1818 yılında Sibirya ile ilgili bir bültende Sibirya’ya ait eski eserler hakkında bir yazı yazar. Bu yazı 1822’de Latinceye çevrilir. Bunu okuyan Avrupalılarda, özellikle Finlandiyalılarda, büyük merak uyanır.

1847’de Castrén, aynı bölgede runik harfli yeni taşlar bulur.

Fin Arkeoloji Cemiyeti, 1887-1888 yıllarında Johan Aspelin başkanlığında Abakan ve Altay bölgelerine iki sefer düzenler. Heyet, eski ve yeni 32 taşın mükemmel kopyalarını 1889’da Helsinki’de yayımlar (Inscriptions de l'Iénisséi, recueilles et publiées par la Société finlandaise d'Archéologie, Helsingfors, 1889.). Bu, Yenisey vadisinde yer alan, o güne kadar bilinen yazılı taşların tamamını içermektedir. Yalnız bu yazıtlar, yazının çözümü için yeterli büyüklükte değildir. En büyüğü 12 satırlık, tahribat ve silintilerin fazla olduğu yazıtlardır.

Rus Coğrafya Cemiyeti, 1889’da Mihayloviç Yadrintsev başkanlığındaki bir heyeti Orhun ırmağı kıyılarına araştırma için gönderir. Bunlar, Költigin ve Bilge Kağan yazıtlarını bulur ve aynı yıl bu buluşu duyururlar (Anciens caractéres trouvés sur des pierres et des ornements au bord de l'Orkhon, 1890.).

Bunun üzerine Fin Arkeoloji Cemiyeti ve Fin-Ugor Cemiyeti, bölgeye hemen Heikel başkanlığında yeni bir heyet gönderir. 1892’de heyet, Helsinki’de rapor, açıklama ve araştırmalarla birlikte yeni anıtların mükemmel bir atlasını yayımlar (Inscriptions de l'Orkhon, recueillies par expédition finnoise 1890 et publiées par la Société finno-ougrienne, Helsingfors, 1892). Bilim dünyasında Fin Atlası olarak bilinen bu yayın ile Költigin ve Bilge Kağan anıtları ilk defa bilim dünyasına sunulmuştur.

1891’de Ruslar da aynı bölgeye Radloff başkanlığında bir heyet göndermiş, heyet yazıtların resimlerini çekmiş ve kopyalarını çıkarmıştır. Bilim dünyasında Radloff Atlası olarak bilinen atlas da bu şekilde yayımlanmış olur (Atlas der Altertümer der Mongolei, Saint-Pétersbourg, 1892-1899.).

Bu iki atlas, kalıpları alma yöntemleri bakımından farklıdır. Radloff kalıplar üzerinde çok rötuş yapmıştır. Diğer yandan bunlar birbirini tamamlayan atlaslardır.

Bu şekilde ilk yayımları yapılan eski Türk-runik harfli yazıtlardan Költigin Yazıtı’nın Çince yüzünün okunmasıyla, yazıtların Türklere ait olduğu anlaşılmıştır.

 

Köktürk Alfabesi

Köktürk (Orhun, Türk-runik) alfabesi, Türkçenin yazımı için Türkler tarafından kullanılmış, bugüne kadar bilinen, ilk alfabedir. Bugün özellikle Batıdaki Türkologlarca bu alfabeye “Türk-runik alfabesi” veya “runik” denmesinin nedeni, bu harflerin runik adı verilen eski İskandinav kitabelerinin yazımında kullanılan harflere benzemesidir. (Talat Tekin, “Göktürk Alfabesiyle Türkçe”, Tarih ve Toplum, Şubat 1984 veya Tarih Boyunca Türkçenin Yazımı, Simurg, Ankara 1997, s. 17-30.) 

İlk okunan Köktürk yazıtları olan Költigin ve Bilge Kağan yazıtlarında 38 harf vardır. Bu harflerin 4’ü ünlüdür. a-e, ı-i, o-u ve ö-ü ünlü çiftleri tek bir işaretle gösterilir.

 Ünlüler

Ünlü işaretlerinin her biri iki farklı ünlüyü gösterir yani /a/ ve /e/, /ı/ ve /i/, /o/ ve /u/, /ö/ ve /ü/ ünlüleri yazıdan ayırt edilemez.

 

Ünlülerin yazımındaki bu noksanlık, ünsüzler konusunda giderilmeye çalışılmıştır. Alfabede 10 ünsüzün art (kalın) ve ön (ince) olmak üzere iki biçimi bulunmaktadır.

 Ünsüzler

Bu durum a/e ve ı/i ünlülerinin yazıda ayırt edilmesini sağlarsa da o/u ve ö/ü ünlülerini ayırt etme olanağı yoktur. Örneğin, iki tane k ve l işareti vardır. Bunlardan k1 ve l1 kalın ünlülü, k2 ve l2 ise ince ünlülü sözcüklerde kullanılır. kal- eylemini yazmak için k1 ve l1, kel- için ise k2 ve l2’nin yazılması gerekeceği açıktır.

 

Köktürk alfabesinde 7 ünsüzde artlık-önlük (kalınlık-incelik) ayrımı yapılmamıştır yani bu ünsüzler nötr durumdadır.

 

 notr

 

Köktürk alfabesinde çift ünsüz işaretleri için 3 harf kullanılmıştır.

 

     CİFT

 

Geri kalan ünsüz harfler, hece işaretleridir.

 

         hece

 

Yukarıda gösterilen işaretler, tekrar edecek olursak, sadece Költigin ve Bilge Kağan yazıtlarında geçen işaretlerdir. Tonyukuk Yazıtı ve diğer Köktürk harfli metinlerde geçen harfler bunlarla sınırlı değildir. Tüm Köktürk harfli metinlerde toplam harf sayısı 50’yi bulmaktadır.

  

Alfabenin Kökeni

Orhun, Yenisey ve Talas vadisinde bulunan yazıtlarda kullanılan alfabenin kökeni, yazıtların bulunduğu günden beri araştırılmış ve çeşitli çalışmalara konu olmuştur. Köktürk alfabesi, 1891’de Heikel tarafından Run alfabesine benzetilerek “runik yazı” diye adlandırılmıştır. Daha alfabe çözümlenmeden, 1892 yılında Otto Donner (Inscriptions de l’Orkhon, Helsingfors 1892, XLXXX ve devamı), Köktürk alfabesini, Küçük Asya alfabelerinden Likya ve Kayra alfabelerine benzetmiş ve bu alfabelerden çıkmış olabileceğini dile getirmiştir. Alfabeyi çözüme kavuşturan Thomsen (Inscriptions de l’Orkhon déchiffrées, Helsingfors 1896, s. 44 ve devamı), Donner’in söylediklerini kabul etmemiş, Köktürk yazısının kökeninin ya İran alfabesi aracılığı ile ya da doğrudan Sâmi alfabesi olduğunu belirtmiştir. 1894’te Aristov ve 1897’de Mallitskiy, Orhun alfabesinin Türk damgalarından çıktığı görüşünü ileriye sürer. Reşit Rahmeti Arat ve Ahmet Caferoğlu da bu görüşü paylaşırlar (Ahmet Caferoğlu, Türk Dili Tarihi I, İstanbul 1958, s. 115). Rus dilcisi E. D. Polivanov 1925’te yazdığı makalede, bu yazının kökenini Türk damgalarına bağlamış olmakla birlikte yazının Arami-Sogd ve Pehlevi alfabelerinden de etkilenmiş olabileceğini bildirmiş, ayrıca bu alfabedeki bazı işaretlerin ideografik kökenli olduğu üzerinde durmuştur. Ahmet Cevat Emre (Eski Türk Yazısının Menşeği, İstanbul 1938.) bu konuda daha da ileri giderek Türk-runik alfabesindeki tüm işaretlerin ideografik ve Sümer yazısı ile aynı olduğunu belirtmiştir. 1962 yılında İngiliz Türkologlarından Sir Gerard Clauson bu alfabenin kökenini Sogd ve Grek alfabelerine bağlamıştır.

Köktürk alfabesinin kökeni konusunda ileri sürülen bu görüşlerden bugün için Türkoloji topluluğunda en geçerli olanı, Thomsen’in Sami köken görüşüdür.

 

Köktürk Alfabesinin Çözümü

1891 yılında yazıtların bulunduğu Orhun bölgesine araştırma heyetiyle giden W. Radloff, yazıtlardaki yazıyı çözmek için heyetle birlikte geri dönmemiş, Pekin’e gitmiştir. Çin’e gitme nedeni ise yazıtlardaki Çince metinleri, tercüme ettirmektir (Ahmet Temir, Türkoloji Tarihinde Wilhelm Radloff Devri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1991.).

Ancak atlasların yayımlanmasının ardından 1892’de Almanyalı Sinolog George von de Gabelentz ile Hollandalı Sinolog Gustave Schlegel yazıtlar üzerindeki çalışmalarının sonrasında bu yazıtların Köktürkler zamanından kaldığını söylemişlerdir. Böylece yazıtların Türkçe olduğu anlaşılınca Türkologlar bu yazıyı çözümlemek için uğraşmaya başladılar.

Danimarkalı genel dilbilim profesörü Wilhelm Ludwig Thomsen de bu uğraşı verenler arasında idi. Nihayet Thomsen, 25 Kasım 1893’te alfabeyi bütünü ile çözmüş ve bunu 15 Aralık 1893’te Bilimler Akademisinde “Orhun ve Yenisey Yazıtlarının Çözümü: İlk Bildiri” başlıklı makalesi ile dünya kamuoyuna duyurmuştur. Bu makaleyi Vedat Köken Türkiye Türkçesine çevirmiş ve bu çeviri Türk Dil Kurumu Yayınları arasında 1993 yılında makalenin çevirisi ile aynı adda yayımlanmıştır.

Thomsen’in bu çözüşte ilk tanıdığı harf, iyelik eki olan –ı/-i sesi idi. O, önce satırların sırasını, istikametini ve hangi harflerin ünlüleri gösterdiğini tespit etmiş, ondan sonra anahtar sözlere ihtiyaç duymuş, Çince yüzdeki şahıs, yer ve boy adlarından (Költigin, Türk, kün, tört, teŋri gibi) faydalanmıştır. Thomsen, bunun için de aynı yıllarda Gustave Schlegel’in Çince kısmının çevirisini düzenleyen E. H. Parker’in İngilizce yayımını kullanmıştı. Bunlar yazının çözümü için bir bakıma çıkış noktası olmuştur. Ancak bu yazı çözülmeden önce yazıtların Türklere ait olduğu Çince yüzlerinden öğrenilmiş, dili de belli olmuştu. Okunamayan yazının ve yazıdaki dilin kime ait olduğu anlaşılmıştı.

Köktürkçe Belli Başlı Yazım Kuralları

Söz başı ve içindeki a/e ünlüleri genelde yazılmaz. Aşağıda parantez içinde yazılı olan ünlüler orijinal yazımda gösterilmez:

         d1 k1 = (a)d(a)k = “ayak”

         r2 n2 = (e)r(e)n = “eren”

Baştaki ve hece başındaki a/e ünlülerinin yazılmamasının nedeni, ünsüz işaretlerinin a/e ile başlayıp kapalı hece durumunda (b2’nin eb, k1’in ak şeklinde) okunmalarıdır.

 

Söz başı ve ilk hecedeki düz-dar ünlüler (ı, i) ve yuvarlak ünlüler (o, u, ö, ü) daima yazılır.

         ır(a)k = “ırak, uzak”

         bod(u)n = “halk”

         üze = “üst, üzerinde”

         ölti = “öldü”

 

Söz sonundaki bütün ünlüler yazılır.

 

İlk hecenin düz ünlüsünden sonraki düz-dar ünlüler genellikle yazılmaz.

s(e)b(i)n(i)p = “sevinip”

 

İlk hecenin düz ünlüsünden sonraki yuvarlak ünlüler genelde gösterilir:

         ıduk = “kutsal, mukaddes”

         k(e)lürt(ü)m = “getirdim”

 

İlk hecenin yuvarlak ünlüsünden sonraki yuvarlak ünlüler genelde yazılmaz.

         ul(u)g = “ulu, büyük”

         köŋ(ü)l = “gönül”

 

Ayrıca Orhun yazıtlarında üst üste konulmuş iki nokta dışında herhangi bir noktalama işareti kullanılmamıştır. Bu işaret sözcükleri veya söz öbeklerini ayırmak için kullanılır. Fakat her sözcük sonunda : işareti kullanılmamıştır. Tek heceli veya çok kısa sözler genellikle kendinden sonra veya önceki sözcükle birlikte yazılır.

  

Orhun Yazıtları: Költigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk Yazıtları

II. Köktürk Kağanı Bilge Kağan ve kardeşi Költigin için dikilen yazıtlar ile İlteriş Kağan’dan itibaren devlet adamı olan Tonyukuk adına dikilen yazıt, Köktürk alfabesi ile yazılmış yazıtlar arasında en büyük ve en az tahribata uğrayanlardır. Bu yazıtlar, I. Köktürk Kağanlığı’ndan başlayarak Köktürk devletinin öyküsünü aktarırlar. Bir başka deyişle o devletin siyasî ve kültür tarihini yansıtırlar. 

Moğolistan’ın Orhun Irmağı kıyılarında Karakurum ve Karabalgasun’da araştırmalar yapan Rus Coğrafya Cemiyeti, 18 Temmuz 1889 tarihinde büyük bir keşfe imza atar. Heyetin başında bulunan gazeteci ve etnograf Mihayloviç Yadrintsev, Karabalgasun’da, Orhun ırmağının eski yatağı yakınlarında, Koço Çaydam Gölü civarında birtakım heykeller, balballar ve yıkıntılar arasında Költigin ve Bilge Kağan yazıtlarını bulur. İki yazıt arasındaki mesafe 1 km kadardır.

Költigin yazıtı, koń yılka yiti yigirmi (“koyun yılının on yedisi”) yani 27 Şubat 731’de ölen Költigin adına kardeşi hükümdar Bilge Kağan tarafından 732’de dikilmiştir. Yazıtta konuşan, yani müellif Bilge Kağan’dır. Bilge Kağan yazıtı ise ıt yıl onunç ay altı otuzka (“köpek yılının onuncu ayının yirmi altısı”) yani 25 Kasım 734’te ölen Bilge Kağan adına oğlu Tenri Tigin tarafından 735’te dikilmiştir. BK yazıtının büyük bölümü KT yazıtıyla aynıdır. Çok az bir kısım, Költigin’in ölümünden sonraki olaylar için ayrılmıştır. Talat Tekin’e göre bu kısımlar, Bilge Kağan’ın oğlu Tenri Tigin’e aittir. Her iki yazıt da dört yüzlü tek parça taş olup kaplumbağa kaide üzerine oturtulmuştur. Yazıtların batı yüzleri Çincedir.

Költigin yazıtının bulunduğu taşın yüksekliği 3.75 m’dir. Anıtın bütün yüzleri 2.75 m. boyutunda yazıtlarla kaplıdır. Doğu yüzünde 40 satır, kuzey ve güney yüzlerinde 13’er satır vardır.

Bilge Kağan yazıtı, Költigin yazıtından birkaç cm daha yüksektir. Ancak bu yazıtta okunamaz durumda olan satırlar diğer yazıta göre çok daha fazladır. Her iki yazıtı, taşlar üzerine hâkkeden (kazıyan) Költigin’in atı’sı (yeğeni) Yolluğ Tigin’dir.

Tonyukuk yazıtı, F. Klementz tarafından 1897’de Moğolistan’da, Tola ırmağı kenarında bulunmuştur.

Tonyukuk yazıtı aynı boyda, dört yüzlü, iki yazılı taştır. Bu yazıtın dikildiği tarihin yazılı olduğu yer fazlasıyla tahrip olduğundan bu konuda çeşitli varsayımlar ileri sürülmüştür. W. Thomsen, Tonyukuk yazıtının dikiliş yılı olarak 725 yılını kabul ederken bu konuda Türkiye’deki tek çalışmayı yapan Talat Tekin, 720-725 yılları arasını kabul eder. Ancak, en azından Költigin yazıtının dikildiğini gören Tonyukuk’un buna bir tepki olarak kendi yazıtını diktirdiği olasılığı da gözden uzak tutulmamalıdır. Yani yazıtın 732’de veya ondan birkaç yıl sonra dikilmiş olması da mümkündür. Yazıttaki üslup farklılığının bir nedeni de budur. Költigin ve Bilge Kağan yazıtlarında canlı, heyecanlı, parlak ve etkileyici bir üslup hâkim iken Tonyukuk yazıtında daha ciddî, seçkin sözler ve ifadeler yer almaktadır. Yaşlı Tonyukuk özüm karı boldım (T 56) ifadesi ile yaşlılığından bahsetmektedir. Költigin ve Bilge Kağan yazıtlarında Tonyukuk’tan söz edilmediğine göre, herhâlde vezir, kendi yazıtında adı geçenlere ciddî bir cevap vermektedir. Tonyukuk yazıtının kimin tarafından yazıldığı bilinmemektedir. Bu yazıt hiç şüphesiz Tonyukuk hayattayken tertip edilmiştir. Kendisi bizzat yazmamış olsa da hâk ustalarına metni yazdırmış ve yazıtın düzenlenmesiyle de uğraşmış olmalıdır.

Tonyukuk yazıtında diğer iki büyük yazıtta yer almayan işaretler bulunduğu gibi yazının istikameti de farklıdır. Bilge Kağan ve Költigin yazıtları aşağıdan yukarıya ve sağdan sola doğru yazıldığı hâlde Tonyukuk yazıtı bunun tersi istikamettedir.

Orhun Yazıtlarında Üslup

Költigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk yazıtları, Türklerin tarihî, sosyal ve siyasî durumunu gelişmiş, güzel bir dille anlatan en önemli ve en uzun yazıtlardır. Ayrıca bu yazıtlar, Türk dilinin gramer unsurlarının tespit edilebileceği düzeyde olup Türk dilinin kendi bünyesi içinde, yabancı unsurlarla karışmadan ileri bir düzeye eriştiğini de açıkça göstermektedir. 

Yazıtlar, bir kağanın veya bir kahramanın başarı için yapması gerekenleri anlattığı gibi, iyi bir kağanın veya iyi bir devlet adamının yönetiminde halkın içinde bulunduğu refahı ve bunun tersi bir durumda halkın içine düştüğü kötü durumu anlatan mezar taşlarıdır. Aynı zamanda bunlar, sadece mezar taşları olmayıp hükümdarın hükümranlığı altındaki tüm insanlara hitap ettiği birer siyasî beyanname karakteri de taşımaktadır. Anlatım canlı ve samimî bir üsluptadır. Költigin ve Bilge Kağan yazıtlarında millî gurur ve heyecanı dile getiren şu cümlelere rastlanır:

    “Türk milleti yok olmasın, millet olsun (bağımsız iktidar sahibi olsun)” (KT D11, BK D22)

    “Başı olanın başını eğdirmiş, dizi olanın dizini çöktürmüş” (KT D2, BK D13)

 

Bu kahramanlık ifadeleri, Türk milletinin sonsuza kadar yaşaması için söylenmiş öğretilerdir. Diğer taraftan yazıldıkları dönemi, milletin ve kağanların ayrıca komutanların kahramanlıklarını överek uzun uzadıya anlatış tarzı ve bunların geleceği daha iyi görmeye ve düşünmeye teşvik edilişleri, anıtların bütün Türk milletine her dönemde hitap eden bir eser olduğunu kolayca ortaya koymaktadır. Anlatılmak istenen konular düzgün cümlelerle anlatılmış, bu cümleler bugün de kullanılan deyimler, atasözleri ve teşbih (benzetme) gibi edebî sanatlar ile süslenmiştir. Cümleleri birbirine bağlayan fiil tekrarlamalarına da sık sık rastlanır. Örneğin;

    “Çin hakanına (devletine) düşman olmuş, düşman olup” (KT D9, BK D9)

    “hepsi yedi yüz kişi olmuş, yedi yüz kişi olup” (KT D13, BK D11)

gibi fiil tekrarları,

    “şehirdekiler dağa çıkmışlar, dağdakiler inmişler” (KT D12)

veya

    “başını eğdirmek, dizini çöktürmek”

gibi deyimler,

    “kanın su gibi aktı, kemiğin dağ gibi yattı” (KT D24)

    “süngü batımı karı söküp” (KT D35)

    “Türgiş hakanın ordusu Bolçu’da ateş ve kasırga gibi geldi” (KT D37)

gibi teşbihler,

    “(bir şeyi) yufka iken toplaması (bükmesi), kolay imiş, ince iken kırması (yine) kolay (fakat) yufka kalın olur ise bükmesi zorlu imiş, ince kalın olursa parçalanması zorlu imiş” (Tonyukuk 13)

gibi atasözleri ve deyimlerin kullanıldığı görülmektedir. Bu gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu yazıtlardaki sözcük dağarcığı da toplumun gelişmiş bir dili olduğunu ortaya koymaktadır.

 

Költigin ve Bilge Kağan yazıtlarındaki üslup ile yaşlı Tonyukuk’un üslubu arasında fark vardır. Her ikisi de aynı dönemde yazılmış olmalarına rağmen, birbirlerini cevaplar gibi görünmektedir. Her ikisi de o dönemde Türk milletine yapılmış hizmetlerden bahseder, bu arada görüş farklarını da belirtirler. Bu üslup farkı, bu çeşit siyasî yazıların beyler ve millet tarafından okunup münakaşa edilebildiklerini de gösterir.


Bu Ünitede Okunacak Kaynakça

Asım, Necip, Orhun Abideleri, Matba’a-i ‘Âmire, İstanbul 1340 (1920-1921).

Ata, Aysu, “Türkolojide Berlin-Varşova Hattı”, The Second International Symposium of Turkology „Questions and Developments of Modern Turkology Studies”, Varşova, September 12-14, 2012. (Türkoloji Dergisi, C. XIX, S.2, Ankara 2014.) Discussions on TurkologyJuestions and Deuelopments of Modern Turkology Studies (Türkoloji Tartışmaları Başarı ve Zaaflarıyla Çağdaş Türkoloji), Department of Turkish Studies and Inner Asian Peoples Faculty of Oriental Studies University of Warsaw (Varşova Üniversitesi Şarkiyat Fakültesi Türkoloji ve Orta Asya Halkları Bölümü), Editors: Öztürk Emiroğlu Marzena Godzinska Filip Majkowski, Warsaw 2014,219-227.

________, “Günümüzde Türkoloji Öğretiminin İçinde Bulunduğu Sorunlar”, II. Uluslararası Dil ve Edebiyat Araştırmaları Sempozyumu, 21-23 Kasım 2011, Ankara. Türkoloji Dergisi, C. XIX, S.1, Ankara 2012, s. 167-180.

Barutçu-Özönder, F. Sema, “Eski Türklerde Dil ve Edebiyat”, Türkler, C. ?, s. 481-499.

Çağatay, Saadet, “İslâmiyetten Önce Türk Edebiyatı”, Türk Dünyası El Kitabı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları: 45, Ankara 1976, s. 390-404.

Divitçioğlu, Sencer, Kök Türkler. Kut, Küç, Ülüg, YKY, 2. baskı, İstanbul 1999.

Erimer, Kayahan, Eski Türkçe Göktürkçe ve Uygur Yazı Dili, TDK Yayınları, Ankara 1969.

Giraud, R., Göktürk İmparatorluğu: İlteriş, Kapgan ve Bilge’nin Hükümdarlıkları 680-734, Ötüken Yayınları, Ankara 1999.

Tekin, Talat, Orhon Yazıtları, TDK Yayınları, Ankara 1988.

______ , Tunyukuk Yazıtı, Simurg, Ankara 1994.

______ , “Göktürk Alfabesiyle Türkçe”, Tarih Boyunca Türkçenin Yazımı, Simurg, Ankara 1997.

Temir, Ahmet, Türkoloji Tarihinde Wilhelm Radloff Devri, TDK Yayınları, Ankara 1991.

Thomsen, Wilhelm, “Orhun ve Yenisey Yazıtlarının Çözümü: İlk Bildiri, (Çeviren: Vedat Köken), TDK Yayınları, Ankara 1993.


nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır