panik atak bulanık görme / GÖRME BOZUKLUKLARININ PSİKOLOJİK ETKİLERİNE DİKKAT - Sağlık

Panik Atak Bulanık Görme

panik atak bulanık görme

Panik Kimyasal Bir Beyin Olayıdır

Mitolojiye göre yarı keçi yarı insan şeklinde bir yaratık olan kırların ve çobanların tanrısı “pan”, kırlarda aniden insanların karşısına çıkar, onları korkuturdu. Bu hikâyeden hareketle “pan”ın yarattığı korkuya benzer korku manasına “panik” kelimesi ortaya çıkmıştır. Ataklar halinde gelen korkulara da ”panik atak” adı verilmiştir.

İnsanoğlu yüzyıllardan beri tehlike karşısında ya savaşır ya da kaçar. İşte kaçma davranışının bir tezahürü olan panikleme, beynin “lokus ceruleus” adı verilen bölgesinin aşırı duyarlılığı sonrasında süreklilik arz etmeye başlar. O zaman herhangi bir sebep yokken bile kişi panik atak dediğimiz tabloyu yaşar.

Panik Belirtileri Nelerdir?

Baş dönmesi, bulanık görme, kalp çarpıntısı, titreme, kan basıncında artma, hızlı ve yüzeysel soluma, göğüs ağrısı, kaslarda aşırı gerginlik, soğuk terleme, midede şişkinlik, sık idrara çıkma, bayılacakmış gibi olma gibi belirtiler görülür. Vücut sanki kişinin kontrolünden çıkmış, infilak edecek bir bomba haline gelmiştir. Bu dehşetli tablo karşısında kişide öleceği, kontrolünü kaybedeceği veya aklını kaybedeceği korkusu gelişir. Nefes açlığı içinde kendini ya dışarı atar ya da pencereleri açıp hava almaya çalışır. Yine olmazsa hemen bir acil servise koşar.

Panik bozukluğu olanlarda genellikle agorafobi dediğimiz kapalı alan veya çok açık alanlardan korkma da görülür. Kişi tünel, köprü, vapur, geniş otoyol, asansör, otobüs, tren, hipermarket, sinema, tiyatro gibi yerlerde panik atağı yaşar. O yüzden bu ortamlardan olabildiğince kaçınır.

Aciller Panik Hastalarıyla Dolup Taşar

Yapılan araştırmalar panik hastalarının %70’inin en az 9–10 defa acile başvurduğunu, anjiyo yapılan hastaların da %57’sinde panik bozukluğu tespit edildiğini ortaya koymuştur. Özellikle kardiyoloji ve nöroloji acillerine başvuru sıktır. Kalp elektrosu, kan tahlili, eko ve beyin MR’ı gibi tetkikler defalarca yapılır. Bir şey bulunamadığı zaman kişiler “sende bir şey yok” denilip evlerine gönderilir. Eğer bir akıllı hekime denk düşerlerse psikiyatriye sevk edilir ve panik atak yaşadıklarını anlarlar.

Hem Günlük Hayatı Hem de İş Hayatını İleri Derecede Etkiler

Panik ataklar hayatı öylesine etkiler ki kişi “bayılıp kalırsam, başıma bir şey geldiğinde önlem alamazsam” şeklindeki kaygılar yüzünden yalnız kalmaktan, dışarı yalnız çıkmaktan, evinden uzak yerlere gitmekten kaçınmaya başlar. “Acaba ne zaman panik olacağım” şeklinde beklenti bunaltısı da tabloya eklenir ve kişi gün boyunca panikle iştigal etmeye başlar.

Bir iş adamı, hem uçuş fobisi hem de panik atakları sebebiyle uzak yerlere seyahat edemiyordu. Bu yüzden oldukça kazançlı olabilecek işleri kaçırıyordu. Seyahat etmek zorunda kaldığında civarında hastane olan, ulaşım problemi olmayan, merkezi otelleri tercih ediyordu. Aksi takdirde gitmiyordu.

Bir ev hanımı, panik atakları yüzünden çarşıya pazara gidemez, alış veriş yapamaz, çocuklarını okuldan alamaz hale gelmişti. Hatta oturdukları yer şehir dışında olduğundan evini merkezî ve yanında hastane olan bir eve taşıtmıştı.

Bir üst düzey yönetici çok başarılı olduğu ve işiyle ilgili herhangi bir problem yaşamadığı halde panikler yüzünden işinden ayrılmış, sosyal işlevselliği ileri derecede azalmış ve bunun neticesinde ağır bir depresyona girmişti.

Panik hastalarının %67’si sırf panik yüzünden işinden olmaktadır.

Neler Yapılabilir?

Panik bozukluğu belki de psikiyatrinin en kolay tedavi edilebilen rahatsızlıklarındandır. İyi tedaviyle iyileşme şansı neredeyse yüzde yüzdür.

İlaç tedavisi olmazsa olmazdır. Beraberinde tedavi sonrası tekrarlamaların olmaması için psikoterapi de başlanmalıdır.

Bunlara ek olarak şu önerilere uymak gerekir:

  1. Düzenli beslenmeli. Mideyi tıka basa doldurmamalı, geceleri yiyip yatmamalı
  2. Nefes egzersizleri son derece işe yarar. Nefesi kontrol etmeyi öğrenen kişiler panik ataklarının sıklığını ve süresini kısaltmayı başarır. Panik anında sık ve yüzeysel olan nefes az ve derin hale getirebilirse panik büyük ölçüde sona erecektir.
  3. Kafein, sigara, alkol ve uyuşturucular paniği tetikleyen, hatta paniğe sebep olan maddelerdir. Sakınılmalı
  4. Amfetamin, kortizon ve astım tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar paniği tetikleyebilir. Hekimle paylaşmalı

Gerginleşmeyen Kazanır

Son Galatasaray-Fenerbahçe derbisinde yaşananları biliyoruz. Müthiş bir gerginlik içinde geçmişti. Bu sezon her iki takım da iyi gidiyor. Ancak ikisi de kendilerinden kadar güçlü bir takımla ilk defa karşılaşıyorlar. O yüzden biraz kritik ve gerginliğe oldukça müsait bir maç olacağa benziyor. En küçük bir olay son maçın agresyon kırıntılarını ortaya dökebilir. Arda, Lugano, Sabri, Volkan gibi futbolculara dikkat etmek gerekir. Velhasıl psikolojik taktiği güçlü olan teknik direktör kazanır diye düşünüyorum.

Hakeme de büyük bir iş düşüyor. Mümkün olduğunca yumuşak bir tutum sergilemeli, beden dilinden çok konuşmayı tercih etmeli.

Şimdiden keyifli derbiler.

Panik Atak

Kalp Krizi

  • Önce çarpıntı başlar
  • Ağrı kalp üstünde, kısa süreli
  • Eforla ağrı geçer
  • Dinlenince artar
  • Ağrı yayılmaz ve gelip geçicidir
  • Çoğunlukla tansiyon yükselir
  • Önce göğüste bir ağrı başlar
  • Ağrı göğüsün ortasında ve süreklidir
  • Hareket ve eforla ağrı artar
  • Dinlenince azalır veya geçer
  • Çeneye, boğaza, sırta ve mideye yayılabilir
  • Çoğunlukla tansiyon düşer.

 

Panik Atak Esnasında Neler Yapılabilir?

Şu üç yaklaşım büyük ölçüde rahatlatıcı olacaktır:

  • Solunum düzenlenmeli ve beden gevşetilmeli: Panik atak esnasında nefes sayısı artar, ama derinliği azalır. Yani kişi sık ve yüzeysel nefes alır. Bu atağa sebep olan mekanizmaları daha da şiddetlendirir. Ayrıca kaslarda aşırı kasılma, cilt ısısında düşme gibi belirtiler yaşanır. Eğer solunum hızını ve derinliğini ayarlayabilir ve kasları gevşetmeyi başarabilirsek panik atağı kontrol altına alabiliriz. O yüzden öncelikle az ama derin nefes almayı başarabilmeliyiz. Bununla birlikte kas gevşeme egzersizleri ve cildi ısıtmak da etkili olmaktadır.
  • Panik atağın panik atak olduğunu bilmek en önemli ve rahatlatıcı etkendir: Panik atağın bedenin yanlış alarm olduğunu bilmek çok önemlidir. Bunu bir örnekle izah edelim. Bir binanın 30. katında olduğunuzu düşünün. Bir yangın alarmı duyulmuş olsun. İlk etapta vereceğiniz tepki korku ve endişedir. Ancak birazdan bunun yanlış bir yangın alarmı olduğu bilgisini alınca hemen rahatlarsınız. İşte panik atağın panik atak olduğunu bilmek, yani yanlış alarm olduğunu fark edebilmek tıpkı bu örnekteki gibi büyük bir rahatlatıcı etkiye sahiptir.
  • Dikkati mümkün olduğu kadar bedenden uzaklaştırmaya çalışmalıdır

DOÇ. DR. ADNAN ÇOBAN

PSİKİYATRİST-PSİKOTERAPİST

Labmedya - Laboratuvar ve Sağlık Gazetesi

Fiziksel etkileri kadar psikolojik etkileri ile yaşamı olumsuz etkileyen görme bozuklukları; günlük yaşamda sosyal ilişkilerden, iş konsantrasyonuna, aile problemlerinden kişisel öz güven eksikliği ve başarısızlığa kadar birçok sorunu beraberinde getiriyor. Uzak ya da yakını görememe, renkleri seçmede zorlanma, bulanık görme gibi göz sağlığı problemleri gerginlik, korku, kaygı gibi depresyonu tetikleyen duygulara yol açabiliyor.

Toplum olarak görme bozuklularının sadece gözde yarattığı etkileri üzerinde duruyoruz. Oysa görme bozuklukları, yaşam konforunu olumsuz etkilemesinin yanı sıra sırt ağrılarından baş ve boyun ağrılarına kadar vücutta hissedilen birçok rahatsızlığın gelişmesine sebep olabiliyor. Bunun yanı sıra belki de en çok üzerinde durulmayan konu, bireylerde yarattığı psikolojik etkileri… Psikolojik problemler fiziksel etkiler kadar derin sıkıntıları da beraberinde getiriyor, yoğun stres görme bozuklukları oluşmasına neden olabiliyor.

Göz problemlerinin psikolojik etkilerini iki başlık altında ele alabiliriz. Birincisi göz rahatsızlığına bağlı olarak gelişen psikolojik problemler, ikincisi psikolojik sorunlar nedeniyle oluşabilecek göz rahatsızlıkları… Birinci grubu ele alacak olursak bazı göz hastalıklarında psikolojik etkiler görülebilir. Bu etkiler panik atak şeklinde veya basit bir kaygı bozukluğu olan anksiyetedendaha derinisteksizlik ve mutsuzlukla sonuçlanan depresyona kadar gidebilen etkilerdir. İkinci grup ise uykusuzluk, yorgunluk ve stres gibi durumlarda ortaya çıkar ve halk arasında göz seğirmesi olarak bilinen Miyokimi’nin oluşmasına sebep olur. Bunun ileri formu ise Blefarospazm dediğimiz göz kapağının çok şiddetli kapanmasıdır.

“Yeterince konsantre olamıyorsanız belki de iyi görmüyorsunuzdur”

Görme bozukluklarının yetişkinlerde iş ve aile yaşamında olumsuz etkileri olabiliyor. Bir işi anlama, anlamlandırma ve geliştirme yapabilmenin ön koşulu konuya iyi konsantre olmaktır. Görme bozuklukları yaşayan ve çalışma hayatı içinde olan bireyler yazma, görme, okuma, raporlama gibi işlerde sağlıklı bir göz fonksiyonuna ihtiyaç duyar.

Yazılanı iyi görme iyi anlamayı, yazdığını iyi görme de konsantrasyonu etkileyen iki önemli unsurdur. Göz problemlerinin yarattığı stres de yine iş yaşamı içinde başarıyı etkilemesinin yansı sıra uykusuzluk, mutsuzluk ve depresyon olarak ortaya çıkmaktadır. Özgüven eksikliği, başaramama duygusu, gerginlik, kaygı, korku gibi duyguları etkileyen göz problemleri, depresyonu tetikleyen duygulara da yol açabilmektedir.

“Yoğun stres göz bozukluklarına sebep olmaktadır”

Görme bozuklukları psikolojik etkiler yaratırken, psikolojik problemler de görme bozukluklarına sebep olabilmektedir. ‘Santral seröz koryoretinopati’ dediğimiz retina bozukluğu yine stres nedeniyle retinada oluşan bozukluklardandır ve genelde stresli olaylardan sonra gelişir.

Depresyonla mücadele eden ya da sürekli stres yaşayan bireyler bulanık görme, odaklanma, görüş alanı daralması, göz kenarlarında farklı cisimleri görme ve sürekli gözlük numaralarının artması gibi belirtileri dikkate almalıdır. Özellikle depresyonda olan veya antidepresan ilaçlar kullanan kişilerin sıklıkla muayene olması ve göz problemlerinin tespit edilmesi önemlidir. Ayrıca aşırı elektronik cihaz kullanımına bağlı oluşan göz yorgunluğu, ışığa hassasiyet gibi alerjik durumlar ve göz önünde uçuşan noktalar da kişilerde strese neden olabilir.

“İleri yaşlarda oluşan göz problemlerinin psikolojik etkileri ölüm oranlarını yükseltiyor”

Yapılan bazı çalışmalarda görme bozukluğu ihmal edilmiş veya yeterince düzeltilmemiş yaşlılarda, sosyalleşmede azalma ve bu grup içinde depresyon sonucu ölüm oranında yükselme saptanmıştır. Bu durum kişinin sosyo-ekonomik düzeyine ve kişisel özelliklerine bağlı olarak içe kapanıklık, kişisel yetersizlik duygusu ve hatta intihara kadar gidebilen bir dizi zincir olay şeklinde gelişebilmektedir. ‘Senil maküler dejenerasyon’ olarak ifade edilen, ileri yaşa bağlı olarak görme noktasında ve civarında oluşan bozukluklar değişik derecelerde görme kaybıyla kişide depresyona neden olmaktadır.

Göz problemlerinde bilinmeyen bir diğer konu ise, histerik körlüktür. Histerik körlük, fiziksel bir bulgu olmamasınarağmen hastanın göremediğini ifade etmesidir. Psikosomatik bir hastalıktır, kadınlarda ve gençlerde sık görülür. Beynin yanlış çalışmasından oluşan görsel halüsinasyonlar ve yine beyin tümörleri ve epilepsi nöbetleri öncesi aura döneminde oluşan görüntüler psikosomatik bozukluk kaynaklı görsel olaylardır.

Op. Dr. Özgür GÖZPINAR

Stres görmenizi nasıl etkileyebilir

Ana SayfaGörmeyi Anlamak Göz İle İlgili Durumlar, A-Z

Beth Duff tarafından, Valerie Kattouf, OD, FAAO tarafından gözden geçirildi

Stres nedeniyle görme sorunları olan kadın

Bulanık görme, göz seğirmesi, baş ağrıları, göz sulanması veya göz kuruluğu sorunlarınızı nedeni stres olabilir.

Diğer stresin tetiklediği görme sorunları arasında halsizlik, göz yorgunluğu, ışığa duyarlılık, gözde uçuşan noktalar ve göz spazmları bulunur.

Stres vücudun doğal dengesine müdahale eden herhangi bir değişiklik talebine karşı doğal bir yanıtıdır. Yanıt ister fiziksel, ister zihinsel ister duygusal ya da görsel olsun, stres bir dereceye kadar hepimizi etkiler.

Stres anksiyeteye, depresyona, artan tansiyona, sindirim sorunlarına, migrenlere ve hatta görme değişikliklerine neden olabilir.

Stres görmeyi nasıl etkiler

Vücut strese girdiğinde, gözbebekleri daha fazla ışığın girmesi için genişler, bu sayede potansiyel tehditleri daha net biçimde görebilirsiniz. Ancak yüksek düzeylerde adrenalin gözlerde basınca neden olur, bunun sonucunda bulanık görme gerçekleşir.

“Pek çok hasta stresin görme sağlığı ve işlevi üzerindeki etkisinin her zaman farkında değildir,” diyor Amerikan Optometri Derneği başkanı Barbara Horn, OD ve ekliyor. “Stresin oküler etkisi hafif rahatsızlıktan ciddi, zayıflatıcı görme kaybına kadar bir aralıkta olabilir.

Evet, stres göz seğirmesine (ayrıca göz kapağı miyokimi olarak da bilinir) neden oluyor olabilir. Bu göz kapağı seğirmesi, orbicularis oculi kasnın sürekli kasılmasının bir sonucudur. Seğirme tipik olarak iyi huylu ve geçicidir ve sadece bir gözü etkiler.

Stres sadece yeni rahatsızlıklara değil, ayrıca mevcut rahatsızlıkların kötüleşmesine de yol açarak, görme kaybına yol açabilir.

Örneğin, 2018’de EPMA Journal’de yayınlanan bir araştırma, devam eden psikolojik stres ve ilişkili artan kortizol seviyesinin kötüleşen görmenin gelişimi ve ilerlemesinde risk faktörleri olduğu sonucuna varmıştır.

Kortizol, glokom, optik nöropati, diyabetik retinopati ve yaşa bağlı makula dejenerasyonu dahil olmak üzere çok sayıda ciddi görme hastalığının ana nedenlerinden biridir.

Duygular ve görme sorunları

Fonksiyonel veya histerik görme kaybı terimi, patoloji veya yapısal anormallikler tarafından açıklanamayan herhangi bir görme bozukluğunu açıklamak için kullanılır. Ayrıca, bir “dönüşüm bozukluğu” olarak da açıklanmıştır.

Görme kaybı, hastanın bilişsel farkındalığı dışında oluşur.

“Dönüşüm” görmede önemli bir azalmaya dönüştürülen duyguların bastırılmasıdır (örneğin korku ve/veya öfke). Bu hastalar, kırılma kusuru (gözlük ihtiyacı) veya patoloji (hastalık) olmasa bile önemli görme bulanıklığından şikayet ederler.

Bu hastaların oküler motilite (gözlerin hareketi ve hizalanması) ile ilgili hiçbir sorunları olmaz ancak görme keskinliğinde önemli azalmayla mücadele ederler. Görme alanı etkilenir ve boru şeklinde görünür.

Çözüm sıklıkla rahatsızlığın farkına varılması, düşük artı camlar ve/veya hastaya yardım etme amaçlı danışmanlık ile gerçekleşir.

Stresin belirtileri

Stresin görme kaybına yol açabilmesi kötü haberse, iyi haber stres düzeylerinin azaltılmasının görmede azalmayı geri çevirmeye ve eski haline getirmeye yardımcı olabilmesidir.

Horn, çeşitli yaygın yaşam tarzı faktörlerinin ve etkinliklerinin göz stresini tetikleyebileceğine dikkat çekmektedir, örneğin daha yakın mesafede iş yapma, uzun saatler çalışma ve daha fazla dijital teknoloji kullanma.

“Teknoloji ilerlemeye devam ederken, gözlerimizi daha sık biçimde ve daha uzun süreler boyunca kullanma ihtiyacından kaçmak zordur,” diyor.

Stres kesinlikle gözlerinizi ağrıtabilir. Örneğin dijital göz yorgunluğu baş ağrılarını tetikleyebilir ve gözlerin etrafındaki kaslar gerginleşebilir.

Neyse ki, stresle ilgili göz sorunlarının çoğu özellikle katkıda bulunan stres faktörü ele alındığında, geçicidir.

Stresinizi rahatlatmanın yolları

Stresin yaşamlarımızda neredeyse bir olgu olması nedeniyle, vücudumuza, zihinlerimize ve gözlerimize olan etkilerinin nasıl azaltılacağını öğrenmek çok önemlidir.

Stresi azaltmak için en temel adımların bazıları basittir ve maliyeti çok azdır veya yoktur.

Horn “Egzersiz yapmak, gece tam sekiz saat uyku çekmek, sağlıklı beslenmek, dış mekanda daha fazla zaman geçirmek ve meditasyon yapmak, stresi rahatlatmanın harika yollarıdır,” önerilerinde bulunuyor.

Derin nefes alıştırmaları, stres yönetimi eğitimi ve konuşma terapisi gibi diğer yaklaşımlar görme kaybının ilerlemesini yavaşlatmak için önerilir.

Bu yaklaşımlar işe yaramazsa ve stresle ilgili görme sorunları devam ederse, derhal muayene için göz doktorunuza görünün.

Sayfa yayınlandı 15 Eylül 2021 Çarşamba

KAYGI VE PANİK BOZUKLUK

Prof. Dr. Hakan Türkçapar

 

Anksiyetenin (kaygı-bunaltı) bütün özelliklerini içeren tam bir tanımını vermek oldukça güç olmakla birlikte aslında herkes anksiyete adını verdiğimiz duyguyu tanır. Anksiyete denilen duyguyu çeşitli yaşantılar esnasında yaşamamış insan yoktur, bazen bir sınav öncesinde, gece geç bir saatte kapı çalındığında, bir patlamayla uyandığında ya da buna benzer başka durumlarda. Bu duyguyu hemen herkes hayatının belli zamanlarında yaşamakla birlikte aşırı sersemlik, noktacıklar, benekler görme, bulanık görme, uyuşma, seyirme, adalelerde gerginlik, boğulma ve soluğun kesilmesi derecesine uzanabilen nefes darlığı gibi duyumların da anksiyetenin bir parçası olduğunu çoğu kimse bilmez. Bu nedenle de bu bedensel duyumlar ortaya çıktığında kişi neden olduğunu anlayamaz ve o anda önemli bir bedensel hastalığı olabileceğini düşündüğü için sıkıntısı panik derecesine ulaşabilir.

Anksiyete tehdit veya tehlikeye karşı bir tepkidir. Bilimsel olarak kısa dönemli anksiyete tepkisine kaçma-savaşma tepkisi adı verilir. Böyle adlandırılır çünkü anksiyetede ortaya çıkan bütün psikolojik ve bedensel değişiklikler tehlikeyle ya savaşmaya ya da tehlikeden kaçmaya dönüktürler. Bunun nedeni anksiyetenin temel amacının organizmayı korumak olmasıdır. İnsanoğlunun ortaya çıktığı ve yaşadığı tehlikelerle dolu ilkel ortamda insan bir tehlikeyle karşı karşıya geldiğinde hemen kaçma ya da savaşma tepkisini oluşturan otomatik bir mekanizmanın organizmada hakimiyeti ele alması son derece yaşamsaldı. Bugünün göreceli olarak güvenli dünyasında bile bu gerekli bir mekanizmadır. Hayalinizde yolda karşıdan karşıya geçerken üzerinize doğru korna çalarak bir kamyonun gelmekte olduğunu canlandırın. Eğer hiç bir anksiyete duymuyorsanız büyük olasılıkla ezilirsiniz. Ama bedenimizde bulunan alarm sistemi olan anksiyete sayesinde kaçma-savaşma tepkiniz hakimiyeti ele alacak ve sizin daha güvenli bir yere koşmanızı sağlayacaktır. Bu durumun ana fikri çok yalındır- anksiyetenin amacı organizmayı korumaktır, ona zarar vermek değildir. Bu durum olması gereken bir şeydir. Çünkü doğada varlığını bu güne dek sürdürebilmiş olan bir canlıda onu tehlikeler karşı koruyucu bir mekanizmanın geliştirilmemiş olması (ya da bu koruyucu mekanizmanın ona zarar verici olması da aynı şekilde) saçma olurdu.

Kaçma-savaşma tepkisine (anksiyete) yol açan bu sistemin temel özelliğinin ve amacının organizmayı çabucak harekete geçmeye hazırlamak ve vücudu korumaya dönük olduğu unutulmamalıdır. Kişi belli bir tehlike algıladığında ya da öngördüğünde beyin sinir sisteminin otonom sinir sistemi denilen kısmına mesaj yollar. Otonom sinir sitemini sempatik sinir sistemi ve parasempatik sinir sistemi denilen iki alt bölümden oluşur. Sinir sisteminin bu iki kısmı vücudun genel enerji düzeyinden ve harekete hazırlanmasından sorumludur. Çok basit bir şekilde tanımlarsak sempatik sinir sistemi vücudun enerjisini arttıran ve harekete hazırlayan kaçma savaşma tepkisinden sorumludur; parasempatik sinir sistemi de vücudu tekrar normal haline geri döndüren gevşeten ve dinlenme haline geçiren sinir sistemidir. Otonom Sinir Sistemi Sempatik sinir sistemi hep ya da hiç ilkesine göre çalışır. Yani aktif hale geçtiğinde bütün sistem harekete geçerek tepki verir. Başka bir deyişle ya bütün belirtiler hissedilir ya da hiç bir belirti hissedilmez; vücudun sadece belli bir kısmında değişiklik olması çok nadirdir. Bu durum neden panik atakta sadece bir- iki belirti değil bir çok belirti yaşandığını açıklar. Sempatik sinir sisteminin en önemli etkilerinden birisi böbrek üstü bezlerinden adrenalin ve noradrenalin adı verilen iki kimyasal maddenin salgılanmasıdır. Daha sonra bu iki kimyasal madde sempatik sinir sistemi tarafından aktivitesini sürdürmek için aracı olarak kullanılır, bu nedenle anksiyete tepkisi başladıktan sonra bir süre artarak devam eder.

Sempatik sinir sisteminin hızlı çalışması iki yolla yavaşlatılır. İlki adrenalin ve noradrenalinin vücuttaki diğer kimyasal maddeler tarafından ortadan kaldırılmasıdır. İkinci olarak parasempatik sinir sisteminin (ki genel olarak sempatik sinir sisteminin etkisinin tam tersi etkiye sahiptir) aktif hale geçmesi ve tekrar gevşeme duygusunu oluşturmasıdır. Vücudun eninde sonunda mutlaka bu kaçma-savaşma tepkisini yeterli görerek parasempatik sinir sistemini harekete geçirerek rahatlama duygusunun ortaya çıkacağını bilmeniz çok önemlidir. Başka bir deyişle anksiyete sonsuza dek sürmez veya giderek artan bir tarzda kişiye zarara verebilecek bir seviyeye yükselmez. Parasempatik sinir sisteminde belli bir düzeyden sonra sempatik sinir sistemin kontrolden çıkmasını engelleyerek durduran koruyucu bir düzenek yer almaktadır. Bir diğer unutulmaması gereken nokta kimyasal mesajcılar olan adrenalin ve noradrenalinin ortadan kaldırılmasının belli bir süre içinde gerçekleştirildiğidir. Bu nedenle tehlike geçse ve sempatik sinir sistemi tepki vermeyi durdursa bile bu kimyasal maddeler bir süre daha vücudunuzda kalacağı için kendinizi endişeli ve heyecanlı hissedebilirsiniz. Bunun kesinlikle doğal ve zararsız bir durum olduğunu hatırınızdan çıkarmayın. Gerçekte bu durumun uyumsal bir işlevi bile vardır çünkü insanın ortaya çıktı ilkel vahşi hayatta tehlike sıklıkla geri ortaya çıkan bir özellik göstermekteydi ve bu nedenle organizmanın kaçma savaşma tepkisini bir süre daha devam ettirmesi tekrar ortaya çıkan tehlikeye hazır olmayı sağlaması açısından gereklidir.Sempatik sinir sistemindeki aktivite artışı kalp atım hızını ve atımların gücünü arttırır. Bu vücudun harekete hazırlanması açısından son derece önemlidir çünkü kan akımını hızlandırır. Bu dokulara daha fazla oksijen gönderilmesini, dokularda oluşan yıkım ürünlerinin de daha çabuk atılmasını sağlar. Bu nedenle şiddetli anksiyete veya panik durumunda kalp “deli gibi” atar. Kalpteki bu aktivite artışına ek olarak aynı zamanda kan akımında da değişiklikler olur. Temel olarak kan ihtiyacın azaldığı bölgelerden (kan damarlarının büzülmesiyle) daha çok ihtiyaç duyulan bölgelere (kan damarlarının genişlemesiyle) aktarılır. Örneğin kan ciltten, parmaklardan ayaktan çekilir. Bu durumun özel bir yararı daha vardır çünkü organizma bir saldırıya uğrarsa ya da bir yeri kesilirse kanamadan ölme riski azaltılmış olur. Bu nedenle anksiyete esnasında cilt solar, soğuklaşır ve el ve ayak parmakları soğur ve bazen uyuşma ve karıncalanma olur. Buna ek olarak kan vücudu harekete hazırlamak maksadıyla hareketleri sağlayacak olan baldır, kol kasları gibi büyük kaslara yönlendirilir. Kaçma savaşma tepkisi esnasında solunum hızında ve derinliğinde artış olur. Harekete hazırlanması nedeniyle dokuların daha fazla oksijene ihtiyacı olduğundan organizmanın savunması açısından bu çok önem taşır. Yalnız bu artmış solunum nedeniyle nefes darlığı, soluk kesilmesi, boğulma duyguları hatta göğüste ağrılar ve daralma belirtileri hissedilir.

En önemlisi kişi o anda hareket halinde değilse bu artan solunum hızının en önemli yan etkisi beyne giden kan miktarında azalma olmasıdır. Herhangi bir tehlikesi olmayan bu durum sadece az miktarda ve önemsiz bir kan akımı azalmasıyla ortaya çıkmasına rağmen kişiyi rahatsız eden (ama zararı olmayan) baş dönmesi, görme bulanıklığı, sersemlik, ortamdan kopma hissi, ve ateş basması gibi rahatsızlık verici bir takım belirtilere yol açar. Kaçma savaşma tepkisinin ortaya çıkması terlemede de bir atış yapar. Bu cildi daha kaygan hale getirerek saldırgan tarafından kişinin tutulmasını zor hale getirmenin yanı sıra vücudu soğutarak aşırı ısınmasını önleyerek çok önemli uyumsal işlev görür.

Sempatik sinir sisteminin harekete geçmesi herhangi bir zarara yol açmayan bir çok başka belirtiye de yol açar: Örneğin gözbebekleri daha çok ışık alabilmek için büyür, bu görme bulanıklığına neden olur, beyaz lekeler görülür vb. tükürük salgısında azalma sonucunda ağız kuruluğu olur. Sindirim sisteminin çalışması yavaşlar, karında baskı hissi ortaya çıkar, hatta kabızlık görülebilir. Son olarak kaçma ve savaşmaya hazırlanmak için vücudun bir çok kas grubunda kasılma olur bu da genel olarak gerginlik hissedilmesine çeşitli yerlerin ağrımasına ve titreme sarsıntıya yol açar. Genel olarak kaçma savaşma tepkisi bütün vücudun metabolizmasını arttırır. Bu nedenle sıcak ve soğuk basması hissedilir, çünkü bu süreç sonucunda çok enerji kaybı olur kişi kendisini yorgun, bitkin ve tükenmiş hissedebilir. Daha önce belirtildiği gibi kaçma-savaşma tepkisi bedeni saldırıya geçmeye veya kaçmaya hazırlar. Bu nedenle kişinin bu esnada bu tepkiyle birlikte büyük bir kaçma veya saldırganlık isteği yaşaması şaşırtıcı değildir. Bu mümkün olmadığında (sosyal kısıtlamalar nedeniyle) bu dürtüler kendisini adımlama, ayaklarını yere vurma veya insanlara bağırma ile gösterebilir. Genel olarak yaşananlar kapana kısılmış olma ve kaçma ihtiyacı tarafından ortaya çıkarılan duygulardır.

Kaçma savaşma tepkisinin bir numaralı etkisi organizmayı olası tehlikelere karşı uyanık hale geçirmektir. Bu nedenle ortamdaki tehlike kaynaklarını fark etmeye dönük ani ve otomatik bir dikkat kayması görülür. Kişi kaygılıyken gündelik işlere odaklanabilmesi zorlaşır. Kaygılı kişiler sıklıkla gündelik işlerine yoğunlaşamadıklarından ve unutkanlık yaşamaktan yakınırlar. Kaygı yaşayan insanlarda bazen açık bir tehdit kaynağı bulunamayabilir. Ama bir çok insan bir şeyler için açıklama olmayışını kabullenemez. İnsan düşünen ve neden bulan bir canlıdır. Bu nedenle belirtileri için net bir açıklama getiremediklerinde çoğu insan kendisine dönerek bir açıklama bulmaya çalışır. Başka bir deyişle “eğer kendimi kaygılı hissedebileceğim bir şey yoksa bende- bedenimde- bir bozukluk olmalı.” Bu durumda da beyin “ölüyor olmalıyım, kontrolümü yitiriyorum veya çıldırıyor olmalıyım şeklinde yeni bir açıklama” icat eder. Bilimin bize verdiği gerçek verilere göre ise bu gerçekten çok uzak bir açıklamadır; çünkü kaçma savaşma tepkisinin amacı organizmaya zarar vermek bir yana tam tersi onu korumaya dönüktür. Bununla birlikte bu tür düşüncelerin görülmesi anlaşılabilirdir.

Şimdiye dek genel olarak kaygının veya kaçma savaşma tepkisinin çeşitli bileşenlerini ele aldık. Şimdi bütün bunların panik atakla olan ilişkisini merak ediyorsunuz. Bütün bunlar ışığında neden ortada kesinlikle gerçekten korkulacak bir tehlike yok iken panik atak durumunda kaçma savaşma tepkisi ortaya çıkmaktadır? sorusunu cevaplamalıyız. Detaylı çalışmalardan sonra (örneğin neyin paniğe yol açtığı konusunda), panik bozukluğu olan hastaların kaçma savaşma tepkisine bağlı bedensel duyumlardan korktukları ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, panik ataklar beklenilmeyen aniden ortaya çıkan bir dizi bedensel belirti ve bu belirtilerden korku duyma veya paniğe kapılma şeklinde tanımlanabilir. Bu modelin ikinci kısmının anlaşılması çok kolaydır. Daha önce tartışıldığı gibi (bedensel belirtilerin de bir parçası olduğu) kaçma savaşma tepkisi beynin tehlike arayışı içine girmesine neden olur. Beyin herhangi bir açık tehlike bulamazsa içe dönerek “kontrolümü yitiriyorum”, “ölüyorum” gibi bir tehlike olduğu sonucuna varır. Bedensel belirtilerin bu şekilde yorumlanması çok korkutucu olduğundan, sonucun panik ve korku olması çok doğaldır. Daha sonra korku ve panik daha fazla bedensel belirti ortaya çıkmasına yol açar ve korku, bedensel belirtiler, korku şeklinde bir kısır döngü ortaya çıkar. Modelin birinci kısmını anlamak ise daha güçtür. Yani paniği tetikleyen bedensel duyumlar nasıl ortaya çıkmaktadır? Başlangıçta herhangi bir korku duymadan nasıl olup ta kaçma savaşma tepkisinde görülen bedensel belirtiler hissedilmektedir? Bu sorunun cevabı çok basittir.

Bu belirtileri ortaya çıkarabilecek korku dışında bir çok başka sebep daha vardır. Örneğin genel olarak hayatınızda üzerinizde baskı oluşturan sorunlar yaşamaktaysanız, bunun oluşturduğu zorlanma adrenalin ve diğer kimyasal maddelerin düzeyini zaman zaman arttırarak belirtileri ortaya çıkarabilir. Artmış adrenalin miktarı zorlanma ortadan kalktıktan sonra bile bir süre yüksek düzeyde kalmaya devam edebilir. Bir diğer olasılık öğrenilmiş bir davranış olarak biraz fazla sayıda nefes almanın (hafif hiperventilasyon) belirtileri ortaya çıkarmasıdır. Bu fazla nefes alma durumu oldukça hafif olduğu için siz bu durumun farkında bile olmayabilirsiniz. Birçok insan zaten sıkıntılı oldukları zaman daha kendisini rahatlatma amacıyla derin ve hızlı nefes alma eğilimi gösterir. Üçüncü olasılık ise bedeninizde olagelen normal değişiklikleri (herkeste olabilen ancak fark edilmeyen) sürekli dikkatli biçimde izleyip olup olmadığını kontrol ettiğiniz için bir çok insana göre çok daha fazla bunları farketmenizdir. Bedensel belirtileri hissediyor olmanızda yukarıda belirtilen iki nedenin (gerginlik ve fazla nefes alıp verme) yanı sıra bedensel duyumlara karşı koşullanma (iç duyumlara şartlanma) adı verilen bir sürecin sonucu olarak bedensel belirtilerin daha fazla farkına varabilir hale gelmiş olabilirsiniz. Bedensel duyumlar paniğin yaşattığı travma ile bağlantılandığı için sizin açınızdan tehlike ve tehdit sinyali şeklinde bir anlam kazanır (bu nedenle bu belirtiler koşullu uyaran haline gelir). Sonuç olarak bu belirtilere karşı son derece hassas hale gelirsiniz ve asıl olarak bunlarla bağlantılı hale gelmiş olan geçmişteki panik yaşantıları nedeniyle korku dolu bir tepki verirsiniz. Bu türden bir koşullanmanın sonucunda gündelik uğraşılarınız esnasında ortaya çıkabilecek bedensel belirtiler ve duyumlar sizin paniğe girmenize yol açabilir. Örneğin bedensel olarak yorucu bir aktivitede bulunduktan sonra ortaya çıkan nefes darlığı ve terleme, kahve içmenin ardından çıkan çarpıntı veya huzursuzluk duygular, kalabalık ortamlardaki sıcak ve kirli hava gibi durumlar, uykusuzluğun yol açtığı belirtiler, eğer sıkıntı giderici bir ilaç kullanıyorsanız bunun kandaki düzeyinin düşmesi, ilk defa kullandığınız bir ilacın yol açtığı yan etkiler, bir kısım grip soğuk algınlığı ilaçları, ya da o esnada geçirmekte olduğunuz basit bazı bedensel hastalıklar (midede bir rahatsızlık, grip, soğuk algınlığında ateş ve kalp atışlarında hızlanma yoluyla) paniğe yol açabilir. Neden böylesi bir ilk belirtinin ortaya çıktığının çok açık bir nedeninin bulunmadığı durumlarda bile bunu izleyerek ortaya çıkan bedensel belirtilerin kaçma-savaşma tepkisinin bir parçası olduğu ve size bir zarar vermeyeceğinden emin olabilirsiniz. O halde gerçekten %100 bir kesinlikle bedensel duyumların tehlikeli olmadığına inanırsanız, korku ve panik artık görülmeyecek ve panik ataklar ortadan kalkacaktır. Tabi ki daha önceden panik atak geçirdiğiniz ve belirtileri yanlış yorumladığınız için bu yanlış yorumlamalar otomatik hale gelmiş ve panik atağında yaşadığınız belirtilerin zararsız olduğuna bilinçli bir şekilde kendinizi inandırabilmeniz oldukça güç bir hale gelmiştir.

Özetle, bilimsel olarak kaçma savaşma tepkisi olarak bilinen kaygının (anksiyete) amacı organizmayı harekete geçirmek ve onu tehlikeye karşı korumaktır. Bu tepkiyle bağlantılı olarak bir dizi fiziksel, davranışsal ve zihinsel belirti ortaya çıkar. En mühimi tehlike gittikten sonra bile bu değişiklilerden bir çoğu (özellikle bedensel olanları) devam edebilir, öğrenmeyle oluşan şartlanmaya ve diğer uzun dönemli bedensel değişiklikler nedeniyle neredeyse bunlar kendi başına bir varlık kazanırlar. Eğer bu bedensel belirtiler ortada buna neden olabilecek açık bir neden olmadan ortaya çıkıyorsa insanlar sıklıkla normal kaçma savaşma tepkisine bağlı olan belirtileri ciddi bir bedensel veya zihinsel sorunun işareti şeklinde yanlış yorumlarlar. Bu durumda bizzat bu bedensel duyumların kendisi tehdit edici hale gelir ve bütün bir kaçma savaşma tepkisi yeniden başlar. Bir çok insan kaçma savaşma tepkisine bağlı bedensel belirtileri yaşadıklarında “çıldırmakta” olduğuna inanır. Sıklıkla da kendilerine yakıştırdıkları durum şizofreni adı verilen ciddi bir ruhsal rahatsızlık olur. Bunun ne kadar geçerli olup olmadığını anlamak için şizofreninin ne olduğuna biraz daha yakından bakalım.

Şizofreni konuşma ve düşünceler arasındaki bağlantıların kopması, anlaşılmaz konuşma, hezeyanlar, veya garip düşünceler (gaipten mesajlar alma gibi) ve halüsinasyonlar (kafasının içinde üç kişinin birbiriyle konuşması) gibi ciddi bir takım belirtilerle kendini gösteren bir ruhsal rahatsızlıktır. Daha da ötesi şizofreni büyük ölçüde kalıtıma dayalı ailesel kökeni olan bir rahatsızlıktır. Şizofreni panik atağın tersine genellikle kademeli bir biçimde yavaş yavaş başlar, aniden değil. Ailevi olduğu için ancak bu yüklülüğü taşıyan belli bireylerde görülür ve diğer insanlarda stresin yoğunluğu ne olursa olsun şizofreni ortaya çıkmaz. Üçüncü önemli nokta şizofren olan bireylerin yaşamlarının diğer dönemlerinde de bu tip belirtileri sergilerler (garip düşünceler ve konuşmalar gibi). Dolayısıyla daha önce bu tür belirtiler göstermeyen birinin daha sonra şizofren olması beklenemez. Özellikle de 25 yaşın üzerinde olan bir insanda bu şans daha da düşüktür çünkü şizofreni genellikle 20 yaş öncesinde başlar.

Bazı insanlar panik anında kontrollerini yitireceklerinden korkarlar. Bununla tamamıyla güçsüz ya da hareketsiz kalacaklarını ya da ne yaptıklarını bilmeden etrafa saldıracaklarını, küfredip bağırıp çağıracaklarını ya da utandırıcı bir duruma düşeceklerini zannederler. Bazen de ne olabileceğini tam olarak kestiremeseler de eşikte bekleyen bir felaket olduğunu hissederler. Daha önce anlatılanlardan bu duygunun nereden geldiğini çıkartabilirsiniz. Anksiyete esnasında bütün beden harekete hazır hale geçirilmiştir ve yoğun bir kaçma arzusu vardır. Bununla birlikte bu kaçma-savaşma tepkisi diğer insanlara (tehdit oluşturmayan) zarar vermeye dönük değildir ve kişiyi bütünüyle hareketsiz kılmaz. Bunun yerine sadece organizmayı oradan uzaklaştırmayı amaçlar. Ayrıca şimdiye dek panik atak esnasında herhangi bir kişinin çevreye zarar verdiği kaydedilmiş değildir. Kaçma savaşma tepkisi kişiyi şaşkın, çevreden kopmuş, dikkati dağılmış hale getirmekle birlikte kişi buna rağmen normal bir şekilde düşünebilir ve hareket edebilir. Eğer şimdiye dek panik atak geçirdiğiniz zamanlarda çevrenin bu durumu ne kadar sizin kadar fark edebildiğini düşünürseniz bu durumu görebilirsiniz.

Bir çok insan yaşadıkları belirtilerin sonucunda onlara olacaklardan korkar, sinirlerinin yıpranıp tükeneceği ve hatta yığılıp kalacaklarından korkarlar. Daha önce anlatıldığı gibi kaçma savaşma tepkisi sempatik sinir sistemi tarafından oluşturulur vücutta bir de buna karşı çalışan parasempatik sinir sistemi vardır. Para sempatik sinir sistemi bir fren etkisi göstererek sempatik sinir sisteminin kontrolden çıkmasına engel olur. Sinirler elektrik akımının yakacağı, tahrip edeceği elektrik telleri gibi değildir. Panik atak esnasında olabilecek en kötü sonuç fazla çalışan sempatik sinir sisteminin aktivitesinin durdurulması sonucunda kişinin kendisinden geçmesidir ki bu durumda da çok kısa bir zaman içinde, yani saniyeler içinde kişi tekrar kendine gelir. Bununla birlikte kaçma-savaşma tepkisinin sonucunda kişinin kendisinden geçmesi son derece nadir bir durumdur ve sempatik sinir isteminin kontrolden çıkmasını önlemek için vücuda yerleştirilmiş olan kontrol sisteminin gerçekleştirdiği uyum sağlayıcı bir tepkidir.

Bir çok insan kaçma savaşma tepkisinin ortaya çıkardığı kimi belirtileri kalp krizi geçirdikleri şeklinde yorumlarlar. Bunun en önemli nedeni kişinin gerçek bir kalp krizinin nasıl olduğunu bilmemesidir. Şimdi kalp hastalıkları ile ilgili gerçekleri gözden geçirerek bunun panik ataktan nasıl farklılaştığını görelim: Kalp hastalıklarının ana belirtisi nefes darlığı ve göğüs ağrısı ve zaman zaman gelen çarpıntılar ve baygınlıktır. Kalp hastalığında ortaya çıkabilen bu belirtiler genellikle doğrudan eforla bağlantılıdır. Yani ne kadar fazla hareket ederseniz belirtiler o kadar fazla çıkar ne kadar az hareket ederseniz o kadar az görülürler. Belirtiler kişi dinlenmeye başladıktan sonra hemen ortadan kalkar. Bu durum panik ataktan oldukça farklıdır çünkü panik atakta belirtiler genellikle kişi dinlenirken ve yalnızken gelir ve kendi başına ayrı bir ortaya çıkış şekli vardır. Daha da önemlisi kalp hastalıkları kalbin elektriksel grafisinde (EKG) hemen her zaman değişiklikler oluştururken panik atakta atak esnasında çekilen EKG de bile görülebilen tek değişiklik kalbin atım sayısında artıştır. Yani şimdiye dek EKG'niz çekildi ve doktorunuz size kalbinizde bir rahatsızlık olmadığını söylediyse bir kalp rahatsızlığınız olmadığına emin olabilirsiniz. Ayrıca belirtileriniz sadece yorulduğunuzda ve çok hareket ettiğinizde ortaya çıkmıyorsa bu da kalp krizi geçirmediğinizi gösteren bir diğer ek kanıttır.

Clinical Handbook of Psyhological Disorders'dan uyarlanmıştır.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır