peygamberimizin doğduğu gece yaşanan mucizeler / 4.Sınıf - 4. Hz. Muhammed’i Tanıyalım

Peygamberimizin Doğduğu Gece Yaşanan Mucizeler

peygamberimizin doğduğu gece yaşanan mucizeler

Peygamberimiz Doğduğunda Gerçekleşen Hadiseler

Peygamber Efendimiz doğduğunda gerçekleşen hadiseler.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin doğumu, peygamberliği, hicreti ve irtihâlinin, ilâhî bir tecellî olarak hep pazartesi günlerine rastlaması, bu günün ehemmiyetinin bir nişânesidir. Cemâl ve celâl tecellîsi olarak sevincin heyecânı ile hüznün burukluğu, bayram neşesi ile irtihâl elemleri berâber yaşanmaktadır.

İbn-i Abbâs’dan -radıyallâhu anhümâ- şöyle rivâyet edilmiştir:

“Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, pazartesi günü doğdu, pazartesi günü Pey­gamber oldu, pazartesi Mekke’den Medîne’ye hicret etti, pazartesi günü Medîne’ye vardı, pazartesi günü vefât etti. Pazartesi gü­nü (Kâbe’de hakemlik yaparak) Hacer-i Esved’i yerine koydu. Pazartesi günü Bedir zaferini kazandı. Pazartesi günü الْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ «Bugün size dîninizi tamamladım.» (el-Mâide, 3) âyeti nâzil oldu.” (Ahmed, I, ; Heysemî, I, )

O’nun doğumu, Peygamberliği, hicreti ve irtihâlinin, ilâhî bir tecellî olarak hep pazartesi günlerine rastlaması, bu günün ehemmiyetinin bir nişânesidir. Cemâl ve celâl tecellîsi olarak sevincin heyecânı ile hüznün burukluğu, bayram neşesi ile irtihâl elemleri berâber yaşanmaktadır.

PEYGAMBERİMİZ DOĞDUĞUNDA GERÇEKLEŞEN 7 MUCİZEVİ HADİSE

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kâinâtı teşrîf ettiği mübârek gecede bâzı hârikulâde hâller vukû bulmuştur. Bu mûcizelerden birkaçı şöyledir:

1. Hazret-i Âmine’nin bildirdiğine göre kendisi, ne hâmileliği ne de doğum esnâsında hiçbir zahmet çekmemiş ve Allâh Rasûlü dünyâya gelirken doğu ile batı arasını aydınlatan bir nûrun kendisinden çıktığını görmüştür. Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- temiz bir şekilde, ellerini yere dayayarak doğmuş ve başını semâya kaldırmıştır.[1]

2. O anda şeytan, hayâtında hiç olmadığı kadar büyük bir çığlık koparmıştır.[2]

3. İran başkadısı ve din adamı Mûbezân, rüyâsında birtakım serkeş develerin bir sürü yürük atları önlerine katarak Dicle ırmağını geçtiklerini, İran topraklarına yayıldıklarını görmüştür.

4. Semâve Vâdisi’ni[3] su basmıştır.

5. Kisrâ’nın sarayından 14 sütun yıkılmıştır.

6. İranlıların, tapınaklarında bin yıldan beri hiç sönmeden yanan ateşleri sönmüştür.[4]

7. Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın anlattığına göre Mekke’de ticâretle meşgul olan bir yahûdî, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in doğduğu gece, Allâh Rasûlü’nün dünyâyı teşrîfinin alâmeti olan yıldızın doğduğunu görmüş, Kureyş meclislerinden birine giderek:

“−Ey Kureyşliler! İçinizde bu gece çocuğu doğan var mı?” diye sormuştu.

“−Vallâhi bilmiyoruz!” denilmesi üzerine yahûdî:

“−Ey Kureyş cemaati! Size söylediğim şeyi iyi belleyiniz! Bu gece âhir zaman ümmetinin Peygamberi doğmuştur. Onun iki kürek kemiği arasında, üzerinde tüyler bulunan siyah sarı karışımı bir ben vardır.” dedi.

Meclistekiler, yahûdînin söylediklerine hayret ederek dağıldılar. Evlerine varınca yahûdînin sözlerini âilelerine anlattılar. Bir kısmının âilesi:

“−Abdullâh’ın bir oğlu doğdu. O’na Muhammed ismini verdiler!” dedi. Bunun üzerine onlar yahûdînin evine gidip:

“−Mekke’de bir çocuk doğmuş, haberin var mı?” dediler. Yahûdî:

“−Ben size haber verdikten sonra mı yoksa önce mi?” diye sordu.

“−Önce doğmuş, ismi de Ahmed!” dediler.

İsteği üzerine onu Hazret-i Âmine’nin evine götürdüler. Hazret-i Âmine mübârek oğlunu onlara gösterdi. Yahûdî, Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sırtındaki nübüvvet mührünü görünce bayıldı. Ayıldığı zaman, kendisine:

“−Ne var, ne oldu?” dediler.

Yahûdî:

“−Vallâhi artık İsrâîloğulları’ndan Peygamberlik gitti! Ellerinden Kitap da gitti! Son Peygamberin, İsrâîloğulları’nı öldüreceği ve din adamlarının îtibârını düşüreceği yazılıdır. Araplar nübüvvetle büyük bir izzet ve şerefe erecekler. Ey Kureyş cemaati! Sevininiz, vallâhi siz, haberi doğudan batıya kadar ulaşacak bir kuvvete mâlik olacaksınız!” dedi. (İbn-i Sa’d, I, ; Hâkim, II, /)

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in velâdetine bütün Mekke halkı sevinmişti. Hattâ Ebû Leheb, mübârek yeğeninin doğduğunu müjdeleyen câriyesi Süveybe’yi, âzâd ederek mükâfatlandırmıştı.[5]

Bu hâdiseyle alâkalı olarak daha sonra Abbâs -radıyallâhu anh- şunları anlatır:

Ebû Leheb’i ölümünden bir sene sonra rüyamda gördüm. Kötü bir hâlde idi:

“−Sana nasıl muâmele edildi?” diye sordum.

Ebû Leheb:

“−Muhammed’in doğumuna sevinerek Süveybe’yi âzâd ettiğim için pazartesi günleri azâbım biraz hafifletilmektedir. O gün baş parmağımla işâret parmağım arasındaki şu küçük delikten çıkan su ile serinlemekteyim.” cevâbını verdi. (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, ; İbn-i Sa’d, I, , )

Dipnotlar:

[1] İbn-i Sa’d, I, ,

[2] İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II,

[3] Semâve, Kûfe ile Şam arasında, Bağdat’ın km. güneydoğusunda, Kelb arâzisinde, taşsız bir çöldür.

[4] İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II,

[5] Halebî, I,

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hazret-i Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

Peygamber Efendimizin Doğumu

Hz. Muhammed (s.a.v.) Kimdir?

PAYLAŞ:                

Resul-ü Ekrem (asm)'ın doğduğu gece meydana gelen harika hadiselerden bir kısmı şunlardır:

"Birincisi: Veladet-i Nebevî (peygamberin doğumu) gecesinde hem annesi, hem annesinin yanında bulunan Osman İbn-il Âs'ın annesi, hem Abdurrahman İbn-i Avf'ın annesinin gördükleri azîm bir nurdur ki; üçü de demişler: "Veladeti (doğumu) ânında biz öyle bir nur gördük ki; o nur, maşrık ve mağribi (doğu ve batıyı) bize aydınlattırdı."

İkincisi: O gece Kâ'be'deki sanemlerin (putların) çoğu başı aşağı düşmüş.

Üçüncüsü: Meşhur (İran Kralı) Kisra'nın eyvanı (yani saray-ı meşhuresi) o gece sallanıp inşikak etmesi (yarılması) ve ondört şerefesinin düşmesidir.

Dördüncüsü: (İran'da bir kasaba olan) Sava'nın takdis edilen (Mecûsilerce mukaddes zannedilen) küçük denizinin o gecede yere batması ve (İran'da) İstahr-Âbad'da bin senedir daima iş'al edilen (yakılan), yanan ve sönmeyen, Mecusilerin mabud ittihaz ettikleri (ilah edindikleri) ateşin, veladet gecesinde sönmesi.

İşte şu üç-dört hâdise işarettir ki: O yeni dünyaya gelen zât; ateşperestliği kaldıracak, Fars (İran) saltanatının sarayını parçalayacak, izn-i İlahî ile (Allah'ın izniyle) olmayan şeylerin takdisini (mukaddes kabul edilmesini) men'edecektir.

Beşincisi: Çendan (gerçi) veladet (doğumu) gecesinde değil, fakat veladete pek yakın olduğu cihetle (yönüyle), o hâdiseler de irhasat-ı Ahmediyedir (Ahmed asm.ın peygamberlik öncesi harikalarındandır) ki, Sure-i "Elem tera keyfe" de nass-ı kat'î (açık hüküm) ile beyan edilen "Vak'a-i Fil"dir (fil hadisesidir) ki; Kâ'be'yi tahrib etmek için, Ebrehe namında Habeş Meliki (kralı) gelip, Fil-i Mahmudî namında cesîm (çok büyük) bir fili öne sürüp gelmiş. Mekke'ye yakın olduğu vakit fil yürümemiş. Çare bulamamış, dönmüşler. Ebabil kuşları onları mağlub etmiş ve perişan etmiş, kaçmışlar. Bu kıssa-i acibe, tarih kitablarında tafsilen meşhurdur.

İşte şu hâdise, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın delail-i nübüvvetindendir (peygamberlik delillerindendir). Çünki veladete (doğumuna) pek yakın bir zamanda, kıblesi ve mevlidi (doğum yeri) ve sevgili vatanı olan Kâ'be-i Mükerreme, gaybî ve hârika bir surette Ebrehe'nin tahribinden kurtulmuştur. ()

Onuncusu: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dünyaya geldikten sonra, bahusus (hususan) veladet gecesinde, yıldızların düşmesinin çoğalmasıdır ki; şu hâdise Onbeşinci Söz'de kat'iyyen bürhanlarıyla (delillerle) isbat ettiğimiz üzere; şu yıldızların sukutu (düşmesi), şeyatîn ve cinlerin gaybî haberlerden kesilmesine alâmet ve işarettir.

İşte madem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm vahiy ile dünyaya çıktı; elbette yarım yamalak ve yalanlar ile karışık, kâhinlerin ve gaibden haber verenlerin ve cinlerin ihbaratına (getirdikleri haberlere) sed çekmek lâzımdır ki, vahye bir şübhe îras etmesinler (bırakmasınlar) ve vahye benzemesin.

Evet bi'setten (O'nun peygamberliğinden) evvel kâhinlik çoktu. Kur'an nâzil olduktan sonra onlara hâtime çekti (son verdi). Hattâ çok kâhinler imana geldiler. Çünki daha cinler taifesinden olan muhbirlerini bulamadılar. Demek Kur'an hâtime çekmişti." (Mucizat-ı Ahmediye Risalesi)

Hz. Peygamber (sav)'in doğduğu gece başlayan ve onun gelişini müjdeleyen harika hadiseler, çocukluğunda ve peygamber oluncaya kadar geçen sürede de devam etmiştir. Henüz peygamber olmadığı için bu harikalara, mucize yerine irhasat tabiri kullanılır. Onlardan mühim bazılarını Hz. Üstad, aynı yerde şöyle anlatıyor:


Altıncısı: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm küçüklüğünde (süt annesi) Halime-i Sa'diye'nin yanında iken, Halime ve Halime'nin zevcinin (eşinin) şehadetleriyle (şahid olmalarıyla); güneşten rahatsız olmamak için, çok defa üstünde bir bulut parçasının ona gölge ettiğini görmüşler ve halka söylemişler ve o vakıa (olay) sıhhatle şöhret bulmuş (doğru bir şekilde meşhur olmuş).

Hem Şam tarafına oniki yaşında iken gittiği vakit, (Busra kilisesindeki) Buheyra-yı Rahib'in şehadetiyle, bir parça bulut, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın başına gölge ettiğini görmüş ve göstermiş.

Hem yine bi'setten (peygamberlikten) evvel Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, bir defa Hatice-i Kübra'nın Meysere ismindeki hizmetkârıyla ticaretten geldiği zaman, Hatice-i Kübra, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın başında iki meleğin bulut tarzında gölge ettiklerini görmüş. Kendi hizmetkârı olan Meysere'ye demiş. Meysere dahi Hatice-i Kübra'ya demiş: "Bütün seferimizde ben öyle görüyordum."

Yedincisi: Nakl-i sahih (doğru bir rivayetle) ile sabittir ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, bi'setten evvel bir ağacın altında oturdu; o yer kuru idi, birden yeşillendi. Ağacın dalları, onun başı üzerine eğilip kıvrılarak gölge yapmıştır.

Sekizincisi: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ufak iken, (Amcası) Ebu Talib'in evinde kalıyordu. Ebu Talib, çoluk ve çocuğu ile onunla beraber yerlerse, karınları doyardı. Ne vakit o zât yemekte bulunmazsa, tok olmuyorlardı. Şu hâdise hem meşhurdur, hem kat'îdir.

Hem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın küçüklüğünde ona bakan ve hizmet eden (dadısı) Ümm-ü Eymen demiş: "Hiçbir vakit Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm açlık ve susuzluktan şikayet etmedi, ne küçüklüğünde ve ne de büyüklüğünde."

Dokuzuncusu: Murdiası (süt annesi) olan Halime-i Sa'diye'nin malında ve keçilerinin sütünde, kabilesinin hilafına (zıttına) olarak çok bereketi ve ziyade olmasıdır. Bu vakıa hem meşhurdur, hem kat'îdir.

Hem sinek onu taciz etmezdi, onun cesed-i mübarekine ve libasına konmazdı. Nasılki evlâdından olan Seyyid Abdülkadir-i Geylanî (K.S.) dahi, ceddinden o hali irsiyet (miras) almıştı; sinek ona da konmazdı. (Talebelerinin şahidliği ile sinek Üstad Bediüzzaman'a da konmazdı. O da dedesi Seyyid Abdulkadir Geylani'den bu hali miras almıştı Lema'dan-)

Elhasıl: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın nübüvvetinden (peygamberliğinden) evvel nübüvvetini tasdik ettiren ve tasdik eden pek çok vakıalar (olaylar), pek çok zâtlar zahir olmuşlar (görünmüşler).

1-Evet dünyaya manen reis olacak (*Haşiye)

2-ve dünyanın manevî şeklini değiştirecek (Dünya'nın Allah'ın idaresi altında olduğunu gösterecek)

3-ve dünyayı âhirete mezraa (tarla) yapacak (ahirete hazırlanılan bir ekim yeri yapacak)

4-ve dünyanın mahlukatının (yaratılmışların) kıymetlerini (Allah'ın sanatları olduklarını ders vermekle) ilân edecek

5-ve cinn ve inse (cinlere ve insanlara) saadet-i ebediyeye (ebedi mutluluğa) yol gösterecek

6-ve fâni cinn ü insi i'dam-ı ebedîden (ebedi yok olma korkusundan) kurtaracak

7-ve dünyanın hikmet-i hilkatini ve tılsım-ı muğlakını ve muammasını (dünyanın yaratılış hikmetini ve sırlarını) açacak

8-ve Hâlık-ı Kâinat'ın (kainatı yaratan Allah'ın yaratmaktaki) makasıdını bilecek ve bildirecek

9-ve o Hâlık'ı tanıyıp umuma (herkese) tanıttıracak bir zât (Hz. Muhammed sav);

elbette o daha gelmeden herşey, her nev', her taife onun geleceğini sevecek ve bekleyecek ve hüsn-ü istikbal edecek (güzel karşılayacak) ve alkışlayacak ve Hâlıkı tarafından bildirilirse, o da bildirecek.

Nasılki sâbık (geçen) işaretlerde ve misallerde gördük ki; her bir nev-i mahlukat (yaratılmış çeşitleri), onu hüsn-ü istikbal ediyor gibi mu'cizatını (mucizelerini kendi üzerlerinde) gösteriyorlar, mu'cize lisanıyla nübüvvetini tasdik ediyorlar.

(Haşiye): Evet Sultan-ı Levlâke Levlâk (o olmasa idi kainat yaratılmayacak olan peygamberimiz sav.), öyle bir reistir ki:

Bin üçyüz elli senedir saltanatı devam ediyor. Birinci asırdan sonra herbir asırda lâakal (en az) üçyüz elli milyon tebaası ve raiyeti (bağlıları) vardır. Küre-i Arz'ın (yeryüzünün) yarısını (İslam Dünyasını) bayrağı altına almış ve tebaası (halkı), kemal-i teslimiyetle (tam teslim olarak) ona hergün salât ü selâm ile (salavat getirerek) tecdid-i biat ederek (bağlılıklarını yenileyerek) emirlerine itaat ederler." (Mucizat-ı Ahmediye Risalesi)

Bütün bu harika olayların anlamı şudur ki, "O zat (asm) Allah'ın elçisidir. Onun gelişi bütün mahluklar için bir mutluluk vesilesidir. İnsanlar onun gelişi ile küfür karanlıklarından kurtularak imanın nurlarına kavuşacaklardır. İnsanları dalaletten kurtarıp onların ebedi saadetine, Cennet'e ve Rablerine perdesiz kavuşmalarına vesile olacaktır. Ve olmuştur da Amennâ ve saddaknâ


nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır