red crucible 2 reborn download / red crucible firestorm oyna

Red Crucible 2 Reborn Download

red crucible 2 reborn download

Softonic incelemesi

Bir Arcade Oyunu Bu Geçmişten Gerçek Bir Patlama

Red Crucible 2: Reborn, dünyanın dört bir yanından oyuncularla rekabet edeceğiniz modern bir savaş oyunudur. Bu ilk kişilik atış oyununda savaşlarınız sırasında size yardımcı olan en modern araç ve silahlardan bazılarıdır.

Tam Savaş

Kırmızı Pota 2, piyade, hava ve araç savaşlarını içeren bir kombine silahlı savaş oyunudur. Çeşitli muharebe türleri için özel olarak tasarlanmış 15 farklı alan vardır. Ayrıca, karakterler bir bireysellik katmanı eklemek için özelleştirilebilir. Tüm ürünler ve arenalar, satın alımın bir parçasıdır ve siz sıralanırken kilidi açılabilir. Ayrıca, teklif üzerine farklı oyun modları vardır. Last Man Standing, Attack & Defend, Herkes İçin Ücretsiz, Takım Deathmatch ve Yıkım, bahsetmeye değer modlardan bazıları.

Haritalar ve Arenalar

Daha önce de belirtildiği gibi, savaş için farklı alanlar var. Örneğin, kara araçları ve piyade savaşları ile Frankfurt şehir arenasını aldınız. Üç savaş türünü de destekleyen A7 Autobahn arenası da var. Bahsedilen diğer alanlardan bazıları Kum Fırtınası, Frostbite, Red Dawn, Kiev, Ada X, Bosporus, Grimrog, 73 Easting, Balyoz vb. Kiev Sovyet uçak gemisi için piyade savaş alanıdır. Kum Fırtınası yer aracı, hava ve piyade savaşları olan bir çöl arenası. Ada X, büyük bir volkan adası ve Favela, Rio de Janeiro şehrinde bir piyade savaş alanıdır.

AVANTAJLAR

  • Nostalji çağırma arcade
  • Çoklu savaş arenaları
  • Özelleştirilebilir karakterler
  • Altı dil desteği

DEZAVANTAJLAR

  • Bölge tabanlı sunuculara ihtiyaç duyar
  • Grafikler daha iyi olabilirdi
  • Tabloya yeni bir şey getirmiyor
  • Yavaş ilerleme

TUZLU SU SALTWATER

14° İstanbul Bienali — 14th Istanbul Biennial<br />

<strong>TUZLU</strong> <strong>SU</strong><br />

<strong>SALTWATER</strong>


14° İstanbul Bienali — 14th Istanbul Biennial<br />

KATALOG<br />

<strong>TUZLU</strong> <strong>SU</strong><br />

<strong>SALTWATER</strong><br />

— <br />

CATALOGUE<br />

Büyükada, 18 Ağustos Fotoğraf © Francis Alÿs<br />

Büyükada, 18 August Photo © Francis Alÿs<br />

Satellite images provided by Yandex. monash.pw<br />

© «», © CNES , Distribution<br />

Astrium Services/Spot Image, all rights reserved, Image © <br />

DigitalGlobe, Inc., Includes material © DigitalGlobe, Inc.,<br />

© GeoEye, Inc, © Earthstar Geographics


<strong>TUZLU</strong> <strong>SU</strong><br />

Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori<br />

<strong>SALTWATER</strong><br />

A Theory of Thought Forms<br />

Şekillendiren / Drafted by<br />

Carolyn Christov-Bakargiev


<strong>TUZLU</strong> <strong>SU</strong>: Düşünce Biçimleri Üzerine<br />

Bir Teori, bir materyalin –tuzlu su– ve<br />

düğümlerle dalgaların çelişen imgebiçimlerinin<br />

etrafında dönüyor.<br />

Çizginin nereye çekileceğini, nerede<br />

geri çekileceğini, nerede yaklaşıp<br />

nerede uzaklaşacağını araştırıyor.<br />

Bunu, açık denizlerde, düz yüzeyler<br />

üzerinde parmak uçlarımızla yaptığı<br />

gibi, sualtının derinliklerinde, kat kat<br />

şifrelemeler açılmadan önce de yapıyor.<br />

Boğaziçi ekseninde kentin geneline<br />

yayılan bu sergi, dünyayı şiirsel<br />

ve politik olarak şekillendiren ve<br />

dönüştüren, görünür ve görünmez<br />

farklı dalga örüntülerini ve<br />

frekanslarını, su akıntılarını ve<br />

yoğunluklarını ele alıyor. Sanatla<br />

birlikte ve sanat aracılığıyla yas<br />

tutuyor, hatırlıyor, kınıyor, iyileşmeye<br />

çalışıyoruz ve kendimizi bu mekânda<br />

beraber yaşamış birçok topluluğun<br />

neşe ve canlılık olasılıklarına adıyor,<br />

formdan yeşeren yaşama sıçrıyoruz.<br />

<strong>SALTWATER</strong>: A Theory of Thought Forms<br />

hovers around a material– salt water –<br />

and the contrasting images of knots<br />

and of waves.<br />

It looks for where to draw the line,<br />

to withdraw, to draw upon, and to draw out.<br />

It does so offshore, on the flat surfaces<br />

with our fingertips but also in the depths,<br />

underwater, before the enfolded<br />

encoding unfolds.<br />

This city-wide exhibition on the Bosphorus<br />

considers different frequencies<br />

and patterns of waves, the currents<br />

and densities of water, both visible<br />

and invisible, that poetically and politically<br />

shape and transform the world.<br />

With and through art, we mourn,<br />

commemorate, denounce, try to heal,<br />

and we commit ourselves to the possibility<br />

of joy and vitality, of many<br />

communities that have co-inhabited<br />

this space, leaping from form<br />

to flourishing life.<br />

CCB<br />

Satellite images provided by Yandex. © «», © CNES , Distribution Astrium Services/Spot Image, all rights reserved, Image © DigitalGlobe, Inc., Includes material © DigitalGlobe, Inc.,© GeoEye, Inc, © Earthstar Geographics


İstanbul Bienali Kataloğu<br />

İstanbul Kültür Sanat Vakfı ve Yapı Kredi Yayınları tarafından,<br />

Vehbi Koç Vakfı’nın katkılarıyla yayımlanmıştır.<br />

The 14 th Istanbul Biennial Catalogue<br />

is copublished by the Istanbul Foundation for Culture and Arts<br />

and Yapı Kredi Publications with the invaluable contribution of<br />

Vehbi Koç Foundation.


BİENAL SPONSORU /<br />

BIENNIAL SPONSOR


Her bir bastırılmış gözyaşı geri döner, bir dalga olarak.<br />

Etel Adnan, Deniz ve Sis, <br />

Âlem bizzat kendisine perdedir. Dolayısıyla Hakkın kendisini idrak ettiği<br />

gibi Hakkı idrak edemez.<br />

Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Fusûsu’l-Hikem, –<br />

Küçük zevkler dindirmeli büyük trajedileri<br />

Bu yüzden sakınmam sözümü<br />

Savaşın orta yerindeki bahçeleri anlatırken.<br />

Vita Sackville-West, Bahçe, <br />

Bu ufak kitabı dünyaya sunarken birkaç kelime yeterli olacaktır.<br />

Annie Besant, İnsanın Yedi Prensibi, <br />

Each tear, repressed, returns as a wave.<br />

Etel Adnan, Sea and Fog, <br />

The universe veils itself, hence it cannot perceive<br />

the Real as it perceives itself.<br />

Muhyiddin Ibn Arabi, Fusus al-Hikam, –<br />

Small pleasures must correct great tragedies,<br />

Therefore of gardens in the midst of war<br />

I boldly tell.<br />

Vita Sackville-West, The Garden, <br />

Few words are needed in sending this little book<br />

out into the world.<br />

Annie Besant, The Seven Principles of Man, <br />

•<br />

•<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

–<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

•<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

–<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

Wekî pêlekê vedigere her rondikeke di qiriqê de mayî.<br />

Etel Adnan, Derya û Mij, <br />

Gerdûn bi xwe perde ye.<br />

Ji ber vê yekê jî wekî ku Xwedê di wê digihîje ew di Xwedê de nagihîje.<br />

Mûhyeddin Îbnu-l Arabî, Fûsûsû'l Hikem, –<br />

Divê zewqên biçûk rawestîne trajedîyên mezin<br />

Ji ber vê yekê jî texsîr nakim ez<br />

Dema vedibêjim baxçeyên di orta şer de<br />

Vita Sackville-West, Baxçe, <br />

Dema ku ev pirtûka biçûk bo dinyayê bê pêşkêşkirin<br />

ew ê sê çar bêje bes bin.<br />

Annie Besant, Heft Prensîbên Mirov, <br />

•<br />

كل دمعة،‏ مكبوتة،‏ تعود كموجة<br />

ايتيل عدنان،‏ البحر والضباب،‏‎٢٠١٢‎<br />

الوجود عني الحجاب على نفسه فلا يدرك الحق ادراكه نفسه<br />

محي الدين ابن عريب،‏ فصوص الحكمة،‏ ١٢٢٩– ١٢٤٠<br />

بهجات صغرية تصحح مآسي كبرية<br />

هكذا هي الحدائق وسط الحرب<br />

إين أقول هذا بشجاعة<br />

فيتا ساكفيل ويست - الحديقة ١٩٤٦<br />

احتاج هذا الكتاب الصغري لينتشر في العامل إلى بضعة كلامت<br />

آين بيسنت،‏ المبادئ السبعة للإنسان،‏ ١٨٩٢


İçindekiler / Contents<br />

Önsöz / Foreword<br />

Bige Örer<br />

İstanbul Bienali . XXII<br />

The 14 th Istanbul Biennial . XXIV<br />

Giriş / Introduction<br />

Carolyn Christov-Bakargiev<br />

<strong>TUZLU</strong> <strong>SU</strong>: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori . XXVIII<br />

<strong>SALTWATER</strong>: A Theory of Thought Forms <br />

XLIII<br />

Denemeler / Essays<br />

Emin Özsoy<br />

Tuzlu Su Mucizesi: Okyanus<br />

Bilim ve Kültürünün<br />

Merkezinde Türk Boğazları . 2<br />

Saltwater Magic: Turkish<br />

Straits at Centre Stage of Ocean<br />

Science and Culture . 3<br />

Aurora Scotti<br />

Pellizza da Volpedo’nun<br />

Il Quarto Stato’su . 6<br />

Pellizza da Volpedo’s<br />

Il Quarto Stato . 7<br />

Jean-Michel Vappereau<br />

Üç Yüz Seksen Dört<br />

Kelimede Lacan . <br />

Lacan in Five Hundred<br />

and Forty-One Words . <br />

Griselda Pollock<br />

Her Şeyin Devası<br />

Tuzlu Sudur . 12<br />

The Cure for Anything<br />

Is Salt Water 19<br />

Pietro Rigolo<br />

Teosofi, Annie Besant<br />

ve Düşünce Şekilleri . <br />

Theosophy, Annie Besant<br />

and Thought Forms . 28<br />

Beatriz Colomina<br />

X Işını Mahremiyeti . <br />

X-Ray Intimacy . 31<br />

Boris Groys<br />

Zaman Dalgaları . 33<br />

Time Waves . 34<br />

Alexander Provan<br />

Öznel Değerlendirme . 35<br />

Subjective Assessment. . . . . . . . . 39<br />

Andrew Yang<br />

Biteviye Titreşim . <br />

Unwavering Quaver . 45<br />

Vilayanur S.<br />

Ramachandran<br />

Ayna Kutu . 47<br />

The Mirror Box 48<br />

Elvan Zabunyan<br />

İçinde Su . <br />

Water Inside . 53<br />

Penelope Deutscher<br />

“Okyanusta Küçük Bir<br />

Teknede Otururken”:<br />

Geçişteki Ters-Akıntılar . <br />

‘Sitting Then in a Little Boat<br />

in the Ocean’: Cross-Currents<br />

of Passage . 65<br />

Adrian Parr<br />

Mayim Chayim:<br />

Hayat Suları . <br />

Mayim Chayim:<br />

Living Waters. . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Antoloji / Anthology<br />

Ingo Niermann<br />

Bracha L. Ettinger<br />

Carriance, Copoiesis<br />

ve Gerçek-altı . 83<br />

Carriance, Copoiesis<br />

and the Subreal . 92<br />

William Irvine<br />

Girdap Düğümleri . <br />

Vortex Knots . <br />

Chus Martínez<br />

Düz Çizginin Sonu . <br />

The End of the Straight Line . .. <br />

Jeffrey Peakall<br />

Sualtı Nehirleri: Boğaz’dan<br />

Okyanus Tabanlarına . <br />

Underwater Rivers: From the<br />

Bosphorus to Ocean Floors . <br />

Orhan Pamuk<br />

Deniz . <br />

The Sea . <br />

Edebiyat ve Yoğunlaşma. Antolojiye Bir Giriş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Literature and Concentration. An Introduction to the Anthology . . . <br />

Yazan / Written by Seçen / Selected by y. / y. s. / p.<br />

Etel Adnan . Etel Adnan . . <br />

Giorgio Agamben . Richard Ibghy . . <br />

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . & Marilou Lemmens<br />

Marco Aime . Elena Mazzi . . <br />

İskenderiyeli Amma Syncletica /<br />

Amma Syncletica of Alexandria . .Ben Vickers . . . . <br />

Ivo Andrić . Irena Haiduk . . <br />

Hannah Arendt . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Margaret Atwood . Emre Hüner . .


Içindekiler<br />

Contents<br />

Yazan / Written by Seçen / Selected by y. / y. s. / p.<br />

Ulus Baker Artıkişler Kolektifi <br />

Ulus Baker Cansu Çakar . . . . . <br />

James Baldwin Vernon Ah Kee <br />

Nanni Balestrini . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

J. G. Ballard . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Karen Barad. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Jean Baudrillard Theaster Gates <br />

Zygmunt Bauman . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Yevgenia Belorusets Nikita Kadan <br />

Nursialı Benedikt /<br />

Benedict of Nursia Ben Vickers <br />

Walter Benjamin Meriç Algün Ringborg <br />

Walter Benjamin Daria Martin <br />

Walter Benjamin Francis Alÿs <br />

Henri Bergson . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Annie Besant Lea Porsager <br />

Annie Besant & Charles<br />

Webster Leadbeater Lea Porsager <br />

Maurice Blanchot Sarkis <br />

Alexander Bogdanov Pelin Tan & Anton Vidokle <br />

Roberto Bolaño. . . . . . . . . . . . . . . . . Ed Atkins <br />

Charles Bukowski Grace Schwindt <br />

Judith Butler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

John Cage . Lawrence Weiner . . <br />

´<br />

´<br />

~<br />

Italo Calvino Zeyno Pekünlü <br />

Dominique Cardon Aslı Çavuşoğlu . . . . . <br />

Paul Celan Bracha L. Ettinger <br />

Yeğişe Çarents / Yeghishé Charents monash.pw Balassanian .. <br />

Trần Dần Nguy ên ~ Huy An <br />

Lydia Davis Heather Phillipson <br />

Gilles Deleuze . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Emily Dickinson Ania Soliman <br />

Annie Dillard Andrew Yang <br />

Hrant Dink . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Rene Gabri <br />

Hrant Dink . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

T. S. Eliot Christine Taylor Patten <br />

T. S. Eliot Christine Taylor Patten <br />

Rainer Werner Fassbinder . . . monash.pw Martin <br />

David Freedberg & Vittorio Gallese . . . . <br />

Karl von Frisch . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Jane Gallop Senam Okudzeto <br />

Kenneth Goldsmith Song-Ming Ang <br />

Han Dong Liu Ding <br />

Donna Haraway . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Terrance Hayes . . Ellen Gallagher <br />

Annette Humpe. . . Grace Schwindt <br />

Yazan / Written by Seçen / Selected by y. / y. s. / p.<br />

Carla Hustak & Natasha Myers . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Muhyiddin Ibn'ül Arabî /<br />

Muhyiddin Ibn Arabi Ania Soliman . . <br />

Ivan Illich Fernando Garcia-Dory <br />

Bilge Karasu Hera Büyüktaşcıyan <br />

Bilge Karasu İz Öztat & Fatma Belkıs <br />

Bilge Karasu Merve Kılıçer <br />

Katarzyna Kobro<br />

& Władysław Strzemiński Ania Soliman . . . . . . . <br />

Reinhart Koselleck Esra Ersen <br />

Bernie Krause Janet Cardiff <br />

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . & George Bures Miller<br />

Jacques Lacan Bracha L. Ettinger <br />

Jacques Lacan Ania Soliman <br />

Jacques Lacan Bracha L. Ettinger <br />

Jacques Lacan Bracha L. Ettinger <br />

R. D. Laing. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Comte de Lautréamont Deniz Gül <br />

Henri Lefebvre Cevdet Erek. . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Sven Lindqvist Emre Hüner <br />

Clarice Lispector Anna Boghiguian <br />

Sri Nisargadatta Maharaj Taner Ceylan <br />

Raimundas Malašauskas Marcos Lutyens <br />

Herbert Marcuse Grace Schwindt <br />

Lynn Margulis . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Laura Marks . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Humberto Maturana<br />

& Francisco Varela Pierre Huyghe <br />

Stephen Muecke . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Manfredi Nicoletti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Octavio Paz Füsun Onur <br />

Georges Perec Meriç Algün Ringborg <br />

Edgar Allan Poe Susan Philipsz <br />

Sun Ra Edgar Cleijne & Ellen Gallagher <br />

Yvonne Rainer Grace Schwindt <br />

Santiago Ramón y Cajal . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Michael Reed Fernando Garcia-Dory <br />

Steve Reinke James Richards <br />

David Robilliard Kristina Buch <br />

Carl Sagan Andrew Yang <br />

W. G. Sebald Marwan Rechmaoui <br />

Michel Serres Andrew Yang <br />

Michel Serres . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Ella Shohat Michael Rakowitz <br />

Georges Simenon &<br />

Lev Troçki / Leon Trotsky William Kentridge


Içindekiler<br />

Contents<br />

Yazan / Written by Seçen / Selected by y. / y. s. / p.<br />

Robert Smithson Tacita Dean <br />

Rachel Somekh Michael Rakowitz <br />

Fredrik Carl Mülertz Størmer Thale Elisabeth Sørlie <br />

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . & Arne B. Langleite<br />

Narayan Surve & Arun Mhatre Rupali Patil <br />

Gabriel Tarde Liam Gillick <br />

Valérie Thomas . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Sant Tukaram Prabhakar Pachpute .. <br />

Simone Weil Georgia Sagri <br />

Ian White Grace Schwindt <br />

Alfred North Whitehead . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Raymond Williams Elmas Deniz <br />

Virginia Woolf . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Zabel Yesayan Ayreen Anastas <br />

Galarrwuy Yunupingu Djambawa Marawili <br />

Çizimler / Drawings<br />

Sanatçılar / Artists s. / p. Sanatçılar / Artists s. / p.<br />

Etel Adnan <br />

Haig Aivazian <br />

Vernon Ah Kee <br />

Meriç Algün Ringborg <br />

Francis Alÿs <br />

Ayreen Anastas <br />

Song-Ming Ang <br />

Giovanni Anselmo <br />

Artıkişler Kolektifi <br />

Ed Atkins <br />

Sonia Balassanian <br />

Lynda Benglis <br />

Annie Besant <br />

Patrick Blanc <br />

Anna Boghiguian <br />

Kristina Buch <br />

Hera Büyüktaşçıyan <br />

Janet Cardiff<br />

& George Bures Miller <br />

Taner Ceylan <br />

Edgar Cleijne<br />

& Ellen Gallagher <br />

Cansu Çakar <br />

Aslı Çavuşoğlu <br />

Raimondo Tommaso D’Aronco. . <br />

Charles Darwin <br />

Tacita Dean <br />

Elmas Deniz <br />

Cevdet Erek <br />

Esra Ersen <br />

Bracha L. Ettinger <br />

Karl von Frisch . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Rene Gabri <br />

Galata Rum Okulu /<br />

Açık Okul Galata Greek School /<br />

The Open School <br />

Ellen Gallagher <br />

Émile Gallé <br />

Fernando García-Dory <br />

Theaster Gates <br />

Liam Gillick <br />

Arshile Gorky <br />

Paul Guiragossian <br />

Deniz Gül <br />

Irena Haiduk <br />

Pierre Huyghe <br />

Emre Hüner <br />

Richard lbghy<br />

& Marilou Lemmens <br />

Nikita Kadan <br />

Sanatçılar / Artists s. / p. Sanatçılar / Artists s. / p.<br />

William Kentridge <br />

Merve Kılıçer <br />

Ufuk Kocabaş <br />

Frans Krajcberg <br />

Liu Ding <br />

Marcos Lutyens <br />

Djambawa Marawili <br />

Wandjuk Marika<br />

& Mawalan Marika <br />

Daria Martin <br />

Fabio Mauri <br />

Natjialma ~ Maw’,<br />

Jeffrey Peakall <br />

Zeyno Pekünlü <br />

Giuseppe Pellizza da Volpedo .. <br />

Susan Philipsz <br />

Heather Phillipson <br />

Michelangelo Pistoletto <br />

Lea Porsager <br />

Walid Raad <br />

Michael Rakowitz <br />

Vilayanur S. Ramachandran <br />

Santiago Ramón y Cajal <br />

Cheng Ran <br />

Dhangatji Mununggurr<br />

& Wonggu Mununggurr <br />

Elena Mazzi <br />

Cildo Meireles <br />

Millirrpum, Djalalingba,<br />

Diambalipu, Djayila, Dundiwuy,<br />

Dhuygala, Raijyin, Manuna,<br />

Larrakan, Wulanybuma,<br />

Wawunymarra & Nyabilingu <br />

Nguy ên ~ Huy An <br />

Senam Okudzeto <br />

Füsun Onur <br />

Emin Özsoy <br />

İz Öztat & Fatma Belkıs <br />

Prabhakar Pachpute <br />

Orhan Pamuk. . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Parrhesia Dostları Cemiyeti /<br />

Society of the<br />

Friends of Parrhesia <br />

Rupali Patil. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Marwan Rechmaoui <br />

James Richards <br />

Georgia Sagri <br />

Grace Schwindt. . . . . . . . . . . . . . . . <br />

Sarkis <br />

Wael Shawky <br />

Robert Smithson <br />

Ania Soliman <br />

Fredrik Carl Mülertz Størmer<br />

(Thale Elisabeth Sørlie<br />

& Arne B. Langleite) <br />

Peter Tait <br />

Pelin Tan & Anton Vidokle <br />

Ben Vickers <br />

Adrián Villar Rojas <br />

Boliny Wanambi <br />

Lawrence Weiner <br />

Andrew Yang <br />

Pınar Yoldaş <br />

Fahrelnissa Zeid <br />

Christine Taylor Patten <br />

Son Kısım / End Matter<br />

Katılımcılar / Participants <br />

Sergilenen Yapıtlar, Söz Edimleri ve Filmler /<br />

Exhibited Works, Speech Acts and Films <br />

Antoloji İçin Kaynakça / Anthology Sources <br />

Teşekkürler / Acknowledgements <br />

Uluslararası Dostlar ve Hamiler Kurulu /<br />

International Friends and Patrons Council <br />

Ödünç Verenler / Lenders <br />

Kolofon / Colophon


Önsöz<br />

Foreword


XXII<br />

Bige Örer<br />

Önsöz / Foreword<br />

XXIII<br />

Bige Örer<br />

İstanbul Bienali<br />

İster konuşsun ister sadece ses çıkarsın, hatta ister tanımlanamasın;<br />

var olan ve hayal edilmiş her şeye kulak kabartmak peşindeydik.<br />

Kimi zaman nesneleri de dinlemenin farklı yollarını araştırdık;<br />

düşünsel ve sanatsal yaklaşımların yenilikçi ortak paydaları ve<br />

farklılıkları üzerine düşündük. Dünyanın ne dediğine kulak vererek<br />

sanatın dönüştürücü gücüyle çevremize baktık.<br />

<strong>TUZLU</strong> <strong>SU</strong>: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori, sanatın dönüştürücü<br />

gücünü merkezine alan ve dönüşümlerin tam göbeğinde<br />

gücünü sınayan bir sergi. Sanat, her bir bireyin iniş çıkışlı yaşamına<br />

ve grupların, toplulukların, toplumların ve hatta coğrafyaların farklı<br />

travmalarla dolu geçmişlerine kendi canından can katabilir mi?<br />

<strong>TUZLU</strong> <strong>SU</strong>, bu ihtimale işaret ederken belirgin bir şekilde yaşamdan<br />

yana duruyor. Acılı tarih deyip geçmiyor. Acı deyip unutmuyor. Önce<br />

mekâna, sonra zamana yayılıyor. Sanat aracılığıyla üzerinde durduğu<br />

yeri bugünüyle ve tüm zamanlarıyla dinliyor. Bu topraklarda<br />

yaşanan acıların yıldönümünde, üstü kapatılarak değil, var edilerek<br />

ve onlarla yüzleşilerek aydınlığa çıkılabileceğinin inancını taşıyor.<br />

Sanatçıların dünyaya bakışlarındaki farklılığı, gerçek ve gerçeküstü,<br />

bilinç ve bilinçaltı, şiirsel ve politik, form ve estetik arasındaki<br />

ilişkilenme ve dalgalar ile düğümler aracılığıyla anlamlandırmaya<br />

çalışıyor. Carolyn Christov-Bakargiev tarafından şekillendirilen <br />

İstanbul Bienali, sanat, matematik, fen, nörobilim, mimari, okyanusbilim<br />

gibi birçok disiplinle ortak bir düşünme deneyi sunuyor.<br />

’den bugüne İstanbul Bienalleri’nin kentle ilişkisinin özgün<br />

bir ritmi vardır. Bienal kenti kucaklar. Her serginin kentle ilişkisi<br />

farklı açılardan gerçekleşir; ortak payda ise yakın bir bağın kurulmasıdır<br />

ve kavramsal çerçevesine paralel olarak mekânların belirlenmesidir.<br />

Bu edisyonunda İstanbul Bienali, şehre, ortasından geçen<br />

Boğaz’ın üzerinden yayılıyor. <strong>TUZLU</strong> <strong>SU</strong>, Boğaz’ın ritmini takip<br />

ederek şehri akışkan bağlarla dolaşıyor. Karadeniz’in Marmara<br />

Denizi’ne kavuştuğu Rumeli Feneri’nden Kadıköy’e, Şişli’den Haliç’e<br />

ve Adalar’a denizde ve karada 30’un üzerinde mekânda düşünce<br />

biçimleri üzerine yepyeni bir teori kuruyor. Mekânların sayısı ve<br />

dağılımı izleyicilere bu serginin üzerinde düşünecek vakti tanıyarak<br />

sergi izleme deneyiminin hızını yavaşlatıyor. İstanbul Modern, AR-<br />

TER, İtalyan Okulu ve Galata Rum Okulu’nda yer alan karma sergilerin<br />

yanı sıra aralarında faaliyette olan ve olmayan okulların, eski<br />

garajların, otel odalarının, depoların, eski konutların da bulunduğu<br />

mekânlarda sanatçıların solo sunumları gerçekleşiyor. Bu bienal,<br />

sanatçıların yapıtlarının rahat nefes aldığı, kendi alanlarını yarattığı<br />

ve belirli ortaklıklar ve zıtlıklar üzerinden birbirleriyle ilişki kurdukları<br />

bir bienal.<br />

Mekân seçimlerindeki belki de en kritik hamle, tarihinde ilk kez<br />

bienalin rotasında yer alan Adalar. Adalar sadece bir durak değil,<br />

bu bienalin mihenk taşı. Yine neredeyse yıl önce yaklaşık 80 bin<br />

köpeğin ölüme terk edildiği Sivriada, bir başka travmanın sanat<br />

aracılığıyla dönüştürülme ihtimalini tartışmaya açıyor. Diğer yandan,<br />

yılları arasında sürgün kaldığı Büyükada’da otobiyografisini<br />

yazan Troçki de adada yeni yapıt üreten sanatçıların<br />

ilham aldıkları bir düşünür ve bir devrimci.<br />

<strong>TUZLU</strong> <strong>SU</strong>: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori başlığıyla bu<br />

bienali şekillendiren Carolyn Christov-Bakargiev, sanatsal, felsefi<br />

ve siyasi konulardaki yetkinliğinin yanı sıra farklı alanları bir araya<br />

getirmedeki yeteneği ve çevresine yayılan enerjisiyle de çok katmanlı<br />

bir sergi yarattı.<br />

Bienale davet edilen 80’in üzerinde katılımcının 60’a yakını yeni<br />

yapıt üretti. Bienalin hazırlık sürecinde sanatçıların çoğu İstanbul’da<br />

araştırma ya da mekân gezileri yaparak bienale uzun soluklu bir çalışmayla<br />

hazırlandılar. Her keşifte Boğaz’da yapılan tekne yolculukları<br />

adeta bir ritüel haline geldi. Böylelikle tuzlu su, dalgalarıyla ve<br />

vaatleriyle hem zihin açıcı hem de meydan okuyucu bir kaynağa dönüştü.<br />

Mekânlara ulaşım için deniz taşıma araçlarının kullanılması<br />

ve denizin üstünde vakit geçirilmesi izleyiciler için de bu bienali şekillendiren<br />

ilham kaynaklarına yakınlaşmakta önemli rol oynuyor.<br />

yılından beri ekibinde bulunduğum ve yılından beri<br />

direktörü olduğum İstanbul Bienali, son on sene içinde sanatsal olarak<br />

yeni formlar, yeni kavramlar sunduğu ve farklı tartışma alanları<br />

açtığı için uluslararası sanat dünyasının en merakla beklenen<br />

sergilerinden biri haline geldi. Bu süreç İstanbul Bienali’nin birlikte<br />

çalıştığı küratörler ve sanatçıların yanı sıra ekiplerinin adanmışlığı<br />

ve heyecanları sayesinde gerçekleşti.<br />

İstanbul Bienali, uluslararası alanda çığır açıcı bir sergi yapımının<br />

uğraşındayken, şehirde her defasında daha da geniş bir kitleye<br />

ulaşmayı arzuluyor. Bu amaçla ücretsiz gerçekleştirilen bienali,<br />

yılında yaklaşık kişi ziyaret etmişti. Bu sene dalga<br />

dalga şehre yayılan sergimizi takip etme deneyiminin her bir izleyici<br />

için farklı olacağına inanıyor, tuzlu su üzerinde zihinsel yolculuklarla<br />

herkesi bu serüveni keşfetmeye davet ediyorum.


XXIV<br />

Bige Örer<br />

Önsöz / Foreword<br />

XXV<br />

Bige Örer<br />

The 14 th Istanbul Biennial<br />

Whether it spoke or whether it simply made noise, or even if it could<br />

not be defined – we were after lending an ear to everything that exists<br />

and was imagined. At times we explored different ways of listening to<br />

objects; we pondered the innovative common denominators and differences<br />

of intellectual and artistic approaches. Paying heed to what the<br />

world said, we looked around us with the transformative power of art.<br />

<strong>SALTWATER</strong>: A Theory of Thought Forms is an exhibition that<br />

places the transformative power of art at its core. Can the vitality of art<br />

invigorate the chequered lives of each and every individual, as well as<br />

those of groups, communities, societies and even geographies whose<br />

histories are fraught with trauma? Hinting at this possibility, SALT-<br />

WATER does not merely declare a painful history and then move on<br />

and forget. Through art, it listens to the place in which it dwells – its<br />

present and all its times. It upholds the belief that, on the centennial of<br />

the sorrows endured in these lands, the path to light lies not in covering<br />

up sufferings, but in making them known and confronting them. It<br />

presents the artists’ views of the world as a series of waves and knots,<br />

correlations between reality and the surreal, consciousness and the<br />

unconscious, the poetic and the political, form and aesthetics. Drafted<br />

by Carolyn Christov-Bakargiev, the 14th Istanbul Biennial presents a<br />

joint thought experiment with numerous fields of research such as art,<br />

mathematics, science, neuroscience, architecture and oceanography.<br />

Since , each Istanbul Biennial has forged a unique relation<br />

with the city, built from different angles. The common denominator<br />

is an embrace of the city, the establishment of an intimate connection<br />

with audiences and the identification of spaces that support the<br />

conceptual framework of the exhibition. In this edition, the Biennial<br />

spreads across the city via the Bosphorus, which passes through its<br />

middle. <strong>SALTWATER</strong> follows the rhythm of the Bosphorus and makes<br />

fluid connections as it travels through the city. From Rumeli Feneri,<br />

where the Black Sea meets the Marmara Sea, to Kadıköy; from Şişli to<br />

the Golden Horn and Princes’ Islands, it constructs a brand new theory<br />

of thought forms, explored in more than thirty venues on land and sea.<br />

The number of venues and their distribution slows down the speed of<br />

experiencing the exhibition, allowing viewers to take time for contemplation.<br />

In addition to group shows at Istanbul Modern, Arter, the Italian<br />

School and Galata Greek School, artists present solo exhibitions in<br />

alternative spaces such as former and current schools, car parks, hotel<br />

rooms, warehouses and old residences.<br />

Perhaps the most critical move in venue selection is the Princes’<br />

Islands, included in the Biennial’s route for the first time in its history.<br />

The islands are not only a stop, but a key reference point of this event.<br />

Sivriada (Oxeia Island), where almost a century ago, some 80,<br />

stray dogs were abandoned to die, opens up the possibility of transforming<br />

yet another trauma through art. Trotsky, thinker and revolutionary,<br />

who wrote his autobiography while on exile in Büyükada<br />

(Prinkipo Island) between and , inspired the artists who produced<br />

new works on the island.<br />

Carolyn Christov-Bakargiev who drafted this biennial SALT-<br />

WATER: A Theory of Thought Forms created a multi-layered exhibition<br />

drawing on her knowledge of artistic, philosophical and political<br />

issues, along with her talent in bringing together different spheres, as<br />

well as the energy with which she infects those around her.<br />

During the Biennial’s preparatory phase, most of the eighty-plus<br />

artists invited to participate conducted extensive research on site visits<br />

to Istanbul in preparation for the exhibition. Close to sixty have created<br />

new works. On each expedition, the boat rides on the Bosphorus<br />

became a kind of ritual. Thus, with its waves and promises the saltwater<br />

turned into a source both eye-opening and challenging. Using<br />

sea transportation to reach the venues and spending time on the water<br />

plays an important role for audiences, too, allowing them to get closer<br />

to the sources of inspiration that have drafted this 14th Biennial.<br />

The Istanbul Biennial, whose organising team I have part of since<br />

, and of which I have been the director since , has become<br />

one of the most anticipated exhibitions in the international art world<br />

over the past decade. It offers new forms, new concepts, and opens up<br />

different spaces for discussion. This process has been possible through<br />

the commitment and enthusiasm of the curators and artists, as well as<br />

the various teams with whom we have worked.<br />

While striving to produce a ground-breaking exhibition in the international<br />

arena, the Istanbul Biennial aspires each time to reach an ever<br />

wider audience in the city. To this end, it can be visited free of charge,<br />

and in it was attended by around , people. With the belief<br />

that each viewer will enjoy a unique experience of our exhibition, I invite<br />

everyone to explore this saltwater adventure through the city.<br />

Translated by Liz Erçevik Amado & Irazca Geray


Giriş<br />

Introduction


XXVIII<br />

Carolyn Christov-Bakargiev<br />

Giriş / Introduction<br />

XXIX<br />

Carolyn Christov-Bakargiev<br />

<strong>TUZLU</strong> <strong>SU</strong>: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori<br />

“Hayat bir biçim, biçim de hayatın kipidir.” (1)<br />

I. Olay ne<br />

Hayatla sanat arasında çarpışmalar, ikisini birbirine bağlayan düğümler vardır.<br />

Bazen sanat yapıtları gibi simgesel düzene ait yapıtların; hikâyeler, tarih ve söylenceler<br />

aracılığıyla imgesel sistemlerimize girmiş olayların meydana geldiği yerlere<br />

yerleştirilmesi bile sanat yapıtlarını dönüştürmeye yeter; söz konusu yapıtlar ayinsel<br />

ve büyülü bir hayata kavuşur. Bağlamları, bizim eksiklik/mevcudiyet, gerçek/imgesel<br />

veya şimdi/geçmiş gibi huzurlu kategori ve ayrımlarımızı sarsan bir kısa devreye yol<br />

açar. Böyle bir sarsıntı sanat yapıtlarının iş görme, fail olma ve dünyayı dönüştürme<br />

gibi kabiliyetlerinin önünü açar.<br />

Antropolog Marilyn Strathern’e ilham borcunu kabul eden Donna Haraway (ki ben<br />

de ona olan borcumu kabul ediyorum) şöyle yazar: “Başka meseleleri düşünmek için<br />

hangi meseleleri kullandığımız önemlidir; başka hikâyeleri anlatmak için hangi hikâyeleri<br />

anlattığımız önemlidir; düğümleri hangi düğümlerin düğümlediği, düşünceleri<br />

hangi düşüncelerin düşündüğü, bağları hangi bağların bağladığı önemlidir.” (2) Bazı<br />

hikâyeler hikâye anlatmaya son verir, hayal gücünü köstekler, herhangi bir dönüşüme<br />

neden olmaz, herhangi bir dünya geliştirmezler. O halde, bir ağacın dalları misali, başka<br />

hikâyeler anlatılabilmesi için birbirimize ne gibi hikâyeler anlatabiliriz?<br />

<strong>TUZLU</strong> <strong>SU</strong>: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori, bir materyalin –tuzlu su– ve düğümlerle<br />

dalgaların çelişen imge-biçimlerinin etrafında dönüyor.<br />

Sergi bir kitap; katılımcıları ve sergilenen yapıtları listeleyen, sponsorlara, dostlara,<br />

hamilere ve destekçilere, sergi için çalışan ekibe ve sergiyi yaratanlara katkıları için<br />

teşekkür eden, ama aynı zamanda bir araya getirdiği yeni yazılarla, sanatçıların seçtiği<br />

metinlerden oluşan bir antolojiyle ve çizimleriyle (ki bu düşünce ve kaçış çizgileri<br />

kendine özgü bir sistem gibi işleyen gevşek bir organizma oluşturuyor) okura yol gösteren<br />

elinizdeki bu kitabı meydana getiriyor.<br />

Sergi, çizginin nereye çekileceğine, sanatta araştırmanın ve araştırma süreçlerinin<br />

diğer bilgi alanları (biyo-bilimlerin, fizik ve matematiğin yanı sıra hikâye anlatıcılığı,<br />

felsefe, psikanaliz ve psikanalizin kontrpuanı olan günümüz nörobiliminin beyin incelemeleri)<br />

ile yeniden ilişkisini kuracak organik ve çizgisel olmayan biçimler aracılığıyla<br />

nerede geri çekileceğine, nerede yaklaşıp nerede uzaklaşacağına bakıyor. Bunu da,<br />

açık denizlerde, düz yüzeyler üzerinde parmak uçlarımızla yaptığı gibi, sualtının derinliklerinde,<br />

kat kat şifrelemeler açılmadan önce de yapıyor.<br />

Sergi, otoriter rejimlerde sanatçıların, özgürleşmenin çeşitli biçimlerini oluşturan yapıtları<br />

o toplumları eleştirse de, söz konusu yapıtlar kullanıldıklarında etkinleştirilen<br />

dönüştürücü eylemlilikleri nedeniyle birer araç gibi kullanılabilirlerse de, çoğu zaman<br />

soyutlama yoluyla veya şifrelenmiş ve üstü örtülü dillerle konuştuklarını unutmuyor. (3)<br />

Sergide, sanatçılardan istenmiş yapıtların yanı sıra, okyanusbilim tarihi, çevre araştırmaları,<br />

deniz arkeolojisi, Art Nouveau, nörobilim, fizik, matematik ve teosofi gibi alanlardan<br />

alınmış malzemeler ve ’te bir arkadaşımla birlikte Robert Smithson’ın Great<br />

Salt Lake’teki (Büyük Tuz Gölü) Sarmal Dalgakıran'ından topladığım birtakım kristaller<br />

sunuluyor. Tarihsel olarak yapıtlar, nöronu keşfetmiş olduğu için ’da Nobel Ödülü<br />

almış olan Santiago Ramón y Cajal’in ’te resmettiği bir dalga tablosundan, Annie<br />

Besant ve Charles Leadbeater tarafından yayımlanmış olan ve modern soyutlamayı<br />

öngördüğü gibi görünmez olanın tezahürüne de kalıcı bir ilgi uyandırmış olan çığır açıcı<br />

Düşünce Şekilleri'ne (–05), Füsun Onur'un hareket eden bir kayıkta bir şiirin duyulabileceği<br />

yeni işine, Aslı Çavuşoğlu’nun Ermenilerin bir böcekten kırmızı boya elde<br />

etme tekniğine gönderme yaparak hakikatlerin ortadan kaldırılması üzerine düşünen<br />

yeni bir enstalasyonuna, Theaster Gates'in Chicago ile İstanbul arasındaki kültürel<br />

buluşma noktasına varıncaya dek geniş bir yelpazeye yayılıyor.<br />

Rene Gabri ve Ayreen Anastas’ın hatırlattığı gibi, “parrhesia” kelimesi eski Yunan’da<br />

doğruyu söylemek anlamına geliyordu. İkna retoriği ve birçok yalanın egemen olduğu<br />

bir dünyada, parrhesia imkânsız veya en azından ihtimal dışı, belki de ütopik bir<br />

durum gibi görünüyor. Yine de, <strong>TUZLU</strong> <strong>SU</strong>: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori vesilesiyle<br />

Gabri ve Anastas ’de katledilmiş Ermeni bir Türkiye vatandaşı olan gazeteci<br />

Hrant Dink’in ve onun ’da kurduğu Ermenice-Türkçe Agos gazetesinin bürosuna<br />

yeni bir ad vermeyi tercih ederek “Parrhesia Merkezi” dediler. Niyetleri parrhesiastların<br />

(doğruyu söyleyenler) buluşmalarına evsahipliği yapmak ve önümüzdeki yıllarda,<br />

İstanbul Bienali’nden sonra bile, çeşitli ifade özgürlüğü ve açıksözlülük biçimlerini<br />

sürdürmekti. Bütün serginin mikrokozmosunu oluşturduğuna inandığım bu merkez<br />

veya buluşma yerini açıklamak için Gabri ve Anastas şunu yazdılar:<br />

Burası hem zaman hem de mekân bakımından bir “aralık”: Bununla<br />

şunun arasında, konuşmak ile eylemde bulunmak arasında, okumak<br />

ile kullanmak, öğrenmek ile öğrendiğini unutmak arasında –sabitlenmiş<br />

sınırların sorgulandığı ve ayırt edilemez, iş görmez duruma getirildiği<br />

bir mekân. “Tarih” diye miras aldığımız şeye nasıl layık olabileceğimizi<br />

ve başımıza gelenlerle nasıl başedeceğimizi düşünmeye yönelik<br />

bir mekân. Merkezi ayakta tutansa Parrhesia Dostları Cemiyeti:<br />

Bariyerler ve dışlamaların ortadan kaldırılmasını arzu eden bir cemiyet.<br />

Dilleri harmanlayan ve ufkunda Babil Kulesi olan bir cemiyet.<br />

Kendi kendiyle çelişme ve tutarsızlık gibi suçlamaları kabul eden bir<br />

cemiyet.<br />

Gerçekliği, görünüşün gözden kayboluşu olarak sahnelenmesi şeklinde<br />

anlayan bir cemiyet.<br />

Tarihsel, kültürel ve psikolojik kabulleri sarsmaya çalışan bir cemiyet.<br />

Bu cemiyetin düşmanları, kültürel uyuşmacılık veya uzlaşmaz rasyonalizm<br />

ve “gericilik”le metne veya söze el koyanlardır.<br />

Dostlarıysa bir oluş, sabitleştirmeme, menteşe sökme, çalıştırma,<br />

hatta anlama sürecini arzu ederler. (4)<br />

<strong>TUZLU</strong> <strong>SU</strong>: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori dediğimiz tuzlu proje yelpazesinin, angaje<br />

ve dobra söz edimleri konusunda aynı dürtüyü taşımakla birlikte öteki ucunda<br />

yer alan Pierre Huyghe, İstanbul’da bitmiş bir sanat yapıtı sunmak yerine bu geçici<br />

sergi kapsamında bir proje başlatmaya ve iş görmez yapıtını önümüzdeki yıllarda<br />

devam ettirmeye karar verdi. (5) Huyghe, ’teki Gezi Parkı isyanının şiddetle bastırılmasından<br />

iki yıl sonra düzenlenen bir bienalde ve ulus inşası adına etnik kimliklerin<br />

yok edildiği travmatik bir geçmişi olan bir ülkede, gerek Karadeniz gerekse


XXX<br />

Carolyn Christov-Bakargiev<br />

Giriş / Introduction<br />

XXXI<br />

Ortadoğu’da etrafı kargaşa ve savaşla –şu anda ben Büyükada’daki inziva köşemden<br />

yazarken bile aktif olarak katıldığı savaşlarla– çevrili bir ülkede neler yapılabileceğini<br />

anlamak ve bana tavsiyelerde bulunmak için ’te İstanbul’u ve Boğaz’ı gezdi.<br />

Gösterişli sanat sergisinin kurduğu iktidarın sistemik düzeni (Adorno bugün görse tüyleri<br />

diken diken olurdu) (6) ve “halka açık müze”, “geçici sergi” gibi modern ulus inşa modelleri<br />

üzerinde de düşündüğünden, Huyghe yüzünü exhibition (sergi) yerine in-hibition’a<br />

(içeri sergileme), yani bir birlikte-ortaya-çıkış ayini başlatabilmek için doğrudan<br />

görünürlüğün eksikliğine çevirmiştir. Tercihini azametli ama alçakgönüllü bir jestten,<br />

Bienal resmen bittikten sonraki yıllarda sualtında kendi kendine yeten, kendini yeniden<br />

üreten bir dünya ortaya çıksın diye denize bir sahne gömmekten yana kullanmıştır:<br />

“Bienal uzun vadeli bir dönüşüm ayini başlatmak için iyi bir vesile,” diyecekti. (7)<br />

Seçtiği mahal Marmara Denizi’nde, Sivriada yakınlarında çok anlamlı bir yer. Sivriada’ya<br />

gayri resmi olarak “Hayırsız Ada” da deniyor, çünkü İstanbul sokaklarından toplanmış<br />

binlerce köpek, Osmanlı İmparatorluğu’nun son demlerinde, ’da şehrin daha “modern”<br />

ve Batılı olma çabaları esnasında açlık ve susuzluktan ölmeye, acı acı ürümeye<br />

terk edilmiş, resmen katledilmişti. Huyghe’ün geçmiş yıllardaki sanatsal icralarından<br />

artakalanlardan meydana getirilmiş bu denize batırılan, yüzdürülemez/satılamaz (unsailable/unsaleable)<br />

sahne veya çerçevenin üstüne, kayaların yanı sıra Akdeniz arkeolojisinden<br />

elde edilmiş başka unsurlar önümüzdeki yıllarda dikkatle yerleştirilecek,<br />

bunlar da sualtındaki yaşamla öngörülemeyecek bir şekilde içeriden etkileşerek bir<br />

dünyayı birlikte üretecekler. “Marmara Denizi’nin dibinde”, diye yazıyor Huyghe,<br />

sürgün adası olan Sivriada’nın deniz yatağındaki mevcut kaya oluşumlarının<br />

etrafına kurulmuş somut bir sahne yüzeyden dışlanmış<br />

nesnelere, Akdeniz bölgesinin tarihinden artakalmış ürünlere kucak<br />

açar. Bu sahne gitgide büyüyen koleksiyonun içinde ve dışında<br />

evrim geçiren ve onu sürekli dönüştüren özgül deniz yaşamını içine<br />

alır. Biyolojik yinelemeler, hayvanların içgüdüsel davranışları, doğal<br />

fenomenler ve insan mamullerinin birlikte varoluşu bir zuhur, kendi<br />

kendine düzenlenme, yeni oluşumlar ve farklı haller üretir. (8)<br />

Sevgili okurlar, sizleri bu yere tekneyle götüreceğiz, ama sahnemize rahat rahat<br />

bakabilesiniz diye teknenin tabanı cam olamayacak veya o derin karanlığa dalasınız<br />

diye dalgıç kıyafetleri dağıtmayacağız. (9)<br />

Shakespeare’in Fırtına’sında (), Miranda, bir gemiyi hileyle batıran ve büyücü<br />

de olan babası Prospero’dan fırtınayı bitirmesini ister:<br />

Bu vahşi sular senin marifetinle kükrüyor olmasın böyle!<br />

Eğer öyleyse, bırak artık durulsunlar sevgili babacığım.<br />

Deniz göğe uzanıp yanaklarındaki ateşi söndürmese,<br />

Pis kokulu zift yağacak yukarıdan neredeyse.<br />

Ah, o acı çeken insanları gördükçe,<br />

Ben de acı çektim onlarla birlikte. Harika bir tekne<br />

(Ki kuşkusuz soylu kişiler taşıyordu içinde)<br />

Paramparça olmuştu. Ah, her çığlık,<br />

Gelip şu yüreğime çarpıyordu.<br />

Zavallı insanlar, hepsi öldü. (10)<br />

İnsan bu acı, adaletsizlik ve suiistimal hikâyesini anlatarak bir parrhesia durumu ortaya<br />

çıkarabileceği gibi, sanatın –adaletsizlikleri kınama üzerine kurulu en radikal sanat<br />

yapıtının bile– iktidar sahipleri için hep bir yanlış bilinç biçimi olarak iş gördüğüne inanıyorsa,<br />

yüzünü sualtı dünyasına, kompostlamaya, hayatın gezegende serpilmesine<br />

ve dönüşüm ile değişime de çevirebilir. Sanattaki olası ben-bilirimci manipülasyonlardan<br />

ve çoğunlukla insanın iradesi dışında manipüle edilen kınayıcı söz edimlerinden<br />

kaçınmayı amaçlayan böyle bir tercihte alçakgönüllülük ve hakikat niteliği vardır.<br />

Aynı oyunda, babasını kazada kaybettiğini sanan kazazede Ferdinand’a Ariel’in söylediği<br />

şarkının ikinci kıtasında, bu tür bir kompostlama okuruz ve denizin dibindeki<br />

köpeklerin kemikleri veya karanlık yüzü kölelik olan Aydınlanma döneminde yüzyıllarca<br />

gemilerden atılan bedenler (Ellen Gallagher'ın bu sergi için yaptığı enfes yeni<br />

resimleriyle anımsattığı gibi, Atlas Okyanusu, yüzyıllarca Orta Geçit'in cesetlerini<br />

yutmuştur) ya da yine gemiden atılan bedenlerin turistlerin güneşlendiği Sicilya<br />

plajlarına vurduğu bir zamanda günümüz Akdeniz’inin suları aklımıza gelir:<br />

Tam beş kulaç dipte yatıyor baban;<br />

Kemikleri şimdi mercan oluyor;<br />

Bir çift inci artık gözlerinde duran;<br />

Hiçbir parçası yok olmuyor;<br />

Harika bir şeye dönüyor bence.<br />

Deniz değişiminden geçtikçe. (11)<br />

Dolayısıyla Boğaz’daki bu sergi, dünyamızı şiirsel bir biçimde şekillendirip dönüştüren<br />

dalgaların farklı frekanslarını ve örüntülerini, suyun akıntı ve yoğunluklarını<br />

dikkate alıyor. Sanatla birlikte ve sanat aracılığıyla yas tutuyor, hatırlıyor, kınıyor,<br />

iyileşmeye çalışıyoruz ve kendimizi bu mekânda beraber yaşamış birçok topluluğun<br />

neşe ve canlılık olasılıklarına adıyor, biçimden yeşeren yaşama sıçrıyoruz.<br />

Düzensiz dalga örüntülerini ve organik büyümeyi araştıran en açık sanatsal projelerden<br />

biri Christine Taylor Patten’ın işi: Sanatçı minimal malzemelerle, kâğıt<br />

üstüne, kalem olarak karga tüyü ve siyah mürekkep kullanarak, “mikrolar” dediği<br />

bir inçkare ebadında minicik çizim üzerinde çalışıyor. Söz konusu çizimler<br />

tıpkı evrenin kendisi gibi bir ilk noktadan ortaya çıkıp açılıyor:<br />

Milattan sonraki iki bin yılı temsil eden dizide ayrıntılara girmek için<br />

her bir çizim bir önceki çizimde bulunan bir olaydan yola çıkıyor. Bu<br />

minicik alanda, organikten geometrik soyutlamaya varıncaya dek<br />

çizimin bütün sözvarlığı bize bir dünya ifşa ediyor ve çizimin evreni<br />

muazzam bir ölçek üzerinde dönüşüp değişiyor. Zaman, mekân,<br />

enerji, biçim, işte sanatçının bir ömür boyu çizginin potansiyel, sonsuz<br />

olanaklarıyla girdiği angajmana derinlemesine dayalı olan bu<br />

sıradışı kavramsal projeden zuhur ediyor. (12)<br />

Suyun yüzeyinde olan ile suyun altında olan arasındaki ilişki daha geniş bir meseleye,<br />

görünür olan ile genellikle görülmeden kalan meselesine bağlıdır. Sosyalist, teosofist ve<br />

feminist Annie Besant’ın (–) on dokuzuncu yüzyılın sonunda gördüğü üzere,<br />

“düşünce şekilleri” imgesel alanın cisimleşmiş kendilikleridir, genellikle görünmez kalan<br />

şeyin görünür ve kıpır kıpır halleridir. Gerçek dünyanın ancak farkındalık, düşünme veya<br />

dikkat gibi yoğun haller içinde kavranabilen biçimleridir. Besant’ın Charles Leadbeater


XXXII<br />

Carolyn Christov-Bakargiev<br />

Giriş / Introduction<br />

XXXIII<br />

ile birlikte yazdığı ve ’te (13) yayımlanan ilgili kitabı, modern soyut sanat teorisinin<br />

ilk örneklerinden biridir; ve doğrudan doğruya arzu ve düşüncenin ürettiği biçimlerin<br />

görselleştirilmesini ele alır. Kataloğumuzda Pietro Rigolo’nun yazdığı gibi:<br />

Sanat her zaman düşünce şekillerinin temsilini içermiştir ve bir açıdan,<br />

bizzat bir düşünce şeklidir. Bununla birlikte düşünce şekilleri,<br />

sanat üzerine düşünmek için bir model olarak kullanılabilir: İkisinde<br />

de gerçek, imgesel ve simgesel düzeyler iç içe örülmüştür ve bizler arzumuzla<br />

ne yapacağımıza dair etik bir problemle karşı karşıyayızdır. (14)<br />

Besant, Adyar’da (Hindistan) yaşıyordu ve Britanya İmparatorluğu'na karşıydı;<br />

Hindistan Ulusal Meclisi’ne kabul edilen ilk kadın olacaktı. Fabiancı bir sosyalistken<br />

kadim ve çağdaş dinleri karşılaştırmalı olarak inceleyen ve ırk, din ve milliyet<br />

ayrımı yapmaksızın bütün insanların eşitliğine inanan maneviyatçılara, teosofistlere<br />

katıldı. Teosofistler doğayı anlamak ve sevmek için bilimi incelemek gerektiğine<br />

de inanıyorlardı; ilk çevreciler arasındaydılar.<br />

Madam Blavatsky ve Besant gibi teosofistler evrene nüfuz etmiş örüntü ve dalgaları<br />

(nabzımız da, nefes alışverişimiz de birer dalgadır) algılama yeteneklerini<br />

eğitmişlerdi. Yeni bir anlam yükledikleri yogayı pratiklerine dahil ettiler ve her<br />

birimizin görünmez alanı görme yeteneğine inandılar; dönem Nikola Tesla’nın<br />

radyo iletimleriyle ilgili deneylerini yaptığı (), Guglielmo Marconi’nin radyoyu<br />

icat edip patentini aldığı () ve Wilhelm Conrad Roentgen’in X ışını dediğimiz<br />

elektromanyetik radyasyonu keşfettiği () dönemdi.<br />

Günümüzde bazı sanatçıların ve kültür pratisyenlerinin gizli iktidar yapılarını anlama<br />

ve dijital toplumun görünmez şifrelerinden azade olma girişimleri ile bu fikirler arasında<br />

bir ilişki var (Ed Atkins). <strong>TUZLU</strong> <strong>SU</strong>: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori’deki kimi<br />

sanat yapıtlarının ve yazıların esin kaynağı, işte bu yeni gerçekçilik biçimidir (temsilî<br />

gerçekçilik değil, bireyler ve şirketlerin hayatımıza yönelik gizli manipülasyonlarının<br />

somut bir görünüşü ve zuhuru): Susan Philipsz, Irena Haiduk, Cevdet Erek, Georgia<br />

Sagri, Ania Soliman ve Zeyno Pekünlü’nün yanı sıra Besant ve Leadbeater’ın kitabındaki<br />

guaşların Lea Porsager tarafından gerçekleştirilmiş el yapımı kopyaları anılabilir.<br />

Yazılara örnek olaraksa Alexander Provan ile Beatriz Colomina’yı zikredebiliriz.<br />

Görünmez olanın bir maddeselliği olduğunu, dolayısıyla zihin/beden ayrımı diye bir<br />

şeyin olmadığını, düşünceler ile diğer maddi şeylerin kendi içlerinde etkileştiklerini<br />

algılamak feminist (Karen Barad (15) ) ve bilimsel (klasik değil de kuantum fiziği) bir<br />

düşünme tarzıdır. Zihnin beden tarafından ve bedenle birlikte belirlendiğini düşünmek<br />

ve günümüzde bir yandan organik olana, öte yandan da mekanik ve teknik olana<br />

(toplumun teknolojik donanım/yazılım tertibatlarına merakı) duyulan kültürel saplantıda<br />

bulunan nevrozların farkında olmak aynı zamanda psikanalitik bir düşünme tarzıdır<br />

(Bracha Ettinger, Senam Okudzeto, Daria Martin, Marcos Lutyens).<br />

Cevdet Erek, yeni enstalasyonu Bir Ritim Mekânı – Otopark’ta Tophane bölgesinin<br />

nezihleştirilmesi süreci içinde yıkılması planlanan, ’ta inşa edilmiş beton bir<br />

otoparkı son bir veda edimi olarak boşaltıp temizledi, böylece bir boşluk meydana<br />

getirdi. Zaman ve mekânın ses ve fiziksel unsurlar aracılığıyla bu şekilde birbirine<br />

eklemlenmesi aynı zamanda insanların şehir parkları gibi kamusal alanlarda veya<br />

arabanızı park etmek gibi günlük faaliyetler içinde diğer aralıklarda toplanmalarına<br />

gönderme yapıyor. Bu yapıt, Erek’in ’deki Raum der Rhythmen (Ritimler<br />

Odası) (16) işinin deneysel bir tekrarı. Erek ’de üç katmanlı ritimler aracılığıyla<br />

ses ve mekân üzerinde bir deney yapmıştı. Kullanılan ritimler günlük hayatın<br />

(gece/gündüzün doğal ritmi, biyolojik hayatla beden ve toplumsal hayatın ritimleri),<br />

müzikal ölçülerin ritimleri ve devrimler, darbeler gibi tarihin ritim ve dalgalarının soyut<br />

ritimleriydi. (17) Sergi süresince İstanbul için gerçekleştirilen bu açık projede bu<br />

ritimlere yönelik sonu gelmez bir araştırma kat kat açılıp değişiklikler gösterecek.<br />

II. Olay Nerede Geçiyor<br />

Sergi mekânları Avrupa ve Asya yakalarında, Karadeniz’den Marmara’nın Akdeniz’e<br />

yakın noktalarına doğru pek çok yere yayılmış bulunuyor. Şehrin merkezinden, İason<br />

ve Argonotların Altın Post’u ararken geçtikleri söylenen Karadeniz kıyısındaki<br />

Rumeli Feneri’ne doğru seyahat edeceksiniz. Sonra, yıl önce su geçidi olarak<br />

açılmış bir sismik fay hattı olan kıvrımlı ve daracık Boğaz’dan Akdeniz’e doğru, Büyükada’da<br />

(Marmara Denizi’ndeki Prens Adaları’ndan biri. Vaktiyle Bizans imparatorları<br />

düşmanlarını oraya sürgüne gönderirlermiş, Lev Troçki de arasında<br />

dört yıl bu adada yaşamış) Splendid Otel ve Troçki Evi gibi mekânlara, Galata’da<br />

Vault Karaköy The House Hotel’e ve Tophane'de İtalyan Lisesi’ne, Kadıköy’de bir<br />

sanatçı atölyesinin yanı sıra ARTER, İstanbul Modern, SALT Galata ve DEPO gibi<br />

sanata özgü mekânlara seyahat edeceksiniz.<br />

Grup sergilerine ev sahipliği yapan sadece dört yer var: İstanbul Modern, ARTER,<br />

Rum Okulu ve İtalyan Lisesi. İstanbul Modern’de “Kanal” adını verdiğim uzun, dar bir<br />

mekânda tersten bir Wunderkammer, yani Nadire Kabineleri bulacaksınız. Kanal, tıpkı<br />

bir Klein şişesi (içinde bir şey bulundurabilen bir kap olduğu halde içi ve dışı olmayan<br />

bir biçim) (18) gibi, farklı kaçış çizgileriyle içeri ve dışarıyı birbirine düğümlüyor. Bu matematik<br />

nesne veya cisimleşmiş düşünce biçimi, ilk olarak Alman matematikçi Felix Klein<br />

tarafından ’de betimlenmişti. Yönsüz yüzeyin örneklerinden biri üç boyutlu bir Möbius<br />

şerididir (içeriyle dışarının yer değiştirebildiği bir yapı) ki sergi için uygun bir imge<br />

oluşturuyor. Bir iç mekânın (sergi) kendisine göre nasıl bir dışarı (genel olarak dünya)<br />

yaratabileceğine göndermede bulunuyor. “Kanal” dediğimiz bu Klein şişesinde durup<br />

bakanlar, dünyada bulunmuş, yapılmış unsurların birlikte mevcut olduğu, çeşitli<br />

failliklerin anlatımlarının bir araya getirildiği bir mekânda, nesnelerin sanat alanı içinde<br />

ve dışında olma deneyimine bağlı olarak nasıl işlev gördüğüne yoğunlaşabilirler.<br />

İstanbul Modern’deki Kanal hem Boğaz’a hem de nöronlarımızın “sodyum kanalı”na bir<br />

gönderme. (19) Kanal’da Orhan Pamuk’un eskiz defterindeki çizimlerden okyanusbilimci<br />

Emin Özsoy’un Boğaz’daki kayıtlarına varıncaya dek farklı bilgi alanları arasındaki<br />

söyleşiler boy gösteriyor. Kıyaslanamaz, ölçülemez görüneni kıyaslamak her zaman<br />

için zordur. Özne felsefesine ve arıların dansına aynı anda bakmak zordur. Ancak farklı<br />

alanlar arasındaki sınırları korumanın internet çağında pek anlamı yok. Derin düşünceye<br />

kabiliyetimiz var; çeşitli ilgili alanları üzerinde gezinmeye dönük yakın zamanlı kabiliyetimizle<br />

birlikte icra edilmesi, onunla ittifak içine sokulması gereken eski bir kabiliyet<br />

bu. Sanat, ister ziyaretçi olsun isterse sanatçı, bilimci, tarihçi, kurmaca yazarı veya filozof,<br />

benzer düşünen insanlar arasındaki bu tür çapraz ittifakların deneylenmesi ve icra<br />

edilmesi –ve bu karmaşıklığı doymak bilmez bir bilgi açlığına düşmeksizin, kuşkucu bir<br />

açıklıkla düşünmek– için bir platform oluşturuyor. Kanal’da bir dizi unsur birlikte “yüzüyor”.<br />

Tuzlu suyu düşünmek suretiyle, İstanbul’daki depremi gibi geçmiş travma<br />

ve serpilme katmanlarının yanı sıra on dokuzuncu yüzyıl mimarisinde Art Nouveau’nun<br />

gelişmesinin arkasındaki itici güçleri, özellikle de depremden sonra (İstanbul’a ’te<br />

gelen) imparatorluğun resmi mimarı ve şehrin büyük bir kısmını Sultan Abdülhamid’in<br />

’da tahttan indirilmesinden önce Ermeni, Fransız ve Türk meslektaşlarıyla birlikte<br />

benzersiz bir Art Nouveau üslubuyla yeniden inşa etmiş olan Raimondo D’Aronco örneğiyle<br />

ele alıyorum. Art Nouveau, asimetri ve hareketi, organik akma biçimini mimari


XXXIV<br />

Carolyn Christov-Bakargiev<br />

Giriş / Introduction<br />

XXXV<br />

biçimin ve günlük hayatta etrafımızı saran nesnelerin dikgen karşıtı bir özgürleşmesi<br />

olarak geliştirmiştir. Bunun için de dikkatini organizmalara, bitki, hayvan ve çiçeklerdeki<br />

doğal büyüme seyirlerine ve bunların morfolojilerine çevirmiştir. Jacques Lacan’ın<br />

’lerde yaptığı düğüm çizimleri, Brezilyalı sanatçı Frans Krajcberg’in “düğümlü”<br />

resimlerinden ve Émile Gallé’nin on dokuzuncu yüzyıl sonunda yapmış olduğu Art<br />

Nouveau vazolardan bir seçki ve Patrick Blanc’ın dikey bahçeleri için hazırlamış olduğu<br />

çizimlerle birlikte sergileniyor. Bunlar bir arada, erken dönem organizmacılığın<br />

devrimci potansiyelini günümüzün biyo-mimarisi ve çevreciliğiyle kompostluyor.<br />

Kanal’daki bu unsurlar otuz ayrı mekâna yayılmış olan Tuzlu Su’nun geri kalanını<br />

gezmek için bir anahtar sunuyor. Kamusal alanın kısa süreli ve geçici yaşam<br />

alanlarıyla bağlantı içinde yeniden kurulması önermesi çerçevesinde, söz konusu<br />

mekânların her biri tek bir katılımcının veya bir grubun yapıtına ev sahipliği yapıyor:<br />

otel, tekne, eski bir sosyal konut, deniz feneri, dükkân, eski bir banka şubesi,<br />

özel bir ev, derslik, kütüphane, Troçki’nin eski geçici ikametgâhının kıyısı.<br />

III. Tuzlu Su<br />

İstanbul Bienali’ni gezerken bu şekilde tuzlu suyun üstünde ve içinde epey bir<br />

vakit geçirmiş olacaksınız. Füsun Onur’un sanat eseri, bir şiirin sesli okunduğu küçük,<br />

beyaz bir tekne. Boğaz boyunca bir aşağı bir yukarı seyahat ediyor. Mekânlar<br />

arasında, özellikle vapurlarda seyahat ederken sanat deneyimi biraz yavaşlamış<br />

olacak. Bu da çok sağlıklı bir durum: Tuzlu su solunum sorunlarının ve başka nice<br />

hastalığın tedavisine yardımcı olur, ayrıca sinirleri gevşetir. Endosimbiyotik iç-etkileşimle<br />

ilgili mevcut teoriler (20) en küçük hücre veya bakterinin en eski veya en temel<br />

duyu yetisinin su ve tuzun, yani dünyada en fazla bulunan ve her türlü hayat için<br />

temel nitelikte olan maddelerin mevcudiyetini duyumsamak olduğunu hatırlatıyor.<br />

Tuzlu su aynı zamanda dijital çağ için en aşındırıcı maddi tehdit anlamına geliyor:<br />

Akıllı telefonunuzu tatlı suya düşürseniz, kurutup muhtemelen kullanabilirsiniz.<br />

Ama tuzlu suya düşürürseniz, telefonunuz malzemede meydana gelen kimyasal<br />

moleküler değişimler nedeniyle mahvolur. Tuzlu okyanuslarımızda, kıyılardan<br />

binlerce kilometre açıkta, sualtı ırmakları akıyor ve dijital enformasyon taşıyan<br />

kablolarımızı hiç beklenmedik biçimde çatlatan tortu ve akıntılar getiriyorlar. Bu<br />

iki sistem, organik ve dijital sistemler, tuzla birbirlerinden ayrılıyor.<br />

Tuz (sodyum klorür, NaCl) bir metal atomuyla bir ametal atomunun meydana getirdiği<br />

iyonik bir bileşiktir. Bir molekülü meydana getiren bağlanmış iyonlardan<br />

değil, karşıt yükleri (biri pozitif diğeri negatif) olan iyonlardan oluşur. Ancak suda<br />

iki iyon ayrıdır; biri molekülün pozitif tarafına, öbürü negatif tarafına çekilmiştir. Bu<br />

gizemli birleşme ve hidrolizasyon içinde ayrılma örnekçesi, bu elektrik, değişim<br />

paradoksu –hadi buna çekim, itme, arzu, sevgi, güç, açgözlülük, nefret, ekonomi<br />

paradoksu veya bu kimyasal düşünce biçiminde her ne görmek istiyorsanız onun<br />

paradoksu diyelim– işte bu serginin/içe sergilemenin canevinde duruyor.<br />

Eski Çin’de deniz suyu işlenerek elde edilen, sonraları Keltler (yani “tuzcular”) tarafından<br />

ocaktan çıkarılıp dünyanın bütün halkları tarafından toplanan tuz, hem ticareti<br />

yapılan bir madde hem de maaşlar tuz olarak ödendiği ölçüde bir iktidar kaynağıydı<br />

(“asker” anlamına gelen İngilizce soldier kelimesi Latince salario, Eski Fransızca solde’dan<br />

türemiştir). Tuz antikçağda önemli bir metaydı, çünkü organik maddeleri (yiyeceklerimizi)<br />

korur, vücutlarımızın ve besi hayvanlarımızın sağlığı için gereklidir. Tuz hem<br />

gözyaşlarımızın suyu hem de hayatın tadı tuzudur; pozitif ve negatif yüklü iyonlar molekülleri<br />

bir araya getirerek gezegende hayatı mümkün kılan tuz kristallerini oluşturur.<br />

Sodyum nörolojik sistemimizin, dolayısıyla da bütün yaşamsal sistemlerimizin<br />

çalışmasını sağlar; kelimenin tam anlamıyla bizi hayatta tutar. Sinir hücrelerimizin zarlarını<br />

açmalarını, böylece polarizasyondaki bir değişme (hareketsizken sodyumlu hücrenin<br />

dışı pozitif yüklüdür ama potansiyel eylem sırasında bu polarite tersine çevrilir) sayesinde<br />

enformasyonun elektrikle taşınıp beynimizin iletişim kurmasını, vücutlarımızın<br />

hareket etmesini, kalplerimizin atmasını sağlar. Nöronun içiyle dışı arasındaki iletişim<br />

kanallarını uyarır. Çünkü sodyum hücre zarındaki potansiyel elektriği yükseltir, o da dalgalanır<br />

–biçimsel olarak bir dalga örnekçesine bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Sözünü<br />

ettiğimiz elektrik salınımlarının fiziksel olarak bulunduğu yer sinapstır.<br />

IV. Dalgalar ve Düğümler<br />

Hem zamanı askıya alan durdurulmuş hareketler vardır (denizler, okyanuslar üzerinde<br />

insan taşımacılığının düğümleri, savaş, emek, etnik temizlik düğümleri) hem<br />

de dalgalar gibi dağınık ve tekrarlanan hareketler vardır (ayaklanma dalgaları, jouissance<br />

dalgaları, elektromanyetik dalgalar).<br />

Hem kelimenin düzanlamıyla su dalgaları vardır hem de insan dalgaları, duygu ve anı<br />

dalgaları. Dalgaları teşhis ederek, görerek örüntülerinin farkına varırız –sualtındaki su<br />

örüntüleri, rüzgâr örüntüleri. Belki de bir dalga sadece zamandır –bir dalganın yüksek<br />

ve alçak noktaları arasındaki farkta duyumsanan his zamanı, dolayısıyla mekânı<br />

ve dolayısıyla yaşamı imleyebilir. Dalga sonuç itibarıyla bir düğüm olabilir mi?<br />

Dalgaların tekrarı ve saçılmayı andıran hareketleri de ayrıca düğümlenmiş çizgiler<br />

üzerinden düşünülerek askıda tutuluyor. Tarihin dalgaları vardır ve bir de isyanın<br />

dalgaları ve bir halk toplanmaya, bir araya gelmeye ve çizgiyi çekmeye karar<br />

verdiğinde görünür olan, öfkenin ve adanmışlığın dalgaları. Böylesi anlarda düğümler<br />

meydana gelir ve oluşan düğümler dalgaların akışını askıya alır.<br />

Matematikte, üç boyutlu uzaydaki bir düğüm kendisiyle kesişimi olmayan kapalı<br />

bir döngüdür. Düğüm Teorisi topolojide üç boyutlu manifoldlar incelemesinin<br />

parçasıdır. dolaylarında İskoç fizikçi Peter Tait iki düğümün ne zaman birbirinden<br />

“farklı” olduğunu anlamak için düğümlerin kapsamlı bir inceleme ve listelemesine<br />

girişti. “Farklı” ile “aynı” konusundaki sezgisel kavrayışı şöyleydi: Düğümlerden<br />

biri diğerine benzeyinceye dek üç boyutlu uzayda (kendisiyle kesişmesine<br />

izin verilmeksizin) yönlendirilebiliyorsa bu ikisi izotopiktir.<br />

Sonraki yıllarda Düğüm Teorisi özellikle matematikçiler/topolojistler tarafından<br />

araştırılan bir alan oldu, ama bugün (William Irvine’in su içinde düğümleri konu<br />

alan çalışmaları gibi incelemelerle) fizikçilerin evrenine geri döndü. Benim sezgilerime<br />

göre, beynin elastikiyetinin –bezemelerde çizgilerin girift üst üste ve “alt<br />

alta” binmelerine bakılarak– düşünce biçimleri yaratmak için icra edildiği noktada,<br />

sözgelimi Batılı Düğüm Teorisi tasarlanmadan önce yapılmış girift halılar veya<br />

karmaşık İznik çinileri incelenirken, Düğüm Teorisi bir estetikle bağlantı kurar.<br />

Düğümler birer tutuk hareket, dalgaların akışında birer hıçkırıktır. <strong>TUZLU</strong> <strong>SU</strong>: Düşünce<br />

Biçimleri Üzerine Bir Teori sergisi tarihin dalgalarına, aynı zamanda da tarihin<br />

düğümlerine, zamanın yavaşladığı ve hareketin –bazen nefes nefese– durdurulduğu<br />

zamanlara bakıyor. Bu düğümlü çizgilere hem sarsıntılar içinde bulunan zamanımızın<br />

merceğinden hem de arkeolojik açıdan, taşlar üzerinde çalışarak bakıyoruz.<br />

Sanat camiasındaki büyük düğümlerden biri, sanatın siyasi angajmanları ile içinde<br />

bulunduğumuz “bilgi kapitalizmi” çağında sanatın cisimleşmiş yaratıcılığın biçimleri<br />

olarak dolaşımı arasındaki gerilimdir. Sanatın insan toplumlarının dünyasında sürüp<br />

giden acılara, ızdıraplara ve sömürülere yönelik empatisi ile sanatın “finansallaşması”,<br />

“pazarlar”a girişi arasında bir gerilim var. Fotoğraf, video, doğrudan veya kolektif<br />

eylem gibi mecralar sanatçıları iktidar yapılarından otomatik olarak kurtarmaz.


XXXVI<br />

Carolyn Christov-Bakargiev<br />

Giriş / Introduction<br />

XXXVII<br />

Sanatın dünyada failliğini yüceltmenin ve buna uygun platformlar sunmanın başka<br />

yolları var. Bunlardan biri, sanat yapıtlarının sonluluğunu istikrarsızlığa uğratacak sanatsal<br />

edimlerle fikir ve duyguları seferber etmek, onları kullanılabilir kılmak ve farklı<br />

tarihsel düğümler yaratıp katalizlemektir. Ancak bu noktada, hele bizimki gibi kritik<br />

bir çağda, Karadeniz ve Ortadoğu bölgelerinde etnik ve dinsel savaşlar kızışırken, Ermeni<br />

travmasının yanı sıra Kürt mücadelesi ve Suriye’den sığınmacı akını gibi başka<br />

sorunlar çözülmemiş halde dururken, sanatçı ve entelektüellerin Türkiye’de ve bütün<br />

dünyada tarihle hesaplaşmaları için bir platform sunmak etik ve tarihsel bir buyruktur.<br />

Savaşların, etnik temizliğin, siyasi ayaklanmaların tarihi; Türkler, Ermeniler, Rumlar ve<br />

Kürtler arasındaki ilişkiler ve daha yakın zamanda da Suriyeli sığınmacılar ve (ben bu<br />

satırları yazarken) sınır ötesinde PKK kamplarının bombalanması… –bu toprakların tarihindeki<br />

krizler bu düğümlerden bazılarıdır, halkların hayatlarının müstesna anlarıdır;<br />

kişisel ve kolektif düğümler nasıl da birbirleriyle kıyaslanmaz görünüyor.<br />

Bu sergiyi düzenlemem istendiğinde bir halkın görünür zincirlerle veya zincirsiz<br />

olarak birbiri peşi sıra yürüyen takatten düşmüş, seyircinin bakışıyla asla kesişmeyen,<br />

dışarıdan ve “zapturapt eden” bir bakışın kontrol ettiği bir doğrultuya kilitlenmiş,<br />

ip gibi dizili kölelerin oluşturduğu bir çizgi gibi görülebileceğini düşündüm.<br />

William Kentridge’in yıllar boyunca sık sık çizdiği mülksüzlerin geçit törenidir bu. (21)<br />

İtalyan ressam Giuseppe Pellizza da Volpedo Il Quarto Stato’yu (Dördüncü<br />

Kuvvet) on yılda resmetti: İlk taslakların ardından tablo son biçimini ’de aldı.<br />

Pellizza, Volpedo (Piemonte) diye küçük bir kasabadaki barışçıl ama enerjik bir<br />

protestocu kalabalığı resmetmişti. Buradaki kalabalık boyun eğmiş insanların ip<br />

gibi dizildiği bir çizgi değil, aksine yüzleri öne dönük ve bakan kişiye doğru yürüyorlar.<br />

Gençler sükûnetlerini korumayı bilen bilge yaşlılardan daha öfkeli resmedilmişler;<br />

kadın figürler erkeklerle aynı koşullardalar. Yükselmekte olan güneşin<br />

sabahın orta saatlerindeki ışığında merkezdeki figürler (bir erkeğin sağında yaşlı<br />

bir işçi, solundaysa çocuklu bir kadın var) arkalarındaki ve çevrelerindeki diğerlerinden<br />

daha büyükler. Dolayısıyla tablo yeni bir demokratik resim yapısı için<br />

Rönesans perspektifini terse çeviriyor. Tablo ’de Torino’da sergilendiyse de<br />

hiçbir başarı elde edemedi ve Pellizza birkaç yıl sonra, ’de intihar etti. Ama<br />

tablo yirminci yüzyılda bütün dünyada görülen demokratik hareketler için anahtar<br />

niteliğinde bir imge olmaya devam etti, sinemanın imge dünyasına da girdi. (22)<br />

Sivil topluma ve Gezi’den sonraki mücadelelerine saygı duruşunda bulunmak için<br />

bu resmi İstanbul’da sergilemek istedim. Resmin Milano’da iki versiyonu var: La<br />

fiumana (Sel) () ve Il Quarto Stato (Dördüncü Kuvvet) (). Ama ikisi için de<br />

ödünç alma talebimiz reddedildi. Bu bürokratik engelden yılmayarak Roma’daki<br />

Galleria Nazionale d’Arte Moderna’da bulunan kesekâğıdı üzerine yapılmış gerçek<br />

boyutlu hazırlık çizimlerini ödünç almaya karar verdik. Ayrıca paylaşarak ve etkinleştirerek<br />

yapıtın İstanbul’da daha çok iş görmesi için de bir yol aradık. Özellikle<br />

göz kamaştırıcı eşcinsel çevrelerde rafine resim tekniğiyle tanınan Taner Ceylan,<br />

Pellizza da Volpedo’yu cisimleştirmeyi ve orijinal tabloyu sanatçıya, Gezi’ye, Soma<br />

felaketinde hayatlarını kaybeden işçilere ve Türkiye’de demokrasi uğrunda verilen<br />

bütün çabalara saygı amacıyla İstanbul Bienali için kopyalamayı kabul etti. Telif hakkı<br />

yasaları, kopya çıkaran ressamın uzun ve zahmetli çalışmasını kapsamadığı için<br />

Pellizza’nın eserini dikkatli bir şekilde incelemek için kalktık Volpedo ve Milano’ya<br />

gittik. Eser, Ceylan’ın divizyonist resmin noktacılığa yakın olan “kaba” üslup ve tekniğini<br />

öğrenmesini gerektiriyordu. Mekânı figürlerin bel çizgisiyle dikey olarak ikiye<br />

bölen matematik bir temsil sistemine yerini bırakmış olan daha az “iyi” resmetmenin<br />

ve protestocuların el hareketlerinin bir dalga örüntüsü yaratmasının nasıl daha<br />

dengeli ve daha güçlü biçimde dinamik ve titreşimli bir yüzey elde edebildiğini gördü.<br />

İstanbul Modern’deki sergide, / tarihli bu tabloda öne doğru ilerleyen insanların<br />

sinematik dalgası Pellizza’nın orijinal çizimleriyle birbirine düğümleniyor.<br />

Çizimler de Michelangelo Pistoletto’nun Venere degli Stracci (Paçavralar İçinde<br />

Venüs) () başlıklı işiyle birbirine düğümleniyor. Pistoletto’nun işinde paçavraların<br />

oluşturduğu kıpır kıpır yığın, Vietnam Savaşı’na karşı yapılan gösterilerin ve<br />

eli kulağında bekleyen ‘68 hareketinin olduğu dönemde başka bir yükselen kalabalığı<br />

temsil ediyor. Düğümdeki bir diğer büküm ise Artıkişler Kolektifi’nin (Özge<br />

Çelikaslan ve Alper Şen) Tekel işçilerinin Ankara direnişini belgeleyen yeni<br />

video-kolajı ve Cildo Meireles'in Project Hole to Throw Dishonest Politicans (Sahtekâr<br />

Politikacıları Atmak İçin Proje Deliği) () adlı düşünce biçimi resmidir.<br />

Hayots tseghaspanutyun'dan (Ermenicede "soykırım") sağ kurtulabilen bir anne-babanın<br />

çocuğu olarak Kudüs ve Beyrut’ta yaşamış, İtalya ve Paris’te kalmış<br />

olan Lübnanlı Ermeni Paul Guiragossian‘ın (–93) resimleri de bu “düğüm”-<br />

den uzak değil. ’lerin ortasından ölümüne kadar resim yapan Guiragossian,<br />

bir topluluk oluşturmanın anlamını irdelemek için renk ve biçimi araştıran modernist<br />

soyut işler yarattı. Pellizza da Volpedo gibi o da topluluğu ip gibi dizili insanların<br />

oluşturduğu bir çizgi şeklinde değil, bakan kişiye doğru ilerleyen, soyut bir<br />

renk duvarına dönüşen insanların ön cephesi olarak resmetti. Her fırça darbesi,<br />

tarihi estetik olarak yeniden hayal eden bir sütunlar ve resimsel işaretler topluluğunda<br />

insanlığın bir sütunu haline gelir.<br />

yılı, Ermenilerin geleneksel olarak ’le ilişkilendirilen, Osmanlı İmparatorluğu’nun<br />

sonlarında halklarının gaddarca yok edilmesini tanımlamak için önceleri<br />

(Medz Yeghern) ve (Hayots tseghaspanutyun)<br />

adlarını verdikleri olayın yüzüncü yılına denk düşüyor. Travmatik bir<br />

geçmişin araştırılması ile tarihin gelecek için verimli bir toprağa dönüştürülmesi<br />

çalışması arasında bir diyalog vardır. Ancak yitirilenin kabul edilmesi ile travmanın<br />

irdelenmesi paralel şekilde gerçekleşirse hayatın yüceltilmesi ve yeni sanat ve hayat<br />

biçimlerinin ortaya çıkması anlamlı olur.<br />

Ama bu durum sergide küratoryal açıdan bir “Ermeni bölümü” açılarak değil, bu<br />

bireysel sanatçıların ve tarihi yankılayan özgül sanat yapıtlarının güçlü katılımıyla,<br />

bütün olarak serginin dokusuyla iç içe geçirilmesiyle ifade edildi. Bunlar arasında<br />

çağdaş Türkiye’de Ermeni tarihi ve travmasıyla kısmen ilgili işler yapan sanatçıların<br />

(örneğin Francis Alÿs, Vernon Ah Kee, Michael Rakowitz, Kristina Buch)<br />

yanı sıra Arshile Gorky ve Paul Guiragossian gibi Ermeni kökenli çığır açıcı sanatçıları<br />

ve Sarkis, Sonia Balassanian, Anna Boghiguian, Haig Aivazian, Hera<br />

Büyüktaşcıyan ve Rene Gabri gibi Ermeni sanatçıları sayabiliriz.<br />

Eski Galata Rum Okulu’nda Mısırlı ve Kanadalı Ermeni sanatçı Anna Boghiguian<br />

Tuz Tüccarları’nı yarattı. Eski yelkenler, resimler, çizimler, tekne parçaları ve ses kayıtlarından<br />

oluşan bu büyük, heykelsi enstalasyon, vaktiyle Antarktika’da kaybolmuş<br />

tuz taşıyan bir teknenin Milattan Sonra ’de buz tabakası eriyince yeniden<br />

ortaya çıkmasının hikâyesini anlatıyor. Tuz ve demir oksitlenmesi sonucunda<br />

dijital çağ sona erdiği için, dünya geçmişini bu tekne sayesinde yeniden keşfediyor.<br />

Boghiguian iktidar ve adaletsizliğe doğrudan ve dolaylı göndermeler yapıyor;<br />

tarih içinde tekrarlanan bu göndermeler Via Salaria’daki eski Romalılardan Büyük<br />

İskender’in Siva’ya seyahatlerine, Kristof Kolomb’a, Gandhi’nin tuz yürüyüşüne ve<br />

Yunanistan’ın bugünkü finansal krizine (ki insanların en temel besin kaynaklarına


XXXVIII<br />

Carolyn Christov-Bakargiev<br />

Giriş / Introduction<br />

XXXIX<br />

yönelik bir saldırı olduğu için buna “ekmek ve tuz krizi” adını veriyor) uzanıyor. Tuz<br />

ticareti ile kölelik arasındaki ilişkilere, günümüzde denizlerde tanık olduğumuz<br />

trajedilere yapılan başka yazılı ve resimsel göndermelerle birlikte Boghiguian’ın<br />

enstalasyonu çizim ve biçim yaratma üzerine bir risale niteliği taşıyor. Eski okul<br />

salonundaki mekânı resmedilmiş yelkenlerin ve tuz yığınlarının asılmasıyla “kat<br />

kat genişletiyor”, bu da bakanların katedebilecekleri dev bir manzara yaratıyor.<br />

Bu “düğüm”ü ele alan diğer uluslararası sanatçılardan Francis Alÿs Ani’nin Sessizliği<br />

başlığını taşıyan yeni bir film ve enstalasyon sunuyor. Bu proje Doğu Anadolu’ya<br />

yapılan bir araştırma gezisinden sonra geliştirildi; bölgedeki çocukların<br />

belli türdeki kuşları çağırmak için kullandıkları kuş ötüşünü taklit eden flüt benzeri<br />

küçük “düdükler”den çıkan seslerin kaydı üzerine kurulu. Ermenistan sınırı yakınındaki,<br />

vaktiyle kalabalık bir şehirken şimdi çocukların yıkıntılar arasında oynadığı<br />

Ani harabelerinde, her çocuk kuş çağırmak için farklı bir ses çıkarıyor, bunların toplamı<br />

da kuşların geri gelmesi için kolektif ama teksesli bir çağrı meydana getiriyor.<br />

Alman sanatçı Kristina Buch’un yarattığı Such prophecies we write on banana<br />

skins (Muz kabukları üzerine yazdığımız cinsten kehanetler) başlıklı iki kanallı yeni<br />

video enstalasyonuna da yine Doğu Anadolu ve Ani’ye yapılmış bir seyahat esin<br />

verdi. Bölgeye gerçekleştirdiği araştırma gezisi sırasına Buch, Surp Sarkis dahil<br />

olmak üzere birçok Ermeni kilisesini gezdi. Surp Sarkis yüz yıl önce tahrip edilip<br />

terk edilmiş bir kilise; bugün yeniden üremeyi ve insan şiddetinin anlamsızlığını<br />

akla getiren çiçeklerle kelebeklerin istilasına uğramış durumda. Buch’un yapıtı fotoğraf<br />

gerçekçiliğinde canlandırılmış birbirinin neredeyse aynısı ama aynı zamanda<br />

taban tabana zıddı iki patlama görüntüsü sunuyor: Biri insan kültürünün önemli<br />

bir köşetaşı (bir müze), öbürü doğanın köşetaşı olan bir dağ. Michelangelo Antonioni’nin<br />

Zabriskie Point (Zabriskie Noktası, ) filminin sonundaki patlama sekansının<br />

genel çerçevesini, dekorunu ve ritmini kopyalayan doğa ve kültür, insan<br />

uygarlığı ve çevre alanlarındaki bu patlama görüntüleri yavaşça havada uçuşan<br />

toz zerrelerine karışıyor. İnsanın modern dünyadaki yabancılaşmasını betimlemek<br />

için Antonioni bir tür soyut gerçekçilik kullanmıştı. Yok etme dürtülerimiz ve boşa<br />

giden kahramanlık jesti üzerine düşünen Buch’un projesi Antonioni’nin sahnesini<br />

genişletip aşıyor. Bu projede düşünüşümüzün ve varoluşumuzun, yani insan<br />

olarak anıtsal nitelikteki iki güvenli limanımızın tam olarak parçalanmasına tanık<br />

oluyoruz: Doğa ve kültür anıtlarının, bunların tanımlarının, yapılarının ve simgelerinin<br />

çözülüp yok olması. Dijital görüntülerin fotoğrafik gerçekçiliği, medya ve<br />

teknolojide karşımıza çıkan sanal gerçekliklerin eleştirisine doğru açıyor yapıtı.<br />

Dijitalin kendi iç boşluğuna doğru patladığı görülebiliyor.<br />

Iraklı-Amerikalı sanatçı Michael Rakowitz’in yeni projesinin başlığının kaynağı, Türkçede<br />

hocaya öğrencinin ailesi tarafından tam yetki verildiğini anlatmak için söylenen<br />

“Eti sizin kemiği bizim” deyimi. Rakowitz’in projesi İstanbul’un Ermeni tarihiyle güçlü<br />

bağlar içeriyor. ’lerde büyük bir yangın şehrin –“konak” denen– geleneksel ahşap<br />

evlerinin çoğunu yok edince kâgir yapıların egemen olduğu yeni bir dönem başlar.<br />

depreminden sonra yirminci yüzyılın başında şehre Art Nouveau’yu getirme<br />

sorumluluğu büyük ölçüde mimar Raimondo D’Aronco’ya aitti. “İstanbul’daki Art<br />

Nouveau binalar, Ermeni nüfus etnik temizlemeyle düşmek üzereyken yükselmeye<br />

başladı,” diye ifade ediyor Rakowitz. “Bu binaların cephelerine yerleştirilen –çoğu bugün<br />

de yaşayan– döküm ve frizleri yapma sorumluluğu Ermeni cemaatinin bir mensubuna,<br />

zanaatkâr Garabet Cezayirliyan’a düşmüştü.” İstanbul binalarının “deri”sinde<br />

bulunan bu alçı bezeme ve mimari süslemeler Ermeni el ve parmaklarının izlerini taşıyor,<br />

’lar ve ’lerde gitgide azalarak bugünkü küçük cemaate dönüşen şehrin<br />

Ermeni nüfusunun yaşadığı travmatik tarihe sessizce tanıklık ediyorlar. Rakowitz,<br />

projesinin bir parçası olarak, Sivriada’da ölmüş köpeklerinkileri de içerebilecek ufalanmış<br />

kemikleri çok eski bir gelenekteki gibi alçısına karıştırdı; böylece el sanatları<br />

ile zanaatkârları yüceltirken bile toplumun çelişki, paradoks ve şiddetini işledi. Rakowitz’in<br />

bu zanaate ilgisi olması bilgi ve becerilerin aktarımı, kültürün yok olmasına<br />

direnmek için geleneğin sürdürülmesi gibi daha geniş kapsamlı soruları gündeme<br />

getiriyor. Projenin son bileşeni, bütün şehirdeki binaların ön cephelerinden –derilerinden–<br />

mimari motiflerin kazınması, silinmesiyle ilgili; bir mimarlık ve şehircilik<br />

“seansı” yaratarak şehrin zoraki olarak unutulmuş sakinlerinin hayaletlerini çağırıyor.<br />

V. Vizesiz Gezegen<br />

Bir gün Orhan Pamuk’u ziyaret etmek için eskiden “Prinkipo” denen ve Lev Troçki’nin<br />

() arasında dört yıl sürgünde kaldığı Büyükada’ya gittim.<br />

Pamuk, bana Troçki’nin adadaki son geçici evini gösterdi. Çatısı yoktu, deniz<br />

kenarındaydı ve gerek yabani gerekse şimdiki görevlinin yetiştirdiği bitkilerle<br />

kaplıydı. Troçki’nin ’da Hayatım başlıklı otobiyografisini kaleme aldığı ev olabilirdi<br />

bu. (23) Şaşırmıştım, hiç plaket yoktu, burada kaldığından söz edilmiyordu.<br />

Ekim devriminin Stalin tarafından bürokratikleştirilmesine ve Lenin’in ölümünün<br />

ardından devlet komünizmi fikrine karşı çıktığı için Troçki gücünü kaybetmiş ve<br />

’de Komünist Parti’den atılarak Kazakistan’a, Alma Ata’ya gönderilmişti. SSCB’nin<br />

gerek içindeki gerekse uluslararası muhaliflerine oradan sürekli mektuplar yazıp makaleler<br />

gönderiyordu. Ardından ’un başında, Karadeniz’in öte kıyısındaki Odessa’dan<br />

bir buharlı yük gemisiyle İstanbul’a sürgüne gönderildi. Otobiyografisini Büyükada’da<br />

geçirdiği ilk yılda kaleme aldı. Hayatım’ın girişinde şöyle yazıyor:<br />

Bizzat [bu kitabın] dünyaya gelişi yazarın aktif siyasi hayatına verilen<br />

araya bağlıdır. Hayatımın öngörülmeyen ama rastgele olmayan<br />

duraklarından biri İstanbul oldu. Burada konaklıyor (ama bu ilk de<br />

değil) ve bundan sonra olacakları sabırla bekliyorum. Bir miktar<br />

“kadercilik” olmasa bir devrimcinin hayatı pekâlâ imkânsız olur.<br />

Dolayısıyla Troçki sürgün ve inzivadaydı, yine de sözlerini ve yazılarını oradan bütün<br />

dünyaya büyük bir enerji ve etkiyle gönderiyordu. Troçki’nin evini ziyaret ettikten kısa<br />

bir süre sonra Laura Poitras’ın ’te Edward Snowden hakkında yaptığı, Snowden’ın<br />

günümüz dünyasındaki yasadışı, gizli izleme sistemlerine dair ifşaatını kamuoyuna<br />

açıklamadan önce Hong Kong’da bir otel odasında gazetecilerle geçirdiği iki haftayı<br />

anlatan belgeseli seyrettim. Bugünün agorasının, şehir meydanında veya parkında<br />

değil, muhtemelen konaklarken veya olacakları beklerken Büyükada’daki bu meçhul<br />

evin daha özgür inzivasında veya bir otel odasında (tabii gerektiği gibi donatılmışsa<br />

ve başkalarıyla irtibat kurulabiliyorsa) olduğu düşüncesi geldi aklıma. <strong>TUZLU</strong> <strong>SU</strong>:<br />

Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori’yi çoğunlukla şehir merkezinden uzak ve birbirinden<br />

kopuk mekânlarda sergilenen sanat yapıtlarının uyumlu bir sunumu olarak<br />

düzenleme fikri böylece doğdu. Söz açılmışken, bu farklı mekânlar, Wael Shawky’nin<br />

Kerbela’nın Sırları başlıklı yeni enstalasyonunu (İstanbul’un Haçlılar tarafından yağmalanmasıyla<br />

sonuçlanan Haçlı Seferleri’ni Arap bakış açısından anlatan filmi) sunduğu<br />

Tarihi Yarımada'daki Küçük Mustafa Paşa Hamamı’ndan Walid Raad’ın heykelsi<br />

bir sandık (bu sandıklardan kaçıyor gibi görünen sanatsal objeler yaratıcı kapitalizm<br />

çağında sanatın üst üste yığılmaktan kurtulması gerekliliğine gönderme yapıyor) enstalasyonu<br />

sunduğu Bankalar Caddesi’ndeki eski bir banka şubesine uzanıyor.


XL<br />

Carolyn Christov-Bakargiev<br />

Giriş / Introduction<br />

XLI<br />

Troçki inzivadayken proletarya devrimini bütün dünyada devam ettirmeyi umuyor<br />

ve Norveç, Almanya veya Birleşik Krallık gibi sığınma hakkı tanıyacak bir ülkeye<br />

gitmek üzere Türkiye’den ayrılmaya çalışıyordu. İstanbul’dan yaptığı bütün vize<br />

başvuruları reddedildi, bu ülkelerin hiçbiri ona sığınma hakkı vermedi. (24) Hayatım’ın<br />

son bölümü “Vizesiz Bir Gezegen”, dokunaklı biçimde zamanımızı öngörüyor:<br />

Demokratik bir hak olan sığınma, bir hükümetin kendisininkine benzer<br />

görüşler savunan insanlara konukseverlik göstermesi değildir<br />

–bu kadarını Abdülhamid bile yapmıştır. Demokratik bir yönetimin,<br />

sürgünleri, sürgüne gönderen hükümetin izniyle kabul etmesi de<br />

değildir. Sığınma hakkı (kâğıt üstünde) bir hükümetin muhaliflerine<br />

bile, ülkenin yasalarına uymayı kabul ettikleri takdirde, sığınma<br />

imkânı vermesidir. Bazen, demokrasinin ilkeleri konusunda tek<br />

perdelik bir komedinin “pan-Avrupalı” icrasını seyrediyormuşum<br />

gibi geliyor bana. … Oyun son derece öğretici: Vizesiz Avrupa.<br />

Amerika’dan söz etmeye bile gerek yok. ABD sadece en güçlü değil<br />

aynı zamanda en çok korkan ülke. Geçenlerde Hoover, hobisinin ne<br />

kadar demokratik olduğunu göstermek için balık avlamaya düşkün olduğunu<br />

Red Crucible: Firestorm Windows için

Softonic olarak, cihazınıza gelebilecek tüm olası zararları değerlendirmek ve önlemek amacıyla platformumuzda yer alan tüm dosyaları tarıyoruz. Ekibimiz her yeni dosya yüklendiğinde kontroller gerçekleştirir ve dosyaları durumlarını doğrulamak veya güncellemek için periyodik olarak gözden geçirir. Bu kapsamlı süreç, aşağıdaki gösterildiği gibi, bize tüm indirilebilir dosyalar için durum belirleme olanağı sağlar:

Temiz

Bu yazılım programı son derece yüksek ihtimalle temiz.

Bu ne anlama geliyor?

Bu yazılım programıyla ilişkili dosyayı ve URL'leri dünyanın önde gelen 50 anti-virüs servisinde inceledik ve herhangi bir muhtemel tehlike saptanmadı.

Uyarı

Bu yazılım programı muhtemelen kötü amaçlı veya istenmeyen donanımla gelen yazılım içerebilir.

Bu yazılım programı neden hala mevcut?

Tarama sistemimize dayanarak, bu işaretlerin muhtemelen gerçek pozitif olduğunu belirledik.

Gerçek pozitif nedir?

Bir anti-virüs programında fazla geniş bir saptama imzası veya algoritması kullanılması nedeniyle yanlışlıkla zararlı olarak işaretlenmiş olan zararsız bir program anlamına gelir.

Engellendi

Bu yazılım programı büyük ihtimalle kötü amaçlı veya istenmeyen donanımla gelen yazılım içeriyor.

Bu yazılım programı neden Kataloğumuzda artık mevcut değil?

Tarama sistemimize dayanarak, bu işaretlerin muhtemelen gerçek pozitifler olduğunu belirledik.

Bazen kötü niyetli olma potansiyeli bulunan bir yazılımı gözden kaçırabileceğimizi hatırlatmak isteriz. Ekibimiz size kötü amaçlı yazılımdan arınmış bir program ve uygulamalar kataloğu sunmaya devam edebilmek amacıyla, her katalog sayfasına geri bildiriminizi bize geri yönlendiren bir Rapor Yazılımı özelliği entegre etti.

Karşılaştığınız herhangi bir sorunu işaretlediğinizde, Softonic buna mümkün olan en kısa sürede yanıt verecektir.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır