ROMATOİD FAKTÖR TESTİ (RF), en çok romatoid artrit dediğimiz, eklemlerde ağrılı şişlikler, kızarıklık, ağrı ve deformasyon yapan hastalığı, benzer bulgular gösteren diğer romatizmal hastalıklardan ayırmak için istenir.
Hastadaki romatoid faktör antikorlarını gösteren bir kan testidir. Normalde antikorlar, vücudun bağışıklık sistemi tarafından üretilen ve hastalık yapan bakteri ve virüslere karşı savunma yapan maddelerdir. RF antikoru ise normal vücud dokusuna yapışarak hasara neden olur ve Romatoid artritli hastaların % 80inde yüksek bulunur.
Kandaki romatoid faktör iki şekilde belirlenebilir:
1-Aglutinasyon testi. Romatoid artrit rahatsızlığının teşhisi için tarama testi olarak kullanılır.
2-Nephelometry testi. Laser ışını kullanılarak yapılır.
Test için hazırlık gerekir mi?
Hiçbir hazırlık gerekmez. Bir parça kan numunesi vermeniz yeterlidir. 20 IU/mL altındaki değerler normal kabul edilir.
RF değeri sadece romatoid artritte değil başka hastalıklarda da yüksek çıkabilir:
1-Yüksek RF değeri çıkması halinde Romatoid Artrit ilk akla gelen hastalık olmalıdır.
2-Hepitit C enfeksiyonunda yükselebilir.
3-Lupus, Scleroderma, Sjögrens Sendromu ve vasculitis gibi diğer otoimmün hastalıklarda yüksek çıkabilir.
4-Tüberköloz, mononükleoz, sifiliz ve sıtma gibi mikrobik hastalıklar,
5-Siroz ve hepatit gibi karaciğer hastalıkları,
6-Lösemi gibi kan hastalıklarında da artar.
Dikkat! RF testinde hafif yükseklikler sağlıklı kişilerde de görülebilir. 65 yaşın üzerindeki her kişiden birinde RF testi hafif yüksek bulunur. Tam aksi olarak bazı hastalarda romatoid artrit olduğu halde RF normal çıkabilir.
İltihaplı eklem romatizmaları genel bir deyimdir ve tek bir hastalık değildir, ’ye yakın romatizmal hastalıkları bulunmaktadır. Bunlardan en sık görünen iltihaplı romatizmaları;
Bu tip hastalıklarının çoğu otoimmün ve bağışık sistemi kaynaklı hastalıklardır. Bunlardan iltihabi olanlarının çoğu en temel anlatımla bağışıklık sistemi ve/veya iltihap mekanizmalarının uygunsuz çalışması ile vücudun kendisine yönelik hastalık oluşturması mekanizmaları ile bilinir. Genetik bir yatkınlıktan kaynaklanan çoğu hastalık bir dış etkenle tetiklenir. Ortaya eklem ağrıları ve daha sonra vücudumuzda kalıcı hasara neden olabilen bulgular gelişebilir.
Romatizma Hastalıkların hizmetlerini bir Romatolog (Romatoloji uzmanı) sunar. Romatolog, eklem iltihapları ve diğer romatizmal hastalıkların tanısı ve tıbbi tedavisi konusunda uzman olan doktordur. Daha sınırlı anlamda iç hastalıkları uzmanlığı (5 yıl) sonrası romatoloji eğitimi (3 yıl) almış doktordur; Bir Romatoloğun tedavi etmemden önce romatizma hastalığın teşhisi üzerinde durur. “İltihaplı Eklem Romatizma” genel bir deyimdir ve tüm artrit ve romatizma tiplerini ifade eder. İltihabi sistemik (tüm vücudu ilgilendiren) ve eklemlere özgü romatizmal hastalıklar yanında dejeneratif, metabolik ve Mekanik kas-iskelet sorunları da Romatoloğun uzmanlık alanına girmektedir. Romatolog, iç hastalıkları uzmanı olması nedeni ile romatizma hastalarında hastalığın kendisine veya tedavilere bağlı olarak sıkça görülebilen iç organ (kalp, böbrek, akciğer, karaciğer, mide-barsaklar vb.) sorunlarının büyük kısmını da çözümleme alt yapısına sahip bulunmaktadır.
Öncelikle, Romatoloji uzmanı tıbbi geçmişi ve şikayetlerin öyküsünü sorgular ve anamnez alır. Ardından Fizik Muayene üzerinde durur, eklemleri fiziksel olarak incelememenin yanı sıra, tüm vücudu etkileyebilecek sistemik bulgulara dikkat eder. Çoğu zaman, iltihaplı romatizmaya kesin tanı koymak için tek bir test yeterli değildir. Klinik bulguları doğrulamak için ve tanıyı kesinleştirmek için Romatolog birçok kan testi veya görüntüleme testleri (Röntgen, Ultrason veya MR) isteyebilir.
Genelde iltihaplı romatizmayı tamamen iyileştiren bir tedavi yoktur, ancak hastalığı uyku moduna (remisyona) sokup, eklem ağrılarını azaltıp hayat kalitesini artıran birçok tedavi vardır. Romatizma uzmanın önceliği her zaman vücuttaki iltihaplanmayı azaltmak ve önlemeye yöneliktir. İltihabı azaltmak hem eklem hem de iç organ kalıcı hasarını önlemeye yardımcı olur. İltihaplı romatizma tedavisinde farklı ilaçlar ve çeşitli yöntemler kullanılır. Bunlardan bazıları;
Romatizmada tedavinin başarılı olması için erken teşhis çok önemlidir. Erken teşhis için uzun bir tetkik süreci ve hastanın takip edilmesi gerekir. Çünkü belirtiler, şikayetlerin azaldığı dönemde veya arttığı dönemde değişir. Tedavi şekli kişiden kişiye değişir ve her hastaya farklı tedavi uygulanmalıdır. Kronikleşmiş hastalıklar sonucu uzun süren tedavi uygulaması gerekebilir. Doktor kontrolünde yapılan ilaç tedavisi ve fizik tedavi sonucu hastalık tamamen yok edilemez ama ilerlemesi durdurulur ve ağrı kesilerek hastanın yaşamı daha kolay hale getirilir.
İlaç tedavisinde hastanın ağrısını kesecek, hastalığın durdurulmasını sağlayacak ya da şiş ve ağrıyı kesecek ilaçlar kullanılır. Bu ilaçlar romatizma sonucu oluşan iltihabı etkilerler. Ayrıca hastada görülen diğer bulguları ortadan kaldırmak için kas gevşetici, vitamin takviyesi, tansiyon düşürücü ilaçlar kullanılır. Bu ilaçlar alınırken bol suyla birlikte alınmalıdır. Ayrıca yan etkisi olup olmadığına (bazı ilaçlar gebeliği önleyebilir) dikkat edilmelidir. Romatizma tedavi yöntemleri içersinde ilaç tedavisi, eklem içi enjeksiyonları, fizik tedavi ve ameliyat da vardır. Romatoloji uzmanın görevi and hizmetinin en önemli hususu hangi tedavi yöntemin, ne zaman, hangi yolla ve ne kadar süreyle uygulanmasını yönetmektir. Dolayısıyla, tedavi seçenekleri bir Romatoloğun doğrultusunda gerçekleşmesinde fayda vardır.
Ensık görünen iltihaplı romatizmalar;
Seropozitif Romatoid Artrit: En yaygın iltihaplı romatizma türüdür. Diğer romatizma çeşitlerinden daha şiddetli ve ciddi belirtileri olabilir. Genel belirtilerinde; küçük eklemlerinde (el parmak veya bileklerde) şişme ve ağrı, sabahları eklemlerde 30 dakikadan uzun süre tutukluk ve hareket ile daha sonra azalan tutukluk hissi, genel halsizlik ve yorgunluk. Kontrol altında olmayan hastalarda el ve/veya el bilek eklemlerinde şişme, kızarıklık ve sıcaklık hisleri de eşlik edebilir.
Spondiloartrit veya Spondiloartropati (SpA) bir grup romatizmal hastalığın tümüne verilen bir isimdir. Bu grup hastalıkları toplumda yaklaşık yüz hastanın birinde görülmektedir. SpA grubu hastalıkların belirtileri çok çeşitlidir ama genelde sakroiliak dediğimiz eklemlerde (kuyruk sokumu ve leğen kemiği arasındaki eklemde) başlamaktadır. Sakroiliak eklemlerin yanısıra, omurga eklemleri, periferik eklemleri (diz, kalça, omuz ve ayak bilek gibi), tendon ve ligamanların kemiklere bağlandığı noktalar (özellikle ayak topuk ve taban ağrıları) ile tutulmaktadır. Bu SpA grubu hastalarında deride Sedef hastalığı, gözlerde Üveit diye bilinen göz iltihabı ve inflamatuvar barsak hastalığı görülmektedir. SpA grubuntaki belli başlı hastalıklar Ankilozan Spondilit (AS), Sedef Romatizması/ Psoriatik Artrit (PsA), Reaktif Artrit ve İltihaplı Barsak Hastalığına bağlı artrit/ Enteropatik Artrit olarak bilinmektedir.
Sistemik lupus eritematozus (aynı zamanda SLE ya da sadece lupus olarak da anılır), farklı sağlık sorunlarına yol açan bir hastalıktır. Cilt döküntüleri, artrit, anemi, sara krizleri ya da psikiyatrik hastalıklara neden olabilir ve sıklıkla böbrek, akciğer ve kalp gibi iç organları etkiler. Bir zamanlar yüksek oranda ölüm görülen bir hastalıkken, günümüzde kronik (uzun süren) bir hastalık durumuna gelmiştir. yılında 4 yıl süren hastalıktan sonra sağkalım oranı %50 iken, günümüzde bu oran %97nin üzerine çıkmıştır.
SLE normalde vücudu infeksiyonlara ve kansere karşı korumakla görevli olan bağışıklık sisteminin anormal çalışmasından kaynaklanan bir kronik (uzun süre devam eden) inflamatuvar (iltihabi) bir hastalıktır. SLEde bağışıklık sistemi aşırı çalışmaktadır ve çok miktarda anormal antikor üretmektedir. Bu anormal antikorlar da hastanın kandi dokularına saldırmaktadır. Lupusun nedeni tam olarak bilinmemektedir, fakat kalıtsal nedenler, çevre ve hormonal değişikliklerin rolü olabileceği düşünülmektedir.
SLEnin tedavisi var olan klinik problemlere ve hastalığın o anda aktif olup olmadığına bağlıdır. Daha erken ve daha doğru tanı konması, SLEdeki bağışıklık anormalliklerinin daha iyi anlaşılması ve tedavi araştırmaları hep birlikte, SLEli hastaların tedavisinin geliştirilmesine katkıda bulunacaktır.
SLEli hastanın izlenmesinde düzenli tıbbi değerlendirme önemlidir. İlaç tedavisi her hasta için özel problemlerine ve hastalığın şiddetine göre ayarlanmalıdır. Hafif iltihap varsa, steroid olmayan antiinflamatuvar ilaçların yararı olur. SLE tedavisindeki tek ve en önemli ilaç olan kortikosteroidler, dikkatle kullanılmalıdır. Steroidler kullanılırken kemiklerin korunması önemlidir. Hidroksiklorokin gibi antimalaryaller (sıtma ilaçları) hastalığın aktivitesini azaltır ve cilt ve eklem belirtilerine de faydası dokunur. Daha şiddetli SLE olgularında azatioprin ve siklosporin gibi bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar kullanılması gerekir. Hastalık sık olarak sessiz kaldığı ve aktivite göstermediği ya da çok az gösterdiği dönemlere girer (remisyon), bu dönemlerde ilaçlar azaltılabilir ve bazen da tedaviye ara verilebilir.
Sjögren sendromu kuru göz ve kuru ağız bulguları ile karakterize kronik yani uzun süreli bir hastalıktır.
Adını, ilk tanımlayan İsveçli göz doktoru Henrik Sjögrenden almıştır.
Sıklıkla romatoid artrit, lupus eritematozus, skleroderma ve polimiyozit gibi romatizmal hastalıklarla birlikte bulunur.
Ancak hastaların yaklaşık yarısında tek başına görülür.
Nedeni tam bilinmemektedir. Genetik ya da viral enfeksiyonların bilinmeyen mekanizmalarla Sjögren sendromuna neden olabildiğine dair bulgular vardır. Bu hastalığın esas olarak bağışıklık (immün) sistemindeki bozukluktan kaynaklandığı düşünülmektedir. Bağışıklık sistemi, hastalıklara karşı vücudun korunma mekanizmasıdır. Sjögren sendromunda bağışıklık siteminin normal kontrol mekanizmasında bir bozukluk vardır, bunun sonucu olarak aşırı miktarda beyaz kan hücreleri yapılır. Lenfosit adı verilen bu hücreler gözyaşı ve tükrük bezlerine giderek bu dokularda harabiyet yapar. Bu nedenle de hem tükrük bezlerinde hem de göz yaşı bezlerinde salgıda azalma yani kuruluk meydana gelir. Aynı zamanda bu hücreler otoantikor adı verilen protein yapısında maddeler salgılar ve bunlar kanda tespit edilebilir. Bu otoantikorlar bağışıklık sisteminin düzgün çalışmadığının bir göstergesidir ve tükrük ile gözyaşı bezlerinde harabiyet yapma potansiyeline sahiptir. Sjögren sendromunda eklem, akciğer, böbrek, sinir, tiroid, karaciğer ve beyin gibi diğer organlarda da tutulum görülebilir.
Sjögren sendromu herhangi bir yaşta görülebilirse de en fazla 45 yaşının üzerindeki kadınlarda ortaya çıkmaktadır. 20 yaş altında çok nadirdir.
İlk kez yılında Türk dermatoloji profesörü Dr. Hulusi Behçet tarafından tarif edilen Behçet hastalığı, ağızda ve genital bölgelerde yaralara (aft, ülser) ve gözde inflamasyona (iltihaba) yol açan kronik bir hastalıktır.
Bazı hastalarda artrite, damar iltihabı ve tıkanmalarına sindirim kanalında, beyin ve omurilikte inflamasyona da neden olmaktadır.
Behçet hastalığı her hastada farklı bir tablo çizer. Bazı hastalarda hastalık hafif seyreder ve sadece ağızda ve genital bölgede ülserler bulunur.
Bazılarında ise daha şiddetlidir ve menenjite neden olabilir (beyni saran zarların iltihaplanması). Şiddetli bulgular genellikle ilk belirtiler başladıktan aylar, hatta yıllar sonra ortaya çıkarlar. Bulgular uzun bir süre devam edebileceği gibi, bir kaç haftada da geçebilir. Tipik olarak, bulgular görülür, kaybolur ve tekrar ortaya çıkarlar (alevlenme dönemleri).
Behçet hastalığının nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bulguların çoğunun nedeni kan damarlarının iltihaplanmasıdır. Kan damarlarındaki bu iltihaplanmaya bağışıklık sisteminin neden olduğu düşünülmektedir, fakat bu reaksiyonu neyin başlattığı bilinmemektedir.
Behçet hastalığı bulaşıcı değildir. Gelişmesinde bağışıklık sistemi bozukluğunun yanısıra, kalıtsal nedenlerin de etkili olabileceği sanılmaktadır. Çevresel faktörlerin de (virüs ya da bakteri gibi) duyarlı kişilerde hastalığı başlatabileceği sanılmaktadır.
Behçet hastalığı ipek yolu üzerindeki ülkelerde sıktır (Akdeniz bölgesi, Türkiye, İran, Asya ülkeleri, Uzak Doğu, Japonya). 20li ve 30lu yaşlarda başlama eğilimi göstermekle birlikte, her yaşta görülebilir. Tanıda belli bir yöntemle deriye iğne batırılması ile uygulanan paterji testinden yararlanılabilir fakat bu test hastaların ancak %40ında pozitif bulunur.
Behçet hastalığı için tam şifa sağlayacak bir tedavi bulunmamakla birlikte, uygun ilaçlar ile çoğunlukla bulguları kontrol altına alabilmek mümkündür. Tedavide amaç, yakınmaları azaltmak ve sakatlık ya da körlük gibi komplikasyonları (hastalığın neden olabileceği istenmeyen durumlar) önlemektir. Hangi ilacın seçileceği ve tedavinin ne kadar süreceği hastanın durumuna bağlıdır. Bazı bulguların giderilmesi için bir kaç tedavinin bir arada kullanılması gerekebilir.
Tedavi etkili olsa dahi alevlenmeler görülebilir.
Türkiye, Kuzey Afrika ülkeleri, Ermeniler, Araplar ve Yahudilerde görülen kalıtsal özelliği ön planda olan bir hastalıktır. Tıp literatüründe Familial Mediterranean Fever (FMF) adı ile bilinmektedir. Hastalığın ana karakteri, tekrarlayan akut (birden başlayan), kısa süreli, ağrılı peritonit (karın zarı iltihabı), plörit (akciğer zarı iltihabı) ya da artrit (eklem iltihabı) atakları olmasıdır; buna deride kızarıklık da eklenebilir. Hastaların bir bölümünde böbrek etkilenebilir ve bu durum amiloidoz olarak adlandırılır. Nadir olarak amiloidoz dışında da böbrek tutulumları ve damar iltihabı görülebilir. Böbrek tutulumu böbrek yetersizliğine neden olabilir.
Son zamanlarda bu hastalıkta Pyrin adı verilen bir gende mutasyon (değişme) olduğu saptanmış olmakla birlikte, tam olarak neden geliştiği bilinmemektedir.
Atak geçiren hastalarda tanı, klinik bulgulara, aile öyküsüne, muayene bulgularına ve laboratuvar testlerine dayanarak konur. Hastalarda genetik inceleme yapılmasının yararı sınırlıdır, çünkü bu güne kadar tanımlananan mutasyonlar AAA hastalarının ancak %80inde bulunmuştur. Bununla birlikte, tipik olmayan olgularda genetik analizin yararı olabilir.
Günde mg devamlı kolşisin tedavisinin, hastaların önemli bir bölümünde atakları ve amiloidoz gelişimini önlediği saptanmıştır. Bununla birlikte, tedaviye uyum göstermeyen veya kolşisine başlamada geç kalmış hastalarda amiloidoz hala ciddi bir problemdir. Kolşisinin atakları nasıl önlediği ya da amiloidoz gelişimini nasıl engellediği bilinmemektedir. Kolşisin tedavisi uygulanan bazı hastalarda atakların sıklığı değişmezken, amiloidoz gelişimi durmaktadır. Bu nedenle kolşisin tedavisi ömür boyu sürmelidir. Kolşisin tedavisinin AAA hastaları için güvenli ve uygun ve yaşamsal önemde bir tedavi olduğu bilinmektedir. Olgu gebe kalsa da kullanılması önerilir. Kolşisinin bebek üzerinde zararlı bir etkisi gösterilmemiş olmakla birlikte, hamile AAA hastalarına amniyosentez yapılması (bebeğin içinde bulunduğu su kesesinden örnek alınması) ve fetüsün genetik incelemesinin yapılması önerilmektedir.
Kralların hastalığı ve hastalıkların kralı olarak bilinen gut hastalığının, en azından Hipokrat zamanından beri bir çok araştırmaya konu olduğu ve sayısız kişiyi etkilediği bilinmektedir. Gut bazı eklemlerde ağrı, duyarlılık, kızarıklık, şişlik ve ısı artışı ile ani olarak gelişen, şiddetli ataklarla seyreden bir hastalıktır. Genellikle her seferinde bir eklemi etkiler ve bu eklem çoğunlukla ayak başparmak eklemi olmaktadır. Diz, dirsek ve el bileği gibi diğer eklemler de etkilenebilir.
Ataklar çok hızlı olarak gelişir ve ilk atak genellikle gece olur. Tüm romatizma türleri içinde en ağrılı olanıdır.
Ataklar şu nedenlerle gelişebilir:
Unutmayınız!
Bir gut hastasıysanız ve küçük bir yaralanma, travmadan sonra ekleminizde çok ağrı olursa ve iyileşmesi umulandan uzun sürerse, bunun bir gut atağı olabileceğini düşünün.
Vücut sisteminizi rahatsız eden herhangi bir olay gut atağını başlatabilir. Akut atağın erken bulguları açısından tetikte olunuz; çünkü tedaviye ne kadar erken başlanırsa o kadar yararlı olur.
İlk gut atakları eklemlerde kalıcı hasara yol açmaz ve eklemleriniz tamamen normal olarak kalır. Ancak bir eklem sürekli bir şekilde gut ataklarına maruz kalırsa ki bu durum artık yapılan tedaviler sonucunda çok nadirdir o zaman ürik asit kristalleri ekleme zarar verir ve kronik artrit gelişebilir. Hafif olgularda ataklar çok nadirdir ve ataklar arasına yıllarla ölçülen süreler girer ve kalıcı bir hasar gelişmez.
Gut hastalığı şişmanlık, hipertansiyon, hiperlipidemi ve diabet hastalığı ile yakından ilişkilidir. Gut tedavi edilmezse, böbrek taşları oluşabilir.
Unutmayınız!
Tekrarlayan gut atakları ekleminize hasar verebilir ve kalıcı artrite neden olabilir. Modern tedavi yöntemleri artrit gelişimini engelleyebilir.
Akut gut atakları antienflamatuvar analjezik ilaçlarla tedavi edilir. Bu ilaçlar ağrıyı azaltır ve enflamasyonu geriletir. Bu ilaçların gut hastalığında kısa süreli kullanılmaları yeterli olduğundan genellikle önemli yan etkilere neden olmazlar ve iyi tolere edilirler. Ancak bazen hazımsızlık, mide ağrısı, bulantı, döküntü, baş ağrısı gelişebilir. Astım hastaları da bu ilaçları kullanırken dikkatli olmalıdır. Daha önce ülser geçiren kişiler mutlaka doktorlarını bu konuda uyarmalıdır; böylece doktorunuz zararlı olmayacak tedavi seçeneklerine yönelebilir. Aspirin ve aspirin kapsayan ilaçlardan akut ataklar sırasında mutlaka kaçınılmalıdır.
Akut atağın tedavisinde kullanılan bir diğer ilaç kolşisindir. Kolşisin çok etkin olmakla beraber sıklıkla bulantı, kusma ve ishal gelişimine neden olabilir. Bu ilacın damar yoluyla kullanımı bu yan etkilerin görülümünü azaltır. Doktorunuz eğer kolşisin vermeyi uygun görürse, ağrınız geçinceye kadar ya da ishal gibi yan etkiler gelişinceye kadar 2 saatte bir ilacınızı almayı önerecektir.
İlaçlarınızı atağın hemen başlangıcında almanız daha etkili olacaktır. Bu nedenle doktorunuzun önereceği ilaçları evde bulundurmanız ve atak geliştiğinde doktorunuzu görünceye kadar bunları almanız yararlı olacaktır.
Doktorunuzun önerilerine dikkatli ve tam olarak uymakla gut atağı çok hızlı ve başarılı olarak kontrol altına alınabilir. Ayak başparmağı gibi ağrılı bir eklemin korunması gereklidir. Kafes gibi bir yapının ayak üzerine yerleştirilmesi ve böylece eklemin battaniye, yorgan gibi ağırlıklardan korunması yararlı olacaktır.
Akut atak için önerilen ilaçların kan ürik asit düzeyleri üzerine etkisi yoktur. Diğer bir deyişle, bu ilaçlar yeni ataklar geçirmenizi ya da eklemlerde ürik asit birikimini engellemez. Bu nedenle eğer ataklarınız sıklaşırsa, tofüs/ böbrek taşı gelişirse ya da kan testlerinde ürik asit düzeyleri yüksek olarak saptanırsa, doktorunuz kan ürik asit düzeylerini düşürecek ilaçlar önerebilir. Bu yönde bir karar alınması, atağınız olsun veya olmasın her gün ilaç almanızı gerektirir. Bu amaçla önleyici tedavi olarak kullanılan çeşitli ilaçlar vardır. Örnek olarak vücutta ürik asit oluşumunu bloke eden allopürinol ve böbreklerden ürik asit atılımını sağlıyan probenesid verilebilir. İdrarınızdaki ürik asit miktarına bağlı olarak, bu iki tip ilaç arasından seçim yapılır. Doğru tedaviyle, gut hastalığı hemen hemen tüm olgularda çok iyi kontrol altına alınabilir.
Unutmayınız!
Önleyici tedavi yaşam boyu sürer.
Bol sıvı almalısınız.
Önleyici tedaviler yapılırken atak gelişirse, atak tedavisini ayrıca yapınız.
Diyetin eskiden çok daha önemli olduğuna inanılıyordu; ancak etkili tedavilerin bulunmasından sonra birçok gut hastası istediklerini yemeye ve içmeye başlamışlardır. Bazı yiyeceklerde hücre konsantrasyonu fazla olduğundan ve ürik asit de hücre yıkımı ile oluştuğundan karaciğer, böbrek gibi sakatatların tüketilmemesi uygun olur. Protein kapsayan yiyecekler (özellikle et) aşırıya kaçmadan yenmelidir; bu yiyeceklerin belli miktarlarda tüketilmesi zaten sadece gut hastaları için değil, herkes için yararlıdır. Eğer kilo fazlalığınız varsa, kilo vermeniz sadece kandaki ürat seviyesinin düşürülmesinde değil kalbiniz için de yararlı olacaktır. Ancak çok sıkı diyet ve açlık da atakları tetikleyebilir.
Aşırı miktarda alkollü içecek alınması gut hastalığının nedeni değildir; ancak bir atağı tetikleyebilir. Hangi içeceklerin içilmesi, hangilerinin içilmemesi gerektiği üzerine çeşitli söylentiler vardır; bunları ciddiye almayınız. Ancak bazen hastalar belli tipte bir alkollü içeceğin ataklarını başlattığını belirtirler. Bu durumda, hastanın o tipte içeceği içmemesi önerilir.
Gut hastalığı açısından çoğunlukla 40 yaş üstündeki erkekler risk altındadır; ancak her yaşta etkilenim söz konusu olabilir. Çok nadiren menapoz sonrasındaki yaşlı kadınlarda gut hastalığı gelişebilir. Özellikle de tansiyon yüksekliği ya da kalp hastalığı tedavisinde önerilebilen diüretik ilaçları kullanan kadınlarda görülebilir. Bu ilaçlar ürik asidin vücutta depolanmasına neden olur. Genç kadınlarda gut hastalığı gelişimi çok nadirdir ve bu durumda özel incelemeler gerektirir.
Sadece tedavinin yapılmaması durumunda olabilir. Başlangıçta ataklar akuttur, eklem normal durumuna döner. Ancak ürik asidin depolanması deformite ve özürlülük durumuna neden olabilir. İyi olan tarafı, bu durumun uygun tedaviyle önlenebilir olmasıdır.
Diğer bölgelerde cilt altında, örneğin kulak üzerinde ve ellerde depolanabilir. Ayrıca iç organlarımızda özellikle böbreklerde depolanabilir. Bu nedenle gutlu bir hastayı değerlendirirken böbrek testlerine bakılması gerekmektedir. Bunun için idrar örneği
Bu ilaçlar oldukça güvenilirdir. Bazen ciltte döküntü ya da mide yanması nedeniyle bu ilaçların kesilmesi gerekebilir. Ancak bunun dışında hiçbir yan etki olmaksızın sürekli alınabilir.
Özel tipte bir kalsiyum kristali de eklemler içinde ürik asit gibi depolanabilir. Guta benzer akut ataklar gelişebilir; ancak bu durumda ayak başparmağından ziyade diz eklemi etkilenir.
Yüksek ürik asit düzeyine sahip bazı ırklar (örneğin Pasifik ülkeleri) bulunmaktadır; bu kişiler doğal olarak gut hastalığına daha fazla yatkındır. Gut hastalığına yakalanma oranları aynı ülkede bile değişik zamanlarda farklı olabilir. Örneğin İkinci Dünya Savaşı nedeniyle açlığın kol gezdiği ve yaşam koşullarının çok zor olduğu dönemlerde Avrupa ülkelerinde görülümü çok azalmıştır.
İltihaplı Eklem Romatizmaları ile sorunlarınızla ilgili bilgi almak için hemen bizi arayın. 76 86
Romatoid artrit tanısında en sık kullanılan laboratuvar testleri sedimantasyon, c-reaktif protein (C-RP), romatoid faktör (RF) ve anti-CCP denilen anti-siklik sitrülize peptid antikorudur. Hastalığın aktif olduğu dönemlerde kanda iltihabı gösteren sedimantasyon ve C-RP sıklıkla yüksektir. Sedimantasyon ve C-RP romatoid artritli hastalarda hastalık şiddeti ile ilişkili iltihabı gösteren özgül olmayan ancak tanıda ve hastalık aktivitesinin takibinde kullanılan testlerdir. Enfeksiyon, kanser ve diğer romatizmal hastalıklarda da yüksek olabilir. Yani romatoid artrite özgül değillerdir ancak tanı anında yüksek olmaları yardımcıdır. RF ve anti-CCP antikorları, romatoid artriti diğer romatizmal hastalıklardan ayırt etmede yardımcı olur. Ancak RF romatoid artrit dışında, özellikle enfeksiyonlar ve diğer romatizmal hastalıklarda da kanda bulunabilir. Anti-CCP romatoid artrit için daha özgüldür ve yüksek saptanması durumunda romatoid artrit olasılığı çok daha yüksektir. Bu antikorların romatoid artrit yakınma ve bulguları ortaya çıkmadan yıllar önce pozitifleşebileceği bilinmektedir. Her iki test RA hastalığına erken tanı koymamıza ve hastalığın nasıl seyredeceğini anlamamıza yardım eder. Ancak bu testler bütün hastalarda pozitif olmazlar.