rüzgarda salınan nilüfer tek parça izle / Türkiye sinemasının yeni ve ödüllü filmleri İstanbul Modern Sinema’da

Rüzgarda Salınan Nilüfer Tek Parça Izle

rüzgarda salınan nilüfer tek parça izle

“Devamlı savrulan ruhlar gibiyiz”

Venedik Film Festivali’nden Geleceğin Aslanı Ödülü’yle dönen “Çoğunluk” filmiyle dikkat çeken Seren Yüce’nin ikinci uzun metrajlı filmi “Rüzgarda Salınan Nilüfer”, orta üst sınıftan, küçük kızı ve eşiyle Bağdat Caddesi’nde yaşayan Handan’ı merkeze alıyor. Handan, yazar arkadaşı Şermin üzerinden hayatını yeniden şekillendirmeye çalışıyor. “Çoğunluk”un ardından bir kez daha orta sınıfı yeren bir filmle izleyicileriyle bu hafta buluşan Seren Yüce ve Handan’ı canlandıran Songül Öden’le filmi konuştuk.

- “Çoğunluk”ta da “Rüzgarda Salınan Nilüfer”de de üst orta sınıfa odaklanıyorsunuz.

Seren Yüce: Evet, bu film de bir ‘üst sınıf tasviri’ oldu. Belki “Çoğunluk”tan daha farklı bir tarafına baktım ve senaryoyu yazarken daha pırıltılı bir dünyayı göstermek aklıma geldi. Bu sınıfın bazı yönlerine takılıyordum. Bu sınıfı anlatmamdaki birinci neden tanıdığım, kendimi de zaman zaman içinde gördüğüm bir dünyayı daha rahat anlatabilmem. İkinci neden de çok normalleşmiş bir şeyleri su yüzüne çıkarmak.

-Filmin senaryosunun sizi bu rolü kabul etmeye ikna eden hangi yönüydü?

Songül Öden: Aslında benim için referans “Çoğunluk” filmiydi. Sinemada tek başıma izlemiştim ve çok beğenmiştim. Döndüğümde Seren Yüce kim diye araştırmıştım. Dolayısıyla “Seren Yüce bir film çekecek” dendiğinde referans “Çoğunluk” oldu. Senaryoyu sonra gördüm.

“Devamlı savrulan ruhlar gibiyiz”

“Diyalog yazmak için özel bir çabaya ihtiyacım yok”

-Filmin diyalogları çok kuvvetli ve tanıdık. Diyalogların yazım ve oynanma sürecinden bahsedebilir misiniz?

Seren Y.: Benim için diyalog yazmak aslında çok özel bir çaba gerektirmiyor. Kişiler arasındaki iletişime çok takılıyorum, iki kişi arasındaki havayı anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum.

Songül Ö.: Normalde oyuncularda yarattıkları karakteri kendi ağzına oturtmak gibi bir refleks olur. Bu filmde, Seren özellikle diyalogların değişmesini istemedi. Aslında gerek de kalmadı. Senaryodaki o diyaloglar, bazı semtlerde duyduğunuz çok tanıdık diyaloglar. Bu filmde klişelerin doğallıkla verilmesi çok önemliydi bence. Duyunca biz bunu biliyoruz diye düşünülebilir. Biliyoruz ama çok tekrarlıyoruz, o ne olacak? Ezberlenmiş olmaları büyük bir tuzak. Herkes kendine hipermetrop. Uzağı çok iyi görüyoruz da, kendimize geldiğinde aynı öz eleştiriye açık değiliz. Zaman zaman kendimizin de içine düştüğü durumlar vardı diyaloglarda.

-Filmin üzerinde durduğu konulardan biri de tüketim. Bu sınıfın tüketimle ilişkisini, bunun neredeyse bir iletişim şeklinin yerini almasını senaryoya nasıl yedirdiniz?

Seren Y.: Seçtiğim, tarif etmeye çalıştığım dünyayı anlatmaya çalıştığımda, bütün bunlar o dünyanın içinden çıkıyor. Bu alışkanlıkları nasıl hazırlop yuttuğumuz ortaya çıkıyor. Özellikle kendinizle olan ilişkinizi kaybettiğinizde metaları tüketmeye başlıyorsunuz. Bunu da sorgusuz sualsiz yapıyorsunuz.

-Filmde Handan ve Şermin’in aileleri arasındaki dinamiği nasıl kurdunuz?

Seren Y.: Aslında ikisi de birbirini doğurdu. Sonuçta Handan başkasının yaşam enerjisini kendisine aktarmaya çalışan bir kadın. Çünkü kendi yaşam enerjisini bir noktada kaybetmiş. Dolayısıyla senaryoda Handan’ın yaşam enerjisini emmesi gereken biri olmalıydı. Bu da, Şermin’i doğurdu.

-Handan da filmi izlerken çok yanında yer almak isteyeceğimiz bir karakter değil. Canlandırmak nasıldı?

Songül Ö.: Bence yerüstünde bir cehennemi yaşayan biri. Nasıl görünmesi, nasıl sevmesi, iyi bir tablo içinde nasıl bir arabaya binmesi gerektiği kafasında belli. Ayrıca çocuğunun piyano çalması, bilmediği bir içkiyi içmesi gerekiyor. Bence korkunç bir hayat. Zaman zaman hepimiz başka çalınmış hayatların parçası olabiliriz ama hayatın bütününe bunu yaymak bence korkunç bir şey hakikaten.

-Siz Handan’a yardım etme isteği duydunuz mu?

Seren Y.: Yargılayıcı bir yerde durmuyorum. Yapmak istediğim bir durumun fotoğrafını çekmekti. Böyle birileriyle karşılaştığım zaman ben oralarda bulunmamaya çalışıyorum. Çok fazla ilişki kurmak istemem. Karaktere hiç acıma duygusuyla yaklaşmadım.

Songül Ö.: O acıma duygusu, oyuncu olarak çalışırken sahiplenmenizden ileri geliyor. Yoksa yaşamın içinde görseniz acımazsınız. Rolü giydiğiniz için bir süreliğine siz Handan oluyorsunuz. Ve her şeyiyle anlamaya çalışıyorsunuz.

-Sizce orta üst sınıfın Türkiye’ye özgü yönleri nedir?

Seren Y.: Rüzgar ne taraftan eserse o tarafa doğru gidiyoruz. Çıkar ilişkilerini çok önde tutup, bu ilişkileri gerçeklik olarak kabul eden ciddi bir kesim var. Bizim toprakların Batı ve Doğu arasında sıkışmışlık halinin de kökünün buralarda bir yerde olduğu düşünüyorum. Laik dediğimiz kesimin de varoluşsal olarak yerini belirleyemediği bir ülkede yaşıyoruz. Bu bir süre daha böyle devam edecek. Demokratik bir yaşam tarzını içselleştiremiyoruz ve devamlı savrulan ruhlar gibiyiz.

“Rol için kalça protezi taktılar”

-Bu kadar sade bir filmde rol almak sizin açınızdan zor mu?

Songül Ö.: Yönetmen sinemasına inandığım için yönetmen nasıl istiyorsa, onun gördüğü şeyi olmaya çalışıyorum. Daha güzel, daha farklı görünmek gibi bir derdim yok. Bu filmde de Seren nasıl istediyse öyle oldu. Mesela onun kafasında Handan için daha deforme bir kadın vardı. Rol benimle buluştuğunda biraz daha fit görünümü bozmak için göbek ve kalça protezi taktılar. Beni hiç rahatsız etmedi bu. Teslimiyet içinde olursa oyuncu role daha çok yaklaşıyor. O noktada bir direnç göstermenin kimseye bir faydası yok bence.

rüzgarda salınan nilüfer

  • seren yüce'nin iksv ulusal yarışma kategorisinde yarışacak monash.pw ise şöyle geçmekte ; "orta yaşlarına varmış olan handan ve korhan çifti istanbul´un zengin semtlerinden birinde sıradan bir yaşam sürmektedirler. handan kendine meşguliyet yaratabilmek için sürekli uğraşlar icat etmekte, korhan´dan da her seferinde destek beklemektedir. korhan´sa seneler içinde handan´ın heveslerinin hiçbir yere varmadığını görmüş, bu hevesleri çok ciddiye almamayı öğrenmiştir. kocasından umduğu desteği bulamayınca içindeki boşluğu doldurmak için yazar olan arkadaşı şermin´e özenir ve yazarlığa niyet eder. handan´ın bu arzusu kıskançlığa dönüşerek iki aile arasındaki dengeyi bozmaya başlar."

  • seren yüce'nin 2. filminin adı. 'te çekilmiş. başrollerde songül öden, tolga tekin, tülay günal varmış.

    bu sene istanbul film festivali'nde yarışıyor. festivalde izlenebilir: monash.pw

  • bugün izledim. kesinlikle çoğunluk'un gerisinde ama yine de fena film olmamış. karakterler tam oturmamış.

  • bu gece başka sinema sayesinde izleme şansı yakaladım. mevsim güzelleşti ama canım sıkkındı, gideyim de iyice içimi daraltayım diyerek rexx'in yolunu tuttum.

    ben seren yüce'yi her anlamda çok beğenirim. hatta biraz stalklıyor bile olabilirim. çünkü kendisi çoğunluk'ta takdirimi ve hayranlığımı kazanmakla birlikte, nasıl desem çok hoş bir beyefendi. (o son leffe'yi içmeyecektim)

    detaylara girmeden, oyuncu seçimi konusunda cast direktörünü tebrik etmek istiyorum.
    daha önce songül öden'i hiç izlememiş biri olarak, kendisine bu rolde hayran kaldım. (ayrıca nasıl muhteşem bir postürdür o, çok kıskandım)
    kel olduğunu sandığım ve yine daha önce hiç dikkatimi çekmemiş tolga tekin de gayet başarılıydı.( o penis gerçek miydi bu arada? çünkü salondaki hemcinslerim de woavv tepkisini verdi. maşallah)
    tülay günal'ı yakın zamanda "güneşin sofrasında - nâzım ile brecht oyununda izlemiştim ve bayılmıştım. bu rolde sanki kendisini oynamış gibiydi. çok zorlanmamış olsa gerek.
    eraslan sağlam'ı duymuştum ama henüz hiç sahnede izlemedim. rolü gereği biraz silik bir karakter olduğu için çok yorum yapamayacağım.
    esme madra'nın minik ama tatlı rolü çok yakışmış. çoğunluk'tan sonra gözlerimiz kendisini arıyor. (kızım olsaydı adını esme koyacaktım. duyduğum en güzel isim. e biz de biraz salinger hayranıyız)

    spoiler

    küçük bir özenti burjuva ailesinin hikayesi bu. gayet dozunda eklenmiş mizah, filmde yer yer kahkaha atılmasına sebep oldu. evet bir cep salonunda izledim filmi ama gün ve saat itibariyle salon doluydu diyebilirim.
    handan, korhan ve aleyna'dan oluşan ailede kimse birbiriyle bağ kurmuyor. her konuda yüzeysellik had safhada. ailenin küçük kızı aleyna(isim bile özenti) kendini kesse şaşırmayız. kimse birbirine gerçekten sarılmıyor, dokunmuyor, öpmüyor. her şey maddi. ailenin evi dergilerdeki gibi, ruh yok. gösteriş için alınmış mobilyaların, alet edevatların, kıyafetlerin hiçbirinin sahibi yok aslında. kişiselleşmiyor. almış olmak için alınmış, bir kenara atılmış. tatmin olamayan insanların kendini mutlu etmek için yaptığı ve aslında asla bir işe yaramayan eylemdir bu. biliyorum, çünkü hepimiz yapıyoruz. izleyen herkes handan'la ve korhan'la dalga geçti ama film, tam olarak içimizdeki handan'ı nasıl da göremediğimizi gözümüze sokuyor.

    şermin ve kocası ise entelektüel çiftimiz. bu ailenin içine çok giremiyoruz. şermin bir roman yazmış, akıllı, kontrolleri elinde tutan, yeri geldiğinde lafı koyan ama genele baktığımızda mutsuz. "hangimiz değiliz ki" demek istiyor sanırım film. bu kadar baskın bir kadının kocası her zaman daha çekinik ve hatta kendine güvensiz olur. burada da öyle. (ne yalan söyleyeyim bir ara hesap isteme sahnesinde kendimi gördüm. lanet olsun bana, çok iticiymişim.)

    yüzeysellikte zirvede olan nalan ve korhan, şermin'in ettiği iki afilli lafa ağızları açık bakıyorlar. gerçek dünyada da bu aileler dost olamaz. birbirlerine dayanamaz. benim kafama yatmayan tek şey korhan gibi sığ ve şekilci bir adamın, şermin gibi akıllı ve güçlü bir kadında neyi çekici bulduğu? sonuçta karısı daha güzel ve daha genç. tanıdığım hiçbir korhan, şermin'i istemez. ama seren bey öyle diyorsa, öyledir.

    tabi içinde cinselliğin olmadığı bir evliliğin neye benzediğini de görüyoruz. yemin ederim bir ara içimdeki saldıray abi dile gelip "sizin sorununuz ne biliyor musunuz, siz sevişmiyorsunuz" dedi.
    ama o kısım biraz üstünkörü geçilmiş. neden sevişemiyorlar? ben o kısmı da anlayamadım serencim (of çok cıvıklaştım, pardon)

    spoiler

    tabi çoğunluk çok daha iyiydi benim için ama rüzgarda salınan nilüfer de izlediğim için memnun olduğum bir film. filmden sonra bir bara oturdum ve kendime leffe* söyledim. bu satırları da ordan yazıyorum.
    başka sinema'ya ulaşmanız kolaysa, filmi sinemada izlemenizi tavsiye ederim.

  • izlemeyi ne kadar merakla beklediğimi betimleyemiyorum. küresel ısınmaya bağlı olarak ortaya çıkan beşinci bir mevsimi, ya da john lennon'ın ölmeden kaydettiği ve hiç yayınlanmamış yeni bir albümü bekler gibi desem? belki.. fimin monash.pw'daki özeti (spoiler sayılmaz heralde?):

    "handan ve korhan orta yaşlarını süren, istanbul'un iyi semtlerinden birinde hayatlarını sürdüren bir çifttir. handan hayatını doldurabilmek için kendisine sürekli uğraşlar icat eder; ve her yeni girişiminde korhan´dan destek bekler. korhan, yıllar geçtikçe eşi handan´ın heveslerinin içi boş olduğunu fark etmiştir; artık onu fazla ciddiye almaz. korhan'dan umduğu desteği bulamayan handan, yazar arkadaşı şermin´e özenir ve yazarlığa kalkışır! fakat başta masumane olan bu arzusu zamanla kıskançlığa dönüşecek ve farklıı yollara sapacaktır. yönetmenliğini ve senaristliğini seren yüce'nin üstlendiği filmin müzikleri gökçe akçelik'e ait"

  • peygamber sabrı olan başarılı ve aklı başında yazar şermin, hayatta hiçbir işi gerçekleştirmekte tutunamayan, boş, mutsuz ve fakat kifayetsiz muhteris handan ile kocası cinsel ve duygusal hayatında mutsuz iş adamı korhan seren yüce bunlardan üst orta sınıfları nefis anlatan bir film çıkarmış.

  • modernizmin içine teknoloji girdiğinden toplumun yapı taşının neye benzeyeceğini gösteren film.

    handan'ın kafamda bi kurbağa var, demesine rağmen kafasının üzerine bakmayı hiç akıl etmemesi, handan'ın kocasının iki yüzlülüğü ve fakat üzülesi çaresizliği, aleyna'nın ileride reklam ajansına girip 30lu yaşlarında kendinden genç tüm hemcinslerini kıskanacak olması (doyumsuzluğu) elimizde.

    geçmeden afiş tasarımı 10 puan, film ise 3/5.

    spoiler

    iş hayatına girdiğimden beri filmdeki gibi iki yüzlü insanlarla karşılaşıyor ve hatta onlarla yaşıyorum. bile bile yalan söyleyen, mutsuz ve salt gösterişli olmak için çabalayan aslında yüzeysel olmayan insanlar. belki de filmdeki tüm karakterler üretme krizindeler. aleyna bile bir şeyler yapmaya çabalıyor ama bir yere kadar, annesinden ne gördüyse o oluyor sonrasında.

    korhan'ın sinem'i güzel bulmadığı için ondan kurtulmasını çok samimi buldum, en güzel noktalardan biriydi bence. gerçekten güzel veya çekici bulmadığından kaçtı yanından. bir de zaten asıl çift birbirini çok iyi tanıyor, free jazzdan bunalmaları ordan kaçmaları, kadının yatakta ve film sonunda ağlama krizine girmesi ve adamın bunu bir parça öngörmesi bunu gösteriyor. yani karısından daha güzel veya şermin gibi daha akıllı olması gerekiyordu o kadının. saçma sapan kahvaltılar ne öyle. korhan bir çeşit yoksunluk halinde, her açıdan hem de, bunu bastırmaya ve gidermeye çalışması yöntemi ne olursa olsun samimi.

    filmde iki yüzlü olmayan bir şermin'in kocası belki, onu da çok tanımadık zaten. şermin'in twitter'da handan'ın arkasından konuşması, korhan'la geçenleri sineye çekmesi, aslında handan'ın yazdıklarını beğenmemesine rağmen bunu kibarca dahi söylememesi bunu gösteriyor.

    gelelim handan'a, handan'ın sıkıntısı başta söylediğim üretmeme. üretecek zihinsel sakinliğe de sahip değil. durgunluk halinden çıkar mı, bilmiyoruz. filmin sonunu bu açıdan beğenmedim, hesaplaşma veya açık pencere olmadan bitti. çoğunluk'un sonunda filmden sonra ne olacağını ve olmayacağını görmüştük mesela. ama handan o evde sıkışmasına rağmen bunu keşfedemeyecek sanırım.

    modern dünyanın içine teknolojiler ile hapsolmuş bir çekirdek ailenin mutsuzluğunu izledik. aleyna'nın ipad'i ile anne-babasını onlar da başka birer teknolojik alet ile ilgilenirken çekmesi çok hoştu. kimse gülümsemedi bile. evde hiç kimse zihinsel durağanlığa sahip olmadığından birbirine gülümseyemiyor, durum bu derece vahim. hadi yat artık hadi yemek ye, olmaz et yemen lazımdan öte değil ilgi ve sevgi.

    filmde oyuncuları da sevmedim, gerçek ile gerçeküstü bir yere sıkışmıştı diyaloglar bile. telefon konuşmaları çok seriydi mesela, gerçeklikten koparttı izleyeni. kimi yerlerde ve özellikle çocuk karakterler text okuması yaptı. ama songül öden'in vücut bütünlüğüne bu denli hakim olması ve kendini yönetmesi muhteşemdi. ellerini kullanırken bile bir teknik uyguluyordu sanki. örneğin makyajını sildiği sahnede sahnenin anlamından çok oyuncunun hareketlerini merakla izledik. sanırım oyuncuları sevemedim dememin nedeni texte olan bağlılıktı, sanki yönetmen oyuncuları özgürleştirmemiş gibi geldi. eğer böyle değilse ve olması istenen buysa da bilgilenmek isterim, kamera arkası görüntüler yayımlanabilir bunun için .swh. nuri bilge ceylan'ın oyuncuları sahnede baskı ile özgürleştirme çalışması ve doğallığı ton ton yakalamış olduğunu gördükten sonra bu tip bir yorum yaptığımı düşünüyorum. oradaki burada göremeyince bazı yerler yavan kaldı.

    serkan kesin dünya üzerinde çekilen her filmde lütfen oynasın. onu görünce nasıl bir mutluluk oldu, hele sezin hanımlar double sürpriz oldu. ikisi de semaver kumpanyadan oyun arkadaşları zaten. sezin hanımların mimikleri zaten muhteşem..

    film hakkında daha ne düşünebilirim bilmiyorum. ben çekimser buldum, yerden yere vurmayan ve eleştirmeyen. biraz acıyıp sahiplenen belki. ne kavgalar çıkardı oysa, gerçi bu tip insanlar gerçekte kavga etmezler o da doğru.

    velhasılı kamera arkası görüntüleri beklemekteyiz.

    edit: esme madra'nın oynadığı türbanlı sekreter karakterini filme sokmalarını önce yadırgadım, yani bayağı durması için hususi yapılmış gibiydi. ama korhan ile koray'ın sen de tam liberal oldun, konuşmaları çok hoştu. bu malum kişilerin iki yüzlülükleri basitçe anlatılmış üzerine söz söylenmesine gerek yok.

    spoiler

  • seren yüce'nin çoğunluk sonrası karakterlerin dünyasına daha da girdiği, izlenilmesi gereken, ayrıntıların üzerinde titizlikle durduğu 2. filmi.

    çoğunluk'un sağlam bir referans olduğu bu filmin çoklukla onla kıyaslanacağı da aşikar. zira çoğunluk çok boyutlu birçok şey söyleyen bir filmdi. bu sanki daha yalın ve karakterlerle büyüyor..

    esme madra'yı filmlerinde oynatması güzel, müzikleri replikas'tan gökçe kotarmış belli ki o da güzel..

    izlenir ki bu!

  • son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim saçma sapan bir film.

    yani benim idrak edemediğim yurdum yaşantının sinemaya yansımasının nasıl bir sanatsal öznesi var. kişinin ekstra bir durumu vardır, hayata karşı duruşu ya da duramayışı vardır onu yansıtırsın anladım fakat bu film öyle bir şey değil ki!? sahi doktor bu film bize ne anlatıyor?

    gündelik yaşamın sıkıcılığını mı? evlilik hayatının boka sarışını er kişilerin alkolü kaçırınca saçmalayışlarını mı? e bunda bir şey yok ki? ben bu filmden çıkınca hakikaten ne öğrenmiş olmam gerekiyor? gb gb sorularımın hiçbir yanıtı olmayan film

    eğlendirici mi? hayır!
    düşündürücü mü? burada biraz kaygım oluşuyor, evlilik hayatı bak böyle olmamalı? bak bu adam gibi olmayın, bu kadın gibi olmayın mı demek isteniyor? şermin gibi mi olun demek isteniyor? orası muamma ama çokca sıradanlık var! nuri bilgi ceylan filmleri de sıradanlık üzerinden geçiyor fakat gerek görüntü gerekse diyaloglarda bir bilgelik akıyor burada onu bulmanın mümkünatı yok!
    ibret verici mi? hayır!

    vesselam büyük ümitlerle gittiğim ama hüsran yaşadığımız bir film.

    bu da böyle bir içlenişimdi.

  • tam da bir kesimin yurdum yaşantısına ayna tutabilmiş olmasından ötürü değerinin arttığı seren yüce filmi. nitekim bence sinemayı salt eğlenceden ayırıp sanat yapan şey de bu. sinema öğretici ya da didaktik olduğu ölçüde kıymetini yitiriyor bana kalırsa. tıpkı bu filmdeki gibi özdeşlik kurulabilecek karakterle etkisi ve gücü artıyor sinemanın. burada tek handikap, bu gibi filmlerin karakterleriyle tam bir özdeşlik kurabilecek tiplere asla ulaşamıyor / ulaşamayacak olması. örneğin handan ya da korhan böyle bir filme gider miydi? cevap belli olduğu için film tam da hedefine ulaşmış diyebiliriz.

    songül öden ve tolga tekin çok iyiydi. özellikle songül öden'e ayrı bir parantez açmak lazım. gerçek oyuncuların gücü sinema perdesinde kendisini gösteriyor. ermin rolündeki tülay günel ilk sahnelerinde sırıtıyordu ancak filmin ortalarından sonra karakteri tam olarak oturdu.

    filmde sabit kamera hakim. izleyiciye geniş ve ferah bir gözetleme alanı sağlıyor bu durum. anlamı görüntülerde aramaktansa karakterlere odaklanabilmemiz için bu yol tercih edilmiş gibiydi ve gayet yerinde bir tercihti bu bana göre.

    atilla dorsay filmde mizah olmamasından yakınmış. bunu, artık dorsay'ın sosyolojik gözlemlerinin günümüz sinemasını değerlendiremiyor olmasına bağlıyorum. film baştan sona mizahiydi. suuratımda koca bir sırıtma ile izledim çoğunu. ağlanacak hale sırıttırmış seren yüce.

    çoğunluk'un kasvetli depresif yapısı bu filmde yoktu. zira sınıflar farklı, dertler farklı. bu filmin karanlığı mizahı. türkiye burjuvazisinin rengarenk depresyonu bu film.

ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır