rum yeşilçam oyuncuları / Türk Sinemasında Rumlar - Emine Uçar İlbuğa - biamag

Rum Yeşilçam Oyuncuları

rum yeşilçam oyuncuları

Yeşilçam’ın azınlık “öteki”leri başlıklı yazımızın önceki bölümlerinde Müslüman- Türk kadınların, sahneye çıkmalarının, filmlerde oynamalarının yasak olduğu yıllarda filmlerde oynayan azınlıklardan Rum, Ermeni, Rus kadın oyunculardan, yaşam öykülerinden, sinema serüvenlerinden söz ettik. Hepsi yazdığımız kadarla sınırlı değil elbette ama tamamını yazmak ayrı bir çalışma kapsamında ele alınabilir. Ayla Karaca (Atina Miloharakti), Deniz Tanyeli (Efeminya Ozmavridis) ve Luiza Nor’dan da söz edip daha yakın tarihlere, “Yeşilçam dönemi” oyuncularına döneceğiz.

AYLA KARACA (ATİNA MİLOHARAKTİ)

Ölüm haberi 21 Mart ’de “Oyuncu Ayla Karaca, koronavirüs sebebiyle hayatını kaybetti” başlığıyla yer almıştı Evrensel’de. Uzun zamandır bakımevinde kalan oyuncu 17 Mart günü İzmir’de hastalığı atlatamayarak 87 yaşında hayatını kaybetmişti. Gerçek adı Atina Miloharakti’ydi, Ayla Karaca’nın. Televizyon izleyicisi onu ’de başlayıp ’ye kadar bölüm yayınlanan, “Yabancı Damat” dizisinde Niko’nun annesi Eleni olarak tanıdı.

20 Mayıs yılında İstanbul Kurtuluş’ta kunduracı baba ve terzi bir annenin kızı olarak doğan Atina Miloharakti ’te henüz 11 yaşındayken komşularının aracılığıyla Ses Tiyatrosunda, “Tatlı Sert” operetinde Rumca şarkı söyleyerek sahneye çıkar. Sonrasında yine Ses Tiyatrosunda sahnelenen “Kapan” operetinde dans ederek yer alır.

Muammer Karaca topluluğunun turne tiyatrosu kadrosunda oyuncu olarak yer alır.

Anadolu turnesindeyken yaşı küçük olduğu için yaşadıkları bir polis soruşturmasında Muammer Karaca polise kızım diye tanıtınca ve Ayla adı da önerilince Ayla Karaca adını kullanmaya başlar. ’de Toto Karaca-Sıtkı Akçatepe’nin turne tiyatrosunda çalışır.

yılında Vedat Örfi Bengü’nün yönettiği “Ayşe’nin Duası” adlı filmde oyuncu olarak ilk kez bir sinema filminde kamera karşısına geçerek sinema oyunculuğuna başlar. yılında Vedat Ar’ın yönettiği “Lale Devri” filminde ilk kez başrolde oynar. Sonrasında yine Baha Gelenbevi’nin yönettiği “Barbaros Hayrettin Paşa” () ve Münir Hayri Egeli’nin yönettiği “Yavuz Sultan Selim ve Yeniçeri Hasan” () filmlerinin başrollerinde oynar.

Orhon Murat Arıburnu’nun yapımı “Sürgün” adlı filminde de oynayan Ayla Karaca uzun bir süre, ’e kadar sinemadan, dizi sektöründen uzak kalır. Tevhit Bilge ile ilk evliliğini yaşayan Ayla Karaca, ikinci evliliğini Görüntü Yönetmeni Özen Sermet ile yapar. Sermet ile evlendikten sonra oyunculuğu bırakarak yurt dışına yerleşirler. ’de Türkiye’ye dönerek İstanbul’da sürdürür yaşamını, ’de eşinden ayrılır. ’de dizilerde oynayarak oyunculuğa döner. “Neşeli Günler”, “Sevda Rüzgarları”, “Yabancı Damat” ve “Aşk Bir Hayal” adlı dizilerde yer alır. Ayla Karaca 22 Mart tarihinde Kadıköy Rum Ortodoks Mezarlığında bulunan kilisede yapılan cenaze töreninin ardından toprağa verilir.

DENİZ TANYELİ (EFEMİNYA ÖZMAVRİDİS)

Sinema izleyicisinin Deniz Tanyeli olarak tanıdığı İstanbul, Feriköy doğumlu Rum Oyuncu Efeminya Özmavridis’in hayatının akışı, Yönetmen Muharrem Gürses’i tanımasıyla değişir. Muharrem Bey onu birkaç filminde küçük rollerde oynatır.

Oyuncunun adını da Deniz Tanyeli olarak değiştiren Muharrem Gürses onu yapımı “Yedi Köyün Zeynebi” filminde başrolde oynatır. Filmde rol arkadaşı Saltuk Kaplangı’dır. Filmde ikiliye eşlik eden diğer oyuncular da Sevki Artun, Bülent Koral, Muharrem Gürses, Salih Tozan, Fatma Bilgen, Memduh Karakas, Faik Coşkun, Rukiye Göreç, Mualla Kavur, Bülent Oran’dır. Film hasılat rekorları kırar.

Muharrem Gürses filmleriyle ünlenen Deniz Tanyeli daha sonra çalıştığı Kemal Film şirketinde Osman F. Seden’in yönettiği yapımı “İntikam Alevi” filminde Ayhan Işık’la başrolde oynar. Yine Osman F. Seden’in yönettiği “Berduş”da Zeki Müren’le, senaryosunu Osman F. Seden’in yazdığı, Osman Nuri Ergün’ün yönettiği “Şehir Yıldızları” filminde de Eşref Kolçak’la başrolde oynar. Zeki Müren’le birlikte başrolde oynadıkları yapımı “Berduş” filminde canlandırdığı Filiz karakteriyle büyük sükse yapar.

yılında Görüntü Yönetmeni Yükman’la evlenen Deniz Tanyeli de tıpkı Ayla Karaca gibi evlilik sonrası sinemadan uzaklaşır ve yurt dışına yerleşirler. Eşinin ölümünden sonra ’90’larda İstanbul’a döndükten sonra Şile’ye yerleşir. Akciğer kanseri olan Deniz Tanyeli 13 Ekim ’da aramızdan ayrılır, 14 Ekim Cuma günü, Aya Lefter Kurtuluş Rum Ortodoks Mezarlığında, sessiz sedasız toprağa verilir.

LUİZA NOR

Atina’da doğan Luiza Nor’un babası İstanbullu, annesi ise İzmir kökenlidir. Asıl adı Eleni’dir. Moryano tiyatro okulunu bitirdikten sonra tiyatro oyuncusu olarak müzikal oyunlarda yer alır. ’de Pandeli İkanomu Operet Tiyatrosu ile İstanbul’a gelerek Taksim’deki yazlık Ses Tiyatrosunda temsiller verirler.

Luiza Nor tiyatro grubuyla birlikte Yunanistan’a dönmeyerek İstanbul’da kalır. yılında Semih Evin’in yönettiği “Sihirli Define”, yılında Esat Özgül’ün yönettiği “Ne Sihirdir Ne Keramet”, Orhan Atadeniz’in yönettiği “Ali ile Veli”, ’de Muharrem Gürses’in yönettiği “Kara Efe / Zeynep’in Gözyaşları”, Atıf Yılmaz’ın yönettiği “İki Kafadar Deliler Pansiyonunda” filmlerinde, yılında da yine Atıf Yılmaz’ın yönettiği “Aşk Istıraptır” filmlerinde ve yılında Orhan Erçin’in yönettiği “Fındıkçı Gelin” filmlerinde oynar. Luiza Nor yılında Atina’ya dömonash.pw

Kaynakça:
&#; Paris’ten Pera’ya Sinema ve Rum Sinemacılar, Yorgo Bazis-Sula Bozis. YKY Sanat Dizisi,
&#; Vikipedi
&#; Gazete haberleri
&#; monash.pw

monash.pw

Anadolu'nun çokkültürlü çokdilli, çokdinli yapısı geçmişten günümüze sorunlu ve tartışmaya açık bir alan olarak hep güncelliğini korumuştur.

Tarih boyunca farklılıkların biraradalığı bazen övünülen, onur duyulan bir olgu olarak vurgulansa da aslında her kritik siyasi dönemeçte bu yapı provokasyona, saldırıya açık olmuş ve bu dönemlere ilişkin konular her zaman tartışmaya ve soru işaretlerine, farklı yorumlara neden olmuştur.

Örneğin resmi tarih bu konuları ya görmezden gelir ya yok sayar ya da farklı bir biçimde yorumlar. Türkiye'de farklı etnik, kültürel, dinsel grupların edebiyattan tiyatroya birçok sanat dalında yer almalarına karşın bu mecralarda temsilleri de çoğu zaman klişe ve önyargıları pekiştirici olur.

Müslüman kadınların oyuncu olmalarının kabul görmediği sinemanın ilk yıllarında Rum ve Ermeni kökenli oyuncular kamera karşısına geçer. Ne var ki sinemada oyuncu olarak yer almalarına karşın filmlerin ana öyküsünde konu olarak yer almaları o kadar kolay olmaz.

Çoğu zaman tarihi filmlerde düşman tarafı (çoğu zaman Yunan) karakterize ederler ya da ana karakteri besleyen yan oyuncular, evin hizmetçisi veya komşu olarak aksanlı dilleriyle filmlerde temsil edilirler.

Ancak tıpkı tarihte olduğu gibi hiçbir zaman asıl kahraman, sıradan bir vatandaş, toplumun bir parçası olarak yer almazlar. Farklılıkları konuşma aksanlarıyla, yaşam biçimleriyle bu filmlerdeki kısa anlarda bile vurgulanır.

Gül Yaşartürk kitabında tam da bu konuyu sorunsallaştırmıştır.

Yazar beş bölümden oluşan çalışmasının ilk bölümünde kimlik, kimliğin değişkenliği, çok kimlilik ve aidiyet konusunu ele alırken, sorunlu alanın kimliklerden öte kimlikçilik konusunda odaklandığına vurgu yapar.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin kimlik çoğulluğunun karşısına homojen kültürel kimlik yapısını koyması ve asimilasyon politikalarıyla tekil kimlik önermesi, farklı kimliklerin kamusal alandan dışlanma, ötekileştirilme korkusuyla içe dönmelerine, kimliklerini saklamalarına, sessizliğe bürünmelerine ve gizlenmelerine neden olur.

'li yıllar teknolojik gelişmelerin hızlandığı, neo-liberal politikaların benimsendiği ve yayıldığı, sosyalist blok ülkelerinin dağılma sürecine girdiği bir dönem olur. Bu dönem aynı zamanda etnik, dini, ulusal kimliklerin daha fazla gündeme gelmesine ve Türkiye'de de kimlik politikalarının yükselişe geçmesine olanak sağlar.

Küreselleşme sürecinin etkisi ile bütün dünya tek bir pazar haline gelse de, kültürel farklılıklar varlıklarını sürdürmeye devam eder ve ekonomik küreselleşme süreci kültürel farklılıkları ortadan kaldırmadığı gibi, kültürlerin farklılıklarına karşı duyarlı olma gereksinimini de artırır.

Sonuç olarak, 'lardan itibaren Türk sinemasında gayrimüslim karakterlerin temsilleri daha bir görünür olur. 'li yılarda ise yalnızca sinema filmlerinde değil, televizyon dizilerinde de farklı etnik kimliklerin temsilleri söz konusu olur.

Rumların temsili

Kitabın ikinci bölümü "Türkiye'de Rum Olmak" başlığını taşımaktadır. Çünkü yazar çalışmasını Rumlarla sınırlamıştır ve bu nedenle öncelikli olarak Rumların koşullarını tarihsel olarak İstanbul'un Fethi'nden başlayarak günümüze kadar incelemektedir.

Buna göre, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılma süreci ve ulusal bağımsızlık hareketleri, Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması, dolayısıyla yeni kimlik politikaları, mübadele, varlık vergisi, Eylül olayları ve geriye kalan gayrimüslimlerin kendilerini güvende hissetmemeleriyle göçün süreklilik kazanması sonucu günümüzde Türkiye'de yaşayan Rumların sayısı giderek azalmıştır.

Yazar, bugün için Rum kökenli vatandaşların yoğunluklu olarak İstanbul ve Adalar'da konumlandıklarını ve toplam nüfuslarının da civarında olduğunu belirtirken, Türkiye'de yaşadıkları olumsuz deneyimlerle giderek içe kapalı bir toplum olarak yaşamlarını idame ettirmek durumunda kalan Rumların, çocuklarını genellikle eğitim için Yunanistan'a göndermeyi tercih ettiklerine dikkat çekiyor.

Bu durum ise Rum nüfusunun giderek azalmasına neden oluyor.

Sonuç olarak farklı dil, farklı din ve farklı kimlikleriyle uzun yıllar kendilerini kendi memleketlerinde soyutlamak zorunda kalan, yalnızlığa mahkûm olan ve korkuyla, güvensizlikle başbaşa yaşamak durumunda kalan bir grubun bugün sayılarının bu derece azalmış olması da şaşırtıcı olmamalıdır.

Asıl şaşırtıcı olan, bu denli önemli ve sorunlu bir konuya, toplumsal gerçekliği belirleyen ve bu gerçeklikten beslenen sinemanın bu denli duyarsız kalması ya da yeterince ve gereğince yer vermemesidir.

Tam da bu noktada Yaşartürk kitabının üçüncü bölümünde Türk sinemasında gayrimüslim karakterlerin nasıl temsil edildikleri konusuna eğilir.

Bu bölümde, orta oyunundan başlayarak gayrimüslimlerin temsillerini ele alır ve sinemanın orta oyunu geleneğini sürdürerek ilk yıllarından itibaren daha çok komedi unsuru olarak dil ve aksandan kaynaklı yanlış anlamalar üzerine yapılan güldürülere yer verdiğini söyler. Ya da ilk sansürlenen Türk filmi Mürebbiye'den başlamak üzere gayrimüslim kadınlara ilişkin kötü, evli erkekleri ayartan Rum dilberleri, hizmetçi, hırsız, vatana ihanet eden güvenilmez Rum çeteleri gibi genellikle klişe ve milliyetçi ideoloji çerçevesinde ötekileştirilerek Türk sinemasında sunulduklarına dikkat çeker.

Buna karşın ve 'lerden itibaren filmlerde yan karakterler olarak Türkiye'de ötekinin arkadaşlığı ve dayanışmasına, çokkültürlülüğü yansıtan zengin karakterlere, düşlenen, özlenen Rum dostluklarına, bilgili ve yol gösterici yol arkadaşlıklarına ilişkin temsillerle de öne çıkmalarına rağmen bu filmlerde de dilleri ve inançlarına, kültürel farklılıklarına vurgu yapılarak, tam anlamıyla toplumun ötekisi olmadan, toplumun doğal bireyleri olarak filmlerde konu edilmezler.

İkili karşıtlıklar

Yaşartürk kitabın dördüncü bölümünde Dost Denizin Çocukları başlığı ile Bulutları Beklerken, Yüreğine Sor, Sen Ne Dilersen, Sis ve Gece, Güz Sancısı ve Sıcak filmlerini, beşinci bölümde ise Gidenlerin Gözünden başlığı ile Sürgünü bağlamında Politiki Kouzina (Bir Tutam Baharat) filmini analiz eder.

Yazar böylece son dönem birçok film ve filmlerdeki gayrimüslim karakterleri özellikle Rumlar üzerinden inceleyerek eskinin klişe temsillerinin dışına çıkabilen, hem dost, arkadaş ve sığınılan bir liman olarak hem de ötelenen, tekrar tekrar farklılıkları vurgulanan ve Türklükle özdeşleştirilen kimlikler olarak ikili karşıtlıklarla sunulduklarını ortaya koyar.

Gül Yaşartürk Türk Sinemasında Rumlar kitabında tarihsel olarak gayrimüslimler konusunu ele alırken birçok alanda olduğu gibi Türk sinemasında da farklılıklara bakış açısının değişmediğini ortaya koyar.

İncelenen filmlerde Rumlar daha çok bildik, tanıdık klişelerle ve gerçeklikten uzak tiplemelerle ortaya koyulur.

Türk Sinemasında Rumlar kitabı bu alandaki önemli bir eksiği gidermesi ve Rumların sinemada temsilleri gibi sorunlu bir alana dikkat çekmesi bakımından önem taşıyor.

Türk sinemasında farklılıkların temsillerine ilişkin bir başucu kitabı olarak değerlendirilebilecek çalışma okuyucuyu gerçeklerle yüzleştirmesi bakımından da okunmayı hak ediyor. (EUİ/YY)

Bir Yeşilçam manzarası: Rumlar fahişe, Yahudiler tüccar

Dilara Balcı “Yeşilçam'da Öteki Olmak-Başlangıcından 'lere Türkiye Sinemasında Gayrimüslim Temsilleri” isimli kitabında, Türk sinemasında gayrimüslim vatandaşların nasıl temsil edildiklerini ve karikatür tiplemelerin arkasında yatan ötekileştirmeyi anlattı

“Kolektif Kitap” tarafından yayımlanan Dilara Balcı imzalı “Yeşilçam’da Öteki Olmak- Başlangıcından ’lere Türkiye Sinemasında Gayrimüslim Temsilleri” isimli kitap sinemadaki gayrimüslim tipleri anlatıyor.

Radikal’den Şenay Aydemir’in haberine göre, sinema salonlarında Rumca dublajlı film gösterimlerinin yapıldığı ’lu yıllardan, ‘Kıbrıs Sorunu’nun patlak vermesiyle ’lerden sonra bütün Rum kadınların ‘fahişe’, Rum erkeklerin ise ‘Megalo Idea’ uğruna Türkiye’ye karşı ihanet faaliyetleri yürüten karakterlere büründüğü bir sinemaya dönüşün öyküsünü görmek mümkün Balcı’nın çalışmasında.

Ermeni oyuncuların Türkçe isimler almak zorunda kaldığı; tiyatroda ve sinemada çoğunlukla bozuk Türkçeleriyle birer komedi unsuru olarak kendilerine yer bulabildikleri görkemli Yeşilçam yıllarını; Yahudilerin ancak kuyumcu ya da sarraf olarak bir görünüp bir kayboldukları filmleri okuyabilirsiniz ‘Yeşilçam’da Öteki Olmak’ta.

Balcı’nın çalışmasında dikkat çeken en önemli unsurlardan birisi, Türkiye’de yaşayan gayrimüslimlerin hemen hemen her filmde bir karakter olmaktan çok, figür olarak anlatılmaları. Balcı, bu karakterlerin evlerinin, ibadet yerlerinin, dinsel figürlerinin, kutsal günlerinin Türkiye sinemasında asla gösterilmediğini belirterek, bunun aslında bir Türkleştirme olarak okunması gerektiğinin altını çiziyor. Yüzyıl boyuncu yapılmış çeşitli istatistiklerle ülkedeki gayrimüslim nüfusunun hem sosyal hayattan hem de sinemadan usul usul çekilişinin izini de sürüyor. Sinemaya emek veren oyuncular, yapımcılar, yönetmenlerin isimlerini anmayı da ihmal etmiyor. İşte kitaptan bazı önemli anekdotlar.

‘Nubar Terziyan, Ayhan Işık’ın amcası değildir’

Kitaptaki ilginç notlardan birinin kahramanı ise Nubar Terziyan ve Ayhan Işık. Terziyan Ayhan Işık öldükten sonra bir gazeteye, “Oğlum Ayhan. Dünya fanidir ölüm herkese nasip ama, sen ölmedin zira geride bıraktığın bizlerin ve milyonların kalbinde yaşıyorsun. Ne mutlu sana () Amcan: Nubar Terziyan.” şeklinde bir ilan verir. Bu ilanın yayımlanmasının ardından Ayhan Işık’ın gayrimüslim olarak algılanmasından endişe duyan ailesi şöyle bir ilan verir: “Önemli bir düzeltme. ‘Amcan Nubar Terziyan’ imzasıyla çıkan ilanla sevgili varlığımız Ayhan Işık’ın hiçbir ilişkisi yoktur. () Görülen lüzum üzerine üzüntüyle duyururuz. Ailesi.” İlandan da anlaşılabildiği gibi Işık’ın ailesi, ünlü oyuncunun ‘Ermeni’ olarak anılabileceğinden büyük endişe duymuştur.

Kenan Pars: Ben bir Türk’üm

ve ’lı yılların ünlü jönü Kenan Pars, bir röportajında Kirkor Cezveciyan kimliğiyle hatırlanmak istemediğini şöyle dile getirir: Kirkor Cezveciyan, sadece kimliğimdeki adım. Kullanmıyorum. Ben Türkiye vatandaşı Kenan Pars’ım. () Türkiye’de doğan, Türkiye Cumhuriyeti nüfus cüzdanını taşıyan, bir Türk gibi yaşayan adama ne denir? Ben bir Türk’üm. Türk olmanın anlamını hissediyorsan sen de Türk’sün.

Terziyan’ın cesareti

Ermeni kökenli olan oyuncular - Nubar Terziyan dışında - etnik kimliklerini gizleme ihtiyacı hissetti. Türkiye’de adıyla sanıyla Ermeniliği akla gelen ilk kişi, Yeşilçam’ın tonton adamı Nubar Terziyan. Soğuk ve kötü adam tipinin vazgeçilmez aktörlerinden Kenan Pars ise herkesçe tanınsa da asıl adının Kirkor Cezveciyan olduğu ve seslendirme yapıldığından tipik bir Ermeni aksanıyla konuştuğu dahi bilinmez. Yeşilçam’ın olmazsa olmazlarından Vahi Öz’ün, Sami Hazinses’in, Turgut Özatay’ın, Naşit Özcan’ın çocukları Selim Naşit ve Adile Naşit’in –“Hababam Sınıfı”nın Adile Ana’sının- Ermeni olduğu kimsenin aklına bile gelmez. Ama Toto Karaca aksanıyla ele verir kendisini.

Manukyan’ın sinemaya desteği

60’lı yıllarda sinemaya dolaylı yoldan hizmet veren isimlerden birisi de Ferdinand Manukyan. Ferdinand Manukyan, filmlere kendi sermayesini koymamakla birlikte, isteyen yapımcılara belli koşullarda borç vererek üretim sisteminin işlemesini sağlamaktadır. Memduh Ün, Manukyan’ı şu sözlerle anlatır: “Galata’da genelevler vardır, sahibi bir kadın: Matild Manukyan. Onun da bir erkek kardeşi vardır. Biz Manukyan derdik, onun için ismini bilmiyoruz. Elinde çantayla dolaşır. Haince kırardı senetleri. Ama öyle yarı fiyatına falan değil. Banka ne alıyor? Diyelim ki banka % 10 mu alır kırmak için? O % 15, % 20 alırdı ama başka bir üçkâğıtçılık daha yapardı. Senedi alırken kırardı. Anladınız mı ne demek? Alırken bütün faizini alırdı. ()”

Selda Alkor’un babası kimi öldürdü?

İstanbul’un işgal altında olduğu yıllarda yaşamış ve çok sayıda Türk polisi öldürmesiyle nam salmış gerçek bir karakter olan Hrisantos karakteri de Yeşilçam’da kendisine sıkça yer bulur. Gerçek adı Hristo Anastadiyadis olan Hrisantos’un sabıka fişinde doğum tarihi , tabiyetinin Osmanlı, mezhebinin Rum ve mesleğinin terzi çırağı olduğu yazmaktadır. Hrisantos, çocuk denecek bir yaştan itibaren soygunculuğa başlamış ve bir çete kurmuştur. Bir muhallebici dükkânını soyup, dükkân sahibi Recep Usta’yı öldürdükten sonra yakalanan çete üyeleri, kısa süre sonra koğuşlarının altından bir tünel açarak kaçmayı başarmışlardır. Bu tarihten sonra İngiliz istihbarat servisine casusluk yapmaya başlayan Hrisantos, İngilizlerden para ve silah yardımı almaya başlamıştır. Hrisantos ve çetesi, hapisten kaçmalarının ardından çok sayıda polis öldürmüş, İstanbul polis teşkilatına terör estirmişlerdir. Hrisantos, 7 Eylül tarihinde, ihbar üzerine bir evde kıstırılmış, Komiser Yardımcısı Muharrem Alkor ve polis memuru Cafer Tayyar tarafından vurulmuştur. Hrisantos’u vuran silah bugün hâlâ polis müzesinde sergilenmektedir. Muharrem Alkor da Hrisantos’la mücadelesini anlatan “Hırisantos’u Ben Öldürdüm” isimli bir kitap yazmıştır. Muharrem Alkor, Yeşilçam’ın ve bugünün ünlü oyuncusu Selda Alkor’un babasıdır. Hrisantos karakteri Kani Kıpçak’ın yapımı ‘İstanbul Kan Ağlarken’, Lütfi Akad’ın yönettiği yapımı ‘İngiliz Kemal Lawrens’a Karşı’, Semih Evin’in yapımı ‘Ay Yıldız Fedaileri’, Remzi Jöntürk’ün yapımı ‘Sayılı Kabadayılar’ filmlerinde sıkça seyircinin karşısına çıkar. Ancak, ’li yılların tarihi filmlerinin maceralı olay öykülerinde bir gerilim öğesiyken, ’lı yıllarda Türk’ün üstünlüğünü seyirciye ispat etmek maksadıyla kullanılan bir unsura dönüşmüştür. 

Gazeteciye kız vermezler!

tarihli ‘Cici Berber’ filminde berber dükkânında kasiyerlik yapan Eleni isimli bir Rum kızıyla, gazeteci Selim’in evlilikle sonuçlanan aşkları anlatılır. Ancak Eleni’nin babası Yani ise gazeteci düşmanıdır ve Selim’i kovar. Eleni ve Selim’in izdivacıyla son bulan film din ve millet farkının aşka engel etmediği yapımlardan biri olarak kayıtlara geçer. Kıbrıs krizinin patlak vermesinin ardından ’lı ve ’li yılların filmleri, seyircide İstanbul’da yaşayan tüm Rum kadınları cinselliğini ön plana çıkarmaktan ve fuhuş yapmaktan imtina etmeyen karakterler olarak resmetmiştir. Orta yaşlı Ermeni kadınların payına ise pansiyonculuk yapan ‘madam’ karakteri düşmüştür.

Sansür kurulu devrede

‘Aynaroz Kadısı’ filminde Rum kızı Afroditi ile ilgili yer aldığı belirtilen ‘erotik sahneler’ de dikkat çekicidir. Bu sahneler sebebiyle sansür, filmin yurtdışına çıkarılmasını engellemiş, olay ’da Meclis’e kadar taşınmıştır. Filmin sansürlenmesinin sebeplerini Alim Şerif Onaran şu sözlerle açıklamaktadır: () Özellikle bu filmdeki Aynaroz Kadısı Yakup Efendi’nin Afroditi adlı bir Rum dilberine şarap içirerek güya ‘ergen olup olmadığını’ anlamak üzere yaptığı deneme dolayısıyla gösterilen sahne, onun kötü niyetlerinin ortaya çıkmasına yol açtığı için, gerek sarf edilen sözler, gerekse Rum kızı rolündeki oyuncunun (Şevkiye May) giysileri ve tavrının genel ahlaka aykırı olduğu, yeni tüzükte bu gibi durumların önlenmesi talep edildi.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır