rumeli bölgesi / Rumeli - TUİÇ Sözlük

Rumeli Bölgesi

rumeli bölgesi

Rumeli Hakkında Bilgiler!

Bizanslılar’ın kendileri ve &#;lkeleri i&#;in kullandıkları Romaioi, Romania kelimeleri İsl&#;m d&#;nyasında onların Rum, Doğu Roma İmparatorluğu &#;lkesinin de “bil&#;d&#;’r-R&#;m” veya “memleket&#;’r-R&#;m” şeklinde tanınmasına yol a&#;mış, bu tabirler, Anadolu’nun T&#;rk-İsl&#;m h&#;kimiyeti altına girmesinden sonra Rum ismiyle Bizans idaresinde bulunmuş Anadolu’yu g&#;steren bir coğraf&#; ad olarak yaygınlaşmıştır

Batılı seyyahlar, XIII. yüzyılda Türkler'in idaresindeki Anadolu'ya Turquemenie (Turquie) ve Bizans İmparatorluğu'na tâbi yerlere Romanie (Romania) diyorlardı. Nihayet bu tabir, daha ziyade Ortodoks Yunan mezhebinin hâkim bulunduğu Balkan yarımadasını ifade etmeye başladı. Osmanlı Türkleri, Balkanlar için Rum-ili adını Romania'dan aldılar ve Anadolu'ya karşı denizin ötesinde Bizanslılar'dan fethettikleri bölgeler için kullandılar. Yalnız Rum adı ise eski mânasını muhafaza ederek Anadolu'da Selçuklular'ın hâkim olduğu yerleri gösteren coğrafî bir isim olarak kaldı. Rumeli, tarihî bir adlandırma olmasının dışında günümüzde İstanbul şehrinin Boğaz'ın batısında kalan kesimlerinin adı olarak Rumeli yakası şeklinde kullanılmakta, ayrıca bu yakada Rumelihisarı ve Rumelikavağı gibi semt adlarına, Boğaz'ın daha yukarı kesimlerinde Rumelifeneri gibi köy isimlerine rastlanmaktadır.

Bizans İmparatoru I. Iustinianos zamanında imparatorluğun kuzey sınırları Tuna ve Drava ırmakları idi. Osmanlı hükümdarları da I. Bayezid'den itibaren Tuna nehri güneyinde uzayan yarımadayı kendi hâkimiyet sahaları şeklinde düşündüler ve Ege denizi adalarını (Eğriboz, Midilli, Rodos) aynı coğrafî-siyasî sınırlar içine soktular. II. Murad, Macaristan ile 'te yaptığı antlaşmada Macarlar'ın Tuna'yı aşmayacağına dair söz alırken açıkça bu geleneği takip etmekteydi.

Anadolu Türkleri'nin Balkanlar'da ilk yerleşmesi 'ta () Selçuklular'dan II. İzzeddin Keykâvus'un Bizans'a kaçıp sığınması hadisesiyle alâkalıdır. İmparator VIII. Mikhail Palaiologos ona ve askerlerine yerleşmek üzere Dobruca ilini tahsis etti. Bunun üzerine Anadolu'dan kendisine taraftar olan bir göçebe Türk grubu Sarı Saltuk Baba ile beraber Dobruca'ya geçti ve otuz kırk oba ile iki üç kasaba oluşturdu. Babadağ kasabasını İbn Battûta () tarihlerinde zikreder. XIII. yüzyılın ikinci yarısında Altın Orda Hanı Berke ve ondan sonra Emîr Nogay, Balkan işlerine yakından müdahale ettiler ve Dobruca'daki müslüman Türkler'i himayeleri altına aldılar. Aşağı Tuna üzerinde Sakçı (İsakça) bu tarihlerde bir müslüman şehri ve Emîr Nogay'ın bir karargâhı olarak zikredilmektedir. Nogay'ın ardından Altın Orda Hanı Tohtu, Sakçı'ya oğlu Tukal Boga'yı yerleştirdi. Nogay'ın oğlu Çeke'yi (Çaka) öldüren Bulgarlar, Dobruca Türkleri'ni rahatsız etmeye başladı. Bunun üzerine Dobruca Türkleri'nden bir kısmı arasında Anadolu'ya döndü; kalanlar ise Hıristiyanlığı kabul etti. yılına doğru Dobruca'da Balık ve kardeşi Dobrotiç idaresinde kurulmuş olan Dobruca Despotluğu'nu bu Türkler ile hıristiyan Kumanlar'ın kurdukları kuvvetle ileri sürülebilir. Despotluğun merkezi başlangıçta Kaliakra, Osmanlı Türkleri geldiği sırada ise Varna idi.

Batı Anadolu'yu fetheden Aydınoğulları, Saruhanoğulları ve Karesi beyleri donanmalarıyla Ege denizini geçerek Balkanlar'a akınlar yapmaya başladı. Bu akınların en tanınmış kahramanı Aydınoğulları'ndan Gazi Umur Bey'dir. 'da () Umur Bey'in vefatıyla Aydınoğulları'nın Latinler'le uğraşmaya mecbur kalması sonucu Rumeli harekâtında öncülük Osmanlılar'a geçti. Sırbistan Kralı Duşan'ın 'te ölümünün ardından müttefiki Bizans İmparatoru VI. Ioannes Kantakuzenos'un kızıyla evlenen Orhan Bey, Balkanlar'daki etkisini arttırdı. Bizans İmparatorluğu'nda patlak veren ikinci iç savaşta Sırplar ve Bulgarlar, V. Ioannes Palaiologos'u desteklerken Osmanlılar, Kantakuzenos'un yanında yer aldı. Orhan Gazi'nin, oğlu Süleyman Paşa kumandasında gönderdiği kişilik bir kuvvet V. Ioannes'i destekleyen Sırp-Yunan kuvvetlerini bozguna uğrattı. () sonbaharında kazanılan bu zafer Osmanlılar'ın Rumeli'de yerleşmesini sağlayan bir dönüm noktasıdır. Bu tarihe doğru Rumeli artık Anadolu gazileri için dâimî bir faaliyet sahası haline geldi. Kendiliğinden toplanan gazi grupları, Bizans'ın iç mücadelelerine katılmak yahut Sırplar'a ve Bulgarlar'a karşı yapılan harekâtı desteklemek ve akın yapmak üzere sık sık Rumeli'ye geçmeye başladılar.

Kantakuzenos, Süleyman Paşa'nın bu sefer esnasında Trakya'da bazı noktaları ele geçirdiğini ve boşaltmak istemediğini bildirir ve bunlar arasında yalnız Tzympe'yi (Çimbi, Cinbi, Cimbini) zikreder. Osmanlı kronikleri ise onun Çimbihisarı'nı, Aya-Şiline'yi (Aya-Şilonya), Od-Köklek'i (Balabancık), Eksamilye'yi (bugün Eksamil), Akça-Burgos'u fethettiğini yazar. 'de Süleyman Paşa'nın işgal ettiği ve Kantakuzenos'un boşaltılmasına çalıştığı yerler bu hisarlar olmalıdır. Buna göre Osmanlılar'ın Rumeli'de ilk yerleşmesi yılında Gelibolu'nun berzah kısmında vuku bulmuştur. Gelibolu'nun fethi bundan iki yıl sonradır. Güvenilir çağdaş bir kaynağa dayandığı bugün kesin olarak meydana çıkan Enverî'nin Düstûrnâme'sine göre Osmanlılar'ı Rumeli'ye geçip yerleşmeye teşvik eden Gelibolu tekfuru Asen'in oğludur. Bu zat Müslümanlığı kabul etti ve Melik adını aldı. Onun teşvikiyle Lapseki'de bir gemi yapıldı ve asker sevkedilerek karşı sahilde önce baskınla Akça-Burgos zaptedildi, ardından Kozludere'ye asker geçip Bolayır'ı aldı. 2 Mart 'te bir deprem neticesinde kale surlarının yıkılması üzerine Osmanlılar gelip müdafaasız Gelibolu'yu ele geçirdiler. Kantakuzenos'un verdiği bilgiye göre kendisi altın gönderip Çimbihisarı'nı Süleyman'dan almaya çalıştığı bir sırada "Allah'ın takdiri" ile şiddetli bir deprem Trakya'daki şehirlerin hemen hemen tamamını harap etmiş, halk henüz surları ayakta duran şehirlere kaçıp sığınmıştır. Süleyman Paşa bu şehirleri ve bu arada Gelibolu'yu zaptetti. Anadolu'dan Türk halkını getirterek bu şehirlere yerleştirdi. Osmanlılar'ın Rumeli'de yerleşmesi İstanbul'da büyük heyecan ve telâş uyandırdı, bundan sorumlu tutulan Kantakuzenos imparatorluk tahtından ayrılmak zorunda kaldı.

Süleyman Paşa, Gelibolu'yu Rumeli'de merkez edinip akınlardan sonra oraya dönerdi. Onun Rumeli'deki fetihleri Migalkara (Malkara), İpsala, Seyitkavağı, Bolayır ve Gelibolu'dur. Osmanlılar, Gelibolu berzah şehirlerinde ve Gelibolu'da yerleştikten sonra üç istikamette uçlar teşkil ederek fetihlere devam ettiler. Birinci uç sahilden Tekfurdağı, Çorlu ve İstanbul; ikinci uç ortadan Konrudağı (Konurhisar, bugün Kurudağ) üzerinden Malkara, Hayrabolu, Vize; üçüncü uç Meriç vadisinde İpsala, Dimetoka ve Edirne istikametinde yapılan fetihlere üs oldu. Osmanlılar'ın Rumeli fütuhatında bu uç sistemi muhafaza edilecek ve fetihler ilerledikçe uçlar üç koldan daha ileri bölgelere kaydırılacaktır. Süleyman Paşa'nın ölümü (/), Orhan Gazi'nin yaşlılığı ve hastalığı yüzünden burada önemli bir sarsıntı ve gerileme oldu. Süleyman Paşa zamanında alınmış bazı şehirler sonradan yeniden fethedildi. Bu dönemde sol kol ucunda Hacı İlbey ve Evrenos Bey faaliyetteydi. Ardından bu uçlar sırası ile İpsala, Gümülcine, Serez, Kara Feriye ve oradan iki kola ayrılıp Tırhala ve Üsküp'e, sağ koldaki uç ise Yanbolu, Karin ovası, Pravadi'ye, oradan ikiye ayrılarak biri Tırnova ve Niğbolu'ya, diğeri Dobruca'ya intikal edecektir. Orta uç Çirmen, Zağra, Filibe'ye, orada ikiye ayrılıp Sofya'ya, Niş'e veya Köstendil ve Üsküp'e geçecektir. Bu üç istikamette yapılan fetihler Rumeli'nin sağ kol, sol kol ve orta kol sancaklarını teşkil etti. Osmanlılar'ın orta kol sancakları durumundaki Edirne ve Sofya beylerbeyi merkezleri oldu. Türk göç ve yerleşme hareketi de bu uç bölgelerini takip etti. Süleyman Paşa'nın yaptığı gibi Osmanlılar, Rumeli'de her yeni ucun teşekkülü ile beraber Anadolu'dan o bölgeye muhacirler ve özellikle savaşçı yörük grupları sevkettiler. Bu uç bölgeleri ileriye intikal ettikçe geride kalan eski uç merkezleri kalabalık medenî Türk şehirleri halinde yükseldi. Bilhassa vakfa dayanan dinî ve ticarî müesseseler bu şehirlerin gelişmesinde esas rolü oynadı. Edirne, Filibe, Serez, Üsküp, Sofya, Silistre, Tırhala, Yenişehir, Manastır bu şekilde başlangıçta uç merkezleri olarak gelişti, uç beylerinin vakıfları ile donatıldı, daha sonra da Rumeli'nin bugüne kadar önemini koruyan başlıca şehirleri haline geldi.

Süleyman Paşa idaresindeki Osmanlılar, Rumeli'de ilk fetihlerini yaparken yerli halka kendilerine meylettirecek şekilde muamele ettiler (istimâlet siyaseti). Âşıkpaşazâde'nin, "Onlar bu yerlerin kâfirlerini incitmediler İçinden birkaç bellice kâfirlerini tuttular. Cimbi kâfirleri bu gaziler ile müttefik oldular" şeklindeki ifadeleri bu durumu yansıtır (Târih, s. ). Osmanlılar, Rumeli fütuhatında bu siyasete daima sadık kaldılar. Uçlarda gazâ akınları sürerken devlet kendi himayesine giren hıristiyanları ve özellikle köylü ahaliyi korumaya ve kendi tarafına kazanmaya çalışıyordu. Mahallî hıristiyan derebeyler bertaraf ediliyor, karşı koymadıkları takdirde bunlar da Osmanlı askerî timar kadrolarına alınıyordu. II. Murad ve Fâtih Sultan Mehmed devirlerinde dahi Rumeli'de eski Bizans timar (pronya) topraklarında Osmanlı timar sipahisi olarak bırakılmış hıristiyan asker ailelerine rastlanır. Yine Duşan idaresinde eyaletlerde "voynik" (savaşçı) adı altında görülen küçük arazi sahibi askerler Osmanlı devrinde de voynuk adıyla yeni devletin askerî kadrolarında muhafaza edildi. XV. yüzyılda bunlar Makedonya, Tesalya ve Arnavutluk'ta aynı isimle önemli bir miktara varıyordu. Tuna üzerinde kalelerdeki martoloslar ve "eflâk" adı altında askerî nizama tâbi hıristiyan göçebeler de kendi beyleri idaresinde Osmanlı askerî kadrosuna alındı. Bu siyaset Osmanlılar'ın Rumeli'de yayılışını kolaylaştırdı. Fakat asıl Ortodoks kilisesini korumaları ve onlara kolaylık sağlamaları Osmanlı idaresinin geniş halk kitleleri ve köylü sınıfı tarafından benimsenmesini sağladı. Bu faaliyetler Balkanlar'da Bizans İmparatorluğu'nun, Bulgar Çarlığı'nın ve Duşan İmparatorluğu'nun parçalandığı bir döneme rastlar. O sırada derebeylik âdetleri Balkanlar'da yerleşmeye ve merkezî kuvvetin yokluğu dolayısıyla derebeylik yayılmaya başlamıştı. Osmanlılar'ın "tekfur" adı altında gösterdikleri bu mahallî senyörler toprağı daha sıkı bir şekilde şahsî kontrolleri altında tutmaya çalışmaktaydılar. Osmanlılar, önce ziraat topraklarını mîrî arazi olarak tamamıyla devletin kontrolü altına sokup mahallî derebeyliğe son verdiler; angaryaları sistemli bir şekilde kaldırıp angarya hizmetlerini bir vergi ile (çift resmi) karşıladılar. Osmanlı yayılması karşısında köylü kitlelerinin desteğini sağlayamayan senyörler, Haçlı bayrağı altında batıdan gelen Latinler'in ve Macarlar'ın himayesini aramaktaydılar. Katolik olan Latinler ve Macarlar, Râfizî saydıkları yerli Ortodoks halktan nefret etmekte, onları zorla Katolikliğe sokmak için şiddet kullanmaktaydılar. Osmanlılar ise her gittikleri yerlerde metropolitleri tanımak ve himaye etmekle kalmıyor, onlara timarlar veriyor, böylece kendilerini doğrudan doğruya devlet memuru durumuna getiriyordu.

XIV. yüzyılda Balkanlar'da Türk iskânı da geniş ölçüde kendini göstermiştir. Timur istilâsı Anadolu'dan Rumeli'ye büyük bir göç dalgasına yol açtı. Bundan sonra Osmanlılar, Rumeli'yi gerçek yurtları saymaya başladı ve Edirne devletin başşehri durumuna yükseldi. Osmanlı Devleti'nin Rumeli'de kurulduktan sonra Anadolu'yu içine aldığı iddiası şüphesiz büyük bir hakikat payı taşır. Bu göçler neticesinde Trakya, Doğu Bulgaristan, Meriç vadisi ve ardından Dobruca süratle Türkleşti. Tahrir defterlerine göre yapılan incelemeler, bu bölgelerde XVI. yüzyılda nüfus çoğunluğunun Türkler'de olduğunu kesin biçimde meydana çıkarmıştır. Bu yerleşmenin başlıca vasıflarından biri devletin uyguladığı iskân usulüdür. Bununla beraber daha Orhan Bey zamanından beri süren kendiliğinden göçler de önemlidir. Bu yerleşmenin şartları hakkında bölgede yer adlarının incelenmesi tarihî kayıtları teyit eden neticeler vermiştir. XV. yüzyıl tahrir defterlerinde Trakya ve Meriç vadisindeki köy adlarının Kayı, Salurlu, Türkmen, Akça Koyunlu gibi göçebe yörük gruplarına; Saruhanlı, Menteşeli, Simavlı, Hamitli, Efluganlı gibi Anadolu'da bir yer adıyla alâkalı yerleşik veya göçebe topluluğa; Dâvudbeyli, Turahanlı gibi meşhur askerî önderlere bağlı olanlara; Doğancı, Çavuş, Damgacı, müderris, kadı, sekban gibi Osmanlı askerî sınıf mensuplarına; Karaca Resul, Hacı Timurhan gibi şahıslara, bir zâviye veya vakfa, nihayet Kayacık, Ada, Hisarlı, Yarıcılar, Çömlekçi, Eskicepazar gibi coğrafî görünüşe veya iktisadî duruma bağlı olduğu görülür. Zâviyelerin Türk köylerinin teşekkülünde çok önemli bir rol oynadığına ayrıca işaret etmek gerekir. Adı geçen bölgelerde eski yer adlarının azınlıkta kalması ve daha ziyade kasaba adlarında yaşaması kayda değer bir husustur. Türk göçmenleri genellikle müstakil köyler kurmuş ve bunlar duruma göre çeşitli Türk adları almıştır. Genellikle köylerde ve şehirlerde Anadolu'dan gelen müslüman Türkler yerli hıristiyan halkla karışmamıştır. Şehirlerde dahi hıristiyan mahalleleri ayrıdır. XIV ve XV. yüzyıllarda İslâmlaşma olduğu da görülür. Bu daha ziyade Doğu Balkan geçitleri, Meriç vadisi ve Via Egnatia yolu civarındaki askerî bölgeleri kapsar. () tarihli Cizye Defteri'ne göre üç yılda din değiştirenlerin sayısı kişidir; devşirme alınanlar bu sayıya dahil değildir. Ana dilini kullanmayı sürdürenler söz konusu İslâmlaşma'nın en önemli delilini oluşturur. Boşnaklar, Arnavut müslümanları ve Pomaklar bu gibi büyük gruplar olarak dikkat çeker. Sadece Türkçe veya iki dil konuşan müslüman gruplar içinde ana dili Türkçe olanlar tamamıyla Anadolu menşelidir. Kuzey Karadeniz steplerindeki Türkler, Deliorman, Dobruca, Varna yöresindeki Türkler veya Tatarlar, Meriç vadisindekiler gibi bu kategoriye dahil edilebilir. Moldova, Bucak ve Dobruca'daki Nogaylar da bunlara eklenebilir.

Rumeli'de XVI. yüzyılda ziraat sahalarının genişlediği tahrir defterlerinde pek çok ifrazat kaydından anlaşılır. yılına doğru nüfusun 5 milyona ulaştığı tahmin edilmektedir. Türkler, Balkanlar'a pamuk ve pirinç ziraatını sokmuş ve yaymıştır. İstanbul gibi kalabalık bir merkezin (XVI. yüzyılda nüfusu tahmin edilmektedir) ortaya çıkışı Trakya ve Bulgaristan için büyük bir pazar sağladı ve her türlü tarım üretimi teşvik edildi. Osmanlı devrinde Rumeli'de madencilik faaliyeti arttı, yeni maden ocakları açıldı. Sırbistan'da Novobrdo, Kratovo, Rudnik, Trepča, Zaplanina'da bakır, kurşun, altın, demir ve bu arada önemli miktarda gümüş elde edilmekteydi. En önemli gümüş istihsal merkezi Selânik yakınında Sidrekapsi idi. Bosna-Hersek'te çeşitli maden merkezlerinde gümüş ve kurşun çıkarılıyordu. En önemli demir üretimi merkezleri Bulgaristan'da Samakov, Sırbistan'da Vlasina ve Rudnik idi.

Süleyman Paşa, Gelibolu'da devletin esas kuvvetlerinin başkumandanı sıfatıyla beylerbeyi durumunda idi. I. Murad, Edirne'yi alınca (/) lalası Şâhin'i Eski Zağra (Stara Zagora) ve Filibe istikametinde fütuhatta bulunmak üzere orta uca tayin etti. İlk beylerbeyi merkezi Edirne oldu. Böylece Rumeli bir beylerbeyi idaresinde ayrı bir askerî-idarî bölge olarak meydana çıktı. Bu bölgenin denizle ayrılmış olması devletin fiilen iki idarî bölge halinde ayrılmasını gerektirmekteydi. Osmanlı Devleti'nin ilk beylerbeyiliği olan Rumeli beylerbeyiliği diğer beylerbeyilikler teşekkül ettikten sonra da özel mevkiini muhafaza etti. XIV-XV. yüzyıllarda Rumeli beylerbeyileri umumiyetle merkezde bulunur, vezirler gibi paşa unvanı taşır ve divan toplantılarının üyesi olarak müzakerelere katılırdı. Rumeli beylerbeyi devletin timarlı sipahilerinden oluşan en önemli ordusuna kumanda ettiği için Fâtih Sultan Mehmed'in vezîriâzamı Mahmud Paşa ve Kanûnî Sultan Süleyman'ın vezîriâzamı Makbul İbrâhim Paşa aynı zamanda Rumeli beylerbeyiliğini kendi ellerinde tutmuşlardır.

XV. yüzyılda Balkanlar'da yapılan bütün fetihler Rumeli beylerbeyiliğine eklendi. Yalnız Tuna'nın güneyindeki arazi değil Tuna'nın ötesindeki Kili ve Akkirman da bu beylerbeyiliğe bağlandı (/). Ancak 'de Budin beylerbeyiliğinin teşkili üzerine Avrupa'da Osmanlı beylerbeyiliklerinin sayısı arttı. Aynı tarihlerde Bosna da bir beylerbeyilik haline getirildi. 'te Promontorio de Campis'in verdiği listede Rumeli'de (Grecia) şu on yedi sancak beyliği zikredilir: İstanbul, Gelibolu, Edirne, Niğbolu ve Zagora, Vidin, Sofya, Sırbiya (Laz-ili), Sırbiya (Despot-ili), Vardar (Evrenosoğulları), Üsküp, Arnavut-ili (İskender Bey'e ait), Arnavut-ili (Araniti'ye ait), Bosna (krala ait), Bosna (Stefan'a ait); Arta, Zituni ve Atina; Mora, Manastır. Rumeli beylerbeyi bu on yedi sancaktan yaklaşık timarlı asker çıkarıyordu. Ayrıca akıncı, azeb vardı.

Kanûnî Sultan Süleyman'ın ilk zamanlarına ait bir Osmanlı belgesinde Rumeli sancakları, bunları o zaman tasarruf eden beylerin derecesine göre livâların isimleri ve sancak beyi hasları gösterilerek şöyle sıralanmaktadır: Paşa, Bosna (sancak beyi hassı: ), Mora (), Semendire (), Vidin (), Hersek (), Silistre (), Ohri (), Avlonya (), İskenderiye / İşkodra (), Yanya (), Gelibolu (), Köstendil (), Niğbolu (), Sofya (), İnebahtı (), Tırhala (), Alacahisar (), Vulçıtrın (), Kefe (), Prizren (), Karlı-ili (), Eğriboz (), Çirmen (), Vize (), İzvornik (), Florina (), İlbasan (), Çingene (), Midilli (), Karadağ (), Müsellemân-ı Kırkkilise (), Voynuk ().

Bunlardan Çingene, Müsellem ve Voynuk sancakları muayyen bir mahalle ait sancaklar değildir. Dağınık olan bu zümrelerin her biri bir sancak beyi idaresi altına konmuştur. Tahminen tarihli bir resmî listede Sofya, İnebahtı ve Florina hariç yukarıdaki bütün sancaklar yer alır. Ayrıca Selânik livâsı zikredilmiştir. Umumiyetle Selânik padişah hasları arasına alınmakta veya emeklilik olarak vezirlere verilmekteydi. Sofya da bu tarihlerde padişah hasları arasına alınmıştır. Paşa sancağı Kanûnî Sultan Süleyman'ın ilk zamanlarında Üsküp, Pirlepe, Manastır, Kastorya (Kesriye) şehirlerini içine almakta ve Rumeli'de geniş bir bölgeye yayılmaktadır. Sonraları bu şehirler sancak beyi merkezleri olmuştur.

() yılına doğru Ayn Ali Efendi'nin verdiği listede Sofya ve Manastır, Paşa sancağına eklenmiştir. Bu listede Selânik, Üsküp, Dukakin, Delvine, Kırkkilise, Akkirman (Bender ile beraber) sancaklarına da rastlanır. Buna karşılık bu tarihten önce Rumeli'nin bazı sancakları yeni teşekkül eden Cezâyir-i Bahr-i Sefîd, Kefe ve Bosna eyaletlerine verilmiştir. Cezâyir-i Bahr-i Sefîd eyaletine verilen sancaklar Gelibolu, Eğriboz, İnebahtı, Karlı-ili ve Midilli'dir. Bosna eyaletine bağlanan sancaklar ise Kilis (Klis), Hersek, Pojega, İzvornik (Zvornik), Zaçana (Zaçasna veya Pakrac), Rahovica (Orahovica), Kırka'dır (Krka). Cezâyir-i Bahr-i Sefîd eyaleti 'te Barbaros Hayreddin Paşa'ya beylerbeyilik verilmek suretiyle meydana çıkmıştır. Özü veya Silistre eyaletine Rumeli'den Silistre, Niğbolu, Çirmen, Vize, Kırkkilise, Bender ve Akkirman sancakları katılmıştır. () tarihli bir ruûs defterinde Rumeli sancakları Köstendil, Tırhala, Prizren, Yanya, Delvine, Vulçıtrın, Üsküp, İlbasan, Avlonya, Dukakin, İşkodra ve Voynuk olarak geçer. XVIII. yüzyılda Mora, Rumeli eyaletinden ayrılarak ayrı bir eyalet haline getirilmiş ve zaman zaman muhassıllık şeklinde idare edilmiştir.

XIX. yüzyılda Tanzimat devrinde Rumeli'nin idarî taksimatı birçok değişikliğe uğradı ve küçük eyaletler teşkil edildi. yılına doğru Üsküp, Bosna, Yanya, Selânik eyaletleri kuruldu; asıl Rumeli eyaleti ise İşkodra, Ohri ve Kesriye sancaklarından ibaret kaldı. 'te ilk vilâyet teşkilâtı uygulandığı zaman Rumeli eyalet merkezi Manastır olarak Kesriye ve Ohri, İşkodra livâlarından ibaretti. 'te Tuna vilâyeti (livâları: Rusçuk, Tulça, Vidin, Sofya, Tırnova, Niş ve Varna) oluşturulduktan sonra birbiri arkasından yeni vilâyetler meydana getirildi (Bosna vilâyeti, İşkodra, Yanya, Selânik ve Edirne) ve Rumeli artık coğrafî bir tabirden ibaret kaldı. Yeni Selânik vilâyeti Selânik, Manastır, Serez, Drama ve Üsküp livâlarını içine almaktaydı. Bulgaristan ayrıldıktan sonra 'te Rumeli Edirne, Selânik, Kosova, Yanya, İşkodra, Manastır vilâyetlerine ayrılmış bulunuyordu.

Kaynak: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ

Rumeli Bölgesi’nin Muhtelif Şehirlerindeki Engellilerin İstatistikleri ve Osmanlıların Engellilere Yaklaşımı

Engellilik, tarihin her döneminde devletlerin, yaşamın bir gerçeği olarak var olagelmiştir. Devletler, toplum içerisinde, dezavantajlı grup olarak kabul edilen engellilere yönelik bazı politikalar geliştirmiştir. Sosyal devletin gereği olarak Osmanlı Devleti’nin de hâkimiyeti altında yaşamlarını sürdürmekte olan söz konusu kesime karşı bazı ayrıcalıklar tanıdığı arşiv vesikalarından anlaşılmaktadır. Bu çalışma, Osmanlı Devleti’nin Rumeli’de yer alan muhtelif şehirlerini örneklem olarak ele alıp, ilgili sahada engelli sınıfına dâhil edilmesi gerekenleri tespit etmek ve devletin ilgili sınıfa karşı tutumunu ortaya koymak için hazırlanmıştır. Araştırmanın istatistikleri tahrir defterlerinden, Osmanlı Devleti’nin engellilere yönelik tutumuyla alakalı veriler ise mühimme defterleri ile Ali Emiri ve İbnülemin tasniflerindeki bazı evraklardan temin edilmiştir. Çalışma ağırlıklı olarak yüzyılla sınırlandırılmıştır.

Gülçin YAHYA KAÇAR

Gazi Üniversitesi Müzik Bölümü Öğretim Üyesi, ANKARA,

Anahtar Kelimeler: Rumeli,Rumeli türküleri,Türk müziği,Türk müziği çalgıları

1. Tarihçe

Rumeli eyâleti yıldan fazla bir süre boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde kalmış, protokolde birinci sırada yer almış, imparatorluğun en büyük ve en önemli beylerbeyliğinden biri olmuştur. yılında Sultan I. Murâd döneminde Edirne’nin Osmanlı topraklarına katılmasıyla Balkanlardaki Türk nüfusu artmaya başlamış, “Rumeli Eyâleti” adı verilen bu topraklar, Anadolu’yla birlikte Osmanlı devletinin iki temel siyasi ve kültürel hakimiyet alanından biri olmuştur. Rumeli Beylerbeyliği yılında Osmanlı devletine bağlı bir eyâlet olarak kurulmuş, bölgede yeni ve parlak bir dönem başlamıştır.

Rumeli eyâleti, Kânûnî döneminde de Paşa Livası (sırasıyla; Edirne, Sofya, Manastır), Gelibolu, Silistre, Niğbolu, Vize, Sofya, Köstendil, Midilli, Semendire, İskenderiye (İşkodra), Avlonya, İlbasan, Ağrıboz, Tırhala, Prizren, Alacahisar, Vidin, Florina, Mora, Vilçitrin, Yanya, Karlıili, İzvornik, Hersek, Bosna, Selânik, Kızılca Müsellem, Voynuk, Çingâne, Karadağ, Kefe ve Ohri sancakları olarak teşkilâtlandırılmıştır. ’de Rumeli eyâleti en geniş sınırlarına kavuşmuş ve 32 sancak olmuştur (Öztuna ). Bugün Türkiye’nin Doğu Trakyası, Bulgaristan ve Arnavutluğun tamamı, bütün adalar ( Mora dısında ) ve Yunanistan, Makedonya, Kosova, Karadağ, Sırbistan, Romanya’dan Dobruca, Moldovya ile Ukrayna’nın Kırım’a kadar olan Karadeniz sahilleri, Bosna-Hersek, Yugoslavya’nın Voyvodina bölgesi, Hırvatistan, Slovenya, Macaristan’ı içine alan çok geniş bir bölgeyi kapsamaktadır.

Türkler, Osmanlı İmparatorluğu bölgeye hakim olmadan çok önce Balkanlara yerleşmiş ve bölgenin etnik, sosyal ve kültürel yapılanmasında önemli bir rol oynamışlardır. yüzyıla kadar Balkanlarda yaşayan Türk toplulukları burada Orta Asya’dan getirdikleri kültüre ait derin izler bırakmışlardır (Ahmedbeyoğlu ). Osmanlı döneminde bu bölgeye göç eden Türkler, Rumeli’de büyük bir Müslüman-Türk nüfusu meydana getirmiştir. Zengin kültürün bu bölgeye taşınmasını, paylaşılmasını ve bölgede kökleşmesini sağlamışlardır. yüzyılda, Trakya, Bulgaristan ve Makedonya tamamen Türk hakimiyeti altına girmiştir (Erkan : 15).

Osmanlı yönetimi, bu bölgelerde iskanla birlikte imar çalışmalarına da önem vermiş, Balkanlar baştan sona han, hamam, cami, köprü, medrese gibi Osmanlı eserleriyle donatılmıştır. Bu huzur ve refah dolu dönem yüzyıla kadar devam etmiştir.

Bölgeye göç eden Müslümün-Türk halklar, beraberlerinde Anadolu-İslam kültürünü, mimarisini, el sanatlarını, Türk Orta Asya-Anadolu kültür ve geleneğini, folklorunu taşımışlardır. Gittikleri bölgelerde, yerel halkla sıkı dostluk ilişkileri kurmuşlar, ilişkiler sadece ticaretle sınırlı kalmamıştır. Bölgenin sosyal ve kültürel yapısı büyük bir gelişme göstermiştir. Günümüze kadar ulaşan kültür mirasının büyük bir kısmı bu dönemde inşa edilmiştir. Yemeiçme, giyim-kuşam adet ve gelenek gibi günlük hayatın temel unsurlarından halk türkülerine, anlatılan fıkralardan atasözlerine kadar yaşam tarzının bütün unsurları yerel halkın hayatına girmiş, etkileşim göstermiş ve önemli bir yer tutmuştur.

Balkanlarda, Osmanlı yönetimi tarafından sürdürülen imar faaliyetleri, bilim, kültür ve sanat konusunda önemli ilerlemelere yol açmıştır. Özellikle bu dönemde inşa edilen medrese, mektep, tekke ve zaviyeler, yeni bilim ve sanat insanlarının yetişmesini sağlamıştır. Nitekim II. Beyazıd döneminden itibaren yazılı metinler üreten sanatçılara rastlanmaya başlanmıştır. Balkanlar, Osmanlı İmparatorluğu içinde, sanatçı, bilim ve devlet adamı üreten bir merkez haline gelmiştir. yüzyıllar arasında, devlet içinde görev alan 22 sadrazam Bosnalı’dır. yüzyıla gelindiğinde, Osmanlı edebiyat eserlerinin büyük bir kısmı da Balkanlarda üretilir olmuştur (İsen 67). Osmanlı sarayından başlanarak taşrada şehzade sancakları ve beyler, kendi konumlarına uygun bir sanatçı kadrosunu maiyetlerinde bulunduruyorlardı. Böyle bir kadro, yöneticiliğin şartlarından sayılıyordu. Osmanlı Rumelisi özel konumu nedeniyle çok sayıda akıncı ailesinin de barınma yeriydi. Bu yüzdendir ki akıncı beyleri, çevrelerinde maiyetlerindeki serdengeçtileri sürekli istim üzerinde tutacak derviş-meşrep şairlere ihtiyaç duyarlar ve onları himaye ederlerdi (İsen : ).

Fransız İhtilali’ni takip eden dönemde, aşırı milliyetçilik akımlarının etkisi altına giren Balkan ulusları, Osmanlı yönetimine karşı, peş peşe isyanlar başlatmış ve kendi ulus devletlerini kurmuşlardır. Bu dönemde, tersine bir göç yaşanmış, Balkan Türklerinin büyük bir kısmı Anadolu’ya dönmek zorunda kalmışlardır. Ancak bütün bu göçe rağmen, Balkanlarda hatırı sayılır miktarda Türk nüfusu kalmış, bu gruplar anavatanla olan bağlarını koparmamışlardır. İşkodra ve Edirne ’de ayrı birer vilâyet hâline getirilince, Rumeli eyâleti tamamen ortadan kalkmış ve Rumeli coğrafî bir tâbirden ibâret kalsa da kültürü ve türküleri yaşamaya devam etmiştir. Balkan ülkelerinde yaşayan Türk ve Müslüman halklar, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra anavatanla olan bağlarını kesmemiş, kendi kimliklerini her türlü baskıya rağmen korumayı başarmışlardır (Öztuna : ).

Kültürel kimliklerin en kuvvetli ifadelerinden biri müziktir. Müzik halkın hem bireysel yaşantılarını hem de toplumsal yaşantılarını anlatan bir sanattır. Çok geniş kitlelere ulaşan ve geniş kitleleri etkileyen bu sanatla o topluma ait yaşanmışları ve yaşantıları öğrenmek mümkündür. Toplumun moral değerlerini, hassasiyetlerini, özelliklerini, duygularını yansıtan müzik sanatıdır. Rumeli bölgesinde oluşan ve günümüze ulaşan müzik eserlerine bakıldığında isimleri günümüze kadar ulaşamamış ancak besteleri ulaşmış pek çok sanatçının mevcut olduğu anlaşılmaktadır. İmparatorluğun gücü ile müzik sanatının gücü arasındaki paralellik gözden kaçırılmamalıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nda Rumeli eyâleti nasıl ki siyasi ve kültürel alanda birinci sırada yer alan bir eyâlet oldu ise günümüzde dahi Rumeli Türküleri tarihten gelen ihtişâmı ve gücüyle Türk müziği repertuarındaki çok önemli yerini korumaktadır. Türk müziğinde en çok kullanılan formlardan biri olan türkü, Türk halk edebiyatında en çok kullanılan bir nazım şeklidir. Koşma ve destana benzeyen klâsik dörtlükler şeklinde, ancak değişik hece kalıplarıyla söylenmiştir. Türkülerin son mısraları genellikle her dörtlüğün sonunda tekrar eder. Gerek Türk sanat müziğinde gerekse Türk halk müziğinde ve halk şiirinde en değişken şiir ve beste şeklidir. Bir terennüm şiiri olduğundan coşkun duyguların şiirin kalıbına sığmadığı şeklinde de düşünülebilir. Bu sebeple tekrar eden son mısralar bestelerde türlü kalıplara dökülür. Şâir demek istediğini bu mısralara sığdıramamışsa, dörtlüklere beşinci ve altıncı mısraları eklediği gibi, bazen de bu ekler daha artarak üçlü ya da dörtlü nakaratlar şekline dönüşebilir. Türkülerin bestecilerinin çok azı bilinmektedir. Çoğunlukla sözleri de anonimdir. Aşk, sıla hasreti, tabiat güzellikleri, sevgiliyi sembolize eden turna, ceylan, âhû vb. kavramlar konu olarak seçilmiştir. Taşlama niteliğinde olanları da vardır. Çoğunlukla 11‘li hece kalıbı ile söylenmekle birlikte kesin bir vezin sınırlaması yoktur. Ancak yüzyılda 8’li hece ile söylenen şekillerine de rastlanır. Beste düzeni içinde asıl şiirle ilgisi bulunmayan “hey, de, aman vb.” gibi tamamlayıcı sözcük ve hecelerin eklendiği olur (Özalp : 23). Türküler bağımlı bir beste türü olmadığından belirli ve kurallı bir melodik yapıya sahip değillerdir. Ancak, türkü bestelerinde bir samimiyet dikkati çeker. Eserin belkemiğini teşkil eden makamın seyir özelliklerine uygunluk belli ölçülerde mevcuttur. Hüseynî makamında bestelenmiş olan bir türkü muhayyer makamına benzeyen bir seyir özelliği gösterebilir.

Rumeli türküleri adı altında toplanan eserler beş yüzyılı aşkın bir Rumeli yaşantısının özeti gibidir. “Serhad” denince hep Avrupa ülkeleri ile ilgili sınır boyları akla gelmiştir. Bu sebeple bu türkülerin bir bölümü “Serhad Türküleri” adı altında toplanmıştır ki, bugün “Kahramanlık Türküleri” olarak anılmaktadır. Rumeli türkülerinin ilk derlemesi udî Nevres Bey tarafından gerçekleştirilmiştir. Geniş çaplı ikinci derlemeyi ise tanburacı Osman Pehlivan, Muzaffer Sarısözen ve Kemal Altınkaya yapmıştır. Bu derlemelerin bir kısmının notaları TRT Müzik Dairesi Başkanlığı arşivinde bulunmaktadır. Türk halk müziği derleme çalışmaları sırasında da pek çok Rumeli türküsü derlenmiştir. Beste tekniği, makamların seyir ve ritmik özellikleri açısından bu eserler klâsik üslûb özelliği taşırlar. yüzyılda büyük ilgi ile dinlenen ve sevilen Rumeli türküleri büyük bestekârlarımızı da etkileyerek, başta Dede Efendi olmak üzere Rumeli tarzı eserler bestelemişlerdir. Yine bu tür eserlerin bazıları köçekçe takımlarına mal edilerek çalınıp söylenmiştir. Melodik cümleleri çok renkli ve hareketli olan çalgı müziği eserleri de vardır. Her tür mûsikîde olduğu gibi Rumeli türkülerinin de bir otantizm ve icrâ üslûbu vardır. Başlı başına bir repertuvar oluşturan bu eserlerin çoğu gerçek bir beste niteliğindedir (Özalp : 24).

Rumeli türküleri üzerine yapılan bu araştırma kapsamında adet türkü tespit edilebilmiştir. Bu türküler konularına, makam ve usûl yapılarına, melodik ve ritmik özelliklerine göre farklı açılardan değerlendirilmiştir. Ayrıca Rumeli bölgesinde ve türkülerinde kullanılan çalgılara da yer verilmiştir.

2. Rumeli Türkülerinde Görülen Çeşitli Özellikler

Rumeli Türkülerinde Ele Alınan Konular

Rumeli türküleri denince akla ilk gelen tema kahramanlıktır. Kahramanlık temasının ardında yıllık tarihi süreçte kazanılan zaferlerin etkileri mevcuttur. Türkü güftelerinde akıncı ve serhadların zafer sevinci hissedilmektedir. Feth edilen yerlerle ya da savaş yapılan yerlerle ilgili pek çok türkü günümüze kadar gelmiştir. Hepsinin konusu kahramanlık, savaşlar, düşmandan alınan ya da düşmana kaptırılan ülke ve şehirlerle, bu şartlar altında gelişen gönül maceraları ile bütünleşir. Üslûb ve ifadelerinde yiğitliklerle duygusallıklar yan yana gelmiştir. Tuna Nehri’nin, Rumeli’ndeki Türk toplumunun ve Türk askerinin hayatında unutulmayan hatıraları vardır. Bunun için bu grup Rumeli türküleri “Tuna Türküleri” adı ile de anılır. Bu türkülerde de elden çıkan kaleler, Tuna boylarına serpilmiş ve sık sık el değiştiren şehirler, buralarda yaşanan mutluluklar ve pişmanlıklar, aşklar, hasret ve umutsuzluklar gibi türlü beşerî duygular ifade edilmiştir. Bu türlerin bir bölümü İstanbul folkloru içinde eriyerek kimlik değiştirmiştir. Bir bölümü ise, tıpkı Anadolu türküleri gibi, daha değişik konuları içermiştir. İşlenen olaylar ya da duygular olayın geçmiş olduğu yerlerin adı anılarak besteye bağlanmıştır. “Estergon Kalesi”, “Kırımdan Gelirim Adım da Sinandır”, “Buna Er Meydanı Derler”, “Mert Dayanır Nağmert Kaçar” gibi türküler bunlara örnektir. Gazi Osman Paşa türküsü olarak bilinen Kürdî makamındaki türkü de kazanılan bir zafere istinâden bestelenmiştir. “Gazi Osman Paşa Rus savaşı başladığı zaman Vidin’de bulunuyordu. Plevne’yi müdafaa için emir alır almaz derhal oraya koştu ve orada tarihin en büyük müdafaasını yaptı. Üstün kuvvetlerle savaştı. I. ve II. Plevne savaşlarını kazandı. Fakat üstün kuvvetler karşısında kaleye çekilerek tam dörtbuçuk ay kaleyi müdafaa etti. 20 Temmuz ’de büyük kumandan Osman Paşanın Plevne zaferi ile tarihte bir altın sayfa daha açıldı” (Cebeci : 6).

Tuna nehri akmam diyor
Etrafımı yıkmam diyor
Şanı büyük Osman Paşa
Plevne’den çıkmam diyor

Olur mu böyle olur mu
Evlat babayı vurur mu
Sizi millet hainleri
Bu dünya size kalır mı

Kılıcımı vurdum taşa
Taş yarıldı baştan başa
Namı büyük Osman Paşa
Askerinle binler yaşa

Nevâ makamında ve İkiz Aksak - Devr-i Hindî değişmeli usûlündeki çok bilinen diğer bir kahramanlık türküsü ise şöyledir:

Kırımdan gelirim
Adım da Sinandır (Hey hey aman adım da Sinan’dır)
Kılıncımın suyu yar suyu
Kandır da dumandır (Hey kandır da dumandır hey)
Kırımdan gelirim
Atım da araptır (Hey hey aman atım da araptır)
Gizlenme Nemçelu Nemçelu
Halinde haraptır haraptır (Hey halin de haraptır)
Gizlenme Namçelu Namçelu
Meydan da buradadır (Hey meydan da buradadır hey)

Bölge insanının karakterinde olan yiğitlik, çalışkanlık, nezâket, espiri, saygı, neşe gibi özelliklerin yanı sıra aşk, hasretlik, sevdiğine kavuşamama gibi konular da türkü güftelerinde kendini göstermektedir. Hicaz makamında ve Sofyan usûlündeki Rumeli türküsünde olduğu gibi.

Gemi kalkar sular akar
Giymiş mor fesini de Süleyman
Bakışı canlar yakar

Kara kara kazanlar
Kara yazı yazanlar
Cennet yüzü görmesin
Aramızı bozanlar

Yeşil sandık kilidi
Üstünü toz bürüdü
Geçme kapım önünden Süleyman
Civan ömrüm çürüdü

Rumeli türkü güftelerinde Rumeli insanına ait kılık-kıyafet, gelenekgörenek, yeme-içme alışkanlıkları, bölge insanına takılan adlar, lâkablar da yer almaktadır. Güftelerde kullanılan bazı kişi ve yer adları ise şöyledir:

Bayan adları: Asiye, Emine, Dürriye, Fatma, Feride, Gülizâr, Hatice, Hûriye, Kâmile, Kâzibe, Murâdiye, Nâciye, Nâzike, Pâkize, Râbiye, Ramize, Refiye, Sabriye, Sâniye, Sıdıka, Şâkire, Şâzo, Zeliha vb.

Bay adları: Ahmed, Ali, Aliş, Bilâl, Deli Bekir, Debreli Hasan, Halîl, Hamdi, Hasan, Meço İbiram, Mehmet, Osman, Receb, Sinan, Süleyman, Şefo vb.

Yer adları: Ahırköy, Arda Boyu, Bağdat, Beligrat Kal’ası, Bursa, Demirköy, Drama, Drama Köprüsü, Estergon Kal’ası, Evreşe, Fındıklı, Hotina, İslimye, İstanbol, Kalkandere Ovası, Kırcaali, Kırım, Kumanova, Lofça, Maçin Dağı, Manastır Köprüsü, Mavrova, Mayadağ, Namçelu (Avusturya), Otina, Pirin Köprüsü, Pirlepe, Radalya Minaresi, Rodop Dağları, Selanik, Serez, Şumnu, Tuna Nehri, Üsküp, Yemen.

2. 2. Rumeli Türkülerinde Kullanılan Makamlar ve Ezgisel Yapı

Makam kendine has perde ve aralıklardan meydana gelen müzik dizilerinin özel bir ezgi dolaşımı (seyir) içinde meydana getirdiği yapıdır (Yahya 71). Türk halk müziğinde Ayak kelimesi ile ifade edilmektedir. Kerem Ayağı, Garip Ayağı, Müstezad Ayağı gibi isimlendirmeler Kürdîlihicazkâr, Hicaz, Mâhûr gibi makamlara karşılık olarak kullanılmıştır. Usul yapıları aynı olmakla birlikte Düyek, Aksak, Curcuna gibi usûl adları yerine Dört Vuruşlu, Birleşik Dokuzlu, Karma Onlu gibi adlar kullanılmıştır. Terennümün adı Bağlantı, Nakaratın adı ise Kavuştak olmuştur. Türk müziğinin çeşitli dönemlerinde yapılan, günümüzde de pek çok hataları ile devam eden ve kullanılan sınıflamalardan biri Türk halk müziği ve Türk sanat müziği ayrımının yapılmış olmasıdır. Özünde tamamen bir olmakla birlikte sadece işleniş ve tavır farkından ibaret olan bu müzik sanki farklı iki müzikmiş gibi yıllarca öğretilmiştir. Müzik çevrelerince takdimi bu şekilde yapıldığı için halkın bilgilendirilmesi de bu yönde olmuştur. Farklı köklerden beslenmiş iki (halkın bağrında-saray çevrelerinde) ayrı müzik olarak sunulsa da makam yapısı, ezgisel özellikleri, usûl kullanımı, form, güfte, çalgı çeşitliliği gibi unsurların ortak olması göz ardı edilmemesi gereken önemli bir konudur. Rumeli türküleri yukarıda anlatılan bu özelliklerin tümünü ortak bir paydada toplamış bir müziktir. Makam yapısı, ezgisel özellikleri, usûl kullanımı, form, güfte, çalgı çeşitliliği çok geniş bir coğrafyanın, kültürel bir birikimin incelikleriyle doludur. Rumeli türküleri denince Rumeli bölgesi sınırları içindeki sanatkârlar ve halk tarafından bestelenmiş türkü formundaki eserler akla gelmektedir. TRT arşivinde ve repertuarında bulunan ve notaları ile tespit edilebilmiş adet Rumeli türküsü mevcuttur. Bu türkülerde Türk sanat müziğinde de kullanılan 29 değişik makamın kullanıldığı görülmüştür. Tarafımızca yapılan bu incelemede adet türkü notası seyir özellikleri, makam yapıları, usûl özellikleri, güfte incelemeleri açısından ele alınmış ve değerlendirilmiştir. Notasına ulaşılan Rumeli türküleri öncelikle tarafımızca icra edilmiştir. Makam ve usûlleri tespit edildikten sonra çetelesi tutularak tablolar oluşturulmuştur. Pek çoğu anonim (sahibi bilinmeyen, sahibi olmayan değil !) olan bu türkülerde makam seyir özellikleri klâsik uslûbla tamamen örtüşen bir yapıdadır. Çok sesli unsurların ya da batı müziği tonalitesine yakın Nihavend, Bûselik gibi makamların kullanılmadığı tespit edilmiştir. “Anadolu bölgesine ait türküde yapılan makam tespitinde” (Turhan XI) olduğu gibi Rumeli türkülerinde de en çok kullanılan makam 90 adet türkü ile Hüseynî makamıdır. Hicaz, Segâh, Uşşak, Rast, Eviç, Karcığar, Kürdî, Sabâ, Mâhûr, Muhayyer, Hüzzam, Isfahan, Zavil, Çargâh, Hicazkâr, Acemaşiran, Muhayyerkürdî, Acem, Bayatî, Nişabûrek, Şehnâz, Nikriz, Acemkürdî, Gülizâr, Suznâk, Nevâ, Sabâ Zemzeme, Tâhir makamları ise Rumeli türkülerinde kullanılmıştır. Aşağıdaki tabloda Rumeli türkülerinde kullanılan makamlar ve adetleri gösterilmiştir.

Türk müziğinde makamı meydana getiren dizi ve seyir özelliği gibi unsurlar bulunmaktadır. Makam dizilerini oluşturan dörtlü ve beşli cinsler, dizi parçaları makama özgü seyir özelliği ile birleşince makama ait ezgisel grafik ve kulakta bıraktığı duyuşsal tını ortaya çıkmaktadır. Hicazkâr makamında ve Aksak usûlündeki “Salkım Söğüdün Altında Oturmuş, Beyaz Ellerini de Suya Batırmış” adlı Rumeli türküsünde gerek Hicazkâr makamı seyir özelliği gerekse, Aksak usûl kullanımı Türk sanat müziğindeki klâsik anlayışla yapılmıştır. Ayrıca mısra aralarında kullanılan ve klâsik müzikte lâfzî terennüm adı verilen efendim, aman, yârim gibi kelimelerin de terennüm şeklinde kullanılması dikkat çekicidir.

Rumeli türkülerinin pek çoğu bir aranağme ile başlamaktadır. Tanburacı Osman Pehlivan’dan alınan Eviç makamında ve Aksak usûlündeki “Ey Benim Mestâne Gözlüm, Şimdi Buldum Ben Seni” güftesi ile başlayan türkü buna bir örnektir. Ayrıca aralarda saz payları, bağlantı nağmeleri de bulunmaktadır. Güftelerde yer alan divan edebiyatında sıkça kullanılan mestâne gözlüm, bâd-ı sâbâ, divâne, efkâr, zülüf, şarâb, bend, zâr, umman gibi kelimeler de Rumeli türkülerinde kullanılmıştır.

Hicaz (Uzzal) makamında ve Sofyan usûlündeki “Şanışın Altından Gelir Geçersin, Kanımı Kadehe Koyup İçersin” güfteli Rumeli türküsünde küçük değerlikli notaların bulunduğu ve bölgeye ait gırtlak nağmelerinin belirgin bir şekilde kullanıldığı görülmektedir. Türk müziğinde kullanılan notalar kimi zaman sadece eseri hatırlatıcı değer taşımaktadır. Bölgeye ait karakteristik icra tavırları notada kağıt üzerinde belli olmasa da küçük değerlikli notalar arasında yapılan gırtlak nağmeleri o bölgenin tavrını ortaya koymaktadır. Aşağıdaki Rumeli türküsü buna bir örnektir.

2. 3. Rumeli Türkülerinde Kullanılan Usûller ve Ritmik Yapı

Vuruşların değerleri birbirine eşit veya eşit olmayan, fakat mutlaka muhtelif kuvvetli, yarı kuvvetli ve zayıf zamanların belli bir şekilde sıralanmasıyla meydana gelen belli kalıplar halindeki sayı veya vuruş gruplarına usûl denir. Kuvvetli ve zayıf vuruşların ve zamanların değişik şekilde sıralanması ve bu vuruşların kıymetlerinin değişik olması usûller arasında farklılaşmayı meydana getirmiştir. Usûlün vurulan her parçasına darb denir. Darb-ı Fetih, Darb-ı Türkî gibi (Özkan : ). Fetih vuruşu, Türk vuruşu Türk müziğinin karakteristik usûllerinden olduğu gibi bu mûsikiye ait bir vuruştur. Türkü formundan ziyade büyük formlardaki eserlerde rastlanmaktadır. İncelenen notaların sadece bir tanesinde Darb-ı Türkî usûlüne rastlanmıştır. Hüseynî makamında “Üşüdüm Eminem Üşüdüm, Cihânı Başıma Üşürdüm” güfteli türküde Darb-ı Türkî usûlü kullanılmıştır.

Rumeli türkülerine ait usullerin yapıları incelenerek çeteleleri tutulmuş ve tablolaştırılmıştır. 23 adet farklı usûlün kullanıldığı görülmüştür. Tarafımızca yapılan bu inceleme sonucunda adet Rumeli türküsünde en çok kullanılan usûl Aksak usûldür. adet ile Aksak usûlü kullanıldığı tespit edilmiştir. 9/8 lik Aksak usûlünün yanı sıra diğer 9/8’lik Raks Aksağı, Evfer, Oynak usûllerinin de kullanıldığı görülmektedir. Tek zamanlı usûllerden olan Türk Aksağı, Devr-i Hindî, Devr-i Tûran, Tek Vuruş gibi usûllerin kullanılması da Rumeli türkülerindeki usûl çeşitliliğine birer örnektir. Aşağıda Rumeli türkülerinde kullanılan usûller ve türkülerin adetleri gösterilmiştir.

Türk mûsıkîsinin kendine özgü usûl yapısı dışında 2/4’lük ve 3/4’lük gibi bazı batı müziği ritimleri de Rumeli türkülerinde kullanılmıştır. 3 zamanlı Batı Vals ritminde bestelenmiş olan tek türkü meşhur Osman Paşa türküsüdür. “ Tuna Nehri Akmam Diyor Etrafımı Yıkmam Diyor” güftesiyle başlayan bu türkünün icrasında vals ritminden ziyade, vakûr, güç, yiğitlik duygularının hissedildiği görülmektedir. Aşağıda Osman Paşa türküsünün notaları görülmektedir.

yılında Fransa Kralı I. François Kanûnî Sultan Süleyman’ın politik yardımına teşekkür ederken İstanbul’a bir de orkestra gönderir. Kanûnî Sultan Süleyman şahsen bu müzikten hazzetmesine rağmen, bütün çalgıları yaktırarak, müzisyenleri gayet kıymetli hediyelerle Fransa’ya geri gönderir. Hareketinin sebebi bu tarz müziğin Türk ordusunun harp şevkine ve kahramanlığına olumsuz tesir ederek onu yumuşatacağından çekinmesine bağlanabilir (Kosal : ). Kanûnî Sultan Süleyman’ın bu davranışından en az yıl sonra bestelenmiş olan Semâî usûlündeki bu türküde (Plevne Zaferi kazanılmıştır). Batı müziğine ait bir unsur görülmektedir. Ancak bu Rumeli türküsü hiç bir zaman vals edâsı ile söylenmemiştir.

9/8’lik usûllerin bir değişiği olan Oynak usûlündeki “Üç Çınar Altında Lambalar Yanar, Herkes Sevdiğine Böyle mi Yanar” güfteli Karcığar türküde Rumeli insanının neşeli, canlı, hareketli kişiliğini görmek mümkündür. Türkü yine bir aranağme ile başlamış 32’lik, 16’lık nota değerleri ve ara sazları ile coşkuyu tasvir etmektedir. Aşağıda bu türküye ait nota görülmektedir.

Rumeli türkülerinde sıkça rastlanan “hey, aman” kelimeleriyle uzayan seslerin, bulunmasıdır. Bu seslerin uzaması sırasında ritm çalgılarının (davul, zil, kös) usûlü bir coşku içinde vurması daha sonra bağlantı sazlarına ve aranağmelere geçilmesi de Rumeli türkülerinin ayrı bir özelliğidir. “Tuna’nın Eser Bâd-ı Sâbâ Yeli, Kıyılara Çalkar Çalkar Seli” güfteli Karcığâr makamındaki Oynak usûlündeki Rumeli türküsünde görülen ve aşağıda bir bölümünün notası bulunan türküde bu özellikleri görmek mümkündür.

Rumeli türkülerinde rastlanan diğer bir ritmik özellik de türkü içinde serbest söylenen bölümlerin olmasıdır. Bu serbest bölümlerden sonra yine coşkulu, neşeli bir giriş bulunmaktadır. Yine “Tuna’nın Eser Bad-ı Saba Yeli, Kıyılara Çalkar Çalkar Seli” güfteli Karcığâr makamındaki Oynak usûlündeki Rumeli türküsünde bu özellikleri görmek mümkündür.

Rumeli türkülerinde görülen diğer bir özellik de aynı eser içinde birden fazla, farklı usûllerin kullanılmasıdır. Türk Aksağı-Devr-i Hindî, Fahte-Darb-ı Türkî, Düyek-Devr-i Hindi-Aksak Semâî gibi değişik usûl bağlantıları tesbit edilmiştir. Değişik usûl bağlantıları Tablo III. de gösterilmiştir. 15 zamanlıya kadar olan küçük usûllere rastlanıldığı gibi 20 zamanlı büyük usûllere de rastlanmaktadır. 17 ve 19 zamanlı usûl kalıpları Türk sanat müziği nazariyatı içinde yer almamakla beraber türkülerde kullanılmaktadır. Ancak bu zamanlı usûllerin bir adı yoktur. Rumeli türkülerinde 4/8 zamanlı bir usûlle 6/4 zamanlı bir usûlün birleşebildiği de görülmektedir. Mertebeleri farklı olan bu usûllerde yavaştan hızlıya ya da tersi bir ritm sözkonusudur. Aşağıdaki tabloda türkülerde kullanılış olan usûl değişmeleri görülmektedir.

“Sarı Tütün Yelpaze, Selâm Söyle Gel Bize” güfteli Hüseynî makamındaki Rumeli türküsünde Fahte ve Darb-ı Türkî usûlleri kullanılmıştır. Bu örnek türkünün notası aşağıda verilmiştir.

2. 4. Rumeli Türkülerinde Kullanılan Çalgılar

Rumeli müziği icrasında çalgıların çeşitliliği büyük önem taşımaktadır. Klarnet ve zurna bu bölgedeki vazgeçilmez ve en revaçtaki çalgılardan olmuştur. Kahramanlık türkülerinin ve mehter marşlarının önemli çalgısı zurnadır. Gittikçe kaybolan çalgı çeşitliliğimize rağmen zurna bu müzikte yerini hâlâ korumaktadır. Günümüz Türk halk müziğinde kullanılan bağlama, kemâne, zurna gibi çalgıların yanı sıra klâsik Türk müziğinde kullanılan ud, kanun, keman, ney, tanbur, kemençe, cümbüş, davul, def, bendir gibi çalgılar Rumeli türküleri icrasında birlikte çalınmaktadır. Anadolu’nun Antep, Elazığ, Urfa gibi çeşitli bölgelerinde de rastlanan halk çalgıları ve klasik çalgı birlikteliği Rumeli’de de görülmektedir. Anadolu’da Harput müziğinde baş çalgı olarak kullanılan klarnet Rumeli’de de adeta baş çalgıdır. Harput müziğinde kullanılan ud, kanun, keman, ney, tanbur, kemençe, cümbüş, davul, def (Özçelik ) gibi çalgılar Rumeli müziğinde de kullanılmaktadır. Bu Osmanlı kültürünün gücünü ve bir uçtan bir uca kadar olan etkisini göstermektedir. Günümüzde Şumnu, Ohri, Prizren, Üsküp, Gümülcine gibi bölgelerde bahsedilen çalgılar halen aktif bir şekilde kullanılmaktadır.

Sonuç

Türkiye’nin Doğu Trakyası, Bulgaristan ve Arnavutluğun tamamı, bütün adalar (Mora dısında) ve Yunanistan, Makedonya, Kosova, Karadağ, Sırbistan, Romanya’dan Dobruca, Moldovya ile Ukrayna’nın Kırım’a kadar olan Karadeniz sahilleri, Bosna-Hersek, Yugoslavya’nın Voyvodina bölgesi, Hırvatistan, Slovenya, Macaristan’ı içine alan ve çok geniş bir bölgeyi kapsayan Rumeli eyaleti, yıldan fazla bir süre boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde kalmıştır. Osmanlı İmparatorluğu bölgeye hakim olmadan çok önce Balkanlara yerleşmiş olan Türkler, bölgenin etnik, sosyal ve kültürel yapılanmasında önemli bir rol oynamışlardır. Bölgeye göç eden MüslümanTürk halklar, beraberlerinde Anadolu-İslam kültürünü, mimarisini, el sanatlarını, Türk Orta Asya-Anadolu kültür ve geleneğini, folklorunu taşımışlardır. Gittikleri bölgelerde, yerel halkla sıkı dostluk ilişkileri kurmuşlar, ilişkiler sadece ticaretle sınırlı kalmamıştır. Bölgenin sosyal ve kültürel yapısı büyük bir gelişme göstermiştir. Günümüze kadar ulaşan kültür mirasının büyük bir kısmı bu dönemde inşa edilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nda Rumeli eyâleti nasıl ki siyasi ve kültürel alanda birinci sırada yer alan bir eyâlet oldu ise günümüzde dahi Rumeli türküleri tarihten gelen ihtişâmı ve gücüyle Türk müziği repertuarındaki çok önemli yerini korumaktadır. “Serhad Türküleri”, “Kahramanlık türküleri” olarak anılmaktadır. Bugün Rumeli türküleri denince akla ilk gelen tema kahramanlıktır. Türkü güftelerinde akıncı ve serhadların zafer sevinci hissedilmektedir. Hepsinin konusu kahramanlık, savaşlar, düşmandan alınan ya da düşmana kaptırılan ülke ve şehirlerle, bu şartlar altında gelişen gönül maceraları ile bütünleşir. Üslûb ve ifadelerinde yiğitliklerle duygusallıklar yan yana gelmiştir. Beste tekniği, makamların seyir ve ritmik özellikleri açısından bu eserler klâsik üslûb özelliği taşırlar. Rumeli türkülerinin ilk derlemesi udî Nevres Bey tarafından gerçekleştirilmiştir. Geniş çaplı ikinci derlemeyi ise tanburacı Osman Pehlivan, Muzaffer Sarısözen ve Kemal Altınkaya yapmıştır.

Rumeli türkü güftelerinde Rumeli insanına ait kılık-kıyafet, gelenekgörenek, yeme-içme alışkanlıkları, bölge insanına takılan adlar, lâkablar farklılık göstermektedir. TRT arşivinde ve repertuarında bulunan ve notaları ile tespit edilebilmiş adet Rumeli türküsü mevcuttur. Bu türkülerde Türk sanat müziğinde de kullanılan 29 değişik makamın kullanıldığı görülmüştür. Makam seyir özellikleri klâsik uslûbla tamamen örtüşen bir yapıdadır. Çok sesli unsurların ya da batı müziği tonalitesine yakın Nihavend, Bûselik gibi makamların kullanılmadığı tespit edilmiştir. 23 adet farklı usûlün kullanıldığı görülmüştür. Klarnet ve zurna bu bölgedeki vazgeçilmez ve en revaçtaki çalgılardan olmuştur.

Kaynaklar

  1. Ahmetbeyoğlu, Ali (), Avrupa Hun İmparatorluğu, Ankara ,Türk Tarih Kurumu Yay.,
  2. Cebeci, Ahmet (), 50 yıllık Türküler, Ankara, BTİHD Yay.,
  3. İsen, Mustafa (), “Tezkirlere Göre Osmanlı Kültür Coğrafyası”, Ankara, Ötelerden Bir Ses, Akçağ Yay. s - 75
  4. İsen, Mustafa (), Balkanlarda Türk Edebiyatı, Ankara, Asam Yay.,
  5. Kosal, Vedat (), “Osmanlı İmparatorluğu’nda Klasik Batı Müziği”, Osmanlı Kültür ve Sanat Ansiklopedisi, Ankara.
  6. Özalp, Nazmi (), Türk Mûsikîsi Beste Formları, Ankara, TRT Basım ve Yayın Müd. Yay.
  7. Özçelik, Sadık (), “An Example of the Local Music in Turkey, Harput Music”, Macedonian Folklore, Journal of Istutute of Folklore Makro Cepenkov, Skopje, Macedonian Folklore, Macedonian N p
  8. Özkan, İsmail Hakkı (), Türk Mûsıkîsi Nazariyatı ve Usûlleri, İstanbul, Ötüken Yay.
  9. Öztuna, Yılmaz (), Büyük Osmanlı Tarihi, İstanbul, Ötüken Yay.
  10. Turhan, Salih (), Harput-Elazığ Musikî Folkloru, Yükseköğretim Kurulu Mat.
  11. Türbedar, Erkan (), Balkan Türkleri, Ankara, Asam Yay.
  12. TRT Arşiv Notaları.
  13. Yahya, Gülçin (), Ud Metodu, Yurt Renkleri Yay., Ankara.

Şekil ve Tablolar

Rumeli - Balkan - Trakya Sivil Toplum Örgütleri

"Rumeli", "Balkan" ve "Trakya" sözcükleri; bu coğrafyadan gelerek ül­kemizin değişik yerleşim yerlerine yerleşmiş insanlarımızın kurdukları sivil toplum örgütlerinin unvanlarında kullanılmıştır. Aslında bu üç sözcükte nere­deyse aynı anlama gelir. Rumeli, Osmanlı Türk Devletinin bölgeye verdiği idari bir isim, Balkan adı uluslararası terminolojide bölgenin coğrafi adlandır­ması, Trakya ise bunların içinde yer alan bir bölgeye verilmiş bir isimdir. Bun­lar iç içe geçmiş kavramlar olup birbirinden farklı düşünülmemelidir.

Osmanlı-Türk Devletinin sınırlarının en geniş olduğu dönemlerde, hü­kümranlık alanı Viyana kapılarına kadar dayanmıştır. Bu büyük coğrafi alanı ve bu coğrafyadan Türkiye Cumhuriyeti'ne yapılan göçleri bir düşünün. Bu göçler ki; İğdır'a, Diyarbakır'a, Van'a kadar uzanmıştır.

Sözünü ettiğimiz coğrafyanın insanları, bu gün kurmuş oldukları dernek, federasyon, konfederasyon ve vakıflarla, Türk toplum hayatına olumlu etkiler yapmaya ve Balkanlar'da yaşayan insanlarımıza ulaşarak faydalı olmaya ça­lışmaktadır. Bu sivil örgütlenmelerin diğerlerine göre yurt içi ve yurt dışı ol­mak üzere iki yönlü zor bir görevi vardır. Hem ülkenizin sosyal hayatına hem de Balkanlar'daki akrabalarınızın varlığına olumlu etki yapılması gerekmek­tedir.

Kabul edersiniz ki; bu, bizim gibi gelişmekte olduğu kabul edilen ülke­lerde sivil toplum kuruluşları açısından başarılması güç bir durumdur. Hele ki; amacınız Türkiye'nin milli birlik ve beraberliğini, üniter devlet yapısını ve uluslararası zeminde milli çıkarları korumak ve kollamak olursa, işiniz daha da çok zorlaşmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti'nde Balkanlar'la ilgili sivil örgütlenmeler 'lı yılların ikinci yarısından itibaren yapılanmaya başlamıştır. "Batı Trakya Türk­leri Derneği" ve "Göçmenlere Yardım Derneği" ilk kurulan ve halen faaliyet gösteren derneklerimizdendir. Göçmenlere Yardım Derneği, Bulgaristan Türk­ lerini; Batı Trakya Türkleri Derneği ise, adından da anlaşılacağı gibi, Lozan Antlaşması sonucu Yunanistan'da bir azınlık olarak bırakmak zorunda kaldı­ÄŸÄ±mız Batı Trakya Türklerini temsil etmektedir.

Eski Yugoslavya'dan, yani bu günün Makedonya ve Kosova Cumhuriyet­lerinden göçler başlayınca Üsküplülerin öncülük ettiği "Rumeli Türkleri Der­neği" yılında kurulmuştur. Günümüze kadar Makedonya'dan göç eden insanlarımızın Gostivar, Kalkandelen, Köprülü, Manastır, İştip, Kumanova, Kırçova, Ohri, Strugalılar derneklerini kurduklarını görüyoruz. Bu derneklerin bir araya gelerek federasyon çatısı altında toplanma çabaları ilk kuruluş yılla­rında istenilen sonuç doğurmamıştır.

Prizrenliler, Gilanlılar, Priştineliler, Ä°pekliler ve Mamuşalılar olmak üze­re, Kosova'dan göç edenler, 'lı yıllarda sivil örgütlenmeye başlamışlardır. Saydığımız dernekler arasında en köklüsü geçtiğimiz yıl kuruluş yılını kut­layan "Kosova Prizrenliler Derneğidir". Derneklerimizin faaliyetlerinin bu de­rece eskiye dayanması, derneklerimizin büyük bir tecrübe ve bilgi birikimi oluşturduklarını göstermektedir.

Ä°lerleyen zamanlarda artan ihtiyaç, koşullar ve bitmek bilmeyen göçlerin sürmesi nedeniyle ülkemizin değişik yerlerinde sivil örgütler kurulmaya de­vam etmiştir. Bunların en büyüklerinden biri, yılında Bulgaristan Türk­lerinin sorunları ile ilgilenmek üzere Bursa'da kurulan "Bal-Göç"tür. Daha sonra Ä°zmir ve Kocaeli'nde kurulan diğer Bal-Göç dernekleri ile birleşerek bir federasyon haline gelinmiştir.

'lı yılların başında, Bosna'da meydana gelen ve soykırım olduğu tartışmasız olan katliamlar ve baskılar, Bosna ve Sancak'tan göç etmiş insan­larımızın sivil örgütlenmesine büyük ivme kazandırmıştır. Günümüzde bu si­vil örgütlerin çoğunluğu "Türkiye Bosna Hersek Dernekleri Federasyonu"nda birleşmiştir.

Batı Trakya Türkleri Derneği, Göçmenlere Yardım Derneği, Bosna-San-cak Kültür ve Dayanışma Derneği ve Bal-Göç kamu yararına çalıştığı kabul edilmiş derneklerdir. Bunların haricinde, Türkiye'nin 40'a yakın ilinde "Ru­meli", "Balkan", "Trakya" adlarını içeren 'ün üzerinde derneğimiz faali­yet göstermektedir. Bu derneklerimizin içinde ciddi çalışmalar yapan seçkin dernekler bir araya gelerek; Edirne (1), Ä°stanbul (2), Eskişehir (1), Bursa (3), Ä°zmir (3), Adana (1) ve Sakarya (1) şehirlerinde federasyonlar oluşturmuşlar­dır.

"Edirne Balkan Türkleri", "Eskişehir Muhacir Dernekleri", "Adana Ak­deniz Balkan Türkleri", "Bursa Bal-Göç", "Sakarya Rumeli Dernekleri" ve "Ä°stanbul Rumeli-Balkan Türkleri Federasyonu" bir araya gelerek "Balkan Rumeli Göçmenleri Konfederasyonu"nu oluşturmuşlardır. Türkiye'deki Bal-

kan kökenli sivil toplum kuruluşlarının oluşturduğu bu en büyük çatının mer­kezi Bursa'da faaliyetini sürdürmektedir. Bu konfederasyona bağlı olmayan federasyonlar ve müstakil olarak faaliyet gösteren derneklerimiz de mevcuttur. Konfederasyon bütün dernekleri ve federasyonları tek bir çatı altında topla­mak için yoğun bir çaba harcamaktadır.

Kendisini Trakya coğrafyasına bağlı olarak gören hemşerilerimiz, kendi il, ilçe ve köy adlarını kullanarak sivil örgütlenme içine girmişlerdir. Trak­ya'dan Türkiye'nin dört bir tarafına dağılmış olan insanlarımız gittikleri şehir­lerde Trakya'yı ve Trakya şehirlerini yaşatmak için Tekirdağ, Edirne, Kırkla­reli, Çanakkale adları taşıyan dernekleri kurmuşlardır. Bunların başlıcaları An­kara, Ä°zmir, Bursa, Kocaeli ve Ä°stanbul şehirlerinde faaliyet göstermektedir.

Bunlara ilave edilecek olan; Ä°stanbul, Bursa ve Ä°zmir'de iş adamlarımız tarafında kurulmuş bulunan ve ekonomik yaşama, iş dünyasına yönelik "Ru­meli İşadamları", "Balkan İşadamları", "Trakya İşadamları" adlarını taşıyan derneklerimiz de bulunmaktadır.

Lozan Antlaşması sonucu anavatana göç etmek zorunda kalmış olan Türklerin kurduğu "Lozan Mübadilleri" ya da "Mübadele" adını taşıyan der­nek ve vakıflar da çalışmalarına devam etmektedir. Ayrıca son zamanlarda Ege'de bulunan Girit, Rodos, Ä°stanköy, Midilli adaları başta olmak üzere tüm adalardan Türkiye'ye göç etmek zorunda kalmış olanların ya da onlardan son­raki nesillerin kurduğu dernekler de faaliyetini bilhassa Ege Bölgemizdeki yerleşim birimlerinde sürdürmektedir.

Arnavutluk, Makedonya ve Kosova'dan göç eden insanlarımızın kurdu­ÄŸu ve Türk-Arnavut Kardeşliğine vurgu yapan ve bu amaçla çalışan dernekle­rimiz de faaliyetlerini devam ettirmektedir. Kosova'dan gelen kardeşlerimizin kurduğu dernekler uzunca bir süredir federasyon çatısı altında toplanmaya ça­lışmaktadır.

Bunların yanında hemşerilerimiz tarafından kurulmuş bulunan vakıflar da mevcuttur. Vakıflarımız da, derneklerimiz gibi, "Rumeli", "Balkan" ve "Trakya" isimlerini kullanmışlardır. İçlerinde en önemli çalışmaları Ä°stan­bul'da kurulu bulunan "Rumeli Türkleri Vakfı" yapmaktadır.

Bu tebliğde bunları anlatmamın nedeni, birçoğunu zikredemesem bile kendisini Rumeli, Balkan, Trakyalı olarak ifade eden insanlarımızın belki de farkında olamadığımız bir şekilde yurt içi ve yurt dışında büyük bir sivil ör­gütlenme içinde olduğunu hatırlatmak ya da bunu bilmeyenlere göstermektir. Hatta bu kuruluşlarımızın dünyanın dört bir köşesinde uzantıları da bulunmak­tadır. Örneğin; "Amerika Balkan Türkleri Derneği", "Avrupa Batı Trakya Türkleri Federasyonu", "Frankfurt Rumeli Balkan Türkleri Derneği" gibi

Bunların yanında Balkan coğrafyasında yaşayan Türkler de çok güzel bir şekilde sivil örgütlenme içerisindedirler. Hatta bunlar içinde çok eskilere da­yanan kuruluşlar vardır. "Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği", kırkın üze­rinde sivil toplum kuruluşunu içine alan "Makedonya TürkSivil Toplum Ku­ruluşları Birliği", "Prizren Doğru Yol Derneği", "Esnaf Derneği", "Kosova Türk Sanatçılar Birliği" bunlardan sadece çok az sayıdaki örnektir.

Amacımız; sivil çalışma yapan insanlar olarak, bir ağacın bu kadar çok meyvesini çürütmeden, Türk milleti ve akraba topluluklarımız adına alınabile­cek en yüksek verimi elde etmektir. Halen - nedenini anlamadan - ayrı dur­makta ısrar eden ya da en küçük birleşmeye karşı duranlar ve halen sivil

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır