seniha kiralık konak / Kiralık Konak (Seniha: Üçüncü kuşaktan, Naim Efendi'nin torunu. Yanlış…

Seniha Kiralık Konak

seniha kiralık konak

Kiralık Konak

Kiralık Konak, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Osmanlı Devleti'nin çöküş döneminde, İstanbul'da batılılaşma ile geleneksel değerlerin, kuşaklar arasında farklılaşan değer yargılarının, yaşam biçimlerinin çatışmasını irdeleyen bir romanıdır. Bu romanda işlenen konu bir aileyi ilgilendirse de roman zamanın genel özeliklerini anlatmaktadır.
Türk toplumsal yapısını, Türk aydının bu yapı karşısındaki çıkmazını kronolojik olarak incelediği kitaplar dizisinin ilk kitabı sayılabilir. Zaman olarak II. Meşrutiyet zamanları seçilmiştir.
Türklerin bugün “Batılılaşma” diye tabir edilen değişim serüveni nasıl başlamıştır? Hangi dinamikler halkı değişmeye ve öykünmeye itmiştir? Bu sorular, ileri bir araştırma konusudur ama Kiralık Konak’ta işlenen toplumsal düzenin oluşumunu sorgulayan insanlara da çok önemli ipuçları verir. Çünkü, kitapta artık kurumsallaşan ve kökleşen bu öykünmenin yarattığı kuşağın eskisiyle çatışması vardır.

Yakup Kadri, ilk başta eski-yeni ayrımını ilk paragrafta konak-yalı düzeninin terkedilişinde yapar. Hemen sonrasında ise bu ayrımı daha da çarpıcı ve ayrıntılı hale getirirken "İstanbulin ve redingot devri" diye isimlendirdigi bir kırılma noktasını tarif eder. Tanzimat'ın yarattığı İstanbulin devrindeki insanları zarif, temiz insanlar olarak tanımlar ve bu kuşağı över. Redingot devrindeki insanları ise Abdülhamit döneminde peyda olan görgüsüz, cahil, özenti ama aynı zamanda da “işini bilen” tipler olarak tarif eder. İşte çatışmalar ve karşıtlıklarla örülen romandaki birbirine en karşıt iki karakteri bu iki yari devre maleder; İstanbulin devrine ait Naim Efendi ve redingot devrine ait Servet Bey. Bu karakterler tabi oldukları devrin insanlarının özelliklerini romanın ilerleyen safhalarında iyice ortaya çıkartırlar. İşte, “Umumi işlerden çekinen, hiddetlerinde ve hazlarında ölçülü, namuslu aile babası ve kibar konak sahibi” Naim Efendi ile “Yarı uşak, yarı kapıkulu, riyakar, adi” bir nesle ait olan damadı Servet Bey romanın ilk karşıtlığıdır.
Servet Bey, eskiye ait olan Naim Efendi’ye kızmaktan öte O’ndan nefret eder. Naim Efendi, eskiye ve kokuşmuşluğa ait biri, narin kişiliğiyle kolaylıkla saldırılabilecek bir insan ama belki de en önemlisi Batı’ya bir öykünmesi olmayan Batı’ya ait bir şey taşımayan bir İstanbullu.
Kitaptaki tek kuşak çatışması bu değil kuşkusuz. Zaten bu toplumsal değişmeyi ve çatışmayı anlatmak için 3. kusağın işin içine kesinlikle girmesi hem toplumsal hem de Türk tarihinin irdelenişinde hataya düşmemek açısından önemli. Bu esnada ortaya çıkan karakterler, Servet Bey’in kızı ve oğlu aynı zamanda da Naim Efendi’nin torunları Seniha ve Cemil, Cemil’in arkadaşı ve sonradan Seniha’nın sevgilisi Faik Bey, Naim Efendi’nin yeğeni Hakkı Celis.
Romanın başında tamamen toplumdan izole yaşamış bu insanlar son derece bireysel bir hayat sürüyorlar. Romanın sonunda bu bireyselliğe bencillik de ekliyerek devam ediyorlar, biri hariç. Hakkı Celis bambaşka bir düşünce şekline bürünerek toplumsal bir yolda ilerliyor ama aslında O da kendi bireyselliğinden hiç kopamıyor.
Romanın başında aynı durumda iki tane torun var; Seniha ve Cemil. Servet Bey aslında ikisini de son derece serbest bırakıyor (Devrin şartları da düşünülürse). Ama roman Seniha’da da çok yoğunlaşıyor. Bunun sebepleri tabii ki tek değil ama akla gelen ilk sebepler, Seniha’nın Cemil’den daha akıllı olması ve bayan olması.
Seniha, yıllarca Avrupa hayaliyle büyümüş, mükemmelin Avrupa en kusurlunun ise yaşadığı coğrafya olduğuna inandırılmış genç bir kız. Bunda hem babasının, hem dedesinin hem de toplumun günahı var. Yaşadığı yer ne yaşarsa yaşasın ona dar geliyor ve sürekli kaçmak, kurtulmak isteğiyle yanıp tutuşuyor. Bunu dışarı vururken kullandığı cümlelerle de ne demek istediğini çok iyi anlatıyor: “Siz zannediyor musunuz ki, ben ömrümün sonuna kadar böyle bir evde kalacağım? Böyle bir memlekettte, etrafımda böyle bir halkla?...Ben o kadar basit ruhlu bir kız değilim! Çok okudum; çok öğrendim; çok düşündüm, çok tahlil ettim. Biliyorum ki, hayat denilen şey, içinde doğup büyüdüğüm bu hapishanenin dışında, gürültülü, geniş, aydınlık, acayip, hazin, neşeli, düz, yılankavi, inişli yokuşlu, bitmez tükenmez bir sahadır.” Seniha, çağına göre toplum kurallarına ve adetlerine çok aykırı yaşayan bir genç kızdır. Akıllı, güzel, şehvetli, işveli, kendini tanıyan ve ne istediğini bilen, hayatı hemen kavramak ve ellerinin arasına almak isteyen, hayatın Avrupa olduğunu düşünen bir genç kız Seniha.
Seniha’nın aşık olacağı erkek kuşkusuz umursamaz olmalıdır ve kesinlikle ya Türk olmamalıdır ya da Avrupa görmüş bir Türk olmalıdır. Faik Bey, sadece bu bu ihtiyaçtan çıkmaz ortaya. Kendisinden başka hiçbir şeyi düşünmeyen, havai, Avrupa görmüş bu genç, çürüyen 3. kuşağa aittir. Belki de aynı zamanda Avrupa’yı özümsemenin aslında kurtuluş olmadığını medeniyetin ve aydınlığın kaynağının başka şeylerde olduğunu da göstermek için seçilmiştir. Seniha, Faik Bey’e aşık olur ama Seniha’nın hırsları “hadsiz hesapsızdır; evet hırsları, hadsiz, hadsiz hesapsızdır.” O, hiçbir maddi sıkıntı çekmeden zengince hatta mümkünse Avrupa’da yaşamak istemektedir. İşte Seniha’nın bu rasyonelliği, Faik Beyle evlenmekten O’nu alıkoyar.
Bu ilişkinin örülmesiyle eş başka bir karakter daha ortaya çıkar; Hakkı Celis. Şiirden ve Seniha’dan başka hiç bir şey düşünmeyen, romantik, son derece toy, 3.kuşaktan ama yine de onlardan aileden aldığı eğitim ve hayatı yaşama düşüncesinden kaynaklı onlardan tamamen farklı Hakkı Celis. Hayattan beklentisi yok Hakkı’nın. Başına geleni yaşıyor aslında. Seniha kadar akıllı, Cemil kadar meraklı ve serseri, Faik Bey kadar yaşamış değil kesinlikle. Aralarında en çocuğu gerçekten. Bu yüzden de belki kökten değişmeye en müsait olan karakter. Hakkı Celis’i ilk sersemleştiren yumruk Seniha’ya olan karşılıksız aşkı. Seniha’nın ilgisizliği, Hakkı Celis’in Seniha’ya umutsuzca sarılışı ve Seniha’nın Faik Bey’in kucağına kendini atması. Seniha’ya olan aşkını bu birliktelik öldüremez yine de. Hakkı Celis’in yediği ikinci yumruk ise uyanış. Yaşadığı toplumun, bu toplumun varoluş savaşının farkına varıyor Hakkı ve önceden yaşadığı hayattan, Faik Bey’den, arkadaşlarından ve Seniha’dan tiksiniyor daha doğrusu böyle olduğunu düşünüyor. Seniha’yı ilk gördüğünde ise aşkı onu gözyaşlarına boğuyor. Cepheye gittiğinde ise tam anlamıyla “Ölüm adamı” değil “Ölmek adamı” olmak için çabalıyor.
3. kuşağın ortak özelliği aslında kayıp oluşları. Seniha, hırsının tabiyetinde tamamen hesaplı, politik yaşayan duygusuz, duyarsız ve edepsiz biri olurken Faik Bey, her zamanki bencilliğinde ve bağımlı kişiliğinde kayboluyor. Hakkı Celis ise aslında toplumsal düşünmeye başlasa da içinde doğan vatan sevgisine rağmen ne istediğini hala tam olarak bilmeyen biri olarak ölüme koşuyor.
Naim Efendi, torunlarının yaşayışlarına sevgisinden ve kişiliğindeki pasiflik yüzünden karışamaz. Halbuki ilk başlarda, “Biraz şiddet gösterecek olsa, her şeyin yoluna girmesi ihtimali henüz mevcuttu.” Naim Efendi, otoritesini koyamaz ve torunları tamamen savrulurlar. Naim Efendi suçlu mudur? O’nu bırakmayan tek kişi olan Hakkı Celis’e göre, evet suçludur. “...Naim Efendinin konağını, böyle hafif bir ökçe darbesiyle ta temellerinden yıkıveren mahluk, hiç şüphesiz herkesten ziyade Naim Efendinin kendisiydi.”
Naim Efendi biten bir devrin bitişinin yası ve başlayan bir devrin çürümüşlüğünün habercisidir. Tamamen kendi kabuğuna çekilmiş üzülmekten, sevmekten ve özlemekten başka bir şey hissetmeyen, ölümü bekleyen bir ihtiyar veya devir. Bunun tespitini Hakkı Celis’in ağzından yaptırır Yakup Kadri. Çünkü Naim Efendi’yi en iyi anlayacak, en tarafsız yorumlayacak kişi O’dur. Hakkı Celis, sadece Naim Efendi’yi değil aynı zamanda diğer insanları ve durumları da irdeler. Vatan için yaşarken, savaşırken hatta ölmeye hazırken Servet Bey veya Necip Bey gibi savaş zenginlerini, “her devrin adamları”nı gördükçe de kendine sormadan edemez; “Naim Efendi hıçkırıklarına devam etsin ve Seniha Almanyalı, Avusturyalı zabitlerle rahat çay ziyafetleri verebilsin diye mi bir hafta sonra Çanakkale’ye, hayatına doymadan ölüme gidecekti?” Çok geçmeden yine kendi cevabını da verecekti: “Hayır! Hayır! Millet denilen şey Naim Efendi gibi müstehaselere, Senihalar ve Faik Beyler gibi sefil iştahlı insanlardan mürekkep bir varlık değildi. Bunlar milletin çürüyen ve dökülen tarafıydı. Ve havaya kalkan sekiz yüz bin kılıç, işte, bu kangren olmuş uzvu kesmek içindi.” Yakup Kadri ilerdeki romanlarında çok daha derinden işleyeceği Türk aydının bu millet çıkmazına bu kitapta bu şekilde giriş yapıyor. Her ne kadar Hakkı Celis “Kiralık Konak”ta ölse de hem “Sodom ve Gomorre”de hem de “Yaban”da tekrar ortaya çıkıyor.
Romanda karşıtlık ve çatışma kadar önemli bir diğer parametre de değişimdir. Romanda hemen herkes değişir. Servet Bey, en sonunda sınıf ve zihniyet atlamak olarak gördüğü apartman dairesine taşınır. İçeriği bilinmeyen ama para getiren işlere dalar. Naim Efendi “soğuk, kasvetli” konağında tek başına ölümü bekler. Faik Bey, umursamaz halinden başka bir hale girer ve kendine yeni bir bağımlılık bulur. Seniha, o içine sığmayan genç kız olmaktan çıkıp tamamen politik düşünen, hesaplı hareket eden, duygulu değil tamamen mantıklı, tecrübeli, düşük bir kadın olur. Hakkı Celis ise kendi hayatlarının ve İstanbul’un dışındaki başka bir dünyayı vatanı ve Anadolu’yu keşfeder.
Roman Naim Efendi’yi yalnizlikla ölüme terkeder. Seniha’yı tercih ettiği yaşam tazında tükenişe ve Hakkı Celis’i de ölümün kucaklarına bırakarak biter. Eski kuşak seyrediyor, yeni kuşak ise istediğinin peşinde savruluyor veya farkettiği gerçeklere rağmen unutamadığı yaralarına teslim oluyor ve ölüyor.

Oğuz ÖCAL

Kırıkkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Kırıkkale/Türkiye

Anahtar Kelimeler: Kiralık Konak,özgür olmayış fenomeni,düşkünlük,varlık ve tehlike

Giriş

İ çine doğduğu dünyanın zihniyeti tarafından biçimlendirilen insanın şahsında gerçekleştirmesi gereken hususlardan birisi de özgürlüktür. Teorik nitelikli bir fenomen olan özgürlük ve onun pratik şekli olan özgür oluş, dış baskı ve zorlamanın yokluğunda, insanın önce kendisine ve daha sonra da dünyaya ait olanaklarını, bütünselliği olan bir sorumluluk bilinciyle değerlendirmesi demektir (Mengüşoğlu 1988: 129-139). Bu hususun tam karşısında yer alan özgür olmayış durumu ise, insanın üzerinde herhangi bir baskı ve zorlama olmadığı hâlde, sorumsuz davranarak olanaklarını harcamasını ifade eder. Özgürlüğün her iki şekli de, birer seçimi içerir ve aynı zamanda içinde olunan birer durumu işaret eder. Söz konusu bu durum, farkına varıldığında insana, kendisini yenileyip canlandırma olanağı sunarken öyle bir farkındalık olmadığında ise, çoğunlukla, zaman israfına neden olur. Örneğin, olanaklarını zengin bir koca ararken harcayan ve hayal kırıklığına uğrayan bir kadının içinde bulunduğu durumu aşmak yerine, onu olduğu gibi bırakması, basit de olsa bir seçimdir. Ve bu seçim, öncelikle öznesinin, özgürlüğünü, yani olanaklarını, sorumlu değil de keyfi bir şekilde değerlendirdiğini, dolayısıyla da içinde olduğu durumun farkında olmadığını imler. Elbette, örnek gösterilen kişinin yaptığı seçimde, iç içe geçmiş durumda olan zaman, mekân, irsiyet ve zihniyet gibi kategorilerin de etkisi olmuştur. Ancak o eylemin en kökten nedeni ise, onu gerçekleştiren kişinin hem içinde olduğu hem de farkında olmadığı özgür olmayış durumudur. Buradan da çıkarılacağı gibi, gerçekleşen seçimin, dolayısıyla da eylemin sorumluluğu, doğrudan o kişinin kendisine aittir. Diğer nedenler ise, dolaylı birer unsur olarak özgürlük tasarrufundan sonra gelir.

Özgür oluş ile olmayış fenomenleri, insana, el altındaki bir nesne kadar yakın, ancak yakınlığı fark edilmediği için de bir o kadar uzak olan birer durumu işaret eder ve bu iki husus da, birer nedene dönüşerek kendisini, en iyi şekilde, romanda görünüşe çıkarır. Öyle ki ilk örneklerinden günümüze kadar roman, yaşanan bir dramı konu almış ve onun nedenini ise çoğunlukla -bu çalışmanın bakış açısına göre- özgür olmayış durumu olarak görünür kılmıştır. Bir diğer ifade ile bugüne kadar gelen romanımızda, daha önce de gözlemlendiği gibi, anlatılan dramların nedeni olarak bireyi ya da toplumu öne çıkaran iki eğilim dikkati çeker. Bu iki eğilimden ilkini, kurulu düzenle uyumlu ve Doğu-Batı çatışmasını bir çözüme ulaştırmaya çalışan romancılarımız oluşturur (Moran 1995: 244-250) ve onlar, anlattıkları dramın doğrudan nedeni olarak, içinde olunan ancak farkında olunmayan duruma vurgu yaparlar. İkinci eğilimi ise yaşanan ve anlatılan dramın nedeni olarak kurulu düzeni işaret eden ve ezenezilen ilişkisini öne çıkaran romancılarımız oluşturur (Moran 1994: 237-244). Bu iki eğilimden birincisi, liberal kapitalist; ikincisi ise, sosyalist bir zihniyete ve dünya görüşüne sahiptir. Birinci eğilim, benimsediği anlayışa uygun şekilde bireyi sorumlu kılar ve dış dünyayı dolaylı bir neden olarak işaret ederken ikinci eğilim, kurulu düzeni suçlar ve onu sorumlu tutar.

Söz konusu eğilimlerden ilkinin bir temsilcisi olan ve yaşanan dramın nedeni olarak bireyin içinde olduğu duruma vurgu yapan romancılarımızdan birisi de Yakup Kadri Karaosmanoğlu’dur. Seçkin bir sanatçı olan Yakup Kadri, başlangıçtaki bireyci zihniyetini terk ettikten sonra dayanışmacı bir anlayışı benimser ve benimsediği bu anlayışa uygun olarak da dokuz roman kaleme alır. Onun yayınlanan ilk romanı ise bilindiği gibi, Kiralık Konak’tır. Daha önce, içerdiği çatışmalar ile farklı tematik bağlamlar dikkate alınarak okunan Kiralık Konak, bu çalışmanın bakış açısına göre, insan varlığını tehdit eden unsuru, özgür olmayış durumu olarak görünür kılan bir romandır. Aynı zamanda içinde olunan olumsuz bir durumun ismi de olan bu husus ise, hâkim anlatıcı tarafından sunulan romanda, asıl kişi Seniha’nın yaşadığı karşılaşmalardan sonra açılan olanaklarını kapatarak onlardan uzaklaşmasıyla görünür hâle gelir.

Yaşanan İlk Kriz, Faik Bey ile Karşılaşma ve İlk Seçim

Asriliği rahat, kayıtsız ve sorumsuz yaşamak olarak anlayan bir baba ile şaşkın bir annenin kızı olan Seniha, özel mürebbiyesi olan, on yedi on sekiz yaşlarında bir genç kızdır. Büyükbabası Naim Efendi’ye ait bir konakta, ailesiyle birlikte yaşamını sürdürür. Anlamsal boşluk içindedir ve her şeyi az, adi ve dar olarak görür. Bunun için de ait olduğu kültür ve medeniyete dair her şeyden nefret eder. Öyle bir durumda iken, başta mürebbiyesinin anlattıkları olmak üzere, okuduğu romanların da yönlendirmesiyle, kendisine bir yaşama amacı belirler. O, özellikle Paris’e giderek orada her kayıttan azade, baskısız ve keyfi bir yaşam sürmeyi istemektedir. Geçen zaman içinde çevresine karşı duyduğu nefretle başka yerlere duyduğu özlem, yaşamının amacını daha kararlı bir hâle getirmesine olanak sağlar. Ancak o, maddî olarak çok “sefalete düştük”lerini (31) anlayınca, isteğiyle durumun gerçeği arasında sıkışır kalır. Ne isteğini dönüştürür ne de gerçeği olduğu gibi kabul eder. Dolayısıyla da yaşadığı bunalımla derinleşen krizini aşamadığı için, bir çıkmaza girer. Ailesi, doktorunun da tavsiyesiyle onu, iyileşmesi için, Büyükada’da yaşayan halası Necibe Hanım’ın yanına gönderir. Orada, zaten “içkiye ve saza” karşı “yaşla hiç sönmeyen bir düşkünlüğü” (47) olan Necibe Hanım’ın teşviki ve kardeşi Cemil’in girişimleri ile kısa bir süre içinde, Seniha’yı rahatlatabilecek bir eğlence ortamı oluşturulur. Oluşan bu ortamda Seniha, biraz sakinleşir ve “hayatta[ki] yegâne emeli seçkin ve zengin bir dulla evlenmek” (45) olan kardeşinin arkadaşı Faik Bey’le yakınlaşır. Sadece genç kadınlara değil, aynı zamanda kumara da düşkün olan Faik Bey, kısa bir süre içinde, hem Seniha’nın Paris’e dair düşlerini besler, hem de onları gerçekleştirebilecek bir potansiyele sahip olduğu için, onun yoğun ilgisiyle karşılaşır. Seniha, daha önce nefret ettiği Faik Bey’e karşı duyduğu ilginin beraberinde getirdiği hava ile yeniden eski haline gelir. Ancak bu canlılık, çok kısa bir süre sonra kaybolur ve ne olduğu tam olarak belli olmayan ilişkinin büyüsü bozulmaya başlar. O esnada Seniha, kumar borcunu ödeyebilmek için kendisinden borç para isteyen Faik Bey’i, gerçekliği içinde olduğu gibi görür. İtiraf etmese de kendisi için bir kurtarıcı olabileceğini sandığı kişinin aslında düşkün birisi olduğunu fark edince hayal kırıklığına uğrar ve umutlanarak bastırdığı krizi, yeniden canlanır. Çincede kriz sembolü, iki unsurdan oluşur: Biri tehlikeye, diğeri de olanağa işaret eder. (Mumford 2015: 523). Hem bekâretini kaybetmesi hem de düşlerinin bir aracını yitirmiş olmasıyla ortaya çıkan durum ise Seniha’ya, iki olanak sunar ve onu özgürlüğüyle karşı karşıya bırakır. Olanaklarının sınırında duran ve seçim yapmak zorunda olan Seniha, ya yaşadığı çift boyutlu kayıptan sonra isteklerini gözden geçirecek ya da Faik Bey’e bağlı olmadığını ispat edercesine, daha hırslı bir şekilde, amacına ulaşmak için, arayışına hız verecektir. Bir diğer ifadeyle, ya gerçeği olduğu gibi görüp aşacak ya da keyfi eyleme düşkünlüğüne bağlı kalarak açılan olanağı kapatacaktır. O, hırslı olmayı, kararlı olmaktan ayıramadığı için, ikinci olanağı seçer.

“Seniha kalbimin bu bir günlük imtihanından epeyce değişmiş çıktı. Aşktan evvelki alaycı, havai, şuh ve işveli hâline avdet etti. Cemil’in dostlarından Macit Bey’le küçük bir macerası oldu. Pangaltı’daki İtalyan ahbaplarına sık sık gitmeye başladı; orada bir genç adamdan dans dersleri aldığını söylüyordu. Yeniden Nuriye, Neyyire ve Belkıs Hanımlar her gün için konağa doldular. Seniha’daki bu ani değişiklik pek ziyade meraklarını uyandırıyordu. Belkıs Hanım’ın gözlerinde kendisine bakarken: “Zavallı! Nihayet bırakıldı mı? Oh olsun!” diyen bir nazar vardı; Nuriye ve Neyyire ağzını aramak için yavaş yavaş Faik Bey’in aleyhinde bulunuyorlardı. Seniha bu zandan kurtulmak için elinden geleni yaptı, birbirini takip eden flörtlerine pervasız bir aleniyet verdi. Gizli kalan taraflarını da kendisi anlatmaya başladı” (94-95).

Seniha, alıntılanan metinde de görülebileceği gibi, yaşadığı bu ilk kriz esnasında, karşısına çıkan kendisini aşma olanağını, özgür olmadığı için kapattıktan hemen sonra, çevresindekilerin dedikodularına karşılık verebilmek için, daha da kötü bir duruma düşme ihtimalini umursamadan eylemlerine aleniyet verir. Gerek yaptığı seçimi gerekse o eyleminden sonra ortaya koyduğu tepkisel tavrı ise, onun öfkesine ve insanların kendisi hakkındaki yorumuna esir olduğunu, dolayısıyla da özgür olmadığını ortaya koyar.

İkinci Kriz, Naim Efendi ile Karşılaşma ve Kaçış

Öfkeyle hareket eden Seniha, geçen zaman içinde, başta Faik Bey olmak üzere, birçok erkekle birlikte olur ve düşleri için kendisine çok para gerektiğini anımsayınca da “her vasıtadan fayda” (89) ummaya başlar. Aynı zamanda kendisine, “geniş ve muhteşem ufku açacak” (98) bir kahraman bekleyişi içinde de olan Seniha, çevresindeki kadınlarla yaptığı konuşmalardan sonra, kontrolünü kısmen de olsa yitirir ve bütün meselenin “zengin [bir] koca” (117) bulmakta olduğuna iyice kanaat getirir. Bu arada Faik Bey’i çok iyi tanıdığı için, ne onu bütünüyle terk eder ne de onunla evlenmek ister. Evliliği “paraya müteallik bir iş” (109) olarak telakki eden Seniha, yaptığı bu ilk seçimden sonra, çok daha açık bir şekilde tüccara dönüşür: Neredeyse yegâne amacı, olanaklarını sunup karşılığını alabileceği zengin bir sevgili bulmak olur. Bu arada babası, pek çok kayıttan azade olmasına rağmen, kızının keyfi davranışlarını kabul edilemez bulur. Ancak öteden beri sorumluluk üstlenmek çıkarına uymadığı için, sorunun çözümünü Naim Efendi’ye bırakır. Ailesi üzerindeki etkisinin “hiçe in[mek]” (77) üzere olduğunu anlayan Naim Efendi ise, iyi niyetli bir şekilde davranarak son bir hamlede bulunur ve değerlere karşı saygısız davranan gençleri evlendirip sorunu çözmek ister. Bunun için de Faik Bey’in önceden beri tanıdığı babası Kasım Paşa’yı ziyaret eder ve düşüncesinden bahsederek ondan kendisine yardım etmesini ister. Ancak Kasım Paşa, oğlunun zengin bir kızla evlenmesini istediği için, riyakâr davranır ve Naim Efendi’yi ikna ederek başından savar. Bu arada Seniha, büyükbabasının girişiminden haberdar olur ve öfkeli bir şekilde, ona, kendisiyle ilgili kararlara karışmaması gerektiğini söyler. Üstelik büyükbabasını saygısızca payladıktan sonra, bir mektup yazarak onun yaptığı yanlışı düzeltmek ister. Çok açıkça bir çatışmayı içeren bu durum, Seniha’yı, kendisine ve ailesine ait gerçeklikle karşılaştırır. O, bu karşılaşmadan sonra, yeniden özgürlüğü ile baş başa kalır ve acil olarak bir seçim yapmak zorundadır. Daha önce olduğu gibi karşısında, yine iki olanak vardır. O, ya maddî olarak bağlı olduğu ailesiyle yaşadığı çatışmayı çözerek tarihselliğini gerçekleştirecek ya da kolay olanı seçerek oradan uzaklaşacaktır. Söz konusu olanaklardan birincisi açıcıdır ve ona pek çok şeyi değiştirerek devam ettirme imkânı sunar. İkincisi ise, sahih değişim ve yenilenme olanağını bloke edici ve kapatıcıdır. Açmak ile kapatmak olanaklarının sınırında duran Seniha, durumunun iyiliğinden hiç şüphelenmediği için, dâhil olduğu kültür ve medeniyete karşı duyduğu nefretin de belirlemesiyle, maddî hiçbir teminatı olmamasına rağmen, ikinci olanağı tercih eder:

“Siz zannediyor musunuz ki ben ömrümün sonuna kadar böyle bir kalacağım? Böyle bir memlekette, etrafımda böyle bir halkla? Bin güçlükle senede ancak beş on kat esvap yaptırarak, ara sıra Ada’ya misafirliğe giderek ve pazartesi günleri aşağıda salonda birkaç manasız ve yavan davetli bekleyerek yaşayıp gideceğim? Hayır! Büyükbaba, ben o kadar basit ruhlu bir kız değilim! Çok okudum; çok öğrendim; çok düşündüm; çok tahlil ettim. Biliyorum ki hayat denilen şey, içinde doğup büyüdüğüm bu hapishanenin dışında gürültülü, geniş, aydınlık, acayip, hazin, neşeli, düz, yılankavi, inişli yokuşlu bitmez tükenmez bir sahadır. Oradan bin türlü sesler işitiyorum; bu sesler her biri başka tarzda, bir başka lisanda bana ‘gel’ diyor. Kendimi güç zapt ediyorum. Fakat bugün değilse yarın mutlaka bu seslerden birisine doğru koşacağım. Mutlaka!” (110).

Seniha, bu ifadelerinden de anlaşılabileceği gibi, maddî olarak bağlı olduğu büyükbabasıyla konuşurken kendisini özgür bir insan gibi ortaya koyar ve pervasızca aldığı karara saygı gösterilmesini ister. Ancak onun bu ifadeleri, özgürce seçip sorumluluk üstlenen bir insanı değil, keyfiliği özgürlük sanan ve olanaklarını kolaylıkla harcayabilen bir insan olduğunu ortaya koyar. Oysa özgürlük, keyfi davranmak değil, bağlanmak ve hiçbir bahaneye sığınmadan tepeden tırnağa sorumlu olmaktır (Adugit 2013: 90).

Üçüncü Kriz, Hakkı Celis ile Karşılaşma ve Kaçış

Seçimini bu şekilde yapan ancak büyükbabasını kötü duruma düşürdüğü için kısa süreli bir “tövbe ve pişmanlık devresi” (116) geçiren Seniha, arkadaşlarından birisi olan ve zengin kocasıyla Paris’te yaşamaya karar veren Belkıs Hanım’la konuştuktan sonra, biraz da duyduğu kıskançlığın yönlendirmesiyle huzursuz olur. “Öteden beri bütün hülyalarını, bütün arzularını çerçeveleyen” (117) Paris düşünü anımsar ve içinde yaşadığı konak ile bahçe, kendisine kasvetli bir “mezar” (118) gibi görünmeye başlar. O, henüz çok genç birisi olmasına rağmen, İstanbul’da kalırsa yaşadığı konağın bahçesini dolduran yapraklar gibi kuruyup gideceğini düşünür. Bunun için de mürebbiyesinin tanıştırdığı Madam Kraft’ın da yardımıyla, aldığı kararı kesinleştirir. Dolayısıyla da “çivisinden, hatta tahta budağından kapılarına ve damına varıncaya kadar her noktasından ayrı ayrı nefret ettiği” (118) konaktan kaçar. Arkasında bıraktığı kişileri hiç düşünmeden, uzun süren bir yolculuktan sonra Paris’e ulaşır ve birkaç ay da olsa düşlediği gibi, “kendi hayatını yaşa[r]” (110). Ancak herhangi bir işte çalışmadığı için elinde avucunda olan para, bir süre sonra tükenir. Acil olarak para bulması gereken Seniha, bunun için babası Servet Bey’den yardım ister, ancak babası çıkarına uymadığı için, onun bu isteğini geri çevirir. Çaresiz kalan Seniha ise bunun üzerine, daha önce ezip geçtiği ve “pot” (111) kırmakla suçladığı büyükbabasına mektup yazar ve gerekli olan parayı ondan ister. Sevgi dolu bir insan olan Naim Efendi, bulup buluşturarak torununa istediği parayı gönderir ve Seniha, büyükbabasının zamanla ardı ardına gönderdiği paralarla, Paris’te, bir süre de olsa özgür olduğunu sanarak alıştığı kayıtsız ve hazcı yaşamını sürdürür. Ancak hazır para ile sürülen sefa, birkaç ay sonra biter. Parasız kalan ve istediği zengin kocayı da bulamayan Seniha, bunun üzerine, çok daha düşmüş bir şekilde, İstanbul’a döner ve Beyoğlu’na taşınan ailesinin yanına yerleşir. Esasen kendisinden başka kimseyi önemsemediği için, ülkesine döndükten sonra, yanılsama içindeki tavrını daha da ileri götürerek, farklı kişilerle, uzun süreli olmayan ilişkiler kurar ve bir süre sonra da zengin olduğunu sandığı bir kişi olan Necip Bey’le tanışır. Necip Bey, kendisini muhtemelen mebus ve iş adamı olarak tanıtan, ancak sadece servet avcısı kadınları elde ettikten sonra ardında iz bırakmadan ortadan kaybolan bir düzenbazdır. O, Seniha ile ilişkisini de bu şekilde kurar ve tam olarak evlilik arifesindeyken onu da terk eder. Nişanlısı tarafından yüzüstü bırakılan Seniha, daha önceki kayıplarında olduğu gibi, bu durumda da, baskın davranarak yaşadığı bozgunu kimseye belli etmemeye çalışır. Bu arada Çanakkale Cephesi’ne dönmeye hazırlanan ve hâlâ kendisini safça seven Hakkı Celis’le karşılaşır ve bu hadise, onu, terk edilmiş olması gerçeğiyle birleşerek, üçüncü ve son defa özgürlüğüyle karşı karşıya bırakır. Yine iki olanak vardır karşısında: O, ya çok istediği servet sahibi koca ile kayıtsız yaşam arayışından vazgeçerek her şeye yeniden başlayacak ya da erkeklerin maddî imkânlarına bağlı olan değersiz yaşama şeklini sürdürecektir. Bir diğer ifadeyle o, ya cinsel olarak kışkırttığı hâlde saf kalmayı başaran Hakkı Celis’te gördüğü sahihliği örnek alarak kendisine bir yeni başlangıç yapacak ya da açılan olanağı kapatacaktır. Bu olanaklardan ilki, açık olmayı ve olumlu anlamda kararlılığı gerektirir. İkincisi ise öyle bir açıklığa da kararlılığa da ihtiyaç duymaz. Bir seçim yapmak zorunda olan Seniha, kendisini “uçurumun kenarında duran bir kadın” (208) olarak görmesine rağmen, sorumluluk üstlenmek yerine, önce bütün suçu Faik Bey’e yükler. Ardından da kendini yüceltmek için, kayıtsız yaşama şekliyle bir tüccara dönüşmüş olması gerçeğini ise, erdemli birisi gibi konuşarak hiç riyakâr olmamasına bağlar ve bu olanaklar arasından kendisini aşmayı değil, içinde bulunduğu durumu olduğu gibi bırakmayı tercih eder.

“Beni arkamdan ite ite, elimden çeke çeke nihayet getirdi, bir uçurumun kenarına bıraktı. Zira -neden saklamalı- ben uçurumun kenarında duran bir kadınım. Evet, Hakkı, evet, bunu herkes bilir ve kendim de hissediyorum. Hakikati niçin görmemeli, neden inkâr etmeli? Bir romanda görmüştüm. Bütün ahlak düsturlarının hulasası şudur diyordu: hakikat için, hakikati söyleyebilecek bir tarzda yaşamak. Ben vakıa anama, babama, hassaten büyükbabama çok fenalık etmiş bir kızım, pek çok kusurlarım var, fakat bunlara mukabil bir tek meziyetim var ki, o da hiç riyakâr olmayışımdır (…)” (208).

Ceren Selmanpakoğlu, “toplumsal gerçeklik içinde karşılaşılan ötekiler hakkındaki her yargı, aslında bize kendi konumumuzun sahteliğini ifşa eder. Fakat bizler, sahteliği açığa çıkarmak yerine, çoğu zaman bunu kapatmak için dayanak noktaları buluruz”, der (Selmanpakoğlu 2014: 44-45). Bu durum, Seniha için de öyle olur. O, karşılaşmalarıyla açılan olanaklarını, özellikle başkalarını suçlayarak kapatırken içinde olduğu kötü durumu, hem korumuş hem de yeniden üretmiş olur. Yaptığı bu son seçimle birlikte paralı erkekler için kiralık bir nesneye dönüşür ve Hakkı Celis’in şehit olduğunu öğrendikten sonra ise, esasen hiç üzülmez; “sadece güzel ve süslü” (217) olarak kalır.

Düşkünlüğün Dolaylı ve Doğrudan Nedenleri

Bir genç insan olarak Seniha’nın açılan olanaklarını kapatmasının dolaylı ve doğrudan olmak üzere, iki esas nedeninin olduğunu söylemek mümkündür. Onun bir kapatma düşkününe dönüşmesinin dolaylı nedeni, iç içe geçmiş durumda bulunan devir, çevre ve değerler gibi kategorileri de kapsayan ve egemen olduğu için her şeyi belirleyen zihniyettir, diyebiliriz.

Seniha, her şeyden önce, romancının da vurguladığı gibi, “Frenklerin asır sonu” (16) diye vasıflandırdıkları, geçmişle şimdiye ait her kayıttan azade bir genç kızdır ve bir “soysuzlaşma devri” de olan II. Meşrutiyet devrinde biçimlenmiştir. Onun bir kapatma düşkününe dönüşmesinde, sorumluluk öncelikle ailenin büyüğü olarak Naim Efendi’de değil, bir baba olarak Servet Bey’dedir, diyebiliriz. Öyle ki Servet Bey, “alafrangalığa düşkün” (15) bir “züppe”dir (14) ve modern oluşu, aklını ve iradesini çift taraflı bir sorumluluk bilinciyle eylemek olarak değil de, kayıtlardan azade ve çıkarcı yaşamak şeklinde yorumlar. O, benimsediği bu anlayış doğrultusunda, Naim Efendi’nin Kadıköy’deki konağında sürdürülen geleneksel nitelikli yaşamı, kayınvalidesi Nefise Hanım’ın ölümünden sonra, “asri ve modern hayat” (16) adına tamamen değiştirir, yeniden düzenler ve konakla işi bittikten sonra da oraya bir daha dönüp bakmaz. Onun olumsuz anlamda özgür olan bu zihniyeti, yüksek değerlere değil, araç değerlere öncelik verir. Değişerek devam etmeyi imleyen tarihselliğini gerçekleştirme durumunu iptal eder ve anlamlandırma eylemini, tamamen keyfileştirir. Kinik olan, yani fayda-zarar diyalektiği ile duyup düşünen bu zihniyet, sadece konağa hâkim olan anlayışı değiştirmekle kalmaz. Aynı zamanda Seniha ile Cemil’in biçimlenmesinde de temel rol oynar ve onların başta gelenekler olmak üzere, yaşadıkları çevre ile zaman hakkındaki algılarını da şekillendirir. Öyle ki bu zihniyet, Seniha’yı, önce Türkçe bilmeyen bir mürebbiyenin belirlemesine bırakır, daha sonra da şeyleri algılayıp yorumlayış şekliyle ona örnek olur. Genç kızın işine geldiğinde insanlara değer veren, öyle olmadığında ise onları unutan bir kişiye dönüşmesinde, babasından devraldığı bu çıkarcı zihniyetin önemli bir rolü vardır. Bunun yanı başında yine onun çevresindeki her şeyden nefret etmesini de yanılsama içindeki durumundan memnun oluşunu da yaşattığı bu zihniyetin bir tezahürü olarak görmek mümkündür.

Seniha, sadece babasından devraldığı bu anlayış tarafından değil, çözülmüş olsa da itici bir unsur olarak belirleyiciliğini sürdüren geleneksel zihniyet tarafından da belirlenir. Romanda Naim Efendi tarafından temsil edilen bu zihniyet, yeni olanı anlayıp ona kendisini adapte edemediği için yeni nesil tarafından itici bulunur ve engel olarak görülür. Öyle ki Seniha, babasının temsil ettiği “yeni” zihniyetin çıkarcı bakış açısına hayran iken varolana “katlanan [bir] adam” (16) olan büyükbabasının anlayışından ise kendisini hizaya sokup sınırlamak istediği için nefret eder. Bir diğer ifade ile Seniha, babasının zihniyetini çıkarına uygun olduğu için olumlu bulur ve benimserken büyükbabasının anlayışını ise öyle olmadığı için menfur bir unsur olarak görür. Böylece her iki zihniyet de farklı oranlarda olsa bile, onun üzerinde belirleyici olmuş olur.

Benedict de Spinoza, “insanlar kendilerini özgür olarak düşünmekle yanılırlar, bu düşünceleri kendi davranışlarının bilincinde olmalarına ama onları belirleyen nedenlere ilişkin bilgisiz olmalarına dayanır” (Spinoza’dan alıntılayan Hood 2014: 149) derken içinde olunan ancak farkında olunmayan durumun nedenselliğine vurgu yapar. Lewis Mumford ise İnsanın Durumu isimli dikkate değer kitabında, bireyciliğin gelişimden bahsederken bu anlayışın yükselen aristokrasinin “Neyi istiyorsanız onu yapın; işinize bakın, dünya sizin” mottosuyla kendisini ifade etmeye başladığını söyler ve “Ne istiyorsanız yapın” mottosunun, kişinin yapmakla yükümlü olduğu görevleri yerine getirdiği zaman iyi bir anlam ifade edeceğini belirtir. Ardında da “Her âdil özgür irade kavramında, kaçınılmaz olarak bir mecburiyet unsuru mevcuttur; zira aksi takdirde, özgür olmak, kaprislerin kölesi olmak anlamına gelir” (Mumford 2015: 306) der. Yukarıda zihniyet bağlamında tesirinden kısaca da olsa bahsettiğimiz bu kategorilerin birer belirleyici unsur olduğundan kuşku yoktur. Ancak o kategorilerin doğrudan değil, dolaylı birer belirleyici oldukları da bir gerçek. O hâlde Seniha’nın açılan olanaklarını tekrar tekrar kapatmasının esas ve doğrudan nedeni nedir? Spinoza ile Mumford’un bu sözlerini de dikkate alarak soruya cevap verecek olursak Seniha’nın kapatma düşkünü olmasının doğrudan nedeni, şeyleri anlayıp yorumlayan ve değerlendiren bir özne olarak bizzat kendisi ve içinde olduğu ancak farkında olmadığı özgür olmayış durumudur, diyebiliriz.

Açıklayarak ifade edecek olursak, romanda özetlenerek anlatılan yaşamının altı yıllık süreci içinde Seniha, üç defa sınır duruma gelmiş ve üç esas seçim yapmıştır. O, bu sınır durumlardan ilkine, Faik Bey’in gerçek yüzünü gördükten sonra gelir. Diğer iki sınır duruma ise, büyükbabasıyla yaşadığı çatışmadan ve Hakkı Celis ile yaptığı konuşmadan sonra ulaşır. Ulaşılan bu üç sınır durum da Seniha’ya, ortak bir şekilde, içinde olduğu durumu aşarak her şeye yeniden başlama olanağı sunar. Ancak Seniha, üç defa açılan bu esas olanağı, özgürlüğü keyfilik ve kayıtsızlık olarak anladığı ve nefret duygusuyla zehirlendiği için kapatır. Bir diğer ifadeyle o, varoluşunun amacını belirleyip onu gerçekleştirmek için zengin bir koca ararken de düşlediği gibi yaşamak için Paris’e kaçarken de İstanbul’a döndükten sonra giderek daha çok düşkünleşirken de birer özgürlük tasarrufunda bulunur. Onun bu seçimleri, açıkça birer tepkiyi içerir ve açılan olanakları kapatmaya aşırı istekli birisi olduğunu işaret eder. Açılma ile kapanma şeklinde kendisini sürekli tekrar eden ve yeniden üreten bu sürecin sorumlusu ise öncelikle olanaklarını tasarruf ederken özgür olmadığı ortaya koyan Seniha’nın bizzat kendisidir, diyebiliriz.

Değerlendirme

Yukarıda esas çizgileriyle göstermeye çalıştığımız gibi, özgür olmayış durumu, bizzat kişinin yaşadığı karşılaşmalarıyla açılan ve acilen değerlendirilmesi gereken olanaklarını, tepkisel nitelikli eylemleriyle kapatmasıdır. Esir oluştan niteliksel olarak farklı olan özgür olmayış, içinde olunan pek çok durum gibi, insana farkında varıldığında en yakın, öyle olmadığında ise en uzak durum olarak var olur. Kendisini çoğunlukla sözlerle eylemlerde görünüşe çıkaran bu durum, gündelik hayattaki pek çok kötü eylemin nedeni olduğu gibi, romanlarda anlatılan dramların da bir nedeni olarak dikkati çeker. Bu husus, anlatılan dramın nedeni olarak bireyi veya toplumu öne çıkaran anlayışlara göre değişmez. Dolayısıyla da anlatılan dramların kökeninde, daima özgür olmayış durumu vardır, denilebilir.

Başlangıcından itibaren romanımızda anlatılan dramın nedeni olarak bireyi veya toplumu öne çıkaran iki ayrı anlayış dikkati çeker. Bu iki anlayıştan ilki, anlatılan dramın nedenini, doğrudan doğruya bireyin içinde bulunduğu duruma bağlar ve onu sorumlu tutar. İkincisi ise dramı, bireylerle ilişkilendirir, ancak öncelikli nedeni, kurulu dünya düzeni olarak işaret eder. Söz konusu anlayışlardan ilkinin temsilcilerinden birisi de Yakup Kadri Karaosmanoğlu’dur. Yakup Kadri, ilk romanı olan Kiralık Konak’ta, daha sonra yayınlanan romanlarında olduğu gibi, bir dramı konu alır ve dramın nedeni olarak da özgür olmayış durumunu öne çıkarır. Öyle ki, adı geçen romanda asıl kişi Seniha, yukarıda da izah ettiğimiz gibi, yaşamının anlatılan altı yıllık süreci içinde, en az üç defa kendisini aşıp geçme ve her şeye yeniden başlama olanağıyla karşılaşır. Ancak o, karşısına çıkan bu esas olanağı, özgürlüğü bütünüyle keyfi davranmak olarak anladığı ve duyduğu nefreti göremediği için kapatır. Dolayısıyla onun açılanı kapatma düşkününe dönüşmesinin öncelikli nedeni, hem bizzat içinde olduğu hem de farkında olmağı özgür olmayış durumudur. Bu durumun sonraki nedeni ise zaman, çevre, eğitim gibi kategorilere de egemen olan zihniyet olarak işaret edilebilir.

İnsan hem bir kimlik hem de nelik varlığıdır. Hem bir kimliği taşır hem de insan olarak var olur. Ancak öncelik, verilen kimlikte değil, çalışılarak elde edilen insan oluştadır, yani neliktedir. Bunun için de olanaklarını özgürce yeşertmeyen insandan ait olduğu toplumun kimliğini layıkıyla taşıması beklenemez. Eğer böyle bir şey beklenirse karşılaşılacak olan çoğunlukla hayal kırıklığı olacaktır. Söz konusu bu hususu da dikkate alarak diyebiliriz ki Seniha, daha özgürlüğün ağırlığını taşıyamayan birisidir. Bunun için de ondan ait olduğu kimliğin değerlerini taşımasını beklemek de onu öncelikle yanlış Batılılaşmış bir birey olarak nitelemek de doğru değildir.

Kaynaklar

  1. Adugit, Yavuz (2013). “Özgürlüğün Kısa Tarihi”, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, Güz, Sayı: 16, 63-93.
  2. Hood, Bruce (2014). Benlik Yanılsaması -Sosyal Beyin, Kimliği Nasıl Oluşturur?, Çev. Eyüphan Özdemir, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
  3. Karaosmanoğlu, Yakup Kadri (2015). Kiralık Konak, İstanbul: İletişim Yayınları.
  4. Mengüşoğlu, Takiyettin (1988), İnsan Felsefesi, İstanbul: Remzi Yayınevi.
  5. Mengüşoğlu, Takiyettin (1994). Felsefeye Giriş, İstanbul: Remzi Yayınevi.
  6. Moran, Berna (1995). Türk Romanına Eleştirel Bakış I, İstanbul: İletişim Yayınları.
  7. Moran, Berna (1994). Türk Romanına Eleştirel Bakış II, İstanbul: İletişim Yayınları.
  8. Mumford, Lewis (2015). İnsanın Durumu, Çev. Yusuf Kaplan, İstanbul: Açılım Kitap.
  9. Selmanpakoğlu, Ceren (2014). Hiçliğin Özgürlüğü, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Kiralık Konak

Kiralık Konak – Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Karakterler

Naim Efendi: Abdülhamid döneminde nazırlık yapmış, daha sonra emekli olmuş, Gelenek ve göreneklere bağlı bir kişidir.

Sekine: Naim Efendi’nin kızıdır. Babası ve çocukları arasında kalmış bir kadındır.

Servet Bey: Paraya düşkün ve seviyesiz bir adamdır.  Ayrıca Naim Efendi’nin damadıdır.

Seniha: Naim Efendi’nin torunudur. Özgür bir şekilde yetiştirilmiş Serbest yetiştirilmiş bir kızdır.

Konusu

Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü sırasında İstanbul’da kuşaklar arasında farklılık gösteren geleneksel değerler, değer yargıları ve yaşam biçimleri ile Batılılaşma arasındaki çatışmayı konu alan bir romandır.

Kiralık Konak Özeti

Abdülhamit dönemi nazırlarından Naim Efendi, Temiz, titiz ve dürüst bir biri olmasına rağmen aynı zamanda roman kahramanlarının en yaşlısıdır. Gelenek ve göreneklere oldukça bağlıdır. Eşi Nefise Hanım ölünce konaktaki düzen bozulur. Çünkü kızı Sekine Hanım içine kapanık ve sessiz bir insandır. Sekine Hanım’ın kocası Servet Bey, konakta söz sahibi olmak isteyen, züppe, İslam’dan ve Türklükten nefret eden, Avrupa hayranlığı ve Frenk taklidi olan bir adamdır.

Servet Bey’in neşeli, özgür ve savurgan kızı Seniha, aynı zamanda Avrupalı ​​tutkusu olan biridir. Kendisi gibi Avrupa hayatına düşkün olan Faik Bey, Seniha’ya karşı ciddi bir his beslemese de Seniha’nın kalbiyle oynar.  Seniha’nın halasının torunu Hakkı Celis, Seniha’ya âşık, şair ruhlu genç bir şairdir. Seniha’ya şiirler yazar. Rahatsız olan Seniha’ya doktorlar havayı değiştirmelerini tavsiye eder. Arkadaşlarıyla Büyükada’ya giden Seniha, turlara çıkarak, içki ve kumara katılarak sıkıntılarından ve huzursuzluğundan kurtulmaya çalışır. Faik Bey ve Seniha’nın adadaki maceraları yalıya kadar duyulur.

Konakta savurganlık kol gezmeye başlar. Sık sık toplantı ve eğlenceler yapılır. Bu nedenle Naim Efendi’nin mal varlığı hızla tükenmektedir. Faik Bey Seniha ile evlenmeyi kabul etmez ama beraberlikleri ve dolaşmaları devam eder. Faik Bey ile seviştiklerini dedesinden bile saklamaz. Naim Efendi, Seniha’nın bu davranışı yüzünden bayılır ve hastalanır. Seniha onu ziyaret bile etmez. Davranışları tamamen değişir, ara sıra kapıyı çalar ve uzun süre ortadan kayboluyor.

Kısa Bilgiler
  • Yakup Kadri “tezli roman” türünde verdiği bu eserde; Naim Efendi, Servet Bey, Seniha ve Hakkı Celis ile Osmanlı’nın yıkılış sürecindeki son üç dönemi anlatır.
  • Konak, hem ailenin hem de Osmanlı Devleti’nin sembolüdür.

Kiralık Konak – Kitap Açıklaması

Kiralık Konak

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ölümsüz eseri Kiralık Konak, çağları aşan başarısıyla bugün de geniş bir kitle tarafından okunmaya devam ediyor. 1922 yılında yayımlanan roman, Anadolu’da Tanzimat Dönemi itibarıyla değişen toplum yapısını oldukça güçlü bir kurgu ve anlatımla ele alıyor. Anlattığı olayları mizahi bir üslupla aktaran yazar, ironilerle bezeli hikâyesinin ardında dönemin sosyolojik gerçeklerini acı bir şekilde gün yüzüne çıkarıyor.

Yozlaşmanın Pençesinde Bir Aile

Kiralık Konak romanı, aile mirası geniş bir konakta yaşayan Naim Efendi ve ailesinin başından geçen olayları anlatıyor. İtibar sahibi iyi bir adam olan Naim Efendi; kızı, damadı ve iki torunu ile bir arada mutlu bir yaşam sürüyor. Ancak kendisi dışındaki tüm aile üyeleri, Avrupa’dan esen değişim rüzgârlarına kapılarak farklı yaşamları arzuluyor. Naim Efendi’nin torunları olan Seniha ve Cemil konağı diledikleri gibi kullanırken, kızı Saime Hanım ve damadı Servet Bey ise kayıtsız tutumları ile öne çıkıyor.

Torunlarına olan sevgisinden dolayı onların isteklerine müdahale etmeyen Naim Efendi, konakta olup bitenden duyduğu rahatsızlığı ailesine yansıtmıyor. Özellikle de çok sevdiği Seniha’nın, gençliğinin verdiği savurganlıkla birçok hata yapmasına rağmen hep iyi olmasını istiyor. Ancak sarf ettiği çabalar kızın kendisini daha da yıpratacak yanlışlar yapmasının önüne geçemiyor. Naim Efendi’ye asıl darbeyi vuran ise Saime Hanım ve Servet Bey’in hamlesi oluyor.

Dönem Toplumuna Gerçekçi Bir Bakış

Osmanlı’da baskıların sona erdiği II. Meşrutiyet döneminde geçen Kiralık Konak, ana tema olarak varsıl sınıfın geleneksel yaşam biçiminden sıyrılmaya çalışmasını konu alıyor. Birçok dönem romanında olduğu gibi Doğu ve Batı kültürlerinin çatışması temelinde ilerleyen roman, yanlış Batılılaşmanın getireceği yıkıcı sonuçları çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Bu bağlamda roman, kurgusal boyutunun yanı sıra aile ve toplum yapısına dair bir saha incelemesi olarak da okurlarını aydınlatıyor.

Kiralık Konak - Kitap Özeti Oku, Konusu, Karakterleri Ve Sayfa Sayısı

Haberin Devamı

Kiralık Konak – Konusu

 Kiralık Konak Osmanlı Devleti’nin çöküş zamanında yaşanan kuşak çatışmaları, yaşam stilleri ve farklılıklarını konu edinir. Romanda Meşrutiyet, Tanzimat ve Cumhuriyet dönemleri arasındaki farklılıklar kaleme alınmıştır.

Kiralık Konak – Kitap Özeti Oku

 Naim Efendi kitapta adı geçen konağın sahibi ve aynı zamanda içinde yaşayan en yaşlı kişidir. Naim Efendi II. Abdülhamit döneminde nazırlık yapmış ve emekliliğe ayrılmış dürüst, çalışkan ve önemli bir kişidir. Naim Efendi Tanzimat döneminin koyu bir savunucusu, geleneklerine çok bağlı biridir. Eşi Nefise Hanım ise sessiz sakin ve içine kapanık bir hanımefendidir.

 Nefise Hanım ölünce konağın tüm düzeni bozulur. Naim Efendi damadı Servet Bey, kızı Sakine Hanım ve torunları Cemil ve Seniha ile konakta yaşamaya devam eder. Kızının eşi Servet Bey Türkleri hiç sevmeyen, Avrupa hayranı, zevk ve para düşkünü bir adamdır.

Haberin Devamı

Torunu Seniha ise rahat davranışlar sergileyen, Naim Efendi’nin savunduğu tüm ahlaki değerlerin tersine yetişmiş bir kızdır. Seniha konağa sık sık şarkı söylemek için gelip giden Hakkı Celis ile beraber olur. Bu durumu öğrenen Naim Efendi’nin dünyası başına yıkılır.

I. Dünya Savaşı’nın meydana getirdiği ekonomik kriz konağı da etkiler. Damat Servet Bey’in sık sık düzenlediği eğlence ve toplantılar da Naim Efendi’nin tüm birikiminin hızla tükenmesine neden olur. Bu sırada Hakkı Celis cepheye ve Seniha yurtdışına gider. Seniha’nın yurtdışında yaşadığı gönül maceralarının haberi konağa kadar gelir. Seniha yurtdışından döndükten sonra konakta yine aynı şekilde başka adamlarla beraber olmaya devam eder.

 Damat Servet Bey Naim Efendi’den kurtulmak için başka yere taşınır. Cepheden Hakkı Celis’in ölüm haberi gelir. Ancak Seniha umursamaz bile. Naim Efendi sonunda torununun bu davranışları nedeniyle hastalanır. Seniha ise konağa artık ayda yılda bir uğramaya başlar. Naim Efendi tüm bu olanlara akıl sır erdiremezken konağında tek başına yaşam mücadelesi verir.

Kiralık Konak – Kitap Karakterleri ve Sayfa Sayısı 

Haberin Devamı

Sayfa sayısı: 232

 Naim Efendi: Abdülhamit döneminin önemli bakanlarında biri ve konağın sahibidir.

 Sekine: Naim Efendinin kızıdır. Kocası çocukları ve babası arasında kalmıştır.

 Servet Bey: Avrupa düşkünü, parayı ve eğlenceyi seven bir adamdır.

 Seniha: Naim Efendinin yaşam tarzına çok ters yetişmiş yaramaz torunudur.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır