LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
YAŞLANMANIN doğal, durdurulamaz ve içten gelen bir süreç olduğuna kuşku yok. Tıp dünyası her gün yaşlanma ile ilişkili yeni bir gizemi açığa çıkarıyor. Ama yaşlanmanın nasıl oluştuğu henüz kanıtlanmış değil. Nasıl ve neden yaşlanıyoruz sorusunun yanıtlanmamış pek çok yönü var. Bilim insanları, yaşlanma ile ilgili pek çok teori ortaya atmışlardır. Bunlardan birkaç tanesi akla daha yatkın görünüyor. Hücrenin yapısına ve genetik şifrenin gizlendiği DNA’sına zarar vererek yaşlanmaya yol açan "serbest radikal toksinleri teorisi" en çok kabul gören teorilerden biridir.
YÜZLERCE TOKSİN
Metabolik faaliyetlerimiz ile yüzlerce toksin üretiyoruz. Vücudumuza bir o kadar toksini de yaşadığımız çevre yüklüyor: Güneş ışınları, sigara, fabrika ve egsoz dumanları, alkol, yiyecek ve içeceklerde bulunan katkı maddeleri Bedenimizde biriken zararlı atıkların önemli bir kısmını bağırsaklar, böbrek, ter bezleri ve akciğerler ile temizliyoruz. Eğer vücudun temizleme kapasitesinden daha fazla toksin yüklenirsek hücrelerimiz bunlardan zarar görüyor. Daha sık hastalanıyor,daha hızlı yaşlanıyor. "Serbest radikal" diye bilinen bu toksinlerin en önemli özellikleri vücutta birer terörist, yağmacı gibi davranmaları. Bunlar davetsiz misafirler gibidir. Hücrelerimizin değişik kısımlarına yapışır ve o bölümleri oksitler, paslandırır. "Oksidasyon" denen bu kimyasal süreçler, damarlarımızı, bağışık sistemimizi, organlarımızı daha erken yaşlandırır.
ERKEN YAŞLANAN ORGAN
Vücudumuz bu zararlara karşı koruyucu antioksidan savunma sistemleri ile donatılmıştır. Eğer fazla miktarda bir toksin saldırısı söz konusuysa doğal savunma sistemimiz yetersiz kalacak, vücudumuz ilave antioksidan güçlere ihtiyaç duyacaktımonash.pwğada özellikle sebze ve meyvelerde bol miktarda mevcut olan bazı vitamin ve mineraller, polifenoller, flavonoller işte bu ek antioksidan ihtiyacımızın en güçlü silahları,sihirli mermileridir. Ama yanlış antioksidanlar, zamansız ve fazla miktarda alındıklarında hücrede hasara bile yol açabilir.
GIDAYLA ANTİOKSİDAN
Antioksidan kullanmak, son yılların en önemli trendi. Kalp hastalıkları, kanser, şeker, katarakt veya alzheimerden korunmak, sağlıklı ve daha yavaş yaşlanmak isteyenlerin de; cilt kırışıklarını önlemeyi arzulayanların da ortak düşünceleri, daha fazla antioksidan tüketmek.
Çok sayıda bilim insanı, besinlerle vücuda daha çok antioksidan kazandırmanın kanser, şeker hastalığı ve damar sertliği sorunlarından korunmada yararlı olabileceğini düşünüyor. Serbest radikaller olarak tanımlanan "oksidan-paslandırıcı-tahrip edici" maddelerin hücre duvarı ve DNA’da yaptığı hasarların önlenmesi ve tamirinde antioksidan moleküllerin yararlı olduğu düşüncesine biz de katılıyoruz. Daha fazla antioksidan tüketiminin serbest radikal zararları ile savaşmada ek bir avantaj yarattığını düşünüyoruz.
HORMONSUZ ÜRÜNLER
Araştırmalar, kimyasal ilaç, hormon desteği olmaksızın üretilen organik sebze ve meyvelerin antioksidan içeriklerinin daha fazla olduğunu gösteriyor. Bunun nedeni, doğal şartlarla, kendi olanaklarıyla mücadele etmek zorunda kalan bitkilerin hayatta kalabilmeleri için daha fazla antioksidan üretmeleri olmalı. Güneş ışığına daha fazla maruz kalan, daha az su alan ve sert doğal koşullarda yetişen üzümlerin ve bunlardan yapılan şarapların antioksidan oranları daha fazla.
ZIRH GİBİ KORUYOR
Sebze ve meyvelerde bulunan antioksidanların insan vücudunda da benzer etki göstermeleri büyük bir şanstır. Domatesteki "likopen", üzümdeki "resveratrol" ve "antosiyanin"ler, havuçtaki "beta karoten", "lütein", "zeoksantin" ve diğer "karotenoid"ler, yeşil ve siyah çaydaki "kateşin" ve "epigallokateşin"ler vücudunuzda da birer kanser, enfeksiyon, iltihap savaşçısı gibi davranmaktadır. Daha çok sebze ve meyve tüketmek, işte bu nedenle daha çok antioksidan kazanmakla daha güçlü bir antioksidan savunma oluşturmak, kısacası yaşlandırıcı sağlık sorunlarından korunmakla eş anlamlıdır. Antioksidan savunma gücünü hücre duvarınıza ve DNA’nıza giydirdiğiniz bir zırh gibi düşünebilirsiniz. Bu maddeler hücre zararlanmasını ve yaşlanmasını önlemekte, oksidan zararlara engel olmaktadır.
AKLINIZDA OLSUN
Cildimizin yaşlanmasını önler mi
Kapsüllerde ve cilt kremlerinde antioksidan kullanmak, kozmo dermatolojinin önemli bir ilgi alanı haline gelmiştir. Alfa lipoik asid, likopen, Qenzim Q10, Kateşin içeren yeşil çay özütleri, E vitamini ve C vitamini içeren antioksidan tabletlerle cilt yaşlanmasına çözüm arayanlar yüz güldürücü sonuçlar elde ediyorlar. Alfa lipoik asit, Qoenzim Q10, C vitamini, E vitamini, yeşil çay içeren kremlerin yararlı olduğuna inanan kadınların sayısı oldukça fazladır. Likopen ve alfa lipoik asit gibi antioksidanları ağız yoluyla kullanarak cilt yaşlanmasının yavaşlatılabileceğini gösteren bulgular ise ilgi çekicidir.
NEDİR, KİMDİR BU ANTİOKSİDANLAR
Antioksidan etkili vitaminlerin başlıcaları "E vitamini, provitamin beta-karoten" ve "C vitamini"dir. Antioksidan minerallerin en önemlileri ise "selenyum" ve "çinko"dur. Vitamin ve mineral yapısında olmayan "karotenoid", "flavonoid" veya "polifenol" yapısında yüzlerce antioksidan var.
Antioksidan bakımından zengin olan besin maddeleri genellikle sebze ve meyveler. Sebze ve meyvelerin renkli olanları, özellikle koyu renkli olanları daha fazla antioksidan içeriyor. Koyu yeşil (elma, yeşil biber), sarı (mango, kavun), turuncu (portakal, havuç), siyah (erik, siyah üzüm), kırmızı (böğürtlen, çilek, kiraz, vişne, domates, nar) renkli sebze meyveler neredeyse tıka basa antioksidan dolu.
ORGANİK BESİNLERDE DAHA ÇOK ANTİOKSİDAN
Antioksidan maddeler, sebze ve meyveleri dış zararlardan korumaktadır. Güneş ışınlarından daha çok korunmak isteyen üzümler, daha fazla resveratrol ve antosiyanin, domates de daha çok likopen üretmektedir. Yüksek bölge çaylarında daha fazla antioksidan polifenoller bulunması da bundandır. Zararlı mikroplardan, mantarlardan, böceklerden korunmak isteyen bitki gövdesinde, yaprağında ve meyvesinde daha çok antioksidan barındırmaktadır. Antioksidanlar, bu bitkiler için birer antibiyotik veya bağışıklık savaşçılarıdır. Bitkileri kanserden korumada da önemli görevler üstlenirler.
PERŞEMBE: Antioksidan destekler faydalı mı?
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Vücudumuz daimi bir oksidatif stres altındadır. Oksijen vücutta, çiftlenmiş elektronu olmayan iki ayrı atoma ayrılır. Elektronlar çiftler halinde bulunmak isterler, bu nedenle serbest radikal de denen bu atomlar, elektronlarını çiftleyebilecekleri atom bulmak için vücudun altını üstüne getirirler. Bu da hücrelere, proteinlere ve DNA’ya zarar verir.
Serbest radikaller kanser, damar tıkanıklığı, Alzheimer hastalığı, Parkinson hastalığı ve diğer pek çok hastalık ile bağlantılıdır. Serbest radikallerin ayrıca, kademeli serbest radikal hasarı birikimi olarak tanımlanan yaşlanmayla da bağlantısı vardır.
Serbest radikalleri meydana getiren maddeler yediğimiz yiyeceklerde, aldığımız ilaçlarda soluduğumuz havada ve içtiğimiz sularda bulunabilir. Bunlar arasında kızarmış gıdalar, alkol, sigara, böcek ilaçları ve havayı kirleten maddeler de bulunur.
Serbest radikaller metabolizma gibi kimyasal süreçlerin doğal yan ürünleridir. Güney Florida Üniversitesi’nde beslenme yardımcı doçenti ve aynı zamanda diyetisyen olan Dr. Lauri Wright; “Ben serbest radikalleri, hücredeki çeşitli kimyasal tepkimeler sonucu açığa çıkan atıklar olarak düşünürüm. Üretildiklerinde, vücuttaki hücrelere zarar verirler” diye açıklıyor.
Yine de serbest radikaller yaşam için gereklidir. Bedenin havayı ve gıdayı kimyasal enerjiye dönüştürme kabiliyeti, serbest radikallerin zincirleme tepkimelerine bağlıdır. Serbest radikaller ayrıca bağışıklık sisteminin önemli parçasıdırlar, damarlar boyunca dolaşır ve yabancı istilacılara saldırırlar.
Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?
Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.
Destek OlSerbest radikaller serseri mayın gibi hareket eder. Serbest radikaller oluştuktan sonra zincir reaksiyonlar başlar ve bu reaksiyonlar hücre zarına zarar verebilir. Böylece hücreye herhangi bir madde kontrolsüzce girip çıkabilir.
Hasar görmüş moleküller mutasyona ve hücrelerin kontrolsüz çoğalmasına yani tümör oluşumuna neden olabilir. Serbest radikaller metabolizmada çok sayıda geri dönüşümsüz değişiklikler oluşmaktadır. Bunların en önemlilerinden birisi de metabolizma sırasında oluşan reaktif oksijen ve nitrojen türevlerinin (serbest radikaller) DNA, RNA, lipitler ve proteinlerde yol açtığı hasar ürünlerinin birikmesidir. Serbest radikal seviyesi, antioksidan seviyesine göre daha çok artar ise serbest radikaller hücrelerde oksidatif hasarlara yol açar ve bu duruma oksidatif stres denir.
Serbest radikal örnekleri
Atomların yapısındaki elektronlar çekirdek etrafında belirli enerji seviyelerinde bulunur. Elektronların çekirdek etrafında bulunma olasılığının en yüksek olduğu bölgeye orbital demekteyiz. Orbital elektronları normal olarak çiftler halinde bulunur. Serbest radikal, bir veya daha fazla sayıda çiftlenmemiş tek elektron içeren bir molekül veya atom olarak tanımlanır. Bu eşleşmemiş elektronlar genelde son derece reaktiftir. Bu nedenle, serbest radikaller organ ve doku zedelenmesi ile sonuçlanan protein, nükleik asit ve lipidlerin yapısını bozabilir. Serbest radikaller vücutta hücreleri parçalayıp, hücrelerde büyük değişikliklere sebep olan, tahrip eden bu moleküler son derece saldırganlardır. Serbest radikaller bedenin enerji üretimi gibi doğal süreçlerinde meydana gelebildiği gibi, kirliliğe maruz kalma, ağır metaller, sigara, gübre, radyasyon, ilaç kullanımı gibi durumlarda da ortaya çıkabilir. Modern yaşamın getirdiği koşullardan kaynaklanan stres düzeyinin yükselmesi de serbest radikal oluşumunu arttırmaktadır. Bedenin strese karşı verdiği yanıtın sonucu olarak da çok fazla miktarda serbest radikal üretilmektedir.
Serbest Radikallerin Düşmanı: Glutatyon
Antioksidan maddeler vücuttaki oksidasyonu önleyici veya yağların otoksidasyonunu yavaşlatan maddeler olarak tanımlanabilir. Antioksidanlar serbest radikallerle reaksiyona girerek; hücrelere zarar vermelerini önler. Bu özellikleriyle hücrelerin anormalleşme ve sonuç olarak tümör oluşturma risklerini azalttıkları gibi, hücre yıkımını da azalttıkları için, daha sağlıklı ve yaşlılık etkilerinin minimum olduğu bir hayat yaşama şansını yükseltir. Glutatyon; γ-glutamil-sisteinil-glisin amino asitlerinden oluşan tripeptit yapısında, serbest radikallerin düşmanı, en güçlü antioksidanlardan biridir. Glutatyon her hücrede bulunabilmekte, fakat düzeyi kişiden kişiye değişmektedir. Glutatyon vücutta üretilmesine karşın, diyet, hava kirliği, bazı ilaç tedavileri, travma, stres, yaşlanma ve radyasyonla üretimi ve miktarı azalabilmektedir.
Glutatyonun ana fonksiyonu oksidatif ve peroksidatif zararlardan hücreyi ve mitokondriyi korumaktır. Glutatyon antioksidan özelliği yanında enerji kullanımı, detoksifikasyon ve yaşlanma ile ilişkili hastalıkların önlenmesinde önemli bir faktördür. Glutatyonun diğer antioksidanlardan farklı hücre içi olmasıdır. Glutatyon aynı zamanda C ve E vitamini, koenzim Q10, alfa lipoik asit ve taze sebze-meyvelerden aldığımız diğer antioksidanların etkinliğini maksimize etme yeteneğine sahiptir.
Glutatyonun gücü yapısındaki –SH grubundan gelmektedir. Glutatyon –SH gurubu üzerinden elektron alıp verebilmektedir. Glutatyonun okside ve redükte olmak üzere iki formu bulunmaktadır. Redükte formu hidrojen peroksit inhibitörüdür.
Glutatyon seviyesini nasıl arttırabiliriz?
- Kükürt açısında zengin beslenme: Glutatyon seviyesinin arttırılması için kükürt içeren sarımsak, soğan, brokoli, lahana, karalahana, karnabahar, su teresi gibi besinleri diyetimizde mutlaka bulundurmalıyız.
- Sistein bulunduran gıda tüketimi: Süt, yumurta, peynir, yoğurt, tavuk, brokoli, soğan, sarımsak, kırmızıbiber gibi sistein içeren gıda tüketimi glutatyon seviyesinin arttırılmasına katkı sağlamaktadır.
- Folat, B6, B12 vitaminleri glutatyon üretimine yardımcı olurlar. Metilasyon ve glutatyonun üretimi-geri dönüşümü vücuttaki en önemli biyokimyasal işlemlerdendir. Nohut, ciğer, mercimek, ıspanak, kuşkonmaz, avokado, pancar, brokoli gibi besinler bu amaca hizmet ederler.
- Deve Dikeni: Glutatyonu arttıran önemli besinlerden biridir. Özellikle glutatyon seviyelerini arttırarak karaciğerde toksin kalmasını engelleyerek, genel fonksiyon bozukluklarını önler.
- Ay çekirdeği, hindi eti, tavuk göğüs eti, yumurta, mantar, emer pirinç ve ıspanakta bulunan selenyum glutatyon geri dönüşümünde ve üretilmesinde vücuda yardımcı olmaktadır.
- C ve E Vitamini: C vitamini, kırmızı kan hücrelerinde ve lenfositlerde glutatyonu yükseltmeye yardımcı olur. Vitamin E, reaktif oksijen hasarını önlemek için glutatyon ile birlikte çalışan ve glutatyon bağımlı enzimleri koruyan önemli bir antioksidandır. Bu nedenle birlikte çalışırken, C ve E vitamini glutatyonun geri dönüşümüne yardımcı olur. Portakal, kırmızıbiber, brüksel lahanası, brokoli, çilek, greyfurt, kivi ve yeşilbiber C vitaminince zengin besinlerdir. E vitamin ise badem, ıspanak, tatlı patates, ay çekirdeği, kabak, alabalık ve zeytinyağında bulunmaktadır.
- Gıda takviyesi olarak Glutatyon: Glutatyon amino asitlerden oluştuğu için midede parçalanabilmektedir. Bu nedenle ağız yoluyla alındığında etkisiz olabilmekte ve beklenen yararı sağlayamamaktadır. Bu parçalanmayı engelleyecek şekilde ürün geliştiren firmalar varsa bunlar kullanılabilir.