seyfi baba manzum hikayesi / Mehmet Akif Seyfi Baba Manzumesinin İncelemesi

Seyfi Baba Manzum Hikayesi

seyfi baba manzum hikayesi


Kahraman anlatıcının eve gelip ailesinden Seyfi Baba’nın hasta olduğunu öğrenmesi
Anlatıcının Seyfi Baba’ya gitmesi için yola çıkması
Seyfi Baba’nın evine gelmesi
Seyfi Baba ile diyalogları
Anlatıcının Seyfi Baba'ya para vermek istemesi ama parasının olmadığı için verememesi bu yüzden çok üzülmesi...
www.edebiyatfatihi.net

Temel Çatışması : Seyfi Baba adlı manzumenin temel çatışması "yoksulluk-zenginlik"tir.

Teması: Sosyal yoksulluk

Kişiler ve Özellikleri:



Mekan ve Özellikleri:


Metindeki zaman ve mekân unsurları ile dil özelliklerinden yola çıkarak metnin Osmanlı devle­tinin son yıllarında "Millî Edebiyat Dö­nemi"nde (1911 - 1923) yazıldığını söyleyebiliriz. Metnin mekânı, metnin teması olan "sosyal sefalet”i yan­sıtmaktadır. Metinde anlatıcının dolaştığı sokaklar, Seyfi ba­banın evi bu sefaleti gösterecek şekilde betimlenmiştir.


Anlatıcı ve Bakış Açısı:


Metindeki anlatıcı, hem olayları yaşayan hem de anlatandır. Metindeki anlatıcı, olay ve diğer kişilerle doğrudan ilişkili ve kahraman anlatıcının bakış açısına sahip bir anlatıcıdır.

Metnin Bölümleri:


Seyfi Baba metni ÜÇ BÖLÜME AYRILABİLİR. (SERİM ,DÜĞÜM ,ÇÖZÜM) Bu bölümleme, metnin bir hikâye gibi yazılmasından, hikâye özellikleri göstermesin­den dolayıdır.


“Seyfi Baba” şiirinde halkın yaşama tarzı değerleriyle ilgili ifadeler :


"Oturup kör gibi namerde el açmak iyi mi? "
"Ona ancak yapacak , beş vakit abdestle namaz"
"Kim kazanmazsa bu dünyâda bir ek mek parası:
Dostunun yüz karası ; düşmanının maskarası"

Şiirlerindeki toplum karşısındaki sorumluluk duygusu ve toplumsal hayat ile çevrenin tüm çıplaklığıyla yansıtılması Seyfi Baba adlı manzumede görülmektedir.Yine aruzun ustalıkla kullanılması ve dilin aynı zamanda sokağın dilini de yansıtması Akif’in Seyfi Baba adlı metninde de görülmektedir.

Mesnevi, beyitlerle yazılır. Her beyit kendi arasında kafiyelidir. Olaylar uzun uzadıya anlatılabilir. Bu sebepten mesnevilerde kişi, zaman, mekân ve olay örgüsü bulunur. Bu özelliklerin hepsi manzum hikâyede de vardır. Manzum hikâyeler, mesneviler kadar uzun değildir. Seyfi Baba şiirinde şair, geleneksel bir anlatım biçimi olan mesnevi türünün imkânlarından faydalanmıştır. Ama kullanılan dil ve içerik bakımından mesneviyi modernize etmiştir.


Mehmet Akif ERSOY'un sanatçı kişiliği ile ilgili çıkarımlar :
Öğretici yanı ağır basan, din, ahlâk, vatan konularının işlendiği şiirlerinde konuşma dili­ni başarıyla kullanmıştır.
Realist bir şairdir.
Aruzu konuşma diline büyük bir başarıyla uygulamış, nazmı nesre yaklaştırmıştır
Manzum öyküler yazmıştır.
Halkın değerlerini ve yaşama tarzını işlemiştir.
Sosyal temalara ve sorunlara yer çokça yer vermiştir... edebiyatfatihi.net

Geçen akşam eve geldim. Dediler:
— Seyfi Baba
Hastalanmış, yatıyormuş.
— Nesi varmış acaba?
— Bilmeyiz, oğlu haber verdi geçerken bu sabah.
— Keşke ben evde olaydım... Üzüldüm, vah vah!
Bir fener yok mu, verin... Nerde sopam? Kız çabuk ol...
Gecikirsem, kalırım; beklemeyin... Çünkü yol
Hem uzun, hem de bataktır...
— Daha iyi, kalınız:
Teyzeniz geldi, bu akşam, değiliz biz yalnız.
Sopa sağ elde, kırık camlı fener sol elde;
Boşanan yağmur iliklerde, çamur tâ belde.
Hani, çoktan gömülen kaldırımın, hortlayarak;
“Gel!” diyen taşları kurtarmasa, insan batacak.
Saksağanlar gibi sektikçe birinden birine.
Boğuyordum ölmüşleri bütün aferine.
Sormayın derdimi, bitmez mi o taşlar, giderek
Düştü artık bize göllerde pekâlâ yüzmek!
Yakamozlar saçarak her tarafından fenerim,
Çifte sandal yüzüyorduk; o yüzer, ben yüzerim.
Çok mu yüzdük, bilemem, toprağı bulduk neyse;
Fenerim başladı etrafını tek tük hisse.
Gerçi ben de yoruldum, o fakat pek yorgun...
Bakıyordum daha mahmurluğu üstünde onun:
Bazen olur, kör gibi çarpar sıvasız bir duvara;
Bazen olur, ölgün ışıkları düşer bir mezara;
Bazen çatısı çökük bir evin altında koşar;
Bazen (de) bir harap mabedin üstünden aşar;
Bazen pek sapa yerlerde, bakarsın, dolaşır;
Sonra en korkulu şahıslara çekinmez, sataşır;
Gecenin uzayıp giden örtüsünü çekmiş, çıplak
Sokulup bir saçağın altına sanki uyuyan
Evsiz barksız binlerce yoksul insan;
Sesi dinmiş yuvalar, toprağa serilmiş evler;
Kocasından boşanan bir sürü çaresiz kadın;
O kopan evlilik bağının, darmadağın yavruları;
Karanlığın, yer yer, içinde kabaran çöplükler:
Evi sırtında, sokaklarda gezen aileler!
Gece yol kesen, sabah olmaz mı bakarsın, dilenci!
Serseri, derbeder, başıboş, haydut, kâtil...
Böyle kaç manzara gördüyse bizim kör kandil
Bana göstermedi bir kere... Niçin? Belli değil!
Ya o zavallı da yağmur suyunu içerek
Son nefesini vermez mi hemen “cız!” diyerek?
O zaman duyma ve dokunma duyularının sürüklemesiyle
Yürüyen körlere döndüm, o ne dehşetti hele!
Sopam artık bana hem göz, hem ayak, hem eldi...
Ne yalan söyleyeyim kalbime korku geldi.
Hele yâ Rabbi şükür, karşıdan üç tane fener
Geçiyor... Sapmayarak doğru yürürlerse eğer,
Giderim arkalarından... Yolu buldum zaten.
Yolu buldum, diyorum, gelmiş iken hâlâ ben!
İşte karşımda bizim eski dostun yurdu.
Bakalım var mı ışık? Yoksa muhakkak uyudu.
Kapının orta yerinden ucu değnekli bir ip
Sarkıtılmış olacak, bir onu bulsam da çekip
Açıversem... İyi amma kapı zaten aralık...
Galiba bir çıkan olmuş... Neme lazım, artık,
Girerim ben diyerek kendimi attım içeri,
Ayağımdan çıkarıp lastiği geçtim ileri.
Sağa döndüm, azıcık gitmeden üç beş basamak
Merdiven geldi ki zorcaydı biraz tırmanmak!
Sola döndüm, odanın eski şayak perdesini,
Aralarken kulağım duydu fakirin sesini:

— Nerde kaldın? Beni hiç yoklamadın evladım!
Haklısın, bende kabahat ki haber yollamadım.
Bilirim çoktur işin, sonra bizim yol pek uzun...
Hele dinlen azıcık, anlaşılan yorgunsun.
Bereket versin ateş koydu demin komşu kadın...
Üşüyorsan eşiver mangalı, eş eş de ısın.

Odanın loşluğu sıkıntı veriyor pek, baktım
Şu fener yansa, deyip bir kutu kibrit çaktım
Hele son kibriti tuttum da yakından yüzüne,
Sürme çekmiş gibi nur indi mumun kör gözüne!
O zaman yarı açılıp karanlığın perdesi, birdenbire,
Göründü bir çıplak yoksulluk sahnesi ki göze,
Şair olsam yine tasvir etmek bence imkansız:
O perişanlığı göz önüne getiremez çünkü hayal
Çekerek dizlerinin üstüne bir eski aba,
Sürünüp mangala yaklaştı bizim Seyfi Baba.
— Ihlamur verdi demin komşu... Bulaydık şunu, bir...
— Sen otur, ben ararım...
— Olsa içerdik, iyidir...
Aha buldum, aramak istemez oğlum, gitme...
Ben de bir karnı geniş cezve geçirdim elime,
Başladım kaynatarak vermeye fincan fincan,
Azıcık geldi bizim ihtiyarın yüzüne kan.
— Şimdi anlat bakalım, neydi senin hastalığın?
Nezle oldun sanırım, çünkü bu kış pek salgın.
— Mehmet Ağa’nın evi akmış. Onu aktarmak için
Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün.
Ne işin var kiremitlerde a sersem desene!
İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene.
Hadi aktarmayayım… Kim getirir ekmeğimi?
Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi?
Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası:
Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası!
Yoksa yetmiş beşi geçmiş bir adam iş yapamaz;
Ona ancak yapacak: Beş vakit abdestle namaz.
Hastalandım, bakacak kimseciğim yok; Osman
Gece gündüz koşuyor iş diye, bilmem ne zaman
Eli ekmek tutacak? İşte saat belki de üç
Görüyorsun daha gelmez... Yalnızlık pek güç.
Bazı bir hafta geçer uğrayan olmaz yanıma;
Kimsesizlik bu sefer tak dedi artık canıma!
— Seni bir terleteyim sımsıkı örtüp bu gece!
Açılırsın, sanırım, terlemiş olsan iyice.
İhtiyar terleyedursun gömülüp yorganına...
Alarak ben de geniş bir keçe mangal yanına,
Başladım uyku aramaya, fakat ne gezer!
Sızmışım bir aralık neyse yorulmuş da meğer
Ortalık açmış, uyandım. Dedim, artık gideyim,
Ama önce şu fakir insanı memnun edeyim.
Bir de baktım ki tek onluk bile yokmuş kesede;
Mührüm boynunu bükmüş duruyormuş sâde!
O zaman koptu içimden şu sonsuz hasret:
Ya utanmaz bir adam olaydım ya da param olsa idi!

(Safahat 1.Kitap) 

Mehmet Akif Ersoy 

👉 Bu manzum hikayenin orijinal hali için tıklayınız.

İlgili Sayfa


👉 Küfe (Günümüz Türkçesi)

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır