siyer ilminin ikinci kaynağı nedir / 1. İSLAMİYET ÖNCESİ ARAP YARIMADASI - Siyer İlminin Temel Kavramları ve Kaynakları

Siyer Ilminin Ikinci Kaynağı Nedir

siyer ilminin ikinci kaynağı nedir

Bütün siyer kitapları İbn Hişâm'dan beslenir

Siyer klasiği İbn Hişâm'ı titiz bir ihtisar-tercüme çalışmasıyla okuyucuyla buluşturan Muhammed Yazıcı ile siyerin diğer ilimler içindeki yerini ve İbn Hişam'ın diğer siyer kitapları içindeki önemini Cins için konuştuk.

Hocam, genel olarak siyer, meğazi gibi eserlerin ortaya çıkış fikri nasıl oldu? Gelecek kuşaklara miras bırakma gibi bir niyet miydi yoksa yapılanların o günler için bir kaydı mıydı?

Aslında siyer ilminin malzemesini oluşturan hadisler ilk fıkhın konusu olarak mütalaa edildi. Allah Resulü'nün yürüttüğü diplomatik faaliyetler kayıt altına alınıp fıkıhlaştırıldı. Zaten ilk dönemler siyer, devletlerarası hukuk anlamına geliyordu. Özellikle Hulefâ-i Raşidîn'den sonra gelen halifeler dış politikadaki ahkâmı belirlemek için bu delillere ihtiyaç duydu. İlk siyer malzemeleri dönemin devlet idarecilerinin ihtiyaç ve talepleri doğrultusunda kayıt altına alınmıştır. Burada şunu net olarak görüyoruz; siyer ilk çıkışı itibarıyla Hz. Peygamber'in (s.a.v.) savaş, seriyye ve siyasetini isimlendirmek için kullanılıyordu. Sonradan doğumundan vefatına kadar bütün hayatına teşmil edildi. Hz. Peygamber'in hayat hikâyesine dönmesinde Araplarda kadim bir gelenek olan hikâye anlatıcılığı etkili olmuştur. Onlar zaten şifahî kültüre sahip bir toplumdu. Özellikle geceleri toplanıp şiirlerin okunduğu, geçmişe dair hadiselerin destanlaştırıldığı meclis gelenekleri vardı. İslam'dan sonra bu meclislerin konusu İslam'ın doğuşu ve gelişimi oldu. İlk siyer malzemesini bu iki kaynak oluşturdu diyebiliriz.

İbnü'l Cevzî'den mealen, hadis ve fıkıh bilmemize rağmen oluşacak olan eksikliği gideren bir tür olarak bakıyoruz siyer türüne. Siyer neyi tamamlıyor?

İmam Gazzâlî fıkhı “dünyevî ilim” olarak zikreder. Bugün bu çok tuhaf gelebilir, fakat o gün insanların kadı olmak için fıkıh okuduklarını görünce bu sözü söylemek zorunda kalmıştır. Fıkıh, Allah Teâlâ'nın muradına uygun bir dünya kurmayı vaadeder, ne var ki bir yerden sonra fıkıh ilmi neticesinde elde edilen başta kadılık olmak üzere çeşitli statülerin sağladığı dünyevi refah, Allah'ı unutturabilir. Hatta Allah'ın muradını tespitte çok mahir olmaya engel de değil bu. İbnü'l Cevzî'nin bahsettiği durum tam olarak budur. Fıkıhla meşgul olmak, yani Allah'ın muradını anlamak için çabalamak Allah'a yakınlığı temin etmiyor. Siyerin bunlara ek olarak, bir şahsiyet inşası gibi kritik rolü var. Evet, bütün ilimlerin gayesi insanı ıslah etmek, fakat her ilim bu amacın sadece bir tarafına hizmet eder. Siyer ise bir bütün olarak en güzel insanın örnek yaşantısını görme fırsatı veriyor. Dolayısıyla fıkıh ve kelam gibi ilimler insanın kafasını imar ederken siyer şahsiyetini inşa eder.

İbn Hişâm'ın eseri siyer türünün ilk emin örneklerinden biri. Onu önemli kılan zamanlama mı? Bir siyeri güvenilir kılan unsurlar nelerdir? Güvenli olma biçimlerinin sağlaması nasıl gerçekleştirilir?

İbn Hişâm'ı önemli kılan iki husus var: Biri dediğiniz gibi zamanlama, diğeri emsallerine göre daha güvenilir rivayetlere dayanması. Zamanlaması onu türünün ilk örneklerinden biri kılıyor. Tabii burada şunu eklemek gerek; İbn Hişâm, İbn İshâk'ın metni üzerine yapılmış bir çalışmadır. Kitabın özünü İbn İshâk'ın metni oluşturur. Aslında türünün ilk kâmil örneği İbn İshâk'tır. Fakat İbn Hişâm'ı daha kıymetli kılan İbn İshâk'ı hem tertip etmesi hem de güvenilirliği şaibeli bilgileri çıkararak metni ihtisar etmesidir. Bu yönüyle İbn Hişâm siyer ilminin Buhârî'sidir. İmam Buhârî hadisleri toplarken sıhhat kriterini en ön planda tuttuğu gibi İbn Hişâm da kendinden önceki başta İbn İshâk'ın metni olmak üzere bütün siyer bilgisini güvenilirlik açısından elemeye tâbi tutmuştur. Güveni sağlamada izlediği yola gelince; siyer ilminin kendisine mahsus sıhhat metodolojisi yok. Burada hadis rivayetlerinin kabul ya da reddine uygulanan kriterler kullanılmıştır. Siyer malzemesi içerisinden hadisçilerin kabul kriterlerine uygun olan bilgi ve belgeler, kitabı daha sahih kılıyor. Yani daha sonraları hadis usulü adıyla sistemleşecek olan metodoloji belirleyici rolde. Bu açıdan İbn Hişâm'ın güvenirliği, aktardığı rivayetlerin başta Buhârî olmak üzere sahih hadis rivayetleriyle büyük ölçüde uygun olmasından kaynaklanır.

İlk dönem kaynaklarına baktığımızda siyerden ziyade, savaş ile ilgili olaylar anlamında meğazi kavramıyla karşılaşıyoruz. Daha sonra İbn Hişâm ile birlikte eserin ismi siyer olarak veriliyor ve Peygamberimiz'in hayatı bütünlüklü bir şekilde anlatılıyor. Neden bütünlüklü bir şekilde anlatılma ihtiyacı İbn Hişâm döneminde duyuldu?

İbn Hişâm döneminde tedvin edildi diyelim. Yoksa Hz. Peygamber'in hayatı daha dünyayı terk etmeden önce anlatılıyordu. Hatta bizzat kendisine “Ya Resûlellah, bize biraz kendinizden bahsedin” şeklinde sorular soruluyor, o da kendisi ile alakalı bilgiler veriyordu. İslam'ın Mekke'deki serüveninden mahrum bazı ensar, muhacirlere Mekke'de yaşananlarla ilgili sorular soruyor, Efendimiz'in Mekke'deki hayatını anlatmaları için ücret teklif ettikleri bile oluyordu. Hz. Nesibe'nin bunlardan biri olduğu söylenir. Soruyu "Neden tedvin edilme ihtiyacı doğdu?" şeklinde düzelterek cevap vermek gerekirse; dediğiniz gibi siyer, ilk dönem devlet erkânının uluslararası politikalarda izleyecekleri yolu belirlemek gibi son derece işlevsel bir amaca hizmet ederken sonradan Hz. Peygamber'in hayatının tamamına teşmil edilen bir ilim dalına dönüştü. Bu biraz da İslam dünyasındaki genel olarak ilimlerin telif, tasnif ve tedviniyle doğrudan alakalıdır.

Hadis eğitimi temel bir eğitim olarak her köşede (örneğin bir Kur'an kursunda) karşımıza çıkarken, siyer ise hadis gibi yaygın bir eğitim türü olarak görülmedi. Muhaddis ibaresi her yerde görülürken, siyer âlimi ibaresi yaygın bir şey değil. Bunu neyle bağdaştırabiliriz? İç içe geçmiş türler olsa da bütünsel bir hikâyeden yararlanmak daha akılda kalıcı bir şeyken...

Evet, siyer ilminin özellikle bir parçası olduğu hadis ilmi kadar gelişmediğini söyleyebiliriz. Fakat bu, hadis başta olmak üzere diğer ilimlerin siyere nispeten daha çok gelişmelerinden kaynaklanıyor. Siyer ilmi çok kısa bir zaman sonra İslam tarihinin içinde kaldı. Bu durum tarihin bir kesiti olarak algılanmasına sebep oldu. Siyer ilmi gerektiği gibi gelişmedi, olması gereken ilgiyi görmedi maalesef. Müslümanlar 20 yıl gibi kısa bir sürede dünya siyasetinin ekseni hâline gelmesine rağmen hemen sonrasında iç çatışmalarla bütün enerjisini tüketmesinin arkasındaki bir sebep de budur. Çünkü siyer kolektif hafızayı dinamik tutar. Toplumsal şuur, maziyle kaim olan bir şeydir. Her şeyden önce bütün Müslümanların ortak hikâyesidir siyer. Sizin de belirttiğiniz gibi bütünsel hikâye bütüncül bakmayı sağlar. Siyer İslam'a bir bütün olarak bakma imkânı verir ve zaten ayet ve hadislerin muhtevasının hikâye formatında ifasından başka bir şey değildir asılında.

Eserin ilk bölümünde hadislerin ince elenip sık dokunmasından bahsettikten sonra siyer için biraz daha müsamahakâr bir yöntemle yaklaşıldığından bahsetmişsiniz. Buradaki müsamahanın sınırları nedir? Bu durumun avantajları ve dezavantajları bakımından neler söyleyebiliriz?

Aslında o sözü İbn İshâk'ın orantısız bir tepkiye maruz kalması bağlamında zikretmiştik. İbn İshâk, devrin hadis ulemasının riayet ettiği kriterleri çok gözetmiyor, tam bir tarihçi gibi davranıyor. Ayrıca yaşam tarzı, dönemin ulemasından biraz daha farklı. Gündelik yaşamı, hadis âlimlerinde görülen dindarlıktan biraz uzak. Hadis ulemasının da bileceği gibi hadisi nakleden kişinin yaşam tarzı, aktardığı sözün sıhhatini belirleyen bir şey. Fakat kendisi aynı zamanda muhaddistir. Cerh tadil metodunu çok iyi bilir. Buna rağmen tarihle hadis ilmini tefrik eder, ikisinde aynı metodu uygulamaz. Unutmayalım, özellikle o dönemlerde tarihçilik biraz da bilginin kayıt altına alınmasından ibaretti. Kitap bilgiyi aktarmaktan ziyade koruma amacı taşıyordu. Bir bilginin kitaba geçirilmesi için bilginin doğru olması birinci derecede önem arz etmez. Evet, önemlidir, fakat tarihçi uydurma olduğuna kesin kanaat getirmediği müddetçe o bilgiyi kitaba alır. Oradaki bilgileri sıhhat durumuna göre ayıklamak sonrakilerin yapacağı iştir.

Mesela benzer eleştirilere hem tarihçi hem de tefsirci olan Taberî de maruz kalmıştır. Tefsirinde aynı ayetle ilgili birbirlerine zıt iki yorum naklettiği görülür. Fakat Taberî'yi bundan dolayı eleştirmek doğru olamaz. Çünkü onun maksadı yaşadığı döneme kadar o ayetle ilgili yapılmış bütün yorumları kayıt altına alarak bilgiyi korumaktır. Görüldüğü gibi Taberî, tefsirinde bile tarihçi gibi davranmıştır. Fakat hadis için aynı durum söylenemez. Bir hadis, uydurma ise artık hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü hadisle iştigalin amacı Resûl-i Ekrem'in bir hâdiseye dair emir, yasak ve tavsiyesini bilmektir. Söylenmemiş bir sözün bir faydası olmayacağı gibi tehlikesi de vardır. Bu yüzden uydurma hadislerin sadece uydurma rivayetleri toplama amacına matuf telif eserde zikredilmesini uygun görmüşlerdir. Bundan dolayı tarihçi, hadisçi gibi ince eleyip sık dokumak zorunda değildir. Bütün bunlar olur olmadık her bilgiyi kayıt altına aldığı vehmini uyandırmasın. Biz bir hadisle tarihi bir bilgiyi kıyas ederek söylüyoruz bunu. Yoksa mevcut tarih kitaplarındaki bilginin değersiz olduğu gibi bir ima taşımıyoruz.

Aldığı siyer mirasını zenginleştirmesi yönüyle Kıftî, Zehebî, İbn Kesîr, İbnü'l-İmâd, İbn Hallikân ve Sehâvî gibi sahasının hüccet âlimlerine göre, İbn Hişâm'ın siyeri, Allah Resûlü'nün hayatına dair yazılmış en sağlam ve en iyi kitaptır.

“Türkiye'de itibar edilen siyer kitapları” gibi bir ifadeyle karşılaşıyoruz. Örneğin Ehl-i Sünnet olarak hadis ilminde az çok sahih hadisler bağlamında bir ittifak varken siyer konusunda da böyle bir ittifaktan söz edebilir miyiz? Farklılaşmaların sebepleri nelerdir?

Klasik dönem siyer metinleriyle ilgili sahih olan-olmayan şeklinde net bir ayrım yok. Bu ayrım hadis ilminde de yok. Zaten Kütüb-i Sitte'nin bütün kitapları sadece sahih rivayetleri içerme gibi bir iddia taşımaz. Buhârî ve Müslim bunun istisnasıdır. Buhârî ve Müslim hadisleri toplarken özellikle en sahih olanları alma gibi bir öncelik belirlemişlerdir. Fakat aynı durum Tirmîzî'de yoktur mesela. Tirmîzî, zayıf hadisleri de alır kitabına, fakat bunu hadisin sonunda söyler. Yani bir bilginin kitaba girmesinin tek şartı, sahih olması değildir. En azından öncelik değildir. Burada gözetilen husus uydurma olmamasıdır. Klasik dönem siyer kitaplarında da aynı durum söz konusu.

Mesela İbn Hişâm, daha kesin olan bilgileri almıştır kitabına. Yine bu durum onun kadar bu mevzuda titiz davranmayan Vakıdî'nin değerini düşürmez. Bu yüzden İbn Hişâm, siyerin Buhârî'sidir dedim. Bugüne geldiğimizde iş daha da değişiyor. Artık peygamber tasavvuruna uygun siyer üretiliyor maalesef. Ben siyerin hâlâ üretilebileceğine inanıyor, bunu da mahzurlu görmüyorum. Fakat bunun olgusallıkla değil de yorumsallıkla yapılması gerektiğini düşünüyorum. Yani anlatmak istenilen peygamber imajına uygun bilgi aramak, hatta çoğu zaman zorlamaktansa mevcut bilgileri tarihsel şartlarla günümüz arasında anakronizme düşmeden analojiler kurarak yapmak gerekir. Her şeye rağmen belli başlı kitapların apokrif bir yaftaya maruz bırakılmaları bana hoş gelmiyor. Bu dil ve yöntemi çok mahzurlu buluyorum âcizane.

İbn Hişâm üzerine yaptığınız çalışmaya dönecek olursak, şu soruyla konuya girmek isterim: Ülkemizde siyere dair birçok kitap varken siz buna neden ihtiyaç duydunuz? Mevcutlardan farkı nedir?

Aslında İbn Hişâm, bu sorunun en son muhatabı olacak bir eser. Sorunun önce diğer siyer çalışmalarına yöneltilmesi gerekiyor. Çünkü İbn Hişâm bu sahanın kaynağı. Bütün siyer kitapları değişen oranda İbn Hişâm'dan beslenir. O zaman iki soru gündeme geliyor; birincisi, İbn Hişâm'ın nasıl bir önemi haiz olduğu, diğeri sizin ihtisar ve tercümenizin diğer İbn Hişâm tercümelerinden hangi noktalarda farklı olduğu sorusu. O, İbn İshâk'ın tamamı günümüze ulaşan tek tehzip ve düzenlemesi olduğu için İbn İshâk'ın haklı şöhret ve ehemmiyetini paylaşıyor. İbn Şihâb Zührî'nin “Meğazi ilmini öğrenmek isteyen, İbn İshâk'a müracaat etsin.” sözünü; Süfyân b. Uyeyne'nin, “İbn İshâk yaşadığı müddetçe Medine'de ilim yok olmaz.” dediğini biliyoruz. İbn İshâk'ın asıl müverrih kimliği yanında muhaddis hususiyetini göz önünde bulundurursak, çalışmamızdaki malûmatın önce onun cerh-tadil süzgecinden, ardından İbn Hişâm'ın ilmî sağlamasından geçtiğini fark ederiz.

Gerçekten de eser, salt bir tertip ve ihtisar değildir. Müellif ya da mühezzib, İbn İshâk'tan getirdiği nakiller dışında pek çok yerde "Kâle İbn Hişâm" diyerek rivayetten şiire, kelime tashihinden nesep bilgisine kendinden katkı sunmuştur. İsrailiyat olduğu zâhir nakilleri, muteber olmayan şiirleri, doğrudan Allah Resûlü'nün (s.a.v.) hayatıyla ilgili olmayan hususları ve genele ifşası hoş olmayacak ifadeleri hazfederek siyerine daha sahih ve muteber bir hüviyet kazandırmıştır. Aldığı siyer mirasını zenginleştirmesi yönüyle Kıftî, Zehebî, İbn Kesîr, İbnü'l-İmâd, İbn Hallikân ve Sehâvî gibi sahasının hüccet âlimlerine göre, İbn Hişâm'ın siyeri, Allah Resûlü'nün hayatına dair yazılmış en sağlam ve en iyi kitaptır.

Sorunun birinci kısmının cevabı böyle. Peki, sizin çalışmanızın özellikleri neler? Çünkü bildiğim kadarıyla birkaç tercümesi var İbn Hişâm'ın.

Bizimki İbn Hişâm üzerine bir ihtisar, tercüme ve dipnotlandırma çalışması olduğu için kısaca bu üç noktayla öne çıktığını düşünüyoruz: Birincisi, eldeki tam metin Türkçe tercümeler, malul oldukları çeviri hataları dışında ravi zincirleri, rivayetlerdeki detay farklılıklar, klasik anlatım dili ve talî öneme sahip izahlar nedeniyle günümüz okurlarına maalesef hitap etmiyor. Örneğin Uhud Savaşı İbn Hişâm'da nasıl geçiyor diye bu tercümelerden açıp okumaya kalksanız, ilerlemekte zorlanırsınız. Çünkü haddizatında tüm özelliklerine rağmen, İbn Hişâm klasik bir tarih eseri. Öz-detay, önemli-önemsiz, alakalı-alakasız her şey bir arada verilir ve konu içeriğinden yani bütüncül anlatımdan çok rivayet esaslıdır. Aynı konuya dair bilgiler farklı yerlerde verilebildiği gibi, bölümler arasında orantısız tafsilat göze çarpar. Bunlar eksiklikten çok günümüz okuru için kullanım zorluğu oluşturan hususlar. Tam metin tercümeler hâliyle bütün bu noktalarda aynı zorlukları okura yaşatıyor.

Bizim çalışmamız bu açıdan bir ihtisar. Gerek konu başlıklarında gerek farklı noktalardaki bilgileri derli toplu vermede inisiyatif alan bir özetleme gayreti. Şu da var ki çalışmamız İbn Hişâm'ın piyasada bulunan özet-tercümesi kadar kısa ve hatta yetersiz değil. Okur İbn Hişâm'a yöneldiyse, haklı olarak çok sınırlı bir metinden daha fazlasını bekleyecektir kitaptan. Bunun dışında İbn Hişâm'ın Arapça özetlerinin de düştüğü bir başka hata, derleyip toplayarak değil, atarak kısaltmaya gitmeleri. Asıl metnin on sayfalık konusunu, beş sayfayı veya bu kadarlık paragrafı komple atarak kısaltmak sağlıklı yol değildir. Aksine o on sayfadaki bilgileri ayıklayarak, önemli bilgileri atmadan, daha öz ve sistematik biçimde beş sayfada vermeniz gerekiyor. Bu tür ihtisar faaliyeti, ehlinin takdir edeceği üzere, bazı kere tam metin tercümeden daha zorludur.

Tercümede ne gibi yenilikler bekliyor okuru?

Tercüme tarafında yine ortalama bir siyer okuru için anlaşılırlığı ve aslî ifadenin nüansını kaçırmamayı ön planda tuttuk. Burada da bir kolaycılık söz konusu değil. Özellikle o zamanki dönem edebiyatında müstamel vecizeler, darb-ı meseller ve kalıp ifadelerde süpürgeci ya da sansürcü mantığa kaçmadan bir yol tuttuk. Metnin dil boyutuna dair düştüğümüz dipnotlar bunun göstergesidir.

Tam oraya gelecektim; sık dipnotlar göze çarpıyor kitapta.

Evet, sayfa altlarında okurlarımızın hem İbn Hişâm'ı daha iyi anlaması için metni destekleyici notlar ekledik hem de önemli yerlerde İbn Hişâm'ın dışındaki görüş ve rivayetlere yer verdik. Hususen hâkim siyer bilgilerimizi değiştirecek ve soru işaretleri ekleyecek kısa izahların önemli olduğunu düşünüyoruz. Zira kat'î zannedilen birçok bilginin aslında rivayetlerden, farklı yorumlardan biri olduğunu görmek, okurlarımız için heyecan verici bir gelişme olacaktır. Sonuç olarak, İbn Hişâm üzerine yaptığımız dipnotlu özet çevirimizi okuyanlar, Efendimiz'in hayatını en önemli siyer kaynağı üzerinden gayet sistematik, duru anlatım ve bilgilendirici notlar eşliğinde görmüş olacaklar. Evet, çok fazla siyer var, sürekli yenileri yazılıyor. Fakat okuyucu, bu kitapla siyerin bilgisi ile yorumunu ayırt etmiş olacak. Bu uğurda mütevazı katkımız olduysa ne mutlu bize.

kaynağı değiştir]

Anlatı kültürü: Kıssacılık kültürü nesnel doğrular yerine anlatıcıların bilgi birikimleri ve zihinsel yaratıcılıklarına dayalı bir hitabet ve toplumsal etkileme sanatı olarak görülür.[24][25] Kıssacılık veya vaazcılık geleneği halkın din algısını oluşturmada din bilimleri açısından özel bir önem taşır. Kıssacılık İslamın ilk dönemlerinden itibaren yaygın bir kurum haline gelmiş, anlatıcılarına geniş sosyal-manevi imkanlar sağlayan, halkın dini hislerini güçlendiren anlatımlar geniş rağbet görmüştür. Destansı unsurlarla süslenen anlatılar siyer, meğazi, delail, şemail, fezail ve metalib gibi kitaplarda bir araya getirilerek topluma sunulmuşlardır.

İslam'ın ilk yüzyıllarında siyer literatürü hadislere kıyasla daha az ciddiye alındı. Emeviler döneminde, hikaye anlatıcıları ( Kāss, pl. Kussās) yetkililerden izin aldıkları sürece özel toplantılarda ve camilerde Muhammed ve önceki peygamberlerin hikâyelerini anlatırlardı. Bu hikâye anlatıcılarının çoğu artık bilinmiyor. Emeviler döneminden sonra abartma ve hayal kurma eğilimleri ve İsrailiyat'a aşırı güvenmeleri nedeniyle itibarları sarsıldı ve camilerde vaaz vermeleri yasaklandı. Ancak sonraki dönemlerde siyer daha fazla ön plana çıktı. Yakın zamanlarda, siyer ile ilgili Batılı tarihsel eleştiri ve tartışma, içeriğini savunan özür dileyen literatür yazan bazı Müslümanlarda savunmacı bir tavır ortaya çıkardı.[22]

Süleyman Ateş'in kaydettiğine göre siyer yazarlığı ilk zamanlarından itibaren mutlak bilgiye ulaşma ve yayma gibi objektif amaçlarla yapılan bir iş değildir. İbni İshak örneğinde görülebileceği gibi siyer anlatımlarına en baştan itibaren Yahudi-Hristiyan efsaneleri etkili bir şekilde sokulmuştur.[26]

Ahmed Emin'in değerlendirmeleri: “Siret kitapları, en eski ve en güvenilir olanları da dahil hurafe ve İsrailiyat’tan arınmış değildir. Tam aksine bunların kronolojik sırada en önce gelenleri İsrailiyat’la en fazla doldurulmuş olanlarıdır. İlk ve en güvenilir kaynak sayılan İbni İshak’a bakalım. Bu zatın esas kaynaklarından biri de Yahudilikten İslam’a geçen Vehb İbni Münebbih’tir. İbni İshak’ın ayrıca Hristiyan ve Mecusi kaynaklardan da büyük ölçüde yararlandığı bilinmektedir.”[27]

Muhammed bölünen Ay'ı işaret ederken. 16. yüzyıldan kalma bir falnameden alınan bu anonim resimde Muhammed yüzü görünmeyecek şekilde resmedilmiştir.

Mucizeler: Prof. Dr. Mehmet Özdemir Siyer yazıcılığı ile ilgili makalesinde, İbni Hişam örneğine ve zaman içerisinde bu kitap ve risalelerde anlatılan yüceltmeci, olağanüstücü ve mucize olarak anlatılan rivayetlerin sayılarındaki artışa dikkat çekmektedir. Bu tespitlerden bir diğeri de ilk yazılan siyer kitaplarında bulunmayan, ancak zaman içerisinde siyer kitaplarında geniş yer işgal eden irhasat rivayetleri ile ilgilidir. Siyer kitaplarında Ay’ın Yarılması veya Miraç gibi rivayetleri tarihi bir vakıa olarak görmek olasıdır.[28]

Ahmediyye, Muhammediyye, Envar'ül Aşıkin gibi bazı popüler siyer kitapları Muhammed'in hayatını mistik-destansı unsurlarla süsleyerek anlatmakta ve İslam mitolojisi olarak değerlendirilebilecek konular ile tarihsel olaylar birbirine karışmaktadır.[29]

Siyere kaynaklık eden kıssa, hadis, haber gibi materyalleri kullanan siyercilerin yüceltmeci ve olağanüstücü eğilimlerle gerçek ve kurguyu birlikte verdikleri, mucize ve irhasatların her nesilde artış gösterdiği,[30] siyer yazıcılığının ilmi ve objektif kriterlere göre yapılan bir iş olmayıp,[31] bazıları peygamberlik kanıtı olarak da ileri sürülen[32] bu anlatılar içerisinde tarihi olan ile efsane olan[33] arasında ayrım yapmanın zor olduğu ifade edilmektedir.[34][35]

Özgünlük[değiştir

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır