sorulardan hangisi bilginin kaynağını anlamaya yöneliktir / felsefe sosyoloji psikoloji mantık kültür edebiyat sanat - felsefeye giriş test soruları

Sorulardan Hangisi Bilginin Kaynağını Anlamaya Yöneliktir

sorulardan hangisi bilginin kaynağını anlamaya yöneliktir

patreon.com/evrimagaci

Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 19/06/2023 12:43:23 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/7872

İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.

Kategoriler ve Etiketler

Tümünü Göster

1. Felsefe ve din için aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?

A) Öznelliğin ürünü bilgiler oldukları

B) İnsan hayatını anlamlandırma amacında oldukları

C) Eleştirisel düşünceye açık oldukları

D) Dogmatik oldukları

E) Aklın ürünü oldukları

 

2. "Felsefe, daima yolda olmaktır." sözüyle Jaspers,felsefenin hangi yönünü vurgulamıştır?

A) Süreklilik arzeden deneysel çalışmaların ürünü

olması

B) Devamlı, aynı etkinlikte ısrar etmesi

C) Hakikat arayışında nihayetsiz bir çaba içinde bulunması

D) Sorgulayıcı çabasından her zaman faydalanılması

E) Evrensel değerlere ulaşabilmesi

 

3. İnsan için hayatın anlamını disiplinli bir düşünüş biçimiyle ve sistemli, tutarlı bir faaliyet sonucunda ortaya koyma amacını taşıyan bir disiplin olarak .............. oldukça büyük bir mesafe kat etmemiştir.Buna göre boşluğu dolduracak kavram aşağıdakilerden hangisidir?

A) Felsefe B) Din C) Bilim

D) Sanat E) Teknoloji

 

4. "Bilinen, obje" anlamındaki kavram aşağıdakilerden hangisidir?

A) Arkhe B) Akt C) Sûje

D) Nesne E) A priori

 

5. Aşağıdakilerden hangisi felsefe ve bilim için

ortak bir özellik olamaz?

A) Eleştiriye açık olmak

B) Amaçlılık

C) Evrensellik

D) Genel – geçerlik

E) Bilgiye ulaşma arzusuna sahip olmak

 

6. "Değerleri inceleyen ve değerler bilimi olarak da bilinen,"bilim dalı aşağıdakilerden hangisidir?

A) Antropoloji B) Morfoloji C) Ekoloji

D) Arkeoloji E) Aksiyoloji

 

7. Aşağıdaki disiplinlerden hangisinin konusu "değerlerle ilgili olamaz?

A) Etik B) Aksiyoloji C) Sanat

D) Din E) Siyaset

8. Aşağıdaki eşleştirmelerden hangisi yanlıştır?

A) Felsefe ve akıl B) Din ve dogma

C) Bilim ve olguD) Ahlak ve davranış

E) Sanat ve bilgi

 

9. Aşağıdaki bilgi türlerinden hangisi üretiliş yönüyle diğerlerinden farklıdır?

A) Felsefi B) Gündelik C) Sanatsal

D) Empirik E) Bilimsel

 

10. Sanatsal bilgide temel alınan kavram aşağıdakilerden hangisidir?

A) Doğruluk B) Temellendirme

C) Güzellik D) Doğa E) Taklit

 

11. Aşağıdakilerden hangisi felsefi bilginin özelliklerindendir?

A) Nesnellik B) Objektiflik

C) Genel geçerlik D) Yöntemlilik E) Olgusallık

 

12. Suje ile obje arasındaki ilişki sonucu ortaya çıkan ürüne ne ad verilir?

A) Deney B) Sanat C) Akt

D) Bilgi E) Doğru

 

13. Dogmatiklik aşağıdaki ifadelerden hangisi için örnek oluşturmaz?

A) Ölümden sonraki hayata inanmak

B) Allah'ın varlığına inanmak

C) Herşeyin Allah tarafından yaratıldığını kabul etmek

D) Kutsal kitapta geçen ifadelerin doğruluğuna inanmak

E) Atılan her cismin yere düşeceğine inanmak

14. Aşağıdakilerden hangisi evrensel değildir?

A) Empirik bilgi B) Bilimsel bilgiler

C) Felsefi sorunlar D) Matematiksel bilgi

E) Sanatsal ürünler

 

15. Aşağıdakilerden hangisi dini bilgiye ait bir özellik olamaz?

A) Dogmatiklik   B) İnanca dayalılık

C) Hayatı anlamlandırmayı amaçlamak

D) Normatiflik     E) Olgusallık

 

16Bir eylemi, durumu, düşünceyi, olayı, kavramı, niyeti, duyguyu, bilimsel bir bulguyu, felsefi bir eseri, bir sanateserini... anlamak; üzerine düşünme ihtiyacı duymadan,aracısız, doğrudan doğruya bilmek ve kavramaktır.Anlamanın hareket noktası, real varlıktır.Buna göre aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?

A) Somut olmayan varlıkların anlaşılmasının mümkünolmadığı

B) Düşünmenin, anlamayı geciktirdiği

C) Herhangi bir aracı olmaksızın, doğrudan kavramanınanlamak olduğu

D) Düşünmeden ortaya konulan herşeyin, bir tür anlamaolduğu

E) Düşünme ihtiyacı duymadan, bilgilerin zihne gelmesinibeklemenin anlamak olduğu

 

17Felsefe bilgisi, bilimlerde olduğu gibi, önermelerin deneyle doğrulanması ölçütüne dayanmaz. Felsefe bilgisi,varlığı bütünlüğü içinde açıklamak isterken, oluşturduğudüşünsel yapının mantıkça tutarlı ve akıl yürütmelerininmantıkça sağlam olmasına dayanır.Buna göre felsefi bilginin doğrulanması aşağıdakilerden hangisine bağlıdır?

A) Varlığı, bütün olarak ele almasına

B) Somut bir düşünsel yapının oluşturulmasına

C) Mantık kuralları üzerine, akıl yürütmelerde bulunmasına

D) Düşünsel yapının, mantık kurallarını belli bir bütünlükiçinde değerlendirmesine

E) Mantıkça tutarlı bir düşünsel yapıya ve sağlam akılyürütmelerine dayanmasına

 

18"Felsefe; sadece doğayı, toplumu, insanı ve yaşamıdeğil, bunları bilmeye çalışan insan zihnini de konuedinir. Bu anlamda felsefe, evreni kavramaya çalışandüşünceler üzerine de düşünme etkinliğidir."Bu parçada felsefeyle ilgili düşüncelerden hangisineyer verilmemiştir?

A) Varlığı anlamaya çalışan insan zihnini de, araştırmakonusu edindiğine

B) Çalışmalarını sadece insan zihni üzerine yoğunlaştırdığına

C) Araştırmalarında doğayı ve toplumu ele aldığına

D) İnsan ve yaşama dair bilinmeyenleri açıklamaya

çalıştığına

E) Evreni kavrama çabasındaki düşünceler üzerine

de, düşündüğüne

 

19 Aşağıdaki bilgi türlerinden hangisinin amaçlarıarasında "uygulamaya dönük olmak" özelliği daha açıktır?

A) Sanatsal B) Bilimsel C) Teknik

D) Empirik E) Felsefi

 

20 Değer içeren, olması gerekeni ele alan disiplinlerinözelliği olarak aşağıdaki kavramlardan hangisi kullanılır?

A) Nesnellik B) Olgusallık C) Mutlaklık

D) Eleştirellik E) Normatiflik

 

21. "İnsan, algıladığı ve bildiği bütün nesnelerin var olduğunukabul eder, ama yine de onların varlığını sorgulamakihtiyacı duyar. Bu nedenle, "varlık nedir?" sorusufelsefenin daima temel konusu olmuştur."Buna göre aşağıdaki düşüncelerden hangisine ulaşılabilir?

A) İnsanın, var olduğuna inandığı tüm varlıklar vardır.

B) Felsefe, kişisel düşünceleri ispatlamak amacıyla

var olmuştur.

C) Felsefe, varlıkla ilgili bilinmeyenleri açıklamaya çalışır.

D) İnsan, kesinliğinden emin olmadığı bilgileri sorgulamaz.

E) Sorgulanma konusu olmak, bir varlığın "var olması"

için yeterlidir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

22. "Varlığı, dünyayı, insanı ve hayatı açıklarken, hem felsefe hem de bilim hiçbir fayda ve çıkar gözetmeden doğru bilgiye ulaşmak isterler. Felsefe bu doğruluğu,varlık hakkında geliştirdiği akıl yürütmelerin mantıksal tutarlılığında bulur, bilim ise doğruluğu olgusal dünyada temellendirmek ister."Buna göre aşağıdakilerden hangisi bilimi felsefeden farklı kılan özelliklerden biridir?

A) Varlığı açıklamaya çalışması

B) Hayatı açıklamaya çalışırken, herhangi bir çıkar

gözetmemesi

C) Bilimsel doğrularla, olgusal dünyanın temellerini

atması

D) Ulaştığı doğruları olgusal dünyada temellendirmeye

çalışması

E) Araştırmalarında kişisel çıkarları gözardı etmesi

 

23. "Bilim, genel geçerliliği olan, herkes tarafından  özlenipdoğrulanabilen olgulara dayanır.  Hem olguların hemde değerlerin ele alındığı felsefede ise, ulaşılan sonuçlarındoğruluğu ya da yanlışlığı, bilimlerde olduğu gibi,olgulara dayanılarak inceleme konusu yapılamaz."Buna göre aşağıdaki özelliklerden hangisi felsefeyeaittir?

A) Hiç kimse tarafından gözlenemeyen olgulara dayanması

B) Ulaştığı sonuçların hiçbir şekilde doğrulanamaması

C) Sonuçlarını olgular aracılığıyla doğrulayamaması

D) Olgulara belli bir değer kazandırması

E) Yalnızca gözlem dışı varlıklarla ilgilenmesi

 

24. "Din ve felsefe farklı alanlar haline geldikten sonra dadinler, özellikle tek tanrılı olanlar, dünyayı, varlığı, insanıaçıklamaya devam ederler. Din, bu anlamda felsefi özünden tamamen kopmaz, sorularını cevaplarken dinin dogmalarına ve kutsal kitabın emir ve yasaklarına uygun davranır. Felsefe ise varlığı akla ve aklın yasalarına uygun kavramlarla açıklamaya çalışır.Bu parçaya dayanarak aşağıdaki düşüncelerden hangisine ulaşılamaz?

A) Başlangıçta din ve felsefe bir aradaydı.

B) Dinlerin amacı; varlığı, dünyayı ve insanı açıklamaktır.

C) Aklın yasalarına uygun olan her açıklama, felsefidir.

D) Dini açıklamalarda kutsal kitabın emir ve yasakları

dikkate alınır.

E) Felsefe, varlığı akla uygun kavramlarla açıklamaya

çalışır.

 

25. "Belli bir dini kabul eden bir kimse, o dinin dogmalarının ortaya koyduğu varlık ve dünya görüşlerini de kabul eder. Bu kabul akla değil, inanca dayanır. Bu nedenle dinde kuşkuya, eleştiriye hiçbir şekilde yer yoktur.İnsan ve insan aklına dayanan felsefe alanında ise, tüm önermeler tartışmaya açıktır, eleştirilir akıl ve mantık ilkeleriyle temellendirilir."Bu parçaya dayanarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

A) Felsefi bilginin insani çabalarla ortaya konulduğu

B) Dini bilginin Tanrısal kaynaklı olduğu

C) İnsanların, sahip oldukları dinin verdiği bilgilerden

kuşku duymadıkları

D) Dinin ilettiği bilgide, mantıki olan hiçbir şeyin olmadığı

E) Felsefi bilginin eleştiriye açık olduğu

 

26. Aşağıdakilerden hangisi bir akt örneği değildir?

A) Anlamak B) Duygulanmak C) İnanmak

D) Düşünmek E) Ezberlemek

 

27. Aşağıdaki bilgilerden hangisi nesnel değildir?

A) Deneysel bilgi

B) Bilimsel bilgi

C) Suyun kaynama ısısının kaç derece olduğu bilgisi

D) Kainatın yaratılışında tanrının rolünü anlamak

E) Doğal bilimlerdeki araştırmalar

 

28. Aşağıdakilerden hangisi subjektif bilginin özelliklerinden değildir?

A) Öznellik

B) Görecelilik

C) Eleştiriye açık olmak

D) Kesinlik

E) Kişisellik

29. "Bir felsefe sistemi, varlığı açıklamada tutarlı ise daima geçerlidir. Bilimde ise eskiyen bir teori atılır. Bir Descartes ya da Platon sisteminin günümüzde de geçerli olması gibi. Felsefe, birikimsel bir bilgidir. Filozoflar, bir problem üzerinde düşünürlerken, kendilerinden önceki filozofların düşüncelerini dikkate almak zorundadırlar." Buna göre aşağıdakilerden hangisi felsefeyi bilimden

farklı kılan özelliklerden biridir?

A) Kendi içinde tutarlı bilgilerden oluşması

B) Diğer araştırmacıların kaynaklarından yararlanması

C) Daima, güncel bilgiler içermesi

D) Farklı alanlarda ortaya konulan bilgileri bir araya

getirmesi

E) Felsefi sistemlerin zaman içinde eskimemesi

 

30. Felsefe, mantık ilkelerine uygun düşünmeyi amaçlar ve doğru olana yönelir. İnsan aklından hareket ederek yine insan aklına hitap eden felsefe, insana doğru ve disiplinli düşünme alışkanlığı kazandırır. İnsanın düşünme ve eleştirme gücünü geliştirir. Sanat ise, güzel olana ulaşma, onu ifade etme, yani güzellikleri ortaya koyma amacındadır. Sanat, insanın güzellik ve beğeni duygularını geliştirir.Buna göre aşağıdakilerden hangisi felsefeyi sanattan farklı kılan özelliklerden biridir?

A) Mantığa yeni ilkeler kazandırması

B) İnsanın aklına hitap etmesi

C) İnsandaki güzellik ve beğeni duygularını köreltmesi

D) Doğru olan her şeyi açığa çıkartması

E) Akıl ve düşünceyle ilgili tüm bulguları eleştirmesi

 

31. Sanata bilgi açısından bakıldığında, her ciddi ve büyük sanat eserinde bir düşünsel bildirinin bulunduğu görülür. Sanat, bu bildiriyi sanatsal bir dille, hayal gücü ve imgelerle, öznel olarak yapar. Felsefe ise akla dayalı, kavram dilini kullanır, sanatın varlık alanını; güzellik, yüce, hoş gibi estetik değerleri inceler.Aşağıdakilerden hangisi bu parçada yer verilen düşüncelerden biri değildir?

A) Her sanatsal eserde, düşünsel bir bildiri vardır.

B) Sanatçı, eserlerindeki bildiriyi sanatsal bir dille ortaya koyar.

C) Her sanat eseri özneldir.

D) Akla dayalı kavram dilini kullanan felsefe; yüce,

hoş gibi estetik değerleri araştırır.

E) Felsefe, sanatın varlık alanını inceler.

 

32. Sanatsal bilgi aşağıdakilerden hangisini vermeyiamaçlamaz?

A) Ürün B) Bilgi C) Duygu

D) Haz E) Coşku

 

33. Suje ile obje arasındaki ilgiyi, aralarında bir bağ oluşmasına zemin hazırlayarak bilginin oluşmasını sağlayan kavram aşağıdakilerden hangisidir?

A) Aksiyon B) Aktüerya C) Akt

D) Akü E) Akıl

 

34. Geçen yüzyıldan beri felsefenin bilgi işlevini yitirdiği,bilim çağında felsefenin gereksiz bir bilgi olduğu iddia edilmiştir. Böylesi salt pozitivist bir anlayışa göre dünya,nedenselliğe göre işleyen bir makine sistemidir. Yapılması gereken, bu işleyişin yasalarını araştırmaktır. Buna göre aşağıdaki düşüncelerden hangisi pozitivistlerin savunduğu düşünceleri desteklemektedir?

A) Felsefe, hiçbir dönemde bilgisel bir işleve sahip

olmamıştır.

B) Her makine, kendi içinde bir dünyadır.

C) Dünya, belli yasalar dahilinde varlığını devam ettirmelidir.

D) Felsefe, bilim çağında herhangi bir role sahip olamaz.

E) Neden-sonuç ilişkisi içerisinde olan her varlık bir

tür makinedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

1)Bir şeyi anlamamız, onu açıklayabileceğimiz anlamına gelmez. Bilimsel bir çalışmayı anlayabiliriz, fakat açıklayamayabiliriz.Herkes telefonla ilgili bilgileri anlayabilir ancak, telefonla ilgili açıklamalarda bulunamaz.Bu parçadan hareketle aşağıdaki düşüncelerden hangisine ulaşılabilir?

A) Açıklaması yapılan her şey, herkes tarafından anlaşılabilir.

B) Anladığımız bir şeyi açıklamamız mümkün değildir.

C) İnsanların anlayamayacağı herhangi bir bilimsel

çalışma yoktur.

D) Anlaşılması kolay olan herşeyin, açıklanması da

kolaydır.

E) Bir şeyi anlamak, onu açıklamak için yeterli değildir

 

2).Bilimlerin formel bilimler, doğa bilimleri ve insan bilimleri şeklinde sınıflandırılmalarında aşağıdaki etkenlerden hangisinin rolü diğerlerinden fazladır ?
A) Ortaya çıkış sebepleriB) AmaçlarıC) Kullandıkları metotlar
D) İnsanla olan ilişkileriE) İlgilendikleri konular

3.Bugün fizikte bir ortaokul öğrencisi, Newton’un kendisinden daha fazla şey bilmektedir. Bu durum, bilimin hangi özelliğinin varlığını kanıtlar ?
A) Bilim ilerleme özelliğine sahiptir. B) Bilim olgulara dayalıdır.
C) Bilimin uygulanabilir teknolojisi vardır.D) Bilimin sonuçları kesindir.
E) Bilim evrenseldir.

4. "Bir çağın genel entellektüel karakterini, yani, evrensel dünya görüşü, özel düşünce yöntemleri, temel savları ve düşünce ortamını belirleyen düşünce sistemlerine genellikle "bu çağın felsefesi" olarak adlandırırız." Bu parçada belirtilen durumun nedeni aşağıdakilerden

hangisi olabilir?

A) Filozofların entellektüel olmaları

B) Evrensel dünya görüşlerinin, tüm kültürlerin birleşimiyle

oluşması

C) Felsefenin kültürel yapı üzerinde etkili olması

D) Kültürel ortama, felsefi düşüncenin müdahale etmemesi

E) Felsefi çalışmaların, özel düşünce yöntemleriyle

ortaya konulması

 

5. Randal'a göre "Felsefe, dinin her zaman pratik ve

duygusal olarak yaptığı şeyi, yani insan hayatını, insanın içinde bulunduğu evrenle belli ölçüde doyurucu ve anlamlı bir ilişkiye sokma ve insani işlerin yürütülmesinde birazcık bilgelik sağlama çabasını, entelektüel planda gerçekleştirme girişimidir."Buna göre aşağıdakilerden hangisi Randal'ın savunduğu düşüncelerden biri olabilir?

A) Entellektüel plandaki her girişim, felsefedir.

B) İnsanla ilgili en doyurucu bilgiler din tarafından verilir.

C) Din, pratik hayata duygusallık kazandırır.

D) Felsefe ve din aynı amacı, farklı yöntemlerle gerçekleştirirler.

E) Dinin pratik hayata müdahalesi söz konusu değildir.

 

6. Buckler, tarihsel olarak felsefenin, dinsel ve ahlaksal inançların derin eleştirisi olarak ortaya çıktığını iddia eder. O'na göre felsefe, bu eleştirici tavrını hiçbir zaman terk etmemiştir. Ancak belli bir zamanda egemen olan bilimsel sav ve sonuçları en çok eleştirdiği zaman bile o, yöntemleri bakımından en çok bilimle işbirliği yapmıştır. Bu parçada aşağıdaki düşüncelerden hangisine

yer verilmemiştir?

A) Felsefenin temel amacı, dini eleştirmektir.

B) Felsefe, yöntemsel anlamda en çok bilimle işbirliği

içine girmiştir.

C) Bilimsel sonuçlar bazı dönemlerde felsefe tarafından

çok eleştirilmiştir.

D) Dini ve ahlaki inançların derin eleştirisi, felsefeyi

ortaya çıkarmıştır.

E) Felsefe, dine karşı daima eleştirel bir tavır sergilemiştir.

 

7. "Felsefe, varlığı araştırırken, varlığın anlamını kavramak ister. Bu anlamı da; doğruluk, iyi ve güzel gibi değerlerin oluşturduğuna inanır. Bu değerleri araştırma isteği, insanın özünde vardır. İnsan, sadece var olmanın '76e hayatın anlamını sorgulamaz, varlık hakkında sahip olduğumuz bilginin ve bilimin de anlam ve değerini sorgular.Bu parçada anlatılanlara dayanarak aşağıdakidüşüncelerden hangisine ulaşılamaz?

A) İnsan, var olmanın anlamını sorgular.

B) Felsefi çalışmanın amacı, varlığın anlamını kavramaktır.

C) İnsan, bilimin sahip olduğu değerleri de araştırır.

D) İnsanın özünde; iyi, güzel gibi değerleri araştırma

isteği vardır.

E) Bilgi, varlığa çeşitli değerler yükler.

 

8. "Kurgusal düşüncenin ürünü büyük felsefi sistemler olarak, kendilerine çok değer verdiğimiz, insan yaşamına ve evrene ilişkin geniş kapsamlı görüşler; hiç kuşkusuz, insan zihninin ortaya koyduğu en etkileyici sanatsal başarılardandır. Büyük filozoflar, şiirsel hayal gücüne eleştirel kavrayışa, doğal dindarlığa ve tinsel sezişe sahip insanlardır." Bu parçada aşağıdaki düşüncelerden hangisine değinilmiştir?

A) Felsefi yapıtlar, sanat eserlerinden daha etkileyicidirler.

B) İnsan zihni, felsefeden daha önemli bir yapıt ortaya koymamıştır.

C) Büyük filozoflar, aynı zamanda birer şairdirler.

D) Her büyük felsefi sistem, kurgusal düşüncenin ürünüdür.

E) Felsefi ürünler, filozofların kişisel kaprislerinin birer yansımasıdır.

 

9. Küyel, "felsefede yapılan akıl yürütmeler ve elde edilen sonuçlar birbirlerine eklenerek, bir bütün elde edilmeye çalışılır" der. Bu bilgi, elde edilecek olan yeni bilgilerle zenginleştirilmeye hazır ve açıktır. Bundan dolayı felsefeyi, kendi tarihi akışı içinde ve çoğu zaman farklı sistemlerin karşılıklı etkileri çerçevesinde ele almak gerekir.Buna göre aşağıdaki düşüncelerden hangisine ulaşılabilir?

A) Farklı sistemler, birbirleriyle sürekli etkileşim halindedirler.

B) Felsefe, yığılan bir bilgi türüdür.

C) Bir araya getirilen her parça, felsefi bir bütün oluşturur.

D) Yeni bilgilerle bütünleştiği ölçüde felsefi bilgi, değer kazanır.

E) Kendi tarihi içinde felsefe farklı sistemler ortaya

koymuştur.

 

10. "Bilim adamı" diye adlandırdığımız kişiler de, kuşkusuz "derin ve bilinçli" düşünürlerdir. Ne var ki biz gene de felsefe ile özel bilimler arasında bir ayrım yaparız. Öte yandan zanaatkâr, sanayici, ev kadını, avukat da zaman zaman "derin ve bilinçli düşünür, ama onlar bundan ötürü ne filozof ne de bilim adamıdırlar."Bu parçada aşağıdaki düşüncelerden hangisivurgulanmaktadır?

A) Filozoflar, bilim adamlarından daha bilgilidirler.

B) Derin düşünme gücü, yalnızca filozoflara has bir

özellik olmalıdır.

C) Felsefe ve özel bilimler, hiçbir konuda benzerlik

göstermezler.

D) Filozof olmak, derin düşünmekten daha fazlasını

gerektirir.

E) Sanatçılar ve avukatlar, isteseler de filozof olamazlar.

 

11. "Her insan, kendi toplumundan, belli bir felsefe almıştır. Ancak bundan ötürü, her insan filozoftur denemez. Gerçek anlamda felsefi düşünce için zorunlu olan eleştirisel veya derin bilinçli tavra ancak, sınırlı bir insan grubu sahiptir. Bu özellik ve yöntem o kadar önemlidir ki, felsefe bazen bu deyimlerle yani "eleştirisel ve derin bilinçli düşünce" olarak tanımlanmıştır."Buna göre bir filozofta bulunması gereken temel özellik aşağıdakilerden hangisidir?

A) İçinde bulunduğu toplumdan, belli bir felsefi birikim

almış olması

B) Eleştiriyi, hayatının amacı edinmesi

C) Çalışmalarında, eleştiri dışında herhangi bir yöntem

kullanmaması

D) Sınırlı sayıdan oluşan bir insan grubuna dahil olması

E) Eleştirisel, derin ve bilinçli bir tavra sahip olması

 

12. "Stoacı Epiktetos'a göre: "felsefenin kaynağı, kendi yetersizliğini ve güçsüzlüğünü bilmektir." İnsan güçsüzlük içinde kendi kendine nasıl yardımcı olabilir? Yanıt şudur: Benim erkim içinde bulunmayan her nesneyi, kendi gereksinimi içinde pek de ilgi duymadan gözlemlerim; buna karşın içimde olanı, örneğin; bilgeliği ve tasarımlarımın içeriğini düşünceyle açıklığa ve özgürlüğe kavuştururum." Buna göre insanın kendi kendine yardımcı olabilmesiaşağıdakilerden hangisine bağlıdır?

A) Kendi yetersizliğinin farkına varmasına

B) Hiçbir nesneye yeterince ilgi duymamasına

C) Kendi içinde olanı, düşünceyle açıklığa kavuşturmasına

D) Yetersiz ve güçsüz yönlerini, felsefeye mal etmesine

E) Erki içinde bulunmayan hiçbir nesneyi düşünmemesine

 

 

 

13 "Tüm insanlar bu dünyanın ve varlığın evrensel bir nedeninin olması gerektiğini düşünür. Buradan da, "Tanrı

nedir?", "Tanrı ile varlık arasında nasıl bir ilgi vardır?" soruları doğar. Bu sorular din felsefesi tarafından incelenmektedir."Buna göre din felsefesiyle ilgili olarak aşağıdakilerden

hangisi vurgulanmaktadır?

A) Tüm insanları, aynı inanç altında topladığı

B) Her varlığa, evrensel bir nitelik kazandırdığı

C) Tanrı'ya dair bilinmeyen her şeyi açıkladığı

D) İnsanla Tanrı arasında bağlantı kurduğu

E) Varlık ve Tanrı arasındaki ilgiyi açıklamaya çalıştığı

 

14Bütün varlık alanlarını içine alabilen bilgi aktı, "düşünme" aktıdır. Algı aktı ile yalnızca suje ile dış dünyadakisomut varlıklar arasında ilişki kurulabiliyorken; düşünme aktı, daha geniş bir varlık alanını; geometrik şekiller,kavramlar, sayılar gibi soyut varlıkları da kapsamı içine almıştır.Buna göre algı aktını düşünme aktından farklı kılan özellik aşağıdakilerden hangisi olabilir?

A) Geometrik şekillerle ifade edilememesi

B) Bütün varlık alanlarıyla ilişki içinde olması

C) Soyut olan hiçbir şeyin varlığını kabul etmemesi

D) Sınırlı bir varlık alanını kapsaması

E) Somut olan tüm varlıkları kavramsallaştırması

 

15).İlk bilim adamı bir nesneye "acaba bu bana yiyecek, giyecek, barınak, araç, oyuncak veya silah sağlar mı ?" diye değil, sadece öğrenme, bilme merakını doyurma amacı ile yaklaşmıştır. Buna göre aşağıdaki yargılardan hangisine ulaşılamaz ?
A) Bilimin başlangıcında manevi çıkar maddi çıkardan önce gelmiştir.
B) Bilimde esas olan bilim adamlarının araştırma meraklarıdır.
C) Bilimsel araştırmaların temelinde merak ve öğrenme ihtiyacı vardır.
D) Bilim adamına değil onun uğraştığı projelere destek verilmelidir.
E) Bilim adamının düşünce yapısının merakla oluşmadığı düşünülemez.

 

16)."Yüzyılımızda analitik felsefenin bütün iddia ve isteklerine rağmen felsefenin kendisini onların hapsetmek istedikleri alanla sınırlanması ve bir çok düşünürün analitik felsefenin içine girilmesini yasaklamış olduğu alanlarda felsefi düşünme etkinliklerini hala sürdürmeleri, felsefeyi bilim felsefesine indirgemek isteyenlerin haksızlığını göstermektedir."
Paragrafta felsefeyle ilgili aşağıdakilerden hangisi iddia edilmektedir ?
A) Felsefe bilimin bir kolu değildir.B) Felsefenin en temel konusu bilgidir.
C) Her yüzyılda felsefe daha ileriye gider.D) Felsefenin yegane konusu bilim değildir.
E) Her düşünür ahlak, sanat, bilgi konularını ele almıştır

 

17.Felsefe, insanı geçmişin düşünce koridorlarında dolaştırmakla kalmaz, aynı zamanda insanın bugünü anlamasına da olanak sağlar. Geçmişi ve bugünü bir noktada buluşturan felsefe, birçok düşüncenin sergilendiği bir ortamda, ayaklarımızı yere sağlam basmamızı sağlar. Yoksa fırtınaya tutulmuş bir dal parçası gibi her yere savrulabiliriz ve savrulduğumuz yer hiç de istemediğimiz bir yer olabilir. Bu durum, felsefenin hangi özelliğine örnek oluşturmaktadır?

A)Yol gösterici olmasına

B)Anlamsız bir etkinlik olmasına

C)İnsana olumlu yaklaşan bir etkinlik olmasına

D)Sıra dışı etkinlik olmasına

E)Varlığa eleştirel yaklaşmasına

  

18.Philosophia, Grekçe kökenli bir kelime olarak,”bilgiyi ve bilgeliği sevmek” tir. Bu sevme karşılıksız, bilgiyi sadece bilgi için isteyen, çıkar gözetmeyen bir sevmedir. Bu düşünüş şekli, insanın bilgiyle ilişkisinde sözü edilen bilme eylemine, gerekli ve yeterli koşulları hazırlamaya çalışır. İnsanı yaşama ilişkin soru sorma davranışını, sorun düzeyinde sorgulamaya dönüştürür. Bu parçada, felsefeyle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi vurgulamaktadır?

A)Bilgiyi hiçbir fayda gözetmeden istemesi

B)Varlık dünyasını bir bütün olarak ele almak

C)Bilgi ve insan arasındaki ilişkide sadece çıkara yönelmesi

D)Bilimin ilerleyişini geriye doğru çevirebilmesi

E)İnsanın psikolojik sorunlarına ilgi duyması

 

19.Platon der ki “…hayret etmek; çünkü felsefenin bundan başka başlatıcısı yoktur.” Aynı şeyi Aristoteles şöyle söyler: “Zira insanlar, hayret etmenin içinden geçerek hem şimdi, hem de ilk olarak felsefenin başlangıcına vardılar. Fakat felsefe hep “hayret etme” noktasında kaldıysa, bu felsefe için yeterli değildir. O, evreni, doğayı ve insanı zihinsen olarak yeniden inşa etme faaliyetidir.” Bu parçada, felsefenin hangi özelliği vurgulanmaktadır?

A)Akılsal ve kurgusal olma

B)Deney ve gözleme dayanma

C)İnsan için gerekli bir etkinlik olmama

D)Varlığı sorgulayıcı bir tarzda ele alma

E)Teoride kalmayıp pratiğe de yönelme

 

20. Filozof dünyayı ve hayatı iş adamının, sanatçının ya da bilim adamının yaptığı gibi tek bir yönden görmek istemez. O, varlığı ve yaşamı tüm yönleriyle görmek ister. Bu parçada, filozofun hangi özelliği vurgulanmaktadır?

A)Eleştiriye dayalı düşünmesi

B)İçinde yaşadığı toplumu etkilemesi

C)Varlığa bütünsel yaklaşması

D)Dünce tarihine katkıda bulunması

E)Bilgeliğe ulaşma çabası içinde olması

 

21..Felsefede, aynı konudaki farklı görüşlerden birinin, diğerine göre daha doğru olduğu söylenemez. Filozoflar bakış açılarının farklılığından dolayı aynı konuda farklı sonuçlara ulaşabilirler. Mizaçlarındaki, yaratıcılıklarındaki ve koşullarındaki farklılıklar sebebiyle filozofların söylemlerinde farklılıklar olması kaçınılmazdır. Buna göre, aşağıdakilerden hangisi filozoflar için kesinlikle söylenemez?

A)Mutlak bilgilere ulaştıkları

B) Eleştirel bir bakışa sahip olduklarına

C)  Varlığı subjektif olarak ele aldıkları

D)Kişisel farklılıklarını felsefelerine yansıttıkları

E)Yaratıcı düşünüşe sahip oldukları

 

 22. Geçmişte filozof, gerçekliği bir bütün olarak sadece akıl ve sezgiyle kavramaya çalışmıştır. Ancak bilimin gelişmesiyle bu tutum gerçekliliğini yitirmiştir. Filozof artık kapsamlı bir dünya görüşü sunmaktan çok bilim, sanat ve ahlak alanlarındaki kavramları açıklığa kavuşturmak çabasındadır. Bu alanlarda ileri sürülen tez ve der yargılarını eleştirel bir yaklaşımla ele almaktadır.Bu paragraftan hareketle aşağıdakilerden hangisine ulaşılabilir?

A)Felsefe varlığı parçalara ayırarak inceler

B) Bilim, filozofun varlığa bakışını etkiler

C) Felsefe ele aldığı kavramları eleştirir

D)Bilimin felsefeyle ilişkisi kalmamıştır

E)Filozofun amacı evreni nesnel olarak açıklamaktır

 

23 Güneşin batışının güzelliğinden ya da bir kuşun güzelliğinden söz ettiğimiz gibi, bir şiirin, bir bestenin güzelliğinden de söz ederiz. Bu ve benzeri birçok şeyi güzel yada çirkin olarak değerlendiririz. Bu durumda estetik açıdan sorulması gereken, "Acaba doğadaki güzellikle sanattaki güzellik birbiriyle örtüşür mü? sorusudur. Bu­nunla, doğada güzel olan herhangi bir nesnenin bir sa­nat yapıtı haline getirildiğinde güzelliğinin devam edip etmeyeceği sorgulanır. Kuşkusuz bu soruya olumlu yanıt veremeyiz. Çünkü, doğada güzel olan bir nesne, bir sanatçının elinde çirkin bir nesneye dönüşebileceği gibi, çirkin olan bir nesne de bir başka sanatçının elin­de çok güzel bir nesneye dönüşebilir.Bu parçaya dayanarak aşağıda verilenlerden han­gisine ulaşılabilir?

A) Doğal olanla sanatın örtüşmesi, zamanla gerçek­leşir.

B) Estetik nesneler üzerinde genel bir ilkeye varıla­maz.

C) Güzellik, matematiksel olarak orantılı olandır.

D) Güzele, çıkar gözetmeyen bir beğeni ile yaklaşıl-malıdır.

E) Güzelin sorgulanması için nesnel bir bakış olmalıdır.  

 

24.Platona göre güzellik, bir ideadır; değişmez ve mut­laktır. İçinde yaşadığımız dünyada gördüğümüz ve gü­zel diye nitelediğimiz şeyler de bu ideadan pay aldık­ları ölçüde güzel görünürler. Bunlar asıl güzelliğin kop­yalarıdır.Platon'un bu görüşünden aşağıdakilerden hangi­sine ulaşılabilir?

A)Sanat, kendine özgü özelliği olan bir insan yara­tışıdır.

B)Güzel, hiçbir çıkar gözetmeksizin hoşlanmanın nes­nesidir.

C)Sanatsal etkinlik, Tanrısal aklın evrendeki ışıması-dır.

D)Sanat, idealardan yansıyanı taklit eder.

E)Sanat, yetkinliği arayan bir etkinliktir.

 

 

 

 

 

1. Felsefe tarihinde hiçbir filozof, bütün insanların doğru kabul edip benimseyeceği görüşler ortaya koyamamıştır. Her filozof kendi sistemini kurmuş ve insanlığın problemlerine yönelik çözümler üretmiştir. Kimi insanlar için Kant, kimileri için Hegel, kimilerine de Platon daha inandırıcı gelmiş olabilir ama felsefe tarihinde bir filozofun diğerine yeğlenmesi durumu hiçbir zaman ortak bir kabul olarak karşımıza çıkmaz. Bu parçada sözü edilen “bir filozofun diğerine yeğlenmesi” durumunu temel nedeniaşağıdakilerden hangisidir?

A)Filozofların öznel bilgiler sunması

B)Felsefenin olması gerekene yönelmesi

C)Filozoflar arasında kültürel farklılıklar olması

D)Felsefenin konularının değişken olması

E)Tüm filozofların ortak sonuçlara ulaşması

 

2. Filozof öne sürdüğü ilkeleri eleştirmeden benimseyen bir düşünce yapısına sahip değildir. O, mantıklı gerekçeler bulamadığı hiçbir bilginin peşinden gitmez. Onun tek rehberi akıldır. Buna göre, filozofun bilgiye yönelmesinde hangi tavrı takınmaması gerekir?

A)        Sorgulayıcı B)  Eleştirel

                  C)Mantıksal     D) Dogmatik    E)Rasyonel

 

3. Bir filozofun, en büyük gayesi, kolayca anlaşılmak olmalıdır. İşte bu nedenle, Berkeley “Herkes tarafından anlaşılmak istiyorum.”diyor ve herkes tarafından zor anlaşılan bir filozof olan Kant bile, “Sadece anlaşılmak istiyorum.”demek ihtiyacını hissediyor.Buna göre, filozoflar aşağıdakilerden hangisini amaçlar?

A)        Toplum içinde olmayı

B)        Varlığın özüne ilişkin bilgiler sunmayı

C)       Doğayı denetim altına almayı

D)        Tutarlı bir yaşamın yollarını göstermeyi

E)        Fikirlerini herkese kabul ettirmeyi

 

4. Filozof : - Bir şey sormak istiyorum.

      Bilgiç : - Sorsana.

      Filozof : - Sen bu ilmi nereden aldın?

      Bilgiç : - Güvenilir kimselerden.

      Filozof : - O güvenilir kimseler, kimlerden almış?

      Bilgiç : - Güvenilir kişilerden.

      Filozof : - Peki sen onların güvenilir ve sağlam bir ilme sahip olduğunu nereden

                       Biliyorsun?

      Bilgiç : - ?

5. Filozofu filozof yapan şey, insan yaşamının anlamıyla ilgili sorulara yanıt vermekten çok, bu konulardaki problemleri görebilmesidir. İnsan için önemli olan, yalnızca felsefeyi okumak ve felsefeyi bilmek değil, insan aklını zorlayan sorular sormaktır. Bu parçada, filozofun hangi özelliğine değinilmiştir? Olanı olduğu gibi kabul eden

A)        Toplumsal olaylardan etkilenen

B)        Anlamsız ve saçma düşünen

C)       Değer yargılarına uygun davranan

D)        Eleştiren ve sorgulayan

 

6. Filozof denildiğinde çoğunlukla her şey hakkında bilgi sahibi olan kişi anlaşılır. Aslında filozof, her şeyi bilen değil, bilgiyi seven, erdemli ve mutlu yaşam sürebilen kişidir. Buna göre, aşağıdakilerden hangisi filozofu en doğru anlatan ifadedir?

A)Filozof, düşüncelerini akla dayandırarak bilgiye ulaşandır

B)Filozof, sezgilerine dayalı düşünen mutlu insandır

C)Filozof, bilgeliğe ulaşma çabası içinde olan insandır

D)Filozof, düşünceleriyle toplumu etkileyen kişidir

E)Filozof, mutlak bilgiye ulaşmayı amaçlayan insandır

 

7. Vizyona yeni giren bir filmi izleyenlere filmin güzel olup olmadığı sorulabilir. Oysa filozof güzelin ne olduğunu sorgular. Ya da günlük hayatımızda “Saat kaç” diye sorduğumuzda filozof “Zaman nedir? “ sorusuyla ilgilenir. Buna göre, aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?

A)Filozofun soruları varlığın genelini anlamaya yöneliktir

B)Her filozofun yaklaşımı kendine özgüdür

C) Felsefede sorular cevaplardan daha önemlidir

D) Her soru, yen bir cevabı beraberinde getirir

E)Şüphe bilgiye ulaşmada amaçtır

 

8. Felsefe dogmatizme dönüştüğünde kendi kendisine ihanet etmiş olur. Felsefe yapmak yolda olmaktır. Felsefede sorular yanıtlardan daha önemlidir. Her yanıt yeni bir soru olarak çıkar karşımıza. Buna göre, felsefi düşünüşte kesinlikle bulunmaması gereken özellik aşağıdakilerden hangisidir?

A)        Eleştiri temeline dayanması

B)         Aklı rehber edinmesi

C)       Akıl ve mantık ilkelerine dayanması

D)        Belirli bir yönteme sahip olması

E)        Var olan bilgilerle yetinmesi

 

9. Felsefe ilk Çağ’dan beri farklı şekillerde karşımıza çıkmıştır. Bazen “insanın kendini tanıması”, bazen “sade bir düşünme sistemi” bazen de “varlığı tanıma uğraşı” olarak tanımlanmıştır. Sokrates’e göre felsefe: “Neleri bilmediğini bilmektir.” İbn Sina’ya göre:” Nesnelerin hakikatlerini insanın kavrayabileceği kadar kavramasıdır.” Kant’a göre:” Bilginin nasıl mümkün olabileceğini öğretmektir.”Buna dayanarak, aşağıdaki düşüncelerden hangisine ulaşılamaz?

A)Felsefenin genel-geçer bir tanımı yapılamaz

B)Felsefi düşüncenin temelinde kişinin kendi bakış açısı vardır

C)Felsefi düşünce İlk Çağ’dan bu yana insanları ilgilendirmiştir

D)Felsefenin tam olarak tanımlanamaması onun varlığını gereksizleştirmiştir

E)Her filozofun düşüncesi kendi felsefesini oluşturur

 

10. “Felsefe tarihini anlatırken mümkün olduğunca şahsi görüşlerimi öğrencilerime aktarmamaya çalışırım. Kanımca filozofun yaşam şeklini, hayatı nasıl anlamlandırdığını ve yaşadığı dönemin özelliklerini objektif olarak değerlendirmek dinleyicinin işini kolaylaştırıyor. Aksi taktirde hem anlatılan kişinin düşüncelerini aktaran kişinin görüşlerini bir anda yorumlamak, öğrenci için kafa karışıklığı yaratabilir.”Bu parçada, aşağıdakilerden hangisi vurgulanmaktadır?

A)Felsefenin hayatla iç içe olduğu

B)Felsefenin farklı görüşlerin sentezi olduğu

C)Felsefe tarihini bilmenin önemli olduğunu

D)Felsefeyi anlatırken nesnel olmak gerektiği

E)Felsefenin sistemli ve tutarlı olduğu

 

11. Felsefe doğa bilimlerinde olduğu gibi doğrusal bir şekilde ilerleme göstermez. Çünkü her filozof kendi yöntemiyle, kendi bakışıyla, kendine özgü düşünce biçimiyle bilgiler üretir. Bu bilgilerin doğruluğu ve yanlışlığı, doğa bilimlerinde olduğu gibi test edebilme olanağına açık değildir.Bu bilgiye dayanarak, felsefenin nasıl bir özellik taşıdığı söylenebilir?

A)        Sistemli ve tutarlı olduğu

B)        Eleştirel olmadığı

C)       Deneysel olmadığı

D)        Genellenebilir olduğu

E)        Birikerek ilerlediği

 

12. Bir insanın yalnızlığı nasıl aşabileceği, nasıl mutlu olabileceğini bilim hiçbir şekilde açıklayamaz. Felsefenin ise bu konuda söyleyeceği çok şey vardır. İnsanın bu dünyadaki amacını, anlam arayışını, kendini tanımasını, kendi acılarına kendince çareler bulmasını anlatacak bir disiplin gerekmektedir ki bu da felsefedir.Buna göre, aşağıdakilerden hangisi felsefenin işlevleri arasında gösterilemez?

A)İnsan hayatını anlamlandırma

B)Olması gerekenle ilgili bilgiler üretme

C)Bireyin kendisini tanımasını sağlama

D)İnsan davranışlarını neden-sonuç ilişkisine indirgeme

E)İnsanın mutluluğunu, kendisinde aramasını sağlama

 

13. Felsefede söylenmemiş söz, savunulmamış düşünce kalmamıştır aslında. Bugü ortaya atılan her türlü felsefi düşünce kendisinden öncekinin izinin taşır. Felsefi düşünce kartopu gibi başlar, büyüyerek çığa dönüşür. Her yeni bilgi etkilenmeye, değiştirilmeye ve çoğaltılmaya açıktır.

Buna göre, aşağıdakilerden hangisine ulaşılabilir?

A)Felsefi düşünce, birikerek yığılır

B)Felsefe, varlığı bir bütün olarak ele alır

C)Felsefe olması gerekene yönelir

D)Felsefede sorular cevaplardan daha önemlidir

E)Felsefe varlığın akılla bilinmesidir

 

 

 

 

 

 

 

 14. Olayların genel gidişine bakarak yüzeysel sorunlarla ilgilenmek yerine, fikirlerin ve tutumların altında yatan nedenleri inceleyerek sorular soran herkesin filozof olduğunu söylemek mümkündür. Bu parçaya dayanarak, ulaşılabilecek en kapsamlı yargı aşağıdakilerden hangisidir?  

A)Olayların genel gidişatı üzerinde fazla durulmamalıdır

B)Her insan aslında birer filozoftur

C)Sorgulama etkinliği içinde olanlar filozof olma niteliği taşırlar

D)Filozoflar toplumda bazen anormal olarak tanımlanabilirler

E)Felsefi düşünceyi eğitim ile geliştirmek gereklidir

 

15. Felsefe tarihine bir göz attığımızda, aynı konu hakkında bile farklı görüşlerin öne sürüldüğüne şahit oluruz. Örneğin “Nasıl erdemli olunur?” sorusunun; Sokrates’te “bilgili olmakla “, Kyniklerde “her türlü zevkten uzak sade bir yaşamla”, Kyrenelilerde ise “her türlü hazza yakın olmakla “ biçiminde cevaplandırdığını görürüz.Bu durum, felsefenin hangi özelliği ile açıklanabilir?

A)        Öznellik

B)        Eleştirellik

C)         Sistemlilik

D)        Tümellik

E)        Mantıksallık

16).Filozof her türlü söze açıktı. O her zaman diğerinin deneyimlerini paylaşabilen kişidir. Ne zaman iki filozof birbiriyle zıt fikirlere sahipse, birbirinden öğrenecek çok şeyi var demektir. Bu parçada, filozofun hangi özelliğe sahip olması gerektiğinden söz edilmektedir?

A)        Olayları önceden tahmin etme

B)        İnsanlara gerçeği göstermeye çalışma

C)       Açık görüşlü ve hoşgörülü olma

D)        Bilgeliğe ulaşma çabasında olma

E)        Olaylara şüphe ile yaklaşma

 

17).İnsanlar kendilerini anlamak için kendilerine yönelik sorular sormak zorundadırlar. İşte bu noktada felsefe, insana, mutlu olabilmesi için kendini bilmesi gerektiğini söyler. Bu çağrı bütün ırkları, milletleri ve dinleri aşan, saf bir sorgulamayı içerir. Kendimizi anlamak varlığın ilk halkasını anlamaktır. Bu ilk halkanın ne olduğunu anladığımızda dünya, doğa ve evren gibi diğer halkaları da anlamanın ilk adımını atmış oluruz.Bu parçada, felsefenin hangi özelliğine değinilmiştir?

A)        Birikerek yığılma

B)         Dogmatik bir yapıda olma

C)       Genel- geçer sonuçlara ulaşma

D)        Deneylenebilir olma

E)         Yaşamı sorgulayarak yaşanır kılma

 

18). Nerede insan varsa orada filozof vardır. Çünkü filozof aklın ve kalbin olduğu yerde yaşayabilir. Peki, neden geri kalmış toplumlarda felsefi düşünme etkinliği başlamaktadır? Bu durumun en temel nedeni, o toplumların farkında olma durumundan yoksun olmalarıdır. Filozof ise insanın farkındalık ve sorgulama seviyesini artıran insandır. Felsefe ancak bu farkında olma mekanizma sı üzerine inşa edilebilir.Bu parçada, felsefenin hangi özelliği vurgulanmaktadır?

A)        Bilinçli ve eleştirel bir etkinlik olma

B)        Zaman ve mekân dışı olma

C)        Belirli insanlara özgü olma

D)        Sistemli bir etkinlik olma

E)        Dogmatik düşünme

 

19). “ Felsefe insan aklının ve yüreğinin her şeyi sorgulamasını ve anlamasını sağlayan en anlamlı etkinliğidir.”diyen bir filozof, insanın içinde yaşadığı evrenle olan ilişkisinde neyi kaldırmayı hedeflemektedir?

A)        Dogmatikliği

B)        Sorgulamayı

C)       Somut düşünmeyi

D)        Sistemli olmayı

E)        Akılcı davranmayı

 

20). Felsefi düşünce, günlük düşünceden ayrılı. Felsefi düşünce, derin anlamları ve insanın anlama çabasına eşlik eden simgesel anlamları öne çıkartır. Tüm dikkatini bu dünyanın olay ve yaşantılarına yöneltmek yerine, kavramlara dayalı düşünce sürecini incelemeye yönelir.

Buna göre, felsefi düşünüşü, gündelik düşünüşten ayıran özellik aşağıdakilerden hangisidir?

A)        Kavramsal ve soyut olması

B)        İnsan hayatını kolaylaştırması

C)       Olguları açıklamaya çalışması

D)         Eleştirel düşünceye dayanması

E)         Sistemli ve tutarlı olması

F)         

21.Bilim, olgular arasındaki neden-sonuç ilişkisini açıklama amacındadır. İnsandan bağımsız, nesnel bir tavırla her türlü “nasıl” sorusunu cevaplama eğilimindedir. Felsefede ise varlığın özü ve kaynağını bulmaya çalışma gibi iddialı ve bir o kadar da zor bir amaç ve bu doğrultuda da her türlü “neden” sorusunu sorma eğilimi vardır.Bu görüşler doğrultusunda, aşağıdakilerden hangisine ulaşılamaz?

A)        Bilimin olgusallığına

B)       Felsefe ve bilimin sorgulayıcı olduğuna

C)       Bilim adamlarının metafizik konularla ilgilenmediğine

D)       Felsefede gerçekliğin amaçlandığına

E)        Felsefenin varlığın görünen kısmını açıkladığına

 

22).Felsefe çözümlerin geçerli olmasıyla değil, problemlerin karşı konulmaz özelliğiyle vardır. Herkesin gözünde çözüm olan, filozof için yeniden bir problem olur. Filozof bir bakıma yığının kesin doğrularını problem haline getiren kişidir.Buna göre, aşağıdakilerden hangisineulaşılamaz?

A)Filozof, daima yolda olan kişi demektir

B)Filozof tüm sorunları aydınlığa kavuşturan kişidir

C)Filozof, eleştirel bir bakış açısına sahiptir

D)Filozofun mutlak doğruları yoktur

E)Filozof için önemli olan problemleri çözmek değil, belirlemektir.

 

23).Felsefenin olmadığı her yer ve zamanda dinsel-geleneksel öğretiler, insan yaşamını belirlemede etkilidir. Sorgulayıcı düşünüşle birlikte, bu türden öğretilerin etkisi azalmaya başlar. Fakat felsefenin kesin sonuçlara ulaşması, sonuca ulaşılan konumun bilimin alanına devredilmesi anlamına gelir. Bilimin tıkandığı noktalar olduğunda da, “yeni yollar” üretmek yine felsefenin görevidir. Bu görüşe dayanarak, aşağıdaki sonuçlardan hangisine ulaşılamaz?

A)Bilimin her sorunu çözemediğine

B)Felsefenin olanı olduğu gibi aktardığına

C)Sorgulayıcı düşünüşün dogmatik yapıyı ortadan kaldırdığına

D)Felsefenin eleştirel bir düşünceye dayandığına

E)Bilimin çözemediği sorunlara felsefenin yöneldiği

 

24).Sofistler ve Sokrates gelenekten gelen ölçüleri eleştirirler. Ancak Sofistler, herkesin üzerinde birleşebileceği bir doğru ve bir ölçü olduğunu kabul etmezler. Sokrates ise genel-geçer doğrunun bulunduğuna inanır. Sokrates’e göre bu doğrular doğuştandır. Ruhta uyku halinde bulunurlar, hatırlatma ile bilinç düzeyine çıkarlar. Buna göre aşağıdakilerden hangisine ulaşılabilir?

A)Her filozof çağının ürünüdür

B)Filozofların araştırmaları çözüme yöneliktir

C)Filozoflar aynı konuda farklı düşünebilirler

D)Filozoflar daha çok nesnel konulara yönelir

E)Filozof kendine sunulan bilgileri doğru kabul eden kişidir

 

25). – Locke’a göre, bütün bilgiler ve fikirler duyulardan gelir. Zihin başlangıçta “ boş bir levha “ gibidir.  Sokrates’e göre ise insan zihninde doğuştan her şeyin bilgisi vardır.Bu farklı yaklaşımların nedeni olarak, aşağıdakilerden hangisi gösterilebilir?

A)Felsefenin öznel olması

B)Felsefenin varlığı bütün olarak ele alması

C)Filozofların farklı yöntemler kullanması

D)Felsefenin bilimsel gelişimlerden etkilenmesi

E)Filozofların çağının koşullarından etkilenmeleri

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

1.Siyaset felsefesinde tartışılan yönetim biçimleri siyaset bilimine katkı sağlarken, fiziğin madde ve enerji konusundaki gelişmeleri de felsefeye yepyeni bir düşünce ufku açmıştır. Bu açıklamada, felsefeyle bilimin hangi özelliği vurgulanmıştır?

A)İşbirliği halinde olmaları

B) Farklı yöntemlere sahip olmaları

C)Birbirine zıt olmaları

D)Zaman içinde ilerleme göstermeleri

E)İnsan yaşamını olumlu etkilemeleri

 

 2. Felsefe insanın her konuda akıl yürütmesi için gerekli temelleri hazırlayarak onun bakış açısını genişletir. İnsana eleştirel düşünme yollarını öğreterek, onun toplum içinde söz söyleyebilme cesaretini kazandırır. İşte insanın kendi kendini yönetebilmesini sağlayan bu cesarettir. Bir toplumda sağlam akıl yürütmeler yapılamadığında, o toplumda düzenli bir işleyişte ortaya çıkamaz.

Buna göre felsefe, aşağıdakilerden hangisinin gelişimine zemin hazırlar?

A)        Demokratik bir yönetimin

B)        Sanatsal gelişimin

C)       Tarihsel bilincin

D)        Bilimsel gelişmelerin

E)        Mantık biliminin

 

3. Bazı insanlar felsefenin,”hayatın anlamı nedir?”türünden sorularla ilgilenilmesini gereksiz bulur. Bu türden soruları, boş oldukları karın doyurmadıkları ve somut bir sorunu çözemedikleri gerekçesiyle eleştirirler.

Bu düşüncedeki bir insanın felsefeyi eleştirme nedeni aşağıdakilerden hangisi olabilir?

A)        Felsefenin bilimlerin yöntemleriyle ilgilenmemesi

B)        Felsefenin hayret ve merakı gidermeye yönelik olması

C)       Felsefenin yaşamı olması gerektiği doğrultuda değerlendirmesi

D)        Felsefenin evreni tümel olarak ele alması

E)        Felsefenin gündelik problemlerin çözümüne yönelik düşünmemesi

 

4. Ne yazık ki felsefe, birçok soruya yanıt bulabilmiş olmasına rağmen, en güç soruya yani “felsefe nedir?”sorusuna tam yanıt verememiştir.”Felsefe” sözcüğü kadar anlam genişliği olan bir başka sözcük daha yoktur. Bugün herkes felsefeden söz ediyor; ama herkes felsefeden tamamen farklı şeyleri anlıyor.Bu durum, felsefenin hangi özelliğinden kaynaklanmaktadır?

A)        Varlığa bütün olarak yönelmesinden

B)        Akla dayalı olmasından

C)       Öznel bir etkinlik olmasından

D)        Sistemli olmasından

E)        Olması gerekene yönelmesinden

 

5.Nietzsche, insanı maymun ile üstün insan arasında bir köprü olarak görür. Zayıfların değil, güçlülerin yaşama hakkı olduğunu savunur. Acıma duygusunu reddeder ve merhametin, üstün insanda bulunmaması gereken bir duygu olduğunu savunur. Nietzsche’nin felsefesi Hitler’i etkilemiş ve Hitler bu etkilenmeyle dünyayı kana boyayan bir ideoloji üretmiştir. Buradan çıkarılacak sonuç aşağıdakilerden hangisidir?

A)        Filozoflar felsefelerine önyargısız ve eskimiş düşüncelerden arınarak başlarlar.

B)        Filozoflar düşünceleriyle tarihi ve toplumsal olayları etkilerler.

C)       Toplumda ortak kabul gören duygu ve düşünceler, filozofların düşüncelerini etkiler.

D)        Filozoflar, aynı konu üzerinde farklı zamanlarda, farklı düşünceler üretirler.

E)        Filozoflar için önemli olan problemleri çözmek değil, problemleri belirlemektir.

 

6.Filozof her şeyi bilen değil, bilgiyi ve bilgeliği seven, onu geçirmek için uğraşan kişidir. Filozof için başka bir amaç söz konusu değildir.Yukarıda filozofta bulunması gereken hangi özellik üzerinde durulmaktadır?

A)Faydayı amaçlamak

B)Varlığa tümel olarak yaklaşmak

C) Her şeye nesnel yaklaşmak

D) Salt bilgiyi aramak

E) Objektif davranmak

6. İnsan aklı öyle sorular tarafından rahatsız edilmektedir ki, akıl onları ne çözebiliyor ne de yatsıyabiliyor. Bu problemlerin özelliği tam olarak çözülememelerine rağmen bir türlü düşünceden atılamamalarıdır.

Bu durum aşağıdakilerden hangisini zorunlu kılmaktadır?

A)        Hayal gücüne yönelmeyi

B)        Akılcı düşünmeyi

C)       Deney ve gözlem yapmayı

D)        Metafiziğe dayalı düşünceyi

E)        Sezgilere güvenmeyi

 

7. Felsefe çözüm diye getirdiği sonuçlardan çok, evrenle ve insanla ilgili olarak ele aldığı sorunlarla ve bu sorunlara yaklaşım biçimi ile bir kimlik kazanır. Aranılan çözümleri versin ya da vermesin önemli olan felsefenin bize düşüncelerimizi zenginleştirmemizi sağlayan yeni ufuklar açmasıdır. Bu parçada felsefenin hangi özelliği vurgulanmaktadır?

A)        Evrensel konulara yönelmesi

B)        Soru sormayı daha fazla önemsemesi

C)       Mutlak bir bilgi sağlaması

D)        Geleceğe ilişkin öndeyide bulunması

E)        Aklın ilkelerince ortaya konması

 

8. Bir bilim adamının, doğruluğunu iddia ettiği bilimsel bilgiyi insanlara anlatması ve göstermesi mümkündür çünkü bu bilgi deneysel koşullarda sınanma imkânına sahiptir. Ancak filozofların ortaya koydukları sistemleri, insanlara gösterebilme ve doğruluğunu kanıtlayabilme gibi imkânları yoktur. Bu parçada sözü edilen durum felsefenin bilimden farklı olan hangi özelliğinden kaynaklanmaktadır?

A)        Bağımsız düşünceye dayalı olması

B)        Önermelerinin doğrulanamaması

C)        Varlığı bütün olarak ele alması

D)        Tarihsel gelişiminden soyutlanamaması

E)        Eleştirel bir yönteme sahip olması

 

9. Bir filozofun başka bir filozofun düşüncelerini kabul etmek bir zorunluluğu yoktur. Ancak bu durum filozofa başka hiçbir düşünceyi kabul etmeden diğer bütün düşünceleri yargılama hakkını vermez.Bu parçada filozofun hangi özelliği vurgulanmaktadır?

A)        Akla ve mantığa dayanması

B)        Evrensel olması

C)        Farklılığa açık ve hoşgörülü olması

D)        Objektif olması

E)          Varlığa tümel yaklaşması

 

10.Felsefe merakla başlar insanın evrendeki yerini anlamaya çalışması sonucunda ortaya çıkan merak, hayret ve şüphe insanı felsefe yapmaya yöneltmiştir. Peki, ama insan neyi merak eder? Bilimin tek tek varlık alanlarına yöneldiği yerde felsefe bütün varlık alanı ile ilgilenir. Bu nedenle bir “insan felsefesi “ “ varlık felsefesi “ “ değer felsefesi “ nin yanında bilim felsefesi dediğimiz bir alan da vardır. Öyleyse felsefenin çıkış noktası insan ve onun bu dünyadaki yeri ise varlığa ait her türlü bilgi bizim alanımıza dâhildir. Bu parçaya göre, felsefenin konusu nedir?

A)        İnsanın yaşayış şekli

B)        Bilimsel bilginin verileri

C)       Metafizik varlıklar

D)        Somut varlık alanı

E)        İnsana dair her şey

 

11. Felsefe ile din uzlaştırılamaz iki alan değildir ama çok da fazla ortak paydalarının olduğu söylenemez. Sorgulayıcı ve eleştirel olması felsefenin temel özelliği iken; dinin dogmatik olduğunu görüyoruz. Din, dogmatiktir çünkü dinden yana tavır koyan kişi Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya çalışır. Bu nedenle tartışılamaz olan din, felsefeden farklı bir özellik gösterir. Ancak felsefe evreni ve insanı anlama çabası ise felsefeyle dini, amaçları açısından çok farklı alanlar olarak değerlendirmek de yanlış olur. Paragraftan çıkarılabilecek sonuç aşağıdakilerden hangisidir?

A)Felsefeyle din uzlaşamaz iki alandır

B)Felsefe dini bilgiyi temellendiren araçtır

C)Felsefenin konusu metafizik konular olamaz

D) Felsefe ve din evreni ve insanı anlama çabası içindedirler

E)Din, Tanrının varlığını eleştirel bir üslupla kanıtlamaya çalışır

 

 

 

 

 

12. Galileo’nun serbest düşünme yasasını doğrulamak mümkündür. Ancak; Platon’un felsefesindeki, içinde yaşadığımız dünyanın dışında değişmeyen, ezeli-ebedi varlıklardan meydana gelen idealar dünyasını ispat etmek imkânsızdır .Buna göre, felsefeyi bilimden ayıran temel fark nedir?

A)        Olgusal olarak doğrulanamaz olması

B)        Evrensel konulara yönelmesi

C)       Somut kavramlarla ilgilenmesi

D)        Yalnızca olanı ele alması

E)        Sistemli olması

 

13. Felsefenin yüksek bir refah düzeyine sahip ve merak duygusunu tatmin etmeye çalışan bir toplumsal ortamda oluştuğunu görmek tesadüf değildir. Kişinin kendisine sunulanla yetinmemesi ve geleneksel düşüncelerden farklı düşünmeye başlaması felsefenin doğmasının ön koşuludur. İlk felsefi çabalarla Mitolojinin sunduğu bilgiler eleştirilmiş ve varlıklarla ilgili “ neden “ sorusu anlaşılmaya ve açıklanmaya çalışılmıştır.

Buna göre, felsefenin doğmasında,

I.                      Ekonomik düzeyin iyi olması

II.                     Yaşamı kolaylaştırma çabası

III.                    Geleneksel görüşlerin sorgulanması

Özelliklerinden hangilerinin etkili olduğu söylenebilir?

A) Yalnız I     B) Yalnız III      C) I ve II   

D) I ve III      E) II ve III

 

14.Felsefenin “neyim ben?” sorusuna Platon, Aristotales’ten çok başka bir yanıt verecektir. Platon’un felsefesi ruh kavramına odaklanırken, Aristotales’in felsefesi de bir o kadar doğa kavramına yönelecektir.

Bu parçada, felsefi sorulara verilen cevapların hangi niteliği vurgulanmaktadır?

A)        Tutarlı olma

B)        Öznel olma

C)       Belirsiz olma

D)        Sistemli olma

E)        Evrensel olma

 

15).Kimilerine göre düşünmek dünyanın en saçma işidir. Hatta soru sormak gereksiz sıkıntılara sahip olmamıza bile neden olur. İnançları, değer yargılarını ve eylemleri sorgulamak boş bir uğraştan daha fazla bir anlam ifade etmez. Oysa hayatı olduğu gibi kabullenirsek iç huzura ulaşmış oluruz. O halde bu bakış açısına sahip olan insanlara şu soruyu sormak gerekir: İnsanlığı en ilkel dönemden günümüze kadar getiren düşünce değil de nedir?Paragrafta aşağıdakilerden hangisi eleştirilmektedir?

A)Düşünmenin insanın en temel eylemi olduğu inancı

B)İnsanın soru sorarak hayatını anlamlandıracağı düşüncesi

C)İnsanların düşüncelerini eyleme yansıtamamaları

D)Düşünmenin toplumsal farklılıklar göstermesi

E)Sorgulamanın gereksiz bir eylem olduğu düşüncesi

 

16).Felsefenin doğum gününü kutlayamayacağınız ne yazık ki. Çünkü felsefenin insan hayatına ne zaman girdiğini kesin olarak bilen birisi yok. Onun Thales’le başladığını söylemek ise Thales’ten önce yaşayan insanların düşünmediğini, merak etmekmediğini söylemek anlamına gelir ki bu da onlara haksızlık olur. Felsefenin başlangıcı eski zamanların karanlığında bir yerlerde olsa gerek.Buna göre, felsefenin başlaması neyle açıklanabilir?

A)        Merakla başlayan düşünceyle

B)        Coğrafi koşulların değişmesiyle

C)       Mitoslara duyulan güvenin artmasıyla

D)        Ekonomik zenginliğin artmasıyla

E)        Tarihsel birikimin olgunlaşmasıyla

 

17).Yeni Çağ’da Galilei ve Newton, doğa felsefesinin fiziğe; Kopernik ve Kepler yine doğa felsefesinin astronomiye dönüşmesine öncülük ederler.19. yy.da ise bilimlerin felsefeden kesin olarak ayrılma süreci başlamıştır. Bu yüzyılda sadece doğa bilimleri değil insan bilimlerden felsefeden ayrılmıştır.Buna göre, aşağıdakilerden hangisine ulaşılabilir?

A)Bilim, felsefeyi etkilemektedir

B)Felsefe ve bilimin herhangi bir ilişkisi yoktur

C)Felsefe hiçbir zaman bilim olmamıştır

D)Bütün bilimlerin kaynağı felsefedir

E)Felsefe ve bilimin ilişkisi sürekli değişmektedir

 

18). Felsefe sadece herhangi bir alana ilişkin düşünmez aynı zamanda, o alana ilişkin ürettiği düşünceler üstüne de düşünür.Burada özellikle felsefenin hangi özelliği vurgulanmaktadır?

A)        Eleştirel bir düşünme etkinliği olduğu

B)        Kendi etkinliği üzerinde düşündüğü

C)       Evrensel konuları ele aldığı

D)        Bilimsel sonuçlar üzerine düşündüğü

E)        Soyut konuları ele alan bir etkinlik olduğu

 

19. Filozof, yaşamı içerisinde belli bir duruşa sahip olan, kendi yaşamını sorguladığı gibi içinde bulunduğu geleneksel düşünce ve inançları da sorgulayabilen insandır.Yukarıda, filozofun hangi özelliği vurgulanmaktadır? 

A)        Gerçeğin bilgisine ulaşmaya çalışır

B)        Akıl ilkeleri çerçevesinde düşünür

C)       Konularına eleştirel yaklaşır

D)        Yaşadığı koşullardan etkilenir

E)        Varlığa bütünsel yaklaşır

 

20). Felsefeci olduğunuzu söylemek, intihardan farksızdır. Birisi size mesleğinizi sormuşsa, felsefe okuduğunuzu ve öğrettiğinizi beyan etmeniz genellikle konuşmayı sona erdirir. Çoğu insanın gözünde canlanan felsefeci imgesi, meraklı, hayatın somut gerçekleriyle ilgisi olmayan fikirlerin ve ideallerin peşinden giden, sorulara anlaşılmaz cevaplar veren, fildişi kulesine çekilmiş biridir.Bu durum, felsefenin hangi özelliğinden kaynaklanmaktadır?

A)        Öznel ve deneysel olmasından

B)        Soyut ve teorik olmasından

C)       Anlamsız olmasından

D)        Cevaplarının değişmemesinden

E)        Varlığı ele almasından

 

21. Felsefi tartışmalarda büyük filozofların düşüncelerinden söz açılar ama kimse bu sistemlerden birisi ya da ötekini paylaşmak ya da kabul etmek zorunda değildir. Zaten hiçbir felsefe sistemi üzerinde de tamamıyla bir anlaşma olmamıştır. Çünkü bu sistemler çoğu zaman birbirini tutmayan Hatta karşı karşıya olan sistemdir. Bu durum, felsefenin hangi özelliğinden kaynaklanmaktadır?

A)        Bireysel olması

B)        Tutarsız olması

C)       Evrensel olması

D)        Yöntemsel olması

E)        Bütünsel olması

 

22. Bilim dünyasında, herhangi bir bilim adamı bir buluşu gerçekleştirememişse, bir başka bilim adamı o buluşu er ya da geç o buluşu gerçekleştirecektir. Ancak felsefe dünyasında durum farklıdır. Örneğin, Locke, “ insan anlığı üzerine bir deneme “ kitabını yazmasaydı bir başka filozof yazardı diyemeyiz.Bu durum, felsefenin hangi özelliğinden kaynaklanmaktadır?

A)        Nesnel olma

B)        Öznel olma

C)       Akla dayalı olma

D)        Bütünleştirici olma

E)        Soyut olma

 

23. Olayları anlamak isteyen birey, olayların bilgisini akılsal bir sistem içerisinde yorumladığı zaman felsefi bilgi üretmiş olur. O halde felsefi bilgi, akıl yürütmeler sonucunda elde edilmiş sistemli bir bilgidir. Bu parçada felsefenin hangi özelliği vurgulanmıştır?

A)        Kuşatıcı bir faaliyet olması

B)        Zihinsel bir faaliyet olması

C)       Evrensel konuları ele alması

D)        Merak ve hayret duygusunu gidermesi

E)        Eleştirel tavra sahip olması

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

1-. Felsefi bilgiler, ele alınan bir konudaki düşüncelerin, çelişki taşımayan akıl yürütmeler halinde, mantık ilkele­rine uygun olarak bir araya getirilmesiyle ortaya konur.

 Yukarıda felsefenin hangi özelliği vurgulanmıştır?

A) Genelliği B) Evrenselliği C) Yaratıcılığı D) Tutarlılığı   E) Sorgulayıcılığı

 

2-insanların çoğu, temel inançlarını sorgulamaz. insan öldürmenin niçin yanlış olduğunu, yalan söylemenin ni­çin olumsuz bir davranış olduğunu, temel hakların niçin korunması gerektiğini sorgulamadan, genel, toplumsal kurallara göre değerlendirir. Oysa felsefe, ele aldığı tüm konulara eleştirel bakış açısıyla yaklaşır, sorular sorar. Onları verili kurallarla değil, temel değerlerle sor­gular. Parçada felsefenin hangi özelliği vurgulanmıştır?

A)   Felsefe, toplumsal kurallara dayanır.

B)   Felsefe, eleştirel, sorgulayıcı ve düşünsel bir etkinlik­tir.

C)   Toplumsal kurallar, sorgulanmadan kabul edilmeli­dir.

D)   Felsefe, olumsuz davranışlara ilişkin kurallar koyar.

E)   Felsefe, toplumsal değer yargılarını belirler.

 

3-Felsefe, özel bir araştırma alanı olarak, diğer araştırma alanlarından, sorduğu sorularsn niteliği ile ayrılır. Felsefe sorularının hangi özelliği onu diğer alanlar­dan ayırır?

A)   İnanç alanına yönelik olması

B)   Olaylar arasındaki neden - sonuç ilişkilerini açıkla-

C) En genel kavramları sorgulaması

D)   Eleştirel ve sorgulayıcı olması

E)   Kesinlik bildiren yargılara ulaşması

 

4-

Bilginin Kaynağı Nedir? Bilginin Kaynağına Yönelik Farklı Görüşler

Bilginin kaynağının ne olduğunu nasıl ortaya konulduğunu ve doğru bilgiye ulaşmanın nasıl mümkün olduğu hakkındaki görüşleri ele alarak konunun çıkış noktasını bulmak mümkündür.

Hayatın her aşamasında bilgilerin ortaya konulmasından ve ortaya konulan bilgilerin genel geçer olarak herkese uygulanabilir olmasından sonra bilginin esas kaynağı araştırılır olmaktadır. Bilimin gelişmesi için elde edilen bilgilerin nereden geldiği ve kaynağının ne olduğunun merak edilmesinin yanında elde edilen bilgilerin kaynakları açısından birçok fikir akımı türemiştir.

Bilginin Kaynağı Nedir?

Bilimin ilerlemesi ve insanoğlunun bilim konusunda attığı adımların artmasıyla ortaya çıkan bilginin kaynağı sorusu birçok cevabı da beraberinde getirerek bilginin kaynağı hakkında değişik fikir alımlarını ortaya koymuştur. İnsanoğlunun varlığından itibaren ilk bilgi nasıl ortaya çıkmıştır ve insan ilk bilgileri nasıl elde etmiştir sorusu bu konunun açıklanması ihtiyacını ortaya koymuştur.

Bilginin Kaynağına Yönelik Farklı Görüşler Nelerdir?

Bilginin kaynağı ve insanın bilgiye ulaşma biçiminin nasıl olduğu sorusuna karşın birçok araştırma yapılarak farklı görüşler ortaya atılmıştır. Aynı zamanda bu soruya verilen yanıtlar ile felsefi sistemleri ve düşünce biçimlerini de ortaya çıkarmaktadır.

Bu görüşlerden ilki rasyonalizm görüşüdür. Rasyonalizme göre bilginin kaynağı akıldır. Duyu organları ile elde edilen bilgi kesin olmayıp değişken özellikte olması ile kesin bilgi sayılmamaktadır.
Rasyonalizme karşıt olarak Empirizm görüşü ortaya atılmıştır. Empirizme göre bilginin kaynağını deney ve gözlem oluşturmaktadır. Deney ve gözlem de ancak duygular ile yapılabilmektedir. Bu görüşlerden farklı olarak ortaya konulan bir başka görüş ise Entüisyonizm yani sezicilik olmaktadır. Entüisyonizme göre bilginin kaynağı sezgileri olmaktadır. Tüm farklı görüşler felsefe sistemlerini ortaya çıkarmıştır.

Karanlık bir odanın penceresinden önünüzdeki çalılığa baktığınızı düşünün. Çalılığın arasında bir şekil fark ettiniz ve bu şeklin bir dinozor olduğunu düşünmeye başladınız. Görmüş olduğunuz objenin bir dinozor hologramı olmadığını veya başka bir eşyayı bir dinozora benzetmediğinizi nereden bilebilirsiniz? Gerçekten bir dinozorun çalılığın içinde olduğundan nasıl emin olabilirsiniz?

Diyelim ki yanılıyoruz ve karşımızda bir dinozor olmadığı halde dinozor olduğunu kabul etmiş olalım. Bu yanlış kabulün nedeni dışarıdan zihnimize etki eden şeylerle mi (ortamdaki ışığın saydamlığı, tüketilen ilaç vb.) yoksa bizzat bizim zihinsel süreçlerimizle mi ilişkilidir?

Soruyu daha açık hale getirirsek, bilgiye ulaşmak için zihne ait süreçler mi yoksa bilme araçlarının güvenilirliği mi başlangıç noktamız olmalı? Bu soru, yazımızın ilerleyen bölümlerinde ele alacağımız bilginin gerekçelendirilmesine ilişkin İçselcilik-Dışsalcılık tartışması ile ilgilidir. 

Filozoflar felsefenin birçok alanına dair çeşitli sorular sormuş ve makul cevaplar aramışlardır. Öyle ki, insanların genelinin hemfikir olduğu belli başlı konularda dahi, felsefeciler arasında ciddi görüş farklılıkları bulunabilmektedir. Böylesi tartışmaların olduğu felsefe disiplinlerinden biri de epistemoloji yani bilgi felsefesidir. Epistemoloji şu sorulara cevap aramaktadır:

“Dünün Çarşamba olduğunu biliyorum.” türündeki bir ifade gibi “-dığını bilme” yüklemini içeren cümlelerin (buna önermesel bilme adı verilir) birçok anlamı olabilir. Bir şeyin bilindiğini iddia ederken belli başlı koşulları sağlayıp sağlamadığına odaklanmalıyız. Böylece, her ifadenin bilgi olarak tanımlanmasının önüne geçmiş ve bilgi kavramının ne anlama geldiğini daha iyi anlamış oluruz. 

1. A Priori ve A Posteriori

Bilgi felsefesindeki en temel ayrımlardan birisi, bilginin duyu verisi ve deneye dayanıp dayanmadığına göre sınıflandırılmasıdır. Yaygın bir yöntem olarak ilk elden tanımlama yapmaya girişmeyeceğiz. Bir soru sorarak başlayalım. 

Yukarıda doğru olduğunu bildiğimiz iki önerme mevcut. Ancak, doğru olduklarını bilmemize sebep olan şey nedir?

Neden Desteğe İhtiyacımız Var?

Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor. Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak... Daha fazla göster

Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.

Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.

Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.

Destek Ol

A önermesinin doğru olduğunu bir deneyime başvurmaksızın, aksini düşünmenin mümkün olmaması nedeniyle öne sürüyoruz gibi görünüyor. B önermesi ise aksi yönde bir deneyim ve duyu tecrübesi olmadığı için ve elimizdeki duyu tecrübeleriyle sağlam bir biçimde desteklendiği için doğrudur diyoruz. A önermesi a priori şekilde, B önermesi de a posteriori şekilde ulaşılan bilgiye örnektir. A priori bilgi terimi deneye dayanmayan, deneyden önce gelen ya da ondan bağımsız olarak ulaşılan bilgi için kullanılır. Örneğin şu önerme de a priori olarak doğrudur: "Enerjisi olmayan bir nesne olamaz."

A priori doğru olduklarına ulaştığımız önermelerin şunları kapsadığı düşünülmüştür: çıkarım kuralları, aksiyomlar, mantık, matematik, olasılık ilkeleri. Diğer yandan, a posteriori doğru önermelerin ise deneye ve duyu verilerine dayanan önermesel bilgiler olduğu ifade edilir. “Güneş doğudan doğar.” veya “Dünya yuvarlaktır.” gibi önermeler, bu bilgi sınıflandırmasına örnek olarak verilebilir.

AristotelesZendali Bros

Bu sınıflandırmayı felsefe tarihinde ilk öne süren Aristoteles’tir. Ona göre ilk, evvel ya da önce olan a priori, ilk ilkeler ya da kesinler olarak görülür ve apaçıktır. Ayrıca Aristoteles’e göre, a priori önermeler olmaksızın bilgilerimizin doğruluğundan emin olamayız. Bilme sürecinin kendisi ilk ilkelerin tespit edilmesiyle başlar; felsefenin en önemli faaliyetlerinden biri de bu ilkeleri tespit ederek doğru bilgiye ulaşmaktır (Irwin, 2003:3). Diğer yandan algılarımız ve tümevarım yoluyla edindiğimiz bilgilerimizin büyük bir kısmını ise a posteriori bilgileri oluşturmaktadır. 

Bilginin Kaynağına Dair Tartışmalar

A priori bilginin doğuştan gelen bilgi, a posteriori bilginin ise sonradan deneyimle elde edilen bilgi olduğu yönündeki geleneksel ayrım birçok tartışmaya neden olmuştur. Bilginin kaynağına dair tartışmalar, 18. yüzyıldaki filozofların en çok üzerinde durduğu konulardan biriydi. Descartes, Leibniz ve Spinoza gibi filozoflar a priori bilginin; Locke, Hume ve Berkeley gibi deneyciler ise a posteriori bilginin gerçek dünyadaki bilgilerimizin temeli olduğunu düşünüyordu (Başdemir, 2011:40).

Kant, iki farklı yaklaşım arasında dengeli bir pozisyon bulma amacıyla, mantık ve matematik gibi zihinsel süreçlerin a priori ama dünyanın varlığı ve durumu ile ilgili olanları a posteriori olarak kabul etmeyi önerdi.

Tam bu noktada epistemolojideki en önemli sorulardan biri açığa çıkıyor: A priori bilgi deneyim ile gelmiyorsa ona nasıl sahip oluyoruz? Bu bilginin temeli nedir?

Bu sorulara cevap vermek konusunda aceleci davranmamalıyız. Kant böylesi bir soru ile karşılaşacağını tahmin ederek öncelikle a priori bilginin doğru bir tanımını yapmaya çalışmıştır. Kant a priori bilgide deneyime dayalı bazı unsurların bulunabileceğini düşünerek yola çıkar. Örneğin “Başlangıcı olan her şeyin bir sebebi vardır.” önermesi a priori olmakla beraber ‘başlangıç’ terimi deneyime dayalıdır. Bu noktada Kant’ın a priori olma kriteri olarak benimsediği iki nitelik öne çıkar; zorunluluk ve evrensellik. Artık Kant’ın tanımlaması daha açıktır; “A priori önermeler, zorunlu ve evrensel olan önermelerdir.”

Immanuel KantFee

Kant’ın bu ayrımı felsefe tarihinde önemli bir yer tutsa da, Kripke gibi çağdaş filozoflar a priori olmak ve zorunluluk arasında görülen bağlantıya bazı eleştiriler sunmuştur. Zorunlu olmayan a priori önermeler ve zorunlu a posteriori önermeler (örn. “Her insan ölümlüdür”) olabileceğini söylemek makul görünüyor. Bu tarz eleştiriler, zorunluluk kavramının genellikle a priori olmayla ilişkilendirilen kipsel/modal bir ifade olmasına karşın, a priori olandan ayrılmaz olmadığını da bize göstermektedir.  

Kant’ın bahsettiğimiz epistemoloji anlayışı, tüm bilgilerimizin deneyle başladığı ancak deneyden çıkarsanmadığı fikri, yorumcular için genel bir kabuldür. Bu kabulü örnek vererek açmaya çalışalım; “Bütün dur işaretleri kırmızıdır” önermesi, deneye dayalı ve sonradan öğrenilen a posteriori bir bilgidir. Kırmızı dışında başka bir renkle ya da işaretle de ifade edilebilir ve böylece farklı bir şekilde öğrenilebilirdi. Ancak "Bütün dur işaretlerinin anlamı dur demektir." önermesi a priori bir ifadedir, deneye başvurulmadan bilinebilir (Çüçen, 2012:45). Bu örnek ile birlikte, trafik işaretlerini deneye bağlı olarak öğrenmemize ve a posteriori bilgi elde etmiş olmamıza rağmen, deneye bağlı olmayan a priori bir ifade de elde edebildik. Ancak soruyu hala tam anlamıyla cevaplamış değiliz:

Deneye Bağlı Olmayan Bir Bilgi Mümkün mü? 

Pollock ve Cruz gibi çağdaş düşünürler, a priori bilginin varlığına yönelik matematiksel ve mantıksal doğruların varlığının ciddi bir kanıt olarak ele alınması gerektiğini düşünseler dahi, deneyimden bağımsız ve a priori tanımlamasına şüpheyle yaklaşırlar (Pollock, Cruz, 1999:17). A priori doğruların varlığını kabul etmeye yönelik bir yaklaşım olan “a priori sezgicilik” konusunda en bilinen savunuculardan biri Robert Audi’dir.

Audi için a priori doğrular, doğrudan ve sezgisel biçimde kavranan doğrulardır (Audi, 2005:101). Pollock ve Cruz, bu noktada a priori doğruların, sezgilere dayandığını ve sezgilerimizin psikolojik bir süreçle ilişkili olması gerekçesiyle güvenilir olamayacağını düşünürler. 

Bilgiye dair en temel tartışmalardan birisi olan a priori ve a posteriori ayrımı hala çağdaş epistemolojinin süregelen konularından birisidir. Şimdi 20. yüzyıl analitik epistemolojisini derinden etkileyen, bilginin koşulları sorununa değineceğiz.  

2. Bilginin Tanımlanması ve Bilmenin Koşulları

Epistemologlar bilmenin belli başlı koşulları ve ölçütleri olduğunu iddia etmişlerdir. Bu konuda en geleneksel görüş, bilginin gerekçelendirilmiş doğru inanç olduğu iddiasıdır. Bu tanımdan yola çıkarak bilginin koşullarını üç ana parçaya ayırmamız mümkündür. Bunlar doğruluk koşulu, gerekçelendirme koşulu ve inanç/kabul koşuludur. 

Yıldızlar Neden Oluşur (Sarah Allen)

On iki yaşındaki Libby, bilime oldukça meraklı, iyimser bir kızdır ve bazı tanınmış arkadaşları vardır (tamam, bu sonuncusu yalnızca kendi kafasında öyle olabilir). Nazik, zeki, cesur, eğlencelidir; ancak piyano çalma, sakince oturma ve doğru şeyi doğru zamanda söyleme konularında pek de iyi değildir. Libby, Turner sendromuyla doğmuştur ve bu, yaşamında bazı şeyleri onun için zorlaştırmaktadır. Yine de onu seven pek çok insan etrafındadır ve bu onu oldukça şanslı bir kız yapmaktadır. Libby, ablası Nonny’nin hamile olduğunu öğrendiğinde çok heyecanlanır, ama endişelenir de. Çünkü Nonny ile eşi ekonomik sıkıntılar yaşamakta, ayrıca Libby her bebeğin sağlıklı doğmayabileceğini bilmektedir. Bu yüzden evrenle bir anlaşma yapar: Yıldızların neden oluştuğunu keşfeden ilk bilim insanı Cecilia Payne hakkında bir projeyle bilim yarışmasına
katılacaktır. Büyük ödülü kazanırsa bütün parayı Nonny ile ailesine verecek, bebek de kusursuz bir şekilde dünyaya gelecektir. Kendisi de Turner sendromlu olan yazarın kaleminden bir X kromozomu eksik olan küçük bir kızın kendini tanıma, yaşamı ve evreni anlamlandırma yolculuğuna şahit olurken, ablası ve onun bebeği için verdiği çabalar içinizi ısıtacak.

Bilgiler ve Uyarılar:

  1. Bu ürün sipariş alındıktan 1-3 gün içinde postalanacaktır.
  2. Lütfen sipariş vermeden önce iade ve ürün değişikliği ile ilgili bilgilendirmemizi okuyunuz.
  3. Bu kampanya, Panama Yayıncılık tarafından Evrim Ağacı okurlarına sunulan fırsatlardan birisidir.

Devamını Göster

₺55.00

Yıldızlar Neden Oluşur (Sarah Allen)

Satın AlTüm Ürünler

Bilginin ilk koşulu olan Doğruluk Koşulu, geleneksel olarak gerçeklik ya da olguya uygun olma anlamına gelir. Epistemolojide doğruluk ile ilgili ifadeler zihinsel yapı ve özelliklerden değil, zihnimizden bağımsız varlıklarla ifadelerimizin uygunluğu anlamına gelir. Burada doğrunun, olgularla tekabül etme ilişkisine dayanan tekabüliyet/benzeşme kuramını varsaymaktayız. Bu kuramdan yola çıkacak olursak, doğru olmayan şey bilinemez; bu açıdan bilginin ilk koşulu tanımlamış olur. Bu koşulu daha iyi anlamak adına şu soruyu kendimize sorabiliriz:

Doğru Olmayan Şey Bilinebilir mi?

S adında bir kişinin Q adında bir önermeyi bildiği iddiası, S’nin Q’nun doğruluğunu benimsediğini söylemek anlamına da gelir. Ancak bu koşul birçok itiraza sebep olmuştur. Bir önermenin içeriğinin doğru olduğunu bildiğimizi iddia ederken, doğruluğun kendisi hangi doğrulama ile sağlanmaktadır?

Bu bizi, bilmenin ne anlama geldiği üzerine düşünmeye sevk etmektedir. Kimi felsefeciler bilmeyi, inanmanın bir türü olarak tanımlamayı tercih etmişlerdir. Bu, İnanç Koşulu olarak bilinen diğer bilgi koşulunun kabul edilmesine sebep olmuştur. Burada inanç ifadesinden kastımız, kabul etmekle eşdeğerdir. S kişisinin, Q’ya inanması demek S’in Q’yu kabul ettiği anlamına gelir.

Her İnanç, İman Değildir!

Örneğin, elimi ileri ve yukarı doğru kaldırıp elimdeki kalemi bırakmayı planlıyorum. Bu durumda hem kalemin düşeceğine inanırım hem de düşeceğini kabul ederim. Türkçe’de inanma farklı anlam çağrışımlarına sebep olduğu için, inancı salt dini anlamda ya da dayanak sahibi olmaksızın kabul etme anlamında kullanmadığımızı belirtmek isteriz; kast ettiğimiz şey iman (faith) değildir. Diğer yandan, inanç kavramına dair önermesel olmayan inanç türünü işaret etmediğimizi eklemek isteriz; burada inanç derken önermesel olan ve kabule dayanan bir zihin halinden söz ediyoruz.

Örneğin Dünyanın düz olduğuna inanmıyorum. ile Dünyanın düz olduğunu kabul etmiyorum. ifadeleri buradaki inanç tanımına göre eşdeğerdir. Böylece öznenin, bir önermenin doğruluğunu tasdik etmeye dair zihinsel durumuna inanç ya da kabul, bilgiye dair söz konusu koşula da İnanç/Kabul Koşulu ismini verebiliriz.

Epistemoloji tarihinde birçok düşünür için inancın bilgiye kıyasla daha alt bir zihinsel durum biçimi olarak görüldüğünü eklemekte fayda var. Çünkü bilginin salt inanç sahipliğine kıyasla sahip olunması daha iyi ve tercih edilebilir olduğu kabul edilir.

Önermesel inanç, bir önermenin içeriğinin doğruluğunu kabul etmeye dayanır. “İstanbul’daki seçimleri X’in kazanacağına inanıyorum.” ifadesinde, önermenin içeriğinin doğruluğuna inanmayı kast ediyoruz. Aynı zamanda, bu inanca yönelmemizde seçim anketleri, medyadaki etki ya da genel kamuoyu gibi bazı nedenler etkili olabilir. Kanıt ya da bilme araçlarının güvenilirliğine bağlı olarak inancı oluşturan koşullardaki değişim, inanç seviyesini de değiştirebilir.

Diğer yandan, S’nin Q olduğunu bilmesi, S’nin Q olduğuna inanmasının bir türüyse; bu türü bizzat inancın kendisinden nasıl ayıracağız? S’in Q’ya dair sahip olduğu inançların doğru olması tek başına yeterli değildir. S kişisinin Q’ya dair doğru inancını oluştururken bu inancını gerekçelendirme biçimi, S’in Q’ya dair sahip olduğu bilgi için temeldir. Diğer yandan her doğru inanç bilgi değildir, o halde hangi doğru inançlarımız nasıl bilgiye dönüşür?

Doğru İnancı Bilgi Yapan Nedir?

Felsefe tarihinde bu soruya verilmiş popüler yanıtlardan biri gerekçelendirme olmuştur. Gerekçelendirme Koşulu, bir öznenin bildiğini iddia ettiği şeyi biliyor olma iddiasının çeşitli dayanaklara sahip olmasını ifade eder.

Sahip olduğumuz doğru inancı, bilgi kaynaklarımızdan yola çıkarak elde ettiğimiz dayanağa ekleriz. Bu dayanağa bizim inancımız için sahip olduğumuz gerekçe denir. Örneğin; “Çıplak elimi suya sokarsam ıslanır.” önermesine inanmamızın gerekçesi, suyun ıslanmaya sebep olmasına ya da çıplak elin ıslanabileceğine dair sahip olduğumuz inançlarımızın gerekçeleridir. 

Doğru inançları gerekçelendirmek, bilgi tanımımızda yer almayan şans faktörünü dışarı atar. Sezgisel olarak söyleyebiliriz ki bir şeyi bilmek şans eseri olan bir şey değildir. Doğru inancın bilgiye dönüşmesi olarak gerekçelendirme, inançla doğruluk arasında rastlantısal olmayan bir ilişkiyi ifade eder. Bu ilişkiye bilişsel başarı da denmiştir.

BBN Times

Genel anlamıyla gerekçelendirme, doğru inancı bilgiye dönüştüren lokomotif olup dört farklı işleve sahiptir. İlk işlev, doğru inancı bilgi yapma, ikincisi bilginin doğruluğu hakkında güven verme, üçüncüsü bilmeden bilen kişiyi sorumlu kılma ve sonuncu işlev de bilginin sorumluluk ve gerekliliğine uygun davranmaktır.

Epistemolojide genellikle epistemik gerekçeler epistemik olmayan gerekçelerle oranla daha fazla tartışılmıştır. Gerekçelendirme birçok düşünür tarafından farklı olarak tanımlanmıştır; Platon için logos, Farabi için bilince varma, Plantinga için teminat, Ayer için doğru olmaya hakkı olma, Chisholm için olumluepistemik statü, Sosa içinse epistemik statü, gerekçelendirmenin anlaşılma biçimlerinden bazılarıdır(Başdemir, 2011:133).

20. yüzyıl ortalarında dek bilgi ile kast edilen, bu üç koşulun sağlanmasıydı. Bu üç koşul (doğruluk, inanç/kabul, gerekçelendirme) ile beraber “standart bilme çözümlemesi”nin veya diğer ismiyle “üç parçalı çözümleme”nin sınırlarını çizmiş oluruz. Buraya kadar ifade etmek istediğimiz şuydu; doğru inançlar tek başına bilgi için yeterli değildir. Platon bu nedenle şu soruyu sorar (Platon, Theatetus, 201b, 201c):

Bilgi Olması İçin, Doğru İnanca Ne İlave Etmemiz Gerekir?

Gerekçelendirilmiş doğru inanç ifadesi ile tanımlanan üç parçalı bilgi, Antik Yunan felsefesinden beri süregelen geleneksel bilgi tanımıdır. 

Gettier, bu üç parçalı bilgi tanımının muhtemelen en etkili eleştirisini ortaya koymuştur. Bu kritik, literatürde Gettier Problemi adı ile yer etmiştir ve epistemolojide öyle etkili olmuştur ki 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren epistemolojinin başlıca probleminin Gettier Problemi olduğu söylenebilir.

Edmund GettierPedro Farias

Gettier üç parçalı bilgi tanımını eleştirdiği makalesinde şöyle bir ifade kullanarak "S, Q olduğunu nasıl bilir?" sorusuna verilen geleneksel cevaba işaret eder: 

"S, Q olduğunu ancak: 

bilir."

Epistemologlar “gerekçelendirme” terimini daha iyi anlamak için şu soruları sormuşlardır: Gerekçelendirme, doğru inancı bilgiye dönüştürmek için yeterli midir? Daha açık bir şekilde sorarsak; eğer gerekçelendirilmiş doğru bir inancımız varsa, her zaman bilgiye de sahip olur muyuz?

Bu soru, çağdaş epistemolojide Gettier Problemi başlığı altında yoğun bir şekilde tartışılmıştır. Gettier, bilginin üç parçalı tanımının şemasını çizmiş; birazdan söz edeceğimiz eksikliğine işaret etmiş ancak problem ile ilgilenmeyi problemle ilgili meşhur makalesinin ardından bırakmıştır.

Diğer yandan gerekçelendirme üzerine başlayan tartışmalar çağdaş epistemolojide Temelcilik (foundationalism), Bağdaşımcılık (coherentism), Güvenilircik (reliabilism), Kanıtçılık (Evidentialism), Pragmatizm, Deontoloji, Doğalcılık ve İçselcilik-Dışsalcılık, Asli İşlev (profer function), Doğruluğu Takip Etme (tracking the truth), Bilginin Normatifliği, Sarsılmazlık (undefeasibility), Olumlu Epistemik statü, bilişsel başarı, Erdem Epistemolojisi gibi sınıflandırmalar ve yaklaşımlar doğurmuştur (Başdemir, 2011, 109).

Şimdi Gettier Problemi’nden bahsedelim. 

2.1. Gettier Problemi

Üç parçalı bilgi çözümlemesi Antik Yunan döneminde Sofistlerin bilgiyi algı ile özdeşleştirerek, algının da göreceli olmasından dolayı bilginin de göreceli olduğu iddialarına karşı geliştirilmiştir. Sofistlerin yaklaşımı, nesnel bir bilgiyi mümkün görmemektedir. Theatetus Diyaloğu'nda Platon tarafından tasarlanmış olan üç parçalı geleneksel epistemoloji, Kant, A. J. Ayer ve Roderick Chisholm tarafından da desteklenmiştir (Moser, 2018,46). Kökenleri Platon’un Theaetetus Sorunu’na dayanan bu çözümlemeyi bir örnek vererek açalım:

Dün bulunduğumuz şehirde çekirge baskını olduğunu biliyorsam; o zaman çekirge baskını olmuştur ve çekirge baskını olduğuna inanıyoruzdur. Bu ifadede, çekirge baskını olması doğruluk, diğeri koşul da inanç koşuludur. Böylece bu türden bir bilgi sahibi olmak, aynı zamanda doğru inanç sahibi olmak anlamına gelir. Bir ifadeyi bildiğimizi ama ona inanmadığımızı söylemek makul ve anlamlı değildir.

Diğer yandan bilgi için doğru inanç tek başına yeterli değil gibi görünüyor. Başka bir örnek verelim: Dün ayrıldığımız şehirde, çekirge baskını olduğuna inandığımızı ifade ediyor olalım. Ancak, bu çekirge baskınının gerçekten olduğuna inanmak konusunda hiçbir gerekçemiz olmasın. Yine de dün ayrıldığımız şehirde bir çekirge baskını olursa; doğru inanca sahip olsam bile buna bilgi diyemeyiz. Çünkü gerçekten çekirge baskını olmasa bile, “Dün ayrıldığımız şehirde çekirge baskını var.” ifadesini kabul ediyor olacaktık. Hiçbir gerekçemiz olmasa bile, böylesi bir ifadeyi (doğru inanç içeren ifade) kabul etmemiz ve gerçekten çekirge baskını olması arasındaki tek bağlantı (gerekçemiz/kanıtımız olmadığı için), şansa dayanmaktadır. Çekirge baskını olduğuna yönelik doğru inancımızı şansa dayandırmamız doğru değildir. Bir şeyi bilmek, şans faktörüyle uyuşmamaktadır. Şans faktörü, doğru inanca ekleyerek bilgi tanımına ulaşmamızı sağlayacak koşul olamaz. Bu noktada doğru inancın bilgi olması için en makul ilave koşul gerekçelendirmeymiş gibi görünüyor.

Çekirge Baskını!Time

Televizyon haberleri veya radyo programlarında dün ayrıldığımız şehirde çekirge baskını olduğu söylenirse, doğru inancımız için bir gerekçe sahibi olmuş oluruz. Haberleri bilmeden önce şans faktörü ile sahip olduğumuz doğru inancımızın, haberleri duymamızın ardından bilgiye dönüşebileceğini görebiliriz. Burada üç parçalı bilgi tanımını doğru kabul etmeden örnek vermeye çalıştığımızı belirtmemizde yarar var. Çünkü şimdi göreceğimiz gibi bu tanıma yapılmış oldukça ciddi bir eleştiri vardır.

Edmund Gettier, 1963 yılında yazdığı “Gerekçelendirilmiş Doğru İnanç Bilgi midir?” adlı ünlü makalesi ile bir adım daha ileri gider ve Theaetetus problemini Gettier problemine dönüştürür. Gettier, gerekçelendirilmiş doğru inanç sahibi olunması durumunda da üç parçalı bilgi tanımının söylediğinin aksine inancımızın şans eseri olabileceğini ve dolayısıyla bilgi olmayabileceğini iddia etmiştir. Yani nasıl ki şans faktörü sebebiyle doğru inanç bilgiye dönüşmüyorsa, gerekçelendirilmiş doğru inanç da bilgiye dönüşemeyebilir.

Bilginin koşulları olarak tanımlanan doğruluk, inanç ve gerekçelendirme üçlüsünden, özellikle gerekçelendirme oldukça tartışmalı bir koşuldur. Gettier’in sorunu üçüncü unsur olan gerekçelendirme üzerine tartışmalara hız kazandırmıştır. Yani, “X, Y’yi biliyor” yerini “X, Y’yi biliyor’u bilme”ye bıraktı. Gerekçelendirme kimileri için biliyor olduğunu bilmeye ilişkindir. 

Gettier problemine üç farklı yaklaşım söz konusudur. İlk yaklaşım üç parçalı bilgi tanımının aynen korunması gerektiğini düşünenlerdir; I. Thalberg, G. Dawson, C. Pailthorp ve R. Chisholm bu yaklaşımın savunucularıdır. İkinci yaklaşım ise gerekçelendirmenin anlamını sınırlandırarak dördüncü bir koşul/unsur önermişlerdir; A. Plantinga, R. Nozick, A. Goldman, K. Lehrer bu yaklaşımın savunucularıdır. Üçüncü yaklaşımsa çok daha radikal olup, geleneksel epistemolojinin 'gerekçelendirme' gibi terimlerini anlamsız, gereksiz ve boş olarak görür; R.Rorty ve W.V.O. Quine bu yaklaşıma dahil edilebilecek filozoflardandır. 

2.2. Gettier Örnekleri

Gettier, geleneksel bilgi tanımının yetersizliğini (ve gerekçelendirme konusunun önemini) Gettier karşı-örnekleri (Gettier counterexamples) denen senaryolarla ortaya koymuştur. Bu örnekler temelde gerekçelendirmenin doğru inancı bilgi yapmaya yetmeyeceği iddiasını göstermeye yöneliktir. Gettier probleminin özü doğru bir önermeden çıkarılmış yanlış bir önermeye olan inancın gerekçelendirilmiş; hatta gerekçelendirilmiş doğru inanç, olsa bile bilgi sayılamayacağıdır. Bu örnekleri daha anlaşılır kılmak için ana mantığı bozmaksızın küçük değişikler yapalım:  

Berat ve Can, bir iş başvurusu yapacaklardır. Berat’ın şu önermelerle ilgili güçlü kanıtlarının olduğunu düşünelim: 

Q: Can, işe alınacak kişidir ve Can'ın cebinde 10 adet misket vardır. 

Berat’ın (Q) konusundaki kanıtı, şirket yöneticisinin ona Can'ın seçileceğini söylemesidir. Bunu söylemeden hemen önce Berat, Can'ın cebindeki 10 misketi biliyor olsun. Bu durumda Q önermesi şunu gerektirir:

Y: İşe alınacak kişinin cebinde 10 adet misket vardır. 

Berat’ın Q’dan Y’ye geçmenin gerekliliğini gördüğünü ve sahip olduğu kanıttan dolayı Q’ya dayalı olarak Y’yi kabul ettiğini düşünelim. Bu durumda Berat Y’nin doğru olduğu inancını gerekçelendirmiş olur.

Şimdi şunu hayal edelim: İşe Can'ın yerine Berat’ın alınacağını ve Berat’ın bunun bilmediğini düşünelim. Berat’ın da cebinde 10 tane misket olsun ve bu misketlerin varlığından habersiz olsun. Bu durumda, Berat’ın Y’yi çıkarsadığı Q önermesi yanlış olsa dahi Y doğru olacaktır. Yani işe alınacak kişinin cebinde 10 misket olan Can olduğu Q önermesinin yanlış olmasına karşın, cebinde 10 misket olan birinin işe alınacağı Y önermesi yine de doğru olur. Böylesi bir durumda aşağıdakilerin hepsi doğru olur; 

Ancak Berat kendi cebinde ne kadar misket olduğunu bilmemesine ve yanlış bir biçimde inancını, işe alınacak kişi olduğuna inandığı Can'ın cebindeki misketlere dayandırmasına rağmen (Y önermesi), Y önermesi Berat’ın cebindeki misketlerin sayısından dolayı doğrudur. 

Bu örneğin amacı, bir doğru inancın gerekçelendirilmiş olmasına rağmen hafıza, algı veya şans gibi faktörleri dışarıda tutamadığını göstermektir. Bir önermeyi bilgiye dönüştürmek için doğruluk, inanç ve gerekçelendirme yeterli olamamaktadır. "İşe alınacak kişinin cebinde 10 misket var" önermesine olan inanç gerekçelendirilmiştir ve doğrudur. Ancak bu inanç yine de tesadüfen doğru çıkmıştır, şans faktörü ortadan kaldırılamamıştır, ve dolayısıyla bilgi değildir.

Uzun bir süre Gettier problemi çağdaş epistemolojinin merkezinde yer almıştır. Şunu eklemek gerekir ki Gettier problemi a posteriori ve çıkarıma dayalı önermesel bilgi ile ilişkili olup, a priori ve tümdengelimsel bilgi türleri için geçerli değildir. 

2.3. Gettier Problemine Verilen Cevaplar

Gerekçelendirilmiş doğru inanç tanımına Gettier probleminden yola çıkılarak yapılan eleştiriye bazı cevaplar verilmeye çalışılmıştır. Literatürde, geleneksel tanımı kurtarmaya yönelik pek çok girişim olsa da, bu yazıda bu girişimlerden sadece üç tanesine değineceğiz. 

Bunlardan biri, doğru inancın oluşturulması ve gerekçelendirilmesinin güvenilir bir sürece bağlanabilmesidir. Doğru inançlarımızın gerekçelendirilmesinin yeterli olma durumu, bu inançların uygun bir biçimde nedensel olarak ortaya çıkması ile garanti altına alınabilir (Goldman, 2018:175).

Steve adında bir biyolog, Afrika savanasında belli hayvan türlerini inceliyor olsun. Uzak mesafede, belli belirsiz sadece siyah çizgili beyaz bacaklarını görebildiği bu türlerin zebra olduğunu düşünüyor. Ancak, gördüğü hayvanlar aslında zürafagillerden okapi türüne ait canlılar. Buna rağmen, aralarında fark ettiği bir canlının ise aslında gerçekten zebra olduğunu düşünelim.

OkapiPxHere

Bu noktada, Steve’in okapiler arasında zebrayı keşfedebilmesi doğru inanç oluşturabiliyor olmasına bir örnektir. Ancak, Steve’in gerçek zebrayı okapilerden ayırt edemiyor oluşu, gerekçelendirdiği bu doğru inancın gerçekten bilgi oluşturduğuna dair şüphe oluşturmaktadır. Eğer Steve ek olarak, okapi ile gerçek zebra arasında bir ayrım yapabiliyorsa, güvenilir görsel/algısal süreçlerle edindiği bu inancını gerekçelendirebiliyor demektir.

Bir Gettierci, bu örnekte gerekçelendirilmiş doğru inancın bilgi oluşturmakta yetersiz olduğunu ve inançların doğruluğunu tespit edecek ek bir ayrım edebilme ölçütünün eklenmesinin bilgi tanımını dört parçalı hale getirdiğini iddia edebilir. Ancak, okapi ile oluşturulan inancın (okapilerin zebra oldukları inancı), güvenilir bir süreçle oluşturulmadığı ve gerekçelendirilmiş doğru inanç olamayacağını da rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu durumda, gerekçelendirilmiş doğru inanç, güvenilir bir nedensel sürece dayandığı zaman bilgiye dönüşebilir. 

Gettier problemine bir diğer çözüm önerisi de siyaset felsefesindeki çalışmalarıyla bilinen R. Nozick tarafından sunulmuştur. Nozick’in Doğruyu İzleme Kuramı'na göre, inancın bilgi sayılabilmesi için gerekçelendirilmiş doğru inanca sahip olmak yerine söz konusu inanca farklı koşullarda da sahip olabilmek gerekmektedir.

Bu kurama göre, Steve okapiler arasındaki zebranın, zebra olduğuna inanmasının bilgi olabilmesi için o zebranın da okapi olması durumunda onun zebra olduğuna inanmamasını gerektirmektedir. Eğer o zebra bir okapi olsaydı da Steve onun zebra olduğuna inanacaksa Steve okapiler arasındaki zebranın zebra olduğunu bilmiyor demektir.

Nozick, kuramına gelebilecek şüpheci eleştirileri (kavanozdaki beyinler, kötü şeytan vb. bunlara yazımızda değineceğiz) devre dışı bırakmak için mümkün dünyalara başvurmuştur. Buna göre, Steve’in zebranın zebra olduğuna dair sahip olduğu inancın bilgiye dönüşmesi, en yakın mümkün dünya da ya da yakın mümkün dünyalarda da bu inancın doğruluğu izlediğini varsayarak sağlanabilir. Nozick’in kuramı, Gettier problemini tam olarak ortadan kaldırmamakla beraber sezgisel olarak makul görünmektedir. 

Gettier problemine verilen bir diğer cevapsa inancı çürüten olguların olmaması koşulunun eklenmesidir. Bu koşula göre, gerekçelendirilmiş doğru inançların bilgiye dönüşmesi için bu inançların tamamıyla gerekçelendirilebilir olması gerekir. Berat’ın işe alınacak kişiye dair sahip olduğu inanç çürüten adı verilenbazı olgular tarafından çürütülmektedir. Berat eğer işe alınacak kişinin Can olmadığını bilseydi kendisinin 'İşe alınacak kişinin cebinde 10 misket var' inancına dair sahip olduğu gerekçelendirme ortadan kalkmış olacaktı. Bundan dolayı Berat'ın bu inancı tam gerekçelendirilmiş değildir. Bu durumda, bu inancın yetersiz gerekçelendirilmiş olması, bilgiye dönüşmesini engeller. Bu tez, gerekçelendirme için ek bir koşul ortaya koymaktadır. Bu da gerekçelendirmenin tam olması, yani çürütenlerin olmaması koşuludur. Diğer bir deyişle, gerekçeniz belli olgular tarafından çürütülememelidir. 

Analitik epistemoloji tarihinin anlamlı bir bölümünü meşgul eden Gettier problemine değindikten sonra, gerekçelendirmeye dair bazı farklı yaklaşımları ele alacağız. Gerekçelendirmeye dair temel ayrımlardan biri gerekçelendirmenin, bilgi sahibi kişi tarafından bilincinde olunması gereken bir süreç mi yoksa bilincinde olunmadan, zihin dışı koşulların uygun oluşuna göre gerçekleşebilecek bir süreç mi olduğu sorunsalına dayanmaktadır. Literatürde bu ayrıma içselcilik ve dışsalcılık ayrımı denmektedir.  

3. Gerekçelendirme: İçselcilik ve Dışsalcılık

Çağdaş epistemolojide gerekçelendirmeye dair birçok alt türe sahip iki farklı yaklaşım vardır. Bu iki farklı yaklaşıma içselcilik (internalism) ve dışsalcılık (externalism) denmektedir. Bu terimler bilindiği kadarıyla ilk kez 1980’de BonJour ve Goldman tarafından kullanılmıştır. Literatürde bu kavramların yerleşmesine ise Chisholm’un etkili olduğu kabul edilmektedir. İçselcilik epistemik gerekçelendirme için gerekli olan tüm unsurların öznenin zihninde bulunması ya da bilişsel olarak özne için erişilebilir olması gerektiği anlamına gelir. Yıllar içerisinde içselcilik-dışsalcılık tartışmalarından doğan muazzam bir literatür oluşmuştur; çoğu epistemolog bu iki yaklaşımı rakip olarak görse de bazıları için rakip olma değil farklı konularla ilgilenme durumu söz konusudur. 

İçselciliğin kökenleri takip edilirse Platon, Aristoteles ve Descartes’e kadar gidilebilir. Bu ayrımın temelleri şu soruda belirginleşir: “Bir şeyi biliyor olduğumuzdan nasıl emin oluruz?” Doğru inancımızın bilgiye dönüşmesini sağlayacak gerekçelendirmemizin içerdiği teminat nereden kaynaklanır?

İçselciler, epistemik gerekçelendirmeye zihne ait durumlar ve özelliklerin katkı sunduğunu düşünür; gerekçelendirmedeki teminat şartının bilişsel olarak doğru inanca sahip kişinin zihninde (yani o kişiye 'içsel' koşullarda) hazır olarak bulunduğunu iddia ederler. Diğer bir deyişle, doğru inançların gerekçelendirilmesi, kişinin bu gerekçelendirme sürecinin farkında olması ve inançların kişiye erişilebilir olması ile mümkündür. 

İçselciliğin yaygın olarak kabul edilen iki biçimi vardır. Bunlardan ilki olan erişimcilik (İng: accessibilism), bir öznenin sahip olduğu inancın epistemik gerekçelendirmesini, öznenin zihnindeki bazı özel erişim türleri ile belirlenebileceğini iddia eder. Bir doğru inancı gerekçelendiren etkenlerin her an erişime ve muhakeme etmeye açık olması, öznenin bakış açısına içsel olan etkenlerin önemine vurgu yapar. BonJour, Audi ve Chisholm’un savunduğu bu yaklaşımda, bir şeyle ilgili tam deneyime sahipsek bilinç, içe bakış ve muhakeme ile bilgiye ulaşabiliriz; inanç ve algı deneyimlerimizin çoğuna muhakeme yeteneğini ile ulaşırız. 

Time

Diğer bir içselcilik türü olan zihincilik (İng: mentalism) savunucusu Steup, Sosa ve Pollock’a göre bir öznenin inançlarını sadece o öznenin zihnine içsel olan şeylerle gerekçelendirmemiz mümkündür. Diğer bir deyişle, gerekçelendirmeyi sağlayan şey belli zihinsel durumlar ya da zihinsel durumların toplamıdır. İlk yaklaşım zihnin bazı ek ilkelere ihtiyacı olduğunu iddia ederken ikinci yaklaşım ek epistemik ilkelere gerek olmadığını savunur. Zihinciliğin avantajlı yönü, erişim kavramını dışarıda bırakarak, gerekçelendirmeyi zihinsel durumlara bağlamasıdır. Bu tez genellikle hangi zihinsel durumların gerekçelendirmeyi sağladığına doğrudan bir yanıt vermemekle eleştirilir. Zihinci içselciler için gerekçelendirmenin, içgözlem, algı ya da inanç gibi zihin durumlarının hangilerini ve ne şekilde içerdiğini açıklamaya ihtiyaç vardır. 

Genel bir kabul olarak içselciler gerekçelendirmenin izahıyla ilgilenip, onu (gerekçelendirmeyi) bilginin elde edilmesi için doğru inanca ilave edilmesi gereken bir unsur olarak görürler. Diğer yandan epistemik gerekçelendirme talepleri içsel olarak savunulabilir inançlara bir açıklama sunmak içindir; bilgi için doğru inanca ilave edilecek olan gerekçelendirme bu açıdan ikincil önemdedir. Dışsalcılar ise öncelikle bilginin izahı ile ilgilenir. (Moser, 2018:175). 

Dışsalcılar için belli bir önerme ya da inanca doğrudan erişim olmaksızın, öznenin inançlarını gerekçelendirebilmesi mümkündür. Şimdi dışsalcılık lehine bazı argümanları ele alalım. 

3.1. İçselcilik’e Karşı Bir Eleştiri: Kavanozdaki Beyinler

Kavanozdaki Beyinler tartışması geleneksel epistemolojideki şüphecilik tartışmasının modern halidir. Bazı felsefeciler bu tartışmayı içselciliğe yönelik bir saldırı için kullanmıştır. Bu tartışmadan yola çıkan ilk eleştiri, eğer içselcilik haklıysa ve epistemik özne bilgi sürecini kendi içsel durumları ile ediniyorsa, kavanozda yer alan beyinler olmadığımızı nereden bileceğiz diye sorar. Diyelim ki şu an bir odanın içerisinde 4 birey var. Bu bireylerin hepsi de kavanozların içinde yer alan beyinlerine yollanan elektromanyetik ve kimyasal sinyaller sonucunda oluşan bir simülasyon içinde olduklarını bilmiyorlar. Eğer gerçekten kavanozdaki beyinlersek, bilgi içselciliğin tasavvuruna son derece yakındır. Zihnimiz, zihnimizin dışındaki şeylerin tecrübelerine sahip olmamasına rağmen deneyimlerimizin dışarıdan geldiğini düşünürdük bu durumda. O halde içselcilik doğruysa ve sadece zihinlerimizin içeriğinden yola çıkarak gerekçelendirme sahibi oluyorsak kavanozdaki beyinler olmadığımızı bilemezmişiz gibi görünüyor. 

Wikimedia Commons

Diğer bir içselcilik eleştiri ise Cohen’in Aldatıcı Şeytan ya da Kötü Niyetli Bilim İnsanı örneğidir. Varsayalım ki kötü niyetli bir bilim insanı ya da kötü bir şeytan zihnimizi kontrol ediyor olsun, böylece olguları bize görmemizi istediği şekilde gösterebiliyor. Eğer içselcilik haklıysa ve bilgi zihnin iç süreçleri ile üretiliyorsa, zihin dışardan gelenleri olmadıkları şekillerde kavrıyor demektir. Bu varsayım ile içselcilik nasıl yüzleşebilir? 

Dışsalcılar sözünü ettiğimiz zihne ait durum ve özellikleri, zihnin kendi iç mekanizmasının bizi yanıltabilmesi sebebiyle ret ederek zihinlerimize içsel olan çeşitli özellikleri dördüncü koşulu sağlayan unsurlar arasında kabul etmezler. Dışsalcılığın, ılımlı dışsalcılık (Goldman) ve radikal dışsalcılık (Quine, Rorty) olarak iki ana formülasyonu mevcuttur. Bunlardan ilki, gerekçelendirmeyi, inançların doğru bir şekilde nedensel olarak birbirine bağlanması ile oluştuğunu savunur. Bu görüşe, süreç/tarihsel güvenilircilik denmektedir. Gettier örneklerinde bahsettiğimiz gibi, öznenin inançları dış dünya ile nedensel ve doğru bir bağlantı kurarak gerekçelendirilebiliyorsa, bu doğru inançlar bilgi oluşturabilirler. Radikal dışsalcılık biçiminiyse doğallaştırılmış epistemoloji başlığı altında ele alacağız. 

Dışsalcılık kaba bir tabirle bilgilerimizin doğruluğundan emin olmamızı sağlayan unsurların ‘tamamının’ kişinin zihninde hazır bulunduğu reddeder. Daha basitçe ifade edecek olursak, öznenin gerekçelendirme sürecinin farkında olması, epistemik gerekçelendirme için gerekli bir koşul değildir. Bu karşı çıkış içselciliğin radikal yorumlarıyla taban tabana bir karşıtlık güder. Böylesi bir yaklaşım zihinsel süreçlerin çevreyle (dış koşullar) ile ilişkili olmaya önem verir. 

O halde soru daha açık hale gelir; bir kişinin bir şeyi bilmesi, içselcilerin ifade ettiği gibi, bildiğini düşündüğü şeye olan inancının farkında olması veya bu farkındalığı zihinsel olarak açıklamasıyla mı ilişkilidir? Yoksa, bir şeye şeye yönelik doğru ve gerekçelendirilmiş bir inanç sahibi olmak, o şeyin doğruluğu ile doğru türden dışsal bir ilişki kurmakla mi ilişkilidir? Doğru inancın gerekçelendirilmesi için gerekli olan koşul kişinin zihninde hazır mı bulunur yoksa zihinde hazır bulunması zorunlu olmayıp kişiye dışarıdan mı gelir? Tüm tartışma bir anlamda bu soru üzerine kuruludur. 

Bizim bir şeyi bilmemizin, ona inanmak için sahip olduğumuz gerekçelerle teminat altına alındığı görüşünü ret edip inançlarımızın güvenilir algısal süreçlerin takip edilmesiyle ortaya koyulacağını düşünen yaklaşım güvenircilik olarak bilinir. Bu yaklaşıma benzer dışsalcılık türleri, Plantinga, Nozick, Swinburne, Goldman ve Dretske tarafından savunulmuştur.

Doğru inancın bilgiye dönüşmesinde şans faktörünü ortadan kaldıran şey, inancımı güvenilir süreçlerle elde etmemiz olabilir. Sürecin güvenilir olmasını sağlayan şey ise inançlarımızın doğruluğu izlemesi ya da nedensel olarak doğru bir bağlantı oluşturması olabilir. Örneğin, eğer görsel algımız yeterince güvenilir olursa, ortamda ışık yeterince mevcutsa veya herhangi bir göz rahatsızlığımız yoksa karanlıkta gördüğümüz askılığı hırsız zannetme türünden bir doğru olmayan bir inanç sahibi olmayız. 

Dışsalcılık, bilgiyi “güvenilir süreçlerle elde edilmiş doğru inanç” şeklinde tanımlar. Yani bu yaklaşım, epistemik olarak gerekçelendirme sürecinin bilişsel güvenilirlik ile alakalı olup; inancı meydana getiren sürecin güvenilir olmasından yola çıkarak, inancın doğru olma olasılığının epistemik olarak artacağını düşünür. Süreç ne kadar güvenilirse bilgi o oranda doğru olacaktır.

Bu dördüncü koşul, Goldman gibi Güvenilirciler için şöyle ifade edilebilir; gerekçelendirilmiş doğru inanç aynı zamanda uygun kognitif (bilişsel) süreçler tarafından üretildiyse bilgiye dönüşür. Bu koşul ile doğru inanca şans eseri sahip olma durumu engellenir. Bilginin oluşumunda şans faktörünü dışlayan (şans epistemik bir ölçüt olamayacağı için, bilgi tanımında dışarıda bırakılır) İçselcilik, bildiğimi biliyor olmamı sağlayan koşulların zihnimde hazır olan şeylerle mümkün olduğu konusunda ısrar eder. Öyle ki zihnimdeki bu yapı bilginin şans eseri bilgi olmadığını gerekçelendirme işlevi de görür.

3.2. Dışsalcılık Aleyhine Ön Bir Eleştiri: Truetemp

Keith Lehrer, gerekçelendirmenin inançlara zihinsel erişim ile mümkün olmayabileceğine yönelik dışsalcı tutumlara karşı güzel bir örnek sunmuştur:

Truetemp isminde bir kişi, beyninde sıcaklık hakkında bilgi sahibi olmasını sağlayan bir cihaza sahiptir. Bu cihaz, Truetemp farkında olmaksızın sıcaklık konusunda doğru inanç oluşturmaktadır. Sıcaklığa dair doğru inançlar, güvenilir bir biçimde oluşmuş olsa dahi, Truetemp’in içsel bir gerekçelendirmeden geçmeyen bu inançlarının doğruluğunu bildiğini iddia edebilir miyiz? Lehrer’e göre bu sorunun cevabı, epistemik gerekçelendirmenin nihai olarak içsel bir mekanizmaya ait olması gerektiği yönündedir. Örneğe göre eğer Truetemp sıcaklığa dair doğru inanca sahip olmasını sağlayan bir mekanizmanın olduğunun farkında değilse, sıcaklığa dair doğru inançlar oluşturduğunu düşünmek için bir gerekçesi yoksa bu mekanizmaya rağmen onun sıcaklığı bildiğini söyleyemeyiz demektir.

Truetemp, buna benzer bir cihaz olabilirdi.Testo

Bir dışsalcının bu örneğe verebileceği cevap muhtemelen, cihazın varlığının sebep olduğu sıcaklığa dair bilgilerimizi oluşturan gerekçelendirme sürecinin, doğru türden bir nedensel bağlantı içermediği ve güvenilir olmadığı yönünde olacaktır. İnançlarımız doğru olsa dahi, doğru bir nedensel süreç tarafından üretilmemiştir. 

İçselcilik ve dışsalcılık tartışması, çağdaş epistemolojinin ana tartışmalarından biridir. Bu tartışmanın derinliklerine inmeden, gerekçelendirmenin yapısına ya da mimarisine dair bir tartışma olan bağdaşımcılık ve temelcilik tartışmasını ele alacağız. 

4. Bilginin ve Gerekçelendirmenin Yapısı: Temelcilik ve Bağdaşımcılık

Bir önermenin doğru yolla gerekçelendirilip gerekçelendirmediği problemi, bu tartışmanın temelinde yatmaktadır. İnançlarımız, birbirleriyle bağlantılı ve tutarlı bir ağ oluşturabilmesi gerekçelendirme için yeterli midir? Yoksa inançlarımızın, temel bazı başka inançlardan çıkarsanabilmesi mi onları gerekçelendirilebilir kılar? Literatürde, ilk görüşü savunan tezlere bağdaşımcı tezler denmektedir. İkinci tez ise temelcilik başlığı altında ele alınır. 

Temelcilere göre belli bazı temel inançlar vardır. Diğer inançlar, bu inançlara dayandırılırlar. Temel inançlara dayandırılan inançlarımız, temel inançlardan bazı mantıksal çıkarımlarla çıkarsanabilirler. Descartes’in epistemolojisi, doğru inançların oluşumunu ilk ilkelere bağlaması sebebiyle temelciliğin bir formu olarak sunulur. Peki, temel olmayan (türevsel) inançlarımız, bu temel inançlara nasıl bağlıdır? Temel olmayanların temel olmasını garanti eden şey nedir? Temel ve temel-olmayan inançların doğasına dair bu sorular, temelcileri en çok meşgul eden problemler olmuştur. 

Temelciliğe yönelik ilk eleştiri, temel inançların yanılamaz olup olmadığı ile ilgilidir. Descartes tarzı geleneksel temelcilere göre, bu temel inançlar yanılamaz inançlardır. Temel olmayan inançların doğru bir biçimde gerekçelendirilmesi, bu temel inançların yanılamaz olmasından ileri gelir. Bu tarz bir dogmatizmi avantajlı kılan şey nedir? Algı ya da belli bazı bilişsel deneyimlerimiz, yanılsamaya sebep olabilir. Bundan ötürü, doğrulukları garanti altında değildir. Ancak yanılamaz temel inançlarımız sayesinde (iç-gözlem ya da muhakeme gibi yollarla), yanılsamaya müsait bu inançlarımızın doğruluğunu test edebiliriz. 

Temelciliğe yöneltilen bir diğer eleştiri, temel inançları “temel” kılan şeyin ne olduğuna dairdir. Temel inançları, gerekçelendiren başka inançlar var mıdır? Bu temel inançlarımız daha alt seviyelerde başka temel inançlara mı bağlıdır? Eğer doğruluğu “aşikâr” temel olan inançlarımızın, temel olmasının gerekçelendirmesini sunamıyorsak bir türsonsuz gerileme problemi ile karşı karşıya kalırız. Temelcilerin, temel inançların nerede son bulduğuna dair net bir açıklama sunması gereklidir. 

Şimdi, temelciliği ilgilendiren sonsuz gerileme ve dogmatizm eleştirilerinden etkilenmeyen bağdaşımcılık tezine kısaca değinelim. Bağdaşımcılık için temel ya da temel-olmayan inançlar gibi bir ayrım söz konusu değildir. Sahip olduğumuz inançların epistemik statüleri arasında hiyerarşik bir ilişki yoktur. Doğru inançlarımızın gerekçelendirilmesi bu inançların birbirleriyle tutarlı bir ağ oluşturabilmesi ile mümkündür. Dairesel bir ağ gibi bir yapı düşünecek olursak, bu doğru inançlar, hiyerarşik olarak temel inançları dışarda bırakan bir gerekçelendirme sistemine sahiptir. 

Bağdaşımcılığa yönelik en temel eleştiri izolasyon problemidir. Bu teze göre, inançlarımız birbiriyle tutarlı bir ağ oluştursa da, diğer epistemik ağlarla bağlantılı olmadıkları için, bu ağ içindeki inançların doğruluğunu tehdit edecek inançları kapsamaz. İnançlar tutarlı olsa da, bu kendi içinde tutarlı ağlara tamamen zıt ve kendi içinde tutarlı başka ağlar kurmak mümkündür. Kısacası, bu bağdaşımcı ağlar birbiriyle bağlantılı olmadıklarından ötürü, izolasyon problemi ortaya çıkar. Shafer-Landau’ya göre bu sorunu ortadan kaldırmanın bir yolu vardır. Buna göre, inançlarımızın bazıları pozitif olarak gerekçelendirilebilir diğerleri ise nötr konumdadır. Nötr konumda olan inançlar, bazı temelcilerin iddia ettiği gibi yanılamaz inançlar değillerdir. Ancak, geçerliliklerini ortadan kaldıracak pozitif ya da negatif inançlar bulunmamaktadır. Başka bir ağ içerisindeki inançlar bu nötr inançların geçerliliğini etkilerse bu epistemik ağ yapısı değişebilir. Pozitif gerekçelendirilebilir inançlar ise bu nötr inançlar tarafından gerekçelendirilebilir, ağ içerisindeki diğer inançlardır. 

5. Bilginin Kaynakları

İnançlarımızın hangi koşullar altında doğru ve gerekçelendirilebilir olduğuna kısaca değindik. Bu bölümde ise, inançlarımızın ya da genel olarak bilgilerimizin kaynaklarını ele alacağız. Literatürde sıkça bahsedilen bilgi kaynakları algı, hafıza, muhakeme, iç-gözlem ve şahitliktir. Bunların önemli bir bölümünün psikolojik kaynaklar olması sebebiyle, bilgi kaynakları konusu epistemolojiyi, bilişsel bilim felsefesine ve psikoloji felsefesine bağlayan konulardan biri olmuştur. 

Lanterna Education

Algı

Algı, genellikle dış dünyadaki nesneleri (ya da dış dünyadan bize ulaşan bilgiyi) işlememizi sağlayan bilişsel bir sistemdir. Pre-Sokratik dönemden itibaren, felsefe tarihinde en temel bilgi kaynaklarından birisi olarak değerlendirilir. 

Algıya dair en temel epistemolojik tartışmalardan biri, algının bize dış dünyaya dair doğrudan bilgi sunup sunmadığı ile ilgilidir. Doğrudan gerçekçilik olarak nitelendirilen görüşe göre, dış dünyada anlık olarak algıladığımız nesnelerin bilgisi, doğrudan sahip olduğumuz bilginin kendisini oluşturur. Eğer karşımızda mavi renkli bir bayrak varsa, algıladığımız şey doğrudan bu mavi renkli bayrağın kendisidir. Dolayısıyla, dış nesnelere dair deneyimlerimiz doğrudan bu dış dünyadaki nesnelerin bilgisini sunar. Bu, bilginin temelleri konusunda oldukça geniş bir kuram olduğu gerekçesiyle eleştirilmektedir. Halüsinasyon ya da yanılsama gibi sıkça karşı karşıya geldiğimiz durumlar, doğrudan gerçekçilik için sorunlar yaratmaktadır. Ancak, bu sorunlara doğrudan gerçekçilik kampı içerisinden cevaplar sunulmuştur. Bunlardan biri olan ayrımsalcılık (disjunctivism), halüsinasyon ya da yanılsama gibi yanlış deneyimlerle dış nesnelere dair doğrudan sahip olduğumuz algı deneyimleri arasında ayrım yapar. Bilgi üreten sistemleri ise dış nesnelere dair doğru verilere erişmemizi sağlayan algı deneyimleri ile ilişkilendirir.  

Doğrudan gerçekçiliğe alternatif ve yaygın bir görüş, dolaylı gerçekçilik tezidir. Bu teze göre, dış nesneler, bize doğrudan bilgi sunamazlar. Algı deneyimlerimiz, dış dünyadaki nesnelerin, temsilini ya da bir tür duyu verisini bize sunarlar. Bu durumda, dış dünyadaki nesnelere doğrudan epistemik erişimimiz olamaz. Dış dünya ile ilgili algımız bize ancak dolaylı bir yoldan bize bilgi sunabilir. Dış dünya ile algılar sonucu oluşan bilgilerimiz arasındaki ilişki belli içsel durumlar tarafından sağlanır. Bunlar, duyu verisi olabileceği gibi başka içsel zihinsel durumlar da olabilir. 

Literatürde, algının güvenilir bir bilgi kaynağı olup olmadığı ya da algının doğası ve bilgi-algı ilişkisi üzerine pek çok epistemolojik tartışma devam etmektedir. Doğrudan-dolaylı gerçekçilik ayrımı, bu tartışmaların sadece bir tanesidir. Daha detaylı tartışmalar, bilişsel bilim felsefesinin alt bir dalı olan algı felsefesi alanındaki araştırmacıları meşgul etmeye devam etmektedir. 

İç-gözlem

İç-gözlem (introspection), Kartezyen (Descartesci) epistemolojinin temel bilgi kaynaklarından bir tanesidir. İç-gözlem, algı, hafıza gibi diğer zihinsel süreçlerden elde edilen veriler iç-gözlem süzgecinden geçirilip bilinçli bir işleme tabi tutulur. İç-gözlem, genellikle kendi içsel deneyimlerimizden yola çıkarak elde ettiğimiz bilgilerle ilişkilidir. Dış dünyada gördüğümüz bir okapiyi, zebra olarak algılayabiliriz. Ancak, acı gibi bazı içsel ve öznel deneyimlerimiz konusunda yanılmamız, daha az mümkün görünmektedir. 

Dolaylı gerçekçiler, dış dünyadaki nesneler ve onların görünümlerinden elde ettiğimiz bilgiler arasında bir ayrım yaparken, iç-gözlem sonucu oluşan bilgiler için böyle bir ayrım söz konusu değildir. Öznel bir zihinsel deneyim yaşarken, bu deneyime dair birinci-şahıs (deneyimi yaşan kişi) açısından zihinsel deneyimle ve bu deneyimden elde ettiğimiz bilgi arasında dolaylı gerçekçilik gibi ikili bir ilişki yoktur. Birinci şahıs, yaşadığı öznel zihinsel deneyimler konusunda yanılmazdır. Çağdaş literatürde bu yanılmazlık (öznel deneyimlerin saydamlığı tartışmaları) yönünde pek çok tartışma olsa da, geleneksel olarak iç-gözlemin, yanılmaz olduğu yönünde bir görüş vardır. 

Hafıza

Hafıza ya da bellek, dış dünyadan algı yoluyla edindiğimiz verileri depolamamızı sağlar. Bellek felsefesinde genel kabul edilen görüşe göre, bellek bize dış dünyadaki nesnelere dair doğrudan bilgi sunmaz. Belleğimizin güvenilir olmasının yolu ise, dış dünyadan algı yoluyla edindiğimiz doğru bilgilerin, tutarlı bir şekilde korunmasıyla mümkündür.

Peki, algı hafımızdaki bilgilerinin temelini oluşturuyorsa hafızanın kendine ait bir bilgi kaynağı olduğu iddia edilebilir mi? Eğer, hafızayı algı yoluyla elde edilen bilgilerin korunduğu sağlam bir depolama sistemi olarak değerlendirirsek algı ve hafıza arasında epistemolojik bir ayrım yapabilmek zor görünüyor. Bu durumda, hafıza sadece, algıya ikincil ama bağlamı algı tarafından belirlenmiş bir sistem olabilir.

Buna yakın bir görüşe göre hafızanın bağlamı algıdan farksızdır. Hafızayı, algıdan ayrı kılan tek şey geçmiş deneyimlerin canlı olmayan bir şekilde deneyimlenmesidir. Bu tezlere göre, hafızanın kendi başına bilgi oluşturma işlevi yoktur. Çünkü temel olarak algıya dayanır. 

Medical Xpress

Bütün felsefeciler, algı ve hafıza arasındaki ayrılmaz bir ilişki tasarlamanın, hafızayı anlamanın tek yolu olduğunu düşünmüyor. Alternatif bir görüşe göre, hafıza salt algıya dayanmayan ve yeniden inşa eden (rekonstrüktif) bir sistemdir.

Örneğin, herhangi bir olayı hatırlarken, bu olay içerisindeki kişileri, bu kişiler arasındaki ilişkileri, bu olaya dair deneyimlerimizi duygulanımlarımızı vb özel detayların bilgisini hatırlarız. Ancak, bu olayın tüm detaylarını, olayı yaşadığımız andaki gibi deneyimlememiz mümkün değildir. Olay içerisindeki pek çok detayı hatırlamaya çalışırken kaybederiz. Buna literatürde geri-çağırma ile unutma (İng: forgetting upon retrieval) denmektedir. Buna ek olarak, unutmanın yanı sıra belli detayları değiştirerek olaya ekleyebilir. Bu da hafızanın rekonstrüktif işlevi ile alakalıdır. Bu durumda hafıza, algıdan bağımsız özel bir statü kazanır. Çünkü yeni bilgiler yaratabilmektedir.

Ancak, bu tarz bir görüşün maruz kaldığı başka bir problem mevcuttur. Hafıza yeniden yaratan bir sürece tabi ise, imgelem (hayal etme) ile hafıza arasında nasıl bir ayrım yapabiliriz? Bunun çözümü, hafızayı imgeleme indirgemekle ya da imgelem ve hafıza arasında kabul edilebilir bir ayrım yapabilmekle mümkündür. 

Muhakeme

Sahip olduğumuz bazı inançlar muhakeme (reason) ile ilişkilidir. Geleneksel olarak muhakeme ile gerekçelendirme, a priori gerekçelendirmenin bir biçimi olarak görülür. İlk bölümdeki tartışmayı hatırlayacak olursak, a priori gerekçelendirme, inançlarımızın gerekçelendirmesinin herhangi bir deneyime dayanmadan gerçekleştirilmesi durumudur. Bazıları, muhakemenin hem a priori inançlar hem de a priori gerekçelendirme gerektirdiğini düşünür. Bu tarz bir görüşe göre, matematiksel ya da mantıksal önermelere ilişkin inançlarımız, herhangi bir deneyime bağlı olmaksızın doğrudur. 

Muhakemenin salt a priori olduğu iddiasına karşı çıkanlar ise, muhakeme gibi üst-seviye bilişsel sistemlerin aslen algıya bağlı olduğunu düşünür. Muhakeme, tek başına muhakeme olmaktan ziyada algıya bağlı olan ikincil bir sistem olarak görülür. Bu da muhakemenin a priori gerekçelendirme sunmasına karşın, deneyime dayalı inançlara dayandığı anlamına gelir. 

Şahitlik

Şahitlik, muhakeme, algı, hafıza ya da iç-gözlem gibi bilişsel bir sistem değildir. Bu yüzden epistemik kaynaklar içinde kendine özel bir yeri vardır. Şahitlik, en basit haliyle, başka insanların ifade ettiği inançlara dayanır. Şahitliğin en yaygın bilgi kaynağı olduğu düşünülür. İletişim, medya ve eğitim gibi günlük hayatımızı kuşatan pek çok şey, şahitlik sonucu bilgi edinmemizi sağlar. Alp Dağları’na ilişkin birinci elden bir deneyimimiz olmasa da coğrafya kitaplarını, blogları ya da ansiklopedileri inceleyerek Alp Dağları’na dair bilgi edinebilir. 

Şahitlik sonucu gerçekten bilgi edinip edinmediğimiz önemli bir tartışma konusudur. Bir kişinin, doğru olanı ifade edip etmediğini her zaman kestirmek mümkün değildir. Bazı dışsalcılar için bu bir tartışma konusu olmayabilir. Doğru yolla nedensel bir şekilde inancımız oluştuysa, bu inancın epistemik statüsü çok tartışmaya açık değildir. Ancak, şahitliğin, tıpkı algı gibi, güvenilir olup olmadığı tartışması hala devam etmektedir. 

Şahitliğin güvenilir olmadığı ve bundan ötürü bilgi üreten bir mekanizma olamayacağı konusunda şüpheci görüşler vardır. Bu tarz bir şüphecilik, bilginin kesin ve doğru olmasına dayandığından, şahitlik kaynaklı bilgilerimizin büyük bir bölümünü dışarıda bırakır. Şahitlik hakkındaki şüphecilik doğruysa eğer, şahitlik sadece yüksek ihtimalli inançlar sağlayabilir. Ancak, kesinlik taşımadığından ötürü, yanıltıcıdır. Bu şüpheci pozisyon, epistemologlar arasında yaygın bir şekilde kabul görmez.

Şahitliğin özel statüsüne yönelik bir diğer eleştiri ise, şahitliğin tek başına bilgi oluşturmak için yeterli olmadığıdır. Diğer bir deyişle, şahitlik aslen algı ya da hafıza gibi başka bilgi kaynaklarına bağlıdır. Özne, daha önce algı, hafıza ya da diğer yollarla edindiği inançlar doğrultusunda şahitliğe dair bir inancın doğruluğunu garanti altına alabilir. Şahitlik, bu birincil bilgi kaynaklarından geçmediği sürece, tek başına gerçekleşemez.

Ashton Kutcher isimli aktörün bir cinayet soruşturmasında şahit olarak ifade verdiği anlar...YouTube

Bu indirgemeci pozisyona karşı çıkanlar, şahitliğin bilişsel bir yeti olmamasına rağmen tıpkı algı, hafıza, iç-gözlem gibi bilgi üreten temel bir mekanizma olduğunu düşünürler. İndirgemecilik karşıtlarının, öznenin daha önceden şahitlik yaptığı kişinin deklare ettiği inançların doğruluğuna dair sahip olduğu gözlemlerin, şahitliğin bilgi oluşturması için gerekli olmadığını kanıtlaması gerekir. Eğer, şahitlik ettiğimiz kişiye dair önceki gözlemlerimiz, şahitliğimizin oluşması için gerekli bir kriter ise, şahitlik tek başına bilgi-üreten bir mekanizma olamaz. 

Şahitlik ile ilgili ilginç konulardan bir tanesi, sosyal epistemoloji olarak adlandırdığımız alan içerisinde merkezi öneme sahip olmasıdır. Daha önceden bahsettiğimiz epistemoloji tartışmalar, bireyin, başka bireylerle ilişkileri olmaksızın sahip olduğu bilgi ve bunları üreten süreçlerle ilgiliydi. Sosyal epistemoloji, bilginin tek başına bireysel bir şey olmadığını, insanlar arası ilişkilerin ve iletişimin bilginin oluşması konusunda önemli pay sahibi olduğunu iddia eder. Şahitlik ise bunun bir parçası olması itibariyle, sosyal epistemolojinin ana elementlerinden biri haline gelir. Sosyal epistemolojiye ilişkin tartışmalar, birden çok birey arasındaki iletişimin veya şahitliğin bilginin doğası ile olan ilişkisini, sosyal ilişkilerin bilginin doğruluğuna olan etkisini, toplumsal ve kültürel yapıların bilgi üretme süreçlerine müdahale edip etmediğini inceler. Bu sosyal epistemoloji alanı dışında, çağdaş epistemolojide pek çok yeni yaklaşım geliştirilmiştir. Şimdi bunlardan bazılarına değineceğiz. 

6. Bazı modern yaklaşımlar

Doğallaştırılmış Epistemoloji 

Geleneksel (normatif) epistemoloji anlayışına çağdaş dönemde birçok eleştiri gelmiştir. Burada normatif epistemolojiden kastedilen, üç-parçalı bilgi tanımı gibi bilginin ortaya çıkması için belli koşulların olduğunu iddia eden görüşlerin tamamının şemsiye adıdır. Özellikle Quine’ın analitik ve sentetik önermeler arasında, yani doğruluğu tanımdan çıkarsanan ve doğruluğu deneyimden çıkarsanan önermeler arasında ayrım olmadığını iddia etmesi, en ciddi eleştirilerden biri olarak kabul görmüştür. Böylece deneyime bağlı olmayan bir bilginin var olup olmadığı, bilginin geleneksel epistemolojinin iddia ettiği gibi normlara tabi olup olmadığı konusunda en tartışmalı iddialardan biri Quine’dan gelmiştir. 

Quine, 1951 yılında yayınlanan “Two Dogmas of Empiricism” (Deneyciliğin İki Dogması) adlı ünlü metninde Kant’ın analitik/sentetik ayrımı ve mantıkçı pozitivistlerin “her anlamlı ifade duyu tecrübelerine dayanır” iddiasını açık bir şekilde dogma olarak tanımlar ve eleştirir. Onun için her inanç ya da bilgi, aksi tecrübeler ışığında revize edilebilirdir, deneye dayanmayan bir inanç ya da bilgiden söz edilemez. Geleneksel epistemoloji anlayışında yer alan a priori kanıtlar ve ilkelerle bilgiyi temellendirme amacı, Quine için bir temelcilik türüdür. Belki de temel inanç diye bir şey yoktur. Bütün inançlarımız deney, sorgulama ve araştırmalarımızla değişime açık olmalıdır. Böylece doğallaştırılmış epistemoloji, bilginin temelini arama uğraşını eleştirirken bilginin nasıl elde edildiği konusuna odaklandığını söyleyebiliriz. Bu noktada bilgiyi elde etme sürecinin kendisi duyu verilerine yönelmemize sebep olur. Duyu verileri ile başlayan bir süreç bilgi çıktısına sebep olmaktaysa, duyu verilerinin güvenilirliğini sorgulamamız gerekir mi? Doğallaştırılmış epistemoloji duyu verileri ile başlayan süreci psikolojinin konusu olarak gördüğü için epistemoloji ve psikoloji arasında doğrudan bir bağ kurar. 

Concordia

Quine’ın 1969 yılında yayımladığı “Epistemology Naturalized” (Doğallaştırılmış Epistemoloji) adlı metni, sadece epistemoloji özelinde bir tartışmadan çok daha fazlasını içermektedir. Bu metin felsefeyi bilimin bir alt dalı olarak görüp bilim ile daha bütünleşmiş bir disiplin olarak tanımlar. Öyle ki bilgi sadece epistemoloji disiplini değil, aynı zamanda pozitif bilimlerdeki deneysel psikolojinin de çalışma alanıdır. Quine için, geleneksel epistemolojinin yıllarca uğraştığı gerekçelendirme problemi, doğru inançlar ve bunların gerekçelendirme yapılarındaki yeri gibi tartışmalar bir kenara bırakılmalıdır. Dışsalcılığın radikal bir türü olarak Doğallaştırılmış Epistemoloji böylece bilginin doğa bilimleriyle elde edileceğini öne süren yaklaşımların çatı adı olarak tanımlanabilir. (Başdemir, 211:277) Eğer epistemolojinin temeli inanç oluşumu ve inançlar arasındaki ilişkilere dayanıyorsa, epistemoloğun işi inanç denen psikolojik durumu bir bilimsel vaka olarak incelemek olmalıdır. Bu noktada doğallaştırılmış epistemoloji’nin geleneksel kartezyen epistemoloji anlayışına taban tabana zıt olduğunu, hem temelcilik ve a priori konuları hem de pozitif bilimlere yaklaşımlarındaki farklılık açısından fark edebiliriz. Doğallaştırılmış epistemolojinin sınırlarını daha iyi çizmek için karşı çıktığı Kartezyen epistemolojiye bir göz atalım. 

17. yüzyılda yaşamış olan ünlü filozof Descartes’ın epistemoloji anlayışında (kartezyen veya klasik temelci epistemoloji de denmektedir), bilgi temel olan ve temel olmayan önermelerden oluşur. Temel önermeler ya a priori ya da kişinin kendi zihin durumuna dair önermelerdir. Temel olmayan önermeler ise temel önermelerden tümdengelimsel olarak çıkarılır. Böylece temel önermeler olarak a priori ve epistemoloji, empirik bilgi ve bilimlerden önce gelip apaçık, şüpheden uzak ve kesindir. (Batak, 2015:19) Quine ilk olarak Kartezyen epistemolojinin “kesin bilgi” ve “şüphe edilemez” varsayımlarına şiddetle karşı çıkmaktadır. Ayrıca diğer temelci epistemologların (Locke, Descartes ve Carnap) anlayışının tersine duyu verisi ya da a priori önermeler gibi zihinsel bir varlığı temel almaz. 

Sonuç olarak doğallaştırılmış epistemolojinin iki ilkesini inşa edebiliriz; ilk olarak bilgilerimiz a posteriori olmalıdır (deneyime dayanmalıdır). İkinci olarak, inanç veya kabullerimiz, sürekli revize edilebilmelidir. Batak, Quine’ın a priori bilginin revize edilemezliğine karşı öne sürdüğü iddiaları şöyle formüle eder; 

Bu argümana şu eleştiriler gelebilir; öncelikle a priori bilgi, sadece revize edilmeye indirgenemez. Diğer yandan ikinci öncül olan ‘bütün doğrular revize edilebilir” a priori midir? Veya bütün ifadeler revize edilebilirse bu argüman ve sonucun kendisi de revize edilebilir mi? 

Bilgi doğal bir süreç ile elde ediliyorsa, epistemoloji bilginin doğal sürecini deneysel olarak incelemelidir. Bu yaklaşım adından da anlaşıldığı gibi tam anlamıyla epistemolojiyi doğallaştırma amacı taşır ve felsefeyi, doğa bilimlerinin bir parçası ya da devamı olarak görme eğilimindedir. İnsanın dış dünya ile kurduğu ilişkinin sonucu olarak bilgi, duyu alıcılarıyla ilgilendiği için fizyoloji/anatomi ve deneysel psikolojinin de konusudur. Bu anlayış Natüralist bir yaklaşımın ürünüdür; ana savı şöyle bir önerme olarak görebiliriz

Bilgi, kartezyen epistemolojinin iddia ettiği gibi a priori yöntem ve ilkeler ile elde edilen gerekçelendirilmiş doğru inanç değil, nedensel süreçlerin girdi-çıktı ilişkisi olarak fiziksel bir varlık olan insanda ortaya çıkan doğan bir fenomendir.

Bu önermeyi biraz açalım: ‘Gerekçelendirilmiş doğru inanç’ ifadesinde yer alan ‘gerekçelendirme’, ‘kesin, apaçık, şüpheden uzak’ gibi terimler ile karşılanır. Bu terimler inançlarımıza epistemik bir değer atfederek, onlara gerekçe sunar gibi görünmektedir.

Örneğin, "Kesinlikle ikizler burcunun özelliklerini taşıyorum." ifadesindeki burç özelliklerini taşımaya yönelik inanç için gerekçe ‘kesinlik’ terimidir. Quine, gerekçelendirme terimine şüpheyle yaklaşırken, Kim gibi düşünürler bilginin, gerekçelendirme kavramına bağlı olduğu konusuna ısrar eder.

Epistemolojinin nihai olarak indirgendiği psikoloji gibi tüm bilimler, aslında bilgi üretimi noktasına tümevarıma dayalı gerekçelendirmeye ihtiyaç duyar. Bu sebepten ötürü, epistemolojinin temel tartışmalarını doğallaştırma yoluyla dışarı atsak da bilim içerisinden doğan epistemolojik sorunlar ilgilenmeye devam edeceğiz. 

Erdem Epistemolojisi

Bu yaklaşım felsefenin en temel disiplinleri olan epistemoloji ile ahlak arasındaki derin bağlantıyı ortaya koyma iddiasını içerdiği için oldukça dikkat çekici bir konuma sahiptir. Çoğu zaman bir alt disiplinde (örneğin metaetik ya da biyoloji felsefesi) uzmanlaşmış bir felsefecinin diğer disiplinler ve problem alanlarıyla yeni ilişkiler kurmaya çalışması artık arzu edilen bir girişim halini almaya başlamıştır. Hâlihazırda birçok bilim dalında yaşanan disipline-arası disiplinlerin (bilişsel bilim, nörobilim, yapay zeka vb.) ortaya çıkma durumunun, felsefede de yaşandığına bir kanıt sunmuş olacağız. 

Ahlak felsefesinde Erdem Etiği anlayışının kökeni Aristoteles’e dayanmaktadır. Erdem Etiği, ahlaki bir eylemin bir erdemi kişisel olarak karakter ve mizacıyla özdeşleştiren ya da kendi parçası haline getirmiş olmayı bilen bir özneden çıkabileceğini iddia eder. Örneğin, yoksullara yardım etme eylemini sürekli gerçekleştiren Talha, bu eylemi sahip olduğu karakteri sayesinde gerçekleştirebilmektedir. Erdemler bireylerde zamanla ve eyleyerek kazanılan karakter özellikleri olur. Zamanla bu karakter özelliği bir yetenek, davranışların temel niteliği ve ahlaki başarının temelini oluşturur. 

Independent Studies

Bu ahlaki kuramda yer alan bahsettiğimiz çerçeveyi epistemoloji ile ilişkili görerek Erdem Epistemoloji (virtue epistemology) yaklaşımının temellerini atanlar Ernest Sosa ve Linda Zagzebski’dir. Nasıl Erdem Etikçileri ahlaki eylemde kişinin karakterine vurgu yapıyorsa, bahsettiğimiz filozoflarda bilgi ve gerekçelendirmede zihinsel yeteneklerin yapısına işaret eder. Bu zihinsel yetenek ve yapıyla ortaya çıkan ürüne bilgi denebilir. Ancak aradaki ilişkiyi iyi anlamamız gerekir; erdem ahlaki bir yeti olarak iyi davranışların ortaya çıkmasını, zihinsel yetenek ise bilişsel bir yeti olarak bilginin ortaya çıkmasını sağlar. Zihinsel yeti (veya bundan sonra zihinsel erdem), bir kişinin yanlıştan sakınarak doğruya inanmasını sağlayan bir yetidir. (Lemos,2007:99). Sosa’nında benzer bir yaklaşımıyla zihinsel yeti ya da erdem doğruluğu elde etmeyi sağlayan şey olarak görülür. 

Erdem Epistemolojisi’nin en dikkat çekici yanlarından biri normatif yapısıdır. Erdem Etiği yaklaşımında erdemlere sahip bireyin ahlaki davranışlara sahip olacağını söylemiştik. Ancak bu bir yanıyla normatif bir yapı sergiler; yani iyilikseverlik ve doğruluğu mizacı haline getirmiştir birinden, iyiliksever ve doğru eylemlerde bulunması beklenir. Çünkü bu eylemlerde bulunması için gerekli erdemlere sahiptir. Erdem Epistemolojisi normatif inançların da öznenin bilişsel yapısındaki normatif özelliklerinden çıkacağını düşünür. Zahzebski gibi düşünürler için erdemli olan ve olmayan zihinsel karakter özellikleri arasında ayrım yapılarak inancın normatif özellikleri (öznenin değer anlayışına da dayanarak) açıklanabilir. Bu iddiayı daha iyi anlamak için Zagzebski’nin bahsettiği zihinsel erdemlerden bazılarını sıralayalım; açık zihinlilik, yiğitlik (courage), sabır, dürüstlük, özerk olma vb gibi. Tüm bu ifade ettiklerimiz çerçevesinde Erdem Epistemolojisi için bilgi; entelektüel erdem ve yetiler yoluyla/gerekçesiyle elde edilmiş doğru inançtır.

Bu yaklaşımın burada sözünü etmediğimiz oldukça farklı türleri ayrıntıları mevcuttur. Ancak en temelde bu görüş, epistemik erdemlerin varlığına işaret ederek tartışmayı, doğru inançların gerekçelendirmesinden ziyade entelektüel erdem ve yetilere sahip "kişilik-karakter" düzlemine çekerek Gettier Problemi'ne ilginç bir yorum getirmiştir. Doğru inançların bilgiye dönüşmesini, bilişsel yetiler ve erdemler yoluyla mümkün görmek, bu yaklaşımın temel bir özelliğiymiş gibi görünüyor. Bir çok yorumcu için bu yaklaşım, Bağdaşımcılık ile Güvenilirciliği bir şekilde içerisinde barındırarak İçselci ve Dışsalcı yaklaşımların keskin sınırlarından kendini kurtarmış ve makul bir orta yol inşa etmiştir.

Evrimci Epistemoloji 

Evrimci Epistemoloji, doğallaştırılmış epistemolojinin bir türüdür. Bu yaklaşımını anlamak için zihin tartışmalarına odaklanmak oldukça önemlidir. Geleneksel/Kartezyen epistemoloji zihni kendine has bir çalışma düzeni olan, mekanik bilgi üreten bir yapı olarak tanımlamıştı. Bu durumda epistemolojinin görevi bilgi üreten bu makinayı yani zihni anlamak olarak belirlenir. Bu anlayış zihni bedenin veya dış dünyanın etkisiyle şekillenen bir pozisyonda görmeyi tercih etmemişti; zihin evrensel olarak bilgi üreten kendine yas yeteneği olan özerk/bağımsız bilgi üretim makinasıydı.

Bu anlayış Descartes’in zihin-beden dualizmi ile oldukça tutarlı görünüyor. Ancak 1949 yılında The Concept of Mind çalışmasıyla Gilbert Ryle, bu yaklaşımın zihin anlayışına şiddetle karşı çıktı. Bu karşı çıkış geleneksel epistemolojiden çağdaş epistemolojiye geçişin en ünlü habercilerinden biri olarak görülebilir.

Evrim kuramının yarattığı etkiyi birçok disiplin gibi felsefe de hissetmişti. Evrimci Epistemoloji, bu etkinin en açık görüldüğü alanlardan biri olarak görülebilir. Bu yaklaşıma göre geleneksel kartezyen epistemolojinin varsayımlarında ciddi hatalar mevcuttur. Öncelikle zihin mekanik ve özerk evrensel bilgi üretim makinası değildir; o çevresel faktörlere adaptasyonun bir aracıdır. Zihin evrimsel süreçte adaptasyona bağlı olarak işler ve gelişir. Bireyin yaşadığı çevreye adapte olması, zihnin en temel işlevlerinden biriyse, bilgi de adaptasyon süreciyle ilişkili bir hal alır. Bilme süreci adaptasyonun başarılı olmasıyla ilişkilidir. Eğer birey adaptasyonda başarılı olamazsa, bilgi üretimi gerçekleşmez. Zihnin adaptasyon süreciyle kurulan bu ilişkisi geleneksel epistemolojinin bahsettiğimiz zihin tanımı yerine, yeni niteliklerin yüklendiği bir zihin tanımını gerektirir; böylece zihin eğilim, beceri, kapasite, eğitim ve alışkanlıklar toplamı olarak görülebilir. Bu yaklaşım kartezyen dualizmi ret etmekle kalmayıp, zihni evrimsel tarihe sahip fiziksel bir varlık olarak tanımlar.

Sahip olduğumuz inançlarımızın doğruluğu ve makullüğü bir diğer önemli konu başlığıdır. Sahip olduğumuz inançları doğru, güvenilir ve kabul edilebilir kılan nedenler nelerdir? Bu soru doğrudan “Rasyonellik nedir?” sorusuna denk düşer. Bu sebeple evrimci epistemologlar, rasyonel olmanın ne olduğuyla ilgilenmiştir. 

Bir kişinin alternatifler arasında inanmayı tercih ettiği şeyden daha fazla iyilik, fayda ve uyum doğarsa, bu kişinin de tercihi rasyonel denilebilir. Bu bir tür pratik rasyonellik halidir. Böylesi bir bakış rasyonel olmayı, karar alıp seçip yapma olarak tanımlar. Bilgilerimizin rasyonelliği, böylece evrimsel bir süreçte bireyin çevresel faktörlerle ilişkisindeki adaptasyon sürecinde karar alma ve uygulama örüntüsüne yaslanır. Böylece, rasyonellik bir dereceye kadar adaptasyon süreçlerindeki ihtiyaçlarımızla ilişkili olur ve adaptasyon başarısı olarak görülebilir. 

Evrimci epistemolojide yer alan rasyonellik tartışmasının iki kaynağına inmiş olduk: Zihinsel işlevi biyolojik evrimle ele almak ve rasyonelliği çevreye adapte olmak olarak kavramak...

Reformcu Epistemoloji 

Din felsefesindeki Özgür İrade Savunması ve Modal Ontolojik Argüman’ı ile tanınan Alvin Plantinga, dini epistemoloji alanında şüphesiz en değerli çalışmaları yapan düşünürlerden biridir. 

Plantinga’nın güvence (warrant) tezini formüle ettiğini ifade etmiştik. Söz konusu tez, güvenceyi yeterli derecede olduğunda doğru inancı bilgiye dönüştüren epistemik statü olarak görülebilir. Plantinga teistik inançların, belirli koşullarda ve önermesel kanıt ile destekleyici argümanın bulunmadığı zaman dahi gerekçelendirilmiş ve rasyonel olarak savunulabileceğini; temel inanç kategorisine dahil edilebileceğini iddia etmiştir. (Moser, 2018:479) Reformcu epistemoloji anlayışını daha iyi anlamak adına odaklamamız gereken ilk kavramlardan biri temel inanç (basic belief)’tır. Temel inanç; hafıza, duyu ve algıya dayanarak aynı zaman diliminde başka bir inanç üzerine temellendirilemeyen inançlardır. Kanıta ihtiyaç duymaksızın sezgilere yaslanarak sahip olduğumuz temel inançların sınırlarını çizebiliriz; başka zihinlerin varlığı veya evrenin var olduğu bu anlamda temel inançtırlar. Plantinga’nın pozisyonu bunu bir adım daha ileriye götürerek şu soruyu sorar; Tanrı’nın varlığına inanmak neden temel inanç sayılmasın? Bu iddia birçok tartışmaya sebep olarak, din felsefesi ile çağdaş epistemolojinin iç içe geçtiği bir alana katkı sağlamıştır. 

Fee

Bilginin İmkanı ve Şüphecilik Tartışmaları

Belirli türden önermelerin bilgisine sahip olup olamayacağımız yönünde bir tartışma, bizi doğrudan Şüphecilik konusundaki yaklaşımları tanımaya yönlendirir. 

Descartes’ten beri duyularımızın bizi bazı koşul ve durumlarda yanıltabileceğini ve yanılabilen birinin sahip olduğu inançların tamamen güvenilir olmadığını biliyoruz. Ancak, bu noktada dikkat etmemiz gereken bir şey var; duyularımızın bizi aldatmasından dolayı bilgiye sahip olmakta, bazı koşullarda yanılabileceğimizi varsaymanın kendisi, ulaşılan sonuç itibariyle şüpheye yer bırakmamaktadır. Bu akıl yürütmede duyularımızın güvenilir olmadığı konusunda şüphe sahibi değiliz gibi görünüyor. Ancak, Kartezyen Şüphecilik, sadece algılarımızın yetersizliği ile yetinmeyerek şu soruyu sorar: "Şu anda rüyada olmadığımı nereden biliyorum?"

Şu anda gerçekten bir rüyada olsaydım, Ankara’da yaşadığımdan, öğretmenlik yaptığımdan veya Berat ile dün akşam yemek yediğimizden şüphe edebilirdim. Ancak doğa hakkında ‘basit şeylerin’ kendisinden şüphe edebilir miydik?

Örneğin rüyada olsam da olmasam da göz kırpma ya da esneme eyleminin kendisi şüphe içermezdi; nesnelerin yer kapladığı veya hareket edebildikleri de öyle. O halde doğadaki ‘basit şeyler’ genel nitelikleri bakımından şüphe içermemektedir; rüyada olsak da olmasak da nesnelerin yer kapladığını veya hareket ettiklerini görebilirim. Ancak ya var olmanın bizatihi kendisinden şüphe edersek, hem kendim hem de doğadaki şeylerin bizzat var olmadıklarını düşünmeye başlarsam? Öyle ki bir bilgi veya ilke bulmalıyız ki her türde şüpheden sıyrılabilsin ve apaçık olsun; bunu bulmak mümkün müdür? 

Bu soruya dair çok farklı cevaplar getiren yaklaşımlar mevcuttur, ben Peter Klein da dâhil birçok felsefecinin kullandığı yaklaşım sınıflandırmasından söz edeceğim. 

Şimdi özellikle Akademik Şüphecilerin tercih ettiği Descartes’in Şüphecilik Argümanı’nın bir biçimini gösterebiliriz: 

Bu tip bir kuşkuculuğun kökenleri Descartes’e giderken, felsefe tarihi ile ilgilenenler bildiği Hume’a dayanan köklü bir kuşkuculuk daha vardır. Hume öncelikle nedensellik kavramının insan zihninde olayların sürekli ard arda gelişinin doğurduğu psikolojik bir durum ve alışkanlıkla ilişkili olduğunu ileri sürer. En çok verilen örneklerden bir olarak güneşin sürekli doğudan doğması, doğadaki neden-sonuç zincirinden ziyade bizim böylesi bir ard arda tekrarlanmaya alışkın olmamız ile tümevarımsal bir sonuç doğurur; “Güneş doğudan doğar.” Ancak güneşim yarın da doğudan doğacağının hiçbir garantisi yoktur, tümevarımsal akıl yürütmelerimizden şüphe duymak belki de en rasyonel tutumdur. 

Şüphecilik

Sezgilerimize yaslanarak neleri bildiğimizi düşünürsek birçok şeyi bildiğimiz sonucunu çıkarmamız zor olmaz. Kendimle, çevredeki şeylerle ya da geçmiş ve gelecek ile ilgili şeyleri bildiğimizi varsayan yaklaşım bir derece sezgilere dayanır ve şüpheci pozisyonu ikinci plana iter. Şu an önümde bir alışveriş merkezi olduğunu görüyorum ancak bundan ne kadar emin olabilirim? Gerçekten önümde bir alışveriş merkezi olduğundan şüphe duymak ve sanrı görüyor olabileceğimi hesaplamak ne kadar ileriye götürülebilir bir anlayıştır? Takınacağımız şüpheci tavır doğru inançlarımızı gerekçelendirmiş olsak dahi makul müdür? Önümde alışveriş merkezi olabilir ve hatalı bir şüphecilik içinde olabilirim, önümde alışveriş merkezi olmayabilir ve doğru bir şüphecilik içinde olabilirim; aynı zamanda sanrı görüyor olabileceğimin de farkındayım. Bilgi olmasalar dahi temeli sanrılara dayanan gerekçelendirilmiş inançlara sahip olma olasılığımız hiç de düşük değilmiş gibi görünüyor. 

Sezgilerimiz şeylerin gerçek olup olmadığını anlamaya yönelik bir arzuya sahip olduğumuzu çoğunlukla belli eder; yukarıda sorduğumuz sorular bu arzunun en açık ifadeleridir. Diğer yandan yanlışlardan ve gerçek olmayan şeylerden kaçınma arzumuzda var. İlk arzumuz bizi bir şeye inanmaya iterken ikincisi şüpheci olmaya, yargılarımızı askıda tutmamın daha doğru olacağına ikna etmeye çalışır. Bu tür bir şüphecilik kendinden apaçık ve kesin doğru olmayan şeylere ilişkin şüpheci olmayı daha doğru bulur, felsefe tarihinde bu şüpheciliğe Pyrrhoncu Şüphecilik denmiştir. (Audi, 2018:335)

O halde biz; inandığımız şeylerin sanrı olabileceği, gerekçelendirmenin sanrıların varlığını azaltmadığı ve hatadan kaçınma arzumuz gibi faktörlerle şüphecilik pozisyonuna yöneltebiliriz. Bu pozisyon “eğer varsa çok az bilgi vardır.” ifadesine sahip olursa bilgi kuşkuculuğu adını alır. 

Bilgiye dönüşen inançlarımızın gerekçelendirilmiş inançlarımızdan daha fazla olmadığı yönünde bir varsayımla hareket eden bir kuşkuculuk “eğer varsa inançlar için çok az gerekçelendirmemiz vardır.” ifadesiyle hareket eder; buna gerekçelendirme kuşkuculuğu denir. 

Şayet diğer zihinlerin varlığı veya dış dünyanın varlığı konusunda bir sanrı görüyorsak dünya tam da şu an algıladığımız biçimde bize görünüyor olabilirdi. Bu tür bir radikal şüphecilikten kaçış zormuş gibi görünüyor (Kavanozdaki Beyinler örneğimizi hatırlayın).

Tüm bu kuşkucu sorular bedenlerimizin gerçekten var olup olmadığı sorusunu da beraberinde getirir. Eğer yalnızca kendimizin gerçekten var olduğunu kabul edersek bu yaklaşım bizi felsefecilerin kaçınma eğilimi sergilediği solipsizme götürür.

YouTube

Diğer yandan Descartesçi anlamda her şeyin gerçekliğinden ve doğruluğundan kuşku duyarsam, sahip olduğum bu kuşkudan kuşku duyup duymadığım sorusu gün yüzüne çıkar. Eğer kuşku duyduğumdan kuşku duymazsam, kuşku duyulmayacak en az bir şey bulmuş olurum gibi görünüyor ancak zihin hallerimden kuşku duyuyor olmam gerçekten kuşku duyup duymadığım konusunda kesin bir bilgi içermez; belki de zihin hallerimin hepsi (kuşku da dahil olmak üzere) bilgi üretmeyen ve gerçekten var olmayan şeyler olabilir? Bu soru nasıl cevaplanabilir? 

Soru daha farklı sorulabilir: Dış dünyanın ya da diğer zihinlerin var olmayabileceği yönünde bir kuşku, emin olunabilir bir soru mu? Eğer diğer zihinlerin veya dış dünyanın varlığından kuşku duyuyorsak bu kuşku, kabul edilebilir olmak için kendine kesin bir temellendirme bulabilmiş midir? Kuşku duymanın makul olduğuna bizi kesinlikle ikna eden nedir? Nasıl ki kuşkucular bazı şeylerin varlığını kesinlikle gösteremememizden yola çıkıyorsa, biz de kuşkuculuğun kendisinin kesinlikle doğru olduğunun gösterilemeyişini kanıtlarsak, kuşkuculuk karşıtı bir argüman kurmamız mümkün olabilir. 

Kuşku duyuyor olmamızın gerekçelendirilmesi kesin değilse, bu kuşkuculuk karşıtı güçlü bir argüman olabilir mi? Bu soruyu destek ilkesi ile daha açık hale getirebiliriz: “P inancı, ancak kişinin P ile tutarsız olan bir önermenin yanlışlığını biliyor olmasıyla bilgiye dönüşür.”

"Önümde bir alışveriş merkezi vardır." önermesine inanıyorsam, o zaman bu önerme benim sadece bir alışveriş merkezi sanrısını görüyor olmamla tutarsız olacağı için, ben bu önermeyi ancak sanrı görmüyor olduğumu bilmem durumunda bilirim. Şimdi bunu kuşkuculuğu yöneltelim; dünyanın döndüğünden kuşku duyuyorsam yani dünyanın dönmüyor olabileceğine inanıyorsam, bu önerme dünyanın döndüğünün bir sanrı değil de gerçek olmasıyla tutarsız olacağı için, ben bu önermeyi ancak dünyanın döndüğü yanlışlanırsa bilebilirim. Dünyanın döndüğü yanlışlanana dek döndüğünden şüphe duymak makul değildir. 

Bilgi ve Fayda

Bilgi ve fayda ilişkisine dair ortaya çıkan bir yaklaşım olarak İkameci Pragmatizm’e (Replacement Pragmatism) işaret edebiliriz. Richard Rorty’nin çalışmalarıyla yükselen bu görüş geleneksel epistemolojiye yönelik 2 iddia öne sürer; 

  1. Geleneksel epistemolojinin sorunları ve amaçları kullanışsız ve yararsızdır! 
  2. Epistemolojinin asıl görevi farklı kültürlerde yer alan kusur ve üstünlükleri çalışmak olmalıdır. 

İkameci pragmatizm için bir önermenin geçerliliği bizim için yararlı olmasına bağlıdır. Yani önermeyi kabul etmemiz için elde ettiğimiz yararı kollamamız gerekir. 

Bu çerçevede önemli olan konulardan bir fayda ve avantajlı olan şeylere odaklanmamız gereklidir. Ancak bir önermenin geçerliliği için faydayı ölçüt olarak ele almak oldukça ciddi sorunlar içermektedir. Dünyanın nasıl olduğunu göstermek ve gerçeklik halkında konuşmak için fayda avantaj ölçütlerini içeren anlayışlar uyuşamayabilir. Doğru olmayan yanlış bir bilgi faydalı olduğu için geçerli sayılabilir mi? Yanlış inançlar faydalı olsa bile dünyanın nasıl olduğu hakkında bize bilgi verebilir mi? Bu eleştirileri savunanlar bilgi ve fayda ilişkisinin böylesi bir iç içeliğinin ikameci pragmatizmin kendi kendini çürütmesine sebep olduğunu düşünür. Gerçekliğin doğası ya da doğru bilgiye nasıl ulaşacağımız eğer bize fayda sağlamazsa, onlarla ilgilenmeyi bırakmamız mı gerekir? İkameci pragmatist bu sorulara tatmin edici cevaplar vermelidir. Yine de bazılarının bu tür bir yaklaşımı özellikle 18.yy’dan itibaren giderek gelişen bilimsel çalışmaların yararından dolayı düşünmesi anlaşılırdır. Ancak anlaşılır olmasına rağmen bu yaklaşımın kabul edilebilir olduğunu savunmuyoruz. 

Bilgi ve Sezgi

Türkçe’deki yaygın kullanım sebebiyle sezgi profesyonel felsefeciler dışındaki birçok kişi için felsefe ve bilgi anlayışına uzak, geleneksel-muhafazakâr bir anlam taşımaktadır. Kavramı bu anlamda kullanmadığımızı; bir tür akıl yürütme, tahmin ve ön algıyı ifade ettiğimizi belirtmek isteriz. 

Sezgi ya da sağduyu (common sense) kavramlarıyla, gerekçelendirmeye konu olan bazı düşüncelere olarak sahibizdir. Böylece epistemik bir gerekçelendirme için bu türden sezgiler ile hareket etmemiz mümkündür. Sık sık belli başlı çözümlemelerde şöyle ifadeler kullanıldığını görürürüz; “ … bu gerekçelendirme sezgisel olarak şöylesi koşullara dayanır.” Sezgilerimizle uyumlu olmak ya da sezgilerimizden yola çıkarak gerekçelendirme çözümleri yapmak; başka bir epistemik destek olmaksızın kendi kendine gerekçe sağlayabilir mi? Eğer sağlarsa başka hangi neler kendi kendine gerekçelendirmeye sahiptir, bir liste mümkün mü? Bu sebeplerden ötürü bazı eleştirmenlerin epistemoloji tartışmalarında sezgi gibi “kendi kendini gerekçelendirme” iddasına sahip kavramları kullanmaktan çekinirken, Moore, Reid, Chisholm gibi birçok etkili düşünür anlayışlarının temeline sezgiyi koymaktan çekinmemiştir. Öyle ki Moore gibi düşünürler için sezgi oldukça odak bir gerekçelendirme kaynağıdır. 

En temelde sezgisel yargılar ile sezgisel olmayan yargıların geçerliliğini karşılaştırırken hangi ölçütlere göre hareket edeceğimiz konusunda hem fikir olmamız gerekir. Sezgilerimizle uyumlu olmasına rağmen açıkça yanlış olan bir yargıyı nasıl değerlendirmeliyiz? Bu sorular bizi doğrudan başka bir yaklaşıma itiyor; bazı bilgilerimizin sezgilerimizle uyumlu olması onların doğru olması için yeterli mi yoksa şüpheyle yaklaşmak daha makul bir pozisyon mu? 

Yazımızda Sosyal Epistemoloji ve Ahlaki Epistemoloji gibi disiplinin diğer başlıklarından okuyucuyu daha fazla yormamak için bahsetmediğimizi de fark edeceksinizdir; bu tercihimizi bir giriş yazısı kaleme aldığımız için anlayışla karşılayacağınızı umuyoruz. Yazımızı burada bitiriyoruz, başka yazılarımızda analitik epistemolojinin daha spesifik alanlarına odaklanacağız.

***

Dipnot: Çağdaş Epistemoloji, Türkçe felsefe literatüründe çok az tartışılmamakta olup felsefecilerimizin büyük çoğunluğu bilgi tanımı ve problemiyle ilgili yaklaşımları 20.yy öncesi felsefe tarihine indirgeme konusunda ısrarcı davranmaktadır. Çağdaş epistemoloji tartışmalarının ve Analitik Felsefe'deki epistemoloji yaklaşımlarının Türkçe felsefeye taşınması adına yazdığı, çevirdiği ve derlediği metinler için Öncül Analitik Felsefe Dergisi olarak Hasan Yücel Başdemir, Nebi Mehdiyev ve Kemal Batak’a teşekkür ederiz. 

Okuma Önerileri (Türkçe)

Okuma Önerileri (İngilizce)

Not: Bu yazı, Öncül Analitik Felsefe Dergisi ile ortak bir projenin ürünüdür. Ekibin YouTube ve Facebook sayfalarına uğrayarak onlara destek olabilir, felsefe hakkında daha fazla bilgi edinebilirsiniz.

Alıntı Yap

Okundu Olarak İşaretle

Paylaş

Sonra Oku

Notlarım

Yazdır / PDF Olarak Kaydet

Bize Ulaş

Yukarı Zıpla

İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!

Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.

Soru & Cevap Platformuna Git

Bu İçerik Size Ne Hissettirdi?

Kaynaklar ve İleri Okuma

Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?

Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:

kreosus.com/evrimagaci

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır