Herkese Merhaba ;
Sizler için faydal olabileceğini düşündüğüm iki yapttan birisi olan ve Stephan Zweig tarafndan ustaca kaleme alnmş ksa bir roman, eğer tek part halinde uzun geliyorsa isteğiniz üzere bölümlere ayrarak tekrar yaynlayabilirim. Keyifli ve güzel hayallerle okumanz temenni ederim
Emre ÖZEGE
.
.
.
.
.
Ve Sahne başlyor
Savaştan on yl önce Riviera'da kaldğm küçük pansiyonda masada otururken beklenmedik bir biçimde şiddetli bir kavgaya, hatta karşlkl nefret ve hakarete varmasna ramak kalan sert bir tartşma çkt. nsanlarn çoğunun muhakeme gücü körleşmiştir. Kendilerine doğrudan dokunmayan, sivri ucu srarla sert bir şekilde duyularna kadar nüfuz etmeyen şey, onlar neredeyse hiç harekete geçirmez; ancak gözlerinin önünde cereyan eden, duygularna dokunacak en ufak şey bile içlerinde ölçüsüz bir tutkuyu ateşler. şte o zaman duyarszlklarnn yerini gereksiz ve aşr öfke alr.
şte zaman zaman yemekte bir araya gelen, kendi halinde sradan insanlarn oluşturduğu, çoğu zaman havadan sudan konuşan, pek derin konulara girmeyen, ufak tefek şakalar yapan, yemekten sonra ise dağlveren grubumuzda da böyle oldu: Alman evli çift dolaşmaya ve amatörce fotoğraf çekmeye, keyfine düşkün Danimarkal adam o skc balk avna, kibar ngiliz bayan kitaplarnn başna, talyan evli çift Monte Carlo'ya kaçamak yapmaya giderlerdi; ben ise ya bahçedeki koltuğa kurulur, tembellik ederdim ya da çalşrdm. Ancak bu kez hepimiz bu sert tartşmayla yerimizde çaklp kaldk; aramzdan biri kalkmak için müsaade istediğindeyse, her zamanki gibi nazik bir şekilde değil, tam tersine biraz önce dediğim gibi öfkeye dönüşen bir kzgnlkla ayağa frlad.
Ancak şu da bir gerçek ki, masada oturan küçük grubumuzun dizginlerini koparan olay da yeterince tuhaft. Yedimizin kaldğ bu pansiyon, dşardan bakldğnda müstakil bir villa gibi duruyordu ah, kayalarn oyarak şekil verdiği ky, pencerelerden nasl da harika görünüyordu! fakat aslnda büyük Palace Hotel'e ait, fiyat daha uygun bir ek binayd ve ayn bahçe içindeydi, bu nedenle bizler otelin konuklaryla sürekli temas halindeydik. Bir gün önce ise otelde fevkalade bir skandal patlak vermişti. Öğle treniyle saat on ikiyi yirmi geçe (zaman tam olarak vermekte bir saknca görmüyorum, çünkü hem bu olay hem de o heyecanl tartşmamz açsndan önemli) bir Fransz genç gelmiş ve ky tarafnda denize bakan odalardan birini kiralamşt, bu bile onun zevkine düşkün biri olduğunu gösteriyordu. Fakat sadece şk giyimli olduğu için değil, sra dş ve fevkalade yakşkllğyla da dikkat çekiyordu. Bir genç kznkini andran ince uzun yüzünün ortasndaki ipek gibi yumuşak sar byklar, şehvetli scak dudaklarn kaplyordu. Açk tenli alnn yumuşak, kahverengi, dalgal saçlar süslüyordu, yumuşak bakşlaryla baktğ her şeyi okşuyordu her şeyi yumuşak, okşayc ve sevgi doluydu ve yapmacklktan uzak ve doğald. Uzaktan bakldğnda büyük moda mağazalarnn vitrinlerinde, elinde bastonu, ideal yakşkl erkeği temsil eden balmumundan yaplmş heykelleri andryordu, yakndan bakldğnda ise, braktğ bütün kibirli izlenim yok oluyordu; çünkü çok nadir de olsa, ondaki bu sevimlilik doğasndan, benliğinden kaynaklanyordu. Yanndan geçtiği herkesi ayn mütevazlk ve samimiyetle selamlyordu ve her frsatta ister istemez ortaya çkan zarafetini gözlemlemek gerçekten hoştu. Bayanlardan biri vestiyere yöneldiğinde hemen mantosunu getiriyordu, her çocuğa sempatik bir şekilde gülümsüyor ve onunla şakalaşyordu, hem canayakn hem de mesafeliydi ksacas, Tanr'nn kutsadğ kullarndan biriydi: Aydnlk yüzü ve gençliğinin canllğyla diğer insanlarn hoşuna gitmesi ona başka bir güzellik veriyordu. Varlğyla otelin çoğu yaşl ve hastalkl olan konuklarna adeta ilaç gibi geliyordu; gençliğinin canllğ ve baz insanlara bahşedilen çevik ve hayat dolu tavrlaryla herkesin sempatisini kazanmşt. Gelişinin üzerinden henüz iki saat geçmişti ki, şişman, rahatna düşkün Lyonlu fabrikatörün on iki yaşndaki Annette ve on üç yaşndaki Blanche adl kzlaryla tenis oynamaya başlamşt bile. Kzlarn zarif, narin ve içine kapank anneleri Madame Henriette, iki kznn yabanc genç adamla flört edişini gülümseyerek sessizce izliyordu. Akşamleyin bir saat satranç masasnda bizi seyretti, arada bir küçük hoş hikâyeler anlatt, kocas iş arkadaşlaryla domino oynarken Madame Henriette ile terasta dolaşt. Akşamn geç saatlerinde ise onu otelin sekreteriyle büronun loş şğnda çok samimi bir şekilde konuşurken gördüm. Ertesi sabah Danimarkal arkadaşmz balğa çktğnda ona eşlik etti ve bu konuda fevkalade bilgili olduğunu gösterdi; sonrasnda ise Lyonlu fabrikatör ile uzun süre siyaset üzerine sohbet etti ve ayn şekilde iyi bir sohbet arkadaş olduğunu kantlad; çünkü şişman fabrikatörün arada bir attğ kahkahalar, kyya vuran dalgalarn sesini bastryordu. Yemekten sonra durumun anlaşlmas için zaman nasl geçirdiğini tam olarak belirtmem lazm Madame Henriette ile kahve içip bir saat bahçede baş başa kald, kzlaryla yine tenis oynad, Alman evli çiftle salonda sohbet etti. Saat altda mektup atmaya gittiğimde, garda ona rastladm. Özür dilemesi gerekiyormuş gibi telaşla bana doğru geldi ve birdenbire çağrldğn, ancak iki gün sonra döneceğini söyledi. Akşamleyin gerçekten de yemek salonunda yoktu, ancak olmayan sadece varlğyd; çünkü tüm masalarda herkes sadece ondan bahsediyor, onun hoş ve canl doğasn övüyordu.
Gece, sanrm saat on birdi, açk pencereden bahçedeki huzursuz çğlk ve bağrşmalar duyduğumda, bir kitab bitirmek için odamda oturuyordum, bitişikteki otelde gözle görülür bir hareketlilik vard. Merak ettiğim için değil de, daha çok rahatsz olduğumdan, çarçabuk elli basamağ indiğimde, otelin konuklaryla çalşanlarn telaşl bir koşuşturma içinde buldum. Kocas her zamanki dakikliğiyle Namurlu arkadaşyla domino oynarken, Madame Henriette her akşam ky boyu yaptğ gezintiden hâlâ dönmemişti ve başna bir şey gelmiş olmasndan endişe duyuluyordu. Başka zaman ağrkanl ve keyfine düşkün biri olan fabrikatör bir boğa gibi kyda koşuşturuyor ve heyecandan kslmş sesiyle, "Henriette! Henriette!" diye gecenin karanlğnda bağryor, sesi ölümcül bir yara almş büyük ilkel hayvanlarn haykrşn andryordu. Garsonlar ve uşaklar telaş içinde merdivenlerden inip çkyordu, bütün konuklar uyandrld ve jandarmaya telefon edildi. Bütün bu kargaşann ortasnda bu şişman adam, düğmeleri açk yeleğiyle kâh sendeleyerek kâh sert admlarla gecenin karanlğnda deli gibi hçkrarak, "Henriette! Henriette!" diye haykryordu. Bu arada yukarda uyuyan çocuklar uyanmş, üzerlerinde gecelikleri, pencereden dşarya doğru seslenerek annelerini çağryorlard, babalar onlar yatştrmak için hemen yukarya yanlarna çkt.
şte bundan sonra sözcüklerle anlatlmas imkânsz korkunç bir şey oldu; çünkü fevkalade gergin ve olağanüstü durumlar insan davranşlar üzerinde öyle bir etki yapar ki, ne bir resim ne de bir söz onu ayn şimşek hzyla tasvir edebilir. Şişman ve iriyar adam birdenbire bitkin ve öfkeli bir yüzle gcrdayan basamaklardan indi. Elinde bir mektup vard. Zar zor anlaşlr sesiyle personel şefine, "Herkesi geri çağrn!" dedi. "Herkesi geri çağrn, aramaya gerek yok. Karm beni terk etmiş."
Öldürücü bir yara almş adamn gerginlikten kaynaklanan tavrnda öyle olağanüstü bir hal vard ki, meraktan etrafn saran insanlar birdenbire korku, utanç ve şaşknlk içinde geri çekildi. Son gücüyle, hiçbirimizi fark etmeden yanmzdan geçip okuma salonuna girdi, şğ kapatt; derken ağr, devasa bedeninin bir koltuğa yğldğ duyuldu. Ve bu korkunç ac, hepimizin, hatta en duyarsz olanmzn üzerinde bile ykc bir etki yaratt. Garsonlarn hiçbiri, konuklardan hiç kimse gülümsemeye ya da üzüldüğüne dair bir kelime söylemeye cesaret edemiyordu. Tek bir kelime etmeden, bu duygu patlamasndan utanmş bir şekilde hepimiz yavaş yavaş odalarmza çekildiğimizde, paramparça olmuş, tükenmiş bu adam, şklarn birbiri ardna söndürüldüğü, insanlarn fsldaştğ, alçak sesle konuştuğu, mrldandğ binadaki karanlk odada yapayalnz hçkryor ve inliyordu.
Gözlerimizin ve duyularmzn önünde şimşek hzyla gelişen bu olayn genelde can skntsna ve kaygszca zaman öldürmeye alşkn bizleri çok sarstğn söylemeye gerek yok. Sonrasnda yemek masamzda patlak veren ve şiddetli bir kavgaya dönüşmesine ramak kalan o tartşmann çkş noktas bu şaşrtc olay olmakla birlikte asl neden, birbirinden tamamen farkl düşünen insanlarn öfkeli karşlaşmas, ilkelerini tartşmasyd. Yklmş adamn öfke krizi içinde buruşturup yere attğ mektubu okuyan bir oda hizmetçisinin gevezeliği nedeniyle Madame Henriette'in yalnz değil, büyük olaslkla genç Fransz'la gittiği ksa süre içinde anlaşlmşt. nsanlarn ona duyduğu sempati çarçabuk kaybolmuştu. lk bakşta bu küçük Madame Bovary'nin daha şk, genç bir delikanly keyfine düşkün, taşral eşine yeğlemesi çok doğal ve anlaşlr gelebilir. Ancak bütün otel halkn bu denli hayrete düşüren şey fabrikatörün, kzlarnn, hatta Madame Henriette'in daha önce bu Lovelace'1 hiç görmemiş olmasyd, başka bir deyişle akşam vakti terasta yaplan iki saatlik sohbetin, bahçede kahve içilirkenki bir saatlik konuşmann, yaklaşk otuz üç yaşnda namuslu bir kadnn kocasn ve çocuklarn gecenin bir yarsnda terk etmesi, hiç tanmadğ şk bir delikanlnn peşine taklp gitmesi için yeterli olmasyd. Masadakiler ne olduğu açk seçik belli olan bu olay, birbirine âşk çiftin ikiyüzlülüğü, bir aldatmacas ve haince bir manevras olarak nitelendiriyordu: Madame Henriette'in bu genç adamla uzun zamandr gizli bir ilişkisi olduğundan ve bu kadn avcsnn sadece kaçşn ayrntlarn belirlemek için geldiğinden hiç kuşku duymuyorlard, çünkü böyle mantk yürütüyorlard namuslu bir kadnn iki saatlik bir dostluktan hemen sonra ilk işaretle kaçp gitmesinin imkânsz olduğunu düşünüyorlard. Ben ise farkl düşünmekten keyif alyordum. Uzun yllar hayal krklğ yaşamş, skc bir evlilik sürdürmüş bir kadnn, hayat dolu ve enerjik birinin çağrsna kaplacağ ihtimalini tüm gücümle savundum, hatta bunun mümkün olduğunu söyledim. Benim bu beklenmedik muhalefetim karşsnda tartşma hemen genelleştirildi ve hem Alman hem de talyan evli çiftin, cup de foudre'n2 bir delilik, hatta tatsz bir roman fantezisinden başka bir şey olmadğn aşağlarcasna söylemeleriyle ateşli bir hal ald.
Ancak bu kavgann frtnal gidişatn baştan sona burada anlatmann gereği yok: Sadece Professionals der Table d'hôte3 zengin fikirlidir, bir masada oturanlarn arasnda çkan tartşmadaki argümanlar ise öylesine bulunduğu için sradan ve basittir. Tartşmamzn neden hzla krc bir biçim aldğn açklamak da zor; sanrm bu öfke şöyle başlad: Her iki koca da ister istemez eşlerinin böylesi bir çukura ve tehlikeye düşmeyeceklerini iddia ettiler. Benim sözlerim üzerine ise, böyle bir şeyi, kadn ruhunun tesadüfi ve çok ucuz yöntemlerle fethedilebileceği gibi yanlş yargs olan bir bekâr söyleyebilir ancak, diyerek karş çktlar: Bu bile beni biraz kzdrmaya başlamşt ki, Alman bayan bu dersi öğretici bir şekilde kapatmak isteyip de, bir yanda gerçek kadnlarn, öte yanda Madame Henriette gibi "doğasnda orospuluk yatan" kadnlarn olduğunu söylediğinde, sabrm taşt ve ben de saldrmaya başladm. Bir kadnn, hayatnn baz anlarnda istemeden ve farknda olmadan baz gizli güçlerin esiri olabileceği gerçeğini reddetmenin altnda, insann kendi içgüdülerinden, doğasndaki şeytanlklardan korkmasnn yattğn, baz insanlarn kendilerini "kolay baştan çkarlanlar"dan daha güçlü, daha namuslu, daha temiz hissetmekten zevk aldklarn söyledim. Bir kadnn kendisini içgüdülerine özgürce brakmasn, tutkularnn peşinden gitmesini, genelde olduğu üzere kocasnn kollarnda, gözleri kapal onu aldatmasndan daha dürüstçe bulduğumu belirttim. Söylediklerim aşağ yukar bundan ibaretti, diğerleri Madame Henriette'e saldrdkça ben (gerçekte kendi duygularm da aşmştm) onu daha da ateşli savunur hale geldim. Benim bu heyecanm üniversitelilerin deyimiyle her iki evli çifti mat etmişti, öyle ki dördü birden birbiriyle pek uyumlu olmasalar da, birbirlerinden güç alarak üzerime geldi; yaşl Danimarkal bey neşeli bir yüzle elinde saati, bir futbol maçn yöneten hakem gibi oturmuş, arada bir kemikli parmaklaryla masaya vurup "Gentlemen, please,"4 diyordu. Fakat bu sadece bir dakika etki ediyordu. Beylerden biri öfkeden kpkrmz kesilerek üç kez masadan kalkmş ve kars tarafndan güçlükle yatştrlmşt ksacas, bir on on beş dakika daha geçseydi, tartşmamz bir kavga dövüşle son bulacakt, neyse ki Mrs. C. yatştrc bir merhem gibi konuşmamzn köpüren dalgalarn düzeltti.
Mrs. C., beyaz saçl, kibar, yaşl ngiliz bayan masamzn fahri başkanyd. Yerinde dimdik oturur, herkese ayn samimiyeti gösterir, pek konuşmaz, ancak büyük bir ilgiyle dinler ve bakşlaryla insan rahatlatrd. Aristokrat doğasndan fevkalade oturakllk ve huzur saçard. Her birimize ayr ayr ince bir nezaket göstermesine rağmen, herkese karş belli bir mesafede dururdu: Çoğu zaman kitaplaryla bahçede otururdu, bazen piyano çalar, nadiren insanlarn arasna ya da yoğun bir tartşmaya katlrd. Buna rağmen, hepimizin üzerinde olağanüstü bir güce sahipti. Çünkü daha ilk seferinde konuşmamza müdahale eder etmez, hepimiz çok gürültü çkardğmz ve kendimize hâkim olamadğmz duygusuna kaplp utandk.
Mrs. C., Alman beyin öfkeyle yerinden frlayp tekrar masaya oturduğu sert aradan yararlanmşt. Beklenmedik bir şekilde açk ve gri renkli gözlerini kaldrd, bir an için kararszlkla bana bakt ve sonrasnda neredeyse nesnel bir açklkla konuyu kafasnda değerlendirdi.
"Söylediklerinizi yanlş anlamadysam, Madame Henriette'in, bir kadnn elinde olmadan birdenbire bir maceraya sürüklenebileceğini, böyle bir kadnn bir saat önce yapmay kesinlikle aklndan bile geçirmeyeceği davranşlarda bulunabileceğini ve bu nedenle suçlanmamas gerektiğini söylüyorsunuz, öyle mi?"
"Kesinlikle buna inanyorum, saygdeğer bayan."
"Ancak bu durumda her türlü ahlaki hüküm tamamen anlamsz olur ve her türlü ahlak kuralnn çiğnenişi hakl bir nedene dayandrlr. Eğer siz gerçekten Franszlarn dediği gibi, crime passionnel'in5 cinayet olmadğn düşünüyorsanz, o zaman devlet mahkemelerine ne gerek var? Her suçta bir tutku aramak ve bu tutku nedeniyle özür bulmak için çok iyi niyet gerekmez ve siz inanlmaz derecede iyi niyetlisiniz," dedi gülümseyerek.
Sözlerinin netliği ve neredeyse neşeli tonu beni çok rahatlatt ve elimde olmadan onun o açk tavrn taklit edip yar şaka yar ciddi şöyle yant verdim: "Kuşkusuz devletin mahkemesi bu tip olaylar benden daha sert değerlendiriyor; onun görevi genel ahlak kurallarn ve gelenekleri acmaszca korumaktr; bu da onun insanlar affetmesini değil, yarglamasn gerektiriyor. Kald ki resmî kimliği olmayan ben, neden bir savcnn rolünü üstleneyim ki: Ben savunmay tercih ediyorum. nsanlar yarglamaktan değil, anlamaya çalşmaktan zevk alyorum."
Mrs. C. bir süre açk, gri gözleriyle bana bakt ve bir an tereddüt etti. Beni doğru anlamadğndan korkup sözlerimi ngilizce tekrarlamaya hazrlanyordum ki, tuhaf bir ciddiyetle, sanki bir snavdaymşz gibi sorular sormaya devam etti:
"Bir kadnn, kocasn ve iki çocuğunu gerçek aşk olup olmadğn bilmediği bir adam uğruna brakmasn çirkin ve aşağlayc bulmuyor musunuz? Pek genç de saylmayan ve hiç değilse çocuklar adna özsaygs olmas gereken bir kadnn, böylesi hafif davranşn gerçekten affeder misiniz?"
"Tekrar ediyorum saygdeğer bayan," diye srar ettim, "bu konuda karar vermek ya da yarglamak benim işim değil. Biraz önce abarttğm size itiraf etmekte bir saknca görmüyorum o zavall Madame Henriette kuşkusuz bir kahraman değil, macerac bir ruh da değil, bir amoureuse6 hiç değil. Onu tandğm kadaryla sradan bir insan, zayf bir kadn, cesurca isteğinin peşinden gittiği için biraz sayg, daha çok da merhamet duyuyorum, çünkü bugün değilse bile, kuşkusuz yarn son derece mutsuz hissedecek kendisini. Belki aptalca, hatta aceleci davranmş olabilir, fakat kesinlikle basit ve adice değil, bu nedenle daha önce olduğu gibi, her kim olursa olsun bu zavall, mutsuz kadn küçümsemesine karş çkarm."
"Ve siz ona karş ayn saygy duyuyor musunuz? Önceki gün bir arada oturduğunuz namuslu kadnla, dün yabanc bir adamla kaçp giden kadn arasnda bir fark görmüyor musunuz?"
"Kesinlikle. En ufak, en küçük bir fark görmüyorum."
"Is that so"7 Farknda olmadan ngilizce konuşmuştu: Tüm bu konuşma onu tuhaf bir şekilde meşgul etmiş olmalyd. Ve ksa bir an sonra net bakşlarn soru sorarcasna tekrar kaldrd.
"Peki diyelim ki yarn Madame Henriette'i Nice'te gördünüz, o genç adamn kolunda, onu selamlar msnz?"
"Gayet tabii."
"Peki onunla konuşur musunuz?"
"Gayet tabii."
"Eğer, eğer evli olsanz, böyle bir kadn eşinizle tanştrr msnz, sanki hiçbir şey olmamş gibi?"
"Gayet tabii."
"Would you really"8 dedi yine ngilizce inanmaz ve şaşkn bakşlarla.
"Surely I would,"9 diye ayn şekilde ngilizce yant verdim farknda olmadan.
Mrs. C. sustu. Hâlâ düşünceliydi, sonra birden benim ve kendisinin cesaretine şaşrmş gibi bana bakarak şöyle dedi: "I don't know, if I would. Perhaps I might do it also"10 Sonra sadece ngilizlere has ve anlatlmaz tavrla hiçbir kabalğa başvurmadan konuşmay bitirmek üzere ayağa kalkp bana elini uzatt. Onun müdahale etmesiyle huzurumuz geri gelmişti, birbirimize karş olmakla birlikte nezaketle selamlaşabildiğimiz ve tehlikeli bir şekilde gerilen havay hafif şakalarla yumuşatabildiğimiz için hepimiz içimizden ona teşekkür ettik.
Savaştan on yıl önce Riviera’da kaldığım küçük pansiyonda masada otururken beklenmedik bir biçimde şiddetli bir kavgaya, hatta karşılıklı nefret ve hakarete varmasına ramak kalan sert bir tartışma çıktı. İnsanların çoğunun muhakeme gücü körleşmiştir. Kendilerine doğrudan dokunmayan, sivri ucu ısrarla sert bir şekilde duyularına kadar nüfuz etmeyen şey, onları neredeyse hiç harekete geçirmez; ancak gözlerinin önünde cereyan eden, duygularına dokunacak en ufak şey bile içlerinde ölçüsüz bir tutkuyu ateşler. İşte o zaman duyarsızlıklarının yerini gereksiz ve aşırı öfke alır. İşte zaman zaman yemekte bir araya gelen, kendi halinde sıradan insanların oluşturduğu, çoğu zaman havadan sudan konuşan, pek derin konulara girmeyen, ufak tefek şakalar yapan, yemekten sonra ise dağılıveren grubumuzda da böyle oldu: Alman evli çift dolaşmaya ve amatörce fotoğraf çekmeye, keyfine düşkün Danimarkalı adam o sıkıcı balık avına, kibar İngiliz bayan kitaplarının başına, İtalyan evli çift Monte Carlo’ya kaçamak yapmaya giderlerdi; ben ise ya bahçedeki koltuğa kurulur, tembellik ederdim ya da çalışırdım. Ancak bu kez hepimiz bu sert tartışmayla yerimizde çakılıp kaldık; aramızdan biri kalkmak için müsaade istediğindeyse, her zamanki gibi nazik bir şekilde değil, tam tersine biraz önce dediğim gibi öfkeye dönüşen bir kızgınlıkla ayağa fırladı. Ancak şu da bir gerçek ki, masada oturan küçük grubumuzun dizginlerini koparan olay da yeterince tuhaftı. Yedimizin kaldığı bu pansiyon, dışardan bakıldığında müstakil bir villa gibi duruyordu –ah, kayaların oyarak şekil verdiği kıyı, pencerelerden nasıl da harika görünüyordu!– fakat aslında büyük Palace Hotel’e ait, fiyatı daha uygun bir ek binaydı ve aynı bahçe içindeydi, bu nedenle bizler otelin konuklarıyla sürekli temas halindeydik. Bir gün önce ise otelde fevkalade bir skandal patlak vermişti. Öğle treniyle saat on ikiyi yirmi geçe (zamanı tam olarak vermekte bir sakınca görmüyorum, çünkü hem bu olay hem de o heyecanlı tartışmamız açısından önemli) bir Fransız genç gelmiş ve kıyı tarafında denize bakan odalardan birini kiralamıştı, bu bile onun zevkine düşkün biri olduğunu gösteriyordu. Fakat sadece şık giyimli olduğu için değil, sıra dışı ve fevkalade yakışıklılığıyla da dikkat çekiyordu. Bir genç kızınkini andıran ince uzun yüzünün ortasındaki ipek gibi yumuşak sarı bıyıkları, şehvetli sıcak dudaklarını kaplıyordu. Açık tenli alnını yumuşak, kahverengi, dalgalı saçları süslüyordu, yumuşak bakışlarıyla baktığı her şeyi okşuyordu – her şeyi yumuşak, okşayıcı ve sevgi doluydu ve yapmacıklıktan uzak ve doğaldı. Uzaktan bakıldığında büyük moda mağazalarının vitrinlerinde, elinde bastonu, ideal yakışıklı erkeği temsil eden balmumundan yapılmış heykelleri andırıyordu, yakından bakıldığında ise, bıraktığı bütün kibirli izlenim yok oluyordu; çünkü çok nadir de olsa, ondaki bu sevimlilik doğasından, benliğinden kaynaklanıyordu. Yanından geçtiği herkesi aynı mütevazılık ve samimiyetle selamlıyordu ve her fırsatta ister istemez ortaya çıkan zarafetini gözlemlemek gerçekten hoştu.
Bayanlardan biri vestiyere yöneldiğinde hemen mantosunu getiriyordu, her çocuğa sempatik bir şekilde gülümsüyor ve onunla şakalaşıyordu, hem canayakın hem de mesafeliydi – kısacası, Tanrı’nın kutsadığı kullarından biriydi: Aydınlık yüzü ve gençliğinin canlılığıyla diğer insanların hoşuna gitmesi ona başka bir güzellik veriyordu. Varlığıyla otelin çoğu yaşlı ve hastalıklı olan konuklarına adeta ilaç gibi geliyordu; gençliğinin canlılığı ve bazı insanlara bahşedilen çevik ve hayat dolu tavırlarıyla herkesin sempatisini kazanmıştı. Gelişinin üzerinden henüz iki saat geçmişti ki, şişman, rahatına düşkün Lyonlu fabrikatörün on iki yaşındaki Annette ve on üç yaşındaki Blanche adlı kızlarıyla tenis oynamaya başlamıştı bile. Kızların zarif, narin ve içine kapanık anneleri Madame Henriette, iki kızının yabancı genç adamla flört edişini gülümseyerek sessizce izliyordu. Akşamleyin bir saat satranç masasında bizi seyretti, arada bir küçük hoş hikâyeler anlattı, kocası iş arkadaşlarıyla domino oynarken Madame Henriette ile terasta dolaştı. Akşamın geç saatlerinde ise onu otelin sekreteriyle büronun loş ışığında çok samimi bir şekilde konuşurken gördüm. Ertesi sabah Danimarkalı arkadaşımız balığa çıktığında ona eşlik etti ve bu konuda fevkalade bilgili olduğunu gösterdi; sonrasında ise Lyonlu fabrikatör ile uzun süre siyaset üzerine sohbet etti ve aynı şekilde iyi bir sohbet arkadaşı olduğunu kanıtladı; çünkü şişman fabrikatörün arada bir attığı kahkahalar, kıyıya vuran dalgaların sesini bastırıyordu. Yemekten sonra –durumun anlaşılması için zamanı nasıl geçirdiğini tam olarak belirtmem lazım– Madame Henriette ile kahve içip bir saat bahçede baş başa kaldı, kızlarıyla yine tenis oynadı, Alman evli çiftle salonda sohbet etti. Saat altıda mektup atmaya gittiğimde, garda ona rastladım. Özür dilemesi gerekiyormuş gibi telaşla bana doğru geldi ve birdenbire çağrıldığını, ancak iki gün sonra döneceğini söyledi. Akşamleyin gerçekten de yemek salonunda yoktu, ancak olmayan sadece varlığıydı; çünkü tüm masalarda herkes sadece ondan bahsediyor, onun hoş ve canlı doğasını övüyordu. Gece, sanırım saat on birdi, açık pencereden bahçedeki huzursuz çığlık ve bağrışmaları duyduğumda, bir kitabı bitirmek için odamda oturuyordum, bitişikteki otelde gözle görülür bir hareketlilik vardı. Merak ettiğim için değil de, daha çok rahatsız olduğumdan, çarçabuk elli basamağı indiğimde, otelin konuklarıyla çalışanlarını telaşlı bir koşuşturma içinde buldum. Kocası her zamanki dakikliğiyle Namurlu arkadaşıyla domino oynarken, Madame Henriette her akşam kıyı boyu yaptığı gezintiden hâlâ dönmemişti ve başına bir şey gelmiş olmasından endişe duyuluyordu. Başka zaman ağırkanlı ve keyfine düşkün biri olan fabrikatör bir boğa gibi kıyıda koşuşturuyor ve heyecandan kısılmış sesiyle, “Henriette! Henriette!” diye gecenin karanlığında bağırıyor, sesi ölümcül bir yara almış büyük ilkel hayvanların haykırışını andırıyordu.
Garsonlar ve uşaklar telaş içinde merdivenlerden inip çıkıyordu, bütün konuklar uyandırıldı ve jandarmaya telefon edildi. Bütün bu kargaşanın ortasında bu şişman adam, düğmeleri açık yeleğiyle kâh sendeleyerek kâh sert adımlarla gecenin karanlığında deli gibi hıçkırarak, “Henriette! Henriette!” diye haykırıyordu. Bu arada yukarıda uyuyan çocuklar uyanmış, üzerlerinde gecelikleri, pencereden dışarıya doğru seslenerek annelerini çağırıyorlardı, babaları onları yatıştırmak için hemen yukarıya yanlarına çıktı. İşte bundan sonra sözcüklerle anlatılması imkânsız korkunç bir şey oldu; çünkü fevkalade gergin ve olağanüstü durumlar insan davranışları üzerinde öyle bir etki yapar ki, ne bir resim ne de bir söz onu aynı şimşek hızıyla tasvir edebilir. Şişman ve iriyarı adam birdenbire bitkin ve öfkeli bir yüzle gıcırdayan basamaklardan indi. Elinde bir mektup vardı. Zar zor anlaşılır sesiyle personel şefine, “Herkesi geri çağırın!” dedi. “Herkesi geri çağırın, aramaya gerek yok. Karım beni terk etmiş.” Öldürücü bir yara almış adamın gerginlikten kaynaklanan tavrında öyle olağanüstü bir hal vardı ki, meraktan etrafını saran insanlar birdenbire korku, utanç ve şaşkınlık içinde geri çekildi. Son gücüyle, hiçbirimizi fark etmeden yanımızdan geçip okuma salonuna girdi, ışığı kapattı; derken ağır, devasa bedeninin bir koltuğa yığıldığı duyuldu. Ve bu korkunç acı, hepimizin, hatta en duyarsız olanımızın üzerinde bile yıkıcı bir etki yarattı. Garsonların hiçbiri, konuklardan hiç kimse gülümsemeye ya da üzüldüğüne dair bir kelime söylemeye cesaret edemiyordu. Tek bir kelime etmeden, bu duygu patlamasından utanmış bir şekilde hepimiz yavaş yavaş odalarımıza çekildiğimizde, paramparça olmuş, tükenmiş bu adam, ışıkların birbiri ardına söndürüldüğü, insanların fısıldaştığı, alçak sesle konuştuğu, mırıldandığı binadaki karanlık odada yapayalnız hıçkırıyor ve inliyordu. Gözlerimizin ve duyularımızın önünde şimşek hızıyla gelişen bu olayın genelde can sıkıntısına ve kaygısızca zaman öldürmeye alışkın bizleri çok sarstığını söylemeye gerek yok.
Sonrasında yemek masamızda patlak veren ve şiddetli bir kavgaya dönüşmesine ramak kalan o tartışmanın çıkış noktası bu şaşırtıcı olay olmakla birlikte asıl neden, birbirinden tamamen farklı düşünen insanların öfkeli karşılaşması, ilkelerini tartışmasıydı. Yıkılmış adamın öfke krizi içinde buruşturup yere attığı mektubu okuyan bir oda hizmetçisinin gevezeliği nedeniyle Madame Henriette’in yalnız değil, büyük olasılıkla genç Fransız’la gittiği kısa süre içinde anlaşılmıştı. İnsanların ona duyduğu sempati çarçabuk kaybolmuştu. İlk bakışta bu küçük Madame Bovary’nin daha şık, genç bir delikanlıyı keyfine düşkün, taşralı eşine yeğlemesi çok doğal ve anlaşılır gelebilir. Ancak bütün otel halkını bu denli hayrete düşüren şey fabrikatörün, kızlarının, hatta Madame Henriette’in daha önce bu Lovelace’ı 1 hiç görmemiş olmasıydı, başka bir deyişle akşam vakti terasta yapılan iki saatlik sohbetin, bahçede kahve içilirkenki bir saatlik konuşmanın, yaklaşık otuz üç yaşında namuslu bir kadının kocasını ve çocuklarını gecenin bir yarısında terk etmesi, hiç tanımadığı şık bir delikanlının peşine takılıp gitmesi için yeterli olmasıydı.
85The Download
0Comment
Upload date
Stefan Zweig'ın psikolojiye ve Sigmund Freud'un öğretisine duyduğu ilgiyi yansıtan Bir Kadının Yaşamından 24 Saat ve Bir Yüreğin Ölümü adlı yapıtlarını bir araya getirdiğimiz bu kitap, yazarın öykü sanatındaki olağanüstü becerisini gözler önüne seriyor. İnsan ruhunun en karmaşık duygularından biri olan tutkuyu olanca canlılığıyla dile getiren öyküler bunlar. Bir Kadının Yaşamından 24 Saat, duygularının peşinden korkusuzca giden bir kadının apansız yön değiştiren yaşamını konu ediniyor. Bir Yüreğin Ölümü ise, ruh ikizini Lev Tolstoy'un unutulmaz kahramanı İvan İlyiç'te bulduğumuz yaşlı bir adamın ailesinden ve yaşamdan uzaklaşmasını öykülüyor.
Düşsel ve tarihsel karakterler üzerine yazdığı biyografilerinde olduğu kadar öykülerinde de karakterlerini kendine özgü derin, incelikli ruh çözümlemeleriyle betimleyen Zweig'ın bu kitapta buluşturduğumuz iki uzun öyküsü, edebiyat tarihinde Freud'un çözümlediği yapıtlar arasında yer alıyor.
<< PREVIOUSNEXT >>
Information! Sign up, make a remarkable comment(Minimum characters), download books without waiting 24 hours a day freely! Your comment will be published after the approval of the administrator, please comment on a book you read earlier.