tebliğ dini anlamı / Tebliğ Nedir, Ne Demek? - Dinler Tarihi Haberleri

Tebliğ Dini Anlamı

tebliğ dini anlamı

TEBLİĞ (İrşâd)

Zaman, yer ve nitelik açısından amaca ulaşma, sona varma, nihâyete erme, resmi bir yazıyı, kararı halka veya ilgililere duyurma, bildiri, beyanname, mesaj, bir dini başkalarına anlatma ve yayılmasına çalışma. "Be-leğa" fiilinden "Tef'il" babında masdardır. Çoğulu "Tebliğat"tır.

Tebliğ, Kur'an'da "belâğ" kelimesi ile aynı anlamda kullanılmıştır. Tebliğ masdar, belâğ ise isim olarak onküsur yerde geçmektedirler. Bu kelimelerin ifâde ettiği ilâhi mesajın sahibi Yüce Allah, aracı ve vasıtası Hz. Muhammed (s.a.s), muhatabı ise, insandır.

Tebliğ, peygamberlerin sıfatlarından ve onların gerçek vazifelerindendir. Bu gerçeği ifâde eden bir ayetin meâli şöyledir:

"Ey elçi, Rabbinden sana indirileni duyur. Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur" (el-Mâide 5/67).

Bu görev yalnız Hz. Muhammed (s.a.s)'e verilmemiş, diğer peygamberlere de verilmiştir (el-A 'raf, 7/62, 68, 79, 93; el-Ahkâf, 46/23).

Tebliğ vazifesini yapan peygamberler, bu vazifelerinde zorlayıcı herhangi bir yola başvurmamışlar, sadece tebliğ vazifelerini yerine getirmişler ve sonucu Allah'a bırakmışlardır:

"Peygambere düşen, sadece tebliğ yapmaktır" (el-Mâide, 5/99) (Bu konu ile ilgili olarak bkz. Âl-î İmrân, 3/20; el-Mâide, 5/92; er-Ra'd, 13/40; en-Nahl, 16/35,82; en-Nûr, 24/54; el-Ankebût, 29/18; Yâsîn, 36/17; eş-Şuarâ, 42/48; et-Teğâbûn, 64/12).

Allah'tan aldıkları mesajları, muhatabı olan insanlara tebliğ etmekle görevli olan peygamberler, bu yolda çeşitli sıkıntılara katlanmışlar ve en güzel sabır örneğini göstermişlerdir. "(Önce) en yakın akrabanı uyar" (eş-Şuarâ, 26/) ayeti nazil olunca, Hz. Muhammed (s.a.s) ilk tebliği, evinde topladığı Abdülmuttaliboğullarına yaptı. Daha sonra Safa tepesine çıkarak halka seslendi ve halk O'nun etrafında toplandı. Onlara, "Şu dağın arkasında düşman var desem, bana inanır mısınız?" diye sorunca, halk, "Evet, sana inanırız. Çünkü senden yalan duymadık" cevabını verdi. Öyle ise size şiddetli bir azabı haber veriyorum" deyince, amcası Ebu Leheb hakaret ifâde eden sözler sarfederek, onu susturdu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s)'in tebliğini engellemeye çalışan Ebu Leheb ve hanımı hakkında Tebbet suresi nazil oldu (Abdülfettah el-Kâdî, Esbâbü'n-Nüzûl, Beyrut,(t.y.) s. ).

Peygamberler, tebliğ vazifelerini yerine getirirken, çeşitli sıkıntılarla karşılaşmışlardır. Ama hiç bir zaman yollarından sapmamışlar ve davalarında taviz vermemişlerdir. Hayatları bu hususta ibretli olaylarla doludur.

Bu şekilde sabırla davranarak tebliğde bulunmak, insanları hikmetli sözler ve güzel öğütlerle Allah'ın yoluna davet etmek Allah'ın, Kur'an'a kulak veren her mümine ilâhî bir emridir:

"(Ey Muhammed) Sen (insanları) Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütlerle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et" (en-Nahl, 16/).

Bu ayette söz konusu olan "hikmet" ve "güzel öğüt", tebliğ ile ilgilenen insanlar için çok önemlidir. Hikmet, kişinin tebliğ sırasında dikkatli ve basiretli olması, bunu körü körüne yapmamasıdır. Hikmet, hitabedilen kişinin zihin, yetenek ve şartlarını gözönünde bulundurulmasını ve mesajın bunlara uygun bir şekilde iletilmesini gerektirir.

"Güzel öğüt" ise, kişinin muhatabını sadece mantıkî ikna metotlarıyla değil, aynı zamanda duygularını cezbederek de inandırmaya çalışmasıdır .

Bu ayette geçen "Onlarla en güzel şekilde mücadele et" emri de, tebliğ vazifesini ciddi bir şekilde yerine getirmeyi taleb etmektedir. Buna göre tebliğci, tatlı bir dile sahip olmalı, tebliğde soylu bir davranış göstermeli, cezbedici, akla ve mantığa uygun fikirleri öne sürmeli ve muhatabını en güzel bir şekilde ikna etmeye çalışmalıdır (el-Kurtubî, el-Camiul'i-Ahkâmi'l-Kur'ân, Kahire , X, ; er-Razî, et-Tefsiru'l-Kebir, Mısır , XX, v.d.; ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Kahire , III, ).

Kur'an, ilahi mesajın insanlara ulaştırılması açısından büyük önem taşıyan tebliği "büyük cihad" (cihad-ı ekber) olarak tanımlar:

"Kâfirlere boyun eğme ve bununla (bu Kur'an ile) onlara karşı büyük cihâd et" (el-Furkan, 25/52).

Bu ayetteki "büyük cihâd", İslâm davası yolunda elden geleni yapmak, bu dava için bütün imkan ve kaynakları seferber etmek ve Allah'ın adını yüceltmek için tebliğde bulunmak demektir. Gerçekten de tebliğ suretiyle cihadda bulunmak, düşmana karşı silahla cihatda bulunmaktan daha büyük ve daha üstündür (ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Kahire , IV, ; el-Beydâvî, Envâru't-Tenzîl ve Esraru't-Te'vîl, Mısır , II, 73; er-Razî, et-Tefsiru'l-Kebir, Mısır , XXIV, ).

Tebliğ ile meşgul olanlar, insanlar arasında ayırım yapmadan, genç ihtiyar, kadın erkek, herkese tebliğde bulunmalıdırlar. Ölüm döşeğinde olan insana bile, İslâm tebliğ edilmelidir. Çünkü o, iman ettikten sonra vefât ederse, ahireti kurtarılmış olur. Her hususta olduğu gibi, bu hususta da en güzel örnek, Hz. Muhammed (s.a.s)'dir. Ebu Talib'in ölüm zamanı gelince, Resulullah (s.a.s) onun yanına geldi. Orada Ebu Cehil ve Abdullah b. Ebî Ümeyye de vardı. Hz. Peygamber (s.a.s) Ebu Talib'e: "Ey amcacığım, 'Lâ-İlâhe İllallah' de, bununla Allah katında sana şehâdet edeyim " buyurdu. Ebu Cehil: "Ya Ebu Talib, Abdülmuttalib'in dininden vaz mı geçeceksin?" dedi. Resulullah (s.a) amcasına tebliğde bulunmaya davet etti. Fakat Ebu Talib, ona son söz olarak Abdülmuttalib'in dini üzerinde olduğunu söyledi ve 'Lâ İlâhe İllallah' demekten çekindi. O zaman Hz. Muhammed (s.a.s): "Allah beni men etmediği müddetçe, senin için dua edeceğim" dedi. Bunun üzerine şu ayet nâzil oldu: "Akraba bile olsalar, cehennemin halkı oldukları belli olduktan sonra (Allah'a) ortak koşanlar için mağfiret dilemek; ne peygamberin, ne de inananların yapacağı bir iş değildir" (et-Tevbe, 9/). Ebu Talib hakkında da: "(Ey Muhammed), sen, sevdiğini doğru yola iletemezsin, fakat Allah, dilediğini doğru yola iletir. O, yola gelecek olanları daha iyi bilir" (el-Kasas, 28/56) ayeti nazil oldu (Müslim, iman, 9; Muhammed b. İshâk b. Yesar, Sîretu İbn İshâk, Konya , ).

Ayrıca Kur'an, Allah'ın en büyük düşmanlarına bile tebliğin götürülmesini emreder. Hem de onları kırmadan, ezmeden, lânetlemeden ve onlara öfkelenmeden bu vazifelerinin yerine getirilmesi gerektiğini vurgular: "(Ey Musa ve Harun) Firavun'a gidin, çünkü o azmıştır. Ona yumuşak ve tatlı bir sözle tebliğde bulunun. Belki öğüt alır veya Allah'tan korkar" (Tâhâ, 20/43, 44).

Yüce Allah, Firavun'un imân etmeyeceğini elbette biliyordu. Ama yine ona tebliğin yapılmasını emretmiştir. Bunda çeşitli hikmetler vardır. İnanan insanların tebliğ vazifelerini yerine getirmeleri ve kendisine tebliğin ulaşmadığı hiç kimsenin kalmaması gerekir. Bu durum, tebliğcileri de mes'uliyetten kurtarır. Nitekim Yüce Allah başka bir ayette, Hz. Musa ve ona bağlı olanların tebliğe ısrarla devam etmelerini faydasız gören bazı insanlardan söz ederken, şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "İçlerinden bir topluluk, "Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azaba uğratacağı bir kavme hâlâ ne diye tebliğe bulunuyorsunuz?" dediler. Tebliğe devam edenler şu cevabı verdiler: Rabbiniz huzurunda özür beyanı yüzünden, bir de belki kendilerine gelir, korunurlar ümidiyle" (el-Ârâf, 7/).

Bu durum, tebliğcinin görevini savsaklamadığına delil olur ve kendisine tebliğ yapılanın "ben bunu bilmiyordum" şeklinde mazerette bulunmasını engeller (ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Mısır (t.y), IV, 34).

Merhum müfessir Elmalılı, bu ayeti açıklarken şöyle buyurmuştur: "Tebliğ vazifesini yerine getirme, herkese son nefesine varıncaya kadar bir nevi farzdır. Bununla beraber, dünyada hiç bir-hususta ümitsizliğe düşmek caiz değildir. Her ne kadar günahkâr olurlarsa olsunlar, insanların tövbe ve takvasını arzu ve ümit etmek de bir vazifedir. İnsanlığın hali sürekli değişmededir ve kader sırrı meydana gelişinden önce bilinmez. Ne bilirsiniz, bu güne kadar hiç söz dinlemeyen bu insanlar belki yarın dinleyiverir ve sakınmaya başlar, bütün bütün sakınmazsa, belki biraz sakınır ve bu sayede azabı hafifler. Her halde tebliğde bulunup öğüt vermek, tebliği terk etmekten evlâdır. Tebliği bütünüyle terk etmekte ise, hiç bir ümit yoktur. Hiç bir mukavemete maruz kalmayan fenalık daha süratle yayılır. Herhangi bir fenalığın aslını silmek mümkün olmasa da hızını azaltmaya çalışmak da göz ardı edilmemelidir (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul , IV, ).

Hz. Peygamber (s.a.s) veda hutbesinde İslâm'ın temel prensiplerini tebliğ ettiği zaman, sık sık hazır olanlara: "Tebliğ vazifemi yaptım mı?" diye sormuş. Onlardan olumlu cevap alınca, "Allah'ım, sen benim tebliğ vazifemi yaptığıma şahid ol!.." diyerek, bu kutsal vazifeyi yerine getirmenin sevincini yaşamıştır (Ahmed Zeki Safve, Cemheretu Hutubi'l-Arab, Mısır , 1, ).

Peygamber ve O'nun yolunda yürüyenlerin en önemli görevi, Hakk'ı tebliğdir. Her Müslüman bu konuda görevlidir. Müminlerin bu husustaki görevlerini yerine getirmeleri farzdır.

İslâm, sürtüşme, tartışma, bölünme ve parçalanma dini değildir. Onun ruhunda ve mayasında ancak Allah'a kul olmanın derin manası, birbirimize kardeş olmanın yüksek anlamı yatmaktadır. Dinde kula kul olma basiretsizliği yoktur. Günümüzün tebliğ metodu bu doğrultuda geliştirilmelidir.

İslâm dininde tebliğ, belli bir sınıfın değil, inanan bütün insanların vazifesidir. İslâm'da sınıf ayırımı yoktur. Her kişi, kendi bilgi ve kültür seviyesine göre, başkalarına, İslamiyeti yaşayarak ve zarar vermeden anlatarak tebliğde bulunup onları şuurlandırmaya çalışmak mecburiyetindedir.

Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de üzerinde önemle durduğu "davet" ve "Emr bi'l-Ma'ruf ve Nehy ani'l-Münker" de, tebliğe yakın ve onunla iç içe olan konulardır.

Hz. Muhammed (s.a.s), Allah rızası için yapılmayan her şeyin bâtıl ve faydasız olduğunu haber vermiştir (Tirmizî, Hudûd, 24, Fiten, 59, Zühd, 21; İbn Mace, Hudûd, 12, Zühd, 21). Buna göre tebliğ de, Allah rızası için yapılmalıdır. Herhangi bir maddî veya manevî menfaat niyeti ile yapılan tebliğin hiç bir faydası olmaz. Yüce Allah da Kur'an-ı Kerim'de, tebliğin herhangi bir karşılık beklemeden, Allah rızası için yapılmasını ve bu şekilde yapılan tebliği dinlemenin gerektiğini açıklamıştır (Yasin, 36/21).

Her şeyi Allah rızası için yapan, gaye olarak O'nun rızasını seçen ve bu yolda tebliğ vazifesini de bilinçli bir şekilde yerine getiren bir toplum, mutluluğun sırrına erer.

Kur'an, insanlara tebliğ edilmek üzere indirilmiştir. Hz. Muhammed (s.a.s), bu yolda her türlü sıkıntıya göğüs gererek, gerektiği gibi bu vazifeyi yerine getirdi. O'nun ümmetinin de, bu vazifeyi sadece Allah rızası için ve hakkıyla yerine getirmesi gerekir.

Nureddin TURGAY

İslami Tebliğ Nedir?

Tebliğ nedir? İslami tebliğ nedir, nasıl yapılır? Tebliği kim yapar? İslam’da tebliğ metodu kısaca

İnsanları îmâna, hakka ve sâlih amellere davet etmek, kötülüklerden uzaklaşmalarına yardımcı olmak, en hayırlı vazifelerdendir. Zira bu, onları ebedî kurtuluşa çağırmak demektir.

Allah Resûlü şöyle buyurur:

“Bir kimsenin senin vâsıtanla hidâyete ermesi, senin için (en kıymetli dünya nîmeti olan) kızıl develere sahip olmandan daha hayırlıdır.” (Buhârî, Cihâd, )

İNSANLARI HAKK’A ÇAĞIRMAK

İnsanları îmâna, hakka ve sâlih amellere davet etmek, kötülüklerden uzaklaşmalarına yardımcı olmak, en hayırlı vazifelerdendir. Zira bu, onları ebedî kurtuluşa çağırmak demektir. Cenâb-ı Hak bu ulvî vazifenin değerini şöyle haber verir:

(İnsanları) Allâh’a çağıran, sâlih amel işleyen ve; «Ben müslümanlar­danım.» diyen kişiden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet, 33)

Allah Resûlü de şöyle buyurmuşlardır:

“Doğru yola davet eden kimse, ona tâbî olanların sevapları kadar sevap alır. Bu, tâbî olanların sevâbından bir şey eksiltmez! Kötü bir yola davet eden kimse de, ona tâbî olanların günahları kadar günah alır. Bu da, tâbî olanların günahlarından hiçbir şey eksiltmez!..” (Müslim, İlim, 16; Ebû Dâvûd, Sünnet, 6; Tirmizî, İlim, 15)

İslâm’ı tebliğ ve dînî hizmetler, hem hizmet eden hem de hizmet edilen kişiler için nefsânî temâyüllere karşı âdeta “koruyucu hekimlik” gibidir. İki tarafı da yanlışlıklardan muhâfaza eder.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, ebedî kurtuluş davetini insanlığa duyurabilmek için çok büyük bir mücâdele vermiştir. Onun ümmeti olma şeref ve bahtiyarlığına ermenin bir şükrü olarak bizler de aynı gayret içerisinde olmalıyız. Zira Resûlullah bu vazifesinin ümmeti tarafından devam ettirilmesini istemektedir. Nitekim hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Benden bir âyet bile olsa insanlara ulaştırınız.” (Buhârî, Enbiyâ, 50)

“Bizden bir şey işitip, onu aynen işittiği gibi başkalarına ulaştıran kimsenin Allah yüzünü ak etsin! (Çünkü) kendisine bilgi ulaştırılan nice insan vardır ki, o bilgiyi, bizzat işiten kimseden daha iyi anlar ve tatbik eder.” (Tirmizî, İlim, 7)

Cenâb-ı Hak, nûrunu tamamlayacağını, yani İslâm’ın gâlip geleceğini vaad etmiştir. Bizler gayret etsek de etmesek de Cenâb-ı Hak vaadini yerine getirecektir. Akıllı bir müslüman, İslâm’ı tebliğ için gayret ederek bu kesin zaferden hisse almaya çalışır.

Bir zaman veya mekânda dînî hayatın zayıfladığı, insanların yanlış yollara kaydığı görülürse, orada tebliğ faâliyeti, îmandan ve farzlardan sonra ilk ve en ehemmiyetli bir vazife olur. O zaman, hak ve hayır tebliğ edilmeden, birçok meşrû işin bile kenara bırakılması gerekir. Meselâ bir annenin yavrusunu emzirmesi ne kadar muazzez ve mübârek bir faâliyettir. Lâkin evinin yanmakta olduğunu gören bir ana, çocuğunu emzirmeye devam ederse, bu yaptığı, büyük bir hatâ olur. Çünkü yangına karşı bir şeyler yapmak, o anda çocuğu emzirmekten çok daha ehemmiyetli ve âcildir.

 BİLENLER MESULDÜR

Bir gün Resûlullah minbere çıkarak bir konuşma yaptı. Müslümanlardan bâzılarını hayırla andıktan sonra şunları söyledi:

“–Bâzılarına ne oluyor ki, komşularına meseleleri anlatmıyor, bilmediklerini öğretmiyor, onları anlayışlı hâle getirmiyorlar. Onlara mârûfu (doğru ve güzel şeyleri) emretmiyor, onları münkerden (dînin hoş görmediklerinden) sakındırmıyorlar?

Birtakım kimselere de ne oluyor ki, bilmediklerini komşularından sorup öğrenmiyor, anlayışlı olmaya çalışmıyorlar?

Allâh’a yemin ederim ki, bilgi sahibi olanlar ya komşularına öğretir, onları anlayışlı hâle getirir, mârûfu emreder, münkerden sakındırırlar; diğer taraftan bilmeyenler de komşularından sorup öğrenir, dînî meseleleri idrâk etmeye çalışırlar; ya da onları mutlakâ dünyada cezalandırırım.”

Resûlullah bu konuşmayı yaptıktan sonra minberden inip evine gitti. Bâzıları:

“–Öyle sanıyoruz ki (Yemenli) Eş’arîleri kastetti, çünkü onlar fakih kimselerdir, komşuları ise kaba, sert mizaçlı, su başlarında göçebe hayâtı yaşayan kimselerdir.” dediler.

Eş’arîler durumdan haberdar olunca, Allah Resûlü’ne geldiler ve:

“–Yâ Resûlâllah! Siz bir kavmi hayırla, bizi ise şerle yâd etmişsiniz. Bizim hangi hâlimizi beğenmediniz?” diye sordular.

Âlemlerin Efendisi hiçbir şey söylemedi, sadece önceki sözlerini tekrarladı. Eş’arîler kastedilenin kendileri olup olmadığını anlayamadılar. Tam olarak öğrenmek için bunu birkaç defa daha sordular. Resûlullah ise her defasında aynı sözlerini tekrarlıyordu. Bunun üzerine Eş’arîler:

“–Öyleyse bize bir sene mühlet veriniz!” dediler. Resûlullah da komşularını eğitip onlara dînî meseleleri öğretmeleri için onlara bir sene müddet tanıdı ve sonra şu âyetleri okudu:

“İsrâîloğulları’ndan küfredenler, Dâvûd ve Meryem oğlu Îsâ diliyle lânetlenmişlerdir. Bu, onların isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri yüzündendi. Onlar, işledikleri kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun yaptıkları ne kötüdür!” (el-Mâide, ) (Heysemî, I, ; Ali el-Müttakî, III, /)

TEBLİĞ VAZİFESİ ÜSTLENMEK

Tebliğ vazifesini hakkıyla yerine getiren kimsenin kazancı, dünyanın en kıymetli hazinelerinden daha üstündür. Hazret-i Enes şöyle nakleder:

Resûlullah bir gün şöyle buyurdular:

“–Size birtakım insanlardan haber vereyim mi? Onlar ne peygamber ne de şehîddirler. Ancak kıyâmet gününde peygamberler ve şehîdler, onların Allah katındaki makamlarına gıpta ederler.[1] Nurdan minberler üzerine oturmuşlardır ve herkes onları tanır.”

Ashâb-ı kirâm:

“–Onlar kimlerdir yâ Resûlâllah?” diye sordular. Allah Resûlü:

“–Onlar, kullarını Allâh’a, Allâh’ı da kullarına sevdiren kimselerdir. Yeryüzünde nasihat ederek ve İslâm’ı anlatarak dolaşırlar.” buyurdu. Ben:

“–Ey Allâh’ın Resûlü! Allâh’ı kullarına sevdirmeyi anladık. Peki, kullarını Allâh’a sevdirmek nasıl olur?” diye sordum. Buyurdu ki:

“–İnsanlara Allâh’ın sevdiği şeyleri emrederler, sevmediği şeylerden de sakındırırlar. İnsanlar da buna itaat edince, Allah onları sever.” (Ali el-Müttakî, III, ; Beyhakî, Şuab, I, )

Bir sahâbî, îdam edilmek üzereyken kendisine üç dakika zaman tanıyan zâlime teşekkür etmiş ve:

“−Demek ki sana hakkı tebliğ edebilmek için üç dakikalık vaktim var. Umulur ki hidâyet bulursun.” demiştir.

 Süfyân-ı Sevrî şöyle buyurur:

“Ho­ra­san’a gi­dip İslâm’ı anlatman; senin için Mek­ke’de mü­câ­vir ol­mandan (orada ikâmet etmenden) da­ha ka­zanç­lı­dır.”

Tebliğ vazifesinin ihmâli ise bütün bir cemiyeti helâke sürükleyecek kadar vahim neticeler doğurur. Bunun içindir ki Allah Resûlü’nün şu îkâzına ciddiyetle dikkat kesilmek îcâb eder:

“Bana hayat bahşeden Allâh’a yemin ederim ki, siz ya iyiliği emreder kötülükten nehyedersiniz ya da Allah kendi katından üzerinize bir azap gönderir de o zaman duâ edersiniz, fakat duânız kabul edilmez.” (Tirmizî, Fiten, 9)

İnsanları hakka ve hayra davet edip kötülüklerden sakındırmanın ne kadar mühim bir kulluk vazifesi olduğunu, şu hâdise çok net bir sûrette ortaya koymaktadır:

ASHÂB-I SEBT KİMDİR?

Kızıldeniz kenarında, Eyle Kasabası’nda İsrâiloğulları’ndan bir kavim yaşıyordu. Cumartesi günü bütün işlerini bırakıp ibadet etmeleri gerektiği hâlde, ilâhî emri çiğneyip balık avlıyorlardı. Bu sebeple onlara Ashâb-ı Sebt (Cumartesi ehli) ismi verilmişti.

Burada halk iki gruba ayrılmıştı:

1) Yasakları çiğneyen günahkâr kimseler.

2) Dindar ve hayırsever insanlar.

Dîne bağlı insanlar, doğru ve yanlışı anlatıyor, fakat âsîlere söz geçiremiyorlardı. Nihâyetinde iyiler de kendi aralarında iki gruba ayrıldılar:

1) Yasakları çiğneyen kimselere nasihat eden, fakat bir müddet sonra bıkarak ümitsizliğe kapılan insanlar. Bunlar bir müddet sonra tebliğ vazifesini terk ettiler.

2) Ümitsizliğe kapılmadan, bütün zorluklara ve zahmetlere tahammül ederek, insanlara nasihat ve îkâza devam eden mü’minler.

Âyet-i kerîmede onlardan şöyle bahsedilir:

“İçlerinden bir topluluk; «–Allâh’ın helâk edeceği ya da çetin bir azapla cezalandıracağı bir kavme ne diye nasihat edip duruyorsunuz!» dediği vakit, tebliğde bulunanlar; «–Rabbinize mâzeret beyan edebilmek için, bir de belki günahlardan sakınırlar diye!» cevabını verdiler.” (el-A’râf, )

Bir müddet sonra ilâhî emirlere uymayan kimseler maymuna çevrilerek cezalandırıldılar. Bâzı müfessirlere göre tebliğ vazifesini ihmâl edenler de azâba uğradı.

Maymuna çerilen bedbahtlar, azaptan kurtulan akrabalarının yanında bir müddet mahzun mahzun gezdiler. Akrabaları:

“–Biz sizi îkaz ederek günahlardan sakındırmadık mı?” dediklerinde, yaşlı gözlerle başlarını sallıyorlardı. Üç gün sonra da, maymun şekline girmiş olan bu âsîlerin hepsi öldü.

Allah Resûlü şöyle buyurur:

“Allah Teâlâ umûmun işlediği günahlar sebebiyle suçsuzları ceza­landırmaz. Fakat aralarında günahın işlendiğini görür ve bunu en­gellemeye güçleri yettiği hâlde mânî olmazlarsa müstesnâ.” (Ahmed, V, )

KÖTÜLÜKTEN NEHYETMEYENİN HALİ

Ebû Hüreyre şöyle anlatır:

(Ashâb-ı kirâm arasında şu hakîkati) duyardık: Kıyâmet gününde bir kişinin yakasına, hiç tanımadığı biri gelip yapışır. Adam şaşırır ve:

“–Benden ne istiyorsun? Ben seni hiç tanımıyorum ki!” der. Yakasına yapışan kişi de:

“–Dünyada iken beni hatâ ve çirkin işler üzerinde görürdün de, îkaz etmez, beni o kötülüklerden alıkoymazdın.” diyerek ondan dâvâcı olur. (Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, III, /; Rudânî, Cem’u’l-Fevâid, V, )

Tebliğ ve hakkı tavsiye vazifesinde mühim olan, Allâh’ın rızâsına nâil olmak ümidiyle bu yolda elden geldiğince gayret göstermektir. Gereken sebeplere tevessül edildiği hâlde netice alınamayabilir. Bu durumda ümitsizliğe ve kedere boğulup kendini yıpratmak doğru değildir. Zira hidâyeti verecek olan, Allah’tır. Kula düşen, yılmadan, ümitsizliğe ve rehâvete kapılmadan tebliğe devam etmek, neticeyi Allâh’a bırakıp tevekkül etmektir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Gençlik , Erkam Yayınları

BENZER HABERLER

İslam ve İhsan

Hz. Muhammed (s.a.v.) Kimdir?

Peygamber Efendimiz’in İslam’a Davet Mektupları

PAYLAŞ:                

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır