telfik nedir / TELFİK | Sorularla İslamiyet

Telfik Nedir

telfik nedir

Sual: Dört mezhebin kolaylıklarını toplayarak, buna göre amel etmek, dinimizce uygun mudur?
CEVAP: Dürr-ül-muhtârın sâhibi önsözünde ve bunun Redd-ül-muhtâr hâşiyesinde yani İbni Abidinde deniyor ki:
“Bir işi, ibadeti yaparken mezheplerin kolaylıklarını araştırıp, bunlara göre yapmak bâtıldır. Meselâ abdestli kimsenin derisinden kan aksa, Şâfiî mezhebinde abdesti bozulmaz. Hanefide bozulur. Yabancı kadının derisine, derisi değse, Şafiide bozulur. Hanefî mezhebine göre bozulmaz. Abdest aldıktan sonra derisinden kan akan ve derisi yabancı kadının derisine değen bir kimsenin bu abdestle kıldığı namaz sahih olmaz. Bunun gibi, bir işi bir mezhebe göre yaparken, ikinci bir mezhebe de uymak sözbirliği ile bâtıldır. Söyle ki, Şâfiî mezhebine uyarak, başının az bir yerini mesh eden kimseye köpek sürtünse, bu kimsenin Malikiyi de taklit ederek, burasını yıkamadan kıldığı namaz sahih olmaz. Çünkü Şafiide köpeğe sürtünenin namazı sahih olmaz. Malikide, köpek necis değil ise de, başının hepsini mesh etmesi lâzımdır. Yine bunun gibi, ikrah ile, yani korkutularak yaptırılan talâk, Hanefide sahih olur. Diğer üç mezhepte sahih olmaz. Bu adamın, Şâfiî mezhebine uyarak, boşadığı kadın ile ve Hanefiyi taklit ederek, bu kadının kız kardeşi ile, aynı zamanda evli olması câiz değildir. Çünkü, bir iş yaparken mezhepleri Telfîk etmek yani kolaylıklarını arayıp bunlara göre yapmak, sözbirliği ile sahih değildir. Dört mezhepten, hiçbirine uymadan bir şey yapmak da câiz değildir.”

Yine İbni Abidinde, namaz vakitleri anlatılırken deniyor ki:
“Sefer ve yağmur gibi özür olunca, öğle ve ikindiyi, akşam ile yatsıyı birlikte kılmak Şafiide câizdir. Hanefide câiz değildir. Bir Hanefi, seferî iken, meşakkat olmadığı hâlde, öğleyi ikindi vaktinde kılsa haram olur. İkindiyi öğle vaktinde kılsa hiç sahih olmaz. Şâfiî mezhebinde ise, ikisi de sahih olur. Kendi mezhebine göre haraç, yani meşakkat olduğu zaman, kendi mezhebindeki ruhsatla amel etmesi câiz olur. Ruhsat ile de yapmakta meşakkat olursa, başka mezhebi taklit etmek câiz ise de, o mezhepte, o ibadet için farz ve vacib olan şeyleri de yapması lâzımdır.”

Bir işi, bir ibadeti yaparken başka bir mezhebi taklit eden kimse, kendi mezhebinden çıkmış olmaz. Mezhep değiştirmiş olmaz. Yalnız o işi yaparken diğer mezhebin şartlarına riayet etmesi lâzımdır.

Sual: Başka bir mezhep hangi hallerde taklit edilir ve telfîk nedir?
CEVAP
Zaruret olmasa da, bir ihtiyaç olunca, başka bir mezhebi taklit caiz olur. Kendi mezhebine göre yapılamayan bir işi, başka bir mezhep taklit edilerek yapılırken, o mezhebin o konudaki şartlarını da yapabildiği kadarıyla yerine getirmek, yani farz ve müfsitlerine riayet etmek şarttır. Harac [güçlük] olmadan ve şartlarını gözetmeden taklit ederse, buna telfik denir ki caiz değildir. (Hadîka)

Hanefiler için birkaç örnek:
1-
İhtiyaç halinde her konuda taklit caiz olur. Hanefi mezhebinde olanların, harac [güçlük] olunca, mesela doktor ameliyatta, öğrenci sınavda, güvenlik görevlisi nöbetteyse, kadın emzikli veya istihazalıysa, abdesti bozan özürlerde, hastalıkta yahut abdest ve teyemmüm için zorluk çekenlerin, âmânın, yeraltında çalışırken, namaz vaktini anlamakta aciz olanın, canından, malından veya namusundan korkanın, maişetine zarar gelecek olanın, mukimken de, Hanbelî mezhebini taklit edip, iki namazı cem ederek kılmaları caiz olur.

2- Evli karı kocanın, bir kere süt emerek, sütkardeş oldukları meydana çıkınca, diğer 3 mezhepten birini taklit edip, evliliğe devam edebilirler. Diğer 3 mezhepte, 5 kere doya doya emmek gerekir.

3- Annesiyle, kızıyla, kayın validesiyle hürmet-i müsahere olunca, Şafii veya Maliki mezhebi taklit edilerek nikâhları yapılır ve evliliklerine devam ederler.
4- Seferde, ihtiyaç olunca, diğer üç mezhepten biri taklit edilerek iki namaz cem edilebilir.

5- Semavi özür halinde, mesela, ishalini tutamayan, çıbanından veya yarasından kan akan, ağrıyla gözünden yaş gelen, burnu kanayan, kulağından irin akan, makatından solucan çıkan, idrarını tutamayan, basurundan kan, fistülünden, göbeğinden akıntı çıkan, elde olmadan gaz kaçıran yani gelen yeli tutamayan, ağız dolusu kusan kimsenin, abdestinin bozulmaması için, Maliki’yi taklit etmesi sahih olur.

Şafiiler için birkaç örnek:
1
- Hacda karşı cinse dokununca abdestin bozulmaması için Hanefiyi taklit caiz olur.

2- Sekiz veya üç sınıf bulunmayınca, Hanefiyi taklit ederek zekat vermek sahihtir.

3- Bir genç, bir kızı kaçırsa, nikah için kızın babasının veya velisinin izin vermesi şarttır. Bu mümkün olmayınca, nikah yapabilmeleri için Hanefi’yi taklit etmeleri caiz olur.

4- Bir doktor, kadın hastaları muayene ederken abdestinin bozulmaması için, muayene esnasında Hanefi veya Maliki mezhebini taklit etmesi caizdir.

5- Kalabalık insanların bulunduğu çarşıda, pazarda, yolcu araçlarında, karşı cinse dokununca abdestin bozulmaması için Hanefi veya Maliki taklit edilebilir.

Mezheplerin kolaylıklarını toplamak
Dinimizin bildirdiği bir özrü yani mazereti olmayan kimsenin, kendi mezhebindeki ruhsatla amel etmesi caiz olmaz. Böyle olan kimsenin, başka mezheplerdeki kolaylıkları araştırması, mezhepleri telfik etmesi, birleştirmesi ise hiç caiz olmaz. Dürr-ül-muhtar ve bunun Redd-ül-muhtar haşiyesinde buyuruluyor ki:
“Bir işi, ibadeti yaparken dört mezhebin kolaylıklarını araştırıp, bunlara göre yapmak batıldır. Mesela abdestli kimsenin derisinden kan aksa Şafii mezhebinde abdesti bozulmaz, Hanefi’de bozulur. Yabancı kadının derisine derisi değse Şafii’de bozulur, Hanefi mezhebine göre bozulmaz. Abdest aldıktan sonra derisinden kan akan ve derisi yabancı kadının derisine değen bir kimsenin bu abdestle kıldığı namaz sahih olmaz. Bunun gibi, bir işi bir mezhebe göre yaparken ikinci bir mezhebe de uymak söz birliği ile batıldır. Şafii mezhebine uyarak başının az bir yerini mesh eden kimseye köpek sürtünse, bu kimsenin Maliki’yi de taklit ederek, burasını yıkamadan kıldığı namaz sahih olmaz. Çünkü Şafii’de köpek sürtünenin namazı sahih olmaz. Maliki’de köpek necis değil ise de başının hepsini mesh etmesi lazımdır. Yine bunun gibi, tehditle, korkutularak yaptırılan talak, Hanefi’de sahih olur, diğer üç mezhepde sahih olmaz. Bu kimsenin Şafii mezhebine uyarak boşadığı kadın ile ve Hanefi’yi taklit ederek, bu kadının kız kardeşi ile aynı zamanda evli olması caiz değildir. Çünkü, bir iş yaparken mezhepleri telfik etmek yani kolaylıklarını arayıp bunlara göre yapmak söz birliği ile sahih değildir. Dört mezhepten hiçbirine uymadan bir şey yapmak da caiz değildir.”

İbni Âbidin hazretleri namaz vakitlerini anlatırken buyuruyor ki:
“Sefer, yolculuk ve yağmur gibi özür olunca, öğleyle ikindiyi ve akşamla yatsıyı birlikte kılmak Şafii’de caizdir, Hanefi’de ise caiz değildir. Bir Hanefi seferi iken, meşakkat olmadığı halde, öğleyi ikindi vaktinde kılsa haram olur. İkindiyi öğle vaktinde kılsa hiç sahih olmaz. Şafii mezhebinde ise ikisi de sahih olur. Kendi mezhebine göre haraç yani meşakkat olduğu zaman, kendi mezhebindeki ruhsatla amel etmesi caiz olur. Ruhsat ile de yapmakta meşakkat olursa, başka mezhebi taklit etmek caiz ise de, o mezhepte, o ibadet için farz ve vacip olan şeyleri de yapması, ayrıca müfsitlerinden de sakınması lazımdır.”

Bir işi, bir ibadeti yaparken başka bir mezhebi taklit eden kimse, kendi mezhebinden çıkmış, mezhep değiştirmiş olmaz. Yalnız o işi yaparken diğer mezhebin şartlarına da uyması lâzımdır. Sünnet ve mekruhlarda yine kendi mezhebine uyar.

Sual: Mezheplerin kolay hükümlerini toplayarak bunlarla amel etmek uygun olur mu?
Cevap: Mezheplerin kolaylıklarını araştırmak, yani mezhepleri telfik etmek caiz değildir. Telfik, mezheplerin kolaylıklarını toplayarak, yapılan bir işin bu mezheplerden hiçbirine uymaması demektir. Bir işi yaparken bir mezhebe uyduktan sonra, ayrıca diğer üç mezhebe de mümkün olduğu kadar uyulursa, buna takva denir ki, çok sevap olur.

Sual: Kendi mezhebindeki farzı yapmamak veya kendi mezhebinde haram olarak bildirilen bir şeyi yapmak için mezhep değiştirmek yahut taklit etmek uygun olur mu?
Cevap: İslâmiyetin bildirdiği hükümlere uymaktan kurtulmak için, mezheplerin ruhsatlarını, kolaylıklarını araştırıp, bunlara göre iş yapmak caiz değildir. Böyle araştırmaya Telfîk denir. İhtiyaç olunca, başka mezhebe geçmek veya birkaç şeyi başka mezhebe göre yapmak caizdir. Farzı yapmamak veya haramı yapmak için hile yapmak haramdır ve buna, Hîle-i bâtıla denir. Bir şey, farz veya haram olmadan önce, farz veya haram olmasını önlemek caizdir ve buna Hîle-i şer’ıyye denir.

Sual: Mezheplerin kolay olan hükümlerini toplayarak buna göre ibadet yapmak caiz olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Hadîka kitabında deniyor ki:
“Mezheplerin ruhsatlarını, kolaylıklarını araştırarak, işini bunlara uygun olarak yapan kimseye Müleffık denir. Böyle yapmak caiz değildir. İslâmiyete uymak istemeyenin yapacağı şeydir. İhtiyaçtan dolayı veya zaruret ile, bir işini başka mezhebe uyarak yapmak caizdir. Kolaylık için başka mezhebe geçmek, nefse uymak olur, caiz olmaz.”

Mezheplerin kolaylıklarını toplamak
Sual: Bir Müslüman, mezheplerde kolay olarak bildirilen hükümleri toplayarak, ibadet yapabilir mi?
Cevap:
Bu konuda Mîzân-ül kübrâ kitabında buyuruluyor ki:
“Unutulmuş olan mezheplerin ve bugün mevcut bulunan dört mezhebin hepsi haktır, sahihtir. Birinin, başkası üzerine üstünlüğü yoktur. Çünkü, hepsi aynı din kaynağından alınmışlardır. Bütün mezheplerde, yapılması kolay işler, Ruhsatlar bulunduğu gibi, yapılması güç, Azimet olan işler de vardır. Azimet olan işi yapabilecek kimsenin, kolay işi yapmaya kalkışması, din ile oynamak olur. Azimeti yapmaktan aciz olan, özürlü olan kimsenin ruhsat olanı yapması caiz olur. Böyle kimsenin ruhsat olanı yapması, azimet yapmış gibi çok sevap olur. Aciz olmayanın, kendi mezhebindeki ruhsatları yapmaması, azimetleri yapması vaciptir. Hatta, kendi mezhebinde yalnız ruhsatı bulunan işin, başka mezhepte azimeti varsa, o azimeti yapması vacib olur. Mezhep imamlarından birinin sözünü beğenmemekten veya kendi düşüncesini onun sözünden daha üstün sanmaktan, çok sakınmalıdır. Çünkü, başkalarının ilimleri, anlayışları, müctehidlerin, ilimleri ve anlayışları yanında, hiç gibi kalır.”

Özrü olmayan kimseye kendi mezhebinde ruhsat ile amel caiz olmayınca, başka mezheplerdeki kolaylıkları araştırmanın, yani mezhepleri Telfik etmenin, karıştırarak birleştirmenin hiç caiz olmadığı anlaşılmaktadır. İbni Âbidînde de deniyor ki:
“Bir işi, ibadeti yaparken mezheplerin kolaylıklarını araştırıp, bunlara göre yapmak batıldır. Mesela abdestli kimsenin derisinden kan aksa, Şafii mezhebinde abdesti bozulmaz, Hanefide bozulur. Yabancı kadının derisine, derisi değse, Şafiide bozulur, Hanefi mezhebine göre bozulmaz. Abdest aldıktan sonra derisinden kan akan ve derisi yabancı kadının derisine değen bir kimsenin bu abdestle kıldığı namaz sahih olmaz.

Şafii mezhebine uyarak, başının az bir yerini mesh eden kimseye köpek sürtünse, bu kimsenin Maliki'yi de taklit ederek, burasını yıkamadan kıldığı namaz sahih olmaz. Çünkü Şafiide köpek sürtünenin namazı sahih olmaz. Maliki'de, köpek necis değil ise de, başının hepsini mesh etmesi lazımdır. Bir iş yaparken mezheplerin kolaylıklarını arayıp bunlara göre yapmak, söz birliği ile sahih değildir. Dört mezhepten, hiçbirine uymadan bir şey yapmak da caiz değildir.”

İbadetlerin sahih olması için
Sual: Hanefi mezhebindeki bir Müslüman, abdest aldıktan sonra, herhangi bir yerinden kan çıksa, Şafii mezhebinde kan abdesti bozmaz diyerek namazını kılabilir mi?
Cevap:
Bu konuda İbni Âbidînde deniyor ki:
“Bir ibadetin sahih olması için, dört mezhepten birine uygun olması lazımdır. Yani, o işin sahih olması için, bir mezhepte uyulması lazım olan şartların hepsine uygun olması lazımdır. Bir ibadeti yaparken, şartlarından biri bir mezhebe, başka biri de başka mezhebe uygun olursa, bu ibadet sahih olmaz. Mesela, deriden kan akarsa, Hanefi mezhebinde abdest bozulur, Şafii mezhebinde bozulmaz. Bir erkek, yabancı kadının derisine dokununca, Şafiide, ikisinin de abdesti bozulur, Hanefide ikisinin de bozulmaz. Derisinden kan aksa ve kadına da dokunsa, her iki mezhebe göre abdesti bozulur. Bu abdest ile kıldığı namaz sahih olmaz. 'Bunun abdesti, bir mezhebe göre sahih olmadığı zaman, diğer mezhebe göre sahih oluyor. Namazı sahih olur' denilemez. Bu kimse, iki mezhebi Telfîk etmekte, karıştırmaktadır. Böyle kimseye Müleffık denir. Müleffıkın ibadetinin sahih olmayacağı söz birliği ile bildirilmiştir. Bir ibadetin bir şartı bir mezhebe, başka şartı da başka mezhebe göre sahih olursa, bu ibadet sahih olmaz. Abdest alırken, başının bir parçasını mesh eden, köpeğe değdikten sonra namaz kılsa, bu namazı sahih olmaz. Çünkü, abdesti Malikiye göre sahih değildir. Köpeğe dokununca, Şafiiye göre üstü necis olmuştur. Fakat bir kimse, bir ibadeti, bir mezhebin bütün şartlarına uyarak yapıp bitirdikten sonra, bunu tekrar yaparken veya başka bir ibadeti yaparken, başka mezhebin şartlarına uyarak yapması, âlimlerin çoğuna göre sahih olur. İhtiyaç olduğu zaman yapmak ise, söz birliği ile sahih olur. Hatta bir mezhebin şartlarına uyarak yapılan bir işin, bir ibadetin bu mezhebe göre sahih olmadığı, başka bir mezhebe göre sahih olduğu sonradan anlaşılsa, o mezhebe göre sahih olduğunu düşününce, o mezhebi taklid etmiş ve o işi sahih olur. Çünkü o ibadeti kurtarmak için, mezhep taklidine ihtiyaç hasıl olmuştur. Menfaati, zevki için, çeşitli işlerini, çeşitli mezheplere uyarak yapmak telfik olur. Bir ibadeti kendi mezhebine göre yapmasına mâni olan bir özür hasıl olunca, bu ibadeti başka bir mezhebi taklid ederek yapabilir.”

Sual: Bir Müslümanın dört mezhebin kolay olan hükümlerini toplayıp bunlarla amel etmesi uygun olur mu?
Cevap:
Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Mezhebe ehemmiyet vermeyerek veya kolayına geleni yapmak için mezhep değiştirenin ve mezhepleri birleştirenin, kolaylıklarını seçip toplayanların şahitliği kabul olmaz.”

TELFİK

Kumaşın iki kenarını birleştirip dikmek, uydurmak, süslemek, ulaşmak, katılmak, eli boş dönmek.

İslâm hukukçuları telfik kelimesini farklı şeyleri birleştirmek anlamında kullanmışlardır. Usul bilginleri ise kelimeyi ictihad ve taklid alanlarında ayrı anlamlarda kullanırlar. Buna göre taklidde telfik, taklid yoluyla bir mesele veya amel üzerinde iki veya daha fazla mezhebin farklı hükümlerini birleştirerek tatbik etmektir. İctihadda telfik ise, bir mesele üzerinde birbirine muhalif iki görüş varken, daha sonra gelen bir müçtehidin bu ikisine uymayan üçüncü bir görüş ortaya atmasıdır. Telfikin her iki şekli de İslam hukuk ve usul bilginleri arasında geniş tartışmalara neden olmuştur.

İctihadda telfik iki farklı biçimde açıklanarak değerlendirilir. Buna göre iki veya daha fazla müctehid bir mesele üzerinde ictihad ederek farklı reyler ileri sürerler. Bunlardan sonra gelen bir müctehid de yine ictihad ederek aynı mesele üzerindeki eski görüşlerden seçmeler yaparak kendi görüşünü oluşturur ya da bizzat ictihad ederek ulaştığı sonuç, önceki ihtilaflara olduğu gibi bu ihtilaflarda meydana gelen ortak noktaya da ters düşer. Bu anlamdaki bir telfik, iki sorunun açıklığa kavuşturulmasını gerekli kılar:

1. Sahabe veya bir asrın müctehidlere bir mesele üzerindeki iki ya da daha fazla görüş ileri sürdükten sonra, daha sonraki bir asırda gelen başka bir müctehid, öncekilerden farklı üçüncü bir görüş ileri sürebilir mi?

2. Sonra gelen müctehid bir meselede öncekilerden bir grubun görüşünü, diğer meselelerde başka bir grubun görüşünü alabilir mi?

Bilginler bu sorulara farklı cevaplar vermişlerdir. Gazalî ve İsnevî, birinci mesele hakkında, "Bir mesele hakkında yalnız iki görüşün olduğunu bilmek, başka görüş yoktur ve üçüncüsü söylenemez demek için yeterli değildir. O asırdaki bütün müctehidlerin söz konusu meseleyi ele aldıklarını ve buna rağmen iki görüşten fazlasının ortaya atılmadığını bilmeden böyle bir söz söylenemez, yani üçüncü bir görüş ileri sürmek men edilemez." demişlerdir.

Serahsî, Pezdevî, Ebu'l-Berakatü'n Nesefî gibi eski Hanefî usulcüler, bir asırda belirli bir sayıdaki reyden başkasının ortaya çıkmaması, onlara uymadan üçüncü bir görüşün batıl olduğuna icma mahiyetinde delil kabul edilir diyerek bunu tecviz etmemişlerdir. Şafiî bilginlerden İmamu'l-Harameyn de bu görüşü benimsemiştir. Yine Şafiîlerden Ebu İshak eş-Şirazî, iki meseleyi ayrı ayrı ele almış, birincisinde İmamu'l-Harameyn gibi düşünürken ikincisinde "Eğer iki meselenin birbirine eşit olduğu söylenmemişse, mürekkeb ictihad caizdir" demiştir.

Daha sonraki bilginlerden Kadl Beydavî, Ibnu's-Sübkî, Karafî, Amidî, İbn Hacib, Sadru'ş-Şeria, İbn Hümam gibi bilginler de iki meseleyi ayrı ayrı ya da birlikte ele alarak görüş belirtmişlerdir. Ancak bunlar içinde konuyu en geniş açıdan ele alan Sadru'ş-Şeria Ubeydullah bin Mes'ud olmuştur. Ona göre söz konusu iki ictihad ve rey, şer'i ve gerçekleşmiş tek bir olayda ortaklaşa bulunup üçüncü görüş de bunun iptalini gerektirmedikçe, batıl sayılamaz.

Taklidde telfikin gerçekleşebilmesi için bir olayda birbirine muhalif iki görüşle bir arada veya ikincisinin tesiri kalkmadan diğeriyle amel etmek gerekir. Söz gelimi, abdestin kan aldırmakla bozulmayacağı hususunda Şafiî'yi, şehvetsiz olarak kadının vücuduna dokunmakla bozulmayacağı hükmünde de Ebu Hanife'yi taklid eden ve bu iki taklidin birleştiği aynı abdestin sahih olduğu kanaatinde olan kimse, telfiki gerçekleştirmiştir. Oysa iki görüşle bir arada veya aynı zamanda amel etmez de önce biriyle, başka bir zaman da diğeriyle amel eder, ikinciyle amel ederken de birinci görüşün amel üzerinde etkisi kalmamış bulunursa, bu telfik değil, önceki mezhebten dönme ve ikinci bir mezhebe geçmedir. Bu konunun telfik konusunda ayrı olarak değerlendirilmesi gerekir.

Kimi ayrıntılarda farklı görüşler savunsalar da Hanefî hukukçulardan Kasım bin Kutluboğa, Ömer bin Nüceym, Ebu'l-İhlas el-Hasene'ş-Şürünbülalî, Alauddin Haskafî, İbn Abidin, İbrahimu'l-Birî; Şafi hukukçulardan İzzuddin bin Abdusselam, İbn Dakik, İbn Cemaati'l-Makdisî, Şihabuddin Ahmed bin İmaduddin el-Akfeshî, İbn Haceri'l-Heytemî, er-Remlî, İbn Ziyad ve el-Bülkinî; Malikilerden Yahya ez-Zenatî, Şatıbî, Şebrahitî taklidde telfiki caiz görmezler. Bu bilginler görüşlerini şu delillere dayandırırlar:

1- Telfikten icmaya aykırı bir durum ortaya çıkarsa, telfik batıl olur. Çünkü icmaya aykırı hükümler batıldır .

2- Telfik, bir mezhebin müctehidlerinin mutehalif hükümleri arasında olursa caiz değildir. Çünkü mezhebe bağlı diğer müctehidlerin ictihadları da, mezheb müctehidlerinin ictihadına izin verdiği ve usulü kullanıldığı için, mezheb imamının ictihadı sayılır.

3- Reyler birleştirilen iki imam, işlenen amelin batıl olduğuna söz birliği etmişlerdir.

4- Telfik, Müslümanların icması ile batıldır.

Telfik, dini oyuncak haline getirmektedir.

Hanefî hukukçulardan Kadı Necmeddin İbrahim bin Ali et-Tarasusî, Şeyhülislam Ebu's-Suud, Zeynüddin bin Nüceym, Muhammed Emin (İbn Emir-i Padişah), Muhammed bin Abdi'l-Azimi'l-Mekkî; Malikî hukukçulardan Muhammed bin Muhammed bin Ahmed el-Emiru'l-Kebir, Muhammed bin Ahmede'd-Düssukî; araştırmacı bilginlerden Şah Veliyyullah Dehlevî, Muhammed Reşid Rıza ve Senhurî de telfiki caiz görürler. Bunlara göre şart ve cüzleri bulunan bir amelin bütün bu şart ve cüzlerinde belli bir müctehide tabi olmanın gerekliliğini ifade eden ne bir nas, ne icma, ne de sağlam bir kıyas vardır. Dinin bu delil ve kaynaklarının gerekli kılmadığı hiçbir şey farz ya da vacip olamaz. Ayrıca taklide layık hiçbir alim, telfikin yasak olduğunu söylememiştir. Bu bilginler telfiki caiz görmeyenlerin delillerini de şöyle eleştirirler:

1- Burada sözü edilen icma, usulün konusu olan icma değildir. Anlatmak istedikleri, bir konuda muhalif görüşler ortaya çıktıktan sonra, daha farklı bir görüşün ileri sürülmemesinin sükuti icma anlamına gelmesi ve bunun yeni bir görüşün batıl olacağına delalet etmesidir. Bu tür bir icmanın delil olması kesin olmadığı gibi, böyle bir icmanın tesbiti de mümkün değildir.

2- Her müctehid ister müstakil, ister müntesib olsun, görüşü diğer müctehidlerinkine muhalif olursa, kendi ictihadına uyar. Bütün müctehidlerin ana kaynağı Kur'an ve Sünnet olduğuna göre, mezheb müctehidleri arasında caiz olan telfik genel olarak da caizdir.

3- "Reyleri birleştiren iki imam, işlenen amelin batıl olduğunda söz birliği etmişlerdir" sözü tutarlı değildir. Çünkü her imam, "Bu amel reyime muhalefet edilen noktada bana göre batıldır" diyebilir; fakat, "Diğer imama göre de batıldır" diyemez. Ona göre batıl olan amel, diğer imama göre sahihtir.

4- İcma ehli müctehidlerdir. Telfik konusu, müctehidler döneminden sonra, yedinci yüzyılda ortaya atılmış ve mukallidler arasında tartışma konusu edilmiştir. Böyle olunca, "Telfik, Müslümanların icması ile batıldır" demek, cüretli ve isabetsiz bir sözdür.

5- İhtiyaç halinde yapılan telfikte, dinin oyuncak haline getirilmesi söz konusu değildir. Bunun için kasıtlı davranmak gerekir.

Telfiki caiz görenler, bunun uygulamadan önce yapılmamasını ve şu nedenlerden birine dayanmasını uygun görürler:

1. Hükmün kalbi tatmin etmesi.

2. Hükmün selef tarafından çokça tatbik edilmiş olması.

3. Telfikin sonucu olan hükmün daha ihtiyatlı olması.

4. Bir hakkı veya ibadeti ifa hususunda telfike ihtiyaç duyulması.

Ahmet ÖZALP

MEZHEPLERİN BİRDEN FAZLA OLUŞU, MEZHEP DEĞİŞTİRMEK, TAKLİT VE TELFİK

Her mevsime göre değişik elbise giyilir. Her hastalığa göre farklı ilâç alınır. Bunun gibi, asırlara göre şeriatlar, milletlerin yaşayış ve kabiliyetlerine göre de hükümler değişebilir. Nitekim İslâmdan önce her millete ayrı ayrı şeriat ve peygamberler gönderildiği olmuştur.

Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gelmesinden sonra insanlar birbirlerinden çok uzak, yaşayış ve kabiliyet bakımından bedeviyete yakın olduğundan, o zaman gelen şeriatlar da onların haline uygun olarak farklı farklı gelmiştir. Öyle ki, aynı bölgede, aynı asırda, ayrı ayrı şeriat ve peygamberler gönderildiği olmuştur.

Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gelmesinden sonra insanlar kabiliyet, yaşayış ve anlayış bakımından daha yüksek bir seviyeye çıktılar. Dinî sahada ve sosyal hayatta birçok inkılâp ve değişiklikler meydana geldi. Böylece insanlar bir tek hocadan ders alacak, bir tek şeriatla amel edecek vaziyete ulaştılar. Bunun için de ayrı ayrı şeriatlara ve peygamberlere lüzum kalmamıştır. Fakat insanlık yaşayış, örf ve âdet itibariyle aynı seviyeye gelmediklerinden mezhepler birden fazla olmuştur.

Şayet insanlığın çoğunluğu yüksek bir okulun talebeleri gibi, eğitim, kültür ve yaşayış bakımından aynı seviyede olsalar, o vakit mezhepler birleşebilirdi. Fakat şu andaki insanlığın durumu buna müsait değildir.

Mezheplerin birden fazla olmasının hikmetine gelince, Nursi bu hususta şöyle bir misal vermektedir:
“Bir su beş muhtelif mizaçlı hastalara göre nasıl beş hüküm alır. Şöyle ki:

Birisine, hastalığının mizacına göre su ilâçtır; tıbben vaciptir. Diğer birisine hastalığı için zehir gibi muzırdır; tıbben ona haramdır. Diğer birisine az zarar verir; tıbben oma mekruhtur. Diğer birisine zararsız menfaat verir; tıbben ona sünnettir. Diğer birisine ne zarardır, ne menfaattır; afiyetle içsin, tıbben ona mübahtır. İşte hak burada taaddüt eder (çoğalır). Beşi de haktır. Sen diyebilir misin ki: ‘Su yalnız ilâçtır, yalnız vaciptir; başka hükmü yoktur.”

“İşte bunun gibi, ahkâm-ı İlâhiye (İlâhî hükümler) mezheplere, hikmet-i İlâhiyenin sevkiyle ittiba edenlere (uyanlara) göre değişir. Hem hak olarak değişir ve herbirisi de hak olur, maslahat olur.”1

Dünyanın muhtelif bölgelerinde yaşayan Müslümanlar dört mezhepten birisine bağlıdırlar. Bir Müslüman hak mezheplerden birisine tâbi olur, ibadet ve muamelelerini o mezhebin hüküm ve içtihadlarına göre sürdürebilir. İslâmî hayatını bu mezheplerden birisine göre yapan bir Müslümanın ölünceye kadar aynı mezhepte kalması gibi bir mecburiyet yoktur. Bundan dolayıdır ki, arzu ederse tamamen bir diğer hak mezhebe geçebilir. Meselâ, Şâfiî mezhebine mensup olan bir kimse, dilerse Hanefî mezhebine; Hanefi mezhebine mensup bir kimse de, isterse Şâfiî mezhebine geçebilir.

Ancak bir mezhepten diğer mezhebe geçen kimsenin, ibadet ve muamelelerinin kâmil mânâda olabilmesi için girdiği mezhebin meselelerini bilmesi gerekir. Meselâ bir Şâfiî, Hanefi mezhebine geçiyorsa, en azından o mezhebe göre abdestin farzlarını, abdesti bozan halleri, namazın rükünlerini ve vaciplerini bilmesi gerekir. Bunları bilmeden geçecek olursa, farkına varmadan ibadetini eksik yapıp hataya düşebilir.

Bir mezhepten diğerine tamamen geçmek mümkün olduğu gibi, kendi mezhebinde çıkış yolu bulamayan bir kimse o mevzuda diğer mezhebin içtihadına, görüşüne göre amel edebilir. Bu caizdir. Fakat bu taklit keyfi ve nefisten gelen bir arzu ile olmamalıdır. Bir zaruret ve maslahata göre yapılmalıdır. Bir meselede kendi mezhebinden başka bir mezhebi taklit eden kimse şu hususlara dikkat etmelidir.

Birincisi: Bir ibadet veya muamele başka bir hak mezhebe göre taklit edilecekse, o ibadet veya muamelenin daha önce yapılmamış olması gerekir. Meselâ, Şâfiî mezhebine mensup olan bir kimse, namaza başlamadan önce hanımına eliyle dokunduğunu namazı kıldıktan sonra hatırlasa; sonra da, “Nasıl olsa abdestim Hanefi mezhebine göre tamamdır” deyip o meselede Hanefiye tabi olsa, namazı sahih olmaz.

İkincisi: Taklit eden kimse, her mezhepten kolayına geleni seçip ona göre amel etme gibi bir yola girmemelidir. Böyle bir hareket, farklı mezheplere göre birbirine zıt meseleleri birarada yapma sayılır ki, buna “telfik” denir. Telfik ise caiz değildir. Meselâ, abdestini Hanefi mezhebine göre alan kimsenin, niyet etmese de abdesti tamamdır. Çünkü bu mezhebe göre niyet abdestin farzlarından değildir. Fakat bu kişinin aynı mezhebe göre başının dörtte birini meshetmesi lâzım gelirken, bu hususta Şâfiî mezhebine uyarak başının dörtte birinden azını meshederse, bu abdest tamamlanmış sayılmaz. Böyle bir davranış “telfik” sayılacağından caiz değildir.2

Bununla beraber, her mezhebin azimete taalluk eden cihetlerini taklit etmek bir takva işidir. Meselâ, Hanefi mezhebine mensup bir insanın eli hanımına dokunacak olsa abdesti bozulmaz; fakat Şâfiîye göre bozulur. Bu insanın böyle bir meselede Şâfiî mezhebini taklit ederekabdestini tazelemesi bir azimettir, bir takva işidir. Yine Şâfiî mezhebine mensup olan bir insanın vücudunun herhangi bir yerinden kan çıktığında abdestini tazelemesi de, aynı şekilde azimete girer.
Yine, Hanefi mezhebinde olmayıp diğer mezheplerde olan ve ibadetlerin başlarında ve sonlarında yapılması sünnet dua ve benzeri nafile ibadetlerde o mezhebin görüşünü taklit etmek bir azimettir, sevaplıdır ve güzel bir harekettir.

1. Sözler. (istanbul: Sözler Yayınevi, ), s.
2. İbni Âbidîn, Reddü’l-Muhtar. (Beyrut: İhyâü’t-Türâsi’l-Arabî) ; es-Seyyid Ebî Bekir. İânetü’t-Tâlibîn. (Beyrut: İhyâü’t-Türarâsi’l-Arabî)

Mehmed Paksu

Telfik nedir?

TELFİK

Kumaşın iki kenarını birleştirip dikmek, uydurmak, süslemek, ulaşmak, katılmak, eli boş dönmek.

İslam hukukçuları telfik kelimesini farklı şeyleri birleştirmek anlamında kullanmışlardır. Usul bilginleri ise kelimeyi ictihad ve taklid alanlarında ayrı anlamlarda kullanırlar. Buna göre taklidde telfik, taklid yoluyla bir mesele veya amel üzerinde iki veya daha fazla mezhebin farklı hükümlerini birleştirerek tatbik etmektir. İctihadda telfik ise, bir mesele üzerinde birbirine muhalif iki görüş varken, daha sonra gelen bir müçtehidin bu ikisine uymayan üçüncü bir görüş ortaya atmasıdır. Telfikin her iki şekli de İslam hukuk ve usul bilginleri arasında geniş tartışmalara neden olmuştur.

İctihadda telfik iki farklı biçimde açıklanarak değerlendirilir. Buna göre iki veya daha fazla müctehid bir mesele üzerinde ictihad ederek farklı reyler ileri sürerler. Bunlardan sonra gelen bir müctehid de yine ictihad ederek aynı mesele üzerindeki eski görüşlerden seçmeler yaparak kendi görüşünü oluşturur ya da bizzat ictihad ederek ulaştığı sonuç, önceki ihtilaflara olduğu gibi bu ihtilaflarda meydana gelen ortak noktaya da ters düşer. Bu anlamdaki bir telfik, iki sorunun açıklığa kavuşturulmasını gerekli kılar:

1. Sahabe veya bir asrın müctehidlere bir mesele üzerindeki iki ya da daha fazla görüş ileri sürdükten sonra, daha sonraki bir asırda gelen başka bir müctehid, öncekilerden farklı üçüncü bir görüş ileri sürebilir mi?

2. Sonra gelen müctehid bir meselede öncekilerden bir grubun görüşünü, diğer meselelerde başka bir grubun görüşünü alabilir mi?

Bilginler bu sorulara farklı cevaplar vermişlerdir. Gazali ve İsnevi, birinci mesele hakkında, &#;Bir mesele hakkında yalnız iki görüşün olduğunu bilmek, başka görüş yoktur ve üçüncüsü söylenemez demek için yeterli değildir. O asırdaki bütün müctehidlerin söz konusu meseleyi ele aldıklarını ve buna rağmen iki görüşten fazlasının ortaya atılmadığını bilmeden böyle bir söz söylenemez, yani üçüncü bir görüş ileri sürmek men edilemez.&#; demişlerdir.

Serahsi, Pezdevi, Ebu&#;l-Berakatü&#;n Nesefi gibi eski Hanefi usulcüler, bir asırda belirli bir sayıdaki reyden başkasının ortaya çıkmaması, onlara uymadan üçüncü bir görüşün batıl olduğuna icma mahiyetinde delil kabul edilir diyerek bunu tecviz etmemişlerdir. Şafii bilginlerden İmamu&#;l-Harameyn de bu görüşü benimsemiştir. Yine Şafiilerden Ebu İshak eş-Şirazi, iki meseleyi ayrı ayrı ele almış, birincisinde İmamu&#;l-Harameyn gibi düşünürken ikincisinde &#;Eğer iki meselenin birbirine eşit olduğu söylenmemişse, mürekkeb ictihad caizdir&#; demiştir.

Daha sonraki bilginlerden Kadl Beydavi, Ibnu&#;s-Sübki, Karafi, Amidi, İbn Hacib, Sadru&#;ş-Şeria, İbn Hümam gibi bilginler de iki meseleyi ayrı ayrı ya da birlikte ele alarak görüş belirtmişlerdir. Ancak bunlar içinde konuyu en geniş açıdan ele alan Sadru&#;ş-Şeria Ubeydullah bin Mes&#;ud olmuştur. Ona göre söz konusu iki ictihad ve rey, şer&#;i ve gerçekleşmiş tek bir olayda ortaklaşa bulunup üçüncü görüş de bunun iptalini gerektirmedikçe, batıl sayılamaz.

Taklidde telfikin gerçekleşebilmesi için bir olayda birbirine muhalif iki görüşle bir arada veya ikincisinin tesiri kalkmadan diğeriyle amel etmek gerekir. Söz gelimi, abdestin kan aldırmakla bozulmayacağı hususunda Şafii&#;yi, şehvetsiz olarak kadının vücuduna dokunmakla bozulmayacağı hükmünde de Ebu Hanife&#;yi taklid eden ve bu iki taklidin birleştiği aynı abdestin sahih olduğu kanaatinde olan kimse, telfiki gerçekleştirmiştir. Oysa iki görüşle bir arada veya aynı zamanda amel etmez de önce biriyle, başka bir zaman da diğeriyle amel eder, ikinciyle amel ederken de birinci görüşün amel üzerinde etkisi kalmamış bulunursa, bu telfik değil, önceki mezhebten dönme ve ikinci bir mezhebe geçmedir. Bu konunun telfik konusunda ayrı olarak değerlendirilmesi gerekir.

Kimi ayrıntılarda farklı görüşler savunsalar da Hanefi hukukçulardan Kasım bin Kutluboğa, Ömer bin Nüceym, Ebu&#;l-İhlas el-Hasene&#;ş-Şürünbülali, Alauddin Haskafi, İbn Abidin, İbrahimu&#;l-Biri; Şafi hukukçulardan İzzuddin bin Abdusselam, İbn Dakik, İbn Cemaati&#;l-Makdisi, Şihabuddin Ahmed bin İmaduddin el-Akfeshi, İbn Haceri&#;l-Heytemi, er-Remli, İbn Ziyad ve el-Bülkini; Malikilerden Yahya ez-Zenati, Şatıbi, Şebrahiti taklidde telfiki caiz görmezler. Bu bilginler görüşlerini şu delillere dayandırırlar:

1- Telfikten icmaya aykırı bir durum ortaya çıkarsa, telfik batıl olur. Çünkü icmaya aykırı hükümler batıldır .

2- Telfik, bir mezhebin müctehidlerinin mutehalif hükümleri arasında olursa caiz değildir. Çünkü mezhebe bağlı diğer müctehidlerin ictihadları da, mezheb müctehidlerinin ictihadına izin verdiği ve usulü kullanıldığı için, mezheb imamının ictihadı sayılır.

3- Reyler birleştirilen iki imam, işlenen amelin batıl olduğuna söz birliği etmişlerdir.

4- Telfik, Müslümanların icması ile batıldır.

Telfik, dini oyuncak haline getirmektedir.

Hanefi hukukçulardan Kadı Necmeddin İbrahim bin Ali et-Tarasusi, Şeyhülislam Ebu&#;s-Suud, Zeynüddin bin Nüceym, Muhammed Emin (İbn Emir-i Padişah), Muhammed bin Abdi&#;l-Azimi&#;l-Mekki; Maliki hukukçulardan Muhammed bin Muhammed bin Ahmed el-Emiru&#;l-Kebir, Muhammed bin Ahmede&#;d-Düssuki; araştırmacı bilginlerden Şah Veliyyullah Dehlevi, Muhammed Reşid Rıza ve Senhuri de telfiki caiz görürler. Bunlara göre şart ve cüzleri bulunan bir amelin bütün bu şart ve cüzlerinde belli bir müctehide tabi olmanın gerekliliğini ifade eden ne bir nas, ne icma, ne de sağlam bir kıyas vardır. Dinin bu delil ve kaynaklarının gerekli kılmadığı hiçbir şey farz ya da vacip olamaz. Ayrıca taklide layık hiçbir alim, telfikin yasak olduğunu söylememiştir. Bu bilginler telfiki caiz görmeyenlerin delillerini de şöyle eleştirirler:

1- Burada sözü edilen icma, usulün konusu olan icma değildir. Anlatmak istedikleri, bir konuda muhalif görüşler ortaya çıktıktan sonra, daha farklı bir görüşün ileri sürülmemesinin sükuti icma anlamına gelmesi ve bunun yeni bir görüşün batıl olacağına delalet etmesidir. Bu tür bir icmanın delil olması kesin olmadığı gibi, böyle bir icmanın tesbiti de mümkün değildir.

2- Her müctehid ister müstakil, ister müntesib olsun, görüşü diğer müctehidlerinkine muhalif olursa, kendi ictihadına uyar. Bütün müctehidlerin ana kaynağı Kur&#;an ve Sünnet olduğuna göre, mezheb müctehidleri arasında caiz olan telfik genel olarak da caizdir.

3- &#;Reyleri birleştiren iki imam, işlenen amelin batıl olduğunda söz birliği etmişlerdir&#; sözü tutarlı değildir. Çünkü her imam, &#;Bu amel reyime muhalefet edilen noktada bana göre batıldır&#; diyebilir; fakat, &#;Diğer imama göre de batıldır&#; diyemez. Ona göre batıl olan amel, diğer imama göre sahihtir.

4- İcma ehli müctehidlerdir. Telfik konusu, müctehidler döneminden sonra, yedinci yüzyılda ortaya atılmış ve mukallidler arasında tartışma konusu edilmiştir. Böyle olunca, &#;Telfik, Müslümanların icması ile batıldır&#; demek, cüretli ve isabetsiz bir sözdür.

5- İhtiyaç halinde yapılan telfikte, dinin oyuncak haline getirilmesi söz konusu değildir. Bunun için kasıtlı davranmak gerekir.

Telfiki caiz görenler, bunun uygulamadan önce yapılmamasını ve şu nedenlerden birine dayanmasını uygun görürler:

1. Hükmün kalbi tatmin etmesi.

2. Hükmün selef tarafından çokça tatbik edilmiş olması.

3. Telfikin sonucu olan hükmün daha ihtiyatlı olması.

4. Bir hakkı veya ibadeti ifa hususunda telfike ihtiyaç duyulması.

Ahmet ÖZALP

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır