ünlü türk edebiyatçılar / MEB 100 Türk edebiyatçısı listesi - Vikipedi

Ünlü Türk Edebiyatçılar

ünlü türk edebiyatçılar

Türk Edebiyatının Mutlaka Bilmeniz Gereken 15 Öykü Kitabı

Sait Faik, Haldun Taner, Oğuz Atay, Yaşar Kemal, Tomris Uyar ve Orhan Kemal başta olmak üzere Türk öykücülüğünün en değerli isimlerini ve çok değerli hikayelerini derledik.

1. Sait Faik Abasıyanık (1906-1954) – Alemdağ’da Var Bir Yılan

Alemdağ’da Var Bir Yılan, Sait Faik Abasıyanık’ın 1954’te hayatını kaybetmesinden önce yayımlanan son kitabı.

Alemdağ’da Var Bir Yılan, karamsarlığın ve yalnızlığın ön planda olduğu bir kitap. Ayrıca eserdeki hikayeler, diğer öykülerinden farklıdır. O zamana kadar çoğunluğu biyografik izler taşıyan, ancak başkalarına ait hikayeleri gerçekçi bir üslupla anlatırken, Alemdağ’da Var Bir Yılan’da kendi kişiliğini, kendi sorgulamalarını sürrealist bir anlatımla aktarıyor. Abasıyanık, kendi benliğini sorguluyor. Alemdağ’da Var Bir Yılan’da yer alan on yedi öykü, diğer Sait Faik öykülerine nazaran daha derin, taşıdığı anlamlar açısından daha karmaşık…

1954 tarihli Varlık Dergisi’nde yayımlanan Sait Faik’in Realitesi başlıklı yazısında Fikret Ürgüp “Onu tanıdıklarını sananlar bu son hikayeleri büyük bir dikkatle okurlarsa nasıl da tanımadıklarını görecek ve yeniden keşfedeceklerdir. O da kendini tanımaya uğraşıyordu zaten ve bu karışıklık içinden her gün yeni bir tarafı aydınlığa çıkıyordu.” diyor.

sait faik abasıyanık

“Günlerden Cuma. Mektep tatil. Süleymaniye’de Kirazlı Mescit sokağında oturuyoruz. Ben on yedi yaşlarındayım. Münir Paşa Konağı’nın çam ağacını hatırlıyorum. Lisenin bahçesindeki büyük çam ağacı bir yangında yanmış olabilir. Münir Paşa Konağı’nın yağlı boya tavanları çoktan duman ve kül olmuştur. Tahtakuruları da yanmıştır. Yatağım, yorganım, gözyaşım yanmıştır. Havuzlar yanmıştır. Yapraklarını kışın dökmeyen ağaçlar yanmıştır. Anılar, anılar yanmıştır. Yanmış oğlu yanmıştır. Beni bugüne getiren kitaplar yanmıştır.”

“Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burda her şey bir insanı sevmekle bitiyor.”

2. Füruzan (1932 – ) – Parasız Yatılı

Füruzan’ın 1982 yılında yayınlanan ve Sait Faik Hikaye Armağanı kazanan ilk kitabı Parasız Yatılı’nın Parasız Yatılı başlıklı öyküsünün baş kahramanı dul bir kadın, onun yetim kalmış sekiz yaşındaki kızı ve parasız yatılı sınavı sıcak, yalın bir dille anlatılmış. Parasız Yatılı kitabı, 12 hikayeden oluşmaktadır. Olayları yalın bir üslup ve tüm içtenliğiyle anlatan Füruzan, Türk edebiyatı hikayeciliğinin önemli temsilcilerindendir. Kitapta, pek çoğu yoksullukla veya toplumdaki sınıflı yapının getirdiği sorunlarla boğuşan kadın ve kızların, çöken burjuva ailelerinin, yeni ortamlarda bunalan ve yurt özlemi çeken göçmenlerin dramlarını sıcak samimi bir dille anlatır. Bütün öykülerinde insani sıcaklık, dönemsel tanıklık, değişim ve yoksul ailelerin varolma serüvenine tanık oluruz.

Kitapta Parasız Yatılı öyküsü okunduğunda, yazarın çocukluğunun okuyucuya yansımasıdır da denilebilir. Yazarın hayatına baktığımızda, yedi yaşındayken babasının öldüğünü görürüz ve babasının kaybıyla aile ekonomik bakımdan zor günler geçirmiştir. Bu ekonomik zorluklar nedeniyle Füruzan ilkokuldan sonra eğitime devam edememiş ve kendi kendisini eğitmiştir.

füruzan edebiyat öykü

“Annesi işe başlayınca onun ismi “bizim hastanedeki işimiz” oldu. İlk evden ayrılacağı gece tahin helvası aldılar bakkaldan. Peynirle tükenmez yaptılar, masalarına mavi çiçekli muşambalarını serdiler. Bu muşamba eve babasının yaşadığı günlerdeki düzenden kalmış, ferahlığın, korkusuzluğun anısıydı. Niçin babasını hep yaşatacak sanmışlardı? O da ölecek gibi görünmüyordu. Öyle dürüst öyle kesin bir adamdı ki, ölümün sinsiliği ona hiç gölge düşürmemişti. Evine her gece ekmek alıp gelen bir erkeğin yokluğu, sessizlik olup yerleşmişti odalarına. “Yaşlı değildi” demişti annesi. Hiç sekiz yaşında bir çocuk babasız kalır mı? Muşambalarını annesi gereksiz yere bir iki kez silmişti. Tükenmez tabağındaki peynirlerin cızırtısı dinmemişti. Tahin helvasının şekeri gevşemiş, pürüzleniyordu.”

3. Bilge Karasu (1930 – 1995) – Göçmüş Kediler Bahçesi

Göçmüş Kediler Bahçesi çağdaş Türk edebiyatı yazarlarından Bilge Karasu’nun masal kitabıdır. Türk edebiyatının farklı söylemlerle, farklı biçimler oluşturma gayreti içinde olmuştur Bilge Karasu. Göçmüş Kediler Bahçesi’nde de yazar çeşitli biçimler kullanarak anlatıları zenginleştirmiş ve yeni okumalara olanak sağlamıştır. Göçmüş Kediler Bahçesi biri diğer hikayelerin arasına yerleştirilmiş toplam on üç hikayeden oluşmaktadır: Avından El Alan, Geceden Geceye Arabayı Kaçıran Adam, Bir Ortaçağ Abdalı, Korkusuz Kirpiye Övgü, Yengece Övgü, Yağmurlu Kentin Güneşçisi, Dehlizde Giden Adam, “Usta Beni Öldürsen E!” Bizim Denizimiz, incitmebeni, Alsemender, Bir Başka Tepe, Masalın Da Yırtılıverdiği Yer adlı öykülerden ve bu öykülerle metaforik olarak ilişkili olan Göçmüş Kediler Bahçesi’nden oluşur.

Bilge Karasu’nun kedi sevgisinden bahsetmeden geçmek olmaz: “Kedi sever gibi sevmemeliyiz sevdiklerimizi” demişti.

bilge karasu

“Her gösteriden önce mahallede kapı altlarından attıkları, kahvelere, kıraathanelere bıraktıkları, sokaklarda dağıttıkları el ilanlarının birer örneğini, her gece eve döndükten sonra özenle özel sandığına yerleştiren ustası, bir gece artık yetiştin, usta cambaz oldun, bu işi sana bırakıyorum, dediğinde, bu sözlerin gönül okşayıcılığını bir yana iterek, bunlar da anı değil mi sanki usta, diye soracak olmuştu da, ustası kükremiş, yetişememişsin daha, diyerek onu bir sıkı paylamıştı. Bunlar anı değil, ipimizden artakalacak tek im; yaşayışımız, yaşadığımız, yaşantılarımız düpedüz, demişti. Her günle, her gösteriyle sırtımıza biraz daha binen ölümün yükü, bu sandığı artık kaldırıp taşıyamadığımız gün, tamam olacak, bizi çökertecektir, bunu iyi bil; bunlarda sen varsın, ben varım; yaşadığımızı gösterecek, başkasına olsun, bize olsun, gösterecek bir şey var mı elimizde, bu kağıt yığınından başka?”

(Usta Beni Öldürsen E)

4. Refik Halit Karay (1888 – 1965) – Memleket Hikayeleri

Refik Halit Karay, Türk hikayeciliğinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Yazar bu önemi, Anadolu insanının psikolojisini, yaşayışını ve hayat karşısındaki duruşunu, tüm bunlarla birlikte Anadolu coğrafyasının imkan ve imkansızlıklarını hikayelerinde etkili bir gözlem gücü ile işlemiş olmasıyla kazanır.

Kitap, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde geçen on sekiz öyküden oluşur. Memleket Hikâyeleri’nde karşılaştığımız kahramanlar genel olarak memur, asker, esnaf, müezzin, çocuk, genç kız, kadın, köylü, kasabalı ve işçilerden oluşur. Sıradan görünen bu kahramanların çoğu, okuyucuya günlük hayatın içinde hep karşılaşılabilecek türden kişiler gibi gelmesine rağmen aslında hemen hepsinin insanı düşündüren, merakta bırakan birer özelliği bulunur. Çoğu hikaye de bu kahramanların ilginç özellikleri üzerine kurulmuş gibidir.

refik halit karay

“Sıkı sıkı yüzüne çekip çenesinin altından iğnelemiş olduğu, üzeri mor ve beyaz dallı yazma peçesinin arkasında gözlerinin canlılığı, dikkatli dikkatli baktığı fark olunuyor, bu gergin tülbendin bastırdığı burnunun ucu da beyaz, toparlak bir benekle yüzünün tam ortasında göze çarpıyordu. Sabri şimdi yan gözle onu tedkik ediyordu; fakat o kadar kapalı, o kadar şekilsizdi ki insana ne iğrenme ne beğenme hiçbir his vermiyordu. Ökçeleri çarpık, uçları kalkık yamru yumru ayakkapları toz içindeydi; çarşafının kumaşı da yer yer akmış ve buruşmuştu.”

(Yatık Emine)

5. Haldun Taner (1915 – 1986) – Ayışığında Çalışkur

1954 yılında yayımlanan Ayışığında Çalışkur, biçimsel yenilikleriyle kendi dönemi için bir ilk oluşuyla Haldun Taner’in öykücülüğünde farklı bir yere sahiptir. Ayışığında Çalışkur uzun öyküdür. Öykü 4 bölümden oluşur. İlk bölüm diğer öykülerden farklı değildir. Çalışkur apartmanının yakınlarında fakir bir mahalleden gelmiş genç çift el ele tutuşmuş ayı seyretmekte, gelecek güzel günler için hayaller kurmaktadır. Bu sırada Çalışkur apartmanın farklı dairelerinde ise, türlü ahlaksızlar yaşanmaktadır. Apartmanın sakinleri arasında karısını baldızıyla aldatan bir koca, rüşvetçi işadamı, kürtajcı doktor, birlikte olduğu genç kızın ses kayıtlarını arkadaşına dinleterek eğlenen genç, küçük çocuklara düşkün röntgenci yaşlı adam, bekçiyi gizlice yatağına alan kapıcının karısı vardır. Dışarıdaki çift ise parasız ve namusludur. İşçi genç, sevdiği kıza temiz bir aşkla bağlıdır. Öykünün sonunda bekçi onları yakalar, adamla tartışır, apartmanın ahlaklı sakinlerinin de karışmasıyla olay karakola taşınır.

İkinci bölümde pek çok mektup, rapor öykünün içine yerleştirilmiştir. Farklı kişiler tarafından yazılmış bu mektuplar öykü içinde ayrı bir gerçeklik katmanı oluşturmaktadır. Mektupların birçoğunda yazarın tavrına tepki vardır. Üçüncü bölümde ise ilk metnin okurun tepkileri nedeniyle yeniden düzenlenerek biçimlendirilmiş hali yer alır. Yazar gerçekte yapılması olanaksız bu düzenlemeyle, tüm eleştirilerin karşılığını yerine getirir. Öykünün son bölümünde ise, bu kez yazarın yaptığı değişiklerden dolayı olumlu yorumları içeren mektuplar verilmiştir.

haldun taner

“Ayışığında Çalışkur yazarı insanları sevmiyor. Yazı masasına otururken belki yumuşar diye kalbini çıkarıp bir kenara bırakıyor. Sade kafası ve yıkıcı hümoru ile yazıyor. Halbuki ben kalemini çirkefe değil, insan sevgisine batırıp yazanların yazdıkları yazıları severim. Her sahife ılgıt ılgıt insan sevgisi kokmalı. Ayışığında Çalışkur yazarı susulması, örtülmesi gereken en çiğ gerçekleri önümüze sermekle, Erdal’ın büyükbabasına yorduğu teşhirciliği asıl kendisinin yaptığının farkında değil mi acaba?”

6. Onat Kutlar (1936 – 1995) – İshak

Henüz 23 yaşındayken yazdığı tek öykü kitabıyla bu kuşağın unutulmazları arasına giren Onat Kutlar, dokuz öyküden oluşan İshak adlı öykü kitabıyla 1960 Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü’nü kazanır. 1950 Kuşağı öykücülerinin önemli isimlerinden biri olan Onat Kutlar, çok erken yaşlarda yazmış olduğu İshak’taki öykülerde, bir örnek bir yaşantıdan bunalarak bir çıkış yolu arayan bireylerin utangaç ve bilinçsiz başkaldırışını anlatmıştır.

Fethi Naci şöyle der: “O yılların tanınmış hikayecileriyle, daha sonra hikaye kitabı yayımlayan hikayecilerle en küçük bir benzerliği yok. İshak, uzakta bir başına duruyor – bir ada gibi. Çünkü Onat kutlar, doğup büyüdüğü Gaziantep’i yazarken, Gaziantep hikayelerini yazarken, gönlünce bir Gaziantep yaratmış, kendi Gaziantep’ini; yeniden yarattığı kendi Gaziantep’i içinde yarattığı kişilerle, olaylarla kendine özgü, gizemli bir dünya kurmuş, zaman zaman neredeyse salt kendi için yarattığı, bu yüzden dışarıdakilere yer yer kapalı bir dünya…”

onat kutlar

“‘Evet!’ diye bağırdım. Ev başını almış gidiyordu. Tavandan sular akıyor, odadakilerin didişken, şaşkın, öfkeli bakışları; duvarlar, duvarlardaki halılar, halıların altına gizlediğimiz çatlaklar ve gizlediğim nice kirli, eski şeyler; saatler, radyo, gergin kumaşa iğrenç konuşmalardan sinen o sürekli titreme, sedirler, yataklar, yatakların görünmez yerlerine eklenmiş çirkin, pis kalıntılar, her şey, her şey o serin sularla yıkanıyor, arınıyordur.”

“Yeni alınmış, bomboş, ak defterin ya da çıkmaya hazırlandığım bir yolculuğun o sevimli kaygan dili geçti içimden. Hemen çekip gitmek, çekip gitmek, çekip gitmek… Kalktım, bir bardak su içtim.”

(Çatı)

7. Leyla Erbil (1931 – 2013) – Gecede

Leyla Erbil, kitabında aşk, cinsellik, evlilik, aile, sadakat, namus, sevgi gibi olgular üzerine daha önce kimsenin pek dile getirmediği kavramları, bugün bile pek çok yazarın ifade edemeyeceği çekineceği boyutta ele alır. Sadece ele aldığı konular değil, anlatış tarzı, kullandığı dil, anlatım teknikleride dikkat çekici ve birbiriyle uyumludur. Yazarın öykülerinde kadınlar ön plandadır. Geleneksel anne, kız, eş rolünde kadınların yanı sıra, birey olmaya çalışan başkaldıran kadınlar da vardır. Öykülerinde olayları sorgulayan, başkaldıran, aykırı tavır sergileyen kadınlar, bir anlamda yazarın düşüncelerini temsil ederler. Kitapta yer alan Vapur, simgesel anlatımıyla kafa karıştırıcı olabileceği gibi, aynı zamanda buram buram düş kokan bir öykü ve otobiyografik öğeler içerir.

Gecede (1968) Leyla Erbil’in ikinci öykü kitabı. 7 öyküden oluşur kitap. Eserinde, noktalama işaretlerinin kullanımında bilinen kuralların dışına çıkıp yeni noktalama işaretleri üretme ihtiyacı hissetmiş yazar (virgüllü ünlem, virgüllü soru gibi).

leyla erbil

“Vapur kimi günler kımıldamadan, şuraya buraya demirliyor, orkoz’un doğrultusuna göre yanını, önünü vererek halka, geçkin bir kraliçe denli süzülerek de seyrettiriyordu kendisini. Kimi vakit de, neden olduğu bilinmez, kıyı kıyı tutturuyordu suları, biz buna vapurun düşünmesi diyorduk, şöyle bir durur, bakınır, gözüne bir yerleri kestirir, oraya biriken halka doğru sokulur, fırdolayı döner, burnu üstüne dikilir, eteklerini kaldırır, kıçını gösterir, havada kalan pervanesiyle dalbüken yelini döver takır takır, halkın korkulu çığlıklarını sonuna dek dinler, sonra gene suya, karnı üzerine atardı kendisini – bu anlarda yaramazlık yaptığımda beni korkutmak için biraz da gerçekten çıldıran annemi anımsatırdı.”

8. Oğuz Atay (1934 – 1977) – Korkuyu Beklerken

1975 yılında yayımlanan hikaye kitabındaki öykülerde, 70 sonrası Türk insanının yaşadığı bunalımı eleştiri ve mizah unsurlarını kullanarak ironik bir şekilde anlatmaya çalışmıştır. Oğuz Atay eserlerinde ironiyi sık kullanan yazarlardandır. Korkuyu Beklerken hikaye kitabının her hikâyesinde az ya da çok olmak üzere ironiye rastlanır. Öykülerinde, yaşam karşısında belirli sebepler yüzünden zayıflık gösteren insanların yaşantılarını anlatmıştır. Atay’ın hikayeleri, işledikleri konu ve durumlar itibariyle romanlarıyla paralellik gösterir. Tutunamayan olarak adlandırdığı insanlar, onun hikayelerinde de başrolde yer almışlardır.

oğuz atay korkuyu beklerken

“Korkuyorsan, neden bu kadar uzakta yaşıyorsun şehirden? Neden üç evli sokağın en ucundaki evde oturuyorsun? Son kaldırım taşından bile elli beş adım ötede ne işin var? Garip kaderime gülümsedim; aynaya bakarak tabii. Tatlı bir gülümseme. Eski neşemi kaybetmediğimi göstermek için. Sonra durgunlaştım. Neden? Unuttum. Dur, hayır; unutmadım. Yalnız kaldıkça, yalnız kalmaktan korktukça… Aynadan uzaklaştım; fakat, biliyordum, böyle bir düşünceydi. Köpekler sinirimi bozdu, şimdi kendime gelirim. Buldum: Yalnız kalmaktan korktukça yalnızlığım artıyor. Bu sefer gerçekten gülümsedim. İster görün, ister görmeyin; gülümsedim işte.”

9. Yaşar Kemal (1923 – 2015) – Sarı Sıcak

Yaşar Kemal’in ilk öykü kitabıdır. Kitapta 22 öykü bulunur. Eser ilk olarak 1952 yılında yayınlanmıştır. Eser yazarın daha sonra verdiği baş yapıtlarından İnce Memed’den önce yazarın Türkiye ve dünyaca tanınmasını sağlamıştır. Sarı Sıcak‘ta da yer alan Bebek öyküsü, dünyada yayımlanan ilk eseri olmuştur. Bu öykü önce Fransızca’ya, ardından İngilizce, İtalyanca, Rusça ve diğer çeşitli dillere çevrilmiştir. Yaşar Kemal’in bu eserinde anlattığı öykülerin büyük kısmı Çukurova’da geçmektedir. Yazar bu öykülerde Anadolu insanının açlık, pislik, hastalık, sefalet ve çevre koşulları içinde verdiği yaşam mücadelesini konu alır.

yaşar kemal sarı sıcak

“Bir hafta yataktan kalkamadı. Zala, dedim, bu böyle olmaz. Bu gidişle iyileşemezsin, ölürsün böyle olursa, dedim, aç susuz, kuru içerde… Yüzü de mum gibi olmuştu. Sapsarı, kemikleri çıkmıştı. Beklerim başında, dedim. Götürürüm doktora daha olmazsa. Sana canım da kurban, malım da, dedim. Ağladı, sızladı. Sabahtan iyi olurum, dedi. Saldı beni gene çalışmaya. Kaldı içerde, karanlıkta, Zeki Bey’in ahırlığında, tek başına, aç susuz, sersefil… Ağa olmasa zar zor onu kandırırdım ya, Ağa bela.”

(Bebek)

10. Vüs’at O. Bener (1922 – 2005) – Dost Yaşamasız

İlk öyküsü, Dost’la yazın yaşamına başlayan Vüs’at O. Bener, sonrasında çeşitli edebiyat dergilerinde basılan öykülerini Dost adıyla 1952’de kitaplaştırır. 1957 yılında da yazarın ikinci öykü kitabı Yaşamasız yayımlanır. Bir sonraki baskıda bu iki kitap bir araya getirilir ve yeni öyküler eklenir. Kitap alışık olmadığımız konu ve kişileri öyküde anlatarak, hem de keskin, sert üslubuyla dönemin öykücüleri kadar şiir dünyasını da etkilediği söylenir.

Vüs’at O. Bener Oğuz Atay’ın arkadaşıdır. Tutunamayanlar’da Süleyman Kargı karakterinin Vüs’at O. Bener olduğu söylenir.

vüsat o. bener

“Benim saçlarım yumuşak. Havva’nın saçları keçe gibi. Annem ustura ile iki defa kazıttı saçlarını uzasın diye, ama uzamadı, kısa kaldı. Burnu da öyle biçimsiz ki! Yamyassı. Tıpkı okul kitabımızdaki maymunun burnuna benziyor burnu. Hiç sevmiyorum onu. Pis, hırsız.

Annem, bugün onu bir temiz dövdü. Tabii döver. Misafir odamızdaki güzelim halımızı kesmiş. Deli mi ne? Annem: ‘Kız niye kestin halıyı?’ dedi. O: ‘Kuş var halının içinde’, dedi. ‘Beyaz kuş. Onu çıkartacaktım.’ Gördün işte kuşu. Bir ‘Töbe töbe ana’ bellemiş, onu söyler.”

11. Tomris Uyar (1941 – 2003) – Yürekte Bukağı

Bukağı: Ağır ceza yükümlüsünün kaçıp kurtulmasını engellemek için ayağına vurulmuş pranganın ucundaki demir halka. Böyle yazıyor kitabın arka kapağında.

Susan Lohafer’e göre, “Kısa öykülerin en başarılı örnekleri, toplumlarda rahatsız edici çalkantıların oluştuğu zamanlarda ve insanların dışlandığı yerlerde yazılmıştır. Kısa öykü yalnızların çığlığıdır.” Tomris Uyar bütün öykü kitaplarının ardında toplumsal baskı döneminin yattığını söyler. İşte yazarın dördüncü öykü kitabı Yürekte Bukağı, toplumsal gerilimin had safhada olduğu dönemde yazıldı (1979).

tomris uyar öykü

“O kızı – hani Zeren miydi neydi adı – tuttun mu sen? Kocasından daha sıcakkanlı, orası öyle ama kocası da bıkmıştır çenesinden. Çok konuşuyor canım. Tatlı konuşuyor diyeceksin ama bıktırır bıktırır… Sen beğendin, anladım. Bir ara ağzının içine düşeceksin sandım. Şey sanma. Kocası kıskanır diye korktum, yoksa ben.”

(Ayşe Haklı)

“Cam silen kadınlar, eteklerini bacaklarının arasına sıkıştırırlar Ahmet geçerken. Bakmaz ki o. Sesinden yanılırlar, ikirciklenirler, gençliğini kıskanırlar. Bilmezler ki Ahmet’in koru içinde yanar, dışarı sızmaz: kendi için, kendiliğinden. İçimizle besliyoruz dünyayı be!”

(Süt Payı)

12. Memduh Şevket Esendal (1883 – 1952) – Ev Ona Yakıştı

Türk hikayeciliğinde çığır açan ve 1940’tan sonra birçok yazarı etkileyen Esendal, ilk hikayelerinde Maupassant tarzı dediğimiz sağlam konulu, tasvirli, tahlilli bir anlayış benimsemiş; daha sonraları ise Çehov tarzı olarak adlandırılan, hayatın bir parçasının konu edinildiği kesit yani durum öykülerini kaleme almıştır. Hayatı olduğu gibi yansıtan, olaylara nesnel görüşle yaklaşan, edebiyatsız edebiyat yapan, konuşur gibi içtenlikle ve son derece sade bir dille yazan, anlattığı her şeye büyük bir iyimserliklerle yaklaşan bir hikayecidir.

Hikayelerinde anlattığı kişiler hep bizimdir. Esnaf, köylü, aylak, ev kadını, cahil, aydın, mektepli, çırak, üst sosyete, alt tabaka insanları hepsi onun şahıslarıdır. Her gün gördüğümüz ilgi göstermediğimiz kişileri o sıcacık bir sevgiyle ve ayrıntılara inmeden, ilgi çekici bir canlılıkla ve birkaç satır içinde canlandırıverir. Her zaman umut olan sanatçı “Ben insanlara yaşamak için ümit ve neşe veren yazarlardan hoşlanırım.” der.

memduh şevket esendal

“Ev meselesi, sonunda Silgioğlu’nun canına tak ettirir. Silgioğlu, başına bela olan bu evden kurtulmak ister. Eski kiracısı Binbaşı Ali Bey’in yanına gider, evini yarı fiyatına ona satar. Silgioğlu, üzerinden dağ gibi bir yükün kalktığını hisseder. Evi ucuza sattığı için kahve arkadaşları bir şeyler diyecek olur, Silgioğlu buna izin vermez, “Hiç yazık etmedim… herifçioğlu yapmayı da biliyor, oturmayı da! Ev, ona yakıştı.” diyerek milleti susturur.”

(Ev Ona Yakıştı)

13. Orhan Kemal (1914 – 1970) – Önce Ekmek

Orhan Kemal’in 1969 yılında hem Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü hem de Sait Faik Hikaye Armağanı kazanan kitabı Önce Ekmek, bu büyük romancının öykücülükte de ne kadar büyük bir kalem olduğunu gösterir. Kent insanının yaşama ve şehre tutunma uğraşısını, kavgasını anlatan bu öyküler, tüm Orhan Kemal yapıtlarında olduğu gibi, okurun insana dair inancını besliyor, güçlendiriyor ve direnme gücünü artırıyor. Çocuklara eserlerinde önemli bir yer veren Orhan Kemal’in bu öykü kitabında da çocuklar ön planda.

Kitaptaki 17 öykünün sekizinin baş kahramanı çocuklar. Kitapta yedi hikâye (Önce Ekmek, Bir Çocuk, Üçüncü, Tarzan, Coni, İncir Çekirdeği, Elli Kuruş), kitap isminin yaptığı çağrışımlara uygun olarak yoksulluk, yoksulluktan kurtulma ümit ve çabaları temasına dayanır.

orhan kemal öykü

“Yorganın altında sıcak gözyaşları dökerek gecelerce dinlemişti. Dışarda karlar savrulur, acı rüzgar kendini yerden yere çalar.. Sonra baharlar gelir.. Evde gecelerce süren bu atışma değişmezdi. Annesi sızılı, kalbi pır pır, gözlerinden kara kara gölgeler uçuşan dermansız kadın, nasıl giderdi el kapılarının çamaşırına, yemeğine, söküğüne dikiğine..”

“Kirası aylarca ödenmeyen evin sokak kapısı çalındı. Ayten anladı. Fırladı sedirden koştu kapıyı açtı. Babasıydı. Şarap kızılı vurmuş ablak, koskocaman yüzüyle öfkeli girdi içeri. Bakmadı bile yüzüne kızının.”

14. Cemil Kavukçu (1951 – ) – Uzak Noktalara Doğru

Son dönem öykücülüğümüzün üzerinde en çok konuşulan yazarlarından olan Cemil Kavukçu, öykü dünyasını Sait Faik-Orhan Kemal öyküsünün kesiştiği yerde kurmuştur. Cemil Kavukçu Uzak Noktalara Doğru yapıtında yer alan öykülerinde bireyin kendini bulma sürecindeki arayışını işler.

“Çocukluğunuzdan bir kez ayrıldınız mı, ömrünüzün kalan bölümü gurbettir artık. Sıla özlemi çeker gibi çocukluğunuzun özlemini çekersiniz.” diyen yazarın çocukluk ve gençlik döneminde özlemini çektiği yaşam biçimleri, dostluk, komşuluk, arkadaşlık ilişkileri de birer öyküye dönüşebilmektedir.

cemil kavukçu öykü

“Paran çıkışacak, çünkü daha boş torbalarla dükkanın önünden geçerken bunu kafana koymuştun ve şarap parasını artırmak için pazarın altını üstüne getirdin. Üç oradan kırptın, beş buradan. Ucuzunu aradın. Sebze yığınlarında eşelenip naylon bir leğene patlıcanları, hıyarları, biberleri seçmeye çalıştın. Neden? Seçmece satılan yığınlar daha ucuz da ondan (gözünün biri kısılmış, işaretparmağın sakağında) doğru mu değil mi? Aslında Mahir Abi, haklısın. Haklısın da kapıdaki o duruşun, ince keskin ve irkiltici ıslığın…”

(İllaki)

15. Ferit Edgü (1936 – ) – Doğu Öyküleri

Çok kısa öykü deyince ilk akla gelen isim Ferit Edgü’dür. Az sözle çok şey anlatma isteği ile yazılmıştır bu öyküler. Kitap “Sevgili dostum Onat Kutlar’ın anısına” ithafıyla başlar. Ferit Edgü doğuda bir süre yaşamış bir yazar olarak kitabında, doğu insanının birçok sorununa değinmeye çalışıyor. Şehri terk eden Süryanilerden, oğlunun karısından çocuk sahibi olup kaçmak zorunda kalan babalardan, anlamsız nedenlerle insan öldürüp töre cinayetlerine sebep olanlardan, dağların doruklarında hiç kalkmayan karlardan, batılı bir köy öğretmeninin çektiği yalnızlıktan, birden fazla kadınla evlenen insanlardan, 24 yaşında 3. çocuğu olmadığı için yeni bir kadınla evlenmeyi düşünenlerden, çökmek üzere olan mağaralarda yaşayıp hiç ev görmeyenlerden, bulunduğu yeri terk etmek isteyenlerden, “Tanrının bu dağ başında işi ne?” diye düşünen köylülerden, soru sormadan, bakıp görmeden işini yapmakla görevli memurlardan.

ferit edgü öykü

“Elimde pusula, soruyorum:

– Nereye gidiyoruz Ramazan?

– Köye.

– Köyün yolu burdan değil ki.

– Artık köyün yolu yok Hoca. Kar kapadı köyün yolunu. Yaza değin köyün yolu diye bir şey yok.

– Öyleyse nasıl gideceğiz köye?

– Yeni bir yol açarak. Şu anda yaptığımız da bu.

– Ama sen yanlış yönde açıyorsun yolu.

– Sen elindeki pusulaya bakma Hoca, beni izle.

– Ama yanlış yoldasın Ramazan.

– Öyleyse beni bırak, pusulayı izle. Ya da kendi yolunu kendin aç.”

(Pusula/sız)

Kaynak
Sarnıç Edebiyat Dergisi, Turkish Studies Academic Journal, Ebediyen Edebiyat

Türk Edebiyatının Gelmiş Geçmiş En İyi Yazarlarına Dair Az Bilinen 13 Enteresan Bilgi

Haberler

Magazin

Ünlüler Dosyası

Türk Edebiyatının Gelmiş Geçmiş En İyi Yazarlarına Dair Az Bilinen 13 Enteresan Bilgi

Türk edebiyatının şüphesiz ki gelmiş geçmiş en iyi yazarları olan Yaşar Kemal, Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali gibi isimler hakkında az bilinen bilgileri sizler için derledik!

1. Oğuz Atay, ölümsüz eseri Tutunamayanlar’ı Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam kitabındaki bir pasajdan etkilenerek yazdı.

1. Oğuz Atay, ölümsüz eseri Tutunamayanlar’ı Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam kitabındaki bir pasajdan etkilenerek yazdı.

2. Türk edebiyatının ölümsüz yazarlarından Yaşar Kemal’in efsane romanı İnce Memed’i Rusçaya Nâzım Hikmet çevirdi.

2. Türk edebiyatının ölümsüz yazarlarından Yaşar Kemal’in efsane romanı İnce Memed’i Rusçaya Nâzım Hikmet çevirdi.

3. Sabahattin Ali, okul yıllarında sürekli sanatla ilgilendiği için ailesinin yanına gönderilmekle tehdit edildi ve intihar etmeyi düşündü.

3. Sabahattin Ali, okul yıllarında sürekli sanatla ilgilendiği için ailesinin yanına gönderilmekle tehdit edildi ve intihar etmeyi düşündü.

4. Çok yakın arkadaş olan Nâzım Hikmet ve Peyami Safa’nın arasına komünizm ve faşizm tartışmaları girdi.

4. Çok yakın arkadaş olan Nâzım Hikmet ve Peyami Safa’nın arasına komünizm ve faşizm tartışmaları girdi.

5. Aruzu savunan ve garip akımını eleştiren Yahya Kemal Beyatlı, vapurda Orhan Veli’nin okuduğu şiirden çok etkilendi ve fikrini değiştirdi.

5. Aruzu savunan ve garip akımını eleştiren Yahya Kemal Beyatlı, vapurda Orhan Veli’nin okuduğu şiirden çok etkilendi ve fikrini değiştirdi.

6. Sait Faik Abasıyanık ve Orhan Veli hesabı ödeme iddiasıyla bulmaca çözme yarışmaları yapıyordu.

6. Sait Faik Abasıyanık ve Orhan Veli hesabı ödeme iddiasıyla bulmaca çözme yarışmaları yapıyordu.

7. Ahmet Haşim, kendisini hiç beğenmiyor ve hatta çirkin buluyordu.

7. Ahmet Haşim, kendisini hiç beğenmiyor ve hatta çirkin buluyordu.

8. Sokağı edebiyata taşıyan ünlü yazar Hüseyin Rahmi Gürpınar, örgü örmeyi çok seviyordu.

8. Sokağı edebiyata taşıyan ünlü yazar Hüseyin Rahmi Gürpınar, örgü örmeyi çok seviyordu.

9. Aşk şiirlerinin unutulmaz şairi ve Türk edebiyatının şüphesiz ölümsüz isimlerinden biri olan Cemal Süreya’yı üvey annesi zehirlemeye çalıştı.

9. Aşk şiirlerinin unutulmaz şairi ve Türk edebiyatının şüphesiz ölümsüz isimlerinden biri olan Cemal Süreya’yı üvey annesi zehirlemeye çalıştı.

10. Türk şiirinin gelmiş geçmiş en iyilerinden Ahmed Arif, günde dört paket sigara içmesine rağmen Ramazan ayında oruç tutan kişilere saygısından hiçbir şekilde tüketmezdi.

10. Türk şiirinin gelmiş geçmiş en iyilerinden Ahmed Arif, günde dört paket sigara içmesine rağmen Ramazan ayında oruç tutan kişilere saygısından hiçbir şekilde tüketmezdi.

11. Yazar, çevirmen ve düşünür Cemil Meriç yavaş yavaş görme duyusunu kaybetmesine rağmen okumaktan ve yazmaktan hiçbir zaman vazgeçmedi.

11. Yazar, çevirmen ve düşünür Cemil Meriç yavaş yavaş görme duyusunu kaybetmesine rağmen okumaktan ve yazmaktan hiçbir zaman vazgeçmedi.

12. Türk edebiyatının duyguları dizelere en iyi aktaran şairlerinden biri olan Özdemir Asaf, ‘r’ harfini söyleyemiyordu.

12. Türk edebiyatının duyguları dizelere en iyi aktaran şairlerinden biri olan Özdemir Asaf, ‘r’ harfini söyleyemiyordu.

13. Edebiyat çevrelerinde üstat olarak nitelendirilen Necip Fazıl Kısakürek Nakşibendî tarikatına üyeydi.

13. Edebiyat çevrelerinde üstat olarak nitelendirilen Necip Fazıl Kısakürek Nakşibendî tarikatına üyeydi.

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda

10 Ünlü Edebiyatçımızın Hayatlarına Dair İlginç Anılar

Cemal Süreya’nın dediği gibi “Şairin hayatı şiire dahildir… Yeri düşer, biyografik bir bilgi, bir yapıtı, bir öyküyü, bir romanı, bir şiiri çözümlemekte anahtar işlevi görür. Onun için özel hayatları da önemlidir şair ve yazarların.”

1. Orhan Kemal

Orhan Kemal’in oğlu Işık Öğütçü, Ayça Öztorun’a verdiği röportajda babası ile ilgili şunları anlatıyor:

orhan kemal eşi ailesi ve çocukları

“Annemiz Nuriye Hanım oldukça emektar şefkat dolu bir insandı. Fatih’te küçücük bir evde otururduk. Bir açılır kapanır masamız, duvarda eski bir radyomuz vardı. Tek eğlencemiz oydu. Oturacak küçük bir oda ve çok küçük bir mutfak. Anneme, seksenli yaşlarına geldiğinde sormuştum “Anne, babamız parasız pulsuzdu. Düşüncelerini kağıda aktardığı için hapislere girip çıkmıştı. Babamla evlenmeden önce varsıl insanlar, sana evlilik teklifinde bulunmuşlar. Neden gittin babamı seçtin?” dedim. Annem şöyle bir durdu. Duygu dolu gözlerle bana baktı ve “Ben babanı çok sevdim” dedi. Annem, bence bu ailenin kahramanıydı. Annemin adı Nuriye. Babam Cemile adlı romanı annemden esinlenerek yazmış. Annem, babamız hapise girdiğinde bizim umutlarımızı kırmamış, “Okulunuzu okuyup bir yerlere geleceksiniz. Gerekirse emeğimle çalışır, sizi kimselere muhtaç etmeden okuturum” demişti.”

orhan kemal eşi ailesi ve çocukları

“Evin en küçüğü olmam nedeni ile biraz torpilliydim. Müzede gördüğünüz yatağın üzerine bir tane gofret koyardı. Çalışmasına ara verip biraz dinleneceği vakitlerde bana seslenirdi. “Işık, koş gel. Bak sana kuş ne getirdi” derdi. Babam, bu numarayı defalarca yaptığı için babamın gofret getirdiğini bilir, yıldırım hızı ile yatağın üzerine atlardım. Gofreti nefes almadan yerdim. Babam, daktilosunun başında beni seyredermiş, ben onun farkına bile varmazmışım. Gofret bittikten sonra alüminyum ambalajına bulaşan çikolatayı yalardım. Sonra işim bitince babamı öper, odadan çıkardım. Yıllar sonra öykülerini okumaya başladığımda Çikolata isimli öyküsü dikkatimi çekti. Ben miydim acaba bu öyküyü yazdıran diye düşünmeden edemedim ve çok duygulandım.”

Ağabeyimin bir anekdotu var: “Babamın paralı mı, parasız mı olduğunu kapı vuruşundan anlardık. Melodik tıklatmayla kapıyı çaldığı zaman babamın ekonomik sıkıntısı olmadığını anlardık. Ama babam tok bir şekilde kapıya vuruyorsa, sıkıntılı bir durum olduğunu anlayan annem, “Aman çocuklar gürültü yapmayın. Babanızı üzecek herhangi bir şey yapmayın” derdi.”

orhan kemal romanları, orhan kemal kimdir, orhan kemal hayatı

“Dilinde hala bu türkü, alnında ter tomurcukları… Bu tomurcuklar gittikçe arttı, yuvarlak yanakları kızardı. Kendinden geçti, işe kendini öyle verdi ki… Hele çamaşırlardaki pire tersleri… Bu tersleri mutlaka çıkaracaktı. Terslerde inat ediyorlardı. Terslerin inadına Cemile’nin inadı daha baskın çıkmalıydı. Onları mutlaka çıkaracaktı. Hırslı hırslı eğilip kalktıkça belinden aşağılara inen kuvvetli örgüleri hopluyor, tokasından kurtulan kahkülü de gözüne girip duruyordu. Buna öyle sinirlendi ki… Bir ara kahkülü bileğiyle itti. Olmadı. “Dert” diye doğruldu. Hınzır kahkülü ıslak parmaklarıyla kıvırdı, öteki saçlarının arasına soktu, tokaladı.” (Cemile)

2. Sabahattin Ali

İlk baskısı 1978 yılında yapılan, Filiz Ali ve Atilla Özkırımlı tarafından hazırlanan Sabahattin Ali – Anılar, İncelemeler, Eleştiriler kitabınınAnılar bölümünden alıntılar:

sabahattin ali hayatı, sabahattin ali kimdir, sabahattin ali romanları

Süheyla Conkman ağabeyini şöyle anlatıyor: “Onu asık suratlı hiç görmemişimdir. Bazen de kendi kendine söylediği şarkılar vardır ki, hiç aklımdan çıkmaz, duydukça onu anımsarım: “Ata binesim geldi, hay dah dah, yare gidesim geldi.” Bir de ondan başka hiçbir yerde duymadığım bir şeyler mırıldanır, yengem de “Yeter Sabahattin, kes bu ne biçim şarkı” dedikçe şaka yollu tekrarlardı: Tabutumun altı çatlak, beni vuran benden alçak, sol böğrüme girdi pıçak, yar yar aman… Meğer kaderinin şarkısı imiş, bilemezdik.”

Birkaç aile birlikte Ankara’nın çevresinde kır gezmesine giderler. Yağmur yağar, ardından güneş açar. Tam tepelerinde bir gökkuşağı belirir. Köy Sosyoloji ile yazdığı kitaplarıyla bilinen Cumhuriyet dönemi aydınlarından Mediha Esenel o günü şöyle  anlatır:“Koşsam altından geçebilir miyim acaba?” diye bir koşu tutturdu. Ben, “Ebemkuşağının altından geçen cinsiyet değiştirirmiş” dedim, hemen durdu. “Kadın olmak çok mu kötü?” diye sordum. “Kötü olduğundan değil, otuz yedi yaşıma geldim, kadın olsam bundan sonra beni kim alır?” diye şaka ile yanıtladı.”

sabahattin ali romanları, hayatı, sabahattin ali kimdir

Sabahattin Ali, bir diksiyon yanlışı yakaladı mı düzeltmeden duramaz. “Bu yüzden Aliye Hanım bana fena içerliyor. Karı koca ağız tadıyla kavga edemiyoruz. Kavganın en can alacak yerinde tutup diksiyon yanlışlarını düzeltiyorum” diyerek arkadaşlarına yakınır.

“Mektubunu aldım. “Ben fena kız değilim, senin meyus olmayıp saadetin için hayatımı şimdi fedaya hazırım!” diyorsun. Aliye, bana böyle şeyler yazma… Sonra ben sana deli gibi aşık olurum. Senin ne iyi kız olduğunu biliyorum. Muhakkak ki hayatımda yaptığım ve yapabileceğim en iyi iş seninle hayatımı birleştirmek oldu. Bundan sonra ne diye kederli ve üzüntülü şeyler yazalım.” Mektubundaki, “Beni istediğim kadar sevmezsen ölürüm!” cümlesini belki elli defa okudum. Ah Aliye, seni isteyebileceğinden çok seveceğim. Benim nasıl sevebileceğimi göreceksin.” (25 Mart 1935)

3. Halit Ziya Uşaklıgil

Edebiyatçılarımızın arasında baba olmanın acısını en çok o yaşar. Üç çocuğu (Vedide, Sadun, Güzin) küçük yaşlarda çeşitli hastalıklardan dolayı ölür. Halit Ziya, Sadun için Kırık Oyuncak’ı, Güzin için Kırık Hayatlar’ı yazar. 1904 yılında doğan oğlu Vedat, iyi bir eğitim alır. Almanca, Fransızca ve İngilizce öğrenen Vedat’ın esas tutkusu müzik ve piyanodur.

halit ziya uşaklıgil oğlu vedat uşaklıgil

İstanbul’da Osmanlı Bankası’nda çalışmaya başlayan Vedat, birkaç arkadaşıyla bir trio kurup konserler vermeye başlar. Hamdullah Suphi, onları konser için Ankara’ya çağırır. Vedat Ankara’da büyük amcasının kendisinden beş yaş büyük kızı Latife’nin yeni evi Çankaya Köşkü’nde kalır. O akşam Çankaya’da, Mustafa Kemal’in, önce piyano çaldırdığı sonra da İngilizce, Fransızca, Almanca gazeteler getirtip çeviri yaptırdığı Vedat sınavı geçmiştir. “Ne işin var bankada, sen Hariciye’ye gel” diyen Atatürk’ün teklifi onun da hoşuna gider.

Latife Hanım, boşanma kararının ardından İzmir’e dönerken Çankaya Köşkü’nde kalan Vedat’a telefon açıp “Biz gidiyoruz. Sen de benim misafirimsin. Kendine başka bir yer bul ya da İstanbul’a dön” der. Vedat “Babama sormadan karar veremem” diye karşı çıkar. Mektup yazdığı Halit Ziya’nın cevabı aile içinde bir kırılma yaratacaktır: “Sen onun değil, Atatürk’ün misafirisin.”

Vedat, birkaç kez tayin vaadiyle kandırılır. Sonra Prag’a tayin edilir. Ama dört ay sonra yeniden Ankara’ya çağrılır. Bu durumu Halit Ziya, Atatürk’ün gösterdiği teveccühün yarattığı kıskançlıkla açıklar. Psikolojik olarak çöken Vedat, Ankara’ya dönmez babasının Yeşilköy’deki evine çekilir. Hukuk eğitimini bitirir. Sonra yeniden Hariciye’ye döner. Ankara’dan kurtulmak için önce Brüksel’e giden Vedat, 1937’de kendi isteğiyle bir arkadaşının tayinin çıktığı Tiran’a geçer. Bir yemek daveti için hazırlık yapılan bir gece, Vedat yeniden Ankara’ya çağrılmaktadır. İzin isteyip sokağa çıkar, ilk gördüğü eczaneye girer. Sefarete döndüğünde verilecek davetin çiçeklerini kontrol eder, sonra “Yorgunum, beni rahatsız etmeyin” diyerek odasına çekilir.

Sabah kalkmayınca kapısı kırılarak girilen odasında hemen yanı başında dört adet boş ilaç kutusu ve annesinin genç kızlık resmine iliştirilmiş notlar bulunur. “Anacığım acıma, sevin, korkmuyorum ve rahat konuşuyorum. Seni ve babamı çabuk beklerim. Daha sonra… Ne rahat.”

Daha zor okunan, muhtemelen ölümüne yakın son bir gayretle yazdığı diğer not ise onun 33 yıllık belirsiz dramının özeti gibidir: “Uykudan başka bir şeyler hissetmiyorum. Ne rahat. Hayatta çok bedbaht idim. Bu bir tesviye çaresi idi. Ölüm ne kolay. Uykum çok. Bütün sevdiklerim Allah’a emanet…”

halit ziya uşaklıgil hayatı, halit ziya uşaklıgil kimdir, aşk-ı memnu

Bir Acı Hikaye adlı kitabında, Halit Ziya, oğlu Vedat’ı anlatmaya çok küçük yaşlarından başlar. Onun kırılgan ruhunu, inceliğini, yaşamla kurduğu estetik ilişkiyi, fedakarlığını, özellikle de kardeşi Bülent ile ilişkisini, kültürünü yetkin bir edebiyatçının kalemiyle aktarır. Kuşkusuz bu kitap büyük bir çığlık, bir şiir, bir ağıt, tanımsız bir acının ardından…

4. Yaşar Kemal

Soner Yalçın’ın Siz Kimi Kandırıyorsunuz kitabında, Gülriz Sururi’nin Bir An Gelir isimli kitabından aktardığına göre, genç bir tiyatrocu olan Gülriz Sururi, bir gün Taksim’den dolmuşa biner. Dolmuşta bir genç sürekli kendisine bakmaktadır. Sururi, bir süre sonra buna dayanamayarak dolmuştan iner, ama cüretkar genç peşini bırakmaz. Birkaç adım sonra, iri yarı genç adam, genç kızın arkasından laf atar: “Hişt hişt… Küçükhanım, tanışabilir miyiz?” Esmer delikanlı, genç kadının “Polis çağırırım” sözü üzerine uzaklaşır. Gülriz Sururi, bu ısrarlı çapkınının ismini çok geçmeden öğrenecektir: Yaşar Kemal!

yaşar kemal hayatı, yaşar kemal kimdir

Soner Yalçın’ın, Sabahattin ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun kızkardeşi ressam Mualla Eyüboğlu’nun anılarını anlattığı Hitit Güneşi isimli kitaptan aktardığına göre, Yaşar Kemal nereye giderse gitsin, Mualla Eyüboğlu’na ateşli aşk mektupları göndermektedir. Eyüboğlu, Yaşar Kemal’in kendisine karşı duyduğu aşkı şöyle anlatır:

“Yaşar Kemal’i, ben Hasanoğlan’dan Ankara’ya Sabahattin ağabeyimi ziyarete gidip gelirken tanıdım. Ağabeyim tanıştırdı bizi. O zaman Göğçeli derdi kendisine. Daha Yaşar Kemal olmamıştı. tertemiz yürekli, mütevazı bir gençti. O yıllar aşık oldu bana.”

“Hayata ışıklar içinde gül,
Şarkı gibi gecelerden süzül,
Bir yağmur ol bahçelere dökül.
Ve akşam üstleri habersiz gel.
Hülyamda ki kadını ” (Yaşar Kemal, Tenbih)

“Yaratsaydı Tanrı eğer,
Kulluk ederdim ölünceye kadar,
Öldükten sonra da…”(Yaşar Kemal, Kulluk)

5. Cemal Süreya

Tomris Uyar, Cemal Süreya ile ilgili: “Tanıdığı kaç kişi varsa, o kadar Cemal Süreya vardır.” Feyza Perinçek ve Nursel Duruel’in yazdığı Şairin Hayatı Şiire Dair adlı kitaptan alıntıları okuyunca bu tespitin ne kadar doğru olduğunu anlarsınız.

Kitaplarını yakan eşi karşısında yükselen öfkesi anlaşılabilir belki, ama yeşil zeytinli börek istediği, gibisi olmayan yar diye ilan ettiği ortaokul aşkı eşi Seniha Nemli “Peynirli börek bilirim, olmaz” deyince suratına tokadı yiyiverir. Daha tokadın şokundan çıkamadan da bir başka şok! Cemal Süreya jiletle bileklerini kesmektedir. Cemal Süreya’nın eşlerinin suratlarında patlayan tokatları ya da kimi zaman diş protezi taktırtmaya vardıracak şiddeti sözkonusu.

Cemal Süreya’nın iki ayrı eşinden iki çocuğu oluyor: Seniha Nemli’den olan kızı Ayçe için Süreya’nın yazdıkları şöyle:“Ayçe beni ve benimle ilgili hiçbir şeyi sevmiyor. Öyle sanıyorum ki, İstanbul’da 15 günden fazla kalmaz. Seher Abla’ya benim için “Şimdiye kadar para yollamadı. Yüzüne sırf paramı almak için gülüyorum” demiş.”

Zuhal Tekkanat - Cemal Süreya

Zuhal Tekkanat’tan olan oğlu Memo Emrah ise hiç kimseyle, hatta yazıyla bile paylaşmak istemez babasını. Öğretmenine yalanlar söyler bu yüzden. Babasının yazmaktan sıkıldığını, bakkal dükkanı açacağını uydurur. Memo’nun fiziksel, hormonal ve ruhsal sorunları on yaşındayken başlar. Aşırı şişmanlayan Memo derslerinde de başarısızdır.

Memo büyüdükçe aile içinde huzur kalmaz. Babasının müzik setini, videosunu satıp silah alır. Bir dönem dini kitaplar alıp, sağcı örgütlerle bağlantı kurar. Bir süre hapse girip çıkar. Babasının son eşi Birsen Sağnak ile birlikte yaşadıkları evi işgal eder. Babasını kimseyle görüştürmez, telefon kablosunu koparır, yazılarını yırtar. Bir gün öylesine bunalır ki Cemal Süreya, eşi Birsen Hanım’a  “Gel al beni buradan. Kurtar beni” der. Bir yandan da çok sevdiğini dile getirir. “Beni çok üzüyor. Ama gene de seviyorum. Ona bir şey olursa intihar ederim.”

cemal süreya kimdir

Ölümünden kısa bir süre önce hastaneye kaldırılışı da iki ayrı tanıklıkla verilir kitapta. Birsen Hanım’a söylendiğine göre, Süreya uykudan kalkıp rakı içmek ister. Memo gürültüye uyandığında, buzdolabının önünde yerde bulur babasını. Memo olay gecesini halası Ayten’e ise şöyle anlatır: “Bir tıkırtı duydum. Kalktım, babam buzdolabının önünde. İçki alacak zannettim, su içeceğim” dedi. Kitapta olay gecesinin devamı şöyle anlatılır, bundan sonrası Memo’nun anlatımında bulanık. Memo Emrah’ın, Süreya’yı döverek ölümüne yol açtığı iddiasına ise annesi Zuhal Tekkanat karşı çıkar. Süreya’nın ölümünden 7 ay 2 gün sonra, Memo Emrah av tüfeğinin bir arkadaşının elinde ateş alması sonucu hayatını kaybeder.

“Durakta üç kişi
Adam kadın ve çocuk

Adamın elleri ceplerinde
Kadın çocuğun elini tutmuş

Adam hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü

Kadın güzel
Güzel anılar gibi güzel

Çocuk
Güzel anılar gibi hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi güzel” 
(Fotoğraf)

6. Ahmed Arif

12 Aralık 1972’de oğlu Filinta dünyaya gelir. Baba olmasıyla ilgili duygularını Milliyet Sanat Dergisi’nde şöyle anlatır:

“Yaşamımda en büyük sevinci baba olduğum gün duydum. İnanır mısınız, tam iki yıl oğlumun nüfus cüzdanını cebimde taşıdım. Cebimdeki, sanki dünyanın en zengin cüzdanıydı. Oğlum olmuştu… Oğlum, dünyanın en güzel güvercini… Dünyanın en güçlü silahı.”

Oğlu Filinta Önal’ın babası hakkında anlattıkları:

“Babam dedeme çok düşkündü. Hep erken kaybettim, derdi. Babamın gerçek adı Ahmet Hamdi Önal’dır. Mahlas olarak kullandığı Arif, dedemin adıdır.”

ahmed arif kimdir, ahmed arif hayatı

“Pek çok işi kendisi yapardı, yapmayı da severdi. Doğal olarak dışarıda, esnafla iç içeydi, bütün mahallenin Ahmet Abisi idi. “Ölürsem beni, cenazemi Hacı Bayram’dan kaldırın” demişti. Orası daha garibanların gittiği bir yer. Maltepe daha şehirli insanların gittiği bir yer. Fakat öldüğünde Hacı Bayram’da restorasyon vardı mümkün değildi. Maltepe’den kalktı.”

Parası yok, ev geçindirmek zor; bu nedenle, yaklaşık 40’lı yaşların başında evlenir. 45’inde de baba olur. 1967’de evlendiği Aynur Hanım “Güzel bir babaydı, güzel bir eşti. Güzelliklerle anıyoruz onu. Çok erken kaybettik.” der.

Ülkü Tamer’in, Ahmet Arif’le ilgili çok güzel bir anısı:

“Ahmed Arif en sevdiğim şairlerden biri. İnsan olarak da inanılmaz derecede sıcak bir dosttu. Muzaffer Erdost’la bazı geceler 12’den sonra bir karpuz alıp onu gece sekreteri olarak çalıştığı gazetede ziyarete gider, saatlerce çene çalardık. Kahkahalar atarak sık sık anlattığı bir olayı hiç unutmadım.

Diyarbakır’dan Ankara’ya gitmiş. Annesi memlekette. Komşu kadınlar boyuna övünürmüş. Benim oğlum İstanbul’a gitti, memur oldu. Benim oğlum İzmir’e gitti, bankacı oldu. Ahmed Arif’in annesi durur mu, o da başlarmış övünmeye. Benim oğlum da Ankara’ya gitti, komünist oldu. “Ne bilsin anam!” derdi Ahmed Arif. “Komünistliği de mühendislik, doktorluk gibi meslek sanıyor.”

leyla erbil ahmed arif

“Leylim, İngiltere’ye gittiğini gazetede okudum. Eski Sevgili’yi roman boyutlarında ele alabilirdin. Adını bana danışsaydın. Eski yerine ölümsüz ya da sonsuz olmasını isterdim. Neyse, bu konuda fırsat bulunca konuşuruz. Yahut yazışırız. Filinta, beşini sürüyor. Bazen boynu bükük ve sonsuz mahzun, bazen şimşek gibi çakıp gürleyen bir çocuk. Fatoş ablasını (Erbil’in kızı) ve seni öper. Ben de güzellik, sağlık ve mutluluğunun sonsuz olmasını dilerim. Fatoş’un gözlerinden öperim. Selam ve sevgiler.” (1977’de Leyla Erbil’e yazdığı son mektup)

Leyla Erbil de Eski Sevgili kitabındaki son öyküde Ahmed Arif’in dizelerine yer vermiş:

“Bu namustur
Künyemize yazılmış
Bu da sabır  
Ağulardan süzülmüş
Sarıl bunlara
Sarıl da büyü”

7. Nazım Hikmet

“Karşı yaka memleket, sesleniyorum Varnadan,
işitiyor musun, Memet! Memet!
Karadeniz akıyor durmadan, deli hasret,
deli hasret oğlum, sana sesleniyorum, işitiyor musun?
Memet! Memet!”

nazım hikmet oğlu memet

Şairin hayatında 2 Memet var. Bu şiiri yazdığı Nazım Hikmet’in Münevver Andaç’tan olan oğlu Memet Nazım, diğeri Piraye’nin oğlu Memet Fuat. Şair, Memet Fuat’ı oğlu gibi sevdiği için kendi oğlunun adını da Memet koyar. Henüz 3 aylıkken terk etmek zorunda kaldığı Memet Nazım, artık  Memet Andaç Borzecki. Milliyet Gazetesi’nden Halit Çapın ve Orhan Türel’in 28 Mart 1970 tarihli röportajında Memet hayatı boyunca sadece 15 gün görebildiği babasından adeta nefret etmektedir.

“Ben bütün yaşantım boyunca onu sadece 15 gün görebildim. Hepsi o kadar. 15 gün için karşıma çıkan bir adam ve bana söylenilen bir laf: İşte baban… Olmaz öyle şey!” ve ekliyor “Benim babam ve herşeyim annemdir.”

Sanki babasına inat, röportajda “Benim ismim Memet değil, Mehmet’tir” diyor. 2010 yılında mezarının Türkiye’ye taşınması için uğraşan kişilere ise: “Babam, ruble karşılığında şiir yazan bir adamdı. Hasta annemi ve henüz 3 yaşında olan beni terk ederek yüzüstü bırakan ve başka kadınlara gitmiş bir adam için kılımı kıpırdatmam.” Kundaktayken terk edilmiş ve hayatı boyunca baba hasreti çekmiş bir çocuğun öfkesini anlamak mümkün. Ama tanınmış, topluma malolmuş kişilerin çocukları baba ya da annelerinin başarısının baskısı altında ezilebiliyor. Memet’in “Babamdan daha büyük bir şair olacağım, inanmadığım şeyleri de yazmayacağım, babam inanmadığı bir dolu şiir yazdı” ifadeleri de sanki buna işaret ediyor. Memed Nazım uzun yıllar Fransa’da yaşadıktan sonra Büyükada’ya yerleşir. Evinde babasına dair bir arşiv de bulundurmaz, ama Nazım Hikmet’in tüm eserlerinin telifleri Memet Nazım’a ödenir.

nazım hikmet fotoğraf nazım hikmet hayatı

Nazım Hikmet’in Piraye’nin oğlu olan ve kendi oğlu gibi sevdiği Memet Fuat’a olan duygularını hapisteyken yazdığı şu mektup ne kadar da güzel anlatıyor:

“Oğlum, Mektubunu aldım. Bayram ettim. Sen daha o kadar gençsin ki hatıraları olmayan ve hatıralara değerlerini vermesini öğrenmemiş olansın. Halbuki ben artık hatıraları olan ve hatıralara değer verecek kadar ihtiyarlamışım. Bunun içindir ki, mektubunu alır almaz, doğrudan doğruya, senin kırmızı çocukluk başının etrafında halkalanan güzel yıllarım hemen canlanıverdiler. Senin çocukluğunu ve kendi gençliğini tekrar yaşadım. Dünyada en çok sevdiğim insanlardan biri anandır ve senin sevgin hemen bunun yanındadır ve ondan ayrılmaz. O kadar ki ne zaman ananı düşünsem derhal senin çocukluğundan çeşitli basamaklar gözümün önüne gelir. Seni Kadıköy’de apartmanda, bana kapıyı açarken ve boynuma sarılıken görürüm. Seni Erenköy’de ilk mektebe gittiğin zamanki önlüklü halinle görürüm. Velhasıl sen benim en güzel yıllarımın ve yüreğimin içinde dünyanın en güzel ve en iyi kadın başıyla yan yana ve ondan ayrılmaz bir haldesin. Sen benim oğlumsun. Sana oğlum derken içimin nasıl saadetle dolduğunu henüz kestiremeyecek kadar gençsin.”

8. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Hüseyin Rahmi Gürpınar, anneanne, teyzeler, dadılardan oluşan kadınlarla dolu bir evde büyüdüğü için onlardan nakış işlemeyi, dantel örmeyi, yemek yapmayı, müziğe, estetiğe derin bir sevgi beslemeyi öğrenmiş. Muhtemeldir ki romanlarında kadınları, onların iç dünyalarını bu kadar iyi anlatması çocukluğunda büyüdüğü bu ortamın eseridir.

Hüseyin Rahmi’nin bir sürü eldiveni vardı. Sokağa, eldivensiz hiç çıkmazdı. Bunları, şık olmak düşüncesiyle değil, mikrop kapma korkusuyla giyerdi. Kapı kollarına mendilsiz dokunmazdı. Hiç kimseyle tokalaşmaz. Peçetesiz, kolonyasız evden çıkmazdı. Jestler yaparak konuşan, kibar bir İstanbul hanımefendisi gibi ellerini dizlerinin üzerinde kavuşturarak oturan ya da kısa kahkahalarla gülerek bitiştirdiği parmaklarıyla dudaklarını kapatan, kravat, papyon gibi aksesuarlara düşkün, kırmızı renge tutkun Hüseyin Rahmi zaman zaman da kendinden beklenmeyecek kadar sert üslupla yazılmış makaleleriyle kendisini şakacı, nazik biri olarak hatırlayanları şaşırtmıştır.

Hüseyin Rahmi, yengesi, yengesinin kızı, Hulusi bey ve hizmetçileri

Heybeliada’lılar bisikleti ilk kez gördükleri için, bisikletle gezmeyi çok seven Hüseyin Rahmi’ye şeytan arabalı derler.

Gürpınar’ın örgü ve dantel merakı, babaannesinin ve teyzesinin yanında büyüdüğü çocukluk yıllarına kadar uzanır. İleriki yaşlarında yalnızlığını gidermek, sıkıntılarını unutmak için hobiye dönüşür bu merak. Şimdi müze olan Heybeliada’daki evinde yatak odasındaki yatağın üzerindeki işlemeli pembe örtü, işlemeler de, mutfaktaki masanın örtüsündeki tığ işi motifler de bizzat yazarın kendisine ait. Duvarlarda asılı peyzajlar da Hüseyin Rahmi’nin yapıtları. Yemek yapmayı çok sever, özellikle reçel ve dondurma konusunda adeta uzmanlaşmıştır.

Heybeliada’daki köşkte yengesi Aliye Hanım, Aliye Hanım’ın kızı Safter Hanım, hayat arkadaşım dediği Miralay Hulusi Bey ve hizmetçisiyle yaşar. Hulusi Bey 1933’te vefat edince sıkıntıdan ve kederden kaçmak için Mısır’a gitmesi arkadaşına duyduğu sevgiyi anlatmaya yeter. Kitaplarını ilk önce okuttuğu, her sabah birlikte yürüyüşe çıktığı Hulusi Bey dışında yalnızlığını kimseyle paylaşmadığını söylemek yanlış olmaz. Müzmin bekardır ve ömür boyu evlenmez. Aşk onun için cinselliğin öne çıktığı gelip geçici bir durumdur. Refik Ahmet Sevengil, Gürpınar’ı anlattığı bir yazısında şöyle der: “Şimdiye kadar hiç evlenmemiştir. Bir gün sebebini sorduğum zaman önce sıkıldı. Çocukluğunda aralarında büyüdüğü eski İstanbul hanımlarından öğrenilmiş bir mahcubiyet edası ile kızardı, sonra galiba suali cevapsız bırakmış olmamak için gülümsedi: Yattığım odada başka nefes istemem, sinirlenirim; bunun içindir ki misafirlikte de kalamam…”

hüseyin rahmi gürpınar kimdir hüseyin rahmi gürpınar hayatı

“Dün küçük hanımlar seyre gittiler. Gördün mü? Beyoğlu’nda tiyatro varmış. Gördüm, gördüm. Sokağa bir sürü köpek gelmiş gibi harhar harhar bir gürültü oldu. Cumbaya koştum. Bir de bakayım ki konağın kapısının önüne otomobil gelmiş. İçerinden bakalım kim çıkacak diye bekledim. Beklerim beklerim kimse çıkmaz. Kuruyan erik ağacının kökünü söktük de hastalara biraz bulgur çorbası pişiriyordum. Çorba lapa olmasın diye bir ocağa koşarım, bir cumbaya koşarım. Bilmem Bulgurlu’ya gelin mi gidiyor, bu ne bitmez tükenmez süs, düzen… En sonunda çıktılar. Hacı’nın kızları Nermin, Narin, Hafız’ın gelini Sadiye, üçü beraber… Hanım, ne kılık, ne kıyafet… Kokona desem bunların yanında kokona da bir şey mi acaba?” (Hakka Sığındık)

9. Orhan Veli Kanık

Sait Faik şöyle betimlemiştir Orhan Veli’yi: “İki incecik bacak, kısaca bir trençkot, kanarya sarısı bir kaşkol, müselles bir yüz, şişirilmiş bir göğse benzeyen bir sırt, denebilirse ergenlik bozuğu bir yüz. İşte görünüşte Orhan Veli.”

Orhan Veli ise askerlik yaptığı yıllarda naif bir anlatımla hayatını şöyle dile getirmiştir: “1914’te doğdum. 1 yaşında kurbağadan korktum. 9 yaşında okumaya, 10 yaşında yazmaya merak sardım. 13’te Oktay Rifat’ı, 16’da Melih Cevdet’i tanıdım. 17 yaşında bara gittim. 18’de rakıya başladım. 19’dan sonra avarelik devrim başlar. 20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim. 25’te başımdan bir otomobil kazası geçti. Çok aşık oldum. Hiç evlenmedim, şimdi askerim.”

Sait Faik - Orhan Veli - Sabahattin Eyüpoğlu

Orhan Veli, sonuncu aşkı Nahit Hanım’la bir sonbahar sabahında, Boğaziçi Vapuru’nda tanışır. Nahit Hanım’ın Zeynep Oral ile yaptığı röportajda Orhan Veli hakkında anlattıkları şöyledir:

“Onu tek kelimeyle anlatmaya çalışsam, hüzünlüydü derim. Hüzünlüydü… Mahzundu… Neden? Bence… Tabii başkasına, başkalarına göre başka türlü olabilir. Ama bana soruyorsunuz. Onun için bana göre, benim düşündüğümü söylemek zorundayım. Yapısından geliyordu bu hüzün… Her şeyi ama, her şeyi içine atmasından… Fiziğinden… Öfkesini bile içine atardı. Sıkıntılarını da… Hüzünlüydü. Ve sessizliğe gömülürdü. Konuşmazdı. Sıkıldığında, üzüldüğünde konuşmazdı. Şimdi gelirim, der; kalkar gider, ya yarım saat sonra, ya üç gün sonra gelirdi. Örneğin, Mahzun Durmak şiiri, onun tavrına çok uygun bir şiirdir.”

“Sevdiğim insanlara
Kızabilirdim,
Eğer sevmek bana
Mahzun durmayı
Öğretmeseydi.”

“Neşesini hiç kaybetmez, çocuksu bir yanı vardı. Bir gün bana bir avuç bilye hediye etmişti. Ne severdi yürüyüşe çıkmayı. Ne çok yürürdük birlikte. Ama Melih Cevdet’le Çubuk Barajı’nda geçirdiği trafik kazasından sonra daha az sever oldu yürümeyi. “Vazgeç Nahit Hanım, yürümeyelim, gel şu salaş kahvede oturalım” derdi. Bedensel bir yorgunluk duyuyordu hep… At yarışlarına da gitmek büyük eğlenceydi bizim için. Ve hep kaybederdik.”

orhan veli kanık fotoğraf hayatı orhan veli kimdir

Kızkardeşi Firuzan Yolyapan’nın ağabeyi ile ilgili anlattıkları ise şöyle:

“Dürüst ve medeniydi. Kimseye kötü kelime konuştuğunu duymadım. Anneme, babama da itaatkardı. Aramızda 10 yaş vardı ama bana baba ve arkadaştı da. İyi olmamı, kişiliğimi ona borçluyum. Bana “Fırfırım” derdi. Çok şakacıydı. Maddi sıkıntı içindeydi. Buna rağmen çok neşeliydi. Küçükken arkadaşlarım geldiği zaman bize de Karagöz-Hacivat oynatırdı. Uçurtma yapma meraklısıydı. Futbol severdi. Koyu Galatasaraylıydı. Bir sürü sarı-kırmızı çorapları vardı. Şiirlerini oturup yazdığını hiç bilmem. “Yeni bir şiirim var” derdi, yazılmış olarak gösterirdi. Onları zihninde hazırlıyordu. Son şiiri Aşk Resmi Geçidi ise öldükten sonra cebinden bir kağıda diş fırçasına sarılı olarak çıktı.”

Ölüm hep yakınında olur Orhan Veli’nin. 1939 yılında, arkadaşı Melih Cevdet Anday’la birlikte araba kazası geçirir. Anday’ın kullandığı araba Çubuk Barajı’ndan aşağı yuvarlanır. Bu olayın sonucunda yirmi gün komada kalır. II.Dünya Savaşı’nın neden olduğu gerginlik nedeniyle uzatılan askerlik görevini, 1942’den 1945 yılına kadar Gelibolu’nun Kavak Köyü’nde yapar. Orada da önemli bir kaza geçirerek ölümden kıl payı kurtulur. Attan düşer, ama birkaç günlük istirahatla düzelir.

10 Kasım 1950’de bir haftalığına gittiği Ankara’da belediyenin kazdığı bir çukura düşer ve başından hafifçe yaralanır. İki gün sonra İstanbul’a döner.  Orhan Veli’nin biyografilerinin neredeyse hepsinin son paragrafında, bir arkadaşının evinde öğle yemeği yerken fenalık geçirdi, hastahaneye kaldırıldı yazar. Orhan Veli, 14 Kasım 1950 Salı günü, Avukat Muzaffer Gençay Hanım’ın, kızkardeşi Nejat ile beraber yaşadığı evinde fenalaşır. Muzaffer Gençay, Zeliha Tuna’ya Orhan Veli’nin evinde geçirdiği son saatleri şöyle anlatır: “Önceki akşam kalabalık bir yemek vardı. Şiirler okundu, sohbet edildi. Orhan o gece bizde kaldı. Kanepede yatarken uyuyor zannettik. Bir terslik olduğunu anlayınca Nejat’ın ödü koptu, ortalığı velveleye verdi.

Cenazesi Beyazıt Camii’nden kalkar. “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı” dizelerinin şairinin tabutu, Beyazıt’tan Çemberlitaş’a, Sultanahmet’e yaklaşınca Bab-ı Ali Yokuşu’na sapıp Sirkeci’ye eller üstünde taşınır… Sonra arabayla da olsa Haliç, Karaköy, Tophane, Kabataş, Beşiktaş, Ortaköy, Arnavutköy, Bebek, Rumeli Hisarı… Sabahattin Eyüboğlu, Orhan Veli’nin ölümünden iki gün sonra Mahmut Dikerdem’e yazdığı mektupta şunları yazar :

“Biraz evvel Pertev Boratav’la morgda öğrendik. Ölüm nedeni kronik alkolizmden mütevellit beyin kanaması. Üç gündür dört-beş arkadaş ne korkunç bir ölüm kırtasiyesiyle uğraştığımızı tasavvur edemezsin. Elalem Orhan’ın şiirini nihayet anlamaya çalışırken, biz cesedini gömebilmek için akla karayı seçiyoruz. Korkunç iftiraların önlenmesi için, bir bulut kadar temiz olan Orhan’ın didik didik edilmesi icap etti.”

10. Halide Edip Adıvar

İlk kocası dönemin matematik dehası Salih Zeki 40 yaşında, Halide Edip 17 yaşında iken birbirlerine aşık olurlar, aralarındaki ilişkiyi de “Onun kölesiydim, zihninin kölesi” diye tanımlar. Evlendikten sonra tam anlamıyla Salih Zeki’nin kulu kölesi olur, anne olmak için de paralar kendini.

Eşini çalıştığı yerde ziyarete gittiğinde yüzündeki yaşmaktan kim olduğunu anlayamayan görevlinin, “Hanım sen az önce burada değil miydin” demesinden eşinin kendisini aldattığını, daha sonra da evlendiğini anlamasıyla boşanır. Salih Zeki’den boşandığı yıllarda kadının boşanma hakkı yoktur aslında. Ama o kocasının yeni bir eş getirmesini asla  kabul etmez. Sanki intikam almak için romanlarını yazar. Seviyye Talip romanındaki kadın kahramanı, sevdiği adamla nikahsız yaşayan bir kadın. O yıllar için çok ileri bir şey bu. Bir başka kahraman, Handan ise cinselliğini açık açık anlatan bir kahraman. Kimse ona “Sen nasıl böyle şeyler yazarsın?” türünden eleştiriler getirmez, tam tersine, “Romandaki Handan, Halide Hanım’ın ta kendisi” derler. Anlattıkları, hayal gücü değil, yaşadıklarıdır.

halide edip adıvar kimdir, halide edip adıvar hayatı

İlk ve bir daha unutamadığı sevgilisi, birinci eşi Salih Zeki. Bunu sonradan Mina Urgan’a itiraf eder. Ama ikinci eşi Adnan Adıvar’la da arasında müthiş bir bağlılık var. Halide Edip’in flörtöz bir kadın olduğu söylenir. Hüseyin Cahit ve Yusuf Akçura flörtlerinden sadece ikisi. Yaşadığı yıllarda erkek ve kadının arkadaş olabilmesi zor, buna rağmen erkek arkadaşlarını evine davet eden, onlarla konuşacak şeyleri olan bir kadın.

Feminist bir yazardır. İlk romanlarında bile bu görülür, ama öbür yanıyla da bazı romanlarında da (Sinekli Bakkal, Akile Hanım Sokağı) halkının muhafazakar değerlerini de anlamaya çalışmıştır. II. Meşrutiyet’in ilan edildiği yıl, 1908’de Halide Edip gazetelerde kadın haklarıyla ilgili yazılar yazmaya başlar. Yazıları, muhafazakar çevrelerin tepkisini çeker. Ölümle tehdit edilir.

Salih Zeki’den olan 2 oğluna çok ilgili bir anne olamaz, ama ablası Mahmure’den çok destek alır. Çünkü çok meşguldür, Milli Mücadele için cepheye gider, müfettiş olarak okullara gider, romanlar yazar.

halide edip adıvar kimdir, halide edip adıvar hayatı

Halide Edib Adıvar’la 13 yıl beraber yaşayan torunu Ömer Sayar şöyle der: “En baştaki özelliği de dominant oluşuydu. Şimdi bilgisayarlarda solitaire dediğimiz oyunu iskambille oynardı, hiç düşürmezdi elinden. Bir yandan oynardı, ama bir yandan da fikirlerini söylerdi. Hep kendi dediği olsun diye düşünürdü. Yüzü asıktı ama hissi biriydi. Oğlu yani babam ABD’ye gitti, uzun süre kaldı. ABD’nin herhangi bir yerinde bir uçak düştüğü zaman “Acaba oğlum içinde midir” diye gözyaşı dökerdi. Böyle de içli tarafı vardı. Benim Halide Edip’le müşterek hayatım, süre itibarıyla çocuklarıyla olan müşterek hayatından daha fazladır. Bana İngilizce öğretirdi. Bir kitap tercüme ettirdi. Disiplinliydi. Galatasaray Lisesi’nin hazırlık sınıfına giderken, 1 lira harçlık verirdi, 75 kuruşunu kumbaraya at derdi. Niye 25 kuruş. Çünkü simit 5 kuruştu o zaman. “Beş gün, her gün bir simit alırsın” derdi. Yaramazlık yaptığımda, paylardı.”

Çocukluğundan beri erkek çocuğu gibi davranılır, öyle ki babası ona Halit diye hitap eder, kendine güveninin altında yatan neden bu olabilir. Mustafa Kemal’le çatışması hayatının dönüm noktası olur. Halide Edip “Önce reformları yapalım, demokrasi olsa da olur, olmasa da olur” eğilimi içerisinde, yanı sıra mandanın (I. Dünya Savaşı’ndan sonra bazı az gelişmiş ülkeleri, kendi kendilerini yönetecek bir düzeye eriştirip, bağımsızlığa kavuşturuncaya bazı büyük devletlere verilen yetkidir) iyi bir çözüm olacağına inanır. Bu, onun zayıf noktası olarak aleyhine kullanılmıştır. Aslında mandayı düşünmek, Halide Edip için bir arayıştır. O yıllarda aydınlar arasında mütareke Türkiye’sinin kurtuluşunda farklı düşünceler veya pasif kalmak çok yaygındır.

Mina Urgan, Bir Dinazor’un Anıları kitabında üvey babası Falih Rıfkı Atay’ın fikrini şöyle aktarır: “Halide Edip, öteki erkekleri etkilediği gibi, Mustafa Kemal’i de etkilemeyi, ona da egemen olmayı aklına koymuştu. Mustafa Kemal’in, Halide Hanım’a gelip, evinde bir acı kahve içerken, “Hanımefendi ne dersiniz, acaba Cumhuriyeti ilan edeyim mi?” ya da “Halifeliği kaldırmamı doğru buluyor musunuz, Hanımefendi?” diye sorarak icazet almasını istemişti. Mustafa Kemal bunu yapmayınca da, ona düşman kesilmişti.”

“1910’da benim aile hayatımda büyük bir değişme olmuştu. Salih Zeki Bey ikinci defa evlenmeye karar vermişti. Taaddüdi zevcât aleyhine hiçbir zaman değişmeyen ve taassup derecesini bulan bir kanaatim vardı. O zaman Yanya’da bulunan babamı çocuklarımla beraber ziyarete gittim. Salih Zeki Bey’e karar vermeden evvel düşünebilmesi için zaman vermek istedim. Döndüğüm zaman, bu meselenin kapanmasının mümkün olmadığını görerek ayrıldım. Yani dokuz senelik hayat arkadaşlığımız sona erdi.” (Mor Salkımlı Ev)

Kaynak
K Dergisi, Radikal Kitap, Vatan Kitap, İpek Çalışlar Röportajları, Mehmet Birkiye

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır