Yazar:Ziya Gökalp
Yayın Evi: Ötüken Neşriyat
İSBN:
Sayfa Sayısı:
Ziya Gökalp ilk kez yılında yayımlanan kitabında, Türklerin töreyi ne şekilde tanımladığını, töre anlayışlarının nasıl şekillendiğini, töreyle ilgili bilgilerin hangi kaynaklarda ne ölçüde yer aldığını, kısacası Türk töresinin ne demek olduğunu araştırmaktadır.
Eserin “Başlangıç” kısmında “Töre Ne Demektir?”, “Türk Kendisini Başkalarından Nasıl Ayırıyordu?” gibi sorular sorarak bunlara cevap arayan Ziya Gökalp, öncelikle töre kelimesini, tarihî ve edebî kaynaklardaki takibini yaparak tanımlamıştır. Ziya Gökalp’a göre Türk töresi, eski Türklere atalarından kalan bütün kaidelerin toplamı demektir.
Bu yüzden Ziya Gökalp, Türk mitolojisinin ana karakterlerinden tutun da yirminci yüzyılda bile canlılığını hâlâ muhafaza eden kadim geleneklerimiz arasında bağlantılar kurarak, Türk töresini bütün yönleriyle ele almış ve oldukça sade bir dille okuyucuya sunmuştur.
Türk tarihini ve destanları anlatan güzel bir kitap,tavsiye ederim. İçinde Türk geçişinin yanı sıra çin uygarlığından da önemli yerlere değinilmiş. Mesela ying-yang hakkında bilmediğiniz derin şeyler olabilir. Okumanızı tavsiye ederim tekrardan (Mehmet Geyik)
Ziya Gökalp / Türk Töresi. Ziya Gökalp ( Diyarbakır İstanbul ) Ülkemizin yetiştirdiği önemli sosyolog ve düşünürlerden olan Ziya Gökalp, Türk töresini tarihi kaynaklardan yola çıkarak yorumlamaktadır. Bilgeoğuz Yayınları'nın yıllar sonra Ziya Gökalp serisinden yayınlamış olduğu, bu eser: Ziya Gökalp'in hayatının anlatıldığı bölüm ile başlamakta, Türk töresi ve törenin kavram olarak açıklaması yapıldıktan sonra 5 bölümde 32 kısma ayrılmaktadır. Özellikle İslamiyetten önceki Türk tarihi ile ilgili olarak; kaynaklara inildiği ve kaynakların yazarın eşsiz yorumlarıyla, bugüne ışık tuttuğunu söyleyebiliriz. #Kitapşuuruinsanlıkşuurudur. (Mustafa Parlatan)
Mehmet Ziya Gökalp, yapıtları ve görüşleriyle Türkçülüğü ve Türk milliyetçiliğini önemli ölçüde etkileyen Türk toplumbilimci, yazar, şair ve siyasetçidir. Meclis-i Mebusanda ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekilliği yapmıştır. "Türk millîyetçiliğinin babası" olarak da anılımonash.pwya Gökalp 23 Mart da, yerel bir gazetede çalışan memur Çermikli Tevfik Beyin oğlu olarak Diyarbakır Çermikte dünyaya geldi. Annesi Zeliha Hanımdır. yüzyıla kadar Araplar ve Farslar egemenliğinde olan Diyabakır sonradan Türk, Kürt ve Ermeni toplulukların millî çekişmeleri ile şekillenmiştir. Bu kültürel ortamın onun millî benliğine etki ettiği öne sürülmüştür. Sonraları, siyasi düşmanları onun Kürt kökenli olduğunu öne sürdüğünde, Gökalp, babası tarafından Türk ırkına sahip olduğundan emin olduğunu ama aslında bunun önemsiz olduğunu belirtmiştir. "Sosyolojik çalışmalarımdan öğrendim ki milliyet, eğitime dayalıdır". Bazı tarihçiler buna rağmen onu Kürt asıllı olarak tanımlamışlardımonash.pwğitimine doğduğu yer olan Diyarbarkırda başladı. da Mektebi Rüştiye-i Askeriyyeye (Askeri Lise) girdi; özgürlük düşüncesini ilk defa bu okuldaki hocası Kolağası (Önyüzbaşı) İsmail Hakkı Bey aşıladı. Askeri rüştiyenin son sınıfında iken babasını kaybettida amcası Müderris Hacı Hasip Beyden geleneksel İslam ilimleri ile ilgili ders almaya başladı. Öğrenimine İstanbulda devam etmek istediyse de bu imkânı bulamayınca de Diyarbakırda İdadi Mülkiyenin(Sivil Lise) ikinci sınıfına kaydoldu. Son sınıfta öğrenci iken Padişahım Çok Yaşa yerine Milletim Çok Yaşa diye bağırması, hakkında soruşturma açılmasına yol açtı. O sırada okul süresinin beş yıldan yedi yıla çıkması üzerine te okuldan ayrıldı.rnrnLiseden ayrıldıktan sonra amcasından Arapça ve Farsça dersleri aldı. Tasavvufla ilgilendi. Fransızca öğrenmeye başladı. Diyarbakırdaki kolera salgını nedeniyle bu şehirde görevlendirilen Doktor Abdullah Cevdet Bey ile tanıştı, fikirlerinden etkilendi. Ekonomik sıkıntılar yüzünden öğrenimine devam etmek için İstanbula gidememesi, ailesinin evlenmesi için baskı yapması gibi nedenler 18 yaşındaki Mehmet Ziyayı intihara sürükledi. İntihar girişiminin sebebi olarak idadideki hocası Dr. Yorgi Efendiden aldığı felsefe eğitimi ve ailesinin verdiği dini eğitim arasında yaşadığı çatışma da gösterilmektedir. Kafasına sıktığı kurşun, güç koşullar altında yapılan morfinsiz bir ameliyatla çıkarıldı. Ameliyatı gerçekleştiren Dr. Abdullah Cevdet Bey ve Diyarbakırda bulunan genç bir Rus operatördü. İntihar girişiminden sonra kendisini tekrar okumaya verdi. Özgürlüğe düşman olanlara çatan pek çok şiir yazdı.rnrnda , Erzincan Askeri Lisesinde öğrenci olan kardeşi Nihat sayesinde Harp Okulu öğrencileri ile birlikte İstanbula giden Gökalp, ücretsiz olduğu için Baytar Mektebine kaydını yaptırdı. Buradaki öğrenimi sırasında ülkedeki özgürlük hareketine katılmış insanlarla tanışmak için gayret gösterdi; İbrahim Temo ve İshak Sükûti ile görüştü. Jön Türklerden etkilendi. İttihat ve Terakki Cemiyetine katıldı. Yasak yayınları okumak ve muhalif derneklere üye olmak nedeniyle de tutuklandı. Bir yıl cezaevinde kaldı.rnrnSerbest bırakıldıktan sonra de Diyarbakıra sürgüne gönderildi. Yüksek öğrenimini tamamlayamayan Mehmet Ziyanın Diyarbakırdaki amcası ölmüş ve kızı Vecihe ile evlenmesini vasiyet etmişti. Amcasının vasiyetini yerine getirmiş ve Vecihe Hanım ile evliliğinden bir oğlu (Sedat), 3 kızı (Seniha, Hürriyet, Türkan) olmuşmonash.pw kadar Diyarbakırda küçük memuriyetler yaptı. Eşinin mal varlığıyla rahat bir yaşam sürdürürken el altından hürriyet çalışmalarını yürüttü. O dönemde bölgenin güvenliği için kurulan ve başında Kürt asıllı İbrahim Paşanın bulunduğu Hamidiye Alayları hırsızlık ve soygun olaylarına karışınca halkı örgütleyerek eyleme yöneltti. 3 gün boyunca Diyarbakır Telgrafhanesini işgal ederek buradan saraya İbrahim Paşa ve adamlarını cezalandırmaları için telgraflar çekmeye başladı.rnrnDoğu ile Batı arasında ki kilit bağlantı noktalarından olan Diyarbakır Telgrafhanesinin işgali işin içine Batılı devletlerinde karışmasına neden oldu. Onlarında saraya yaptığı baskı neticesinde bölgeye bir araştırma heyeti gönderildi. Fakat bir süre için sinen İbrahim Paşa ve adamları daha sonra aynı kanunsuzluklara yeniden başlayınca Ziya Gökalp ve arkadaşlarının önderliğindeki halk bu sefer 11 gün süre ile telgrafhaneyi yeniden işgal ettiler. Bu direnişin sonunda İbrahim Paşa ve adamları bölgeden uzaklaştırılmıştımonash.pw arasında Diyarbakır Gazetesinde şiir ve yazılarını yayımladı. İbrahim Paşanın halka yaptığı zulümleri "Şaki İbrahim Destanı" adlı yapıtında anlattı.rnrnII. Meşrutiyetten sonrarnrnII. Meşrutiyetten sonra İttihat ve Terakkinin Diyarbakır şubesini kurdu ve temsilcisi oldu. "Peyman" gazetesini çıkardı.rnrnMehmet Ziya, da Selanikte toplanan İttihat ve Terakki Kongresine Diyarbakır delegesi olarak katıldı ve örgütün Selanikteki merkez yönetim kuruluna üye seçildi. Selanikte kalmayı sürdürerek çevresinde bir kültür hareketi yaratmaya çalıştı. Lise programlarına sosyal bilimler dersi koydurtarak bu disiplinin okullarımıza girmesini sağladı. İttihat ve Terakki Selanik Şubesini gençlik işleri ile uğraşan kolunun başına geçen Ziya Bey, çevresindeki gençlere toplumbilim ve felsefe dersleri verdi. Tevfik Sedat, Demirtaş, Gökalp gibi takma adlarla Selanikte yayımlanan felsefe dergisinde yazılar yazdı. Dünyadaki Türkleri birleştiren, güçlü bir Türk devleti kurulmasını tasarlayan Ziya Bey, bu ülküyü dile getirdiği Altun Destanını de Genç Kalemler Dergisinde yayımladı.rnrnde Derneğin merkezi İstanbula taşınınca, Ziya Gökalp de İstanbula geldi, Cerrahpaşa semtine yerleşti. Mart ayında Ergani/Maden (Diyar-ı Bekir) mebusu olarak Meclis-i Mebusana seçildi. Meclis dört ay sonra kapatılınca Edebiyat Fakültesinde öğretim görevlisi oldu. Kurumda onun eğitimle ilgili görüşleri kabul gördü; Darülfünun ve Eğitim Fakültesinde ders programları, okutulacak kitaplar onun önerileri doğrultusunda kararlaştırıldı. ve yıllarında kendisine önerilen Maarif Nazırlığı (Milli Eğitim Bakanlığı) görevini kabul etmedi, üniversitedeki görevini sürdürdü. te İstanbul Üniversitesinin Felsefe bölümünde İctiamiyyat müderrisi (Sosyoloji Hocası) olarak atandı. İstanbul Üniversitesindeki ilk sosyoloji profesörü idi, üniversitelerimize toplumbilim onun sayesinde monash.pwüşüncelerini Türkçülük etrafında şekillendiren Mehmet Ziya Bey, İstanbula gelir gelmez Türk Ocağının kurucuları arasında yer almıştı. Derneğin yayın organı "Türk Yurdu" başta olmak üzere Halka Doğru, İslam Mecmuası, Milli Tetebbular Mecmuası, İktisadiyat Mecmuası, İçtimaiyat Mecmuası, Yeni Mecmuada yazılar yazdı. Balkan Savaşı öncesinden I. Dünya Savaşı başlarına kadar Türk Yurdu dergisinin yönetim kurulunda kaldı, derginin her sayısın bir şiir bir de yazı verdi. Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak başlıklı yazı dizisinde önemli konular yer verdi. Sonraki yıllarda Yeni Mecmuayı çıkardı.rnrnZiya Gökalp, bir yandan da eser vermeyi sürdürüyordu. te "Kızıl Elma"; de ise Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" adlı eseri ile "Yeni Hayat" isimli şiir kitabını yayımladı.rnSon yıllarırnrnI. Dünya Savaşında Osmanlı Devletinin yenilmesinden sonra tüm görevlerinden alındı. da üniversite içinde İngilizler tarafından tutuklandı; dört ay Bekirağa Bölüğünde tutuklu kaldıktan sonra Ermeni soykırımı iddiaları ile ilgili işgal mahkemesi tarafından yargılandı. Mahkeme sürecinde soykırım iddialarını kesinlikle reddetmiş ve Mukatele(karşılıklı öldürme) tezini savunmuştur. Yargılama sonucu diğer İttihatçılarla birlikte Maltaya sürgüne gönderilen Ziya Gökalp, orada arkadaşlarına toplumbilim ve felsefe dersleri verdi. Malta sürgünlüğü dönemde ailesiyle yaptığı mektuplaşmalar daha sonra Limni ve Malta Mektupları adıyla kitaplaştırılmıştır; sözkonusu kitap Malta sürgünlerinin orada geçirdikleri hayat şartlarıyla ilgili elimizdeki tek monash.pwya Gökalp, 2 yıllık sürgün döneminden sonra İstanbula döndüğünde üniversitede ders vermeye devam etmek istediyse de bu isteği kabul edilmedi. Bir ay kadar Ankarada yaşadıktan sonra ailesiyle Diyarbakıra gitti, Ahmet Ağaoğlunun desteğiyle Küçük Mecmuayı çıkardı, yazılarıyla Kurtuluş Savaşını monash.pw Maarif Vekaleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığına atandı, Ankaraya gitti. Aynı yıl Türkçülüğün Esasları isimli ünlü esrini yayımladı. Ağustosta İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisine Atatürk tarafından Diyarbakır mebusu olarak seçildi. Ankaraya yerleşen Ziya Gökalp, kültürel ve düşünsel çalışmalarına hiç ara vermdi;e dünya klasiklerinin dilimize çevrilip yayımlanması ile uğraştı. te kısa süren bir hastalığın ardından dinlenmek için gittiği İstanbulda 25 Eylül günü hayatını kaybetti. Sultanahmetteki II. Mahmut Türbesi haziresine monash.pwörüşlerirnrnOsmanlı Devletinin parçalanma sürecinde yeni bir ulusal kimlik arayışına girdi. Düşüncesinin temelinde, Türk toplumunun kendine özgü ahlaki ve kültürel değerleriyle, Batıdan aldığı bazı değerleri kaynaştırarak bir senteze ulaşma çabası yatıyordu. "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" diye özetlediği bu yaklaşımın kültürel öğesi Türkçülük, ahlaki öğesi de İslamdı. Uluslararası kültürün yapıcı öğesinin ulusal kültürler olduğunu savundu. Saray edebiyatının karşısına halk edebiyatını koydu. Batının teknolojik ve bilimsel gelişmesini sağlayan pozitif bilim anlayışını benimsedi. Dini, toplumsal birliğin sağlanmasında yardımcı bir öğe olarak değmonash.pwplumsal modeli, Emile Durkheimin teorik temellerini kurduğu "dayanışmacılık" temel
© Tüm Hakları Saklıdır.
Sitedeki içerikler izinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Yayınlanan yazı ve yorumlardan yazarları sorumludur. monash.pw ile bir bağlantı kurulamaz, site sorumlu değildir.
Batı Türkleri Silmek İster! Batı’nın bu kara zihniyetine, insafsız sömürgeciliğine Doğu’da set çeken tek millet TÜRKLER’dir! yılından itibaren dalgalar halinde gelen Haçlılar hep TÜRK kalkanına çarparak kırılmışlardır! İşte bu yüzden Batılılar TÜRKLER’in Avrupa’da ve Anadolu’daki varlığına tahammül edemezler! Batılılar TÜRKLER’İN AVRUPA’DAKİ VARLIĞI’nı, Osmanlı Devleti ile sınırlı sayıp, sanki “çok yeni” bir olaymış gibi göstermek isterler! Sonra da bu uydurdukları bilgilere, belgelere dayanıp bizi DOĞU ANADOLU’dan atıp orada kukla bir “Kürt devleti” kurmak isterler! BATI ANADOLU’dan atıp orayı Yunanistan’a vermek isterler! KUZEY ANADOLU’dan atıp orada “Pontus Rum Devleti” kurmak isterler! Ülkemizdeki Laz, Çerkez, Çeçen, Acar kökenli Türkler’i kışkırtıp koparmak isterler! İSTANBUL’da VATİKAN benzeri bir “Fener Patrikhanesi Devlet” kurmak isterler! Hatta, kimse inanmıyor ama, bizi TRAKYA’dan, İSTANBUL’dan, MARMARA’dan atıp “Yeni Bizans Devleti” kurmak isterler! Bu kitapta; Türklerin binlerce yıl evvel medeniyetin beşiği olduğunu bulacaksınız. TARİHİN TÜRKLERLE BAŞLADIĞINI bulacaksınız. Büyük Türk araştırmacı Kâzım Mirşan’ın eserlerinden yararlanarak yıl önce bile bu diyarlarda olduğumuzu göstereceğiz. (Maalesef Büyük Türk Araştırmacısı Kazım Mirşan Beyefendi, Türkiye’den aradığı desteği asla bulamamış, Türk Tarih Kurumu ve Kendisini tarihçi zanneden ancak batının tek yanlı, sahte Türk tarihi bilgileri ile yetişmiş, araştırma yapacak bilgi ve beceriye sahip olmayan birçok Profesör dahil bazı Akademi mensupları bu 90 yaşlarındaki binlerce sene önceki Türk Tamga yazılarını okuyabilen Dünyadaki tek dahi adama sahip çıkmamıştır. Onun Ben ölmeden Tamga yazılarını okumasını sizlere de öğreteyim benimle gitmesin haykırışları kulak arkası edilmiştir. Tarih onlardan hesap soracaktır) Bazı tarihçilerimiz, işin kolayına kaçarak, Batılıların yaptıkları yalan tek yanlı çalışmalarını, uyduruk tercümelerle “işi idare edip” onların kısır görüşlerini TÜRK fikir hayatına yansıtırlar. Bilerek veya bilmeyerek onlara hizmet ederler! Bu durum Her iki halde Türk milletine ihanettir. Daha açık söylemek gerekirse, batılıların bizim toprağımıza sahip çıkacak bir geçmişleri olmadığı gibi, bizim onların toprağında asla SİLİNMEZ bir söz hakkımız vardır! İşte bu gerçek tarihçilerimiz, diplomatlarımız, politikacılarımız tarafından vurgulanmalı ve bütün TÜRKLER’e anlatılmalıdır! Halbuki tam tersi yapılmakta, Türklere bir aşağılık duygusu aşılanmakta, onlara kurtuluş reçetesi olarak “batı medeniyeti” dayatılmaktadır! Batı’nın medeni olmadığını, “medeniyet” diye kabul edilen her yönünü Doğu’dan aldığı da bir gerçektir. Kazım Mirşan’a göre TÜRK YAZI SİSTEMİ, 15 bin yıl öncesinden DUVAR RESİMLERİ ile başlamış ve bütün alfabelerin temelini teşkil etmiştir! Yani alfabeyi bile “latin” diyerek Batı’ya mal etmek son derece yanlıştır! Alfabe, her medenî adımın olduğu gibi, DOĞU kökenlidir!. Bizim yazımız da “latin” değil, TÜRK ALFABESİ’dir! Yurdumuzda yaptıkları kazı ve çalışmalarda pek çok gerçeği de saklama imkanı buldukları muhakkaktır. Bununla da yetinmezler, kendi aralarından çıkan dürüst, namuslu, ilme saygılı tarihçi, dilci, arkeolog ve sair araştırmacıları da, TÜRKLER konusunda makbul bir şey söylediğinde, adeta afaroz ederler. Tezini alaya alırlar… bulduğu belgeleri yok ederler!. Biz de bu kargaşaya ihmalkârlığımızla, saflığımızla, bilgisizliğimizle katkıda bulunuruz. Avrupa ne hikmetse buhar makinesini, elektrik motorunu ve füzeleri ben buldum diye sık sık övünmektedir, haklılık payları yok mu, elbette vardır, biz önemsiz olduğunu asla vurgulamıyoruz. Evrensel uygarlıklara da büyük katkılarda bulunmuşlardır! Bunlara karşın geriye yani tarihlerine baktıklarında büyük bir boşluk ve aldatmalarla karşı karşıya gelmektedirler. Hep bir boşluğa kendilerini yamamaya çabalarlar! Mağara döneminden beri var olan Avrupa kendisini bir türlü ilkellikten kurtaramamış, tarih sayfasına ilk adımını çok geç atmıştır: Fransa ve İngiltere tarihi (+ ) ‘de başlar, Almanya tarihi ( ) ‘e kadar iner, İtalya tarihi () ‘ler de ve Etrüsklerle başlar, Yunan tarihi ise () ‘lerde Pelasglar sayesinde ilkellikten kurtulur. Hollanda, Belçika vb. bir takım devletler vardır, onları saymanın gereği bile yoktur, neredeyse tarihleri yoktur. Evet, geçte olsa nihayet tarihe ayak basmışlardır ama yazıları, dilleri, dinleri dışarıdan gelmiştir, Avrupa’nın kendi icadı değildir bunlar. Evrensel uygarlıkta geç kalmış, binlerce yıllık tarihleri ile Medeniyet Tarihinin sahibi gibi kendilerini üstün görerek asıl medeniyetin sahibi Türk’leri hep dışlamışlardır. Avrupalılar her şeye sahip olma egoları hep ön plandadır. En doğusunu bilirler, onlar ne derlerse o dur, o doğrudur. Tam Evrensel uygarlıkların kökenlerinin kendilerin ait olduğunu iddia edecekleri sırada: Gen’lerle ve bu yolla, diller üzerinde çalışanlar bildirirler ki, Hint-Avrupa dilleri teorisini YALANLAMA ZAMANI gelmiştir. Yıl , Eylül ayı; CNRS, numaralı bülteniyle bunu tüm dünyaya açıklar. Gerçeği kabullenemediklerinden bu bülten maalesef tüm dünyadan saklanır. Ama gerçekleri tüm Dünya er ya da geç öğrenecektir. Öğrendiği anda, büyük bilimsel deprem olacaktır. Yine ayni bülten diyor ki; Fransızca ve Türkçe “her ne kadar, birbirleriyle hiç ilgisi olmayan iki dil gibi görünüyorlarsa da AKRABA ’dırlar !” Daha da önemlisi; ilk dil “elimizdeki ’ü aşan yazılı belgelere göre” : Ön-Türkçe ’dir. Tüm gerçekler açıklandığında asıl o zaman yer yerinden oynayacaktır. Yıllarca ret ettikleri, sakladıkları gerçekler karşısında ne yapacaklardır. Bu defa da yeryüzünde Türk diye bir şey yoktur mu diyeceklerdir. En azından son buzullar çağının sona erdiği takriben 20, sene öncesinden beri, eski dünya; Türkçe dilinin dünyada hemen hemen her yerde konuşulduğu, eski Türk dinine dünyada her yerde inanıldığı ve Tur/Türk insanının diliyle, töresiyle ve idareciliğiyle her yerde hakim olduğu ve insanlara adalet verdiği bir dünya idi. Tur/Türk insanı gittiği her yerde doğasıyla uyumsallık içinde olmuş, doğasına saygılı, doğasını anlayan, seven ve ondan merhametli bir şekilde yararlanan medeniyetler kurmuş ve dünya medeniyetine çok büyük hizmetlerde bulunmuştur. Örnegin, Türkçe bir dil konuşan Sümerler Orta Asyalı Tur/Türk insanı idiler ve denebilir ki günümüzde insanlığa hizmet eden pek çok konuda yapılan katkılar onlar tarafindan düşünülmüş ve geliştirilmiştir. Çivi yazısının icadı ve onunla beraber gelişen okul sistemi, öğretmen ve öğrenci işleri ve ilişkileri, geliştirilen bilgileri yazıp kitaplıklarda toplamak, vs. hep onların yarattığı eserler olarak onların kayıtlarında bulunmuştur. Tarih konusundaki Yeni tezler; Kazım Mirşan'ın Haluk Tarcan ile birlikte savundukları tezin, Mustafa Kemal Atatürk'ün teşvikleri ile yıllarında oluşturulan Güneş Dil Teorisi'ni ve Türk Tarih Tezi'ni destekleyen tarafları bulunmaktadır. Türk Tarihi'nin MÖ 'li yıllara dayandığını savunur. . Yazı, MÖ yılında Türk'ler tarafından icat edildi. . Türkçe, Ön Türkçe'den sözcükler barındırdığı gibi bu sözcükleri Arapça ve Farsça'ya da taşımıştır. . Anadolu'da da Ön Türkçe yazıtlar bulunmaktadır. . Roma'nın küllerinden kurulduğu medeniyet olan Etrüskler Türk'tür. (Etrüsk yazıtları ilk defa senesinde Kazım Mirşan tarafından okundu). . Romalılardan önce İtalya Yarımadası'nda yaşayan Etrüsklerin konuştuğu dil olan Etrüskçe, Ön-Türkçe kökenlidir. . İskandinavya dahil, tüm Avrupa'da 'den fazla Ön-Türkçe yazıt bulunmaktadır. . Tüm dünya alfabelerinin kökeni Türk alfabesidir. . İlk Türk devleti Hun İmparatorluğu olmadığı, ilk Türk devletinin Bir Oy Bil olduğu görüşündedirler. Ardından At Oy Bil, Türükbil (karşılığı:Göktürk) gelir. . Türk tarihinin çok eskilere dayanması gerektiğini gösteren en büyük delil ise; Orhun Yazıtları'dır. Çünkü Orhun Yazıtları'nda kullanılan dil ve noktalama işaretleri bu dilin en gelişmiş hali olduğu sonucuna götürmektedir. Böyle bir dilin oluşabilmesi için en az yıl geriye gidilmesi gerekir. Kazakistan'da, Bu tezi destekleyen ve M.Ö 'lere tarihlenen bazı yazıtlar bulunmuştur. . Bugün Çin sınırları içerisinde metre boyunda piramitler bulunduğu ve bu piramitlerin Mısır'dan çok önce inşa edildiği tespit edilmiştir. Mısır'ın dip kültüründe de Türkler olduğu iddia edilmektedir.